İstemenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstemenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2016 Perşembe

Al-i İmran s. 146-148. Ayetleri : Kafirlere Karşı Yardım İstemenin ve Etmenin Yasası

Kendilerinden güçlü ve zalim olan topluluklara karşı, "Allah'ım kafirler topluluğuna karşı bize yardım et" şeklinde, Allah (c.c) den yardım istemek , ona inanan tüm insanlar tarafından yapılan bir duadır. Allah (c.c) inananların bu isteğin yerine gelmesini bir takım yasalara bağlayarak , yardım etme işinin gerçekleşmesini kullarının çalışması ve gayret etmesi şartına bağlamıştır. 

Başlık olarak seçtiğimiz ayetler, Uhud harbi ile ilgili bir bağlam dahilindeki ayetlerdir. Bizler genelde, Muhammed (a.s) ve ashabının yaptığı savaşları, kahramanlık destanları şeklinde bir okumaya tabi tuttuğumuz için , bu savaşların altında yatan asıl saik olan "SÜNNETULLAH" gerçeğini maalesef ötelemekteyiz. Muhammed (a.s) ve ashabı , Allah (c.c) nin kafirlere karşı, onlara yardım etmesinin yolunun "SAVAŞMAK" olduğunu bilerek , bu yardımı hak etmek için savaşmışlardır. 

[003.146] Nice nebi vardır ki, yanında çok sayıda rabbe kul olanlar ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.
[003.147]  Onların sözleri ancak: «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı diret, Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!» demekten ibaretti.
[003.148]  Artık Allah Teâlâ da onlara hem dünya nîmetini, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi. Ve Allah Teâlâ muhsin olanları sever.

Bu ayetler bizlere , Allah (c.c) ye dua etmenin nasıl karşılık bulacağını göstermektedir. Dua etmeyi, "Kavli Dua" - "Fiili Dua" olarak düşündüğümüzde , bir topluluğa Allah (c.c) tarafından yardım edilmesinin sadece kavli dua ile değil fiili dua dediğimiz, çalışma ve gayret etmek ile yakından alakası olduğunu görebiliriz. 

Savaş , bir çoğumuzun hoşuna giden bir kelime olmasa dahi , bir dünya gerçeği , ve zulme uğrayanların , zulümden kurtulmak için baş vurması gereken çarelerden birisi olarak, Kur'an içinde yer alan bir kavramdır. Bu kavram elbette , mazlumların canlarına ve mallarına kast etmek amacı ile değil , can ve mallarına kast edilmiş olanların , kendilerini koruması amacına yönelik bir araç olarak kullanılması gerekmektedir. 

[002.216]  Hoşunuza gitmediği halde, savaşı üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

[004.075]  Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?

Aynı duayı, Bakara suresinde anlatılan evlerinden ve yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan İsrailoğullarının, Talut'un komutası altında bir ordu oluşturarak , Calut'a karşı savaşmalarının anlatıldığı ayetlerde de görmekteyiz.

[002.250]  Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki: «Ya Rabbenâ, üstümüze  sabır yağdır, Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!»

Bu ayette , kafirlere karşı zafer isteyen İsrailoğullarının Sünnetullah gereği olan yasalar dahilinde , yardıma mazhar olmanın gereğine göre hareket ederek, Calut ve ordusuna karşı savaştıklarını görmekteyiz. 

Savaş, "Zalim" ve "Mazlum" kavramlarını da beraberinde getirmektedir. Saldırgan taraf genelde , karşı tarafı zayıf gördüğü için , onları yok etmek , maddi ve  manevi bakımdan onları sömürmek amacı ile savaşa girmekte , bu durum mazlum olan tarafın haklarını geri almak için savaşmasını meşru ve gerekli hale getirmektedir. Savaşın meşru ve gerekli olduğu zamanlar işte bu zamanlar olup , Kur'anda savaşa getirilen teşvikler de, böyle duruma düşenler içindir. Hiç bir topluluk , diğer bir topluluğu maddi ve manevi olarak sömürmek için savaşa giremez , girdiği takdirde ise bu durum onların zalim bir topluluk olduğunu gösterir. 

[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir nebiye: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «yurtlarımızdan çıkarılmış , çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.

Yukarıdaki ayet, Bakara suresindeki Talut kıssası içinde bulunmakta olup , savaşın meşru olduğu hal, altı çizili olan cümlede anlatılmaktadır. Bu ayetlerin sadece tarihte kalmış bir olayı anlattığı düşüncesi ile okunması , Kur'anı bir masal kitabı haline getirecektir. Bu ayetler bizlere , tarihin hangi zaman diliminde olursa olsun , evlerinden ve yurtlarından çıkarılarak zulme uğrayan insanların evlerine ve yurtlarına nasıl döneceğini öğretmektedir.

Talut kıssasını bu düşünce içinde okuyan Medine'de yaşayan  Müslümanlar , sürülmüş oldukları Mekke'ye geri dönüşün savaş ile mümkün olacağını bilerek ,bu haklarını kullanmak için Bedir ve Uhud'da savaşmışlardır. Bedir ve Uhud savaşları "Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere önemli bilgiler veren savaşlardır. 

[003.140]  Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah'ın iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.
[003.141]  Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.

Yine Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan bu ayetler bizlere , kafirlerin nasıl mahvolacağını öğretmektedir. Allah kafirleri kendisi gökten melekler indirerek değil, bizim elimiz ile mahvedecektir. Bu değişmez bir yasa yani Sünnetullahtır , kıyamete değin bu yasa böyle işleyecektir. Tevbe suresinin 14. ayeti, bu gerçeğe işaret eden ayetlerden olup , eğer kafirlerin yok olması isteniyor ise bu yok oluş, mazlumların ayağa kalkarak zalimlerle savaşması ve galip gelmesi sonucunda gerçekleşecektir.

[009.014]  Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.

Kur'anın Medine'de inen ayetlerini dikkatli okuduğumuzda, ağırlıklı olarak savaş ile ilgili konulu ayetler karşımıza çıkmaktadır. Bu ayetler ashabın kahramanlığını değil , savaşın toplumsal bir yasa gereği hayatın bir gerçeği olduğuna dikkat çekerek , zalimlere karşı koymanın nasıl gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır. 

Bu ayetler , maalesef gerçekçi bir şekilde okunmadığı , Allah (c.c) den nasıl yardım istenilmesi , ve onun nasıl yardım edeceğinin yaşanmış örnekleri olan bu ayetler, masalsı bir biçimde okunduğu için, hayatın gerçekleri ile olan bağı kurulamamış , yardım isteme ve yardıma mazhar olmanın kuralları olarak okunamamış , Allah (c.c) nin bize oturduğumuz yerden yardım edeceği zannedilerek , sadece kavli dua ile yardım talebinde bulunan Müslümanlar hala gökten melek inerek kafirlerin helak edilmesini beklemektedirler.

Allah (c.c) nin yardım yasası , dün nasıl işledi ise , bugün de , yarın da , kıyamete dek aynı şekilde işleyecek , ondan yardım talebinde bulunanlar, yardıma mazhar olmak için, onun koyduğu yasalara tabi olmak zorunda kalacaklardır.

Bugün dünya yüzünde zulme uğrayan insanların , bu zulümden kurtuluş yollarından bir tanesi savaşmak sureti ile bu zulümden kurtulmaya çalışmak olmalıdır. Zulme uğrayan insanlar topluluğundan olan biz Müslümanlar , kafirlerin zulmünden kurtulmanın yolunun dua ile olacağını bilmekte , fakat bu duanın nasıl yapılacağı konusunda yanlışlıklar yapmaktayız. 

Yazılarımızı takip edenler , Sünnetullah adı verilen yasaların Kur'anda yaşanmış örnekleri ile kıssa yolu ile anlatıldığını , ve bu anlatımlarda değişmez yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğinin gösterilerek , sonrakiler içinde aynı şekilde işleyeceğinin bilinmesi ibret alınmasına dair olduğunu okumak üzerine bir yol takip etmeye çalıştığımızı bilmektedirler.

İslam coğrafyasında yaşanan kafir zulmünden çıkış yolunu gösteren kitabın bu rehberliği maalesef okunamamakta , zulümden çıkış yolunu gösteren ayetler , masal veya güzel sesli hafızların okuması ile, göz yaşı içinde dinlenecek bir müzik eseri haline getirilmektedir.

İslam dünyasının içinde bulunduğu bu zelil durumdan kurtuluşun ilk adımı , savaş ile ilgili ayetleri , kahramanlık destanları olarak değil , Sünnetullah yasaları olarak okumak ve o doğrultuda ibret almak ve hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır. Zulümden çıkışın yolunun bu şekilde fark edilmiş olması , bu yolun gerekleri için çalışmanın da temelini atacaktır. 

Allah (c.c) indinde hiç bir kul ve hiç bir topluluğun özel bir statüsü olmadığı biz Müslümanlar tarafından bilinmedikçe ve yardıma mazhar olmanın gerekleri yerine getirilmedikçe , üzerimizdeki ölü toprağının kalkarak zulümden kurtulmamız mümkün değildir. 

Yazımıza konu olarak aldığımız ayetlerin Uhud harbi ile ilgili olduğunu yeniden hatırlayacak olursak , Uhud'daki mağlubiyetin nedenlerinin uzun uzadıya anlatılan ayetleri, sadece o zaman ve mekanda yaşanmışlığı dahilinde okumak , bu ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajların ötelenmesi anlamına gelecektir. 

Bedir'de yardıma mazhar olan Müslüman ordusu , Uhud'da yardıma mazhar olamamış ve mağlup olmuştur. Onlara mağlubiyeti getiren sebepler uzun uzadıya anlatılarak , onların ve sonraki gelecek olanların bu mağlubiyetin nedenleri üzerinde durarak yapılan hataları tekrarlamamaları istenilmektedir.

Sonuç olarak : Savaş bir dünya gerçeği olarak , kişiye göre değişen bir silahtır. Bu silah zalimin eline geçtiği zaman , her tarafı kan , göz yaşı ve fesada boğarken , mazlumların eline geçtiğinde ise, zalimlerin zulmüne son veren bir silahtır. Kur'an, savaş gerçeğini kabul ederek bunu bir zorunluluk kılarak , Allah'ın yardımını isteyenler için , bu yardımın yerine gerçekleşmesi için bir vesile kılmıştır. 

Kur'anda geçen savaş örnekleri , Sünnetullah yasaları çerçevesinde okunarak , zulüm yapmak için değil , zulme son vermek için girişilmesi gereken bir eylem olarak kendisini göstermektedir. Bugün dünyanın müstekbir güçleri tarafından insanları evlerinden , yurtlarından , mal , mülk, ve evlatlarından eden savaş, bir zulüm aracı olarak mazlumların canını yakmaktadır.

Savaşın zalimlerin elinde bir silah olarak alınıp , mazlumların haklarını savunan bir araç olması , mazlumların en az zalimler kadar her açıdan üstün olması ile gerçekleşecektir. Allah'ın yardımı mazlumlara ancak bu şekilde tecelli edecektir. Sadece kuru dua seansları ile gökten meleklerin inmesini beklemek ise , masallarla avunan Müslümanların harcı olup , Kur'anın hayatın gerçekleri ile olan bağının koparılması anlamına da gelecektir.

Allah (c.c) koyduğu yasa gereği , yardımını hak edene yapacağını yaşanmış örnekleri göstermiş , bunun dışında bir yardım şeklinin olmayacağını bildirmiştir. Bize düşen bu ayetleri gerçekçi biçimde okuyarak hayata nasıl aktarılması gerektiği üzerinde kafa yormak olmalıdır. 

Biz Müslümanlar , Allah (c.c) nin yardımına mazhar olmayı özel kul statüsüne dahil olduğumuz için değil , koyduğu yasalar dahilinde bir hak edene verildiğini öğrenmediğimiz ve bunun gereklerini yerine getirmediğimiz müddetçe burnumuz asla pislikten kurtulmayacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


30 Mart 2016 Çarşamba

YUNUS s. 15-17. Ayetleri: Başka Bir Kur'an Veya Değiştirilmiş Bir Kur'an İstemenin Bugünkü Tezahürleri

Kur'an Muhammed (a.s) vasıtası ile, Mekke de yaşayan Araplara inmeye başlayan bir kitaptır. Bu kitabın iniş sürecinde Mekkeli müşrikler , bu kitap ile yerleştirilmek istenilen dinin, önceki ataları tarafından kurulmuş olan dinlerini alt üst edeceğini bildikleri için bu kitap ve elçiye karşı amansız bir savaş açmışlardır. Mekkeli müşrikler tarafından Elçi ve Kur'ana karşı açılan bu savaşı bir çok Kur'an ayetinden okumak mümkündür.

Mekke müşrikleri , Kur'anın nazil olmaya başlaması öncesi yaşadıkları topraklar üzerinde ataları tarafından belirlenmiş ve temeli şirk sistemine dayanan bir düzen ile yönetimlerini sağlamakta idiler. Kur'an onların şirk'e dayalı olan bu sistemlerini kökten ret ederek , yerine Tevhidi sisteme dayalı bir hayat tarzı önerisi ile inmeye başlamıştır. Kur'anın bu önerileri, yaşam tarzlarını şirk üzerine temellendirmiş olan Arap toplumunun önde gelenleri tarafından ret edilerek, Elçi ve Kur'an üzerinde bir takım planlar ile, bu kitabın insanlar arasında kabul görmemesi için ellerinden geleni arkaya koymamışlardır.

Yunus s. 15. ayetinde Arap müşrikleri tarafından, Muhammed (a.s) dan ilginç bir istekte bulunulduğunu görmekteyiz. Yazımızda, bu ilginç isteğin altında yatan düşünceyi okumaya çalışarak , bu isteğin günümüzde nasıl tezahür ettiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[010.015] Böyle iken âyetlerimiz birer beyyine olarak karşılarında okunduğu zaman likamızı arzu etmiyenler «bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir» dediler, de ki, onu kendiliğimden değiştirmek benim için olacak şey değildir, ben ancak bana vahyolunana tabi olurum; ben, rabbıma isyan edersem şüphesiz büyük bir günün azâbından korkarım.
[010.016] De ki: «Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?»
[010.017]  Artık bir yalanı Allaha iftira eden veya onun âyetlerine yalan diyenden daha zâlim kim olabilir? Şüphe yok ki: mücrimler, felâh bulmaz

Yukarıda mealleri verilen ayetlerde , müşrikler tarafından diğer ayetlerde Kur'ana getirdikleri itirazlardan daha farklı bir itiraz görülmektedir. Diğer ayetlerde Elçinin kendisine , şair , mecnun , yalancı , ona gelen vahye beşer sözü , şiir gibi sözler söylenmesine karşın , Yunus s. 15. ayetinde, bu itirazlardan daha farklı bir itiraz getirilerek , bu kitabın yerine başka bir kitap veya bu kitabı değiştirmesi istenilmektedir.

Müşriklerin bu isteklerine karşı ise , Muhammed (a.s) tarafından, böyle bir isteğin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı , bu vahyin kendisine Allah (c.c) tarafından indirildiği ve bunu değiştirmek gibi bir yetkisinin olmadığı bildirilerek , müşriklerin istekleri ret edilmektedir. 

Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta , müşriklerin neden böyle bir istekte bulunduğunun üzerinde düşünülmesi gereğidir.

Kur'anın inmeye başlaması ile birlikte ihtiva ettiği ayetlerde , Mekke toplumunun şirk unsuru taşıyan inanç ve amellerine karşı büyük bir savaş açılarak , bu inanç ve amelleri kökten ret edilmiş , ve yerine doğru olanı ikame etmeye çalışılmıştır. Yanlış olanın yerine doğru olan konulmaya çalışılırken nasıl bir yol uygulanması gerektiği, yine elçinin kendisine bu kitabın içindeki ayetlerde beyan edilerek , o yolu takip etmesi emredilmiştir.

[068.008-15]  O halde, yalanlayıcılara itaat etme.Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık.Daima kusur arayıp kınayan, hep lâf götürüp getiren,Hayır engeli, mütecâviz vebâl yüklü Kaba, sonra da soysuz, alçak.Mal sahibi olmuş ve oğulları var diye Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

Kalem suresi ve benzeri surelerdeki ayetler ile , Muhammed (a.s) a çizilen yol haritasında, "Müdahene" yani karşılık tavizkar bir tutum içine asla girmemesi öğütlenerek , kendisine indirilen vahyi aynen indirildiği gibi tebliğ etmesi emredilmektedir.

Muhammed (a.s) a inmeye başlayan vahiy , Mekkeli ileri gelenlerin kurulu düzenlerine karşı amansız bir savaş açarak , bu düzenlerinin adının "Şirk" olduğunu ve bu düzenin devam etmesi için yapılan çalışmaların sonucunun dünya ve ahirette acı bir azap ile karşılık bulacağı bir çok ayette haber verilmektedir.

Şirke dayalı bir yaşam sistemini Kur'ana rağmen devam ettirmek isteyen Mekkelilerin , bu sistemlerine savaş açan Kur'anın yerine , kendi yaşam sistemlerine karşı herhangi bir reddiye getirmeyen , o sistemi kabul eden , ve kendilerinin yaşam düzenini kökten değişime uğratmayacak bir kitap arzusu içinde olduklarını ,Yunus s. 15. ayette haber verilen isteklerinden öğrenmekteyiz.

Bu insanlar kendileri için öyle din istemekteydiler ki, bu din onların yaşam konforlarına en ufak bir müdahalede bulunmasın, onları rahatsız etmesin , onların yaşam sistemlerini onaylasın. Ancak Kur'an onların bu isteklerinin yerine getirilmesinin asla mümkün olmadığını , eğer iman etmek istiyorlar ise, kurallarını kendilerinin belirlediği  bir dine değil , kurallarını Allah (c.c) nin belirlediği bir dine inanmaları gerektiği beyan edilmektedir.

Dün Mekkeliler tarafından arzu edilen kendilerine uygun bir din isteğinin bir benzeri , bugün bir kısım Müslüman tarafından arzu edilmekte , ve dinin kuralları ile yaşadıkları hayat çakıştığı için, yaşadıkları hayatı dine uydurmak yerine , dinlerini yaşadıkları hayata uydurmak gibi bir düşünce içinde, dinin bazı kurallarında bir takım iyileştirmelere !! gidilerek, yaşantılarına uyan , bu yaşantılarını değiştirmesini arzu etmeyen bir din istenilmektedir.

Örneğin ; Evinin dışına çıkan bir kadının, evin içindeki kıyafetine ilave olarak üzerine, Kur'anın "Cilbab" olarak belirttiği, başın örtülmesini de sağlayan bir dış giysi almaları emredilmektedir. Fakat bu örtünme emri , bu emir ile muhatap olan bir kısım kimse tarafından yerine getirilmemektedir. Yerine getirilmeme gerekçesi olarak , böyle bir emrin Kur'anda olmadığı , dışarı çıkan bir bayanın başını örtmesi gibi bir emir olmadığı , dolayısı ile baş örtüsü olmadan dışarı çıkılabileceği gibi yorumlar , Kur'anın Nur ve Ahzab surelerinde yer alan örtünme emri gündeme geldiğinde dile getirilmektedir. 

Biz konuya baş örtüsü ile ilgili ayetlerini tahlil edilmesi açısından değil , bir kısım insanı böyle bir çıkış aramaya iten sebepleri irdelemek açısından bakmaya çalışacağız. 

Aynı şekilde ekonomik hayat içinde geçerli olan faizli sistem, kurulu olan ekonomik sistemin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu ayrılmazlık yine bir kısım insanı bu konuda bir çıkış aramaya sevk ederek , Kur'anın faiz yasağı hakkındaki ayetlerinin artık bu zamanda uygulama alanı bulunmadığı , dolayısı ile faizin tanımının yeniden yapılarak , bu sistemin ekonomik hayat içinde devam etmesi gibi yaklaşımları beraberinde getirmiştir.

Kur'anın hırsızlık için önerdiği el kesme cezasının vahşi ! bir ceza olduğu , o gün için uygulanan bir ceza olduğu , bu cezanın yerine başka alternatif cezalar konulabileceği iddialarının dile getirilmeye çalışıldığına şahit olmaktayız. 

Genel olarak baktığımızda, Kur'anın bazı hukuksal ayetlerinin sadece indiği zaman ve mekana has olduğu , bugün için bu ayetler yerine o ayetlerdeki maksat dikkate alınarak , maksada uygun yeni hükümler üretilebileceği gibi düşünceler , "Tarihselcilik" adı altında üretilmeye çalışılmaktadır. 

Bu gibi iddia ve düşünceleri ibadetler alanında da görmekteyiz. Hac ibadetinin daha geniş bir zamana yayılması gerektiği düşüncesi , bugün bu ibadeti yerine getirmek isteyenlerin çok olması ve bu ibadet sırasında meydana gelen izdiham nedeniyle, bir çok insanın ölmesi gerekçe gösterilerek , Hac ibadeti için bilinen ve uygulanan zamanın, daha geniş bir zaman aralığına yayılabileceği iddiaları dile getirilmektedir. 

Bu gibi düşünceleri genişletmek mümkündür. Yazının konusu, bu gibi düşünceleri teker teker ele alarak üzerinde tartışmak değil , örnekler vererek bu düşüncelere yönelinmesine sebep olan saikleri tartışmaktır.

Örneklerini verdiğimiz ve bu örneklere benzer düşüncelerin altında yatan ana sebeplerden birisi , yaşamdan taviz vermeden , dini kurallardan taviz koparmak ve koparılan bu tavizlerin doğrultusunda, dini bir hayat yaşama arzusu olduğunu söyleyebiliriz. 

Dün Mekkelilerde ortaya çıkan "Başka bir Kur'an veya değiştirilmiş bir Kur'an" arzusu , dini hükümlerde bir takım yumuşatmalara gidilerek , yaşanan zaman ile uyum sağlayabilen bir din ve dini bir yaşam arzusunun bir tezahürü olarak, bugün bazı Müslümanlarda kendisini göstermektedir.

Bugün bir kısım Müslüman yaşadığı hayattan taviz vermek istemeden , inandığını iddia ettiği din den taviz kopararak, Müslüman kalmanın yollarını aramakta , kendisine aradığı bu yolu gösteren bazı kimselere, kurtarıcı bir mehdi gibi sarılarak , dinlerini o kimselerden öğrenme yoluna gitmektedirler.  

"Başka bir Kur'an" yazma arzusu , klasik İslam düşüncesinde yerleşik olan bazı konularda da kendisini göstermiştir. Rivayetler tarafından belirlenmiş olan ve adına "Din" denilen bazı bilgilerin, Kur'an ile çelişki arz ettiği malumdur. Rivayetler ile Kur'an arasındaki bu çelişki , rivayetlerin yanlış olduğu yönünde bir görüşe terk etmek yerine , Kur'an ayetlerinin rivayetleri onaylayan bir biçime sokulması ve yorumlanması sonucunda, rivayetler ile çelişki arz etmeyen bir duruma sokulmasını beraberinde getirmiştir.

Kur'anın , kendisi ile çelişen rivayetleri onaylayıcı bir duruma sokulması , "Başka bir Kur'an" yazılması anlamına geldiğini söyleyebiliriz. 

"Başka bir Kur'an" veya "Değiştirilmiş bir Kur'an" isteğinin güncel versiyonu , Kur'an merkezli düşünce sahibi olduğunu iddia eden bir kısım kimsede de görülmektedir şöyle ki; 

Sahip oldukları ön yargılar doğrultusunda Kur'anı okuyan, ve bu ön yargılar ışığında anlam ve yorum çalışmasına girenlerin bir kısmının , bu çalışmalar neticesinde vardıkları nokta parmak ısırtacak cinstendir. Kur'anda namaz , hac , oruç diye bir ibadetin olmadığı , Kabenin put , namaz kılmanın şirk olduğu v.s gibi düşünceler , elinde Kur'an ile gezenlerin vardığı trajikomik sonuçlardan bazılarıdır. 

Kur'an okuyarak bu gibi düşüncelere sahip olmanın adı , yeni bir Kur'an yazmak veya değiştirilmiş bir Kur'an arzusunun güncel versiyonundan başka bir şey değildir.

Şurası bilinmelidir ki ; "Ben Müslümanlardanım" diyerek Rabbi ile ahit imzalayan bir kimse , bu ahdin sorumluluklarını yüklenmeye ve yerine getirmeye söz vermiş demektir. İmzaladığı bu ahit içinde, tabi olduğu yaşam kuralları, ve kendisine din olarak sunulan bazı bilgiler ,eğer gayri İslami bir durum arz ediyorsa , kişi bu yanlışlıkları atarak yaşamını ve düşüncesini Kur'ana uygun hale getirmek zorundadır. 

Elinde olmayan sebeplerle bu yanlışlıkların atılamaması , bu yanlışlıkların hayat içinde gerekli olan kurallar olduğu yönünde, kişileri bir düşünce içine itecek olursa , bu sefer bu yanlışlıklara İslami bir kılıf bulma düşünceleri ve çalışmaları gündeme gelecektir.

İşte bu tür düşünce ve çalışmalar , Yunus s. 15. ayetinde karşımıza çıkan "Yeni bir Kur'an" arayışlarını beraberinde getirecektir. 

Karşımıza çıkan böyle bir duruma , ve bu tür çalışmalara karşı konumuz olan ilgili ayetler yeterli cevabı vermekte ve bizlerin böyle durumlar karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini bizlere öğretmektedir.

 "Onu kendiliğimden değiştirmek benim için olacak şey değildir, ben ancak bana vahyolunana tabi olurum"

Muhammed (a.s) a verilmeyen değiştirme veya başka Kur'an getirme yetkisi bizlere nasıl verilebilir ?.

Kimseye böyle bir yetki verilmediğine , ve böyle bir yetkinin verilmesi mümkün olmadığına göre , elimizdeki Kur'an içindeki bazı emir ve yasakların , yaşadığımız zaman ve mekan şartları ile uyum sağlamadığı gerekçesi ile yeniden düzenlenme yoluna gidilmesi , veya rivayetler ile belirlenmiş bilgilerin, Kur'ana uygun hale getirilme çabaları, bu yola gidenlerin yeni Kur'anlar ihdas ederek , ilahlık iddia etmiş olması anlamına gelecektir.

Kur'an eğer , yaşanan hayatlara müdahale etmek gibi bir işleve sahip olmasaydı , Mekke şehrinde yaşayan insanlara inmez , veya bu insanları kitaba uyup uymamak noktasında serbest bırakarak , Kendisini sırf yeşillik olsun diye indirilmiş bir kitap olarak tanıtırdı. 

Kur'an , "Şirk" olarak nitelendirdiği sistemlerin kökten değişmesini isteyerek , yerine Tevhide dayalı bir sistem ikame edilmesini istemektedir. Böyle bir sistemin mümkün olmadığını savunmak , şirke dayalı sistemlerin Müslümanlar tarafından içselleştirildiği anlamına gelecektir. 

Mekkeli Müslümanların, müşriklerin ağır baskıları ve işkenceleri altında , yılmadan korkmadan imanlarını haykırmaları , hicret edilmesi gerektiğinde, kıymetli eşya ve kişi adına neyi varsa terk ederek , sadece sırtındakiler ile Medineye hicret etmesi, bize onların haşa aptallar güruhu olduğunu mu , yoksa imanlarını canları ve mallarından üstün tuttuklarını mı göstermektedir ?. 

Hem bu örnekleri okuyarak gözlerimizi yaşartacağız , hem de yaşanmış bu örnekliklerin bizim şahsımızda tekrar edilme sırası bize geldiğinde , kendimizi sorumluluktan kurtarmak için kırk takla atacağız , bu tür taklalar iman ettiğini iddia edenlere asla yakışmamaktadır. 

Sonuç olarak ; Dün Mekkeliler tarafından yerleşik sistemlerini yerle bir edeceği korkusu ile , Muhammed (a.s) dan başka bir Kur'an veya , gelen ayetlerde kendileri lehine değişiklik yapılması istenilmesinin bir benzeri düşünce ve istek , bugün bir kısım Müslüman nezdinde yeniden yeşererek , "Zaman sana uymuyorsa sen zaman uy" deyimi gereğince , inançlarına uymayı değil , inaçlarını zaman ve zemin şartlarına uydurmaya çalışmaktadırlar.

Fakat Kur'an böyle bir müdaheneyi asla kabul etmez. Bu kitabın doğrularına uyup uymamak noktasında insanları , zaman ve zemin şartlarına göre muhayyer bırakmayan Kur'anın , hayat içinde uygulanamaz bir kitap olduğu yönündeki düşünce ve iddialar , yerleşik düzeninden vaz geçemeyen insanlar için ortaya konulmuş bir bahanedir.

Yeni bir Kur'an yazma çalışmaları , düşünce ve inancın Kur'an dışı rivayetler ile belirlenmiş olmasında da kendisini göstermektedir. Kur'an ile çelişen rivayetlerin atılması yerine , Kur'an ayetleri rivayetler doğrultusunda yorumlanarak "Değiştirilmiş bir Kur'an" meydana getirilmiştir. 

Müslüman için olması gereken başka bir Kur'an veya değiştirilmiş bir Kur'an aramak yerine , Muhammed (a.s) inen kitaba teslim olmak , yaşamını ve inanç yapısını bu kitabın şekillendirmesine izin vermektir.

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.