Elimizde bulunan Kur'an çevirilerinin bir çoğunda karşımıza çıkan sorunların başında, ilgili ayete verilen anlamın Kurân bütünlüğü ile çelişmesi gelmektedir. Bu çelişkinin bir nedeni ise, ayet içindeki herhangi bir kelimenin sahip olduğu anlamlardan hangisinin ayet metni ve Kur'an bütünlüğüne uygun olabileceğinin dikkate alınmamasıdır.
Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerinin çevirilerinde karşımıza çıkabilecek olan bir sıkıntı, söylemek istediğimizin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Konumuz ile ilgili ayetlerin metni ve çevirileri şöyledir.
Nahl s. 61. ayeti:
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir
canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor.
Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne
geçebilirler.
Fatır s. 45. ayeti:
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا
Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir
canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri
gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.
Her iki ayete bakıldığında ortak noktanın, Allah (c.c) nin insanları yaptıkları zulümler nedeniyle hemen cezalandırmayarak onları belirli bir süreye kadar ertelemesi olduğu görülecektir.
Peki bu ayetlerdeki çeviri problemi nedir?.
Bu ayetlerdeki çeviri problemi her iki ayette geçen مِنْ دَابَّةٍ kelimesine ayet bütünlüğüne uygun bir şekilde anlam verilmemesidir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz tüm çevirilerde bu kelimenin CANLI anlamı verilerek çevrildiğini gördük. Ayete verilen bu anlam her ne kadar Dabbe kelimesinin anlamına uygun olmuş olsa da, dikkatli bir meal okuyucusunun kafasında bir takım soru işaretleri oluşmasına sebebiyet verecektir. Şöyle ki...
Ayet içinde geçen Dabbe kelimesinin karşılığı olan Canlı anlamı, insan dahil yeryüzündeki bütün mahlukatı içine almaktadır. Ayetlerde geçen Dabbe kelimesine Canlı şeklinde verilen anlam, insan haricinde olan mahlukatın ne gibi bir zulüm işleyerek helak olmayı hak edebilecekleri sorusunu beraberinde getirecektir. Halbuki İnsan haricinde olan hiç bir varlık yaptıkları yüzünden Allah indinde sorumlu olmayacaktır. Yani sadece insan, yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hesap gününde cennet veya cehennem ile ödüllendirilecektir.
Allah (c.c) insana akıl vererek ona yaşamında bir takım sorumluluklar vermiştir. Fakat hayvanlar böyle değildir. Allah (c.c) onlara herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Onlar sadece fıtri melekeleri ile hareket ederler ve bu hareketleri neticesinde günah veya sevap kazanmazlar. Dolayısı ile Kur'an'ın odak kavramlarınlarından olan Zulüm, onlar için geçerli bir kavram olmayıp, sadece insan için geçerlidir, ve yaptığı zulüm neticesinde dabbe cinsinden olan varlık grubuna dahil olan insanlar zulümleri nedeniyle azabı hak ederler.
Ayetlerin başına dikkat ettiğimizde her iki ayette de النَّاسَ (insanlar) kelimesinin olduğunu görürüz. Dabbe kelimesine verilecek anlamda maalesef meallerde bu nokta göz önüne alınmayarak, kelimenin en geniş anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayet içinde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğramış, yeryüzünde gezen dabbe cinsinden olan sadece zalim insana has bir anlam kazanmıştır.
Bu noktayı dikkate alarak ilgili ayetlerdeki مِنْ دَابَّةٍ kelimesine verilen CANLI anlamı yerine, İNSAN anlamı vermek daha uygun olacaktır.
Nahl s. 61 ----Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor.
Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne
geçebilirler.
Fatır s. 45 ----Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir insan bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.
Burada, "Peki Allah (c.c) neden مِنْ دَابَّةٍ kelimesi yerine النَّاسَ kelimesini kullanmadı?"şeklinde bir soru gelebilir. Buna da Enfal s. 22. ve 55. ayetlerinden cevap verebiliriz.
[008.022] Şüphesiz Allah katında canlıların (eddevabbi) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar
ve dilsizlerdir.
[008.055] Allah katında, canlıların (eddevabbi) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar
iman etmezler.
Enfal suresindeki bu ayetlere baktığımızda, inkarcı insanların Dabbe kelimesinin çoğulu ile ifade edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yani bu ayetlerde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğrayarak, sadece inkarcı insan için kullanılmıştır. Meal yapıcıları bu ayetleri dikkate alarak Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerine anlam vermiş olsalardı, daha isabetli bir ayet çevirisi yapabilmeleri mümkün olurdu.
Sonuç olarak: Kur'an meali yapabilmek için Arap dilini bilmekten önce, Kur'an bütünlüğüne hakim olma şartı gelmektedir. Bütünlüğe dikkat edilmeden yapılan meal çalışmalarının bir çok hata ve çelişkiye sahip olduğu ret edilmez bir gerçektir. Kur'an bütünlüğüne vakıf olmayan bir meal yapıcısı, kelimelerin Arap dilinde belki doğru anlamını verebilir, fakat bu anlam ilgili ayet içinde bazı sıkıntılara yol açabilir. Yazımızda bu noktaya dikkat çekmeye çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Allah, insanları zulümleri yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce gelip çatar o mukadder vakit.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Ayetlerinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayetlerinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 Mayıs 2019 Pazartesi
1 Ekim 2016 Cumartesi
Bakara s. 146 ve En'am s. 20. Ayetlerinde Kitap Verilenlerin Oğulları Gibi Tanıdıkları Kimdir ?
Kur'anın bağlam gözetilerek okunması , onun anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bağlam gözetilerek yapılan bir okuma , bazı yanlış anlamaları veya kişisel düşüncelere göre ayetin şekillendirilmesini önleyen önemli bir etkendir. Bağlam gözetilmesi gereken yerde, bu işlemi uygulamamak neticesinde, bazı yanlış sonuçların doğması kuvvetle muhtemel olup , Kur'an okumalarında yapılan yanlışların önemli bir bölümünün , bağlam gözetilmemesi neticesinde yapılan okumaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı yazılarımızda bu noktayı dikkate alarak , yapılan yanlışlara parmak basmaya çalışmaktayız. Bu yazımızda benzer metne sahip olan iki ayetin bağlamını dikkate alarak, ayet içinde kast edilen şeyin ne veya kim olabileceğini bağlamı dikkate alarak tefekkür etmeye çalışacağız.
Bakara s. 146. ayeti :
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
[002.146] Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir güruh bilir oldukları halde, yine de hakkı gizlerler.
En'am s. 20. ayeti:
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
[006.020] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlarr; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
Her iki ayetteki " ya'rifunehu kema ya'rifune ebneehum" (onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar) ibarelerine, parantez içine "Muhammed'i" , "Peygamberi" kelimeleri koyularak "ya'rifuneHU" kelimesindeki "Hu" zamirinin, Muhammed (a.s) ı işaret ettiği yönünde ilaveler yapılmaktadır.
Bu ilavenin yapılmasına sebep ise , "ebneehum" kelimesinin "oğulllarını" anlamına gelmesine istinaden , bir insanı işaret ettiği düşünülmesi ,bunun neticesinde oğul olarak kast edilen kişinin Muhammed (a.s) olduğu şeklinde yorumlar daha ağır basmaktadır. Ancak meallere konulan parantezlerin, ve bu yönde yapılan yorumların, bağlama uygun parantez ve yorumlar olduğunu söylemek güçtür.
Bakara s. 146. ayeti , 142. ayetten itibaren başlayan ve kıble ile ile ilgili ayetlerin bağlamına dahil olup , bu bağlam gözetilerek okunmasının daha doğru sonuç vereceğini düşünmekteyiz. Bakara s 146. ayetindeki "ya'rifuneHU" kelimesindeki "hu" zamirinin ayet içinde raci edilebileceği bir isim mevcut değildir. Öyleyse bu zamiri konu ile alakalı bir kelimeye raci etmek en doğrusu olacaktır.
Bakara s. 142 ve 150. ayetler arasında dikkati çeken ve ayetlerin merkezindeki kelime "Kıble" kelimesidir. 144. ayet içinde "Ve şüphe yok ki kendilerine kitap verilmiş olanlar da bunun Rabbleri tarafından hak olduğunu elbette bilirler." cümlesi yine kıbleye işaret ederek , bunun kitap verilenler tarafından bilindiğini haber vermektedir.
146. ayetteki bilinme ve tanınma bağlam dahilinde bir bilinme tanınma olması gerektiği için be bilinme ve tanınma Muhammed (a.s) için değil , kıble için olması daha doğru görünmektedir. Eski tefsirlere bakıldığında bağlam dahilinde bir yorum yapılarak kıble olabileceği yönünde görüşler olmasına karşın , meallerin çoğunda açılan parantezler Muhammed (a.s) olarak yapılmıştır.
"Oğullarını tanıdıkları gibi tanımak" cümlesini bir deyim olarak aldığımızda , bu deyim sadece bir insanı tanımayı değil , bir şeyin çok iyi bilindiği ve tanındığı anlamında kullanılan bir deyim olması daha makul görünmektedir.
Buna göre Bakara. s. 146. ayetinde tanına oğul Muhammed (a.s) değil , Kıble olması daha doğru olacaktır. Kabe nin İbrahim (a.s) dan beri bilindiğini haber veren ayetleri dikkate aldığımızda , Kabe nin ve oranın kıble olmasının İsrailoğulları tarafından bilinmemesi zaten imkansızdır. Eğer bu ayete parantez açılacak ise bu parantezin (Muhammed'i) şeklinde değil, (Kıble'yi) şeklinde açılması daha doğru olacaktır.
İkinci ayetimiz olan En'am s. 20. ayeti ise , "ya'rifuneHU" kelimesindeki "hu" zamirini raci edilebilecek bir isme sahip değildir. Bakara s. 146. ayetine açılan parantezin bir benzeri bu ayet içinde açılarak, (Peygamberi) şeklinde ilave yapılmaktadır. Bu ayette de , böyle bir ilave yapılabilecek bir isim mevcut değildir . Öyleyse bu zamirin yine bağlam dahilinde bir isme raci edilmesi uygun olacaktır.
[006.019] De ki: «Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?». De ki: «Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım. Allah'la beraber başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten şahitlik eder misiniz?» De ki: «Ben buna şahitlik etmem». «O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım» de.
20. ayetten bir önceki 19. ayette Kur'an kelimesi , 20. ayetteki "ya'rifuneHU" kelimesindeki "hu" zamirine raci edebileceğimiz bir isimdir. Buna göre En'am s. 20. ayette , kendilerine kitap verilenlerin oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları şey Muhammed (a.s) değil , Kur'an olmalıdır.
Yani kendilerine kitap verilenler Kur'anı çok iyi tanımaktadırlar.
Elbette bu tanıma , Allah (c.c) nasıl Musa ve İsa (a.s) ları göndererek , Tevrat ve İncil'i inzal edildiğini nasıl biliyorlar ise , Allah (c.c) nin gelecek olan elçiyi daha önceki elçiler ile haber vermesinden mütevellit , bir elçinin kitap ile geleceği çok iyi bilinmektedir. Şuara s. 196. ve 197. ayetleri bu bilinmeyi işaret etmektedir
[026.196] O, (Kur'an)şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.
[026.197] Onu Beni İsrail ulemasının bilmesi de onlara bir âyet (bir delil) değil mi
Eski tefsirlere bakıldığında bu ayetteki zamirin, Kur'ana raci edilebileceği yönündeki görüşler olmasına karşın , "oğul" kelimesinin bir insanı işaret edebileceği düşüncesi daha ağır basarak , (Peygamber'i) şeklinde parantezler , ve bu doğrultuda yorumlar daha ağır basmıştır.
Sonuç olarak : Bakara s. 146 ve En'am s. 20. ayetlerinde geçen "Onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar" cümlesinden kast edilen şeyin Muhammed (a.s) olduğu yönünde yorumlar yapılmış ve bu yorumlar doğrultusunda meallerde parantezler açılmıştır. Ancak bağlam gözetilerek yapılan okumalar sonucunda , Bakara s. 146. ayetine (Kıble'yi) , En'am s. 20. ayetine ise (Kur'anı) şeklinde parantez açılması ayetlerin bağlamına daha uygun olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bazı yazılarımızda bu noktayı dikkate alarak , yapılan yanlışlara parmak basmaya çalışmaktayız. Bu yazımızda benzer metne sahip olan iki ayetin bağlamını dikkate alarak, ayet içinde kast edilen şeyin ne veya kim olabileceğini bağlamı dikkate alarak tefekkür etmeye çalışacağız.
Bakara s. 146. ayeti :
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
[002.146] Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir güruh bilir oldukları halde, yine de hakkı gizlerler.
En'am s. 20. ayeti:
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
[006.020] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlarr; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
Her iki ayetteki " ya'rifunehu kema ya'rifune ebneehum" (onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar) ibarelerine, parantez içine "Muhammed'i" , "Peygamberi" kelimeleri koyularak "ya'rifuneHU" kelimesindeki "Hu" zamirinin, Muhammed (a.s) ı işaret ettiği yönünde ilaveler yapılmaktadır.
Bu ilavenin yapılmasına sebep ise , "ebneehum" kelimesinin "oğulllarını" anlamına gelmesine istinaden , bir insanı işaret ettiği düşünülmesi ,bunun neticesinde oğul olarak kast edilen kişinin Muhammed (a.s) olduğu şeklinde yorumlar daha ağır basmaktadır. Ancak meallere konulan parantezlerin, ve bu yönde yapılan yorumların, bağlama uygun parantez ve yorumlar olduğunu söylemek güçtür.
Bakara s. 146. ayeti , 142. ayetten itibaren başlayan ve kıble ile ile ilgili ayetlerin bağlamına dahil olup , bu bağlam gözetilerek okunmasının daha doğru sonuç vereceğini düşünmekteyiz. Bakara s 146. ayetindeki "ya'rifuneHU" kelimesindeki "hu" zamirinin ayet içinde raci edilebileceği bir isim mevcut değildir. Öyleyse bu zamiri konu ile alakalı bir kelimeye raci etmek en doğrusu olacaktır.
Bakara s. 142 ve 150. ayetler arasında dikkati çeken ve ayetlerin merkezindeki kelime "Kıble" kelimesidir. 144. ayet içinde "Ve şüphe yok ki kendilerine kitap verilmiş olanlar da bunun Rabbleri tarafından hak olduğunu elbette bilirler." cümlesi yine kıbleye işaret ederek , bunun kitap verilenler tarafından bilindiğini haber vermektedir.
146. ayetteki bilinme ve tanınma bağlam dahilinde bir bilinme tanınma olması gerektiği için be bilinme ve tanınma Muhammed (a.s) için değil , kıble için olması daha doğru görünmektedir. Eski tefsirlere bakıldığında bağlam dahilinde bir yorum yapılarak kıble olabileceği yönünde görüşler olmasına karşın , meallerin çoğunda açılan parantezler Muhammed (a.s) olarak yapılmıştır.
"Oğullarını tanıdıkları gibi tanımak" cümlesini bir deyim olarak aldığımızda , bu deyim sadece bir insanı tanımayı değil , bir şeyin çok iyi bilindiği ve tanındığı anlamında kullanılan bir deyim olması daha makul görünmektedir.
Buna göre Bakara. s. 146. ayetinde tanına oğul Muhammed (a.s) değil , Kıble olması daha doğru olacaktır. Kabe nin İbrahim (a.s) dan beri bilindiğini haber veren ayetleri dikkate aldığımızda , Kabe nin ve oranın kıble olmasının İsrailoğulları tarafından bilinmemesi zaten imkansızdır. Eğer bu ayete parantez açılacak ise bu parantezin (Muhammed'i) şeklinde değil, (Kıble'yi) şeklinde açılması daha doğru olacaktır.
İkinci ayetimiz olan En'am s. 20. ayeti ise , "ya'rifuneHU" kelimesindeki "hu" zamirini raci edilebilecek bir isme sahip değildir. Bakara s. 146. ayetine açılan parantezin bir benzeri bu ayet içinde açılarak, (Peygamberi) şeklinde ilave yapılmaktadır. Bu ayette de , böyle bir ilave yapılabilecek bir isim mevcut değildir . Öyleyse bu zamirin yine bağlam dahilinde bir isme raci edilmesi uygun olacaktır.
[006.019] De ki: «Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?». De ki: «Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım. Allah'la beraber başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten şahitlik eder misiniz?» De ki: «Ben buna şahitlik etmem». «O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım» de.
20. ayetten bir önceki 19. ayette Kur'an kelimesi , 20. ayetteki "ya'rifuneHU" kelimesindeki "hu" zamirine raci edebileceğimiz bir isimdir. Buna göre En'am s. 20. ayette , kendilerine kitap verilenlerin oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları şey Muhammed (a.s) değil , Kur'an olmalıdır.
Yani kendilerine kitap verilenler Kur'anı çok iyi tanımaktadırlar.
Elbette bu tanıma , Allah (c.c) nasıl Musa ve İsa (a.s) ları göndererek , Tevrat ve İncil'i inzal edildiğini nasıl biliyorlar ise , Allah (c.c) nin gelecek olan elçiyi daha önceki elçiler ile haber vermesinden mütevellit , bir elçinin kitap ile geleceği çok iyi bilinmektedir. Şuara s. 196. ve 197. ayetleri bu bilinmeyi işaret etmektedir
[026.196] O, (Kur'an)şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.
[026.197] Onu Beni İsrail ulemasının bilmesi de onlara bir âyet (bir delil) değil mi
Eski tefsirlere bakıldığında bu ayetteki zamirin, Kur'ana raci edilebileceği yönündeki görüşler olmasına karşın , "oğul" kelimesinin bir insanı işaret edebileceği düşüncesi daha ağır basarak , (Peygamber'i) şeklinde parantezler , ve bu doğrultuda yorumlar daha ağır basmıştır.
Sonuç olarak : Bakara s. 146 ve En'am s. 20. ayetlerinde geçen "Onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar" cümlesinden kast edilen şeyin Muhammed (a.s) olduğu yönünde yorumlar yapılmış ve bu yorumlar doğrultusunda meallerde parantezler açılmıştır. Ancak bağlam gözetilerek yapılan okumalar sonucunda , Bakara s. 146. ayetine (Kıble'yi) , En'am s. 20. ayetine ise (Kur'anı) şeklinde parantez açılması ayetlerin bağlamına daha uygun olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)