Yardım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yardım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2016 Perşembe

Al-i İmran s. 146-148. Ayetleri : Kafirlere Karşı Yardım İstemenin ve Etmenin Yasası

Kendilerinden güçlü ve zalim olan topluluklara karşı, "Allah'ım kafirler topluluğuna karşı bize yardım et" şeklinde, Allah (c.c) den yardım istemek , ona inanan tüm insanlar tarafından yapılan bir duadır. Allah (c.c) inananların bu isteğin yerine gelmesini bir takım yasalara bağlayarak , yardım etme işinin gerçekleşmesini kullarının çalışması ve gayret etmesi şartına bağlamıştır. 

Başlık olarak seçtiğimiz ayetler, Uhud harbi ile ilgili bir bağlam dahilindeki ayetlerdir. Bizler genelde, Muhammed (a.s) ve ashabının yaptığı savaşları, kahramanlık destanları şeklinde bir okumaya tabi tuttuğumuz için , bu savaşların altında yatan asıl saik olan "SÜNNETULLAH" gerçeğini maalesef ötelemekteyiz. Muhammed (a.s) ve ashabı , Allah (c.c) nin kafirlere karşı, onlara yardım etmesinin yolunun "SAVAŞMAK" olduğunu bilerek , bu yardımı hak etmek için savaşmışlardır. 

[003.146] Nice nebi vardır ki, yanında çok sayıda rabbe kul olanlar ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.
[003.147]  Onların sözleri ancak: «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı diret, Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!» demekten ibaretti.
[003.148]  Artık Allah Teâlâ da onlara hem dünya nîmetini, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi. Ve Allah Teâlâ muhsin olanları sever.

Bu ayetler bizlere , Allah (c.c) ye dua etmenin nasıl karşılık bulacağını göstermektedir. Dua etmeyi, "Kavli Dua" - "Fiili Dua" olarak düşündüğümüzde , bir topluluğa Allah (c.c) tarafından yardım edilmesinin sadece kavli dua ile değil fiili dua dediğimiz, çalışma ve gayret etmek ile yakından alakası olduğunu görebiliriz. 

Savaş , bir çoğumuzun hoşuna giden bir kelime olmasa dahi , bir dünya gerçeği , ve zulme uğrayanların , zulümden kurtulmak için baş vurması gereken çarelerden birisi olarak, Kur'an içinde yer alan bir kavramdır. Bu kavram elbette , mazlumların canlarına ve mallarına kast etmek amacı ile değil , can ve mallarına kast edilmiş olanların , kendilerini koruması amacına yönelik bir araç olarak kullanılması gerekmektedir. 

[002.216]  Hoşunuza gitmediği halde, savaşı üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

[004.075]  Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?

Aynı duayı, Bakara suresinde anlatılan evlerinden ve yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan İsrailoğullarının, Talut'un komutası altında bir ordu oluşturarak , Calut'a karşı savaşmalarının anlatıldığı ayetlerde de görmekteyiz.

[002.250]  Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki: «Ya Rabbenâ, üstümüze  sabır yağdır, Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!»

Bu ayette , kafirlere karşı zafer isteyen İsrailoğullarının Sünnetullah gereği olan yasalar dahilinde , yardıma mazhar olmanın gereğine göre hareket ederek, Calut ve ordusuna karşı savaştıklarını görmekteyiz. 

Savaş, "Zalim" ve "Mazlum" kavramlarını da beraberinde getirmektedir. Saldırgan taraf genelde , karşı tarafı zayıf gördüğü için , onları yok etmek , maddi ve  manevi bakımdan onları sömürmek amacı ile savaşa girmekte , bu durum mazlum olan tarafın haklarını geri almak için savaşmasını meşru ve gerekli hale getirmektedir. Savaşın meşru ve gerekli olduğu zamanlar işte bu zamanlar olup , Kur'anda savaşa getirilen teşvikler de, böyle duruma düşenler içindir. Hiç bir topluluk , diğer bir topluluğu maddi ve manevi olarak sömürmek için savaşa giremez , girdiği takdirde ise bu durum onların zalim bir topluluk olduğunu gösterir. 

[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir nebiye: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «yurtlarımızdan çıkarılmış , çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.

Yukarıdaki ayet, Bakara suresindeki Talut kıssası içinde bulunmakta olup , savaşın meşru olduğu hal, altı çizili olan cümlede anlatılmaktadır. Bu ayetlerin sadece tarihte kalmış bir olayı anlattığı düşüncesi ile okunması , Kur'anı bir masal kitabı haline getirecektir. Bu ayetler bizlere , tarihin hangi zaman diliminde olursa olsun , evlerinden ve yurtlarından çıkarılarak zulme uğrayan insanların evlerine ve yurtlarına nasıl döneceğini öğretmektedir.

Talut kıssasını bu düşünce içinde okuyan Medine'de yaşayan  Müslümanlar , sürülmüş oldukları Mekke'ye geri dönüşün savaş ile mümkün olacağını bilerek ,bu haklarını kullanmak için Bedir ve Uhud'da savaşmışlardır. Bedir ve Uhud savaşları "Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere önemli bilgiler veren savaşlardır. 

[003.140]  Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah'ın iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.
[003.141]  Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.

Yine Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan bu ayetler bizlere , kafirlerin nasıl mahvolacağını öğretmektedir. Allah kafirleri kendisi gökten melekler indirerek değil, bizim elimiz ile mahvedecektir. Bu değişmez bir yasa yani Sünnetullahtır , kıyamete değin bu yasa böyle işleyecektir. Tevbe suresinin 14. ayeti, bu gerçeğe işaret eden ayetlerden olup , eğer kafirlerin yok olması isteniyor ise bu yok oluş, mazlumların ayağa kalkarak zalimlerle savaşması ve galip gelmesi sonucunda gerçekleşecektir.

[009.014]  Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.

Kur'anın Medine'de inen ayetlerini dikkatli okuduğumuzda, ağırlıklı olarak savaş ile ilgili konulu ayetler karşımıza çıkmaktadır. Bu ayetler ashabın kahramanlığını değil , savaşın toplumsal bir yasa gereği hayatın bir gerçeği olduğuna dikkat çekerek , zalimlere karşı koymanın nasıl gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır. 

Bu ayetler , maalesef gerçekçi bir şekilde okunmadığı , Allah (c.c) den nasıl yardım istenilmesi , ve onun nasıl yardım edeceğinin yaşanmış örnekleri olan bu ayetler, masalsı bir biçimde okunduğu için, hayatın gerçekleri ile olan bağı kurulamamış , yardım isteme ve yardıma mazhar olmanın kuralları olarak okunamamış , Allah (c.c) nin bize oturduğumuz yerden yardım edeceği zannedilerek , sadece kavli dua ile yardım talebinde bulunan Müslümanlar hala gökten melek inerek kafirlerin helak edilmesini beklemektedirler.

Allah (c.c) nin yardım yasası , dün nasıl işledi ise , bugün de , yarın da , kıyamete dek aynı şekilde işleyecek , ondan yardım talebinde bulunanlar, yardıma mazhar olmak için, onun koyduğu yasalara tabi olmak zorunda kalacaklardır.

Bugün dünya yüzünde zulme uğrayan insanların , bu zulümden kurtuluş yollarından bir tanesi savaşmak sureti ile bu zulümden kurtulmaya çalışmak olmalıdır. Zulme uğrayan insanlar topluluğundan olan biz Müslümanlar , kafirlerin zulmünden kurtulmanın yolunun dua ile olacağını bilmekte , fakat bu duanın nasıl yapılacağı konusunda yanlışlıklar yapmaktayız. 

Yazılarımızı takip edenler , Sünnetullah adı verilen yasaların Kur'anda yaşanmış örnekleri ile kıssa yolu ile anlatıldığını , ve bu anlatımlarda değişmez yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğinin gösterilerek , sonrakiler içinde aynı şekilde işleyeceğinin bilinmesi ibret alınmasına dair olduğunu okumak üzerine bir yol takip etmeye çalıştığımızı bilmektedirler.

İslam coğrafyasında yaşanan kafir zulmünden çıkış yolunu gösteren kitabın bu rehberliği maalesef okunamamakta , zulümden çıkış yolunu gösteren ayetler , masal veya güzel sesli hafızların okuması ile, göz yaşı içinde dinlenecek bir müzik eseri haline getirilmektedir.

İslam dünyasının içinde bulunduğu bu zelil durumdan kurtuluşun ilk adımı , savaş ile ilgili ayetleri , kahramanlık destanları olarak değil , Sünnetullah yasaları olarak okumak ve o doğrultuda ibret almak ve hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır. Zulümden çıkışın yolunun bu şekilde fark edilmiş olması , bu yolun gerekleri için çalışmanın da temelini atacaktır. 

Allah (c.c) indinde hiç bir kul ve hiç bir topluluğun özel bir statüsü olmadığı biz Müslümanlar tarafından bilinmedikçe ve yardıma mazhar olmanın gerekleri yerine getirilmedikçe , üzerimizdeki ölü toprağının kalkarak zulümden kurtulmamız mümkün değildir. 

Yazımıza konu olarak aldığımız ayetlerin Uhud harbi ile ilgili olduğunu yeniden hatırlayacak olursak , Uhud'daki mağlubiyetin nedenlerinin uzun uzadıya anlatılan ayetleri, sadece o zaman ve mekanda yaşanmışlığı dahilinde okumak , bu ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajların ötelenmesi anlamına gelecektir. 

Bedir'de yardıma mazhar olan Müslüman ordusu , Uhud'da yardıma mazhar olamamış ve mağlup olmuştur. Onlara mağlubiyeti getiren sebepler uzun uzadıya anlatılarak , onların ve sonraki gelecek olanların bu mağlubiyetin nedenleri üzerinde durarak yapılan hataları tekrarlamamaları istenilmektedir.

Sonuç olarak : Savaş bir dünya gerçeği olarak , kişiye göre değişen bir silahtır. Bu silah zalimin eline geçtiği zaman , her tarafı kan , göz yaşı ve fesada boğarken , mazlumların eline geçtiğinde ise, zalimlerin zulmüne son veren bir silahtır. Kur'an, savaş gerçeğini kabul ederek bunu bir zorunluluk kılarak , Allah'ın yardımını isteyenler için , bu yardımın yerine gerçekleşmesi için bir vesile kılmıştır. 

Kur'anda geçen savaş örnekleri , Sünnetullah yasaları çerçevesinde okunarak , zulüm yapmak için değil , zulme son vermek için girişilmesi gereken bir eylem olarak kendisini göstermektedir. Bugün dünyanın müstekbir güçleri tarafından insanları evlerinden , yurtlarından , mal , mülk, ve evlatlarından eden savaş, bir zulüm aracı olarak mazlumların canını yakmaktadır.

Savaşın zalimlerin elinde bir silah olarak alınıp , mazlumların haklarını savunan bir araç olması , mazlumların en az zalimler kadar her açıdan üstün olması ile gerçekleşecektir. Allah'ın yardımı mazlumlara ancak bu şekilde tecelli edecektir. Sadece kuru dua seansları ile gökten meleklerin inmesini beklemek ise , masallarla avunan Müslümanların harcı olup , Kur'anın hayatın gerçekleri ile olan bağının koparılması anlamına da gelecektir.

Allah (c.c) koyduğu yasa gereği , yardımını hak edene yapacağını yaşanmış örnekleri göstermiş , bunun dışında bir yardım şeklinin olmayacağını bildirmiştir. Bize düşen bu ayetleri gerçekçi biçimde okuyarak hayata nasıl aktarılması gerektiği üzerinde kafa yormak olmalıdır. 

Biz Müslümanlar , Allah (c.c) nin yardımına mazhar olmayı özel kul statüsüne dahil olduğumuz için değil , koyduğu yasalar dahilinde bir hak edene verildiğini öğrenmediğimiz ve bunun gereklerini yerine getirmediğimiz müddetçe burnumuz asla pislikten kurtulmayacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


8 Eylül 2016 Perşembe

Yardım Kuruluşlarının Yardım Yöntemlerine Dair Yeni Bir Yöntem Teklifi

Allah (c.c) insanların bazılarını , bazılarının üzerinde rızık bakımından üstün kılmıştır. Bazı insanların rızık bakımından , neden bazı insanların altında olduğunun sebebinin bu yazının konusu olmadığını hatırlatarak , konumuz rızık bakımından üstün olanların , rızık bakımından aşağı olanlara yardım etmesi ve bu yardımın bir takım yardım kuruluşları ile yürütülmesinin yöntemi hakkında olacaktır. 

Türkiye merkezli bir çok yardım kuruluşunun , dünyanın bir çok yerindeki ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırmaya çalışması takdire şayan ve ancak fazilet sahibi insanların yapabileceği bir özveridir. Özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarında yoğunlaşan bu yardımlar , elbette ulaştığı kimseler için bir umut ışığı olmaktadır. 

Ancak bu yardımların yapılış şekline bakıldığında "Günü kurtarmak" veya "Balık vermek" diyebileceğimiz bir yöntem dahilinde yapıldığını görmekteyiz. Türkiye den giden kuruluşlar ve onların gönüllü elemanları, Türkiye den toplanan paralar ile alınan kurbanlıkları orada keserek fakir halka dağıtmakta, ve bu halk onlara yapılan bu yardımlar ile karınlarını doyurmaktadır. 

Yapılan bu yardımı asla küçümsememekle birlikte , bu yardım yönteminin yetersiz ve kısa vadeli bir yöntem olduğunu söylemek istiyoruz. Bu yardımların günü kurtarmak veya balık vermek şeklinde değil "Balık tutmayı öğretmek" şekline dönüşmesi , yapılan yardımların daha faydalı ve kalıcı olmasını sağlayacaktır. 

Yardım kuruluşları tarafından kurban eti götürülen halk , her sene onlara yapılacak bu yardımı bekleyerek , zaten fakir duruma düşerek yardıma muhtaç hale gelme sebeplerinden biri olan tembelliğe alışmaktadırlar (tek sebebin tembellik olmadığını hatırlatmak isteriz). Bu sene gelen kurban etlerini yiyen insanlar , gelecek senenin kurbanını bekleyerek , Türkiye ve benzeri ülkelerden gelecek kurban ve diğer yardımlar ile günlerini geçirmektedirler. 

Burada bir hususu hatırlatmak isteriz ki , Kurban kesmek ibadeti Hac ibadeti içinde yapılması gereken bir rükün olup , Hac ibadetini yerine getirmeyen insanların üzerine vecibe olan bir ibadet değildir. 

Hac ibadetini yerine getiremeyen insanların kurban kesmelerinin gereksiz veya yanlış olduğunu asla iddia etmemekle birlikte , bu ibadeti yurt dışında bazı ülkelerde yardım kuruluşlarının vasıtası ile yapılması yerine, bu paralar ile o ülkelerde "Balık tutmayı öğretmek" şeklinde daha kalıcı ve uzun vadeli yatırımlar yapılarak , o insanların daha verimli hale getirilmesi sağlanabilir. 

Bu yardımları kısaca özetleyecek olursak , hayırsever kişi istediği yardım kuruluşuna belirlenen miktarı ödeyerek vazifesini yerine getirmekte , yardım kuruluşları ise kendilerine ödenen bu meblağları kurbanlık hayvana çevirerek ihtiyaç sahiplerine gönüllü elemanları vasıtası ile dağıtmaktadır. Bu yardımlar yapıldıktan sonra o kuruluşun gönüllü elemanları o ülkeyi terk ederek kendi ülkelerinde işlerine dönmekte, ta ki gelecek senenin kurban bayramına kadar o ülke insanı kendi kaderine terk edilerek , yeni gelecek kurbanı ve gönüllüleri beklemektedir. 

Fakat Hristiyan yardım kuruluşlarının yöntemleri bizden daha farklı olarak , o ülkelerde daha fazla zaman harcamak şeklinde gerçekleşmektedir. "Misyoner" olarak adlandırılan kimseler , kendilerini o işe adayarak belirli ülkelerde kurudukları kiliseler ile yıllarca kalmakta ve bütün sene o insanlar ile ilişki içinde bulunmaktadırlar. 

Öncelikle yardım kuruluşlarının , bir kaç günlük ziyaretler ile kurban eti dağıtarak , ülkelerine geri dönmek yerine, o ülkelerde daha kalıcı olmalarını sağlayacak yöntemler üzerinde düşünmeleri gerekmektedir.

O ülkelerde devamlı kalan Müslüman yardım kuruluşları , oradaki insanların güvenini sağlamak bakımından daha şanslı olacaklardır. Dahası, oradaki insanların kendi karınlarını doyurmaları için gerekli olan bilgi ve deneyimleri onlara aktararak , tembellikten kurtularak çalışır bir hale gelmeleri de sağlanacaktır. 

Her gün bir balık vermek yerine , insanlara balık tutmayı öğreterek atıl durumdan, çalışır duruma getirmek , o insanlara yapılacak olan en büyük yardımdır. 

Sürekli kalan yardım kuruluşları bu sayede, o ülkenin iç dinamiklerini öğrenerek o ülke insanına kendi deneyimlerini aktaracak , onları üretken hale getirerek ihtiyaç sahibi olmaktan kurtaracak, o insanlara daha faydalı olacaklardır. 

Bunun sağlanması için de , kurban bedeli olarak alınan paraların üretimin desteklenmesi yönünde kullanılması gerekmektedir. Ancak kurban bedeli olarak yardım yapan halkın, bu paraların mutlaka kurban olarak kesilmesi gibi bir istekten vazgeçmesi , yardım kuruluşlarının da bu paraların daha gerekli yatırımlarda kullanılmasının daha iyi ve doğru olacağını, yardım sahiplerine uygun bir dille anlatması gerekmektedir. 

Bu teklifimizin hayata geçebilmesi için , yardım yapan kişilerin kurban kesme ibadetini hacca gitmeyenler için dini bir vecibe olarak görmekten çıkmalarını sağlayacak bir şuur ve bilgiye sahip olmaları gerekir. 

Tekrar hatırlatmak isteriz ki, ülke içinde kurban kesmeye itirazımız olmamakla birlikte , kurbanının başka ülkelerde kesilmesini isteyen kimselerin, bu ülkelerde yaşayanlara daha faydalı olması açısından böyle bir teklifi sunmaktayız. 

Kurban kesmeyi Hanefi mezhebinin hükmünce "Vacip" olarak gören insanımızın bir çoğu maalesef , kurban bedeli olarak gönderdiğimiz paraların ihtiyaç sahiplerinin bulunduğu bir ülkede o ülke insanın üretken hale getiren ve onları muhtaç durumdan çıkarır bir hale gelecek şekilde harcandığını duyduğu anda kıyameti koparacaktır.

Kurbanın altında yatan asıl maksadın yardımlaşma ve ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidererek Allah (c.c) ye yakınlaşmak olduğunu düşündüğümüzde, yurt dışı ülkelerde kurban kesimi için yardım kuruluşlarına para veren insanların yardım maksadına uygun olarak , bu yardımlarının kısa vadeli değil , uzun vadeli bir yatırıma dönüşmesi daha faydalı olacaktır.

Kısa vadeli tedbirler yerine , uzun vadeli tedbirler almak, her konuda başarı getirecektir. 

Bu teklifimizin hemen ve herkes tarafından kabul edilebilir teklif olmadığını elbette bilmekteyiz. Ancak yardım etmenin amacının yardım edilen kişi ve kişileri tembel hale düşürerek gelecek yardımları bekler hale getirmek olmaması gerektiği bilinmelidir.

Yardımın amacının , ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını kendilerinin gidermelerini sağlayarak , onları kendi ayakları üzerinde durmaları öğretmek olması gerektiği , bu yardımları iyi niyetle yapan herkesin malumudur. 

Bir insana yardım etmek demek , o insanı ve insanları size mahkum ve müteşekkir olmak zorunda bırakmak anlamına gelmemelidir. Kur'an bu konuya özellikle vurgu yaparak "Başa kakma" şeklinde yardım yapmanın müşrik adeti olduğunu ve bu tür yardımların boşa gideceğini sıkça hatırlatır.

Yardım kuruluşlarımızın , yardım yaptıkları ülkelere günübirlik yardım yerine onları muhtaç halden çıkaracak şekilde yardım yöntemleri ve o ülkelerde üretimi destekleyici eğitim ve öğretim faaliyetleri ile yardımda bulunmaları önemli bir zarurettir. Bu desteğin hiç yapılmadığını iddia etmemekle birlikte , yok denecek kadar az olduğunu söylemek istiyoruz.

Sonuç olarak ; Dara düşen ihtiyaç sahiplerine yardım etmek , insani bir erdem olup bu yardım o insanları rencide edecek veya kısa vadeli tedbirler ile olmamalıdır. Türkiye merkezli yardım kuruluşlarının , dış ülkelerde ihtiyaç sahiplerine yapmış olduğu kurban yardımları kısa vadeli ve balık vermeye yönelik yardımlardır. 

Halbuki insanlara balık vermek yerine balık tutmayı öğrettiğimizde , onların başkaları tarafından yardıma olan ihtiyaçları zaman için bitecek, ve onlar yardım eder hale geleceklerdir.
Türkiye den yapılan ve önemli bir meblağ tutan kurban bağışları , şayet uzun vadeli üretime yönelik yatırımlar için kaynak olarak kullanıldığında , bu ülkelerde yaşayan insanlar hem iş hem da aş sahibi olacaklardır. 

Ancak Kurban kesmenin vacip olduğu konusunda bilgi sahibi olan insanımızın bir çoğunun, böyle bir yardım konusunda pek taraftar olmayacağını bilmekteyiz. Bu konuda Kur'an merkezli bir fıkıh üretilerek , ve bu fıkıh doğrultusunda kurban yardımlarının üretime kanalize edilmesi veya yardım kampanyalarının üretime ve uzun vadeli tedbirlere yönelik düzenlenmesi ile meydana gelecek katma değer , ihtiyaç sahibi olan insanlar için daha değerli yardımlar olacaktır.

18 Ocak 2016 Pazartesi

BAKARA s.153. Ayeti: SABIR ve SALAT İle Nasıl Yardım İstenir?

İnsanlar için hidayet yani yol gösterici olan Kur'an, başı dara düşen insanın bu darlıktan kurtulması için nasıl bir yol izlemesi gerektiğini de beyan etmektedir. Kur'anın hayata dair sözü olduğu bilincinden uzak olarak yapılan okumalar sonucunda , bu yol göstericilik çerçevesinde beyan edilen ayetler ya gözden kaçırılmış , ya da ayetler içindeki kavramlar farklı yönlere çekilerek içi boşaltılmış bir hale dönüştürülmüştür.

Bakara s. 153. ve onun gibi sabır ile salatı emreden ayetler , sözünü ettiğimiz hataya kurban gitmiş ve başı dara düşene her konuda yol gösteren ayetler olarak, hayat içinde yerini bulmasını beklemektedir.

[002.153] Ey İnananlar! Sabır ve salatla yardım isteyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle beraberdir.
[002.045]  Bir de sabırla, salatla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.

Bu ayet içinde geçen "Salat" kelimesinin bir çok mealde "Namaz" olarak çevrilmesi ,kelimenin anlamının daraltılmasına sebep olduğunu düşünmekteyiz. Namaz , salat kavramının içinde bir cüz olmasına rağmen, bu kelimenin namaz olarak çevrilmesinin , verilmek istenen mesajın eksik ve yanlış anlaşılmasına sebep olduğunu düşünüyoruz. 

Yazımızın konusu , "Salat" kelimesinin anlamının namaz olduğunu veya olmadığını ispatlamak değil , bu kelimenin ifade ettiği anlam örgüsünün , filolojik tartışmaları geride bırakan ve daha geniş bir anlama sahip olduğunu ifade etmeye çalışmak olacaktır. Bizler maalesef kur'an kelimelerini sadece onların ifade ettiği sözlük anlamları etrafında okumaya çalışıp , bu kelimelerin anlam derinliğini göz ardı eden, mekanik ve hayat safhasında karşılığı olmayan okumalar yaparak , Kur'an okumalarını entellektüel bir faaliyet olmaktan öteye geçirmeyen çalışmalar yapmaktayız.

"Kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden birisi olan "Salat" kelimesini , konumuz olan ayet çerçevesinde düşündüğümüzde , anlam daralmasına uğratılmış ve modernist okumalar yolu ile bu kelimenin ifade ettiği anlamın, Kur'an bütünlüğüne uygun bir anlam arayışına gidilmediğini,  yapılan tartışmaların bu kelimenin anlam alanının kendi iddiamız doğrultusunda olduğunu ,veya karşı tarafın iddiasının doğrultusunda olmadığı ispatlamaya yönelik çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz. 

Kur'an okumalarında yapılan hatalardan bir tanesi , herhangi bir kelimenin anlamı etrafında bir düşünce sergileyerek , bu kelimenin ayet , sure , Kur'an ve yaşanan hayat bütünlüğü ile alakasını kurmadan okumak olduğunu söyleyebiliriz. "Salat" kelimesi ve türevleri, bu türden okumaların yoğunlaştığı bir kelime olarak karşımızda durmaktadır.

Kur'anın yaşanan hayata dair sözleri olan , yaşanan hayatları geçmiş hayatlardan örnekler vererek düzenleyen, bir kitap olduğunu, içindeki örneklerin entellektüel tartışmalara kurban edilemeyecek kadar hayat ile ilgili olduğunu "Salat" kelimesinin Kur'an içinde geçişleri sayesinde anlamaktayız. 

Konumuz olan ayetin hayat içinde ağırlıklı olarak pratize edilme şekli , başımıza gelen herhangi bir zorluğa karşı Allah (c.c) den namaz kılarak yardım istemek ile gerçekleşmektedir. İlmihal kitaplarının veya insanları sadece mistik duygularla uyutarak onların sırtından para kazanmayı amaçlayan T.V hocalarının anlattıkları din de, en alakasız konuların halli için , kaynağı hurafe olan namaz isimleri  belirlenerek cahil halk aldatılmaktadır.

Bu namazları kılarak isteğinin yerine gelmesini bekleyen cahil halk kesimi , isteğinin gerçekleşmediğini görünce, suçu kendisinde değil Allah (c.c) de arayarak bu sefer büsbütün dinden uzaklaşmaktadır. Halbuki Kur'anı doğru olarak okumuş olsalar veya Kur'anı doğru okuyanlar tarafında öğrenerek sıkıntıların nasıl bir yolla giderilebileceğini yaşanmış örnekler yolu ile öğrenseler , hem sahtekarların iplikleri pazara çıkmış , hem de isyan içine düşmemiş olacaklardı.

Konumuz olan ayet içinde geçen iki kavramın ,hayat içinde nasıl pratize edilmesi gerektiği , bu iki kavramı daha önce hayatlarına pratize edenlerin örnekleri okunarak anlaşılmaya çalışılacaktır.

"Sabır" , " Nefsin aklın ve şeriatın gerektirdiği şekilde tutulması" anlamında bir kelimedir.
Kur'anın bir çok ayeti Muhammed (a.s) a karşısına çıkan zorluklara sabretmesi gerektiği şeklinde emri kapsamaktadır. Muhammed (a.s) ın karşısındaki zorluklara sabretmesi, elini kolunu bağlayarak oturmak şeklinde gerçekleşmemiştir. Onun sabrı, içinde bulunduğu durumu değerlendirerek ona göre strateji takip etmek şeklinde gerçekleşmiştir.

Yine bir çok ayet , iman edenlerin vasıflarını sıralarken , bu vasıflardan birisinin onların başlarına gelenlere sabrettikleri ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri olarak belirtilmiştir. iman edenlerin bu sabrı , oturup beklemekle değil , iman etmenin gereği olan görevlerini yerine getirirken, yolda başlarına gelen olaylara karşı gerektiği şekilde tavır almak şeklinde olması gerekmektedir.

Kur'an içinde en çok zikri geçen elçilerden birisi olan Musa (a.s) kıssasında onun Firavun ile yıllar süren mücadele sonunda İsrailoğullarını zulümden kurtarıp denizin karşı kıyısına geçtiğini görmekteyiz. Bu süreçte Musa (a.s) İsrailoğullarına sabrı ve salatı emrederek, bunun etrafında bir mücadele ile Firavun zulmüne karşı koymuşlar ve neticede başarıya ulaşmışlardır. Araf s. 128 ve Yunus s. 87. ayeti , İsrailoğullarının mücadele stratejisini belirten ayetlerdir. 

Musa (a.s) ve İsrailoğulları tarafından ,"Sabır ve Salat  ile yardım istenilmesi gerektiğini beyan eden ayetlerin hayata pratize edilmesi , onların Firavun soykırımından kurtulmak , onun yıllar süren zulmüne karşı ayakta kalmak , onu ve ordusunu alt etmek için gerekli olan hazırlıkları yapmak şeklinde gerçekleşmiştir. Bu yapılanlar yıllar süren bir zaman aralığına yayılan bir direniş olup , Kur'an bu direnişi iki kelime ile yani "SABIR" ve "SALAT" kelimeleri ile özetlemiştir. 

Kur'an uzun cümleler ile anlatılabilecek sözleri ,  kelimeler ile ifade eden bir usluba sahip olan kitaptır. İsrailoğullarının yıllar süren mücadelesini harfi harfine anlatacak olsa, sadece o kısım ciltler dolusu hacme sahip olacaktır. Ancak yıllar süren mücadeleyi Yunus s. 87. ayetinde "Sabır - Salat- Kıble" kelimeleri ile özetleyerek başarıya giden yolu göstermiştir. 

Bizler başarıya giden yolun nasıl bir mücadele seyri izlediğini , bu kelimelerin ifade ettiği anlamlar üzerinden Kur'an geneline bakarak okuyabilir ve bu örnekten yola çıkarak başımıza gelen bütün sıkıntıları aşmanın nasıl bir yol ile mümkün olacağını öğrenebiliriz. Çünkü bu kelimelerin ifade ettiği anlamlar, hayat içinde pratize edilmesi ile anlamını bulmakta olup, mekanik hayattan kopuk Kur'an çalışmaları ile yapılan tartışmalar sonucunda anlamlarına ulaşılamaz. 

Örneğin ; Hasta olduğumuz takdirde yapılacak olan şey , bu hastalıktan kurtulmak için namaz kılmak veya herhangi kitabın önerdiği duaları tekrarlamak değil , Allah (c.c) nin kevni ayetlerine müracaat etmek olmalıdır. Kitap içindeki herhangi bir ayet veya surenin , baş veya diş ağrısı , mide bulantısı , kanser v.s hastalıklar için okunmuş olması , hastaya hiç bir şekilde şifa vermeyecektir. Kur'an bedeni hastalıkların şifası için değil , şirk hastalığının şifası için reçeteler ihtiva etmektedir. 

Hastalıklar için Allah (c.c) nin yarattığı kevni ayetlere müracaat ederek bu ayetlerin gösterdiği yolda tedavi usulleri kullanmak, "Sabır ve Salat" ile yardım istemek anlamına gelecek ve kişiler zaman içinde sağlığına kavuşacaklardır. 

Örneğin ; Ticari hayatında bazı nedenlerden ötürü borçlu duruma düşmüş olan kimse , bu borçlarını ödeyebilmek için gece gündüz namaz kılsa bu borçlar asla ödenmez , veya herhangi bir kimsenin kitabında yazan "Borç ödeme duası" gibi duaları sabah akşam tekrar etse, gökten para yağarak bu borçları ödenmesi mümkün değildir. Bu borçların ödenmesi, ticari hayatın gereği olan şartları yani evrensel ticaret yasalarını yerine getirerek mümkün olacaktır. 

Borçlu duruma düşen birisinin , bu borçtan kurtulmak için gerekli olan şartları yerine getirmesi , onun "Sabır ve Salat" ile yardım istemesi anlamına gelecek ve zaman içinde borçlarından kurtulacaktır. 

Örneğin ; Dünya yüzünde yaşayan biz Müslümanların bugünkü zelil halimizden kurtulması , gece gündüz namaz kılmak veya zalimlere beddua seansları ile değil , bu zalimlerden kurtulmanın yolları aranarak gerçekleşecektir. Musa (a.s) ve diğer elçilerin kıssaları içinde geçen mücadele örneklerini takip eden Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , hedeflerine bu yolla ulaşmışlardır.

Müstaz'af durumuna düşen insanların , müstekbirlerin elinden kurtulmalarının yolu , bizden öncekilerin izledikleri yolu takip etmekle mümkün olacaktır. Bu yolu izlemek , "Sabır ve Salat" ile yardım istenmesi anlamına gelerek , zaman içinde müstekbirler yenilgiye uğrayacaklardır.


"Salat" kelimesinin anlamlarından birisi olan "Dua" yı yardım istemenin bir şekli olarak düşündüğümüzde , ilk akla gelen dua şekli elleri havaya kaldırarak hacetimizi arz etme şekli olacaktır, ancak duanın, kavli ve fiili olarak iki şekli olduğunu unutmayalım . Kavli dua fiili dua ile desteklenmedikçe hacetimizin giderilmeyeceği, maalesef biz Müslümanların bir çoğu tarafından bilinmemekte ve bu işten para kazanmak isteyen din tüccarlarına gün doğmakta, piyasada satılan bir çok dua kitabı maalesef bizlerin cehaleti yüzünden kapış kapış satılarak din tüccarlarının keseleri bu yolla dolmaktadır.

Kur'anda Allah (c.c) den yardım isteyen elçilere icabet edilmesi , onların zorlu mücadelelerinin sonucunda gerçekleşmiş olması , bizlere duaların nasıl ve ne şekilde kabul edileceği konusunda bir ışık olması gerekmektedir.

Kur'anın yaşanmış hayatları örnek vererek, yaşanacak hayatları yönlendirme amacına dair ayetleri , yaşanmış hayatlardan kopuk bir biçimde okunduğu zaman , bu hayatları anlatan kelimelere yeniden bir anlam bindirmek zorunluluğu hasıl olmaktadır. Salat kavramı , böyle bir kopukluk içinde okunarak, yeniden anlamlandırma çalışmalarına kurban giden bir kavramdır. 

Şuayb (a.s) ın kavminin ona söylediği "Taptıklarımızı terketmemizi sana salatın mı emrediyor" sözü etrafında yapılan tartışmalar genelde , bu kelimenin namazı ifade edip etmediği yönündedir. Halbuki bu kelime "Salat anlatılmaz yaşanır" şeklindeki bir sözün , Şuayb (a.s) tarafından hayata dökülmesini ifade etmektedir. Bize  buradan düşen hisse, salat namaz mı değil mi ? sorusunun cevabını aramak değil , bu kavramın yaşamın ta kendisi olduğunu, yaşanmış örneği üzerinden okumak olmalıdır. Şuayb (a.s) kıssası , Allah (c.c) nin "Sabır ve Salat ile yardım isteyin" emrini hayatında pratiğe dökmüş bir örnek bir örnek olarak anlaşılmayı beklemektedir. 

Salat kavramı bugün iki aşırı uç olarak ifade edebileceğimiz , bir kısım kimsenin sadece namaz olarak , diğer bir kısım kimsenin namazla alakası olmayan bir kavram olarak anladığı bir kavram olarak yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Bu kavram diğer Kur'an kavramları gibi , bütün insanlık tarihi dikkate alınarak , etimolojik tartışmaları aşan ve Kur'an bütünlüğünü gözeten bir şekilde okunmadığı müddetçe, havanda su dövmek misali tartışmaların arkası gelmeyecektir. 

Sonuç olarak ; Kur'anın odak kavramlarından olan "Sabır ve Salat" ın Müslüman hayatında nasıl pratiğe aktarıldığı , bizden önceki yaşanmış hayatlardan örnekler sunularak bizlere gösterilmektedir. Bizlere düşen görev bu örnekleri masal niyetine okumak değil , Allah (c.c) nin bizlere dair olan vaadinin nasıl gerçekleşeceği yönünde bilgi sahibi olmak ve bu bilgileri hayata aktarmaktır. 

Salat, geniş anlamı olan bir kelime olmasına rağmen , sadece namaza indirgenen boyutunun hayata yansıtılmış , bu boyutunda için boş bir ritüele döndürülmüş olması, maalesef acı bir gerçektir. Salat ile yardım istemenin anlamı , namaz ile yardım isteyeme dönüştürülerek , secdeden başını kaldırmayan fakat yinede istekleri yerine gelmeyen Müslümanların , "Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunun cevabını aramaya acilen yöneltmesi gerekmektedir.

Yine tekrarlıyoruz ; Bu yazının amacı namazı ret etmek değil , salat ile yardım istemenin anlamının sadece namaz ile yardım istemek olmadığını ifade etmeye çalışmaktır. Salat kelimesini sadece etimolojik anlamı üzerinde tartışmalar yaparak anlamaya çalışmak, yazımıza konu  ettiğimiz ayetleri anlamakta yardımcı olacağını düşündüğümüzü söylemek zordur. Bu kelimenin anlamı hayatın ta kendisini tarif etmekte olup , "SALAT ANLATILMAZ YAŞANIR" şeklinde özetleyebiliriz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.