Bugün İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşayan Müslümanların ekseriyetinde yerleşik bulunan elçi inancı, Kur'an'ın ortaya koyduğu elçi inancı ile taban tabana zıt bir durum arz etmektedir. İsa (a.s) ı ilah konumuna yükselten Hristiyanlara dahi parmak ısırttıracak şekilde aşırılık içeren elçi inancı maalesef Müslümanlarda itikadi sorunlar oluşturmaktadır. Bu yazımızda, yine Kur'an ile zıtlık arz eden bir inanç olan, Muhammed (a.s) ın ölmediği, kabrinde diri olduğuna dair olan inancı ele almaya çalışacağız.
Bugün din hakkındaki bilgilerini Kur'an'dan değil de, bazı kişilerin anlattıkları hurafelerden veya rivayet kitaplarından alan kişilere şayet, "Muhammed (a.s) ölü mü dür yoksa diri mi dir?" şeklinde bir soru sorulacak olsa, alınacak cevap onun ölü olmadığı diri olduğu yönünde olacaktır. Çünkü peygamber sevgisi adına, Muhammed (a.s) ın ölü olduğunu söylemeye dilleri varmamakta, onun ölü olduğunu söylemenin kişiyi sanki ona küfür ve hakaret etmek gibi bir duruma düşüreceği zannedilmektedir.
Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizden umre ve hac ibadeti için gidenlere verilen siparişlerin başında, onun diri olduğuna inanan Müslümanlarca Muhammed (a.s) a selam söylenmesi gelmektedir. Gönderilen bu selam, maalesef onun ölü olmadığı inancının bir yansımasıdır. Özellikle "Ehli sünnet itikadi" adı altında anlatılan Muhammed (a.s) ın ölü olmadığına dair iddialar, bizim buraya alıntı yapmaya dahi haya edebileceğimiz derecede çirkinlik arz etmekte, fakat bu çirkinlikler özellikle tasavvuf kesiminde bir hayli alıcı bulmaktadır.
Biz, bu konuda Kur'an'ın söyledikleri üzerinde düşünmeye davet ederek, bazı kimselerin içinde bulundukları yanlışa dikkat çekmeye çalışacağız. Din konusunda bizlere yol göstermesi ve hakem olması gereken yegane kaynağın Kur'an olmalıdır. Şayet din konusunda gelen bir bilgi Kur'an tarafından onay almıyorsa, o bilginin hiçbir değeri olamaz.
[Al-i İmran s.144] Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce de resuller
geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a
hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.
[Enbiya s.034] Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de
onlar baki kalır mı?
[Ankebut s.057] Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.
[Zümer s.030] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
Konuyu, bu ayetler ışığında düşündüğümüzde, "Muhammed (a.s) da ölmemiştir kabrinde diridir" gibi sözler etmek, Kur'an tarafından artık onay almayacaktır. Ancak yine Kur'an tarafından onaylanmayan bir düşünce olan kabirlerdeki insanların ceza veya mükafat gördüğü inancını kabul edenler tarafından, bu ayetler maalesef kabul görmeyecek, "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde itirazlar yükselecektir.
Muhammed (a.s) ın diri olduğu iddiası, Bakara ve Al-i İmran surelerinde geçen, Allah yolunda öldürülmüş olanlar ile ilgili ayetler ile desteklenmek istenilmektedir.
[Bakara s.154] Allah yolunda öldürülenlere «Ölüler» demeyin, zira onlar
diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.
[Al-i İmran s.169] Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar
diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.
"Mecaz, cahilin elinde hakikate dönüşür" sözüne bir kelime ilave ederek, "Mecaz, cahilin ve ön yargılı olanın elinde hakikate dönüşür" şeklinde söylediğimizde, bu ayetlere istinaden Muhammed (a.s) ın ölmediğini iddia etmek, ancak ön yargılı bir düşüncenin eseri olabilir. Çünkü Muhammed (a.s) ın vefatı bilindiği gibi yatağında ölmek şeklinde gerçekleşmiştir, yani Allah yolunda öldürülmek gibi bir durumu yoktur. Ancak bu duruma da bir kılıf bulunmuş, Hayber'de yediği yemekten dolayı zehirlenmiş olduğu ve bu durumun onun vefatına sebep olduğu iddiası, onun Allah yolunda öldürülmüş olduğuna kanıt olarak sunulmaktadır.
Allah yolunda öldürülmüş olanların ölü olmadığı, diri olduğu şeklindeki beyan, hakikat değil mecaz bir ifadedir. Bu beyan Allah yolundaki ölümün boşa gitmediği, ve bu şekildeki ölümün teşvik edildiği şeklinde anlaşılması daha makul bir yaklaşımdır. Şayet bu ifadenin hakiki olduğunu düşündüğümüzde, bu şekilde öldürülmüş olan bir kişi şayet evli ise, onun geride bıraktığı eşi halen onunla evli sayılacak, ve başka birisi ile asla evlenemeyecektir. Çünkü kocası ölü değil diridir ve kocası ölmemiş birisinin başka birisi ile evlenmesi onu boşamadığı sürece asla mümkün değildir.
Muhammed (a.s) ın ölmediği kabrinde diri olduğu iddiası bilindiği gibi tasavvuf ekolünde daha fazla rağbet görmektedir. Bunun sebebi ise, türbelerde bulunan ölülerden medet ummak gibi bir şirk içine düşmüş olanların türbelerde yatan bu kişilerin diri olmaları gerektiği düşüncesine binaen, önce Muhammed (a.s) ın diri olması gerektiğidir. Yani önce onun diri olması gerekmektedir ki, sonra türbelerde yatan kişilerin de ölü olmadığı inancı daha kolay alıcı bulabilsin.
"Esselamu aleyke ya resulullah" şeklinde yapılan hitap, ölmemiş olduğuna inanılan elçiye karşı yapılan bir hitap olarak, bir çok Müslümanın dilinde dolaşmaktadır. Namazlarda okunan tahiyyat duasında geçen bu hitabın yerine, "Esselamu alennebiyyü" veya "Esselamu alel enbiyai" sözlerini kullananın daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca minarelerden okunan selalardaki ölmemiş elçiye yapılan hitap tarzı, itikadi açıdan büyük sıkıntılar doğurmasına rağmen, sanki İslami bir şiar gibi muamele görmektedir.
Muhammed (a.s) ın bugün nasıl bir durumda olduğu şayet Kur'an kaynaklı bir bakış açısı ile değerlendirilmiş olsaydı, bugün onun ölü mü yoksa diri mi olduğu gibi tartışmalar asla olmayacak, bu türden ihtilaflar gündemde bile olmayacaktı. Ancak aşırı yüceltmeci peygamber anlayışının bir ürünü olan bu gibi düşünceler Müslümanlar arasında yer etmiş olduğu için, bu gibi düşünceler yaygın olarak kabul görebilmektedir.
Bu konuda da Müslümanlar iki yoldan birisini seçmek durumundadır.
Bazı kimseler Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı şeklindeki Kur'an ile çelişen düşünce ile, Kur'an tarafından beyan edilen Muhammed (a.s) ın ölü olduğu beyanı arasında tercih yapmak durumundadır. Çünkü Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı iddiası beraberinde akidevi sorunları da getirmektedir. Çünkü o atfedilen bazı özellikler onu Allah ile denk bir duruma getirmekte, bu denklik iddiası ise, iddia sahiplerini şirk batağına düşürmektedir.
Muhammed (a.s) a sevgi adına yapılan bu tür aşırılıklar, Allah'ı kulun seviyesine indirmek, veya kulu Allah'ın seviyesine indirmek anlamına gelmektedir. Onun beşer oluşu gerçeği hiç bir zaman gözden ırak tutulmamalı, onu beşer üstüne çıkarmanın akidevi sorunları da beraberinde getirdiği gerçeği asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Muhammed (a.s) bir beşerdir ve her beşer gibi ölümü tatmış, yine her beşer gibi kabrinde yeniden dirileceği günü beklemektedir. Bu süreç zarfında hiçbir şeyden haberi yoktur, ne kabrine gelenleri, ne de kendisine gönderilen selamları işitir. Hele hele Allah (c.c) ile bizim aramızda aracılık yapması gibi bir durumu da yoktur. Kim ki böyle bir inanç içindedir, bu inancın literatürdeki adı apaçık şirktir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Seçim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seçim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3 Ağustos 2018 Cuma
21 Temmuz 2018 Cumartesi
Ateşten Kurtardığına İnanılan Bir Elçi İle Zümer s. 19. Ayetindeki Elçi Arasında Seçim Yapmak
Bugün Müslümanların ekseriyetinin sahip olduğu elçi anlayışının Kur'an tarafından değil, riayet kitapları tarafından inşa edildiği bir gerçektir. Bu gerçek, rivayet kitaplarının oluşturduğu elçi anlayışına sahip olanlara anlatılmaya çalışıldığı zaman, büyük bir tepki çekmekte, Kur'an'ın anlattığı elçi portresi maalesef bir çok Müslüman tarafından kabul görmemektedir. Kabul görmediği gibi, Kur'an'ın tarif ettiği elçinin kabul görmesini isteyenler, "Elçi Düşmanı, Zındık" v.s gibi isimlerle yaftalanmaktadır.
Yine bilinmektedir ki, Kur'an'ın şefaat konulu ayetleri ile, rivayetler tarafından oluşturulmuş şefaat inancı, birbiri ile taban tabana zıttır. Kur'an, şefaat inancını müşriklerin sahip olduğu bir inanç olarak değerlendirirken, rivayetler ise şefaati bir İslam inancı olarak görmektedir. Yine rivayetler tarafından öğretilen şefaat inancında Muhammed (a.s) baş rolü oynamakta ve birçok Müslüman onun hesap gününde ümmetine şefaat ederek kendilerini ateşten kurtaracağına inanmaktadır.
Aşağıda yaptığımız örnek alıntılar, bu yanlış inancın bir tezahürü olarak kitaplarda ve birçok internet sitesinde yer almaktadır.
"Allah Resûlü (asm), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!"diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!"deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!"diye inleyecektir."
"Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ / Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.”"
Yukarıda bulunan iki paragrafta yazılanlar, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaatçi olacağına dair genel geçer algının bir yansıması olup, ateşten kurtarma yetkisine sahip olduğuna inanılan bir elçi inancını yansıtmaktadır.
Rivayetler tarafından örülen ATEŞTEN KURTARAN ELÇİ inancının ne derece doğru olabileceği konusunda Zümer s. 19. ayeti bize yol gösterecektir.
أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِ
[039.019] Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?
Zümer s. 19. ayetinde Muhammed (a.s) a hitaben söylenilen bu sözler, bize onun hesap günündeki konumunu da anlatmaktadır. Bu ayete bakıldığında Muhammed (a.s) ın kimseyi ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı görülmektedir.
Burada, "Muhammed (a.s) ın ateşten kurtaramayacağı insanlar kafir olan kimselerdir. Onun ateşten kurtarma yetkisi Müslümanlar için olacaktır" şeklinde bir itirazın gelmesi de muhtemeldir.
Bu itiraza karşı şunları söyleyebiliriz:
Bu ayet içinde dikkat edilmesi gereken cümle, "Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse" cümlesidir. Allah (c.c) nin hakkında azap hükmü verdiği bir kişi Müslüman da olsa (ki bu düşünce yine problemlidir) elçisi olan bir kulu için bu sözünü değiştireceği düşüncesi, itikadi açıdan sakıncalar doğurmaktadır. Allah'ın sözünün üzerine söz söyleyebileceğine inanılan bir kişinin Allah'a denk sayıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Allah'a denk görülen her şeyin ona ortak koşmak anlamına gelmektedir.
Hasılı kelam, Muhammed (a.s) ın hakkında azap hükmü kesinleşmiş olan Müslümanları ateşten kurtaracağı iddiası, yine bu ayet ile ret edilmektedir.
Şimdi burada Müslümanlar, rivayetler aracılığı ile anlatılan bir insanı ateşten kurtaracağına inanılan elçi portresi ile, Kur'an tarafından anlatılan kimseyi ateşten kurtarma yetkisi olmayan elçi arasında seçim yapmak durumundadır.
AYET VAR DİYORSUN AMA HADİS VAR KARDEŞİM
Bu söz, rivayetler tarafından gelen ve Kur'an ile çelişki arz eden bilgiye karşı getirilen bir karşı itiraz olarak, bir çok Müslümandan maalesef duyulmaktadır. Yine bu söz Kur'an'ın bazı Müslümanlar nezdindeki yerini göstermesi açısından acı bir örnektir. Çünkü bu gibi sözleri sarf edebilen kişiler, Kur'an ile rivayet arasında tercih yapılması gerektiğinde, Kur'an'ın değil rivayetlerin tercih edilmesi gereğine inanan, hatta bunu imanın bir gereği olarak görmektedirler.
"Hadis İnkarcısı" deyimini dillerine dolayan bazı kimselerin, bu deyim ile kast ettikleri insanlar, dinde rivayetlerin değil Kur'an'ın belirleyici olması gerektiğini savunanlardır. Muhammed (a.s) ın Kur'an'a aykırı en ufak bir söz dahi söylemeyeceği üzerinde, bütün Müslümanların ittifak etmiş olmasına rağmen, bu ittifak pratiğe çıkmamakta, Kur'an ile çakışan bir rivayetin Muhammed (a.s) tarafından asla söylenemeyeceği maalesef dile getirilmekten korkulmaktadır. Bu korkunun en büyük sebebi ise, bu gibi Kur'an ile çelişen rivayetlerin bulunduğu kitaplara dokunulmazlık zırhının giydirilmiş olmasıdır.
Bugün bir rivayet şayet Buhari, Müslim v.s gibi rivayet kitaplarında varsa, veya makbul olarak görülen bir kişinin ağzından çıkmış ise, bazı Müslümanlar tarafından Kur'an ayetinden daha sağlam olarak görülmekte, bu rivayetin güvenilir olup olmadığı konusunda en küçük bir şüphe dahi duyulmamaktadır.
Halbuki olması gereken, Kur'an'ın dinde belirleyici olması, üzerine dokunulmazlık zırhı giydirilmiş kitaplarda geçse dahi Kur'an ile çelişip çelişmediğine bakılması, kim söylemişse söylesin doğruluğu kişilere göre değil, Kur'an'a göre değerlendirilmesidir. Maalesef bu yapılmamakta, yapılmadığı gibi de bu yöntemi savunanlar en ağır ithamlara layık görülmektedir. Halbuki bu kimseler, Kur'an ile çelişen rivayetleri ret etmeyerek Hadis İnkarcısı olarak görülmemek için, KUR'AN İNKARCISI olmayı göze alabilmektedir.
Sonuç olarak: Muhammed (a.s) hesap gününde diğer insanlar gibi hesaba çekilecek (Araf s. 6), bu hesabın sonunda karşılığını alacaktır. Onun hesap gününde başkalarını ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı gibi, ona böyle bir yetkinin verildiğine inanmak itikadi açıdan sakıncalar içermektedir.
Genel geçer İslam düşüncesindeki elçi inancı Kur'an tarafından belirlenmediği için bu gibi sorunlar ortaya çıkmakta, Müslümanlar arasında fikir ayrılıklarının başını Muhammed (a.s) ın sahip olması gereken konum oluşturmaktadır. Şayet her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da Kur'an belirleyici bir kitap olarak görülmüş olsaydı, bugün Müslümanlar arasındaki ayrılıklar büyük ölçüde giderilmiş olabilirdi.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Yine bilinmektedir ki, Kur'an'ın şefaat konulu ayetleri ile, rivayetler tarafından oluşturulmuş şefaat inancı, birbiri ile taban tabana zıttır. Kur'an, şefaat inancını müşriklerin sahip olduğu bir inanç olarak değerlendirirken, rivayetler ise şefaati bir İslam inancı olarak görmektedir. Yine rivayetler tarafından öğretilen şefaat inancında Muhammed (a.s) baş rolü oynamakta ve birçok Müslüman onun hesap gününde ümmetine şefaat ederek kendilerini ateşten kurtaracağına inanmaktadır.
Aşağıda yaptığımız örnek alıntılar, bu yanlış inancın bir tezahürü olarak kitaplarda ve birçok internet sitesinde yer almaktadır.
"Allah Resûlü (asm), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!"diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!"deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!"diye inleyecektir."
"Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ / Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.”"
Yukarıda bulunan iki paragrafta yazılanlar, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaatçi olacağına dair genel geçer algının bir yansıması olup, ateşten kurtarma yetkisine sahip olduğuna inanılan bir elçi inancını yansıtmaktadır.
Rivayetler tarafından örülen ATEŞTEN KURTARAN ELÇİ inancının ne derece doğru olabileceği konusunda Zümer s. 19. ayeti bize yol gösterecektir.
أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِ
[039.019] Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?
Zümer s. 19. ayetinde Muhammed (a.s) a hitaben söylenilen bu sözler, bize onun hesap günündeki konumunu da anlatmaktadır. Bu ayete bakıldığında Muhammed (a.s) ın kimseyi ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı görülmektedir.
Burada, "Muhammed (a.s) ın ateşten kurtaramayacağı insanlar kafir olan kimselerdir. Onun ateşten kurtarma yetkisi Müslümanlar için olacaktır" şeklinde bir itirazın gelmesi de muhtemeldir.
Bu itiraza karşı şunları söyleyebiliriz:
Bu ayet içinde dikkat edilmesi gereken cümle, "Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse" cümlesidir. Allah (c.c) nin hakkında azap hükmü verdiği bir kişi Müslüman da olsa (ki bu düşünce yine problemlidir) elçisi olan bir kulu için bu sözünü değiştireceği düşüncesi, itikadi açıdan sakıncalar doğurmaktadır. Allah'ın sözünün üzerine söz söyleyebileceğine inanılan bir kişinin Allah'a denk sayıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Allah'a denk görülen her şeyin ona ortak koşmak anlamına gelmektedir.
Hasılı kelam, Muhammed (a.s) ın hakkında azap hükmü kesinleşmiş olan Müslümanları ateşten kurtaracağı iddiası, yine bu ayet ile ret edilmektedir.
Şimdi burada Müslümanlar, rivayetler aracılığı ile anlatılan bir insanı ateşten kurtaracağına inanılan elçi portresi ile, Kur'an tarafından anlatılan kimseyi ateşten kurtarma yetkisi olmayan elçi arasında seçim yapmak durumundadır.
AYET VAR DİYORSUN AMA HADİS VAR KARDEŞİM
Bu söz, rivayetler tarafından gelen ve Kur'an ile çelişki arz eden bilgiye karşı getirilen bir karşı itiraz olarak, bir çok Müslümandan maalesef duyulmaktadır. Yine bu söz Kur'an'ın bazı Müslümanlar nezdindeki yerini göstermesi açısından acı bir örnektir. Çünkü bu gibi sözleri sarf edebilen kişiler, Kur'an ile rivayet arasında tercih yapılması gerektiğinde, Kur'an'ın değil rivayetlerin tercih edilmesi gereğine inanan, hatta bunu imanın bir gereği olarak görmektedirler.
"Hadis İnkarcısı" deyimini dillerine dolayan bazı kimselerin, bu deyim ile kast ettikleri insanlar, dinde rivayetlerin değil Kur'an'ın belirleyici olması gerektiğini savunanlardır. Muhammed (a.s) ın Kur'an'a aykırı en ufak bir söz dahi söylemeyeceği üzerinde, bütün Müslümanların ittifak etmiş olmasına rağmen, bu ittifak pratiğe çıkmamakta, Kur'an ile çakışan bir rivayetin Muhammed (a.s) tarafından asla söylenemeyeceği maalesef dile getirilmekten korkulmaktadır. Bu korkunun en büyük sebebi ise, bu gibi Kur'an ile çelişen rivayetlerin bulunduğu kitaplara dokunulmazlık zırhının giydirilmiş olmasıdır.
Bugün bir rivayet şayet Buhari, Müslim v.s gibi rivayet kitaplarında varsa, veya makbul olarak görülen bir kişinin ağzından çıkmış ise, bazı Müslümanlar tarafından Kur'an ayetinden daha sağlam olarak görülmekte, bu rivayetin güvenilir olup olmadığı konusunda en küçük bir şüphe dahi duyulmamaktadır.
Halbuki olması gereken, Kur'an'ın dinde belirleyici olması, üzerine dokunulmazlık zırhı giydirilmiş kitaplarda geçse dahi Kur'an ile çelişip çelişmediğine bakılması, kim söylemişse söylesin doğruluğu kişilere göre değil, Kur'an'a göre değerlendirilmesidir. Maalesef bu yapılmamakta, yapılmadığı gibi de bu yöntemi savunanlar en ağır ithamlara layık görülmektedir. Halbuki bu kimseler, Kur'an ile çelişen rivayetleri ret etmeyerek Hadis İnkarcısı olarak görülmemek için, KUR'AN İNKARCISI olmayı göze alabilmektedir.
Sonuç olarak: Muhammed (a.s) hesap gününde diğer insanlar gibi hesaba çekilecek (Araf s. 6), bu hesabın sonunda karşılığını alacaktır. Onun hesap gününde başkalarını ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı gibi, ona böyle bir yetkinin verildiğine inanmak itikadi açıdan sakıncalar içermektedir.
Genel geçer İslam düşüncesindeki elçi inancı Kur'an tarafından belirlenmediği için bu gibi sorunlar ortaya çıkmakta, Müslümanlar arasında fikir ayrılıklarının başını Muhammed (a.s) ın sahip olması gereken konum oluşturmaktadır. Şayet her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da Kur'an belirleyici bir kitap olarak görülmüş olsaydı, bugün Müslümanlar arasındaki ayrılıklar büyük ölçüde giderilmiş olabilirdi.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)