kasas s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kasas s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ocak 2017 Pazar

Kasas s. 76-84. Ayetleri : Karun Örneğinde Mal ve Servet Sahiplerine Hatırlatmalar

Kur'an , kıssa yollu anlatımlar ile, yaşadığımız arz üzerinde cari olan toplumsal yasaların ne şekilde işlediğini, canlı örnekler ile göstererek , bu yasaların değişmezliği üzerinden , gelecek olan sonraki nesillere öğütler  vermektedir. Karun kıssası , mal ve servet sahiplerinin aynı yolu izlediği takdirde, başlarına gelecek olan değişmez yasayı hatırlatan bir kıssa olarak Kur'an'da yerini almıştır. 

[028.076]  Şüphe yok ki Karun, Mûsa'nın kavminden di. Fakat onlara karşı haddi tecavüz etti ve ona hazinelerden öylesini vermiş idik ki, onun anahtarları muhakkak kuvvetli, büyük bir cemaate ağır geliyordu. O vakit kavmi ona dedi ki: «Şımarma! Şüphe yok ki Allah şımarık olanları sevmez.
[028.077] [Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan da bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah; bozguncuları sevmez.
[028.078]  Dedi ki: «Bu, ancak bende olan ilim sebebiyle bana verilmiştir. O bilmedi mi ki, Allah ondan evvelki nesillerden daha kuvvetli ve daha ziyâde cemiyetli kimseleri helâk etmiştir ve mücrimler günahlarından sorulmaz.
[028.079] Derken kavminin karşısına ziynetiyle çıkıverdi. Dünya hayatını isteyenler dedi ki: «Keşke Karun'a verilmiş olan şeyin misli, bizim için de verilmiş olsa. Şüphe yok ki, o pek büyük bir baht sahibidir.»
[028.080]  Kendilerine bilgi verilmiş olanlar da şöyle demişti: Yazıklar olsun size Allah'ın mükafatı, iman edip salih amel işleyenler için daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.
[028.081] Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
[028.082]  Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Vay demek ki Allah; kullarından dilediğinin rızkını genişletip daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lutfetmemiş olsaydı; bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay, demek ki kafirler, asla felah bulmazlar, demeye başladılar.
[028.083]  İşte ahiret yurdu, Biz onu yeryüzünde ne ululanmak ve ne de fesat çıkarmak istemeyen kimselere veririz ve akibet muttakîler içindir.
[028.084]  Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.

Karun , İsrailoğullarına mensup olan mal ve servet sahibi bir kimsedir. Mal ve servet sahibi olması , bu serveti kendisine verene şükür etmesini gerektirirken , onu küfreden yani nankör bir kimse durumuna getirmiştir. Onun malı ve serveti üzerinde yaptığı yanlış tasarruflar ve haddi aşarak tuğyan etmesi , toplumsal yasalar gereği onun helak olmasını da beraberinde getirmiştir. 

78. ayette Karun tarafından söylenen "Bu, ancak bende olan ilim sebebiyle bana verilmiştir" şeklindeki sözler , mal ve servet sahibi olan bir çok kimsenin yaşam tarzının temelini oluşturmaktadır. Allah'ı devre dışı bırakan, elinde olan nimetin geçici ve emanet olduğunu unutan her türlü yaşam tarzının, dünya da helak olmak ile sonuçlanacağını , bu durumun "Sünnetullah" dediğimiz değişmez bir yasa olduğunu , bu kıssa üzerinden bir kez daha görmekteyiz. 

Toplumun zengin kişilerinin , sahip oldukları mal ve servete güvenerek , Allah'a kafa tutma cüretlerinin onları nasıl bir sona götüreceğini , yaşanmış bir hayat olan Karun kıssasından okuyarak ibret almaları gerekmektedir. Bu kıssa içindeki bazı anlatımlar , mal ve servet sahibi olma konusundaki bir takım yanlış anlamalara da açıklık kazandırmaktadır şöyle ki ;

Bakara s. 219. ayetinde , ihtiyaçtan arta kalanın infak edilmesi emrinden hareketle , mal ve servet sahibi olmanın yasak olduğu yönünde bir takım düşüncelerin ortaya atılmış olduğunu görmekteyiz. Karun kıssası , meşru yoldan olmak kaydı ile mal ve servet sahibi olmanın yanlış olmadığını, yanlış olanın mal servetin şükrünün ifa edilmeyerek nankörlük yapılması olduğunu göstermektedir. 

Surenin 76. ve 77. ayetlerinde kavminin ona nasihat sadedinde söylediği "Şımarma! Şüphe yok ki Allah şımarık olanları sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan da bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah; bozguncuları sevmez. " şeklindeki sözler , elinde mal ve servet bulunduran herkes için geçerli ve uyulması gereken sözlerdir. Bu sözler aynı zamanda , mal ve servet sahibi olmanın yanlış olmadığını , yanlış olanın malı ve serveti fesat yolunda kullanmanın olduğunu göstermektedir. 

Zenginlik , insanın dünya malına olan arzusu  gereği (3. 14), herkesin ulaşmak istediği bir şey olmasına rağmen , toplum içinde herkese nasip olmayan , ve sayılı kimselerin ulaşabildiği bir nimettir. Her an için toplumun gözünün önünde bulunan zengin kimselere , zengin olmayan bazı kimseler tarafından imrenilebilir ve onlar gibi olmak ve yaşamak gibi bir hevese sokabilir (Kasas s. 79). 

Zengin kimselerin bu zenginliklerini , kendileri gibi olmayanların gözlerinin içine sokarak, ultra lüks bir hayat yaşamaları , bazı kimselerin onlara karşı düşmanlıklarını celbederek , toplum içinde fesadın yayılmasına sebep olabilir. Dünya üzerindeki zenginlere düşmanlık esası üzerine ihdas edilmiş olan bazı ideolojilerin ortaya çıkmasına sebep olan en büyük etken , zenginlerin fakirleri kollayan ve onlarla aralarında derin uçurumlar olduğunu göstermeyen bir hayat sürmeleri yerine , fakiri ezen , onları kollamayan , onlara fakir olduklarını her an hatırlatan bir yaşamı yeğlemiş olmalarıdır. Karun , böyle bir yaşamı yeğleyen kimse olarak , bu tür insanların sonunu hatırlatan canlı bir örnek olarak karşımızdadır.

Karun , Firavun gibi evrensel sembol haline gelmiş bir isim olarak, çağlar boyu hayat süren mal ve servet sahibi mütref tabakanın ismi haline gelmiştir. Ellerindeki servet ile her şeyi yapabilme yetkisinin ve gücünün kendilerinde olduğunu zanneden Karunlar , yaşadığımız dünyadaki fesadın baş müsebbibi olarak hayat sürmekte ve mazlumların kanlarını dökerek , onların üzerinden servetlerine servet katmaya devam etmektedirler. 

Karun'un sarayı ile yerin dibine geçirilmesi sadece ona has bir durum değil , tüm Karunlar için değişmeyecek toplumsal bir yasadır. Kıssası anlatılan Karun , yaşadığı hayat içinde yapmış olduğu yanlış tasarruflar ile helakı hak ederek , toplumsal yasaların işlemesine sebep olmuştur.
Geçmişte yaşayan Karun'un yolundan giden günümüzdeki uzantıları olan çağdaş Karunlar da aynı sona uğramaktan kurtulamayacaktır. 

Kur'an'ın "Firavun - Haman - Karun" şeklinde 3 ismi bir arada kullanması (Ankebut s. 39 -Mü'min s. 24) iktidar ve servet sahiplerinin birbirlerine arka çıkan ve birbirlerini tamamlayan güçler olduğunu ortaya koymaktadır. Firavunlar, Hamanlar ve Karunlar ile ayakta kalırken , Karunlar ise, Firavunların ve Hamanların yardımı ile ayakta kalmaktadırlar. Bu durum, dün nasıl ise bu günde aynı şekilde işleyişini sürdürmektedir.

Karunlaşmanın günümüzdeki yansımaları nasıl ortaya çıkmaktadır?.

Dikkat edilirse Karun'un yaşadığı toplumda 2 farklı insan gurubu gözümüze çarpmaktadır. 

1- Karun'un ihtişamlı hayatına karşı ona nasihat ederek ona "Şımarma! Şüphe yok ki Allah şımarık olanları sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan da bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah; bozguncuları sevmez." diyenler. 

2- Karun'un yaşadığı hayata imrenerek "Keşke Karun'a verilmiş olan şeyin misli, bizim için de verilmiş olsa. Şüphe yok ki, o pek büyük bir baht sahibidir." diyerek Karun gibi olmak için iç geçirenler. 

Karun'u sadece mal ve servet sahibi bir kimse olarak değil , elinde yönetim ve iktidar gücü olan bir kimse olarak düşünecek olursak , yaşadığımız hayat içinde Karun'u ve Karun olmak isteyenler ile , Karunlara karşı olmayı daha kolay anlayabiliriz. Karun haline gelmenin yollarından birisi de , bazı imkanları basamak olarak kullanmak ve fırsatları değerlendirmek sureti ile gerçekleşmektedir.

Bir ülke içinde iktidar ve yönetici konumunda olmak, veya bu konumda olanlara yakın olmak, bazı kimselere maddi refahın yollarını , yani Karun olmanın yolunu da açmaktadır. Bugün yaşayan Karunlar sahip oldukları konumu , ülke yönetimini ve iktidar gücünü kullanarak elde ederek kazanmış, veya bu güç ile el ele vermek sureti ile kazanmaktadırlar.

Karun kıssası içinde bulunan 2 gurup insan , bugün de hayatiyetini sürdürerek toplumların içinde yaşamaktadır. İktidar olmanın verdiği güce talip olarak , bu güç sayesinde Karun olmaya heves edenler ile , iktidar sayesinde Karun olanlara karşı olanların mücadelesi halen sürmektedir. 

Bu mücadele yaşadığımız ülke içinde geçmişte yapıldığı gibi , halen yapılmaktadır. Geçmişte iktidar imkanlarından mahrum olan ve kendilerini "İslamcı" olarak tanıdığımız insanlar , ellerinde iktidar gücü yok iken , iktidar gücünü Karun olma yolunda kullananlara karşı İslami argümanları kullanmak sureti ile mücadele etmişlerdir.

Ancak bu mücadele "İslamcı" olarak tanınan insanların iktidar imkanlarına sahip olarak , belediyeler ve ülke yönetiminde söz sahibi olmaları ile farklı bir boyut kazanmıştır. Dün Karunları yıkmak adına söylem üreten bir çok kimse , iktidar sahibi olunca , bırakın Karunları yıkmayı , kendileri Karun hale gelerek yıkımı bekleyen insanlar haline gelmişlerdir.

Dün küçük bir memur , sıradan bir yazar , kendi halinde bir esnaf olan bir çok kimse , iktidar nimetlerinden faydalanarak mal ve servet sahibi olmuşlar, Karunlar ile savaşmayı bir kenara bırakarak, Karun olmayı savunur hale gelmişlerdir.

Dünya hayatının geçici bir yer , bu dünyada sahip olduğumuz her şeyin geçici ve emanet olduğunu en iyi bilmesi gereken bizler , iktidar nimetleri ile tanışmanın verdiği sarhoşluk ile , her şeyi unutarak , maalesef yeni Karunlar olma yolunda emin adımlarla ilerlemekteyiz.

Müslüman kimliğimiz ile yaşadığımız ülkede İslamı hakim kılmak için verdiğimiz mücadele, siyasi iktidar olmak ile sonuçlanınca işin rengi değişerek , geçmişte söylenenler unutulmuş , siyasi iktidar ile kol kola olan bir çok eski mücahit , su akarken testiyi doldurmanın derdine düşer olmuştur. 

Bu devran elbette böyle gitmeyecektir. Bugün iktidar olmanın imkanlarını kullanarak Karun olanların elbette düşmanları da olacaktır. Onların iktidar nimetlerini kullanarak elde ettikleri nimetlere "Ah keşke bizde bu nimetlere ulaşsak" diyen bir çok insan bulunmakta ve bu nimetlere sahip olmak için onlar da var güçleri ile iktidara sahip olmak için mücadele etmektedirler.

Mahkeme kadıya mülk değildir.

Bazı imkanları basamak olarak kullanmak sureti ile elde edilen güç ve servet , o imkanların elden çıkması ile kaybolabilir. Bu kayboluş güç ve servet sahiplerinin yıkımını da beraberinde getirerek , toplumsal bir yasanın bu yolla işlemesinin yolunu açacaktır. Hiç bir ülkede mevcut olan siyasi iktidarlar ilelebet payidar kalamaz. Mevcut siyasi iktidarın çökmesi ise, bu iktidar üzerinden nemalananların da çökmesi anlamına gelecektir. 

Karun'un sonu konağının ve servetinin yerin dibine geçirilmesi ile gerçekleşirken , iktidar olmanın verdiği imkanlar ile Karun haline gelenlerin sonu ise , iktidarlarının elden gitmesi ile gerçekleşecektir. 

Bir Müslüman için asıl olan , 80. ayet içindeki kimselerden olmaktır. Bu ayet içindeki kimseler , dünya malının geçici bir meta olduğunu bilen kimselerden olup , zenginlik içinde olan kimselere imrenerek , onlar gibi olmak için her türlü yol meşru gören kimselerden olarak ahiretini satmayan örnek Müslümanlardır.

Sonuç olarak ; Kur'an içinde kıssası anlatılan Karun , belirli bir zaman ve mekanda yaşamış ve ölmüş bir kimse olarak kalmayarak , elinde bulunan güç ve serveti yanlış şekilde kullananların sembol bir ismi haline gelmiştir. Bugünün Karunları , aynı yolda giderek , Allah'ı devre dışı bırakan bir hayat sürmekte , servetlerine servet katmak için mazlumların kanlarını dökmekten çekinmemektedirler. 

Karun kıssası elinde güç ve servet bulunduranlara bu gücü yanlış yollarda kullanmamalarını öğütleyen , yanlış yolda kullandıkları takdirde başlarına neler geleceğini hatırlatmaktadır.

Karunlar , servetlerine servet katmak için yine zalim yöneticilerin sembol isim olan Firavunlarla ortak bir şekilde çalışmaktadırlar. İktidar gücünün verdiği imkanlar ile servet sahibi olmak yanlışı  , dün Karunları yıkmak adına söylem üreten bir kısım Müslümana da sirayet ederek onların da Karunlaşmasını beraberinde getirmiştir.

Kıssasının okuduğumuz Karun'un helakının Sünnetullah dediğimiz değişmez yasaların gereğince gerçekleştiğini düşündüğümüz de , aynı yasa geçerliliğini korumakta olup , dünyanın kanını emen Karunlarında helakı er veya geç gerçekleşecektir. 

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Eylül 2014 Cumartesi

KASAS 57 Ayeti ve Dünya Hayatını Ahiret'e Tercih Etmek

Allah(c.c) sadece kendisine kul olmak için yarattığı insanı geçici bir süre için dünya adını verdiği yer üzerinde imtihana tabi tutarak, ölümsüzlük diyarı olan Ahiret'teki yerini hazırlama imkanı vermiştir. İmtihan dediğimiz olay; adından da anlaşılacağı üzere kolay bir şey olmayıp hayat içinde zorlu bir süreç anlamına gelmektedir.

Bu zorlu süreç, kişinin dünya hayatında kendisine verilen geçici meta ile imtihan edilmesini kapsamakta olup, soruları en zor imtihan sayılabilir.

[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

Bu ve benzeri bir çok ayet; dünya hayatının geçici olduğunu, esas kalıcı hayatın Ahiret hayatı olduğunu, geçici olanın tercih edilmeyerek kalıcı olanın tercih edilmesi ve dünya hayatında yapılan amellerin Ahiret endeksli olması gerektiğini bizlere haber vermektedir.

Allah(cc) kendisine kul olması için yarattığı insanın, başka ilahlara kul olmaya yöneldiği zamanlarda, onlara elçiler göndererek tek İlah olarak kendisinin tanınmasını istemiştir. Elçilerin bunu tebliğ etmelerinin akabinde, kabul edenler ve etmeyenler olarak iki gruba ayrılmaları yine Kur'an kıssalarından öğrenilmektedir.

Allah(cc)'ın ilahlığını kabul etmeyenlerın, sahte ilahlarının ortadan kalkmaması için var güçleri ile mü'minlere saldırarak, onları sindirmek amaçlı her türlü baskıyı yaptıkları da yine kıssalar vasıtası ile bizlere anlatılmaktadır. Bu durum tâ Muhammed(as)'in elçi olarak gönderilmesine kadar devam ederek, aynı şekil baskı ve zulüm Mekkeliler tarafından da icra edilmeye devam edilmiştir.

İnanmayanların, inananlara karşı her türlü ekonomik ve sosyal baskıyı uygulayarak onları yalnız bırakma yolunu seçmiş olmaları "Mekke boykotu" veya "hüzün yılları" başlıkları altında siyer kitaplarında yerini almıştır.

Hicret adı verilen olgunun, "bir kimsenin herhangi bir ihtiyacını temin etmek için bulunduğu konumu değiştirmesi" anlamı üzerinden hareket edecek olursak; tarih boyunca elçiler ve onlarla birlikte olanlar inandıkları dini yaşayabilmek için müşrik kavimlerini terkederek o beldeden hicret etmişlerdir.

Hicret olgusu; Muhammed(as) ve ona iman edenler içinde geçerli olup, bunu Mekke'den Medine'ye giderek yaşamışlardır. Bu şekil bir terketme; mal, mülk, evlat ve eşten ayrılmak anlamına geldiği için ve "mü'min oldum" demenin bu terki gerektirecek potansiyele sahip olan bir şehirde mutlaka gerçekleşeceği bilinmekteydi.

Mekke'de inen ayetlerde; belli bir safhadan sonra artık o şehri terketmenin zamanının gelmeye başladığına dair beyanlar bulunmaktadır. Medine'de inen ayetlerde ise hicretin artık bir mecburiyet haline gelmesi, mümin olduğunu beyan edenlerin hicret etmedikleri takdirde mes'ul duruma düşecekleri beyanı vardır.

[029.056] Ey iman etmekte olan kullarım, hiç şüphesiz benim arzım geniştir; artık yalnızca bana ibadet edin.

[039.010] De ki: Ey iman eden kullarım, Rabbınızdan korkun. Bu dünyada iyilik yapanlara, iyilik vardır. Ve Allah'ın arzı geniştir. Yalnız sabredenlere ecirleri, hesapsız ödenecektir.

[004.097-100] Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir! Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesnadırlar.İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bağışlayan'dır.Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.

AL-İ İMRAN 14 ayetinde beyan edildiği üzere; geçici hayatın metaını terketmek, Mekke'deki bazı insanlara zor geliyordu. Bu insanlar vahye direk olarak karşı çıkmak yerine, iman ettikleri takdirde başlarına gelecek olan sıkıntıları bahene ederek iman etmiyorlardı. KASAS 57 ayeti onların bu durumunu anlatmaktadır.

[028.057] Dediler ki: Seninle beraber hidayete uyacak olursak, yerimizden oluruz. Halbuki onları katımızdan bir rızık olarak her şeyin mahsulünün toplandığı emin bir haremde yerleştirmedik mi? Ama onların çoğu bilmezler.

Bir sonraki ayet; bu sözü söyleyenlere karşı müthiş bir tehdit olup, kimsenin servetinin kalıcı olmadı hatırlatılmaktadır.

[028.058] Nimet ve refaha karşı nankörlük eden nice şehri yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir. Oralara Biz varis olmuşuzdur.

TEVBE 24 ayeti; ültimatom niteliğinde bir ayet olup dünya malı ile Ahiret arasında kesin bir tercih yapılması gerektiğini haber vermektedir.

[009.024] De ki «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

Kur'an ayetleri sadece indiği zaman ve mekana has olmadığına göre, "bugün için bu ayetler bizlere nasıl bir mesaj vermektedir?" sorusu gündeme gelecektir.

İnsan fıtratı, mala ve servete karşı meyyal olma niteliğinde yaratıldığı için; dün, bugün ve yarın aynı şekilde mala karşı zaafı her zaman olacaktır. İmtihan dediğimiz olgu aynı şekilde devam ederek, sadece Allah(cc)'a kul olma noktasında denemeye tutulmak kıyamete değin sürecektir. Allah(cc)'ın dinine karşı olanlar da aynı şekilde dün, bügün ve yarın inananlara karşı baskı ve zulümde bulunarak onları yerlerinden etmeye devam edeceklerdir.

İman iddiasında bulunan bizler bu tür baskılar karşısında Muhammed(as) ve ona inananların yaptığı gibi; yerimizi, yurdumuzu, servetimizi, evladımızı, kısaca herşeyimizi feda etmek zorunda kalabiliriz. Denenmenin bir çeşidi olan bu hicret etme zorunluluğu karşısında eğer KASAS 57 ayetindeki gibi bir bahanemiz olacak olursa, TEVBE 24 ayeti suratımıza tokat gibi yapışacaktır.

Dün sokaklarda, dergilerde, gazetelerde "kahrolsun kafir sistem" türünden sloganlar ile tevhidî bir mücadele peşinde koşan bir kısım kardeşlerimiz, bugün mevcut iktidarın kendilerine sağladığı bazı avantajları kullanarak, terketmesi çok zor olacak mal ve servete sahip oldukları görülmekte olup, servetlerine servet eklemekten başka bir cihad(!) yapmamaktalar ve eskiden yapmış oldukları mücadeleleri anılarda kalmış ve torunlarına bile anlamaktan çekindikleri şeyler olmuştur. Bu satırları yazan kişi kendisi bu tür bir servete kavuşamadığı için eskileri eleştirmemekte; eğer o da böyle bir mal edinmeye başkoysaydı mutlaka hatırı sayılır bir mal sahibi olurdu.

Sonuç olarak; iman etmek demenin sadece dilde olmadığı, bu iddianın ispat isteyeceği ve bu ispatın, en zor olan mal ve can ile verilebileceği müteaddit Kur'an ayetlerinde bizlere beyan edilmiştir. Sadece mal ve servete zarar geleceği kaygısı ile Allah(cc)'ın bizler üzerindeki bir takım emirlerinin göz ardı edilerek, tatlı su müslümanlığının bizlere Ahiret hayatında hayırlı sonuçlar sağlamayacağı bilinmelidir. Müslümanlar olarak geçici dünya hayatına olan sevgimiz, bizleri hiç bir zaman Ahiret hayatını terk ettirmemelidir. Böyle bir terk edişin hesabı yine bir çok Kur'an ayetinde bizlere haber verilmiştir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

14 Kasım 2013 Perşembe

Kasas s. 68. Ayeti Üzerinde Yapılan İki Farklı Meal Üzerine Bir Mülahaza

Alemlerin rabbi olan Allah cc hidayet ve rahmet olan kitabı'nın kasas s. 68. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır.  

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَيَخْتَارُ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ سُبْحَانَ اللَّهِ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

  Diyanet Vakfi
Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şânı yücedir.

Tetkik ettiğimiz meallerin biri hariç hepsi yukarda vermiş olduğumuz meal doğrultusundadır. Sayın ahmet tekin hoca bu ayete farklı bir meal vermiş olup meali şu şekildedir.

   Ahmet Tekin :
Rabbin, sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olanları yaratır. Kâinatta mevcut akıllı ve sorumlu varlıkları, mahlûkatı, cemâdâtı, imkânları, kurulmuş düzenleri ve tedbirleri O seçer. İnsanların da seçme ve tercih hakları vardır. Yüceler yücesi olan Allah ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında onların kendisine koştukları şirkten münezzehtir.

Sayın Ahmet Tekin hocanın meali ile diğer mealler arasındaki fark "Onların seçim hakkı yoktur." ,"İnsanların da seçme ve tercih hakları vardır." şeklindedir. Diğer mealler ayetin metnindeki " ma kane lehümülhıyaratü" ibaresini "onların seçim hakları yoktur " şeklinde çevirirken ,Ahmet Tekin hoca " insanların da seçme hakları vardır" şeklinde çevirmiştir.  

İki farklı çevirinin sebebi ayetteki "ma" edatının kullanılış tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Arap gramerinde "ma" edatı ismi mevsul ve olumsuzluk anlamında kullanılır. Kur'anda bu edatın kullanımı ile ilgili olarak Ahmet Tekin hoca nın daha yapmış olduğu bazı ayet meallerinde "ma" edatı ile ilgili olarak yapmış olduğu tercihlerin kur'an bütünlüğü ile uyuşmadığına şahid olmuştuk (bu konuyu "kur'an meali yapmak için sadece arapça bilmek yeterlimidir" adlı yazımızda ele almıştık) . Sayın hocanın "ma" edatını kullanım hatasına kasas s. 68. ayetine verdiği mealde şahid olmaktayız.  

Sayın hoca nın bu ayeti okurken kader konusu ile ilgili olarak  mesajı olduğunu düşünerek bu şekilde bir meal verdiğini düşünmekteyiz. Kader konusu ile ilgili olarak Allah cc yarattığı insanlara tabiki seçme hakkı vermiştir ona kimsenin itiraz etme hakkı yoktur, ancak bu ayette verilmek istenen mesajın kader konusu ile ilgili olarak değilde, Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu elçiler ile ilgili kanununun nasıl olduğu doğrultusunda olduğunu düşünmekteyiz.    

Kur'an meali yapmak için arapça bilgisinden önce kur'an bütünlüğüne sahip olmak gerektiğini konu ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Kasas s. 68. ayetinde rabbimiz " rabbin dilediğini yaratır ve seçer" cümlesindeki "seçer" kelimesi bu ayetin anahtarı durumunda olup rabbimizin insanlar içinde seçtiklerinin kimler olabileceği bilgisi diğer ayetlerinin yardımı ile açığa çıkabilir. Ayeti dikkatli okuyacak olursak yaratılmış insanlar içinden seçilmişler olduğu bilgisi vardır.  

Kasas s. 86. ayetinde, "Sen; sana bu Kitab'ın verileceğini ummazdın. Bu; ancak Rabbının bir rahmetidir. Öyle ise, sakın kafirlere yardımcı olma." buyurularak seçilmenin kişisel bir beklenti sonucu olmadığı sadece Allah cc nin takdiri üzere olduğu beyan edilmektedir.

[020.013]  «Ben seni seçtim; (ahtartüke) artık vahyolunanları dinle.»
Taha 13. ayetinde musa as ın seçilmiş olduğu bilgisi verilmektedir. Bu seçilme onun isteği ve iradesi üzerine değil sadece Allah cc nin onu seçmiş olmasından ötürüdür. Yine aynı surenin 41. ayetinde " vestana'tüke li nefsi" ( seni kendim için yetiştirdim) buyurularak onun seçilmişliği vurgulanmaktadır.

Al- imran s. 179. ayetinde " Allah mü'minleri bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir, nihayet murdarı temizden ayıracak, Allah sizleri gaybe muttalı' kılacak da değil ve lâkin Allah ona Resullerinden dilediğini seçer, onun için Allaha ve Resullerine iman edin ve eğer iman eder ve korunursanız size de azîm bir ecir var" buyurularak elçi seçiminin Allah cc nin dilemesine bağlı olduğu hatırlatılmaktadır. 

Şura s. 13. ayetinde "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: «Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.» Ortak koşanları çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir." buyurularak elçi seçiminin dilemeye bağlı olduğu aynı şekilde hatırlatılmaktadır.  

Zuhruf s. 31. ayetinde " Ve «ne olurdu şu Kur'an iki memleketten bir büyük adama indirilse idi» dediler" şeklindeki itirazlara 32. ayette "Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir." buyurularak elçi seçiminin kimsenin keyfine göre olmayacağı bildirlmektedir. 

 [019.058]  İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Adem, soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan İbrahim ile İsmail'in soyundan hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.
[012.006]  «Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir.»
003.033]  Gerçekten Allah, Adem'i, Nuh'u ve İbrahim ailesiyle İmran hanedanını süzüp alemler üzerine seçti.
[002.247]  Peygamberleri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.
[007.144]  «Ey Musa! Verdiklerimle ve seninle konuşmamla seni insanlar arasından seçtim; sana verdiğimi al ve şükret» dedi.
[002.130]  Kendini bilmezden başkası İbrahim'in dininden yüz çevirmez. And olsun ki, dünyada onu seçtik, şüphesiz o, ahirette de iyilerdendir.
[022.075]  Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
[038.047]  Çünkü onlar, gerecekten nezdimizde süzülüp seçilmiş en hayırlı kimselerdendir.
[042.013] Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: «Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.» Ortak koşanları çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.

Sonuç olarak; vermiş olduğumuz örnek ayet mealleri doğrultusunda, kasas s. 68. ayetindeki "ma " edatının isimi mevsul olarak anlaşılması ayetin tercümesine Ahmet Tekin hoca tarafından "İnsanların da seçme ve tercih hakları vardır." şeklinde yansıtılmış olması bu ayetin bu şekildeki çevirisinin kur'an bütünlüğünün gözetilmemesi sonucunda bu şekilde yapıldığı düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Diğer bütün meallerde " Onların seçim hakkı yoktur" şeklinde yapılan çeviriler kur'an bütünlüğüne uygun bir çeviri olup bazı yerde gereksiz parantez açan meal yapıcıları bu ayette gerekli olan parantezi açmayarak ayeti bazı yanlış anlamaya sebeb olacak bir meallendirme yoluna gitmişlerdir , şayet altta önerdiğimiz meal şeklindeki parantezler açılsaydı yanlış anlamanın önü kesilmiş olurdu diye düşünmekteyiz.

Rabbin, dilediğini yaratır ve(elçilerden dilediğini) seçer. Onların (seçilen elçilerin) seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şânı yücedir.

Ayetin mesajının  bazı kader tartışmalarına mesned olması açısından değil de , Allah cc nin seçmiş olduğu elçilerin bu seçimde herhangi bir dahli olmadığı ,sadece Allah cc nin dilemesi ve seçimi sonucunda elçi olarak seçildikleri şeklinde bir mesaj içerdiği düşüncesi kur'an bütünlüğüne düşeceğini düşünmekteyiz.    

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

                                                         

14 Kasım 2011 Pazartesi

"Tebyinül Kur'an"dan Tahrifül Kur'an örnekleri 14 (Tashih Notları Şuara,Neml,Kasas s.)

"Tebyinül kur'an dan tahrifül kur'an örekleri" seri başlıklı yazılarımıza adı geçen eserde "tashih notları " başlığı altında tashih ! edildiği ifade edilen surelerden şuara, neml ve kasas surelerindeki musa as kıssası ile ilgili ayetler ile devam ediyoruz. Eser sahibi tashihlerine şuara s. 10- 33 ayetleri mealerini vererek devamında şunları yazar.  

"A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde, yed-i beyzâ'nın [kusûrsuz güc'ün], Mûsâ peygambere yardımcı/vezir olarak verilen "Hârûn" olduğunu ifade etmiştik."  


Sayın yazarın daha önceki araf ve taha surelerini ne şekilde tashih! ederek yukarda yazmış olduğu sonuca vardığını 12. 13. yazılarımızda görmüştük. Kur'anda musa as ile ilgili geçen kıssanın bütününe baktığımız zaman firavun ve kavmine 9 tane ayet verildiği bu 9 ayetten ikisinin tuva vadisinde kendisine gösterildiğini (1-asanın yılan haline gelmesi,2- elin beyazlaması) biliyoruz. Ancak eser sahibinin kur'an kıssalarındaki kainatın işleyiş kurallarının aksine olan bazı olayları aklileştirme çabalarının ürünü olarak bu 2 olayı kendi düşüncesini kur'ana tasdiklettirme amaçlı olarak  ayetlerin diziliş sırası ve metni üzerinde nasıl oynadığını yine 12. ve 13. yazılarımızda görmüştük. Eser sahibinin yukarda yazmış olduğu cümledeki , musa as a verilen ayetlerden birinin harun as olup olamayacağını kur'an bütünlüğünde görmeye çalışalım. 

Taha suresindeki musa as  ile ilgili ayetlerde görüldüğü üzere musa as ile harun as ın ayetler ile birlikte firavuna gitmeleri emredilmektedir. Burada dikkatimizi çekmesi gereken bir nokta vardır musa as a verilen ayetlerden biriside eğer kardeşi harun as olsaydı "sen ve kardeşin ayetlerimiz ile gidin" şeklinde bir emir neden verilsin ? , kardeşi harun o ayetler içine dahil olsaydı harun as ın  istisna edilmesi gerekirdi. Şuara s. 33. ayetinde ve araf s. 108. ayetinde aynı metin olarak " ve nezea yedehu ve iza HİYE beydau linnazirin" ( elini çekip çıkardı O EL bakanlara bembeyaz göründü) şeklinde geçmektedir, metinde ve mealde büyük harfle yazmış olduğumuz "hiye " müennes ( dişi) zamirdir ve musa as ın eline racidir. Eser sahibinin iddia ettiği gibi harun as olsaydı bu zamir "hiye "şeklinde değil " hüve" müzekker ( erkek) zamiri şeklinde gelmesi gerekmezmiydi?    


Tashihlere 43-68. ayetler arası ile devam edilerek şu tashihler yapılmaktadır.  

"Bu Âyetlerde Mûsâ peygambere, bilgi birikimini kullanarak Nil nehri üzerinde barajlar kurmasının vahye dildiği, sonra da suyun dağlar gibi parçalara ayrıldığı; yani yüksek barajların yapıldığı açıklanmaktadır. Bilinen en eski baraj İ.Ö. 2900 yılında Nil nehri üzerinde kurulmuş olan 15 m. yüksekliğindeki barajdır. Kur'ân'ın açık ifadesine göre baraj birden çoktur.
Diğer Âyetlerden de anlaşıldığı üzere Mûsâ peygamber, Mısır'da kaldığı süre içinde esas niyetini saklayarak nehri barajlarla kesmiş, ovada kanallar oluşturmuş ve eski su yataklarını tarıma açmıştır. Bu nedenledir ki Firavun, "Bu altımdaki nehirler benim değil mi" demektedir:"   

Eserinde uydurma dediği rivayetlere ve israiliyata sayfalarca yer verip eserin hacmini büyütüp bir nevi sihir ve göz boyama metodunu kullanan sayın yazar bu gibi israiliyat ürünü haberlere katılmadığını beyan etmesine rağmen yeri geldiğinde " benim israiliyatım iyidir" kabilinden haberlerle düşüncelerini destekletme yoluna başvurmaktan çekinmemektedir. Tashihlerinin ! bu kısmındada diğer surelerdede örneklerini gördüğümüz üzere firavun sihirbazlarına nazire yaparcasına ayetlerin dizilişlerini değiştirerek kemeraltı üçkağıtçılarının tatkiklerini ayetlere uygulamaya kalkmaktadır. Şuara suresinin 63. ayetini 51. ve 52. ayetlerinin arasına koyarak "denizin yarılması " olayını kendi aklına uydurarak,  israiloğullarına nehirde barajlar kurdurmuş , barajları yaparken geceleri çalıştıklarını ancak, firavun ve ordusu gündüz olunca bu yapılan çalışmaları farkedip farketmediği konusunda bir düşünce serdetmemesini eksiklik! olarak gördüğümüz belitmek isteriz. Yapılan barajın tarihinide veren sayın yazar " kur'anın açık ifadesine göre baraj birden çoktur" diyerek kur'ana iftira etmektende çekinememektedir. 


Zuhruf s 51-53. de" Ve Firavun, kavminin içinde seslendi: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise açıklayamayan [meramını anlatamayan] kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi."şeklinde mealindeki  ayetin firavunun kendisi ile musa as ı kıyaslayarak kendi üstünlüğünü öne çıkarmasını ve diğer ayetlerde karşımıza çıkan klasik müşrik söylemi olan " altın bilezikler verilmeli veya beraberinde  melekler getirilmeli" şeklindeki sözleri isra suresi 90-95. ayetlerinde gördüğümüz üzere mekke müşriklerinin muhammed as için aynı şeyleri istemesi ve bunları isteyen firavunun sonundan ibret almaları mesajı olduğunu unutarak kendi önkabullerini kur'ana tasdik ettirme amacını öne çıkarıp ilgili ayetleri o doğrultuda te'vil etmektedir.  


                    NEML      SURESİ        TASHİHLERİ  


Neml suresi tashihlerine , 7-11. ayetlerin mealini vererek başlar ve ayetlerle ilgili olarak şunları der. 
7.         Hani Mûsâ, yakınlarına, "Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim" demişti.
8.         Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: "Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi mübarek kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!"
9.         "Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, Azîz [mutlak galip] ve Hakîm [hikmet sahibi] Allah'ım!
10–11.     "Ve birikimini ortaya koy!" –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir görüverince dönüp, arkasına bakmadan kaçtı.– "Ey Mûsâ! Korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. –Ancak, kim zulüm yapar, sonra kötülüğün sonunda iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim."–  

"Bu Âyetlerde, birikimini kullanma emri alan Mûsâ peygamberin, kendisine peygamberlik görevi verilince bundan kaçmaya çalışmasının safhaları anlatılmaktadır.
Neml Sûresinin 10. ve Kasâs Sûresinin 30. Âyetlerinin orijinalindeki تهتزّ - tehtezzü sözcüğü, genellikle yanlış olarak "hareket eder, kıvrılır" şeklinde çevrilmektedir. Sözcüğün esas anlamı, "hareket ettirmek"tir. 35
Buradaki hareket ise asâ'nın hareketi değil, hareket ettirişi, çok çalıştırmasıdır. Burada asâ diye nitelenen birikimin, yani vahiylerin, Mûsâ peygamberin başına iş açtığı, onu çok çalışmak zorunda bıraktığı açıklanmaktadır. İşin çokluğu ve zorluğu sebebiyle Mûsâ peygamber işten kaçmaya çalışmıştır.
10. Âyetteki, Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir görüverince dönüp, arkasına bakmadan kaçtı ifadesinden, Mûsâ peygamberin peygamberlik görevinden hoşlanmadığı, korktuğu, yapmak istemediği anlaşılmaktadır. Mûsâ peygamberin bu kaçışı Kalem Sûresinde de zikredilmişti. Kalem Sûresinde bahsedilen hût sahibi, Yûnus peygamber olsa da asıl hût sahibi olan Mûsâ peygamberdir. Mûsâ peygamberin hût sahibi olduğundan, Kehf Sûresinin 61–63. Âyetlerinde bahsedilmiş, kaçışı da bu Âyetlerde açıklanmıştır."

Bu surede tashih adına yapılan işin tashihmi yoksa tahrifmi olduğunu musa as ın " tuva" da geçen kıssasını , taha ,neml ve kasas surelerindeki geçişleri ile karşılaştırarak görelim. Önce ayetlerin bu surelerdeki geçen kısımlarını sayın yazarın mealinden verelim. 

--Taha suresindeki ayetler 
17.        Sağ elindeki de nedir ey Mûsâ?
18.        O [Mûsâ], "O, benim asâmdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var" dedi.
19–24.     O [Allah], "Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! Firavun'a git, şüphesiz o azdı" dedi.
20.        O da onu hemen bıraktı/yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! O [sağ elindeki], koşan bir candır.

--Neml suresi ayetleri yukarda verilmişti.  
--Kasas suresi ayetleri.
  30–32.     Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadînin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: "Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Onu [birikimini] sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir görünce de dönüp, arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusûrsuz bembeyaz çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır."

Taha suresi ile yaptığı tashihlerle ilgili yazdığımız yazıdada belirttiğimiz üzere, taha s 17. ayetinde " sağ elindeki nedir ey musa?" sorusuna 18. ayette verdiği " o benim asamdır" cevabındaki  " O"zamirinin arapça metindeki " hiye " müennes (dişil) zamiridir.Yine neml suresi 10. ayetinde metindeki " raehe"  ( onu gördü) kelimesindeki "he " müennes ( dişil) zamiri yine asa için kullanılmıştır. Kasas s. suresi 31. ayetindede olduğu gibi anı şekilde " raehe" (onu gördü) kelimesindeki " he " zamiri müennes (dişil) olarak kullanılmıştır. Musa as ın " asa" sı kur'anda geçtiği bütün yerlerde müennes zamiri ile geçmektedir ve bu bize taha s 18. ayetindeki "koyunlara yaprak silkelenen ve ona dayanılan" obje nin musa as ın yanından hiç ayrılmadığını gösteriyor. Ancak syın yazar taha s. 18. ayetinde tahrif etmeninmümkün olmadığı "asa" kelimesini diğer ayetlerde yine arapça gramer kaidelerini göz ardı ederek " birikim" olarak mealinde yer vermiştir.


Yine eserinde kendisininde çok eleştiriye tabi tuttuğu israiliyatçılara nazire olması amacı ile olsa gerek musa as ın görevden kaçtığını nem s. 10. ayetine dayanarak delil getirip bu görevden hoşlanmadığını iddia edebilmiş ve bu iddiasını kalem suresinde geçen "hut sahibi" nin yunus as değil musa as olduğunu ve onun bu görevden kaçışının kehf suresi 61-63. ayetlerinde bildirildiği iddiasındadır.


Tashihlerine neml suresi 12-13-14. ayetleri ile deavm eden sayın yazarın bu ayetlere verdiği mealde şöyledir. 

"12.        Ve koynundaki gücünü devreye sok; dokuz Âyet içinde Firavun'a ve onun kavmine hiç kusûrsuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.
13.        Sonra da Âyetlerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
14.        Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!–"
2. Âyette zikredilen dokuz Âyet ifadesindeki "dokuz" sayısını iki şekilde anlamak mümkündür:
A) Çokluktan kinâye. Zira İsrâil oğullarına dokuzdan daha çok Âyet/alâmet gösterilmiştir.
B) Burada kastedilen Tevrât'taki on emirin dokuz Âyette yazılı olmasıdır.
Yahudi Tevrât'ında iki ayrı emir cümlesi hâlinde zikredilen, "Karşımda başka ilâhların olmayacak" ifadesi ile "Kendin için oyma put yapmayacaksın" ifadesini Samiri Tevrât'ı tek emir cümlesi hâlinde toplamıştır. Böylece, "Komşunun evine tamah etmeyeceksin" de dâhil, emirlerin sayısı, Yahudi nüshasında on, Samiri nüshasında ise dokuzdur.   

Burada "dokuz ayet" ifadesi yaptığı yorumun üzerinde durmak istiyoruz." Dokuz sayısını iki şekilde anlamak mümkündür" dedikten sonraki "A"şıkkında iddia ettiği gibi dokuz ayet israiloğullarına değil firavun ve kavmine verilmiştir 12. ayeti ön kabullerini bir kenara atıp okumaya çalışsaydı bunu görmesi zor olmazdı. "B" şıkkındaki iddiasınıda , verilen 9 ayet ile tur dağında verilen 10 emiri kıssanın kronolojik sırasını bile alt üst etmeyi göze alarak 10-1=9 mantığı içinde bir ayeti başka ayetin içine alarak halletme yoluna gitmiştir. Bu konu ile ilgili olarak  kendisi ile yapılan bir röportajda bu düşünceyi sayın hakkı yılmazdan apardığı anlaşılan "ihsan "eliaçık" aynı olduğu anlaşılmasın diye cumartesi yasağını kaldırarak 10 emiri 9 ayet olarak hakkıyılmazla aynı paralelde bir düşünce serdetmiştir.Bu konu hakkında " musa as a verilen dokuz ayet ile on emir arasındaki fark" isimli yazımızda biraz daha geniş olarak düşüncelerimizi belirttiğimiz için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. 


                            KASAS SURESİ  TASHİHLERİ


Bu suredeki tashihlerine surenin 30-32. ayetlerinin başalyan eser sahibinin bu ayeter ile ilgili meallaerini yukarda verdiğimiz bu ayetler ile ilgili yorumlarını vermek istiyoruz.  


"Bu Âyetlerde, Mûsâ peygamberin verilen ve Furgân Sûresinde konu edilen iki Âyet farklı ifadelerle açıklanmaktadır. Burada mecazi ifadeler söz konusu iken, Furgân Sûresinde hakiki anlamlarıyla ifade edilmiştir.
(Furgân: 35–36) Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitabı verdik, kardeşi Hârûn'u da onunla birlikte vezir [yardımcı, destekçi] kıldık. Sonra da, "Haydi Âyetlerimizi yalanlayan o kavme gidin!" dedik. Sonunda da parçalayıp yok ettik."
Neml suresi ile ilgili yaptığı tashihler ile ilgili kısımda gördüğümüz üzere kur'anda musa as ın "asası" ile geçen bütün ayetler taha s. 17-18. ayetleri çerçevesinde müennes (dişil) zamiri getirilerek anlatılmış olmasına rağmen musa as a verilen 9 ayet içindeki 2 ayetin furkan 35-36. ayetlerini delil getirerek "tevrat" ve "harun" as olduğu iddiasını getirir. Gramer kurallarını ve kuran metnini hiçe sayarak " ben yaptım oldu" mantığı içinde yapılan bu yorumları yine kur'an kendi," mesani "(ikili anlatım) sistemi içinde reddererek sahibinin adeta yüzüne çarpmaktadır. 

Neml suresi 10. ayetini delil göstererek mus as ın görevden kaçmaya çalıştığını iddia eden eser sahibi 33-34-35. ayetlerde yine musa asın uyarıldığını iddia etmektedir. Neml s. 10. ayetindeki korkusu asanın yılan haline gelmesi neticesinde iken,yine asanın yılan haline gelmesindeki korkusu kasas s. 31. ayetinde bildirilmesine rağmen kasas s. 33-34. 35. ayetlerinde korkusunun bu olaydan sonraki aşamasında olduğunu göz ardı eden sayın yazar , musa as ın ağzından görevden kaçma isteğine dair hiç bir karine dahi bulunmadan aksine görevi kabul edip yanına kardeşi harunu istemesine rağmen rivayeti kendinden menkul nakillerle musa as ı aşağılamayı dahi göze almaktan kaçınmamaktadır.  

Surenin 39-40 ayetlerinin mealini verdikten sonra, daha önce araf suresinde ele aldığımız üzere, firavun ve ordusunun denizde değil nehirde boğulduğunu iddia eden eser sahibi bu boğulmaya sebebin yapılan baraj suları altında kalma sonucu gerçekleştiğini kasas s. ve zariyat s. 40 ayetlerindeki "fe nebeznehum" kelimesinin "baraj selinin önündeki sürüklenmeyi açıklamaktadır" diyerek aynı olayın başka kelime ile anlatılan ayetlerini yine parmakla kapama yoluna giderek ön kabullerinin kur'ana tasdik ettirme çabasındadır. Sayın yazar ne kadar görmek istemesede biz firavun ve ordusunun boğulma olayı ile nuh kavminin boğulma olayını anlatan diğer ayetlerin üzerini biraz aralayım inş. 

"Ağrekna,ağreknahu, ağreknahum, lituğrika, nuğrikhum, feyuğrikaküm, uğriku ,elğarku, muğrikune,  muğrikine" gibi kelimelerin kökü "ğa-re-ke" anlam olarak "boğulmak" olan bu kelimenin geçtiği ayetlere bakacak olursak en fazla firavun ve ordusu ile nuh as ın kavminin boğulması ile ilgili olarak olmak üzere denizde giden gemilerin batması ve neticesinde boğulma ile ilgili olarak geçmektedir. Firavun ve ordusunu iki ayette "fenebeznehum" şeklinde geçmesinin ifade ettiği firavun ve adamlarının  rezil bir şekilde boğulmalarını ifade etmesini  bir kenara bırakıp , rivayeti kendinden menkul çağdaş israiliyat örnekleri ile senaryolar üretmeye çalışan sayın yazar , nuh as ın kavmininde barajların açılması şeklinde boğulduklarını iddia edebilecekmidir ,çünkü firavun ve ordusunun boğulma olayı ile nuh as ın kavminin boğulma olayı " ğa-re-ke" kelimesinin türevleri ile ifade edilmektedir.  

"Tashih notları" olduğunu iddia ettiği fakat "tahrif notları" haline gelmiş notların ,şuara, neml, kasas surelerindeki düzeltmelere baktığımız zaman "düzeltme" kelimesini nasıl anladığını bozduğu ifadelerden anladığımız sayın yazar, ön kabullerini kur'ana tasdik ettirme amaçlı olarak kur'an metnini ve bozmaktan ve kur'an bütünlüğünü hiçe saymaktan çekinmeyerek düzeltmelerine!!! devam etmektedir. Rabbimiz bizleri kitabını yine kitabından anlayan kullarından kılsın.  

                          EN DOĞRUSUNUN  ALLAH  CC BİLİR.