13 Mart 2024 Çarşamba

Al-i İmran s. 13. Ayetinde Hangi Topluluk Karşısındaki Topluluğu Kendilerinin İki Katı Görüyordu?

 Kur'an'ı mealinden okuyan bir kimse, bazı ayet meallerinin anlam yönünden birbirinden farklı olarak yapıldığına, şayet dikkatli bir okuma yapıyorsa, mutlaka şahit olacaktır. Bu durumun birçok farklı sebebi bulunmaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz meal farklığı ise, "Zamirin mercii" olarak bilinen, yani zamirin ibarede hangi isme döndüğü konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır.

Bu durumdan kaynaklanan meal farklılıklarında, gramer konusu yönünden herhangi bir hata yapıldığını söylemek pek mümkün olmamakla birlikte, ayete verilen bazı anlamların Kur'an bütünlüğü noktasından bakıldığında, sanki Kur'an'da bir çelişki varmış gibi bir durumu ortaya çıkarması bakımından, bir takım sıkıntıları doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zamirin hangi isme döndüğü konusunda verilecek olan kararların, sadece ibarenin gramer açaısından tahlili neticesinde değil, aynı zamanda Kur'an bütünlüğü açısından herhangi bir çelişkiye yol açıp açmadığına da bakılarak verilmesi çok önemlidir.

İfade etmek istediğimiz durum, Al-i İmran s. 13. ayetine yapılan meallerde ortaya çıkmaktadır. Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Bu ayete verilen iki farklı meal de şu şekildedir:

 Örnek 1:

İbretti size birbirleriyle karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda savaşmadaydı, öbürüyse kafirdi ve inananları, gözleriyle iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin bir ibret var.

Örnek 2:

Birbirleriyle karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışmaktaydı, diğer topluluk ise kâfirdi. Allah yolunda çarpışanlar ötekileri gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini kendi yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda görebilenler için ibret vardır.

Ayet, Bedir savaşı ile ilgilidir. Ayet meallerine baktığımızda, karşılaşan iki topluluktan bahsedilmekte, bu topluluktan birinin Allah yolunda savaşan yani inanan, diğer topluluğun ise inkarcı topluluk olduğu bildirilmektedir. Bu ayet ile ilgili yapılan meallerde buraya kadar herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. 

Sıkıntı, hangi topluluğun diğerini kendilerinin iki katı olarak gördükleri noktasındadır. 1. örnek mealde, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde bir meal yapılırken, 2. örnek mealde  ise, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde meal yapılmıştır.

Yapılan iki farklı mealin hiçbirinde gramer yönünden hata yapıldığı için bu farklılığın ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Farklılık, zamirin hangi isme dönmüş olabileceği notasındadır. Ayet metninde geçen يَرَوْنَهُمْ ibaresindeki هُمْ zamirinin, inananlara mı yoksa inkarcılara mı raci olduğu noktasından kaynaklanan farklı tercihlerden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Kur'an bütünlüğüne göre hareket edilmesinin bizi doğruya yaklaştıracağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'an çelişkisiz bir kitaptır, ve onun bu çelişkisizliği zamirin mercii konusu gibi farklı anlamalardan kaynaklanan durumlarda, bize en doğru bir hakemliği yapacaktır.

Enfal s. 44. ayeti, bize bu konuda yardımcı olarak anahtar bir ayet mesabesindedir.

وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

Bu ayet yine Bedir savaşı ile ilgili olup, Al-i İmran s. 13. ayetine nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere ışık tutmaktadır şöyle ki:

Enfal s. 44. ayetinde Allah (c.c.), karşılaşan her iki topluluğu da birbirlerinin gözünde az gösterdiğini bildirmektedir. Al-i İmran s. 13. ayetine dönecek olursak, o ayette Allah (c.c.) bir topluluğu diğerinin gözünde iki katı gösterdiğini bildirmektedir. O zaman Al-i İmran s. 13. ayetinde bizim aramamız gereken nokta, hangi toplululuğa hangi topluluğun az gösterilmiş olduğu noktasında olmalıdır. Bunu da bize Enfal s. 44. ayeti sağlayacaktır.

Allah (c.c.) Enfal s. 44. ayetinde her iki topluluğu da birbirlerine karşı az gösterdiğini bildirmiş olmasından hareketle, Al-i İmran s. 13. ayetine inkarcı topluluğun inanan topluluğu kendilerinin iki katı görmüş olmaları yani çok görmüş olmaları, Enfal s. 44. ayeti ile çelişki arz edecektir. 

Yani 1. örnek mealde verdiğimiz, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördükleri yönünde yapılan mealler, Enfal s. 44. ayetini baz alarak düşündüğümüzde isabetli bir çeviri değildir.

Bu durumda 2. örnek mealde verdiğimiz, inanan toplululuğun inkarcı topluluğu kendilerinin iki katı görmeleri nasıl izah edilebilir?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: 

Bu durumda inkarcı topluluğun, inanan topluluğun sayısının iki katından daha fazla bir sayıya olduğunu anlamaktayız. Tarihi verilerde, Bedir savaşında inkarcıların sayısının inananların sayısının 3 katı fazla olduğu yönünde verilen bilgilerin, bu ayete göre doğru olduğu anlaşılmaktadır.

O zaman Al-i İmran s. 13. ayeti bize, Bedir'de kendilerinden 3 kat sayıya sahip olan inkarcı topluluğun, inanan topluluğun gözünde daha az gösterilerek inananların iki katı olarak gösterildiğini beyan etmektedir.

Ayeti bu şekilde anladığımızda Enfal s. 44. ayeti ile Al-i İmran s. 13. ayeti arasında herhangi bir çelişki doğmamaktadır. Yine de "Neden iki katı gösterilmiş olabilir?" şeklinde bir soru aklına gelen kimseye ise, yine Enfal s. 65. ve 66. ayetlerini gösterebiliriz. 

Enfal s. 65--- Ey Nebi! İnananları (Allah için düşmana karşı) savaşa hazırla! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz inkârcıya galip gelir. Eğer sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkârcılardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Enfal s. 66--- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor. Bu durumda, sizden sabretmesini bilen (dirençli) yüz kişi çıkarsa, bunlar iki yüz kişiye galip gelir ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah (zulme karşı) direnenlerle beraberdir.

Enfal s. 66. ayetine dikkat ettiğimizde Allah (c.c), sabırlı bir inanan topluluğunun kendilerinin iki katı olan bir topluluğa karşı galip gelebileceklerini bildirmektedir. Allah (c.c.) inanan topluluğa kendilerinden 3 kat gibi daha fazla olan inkarcı topluluğun sayısını, kendilerinin iki katı bir sayıya düşürerek az göstermek suretiyle onlara moral kazandırmaktadır.

Sonuç olarak: Kur'an meallerinde, zamirin hangi isme döndüğü konusunda doğan farklı anlayışlardan ötürü bazı ayetlerde birbirine zıt yapılmış çevirileri görmek mümkündür. Bu durumdan kaynaklanan farklılıkları Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak çözmek mümkündür. Al-i İmran s. 13. ayetinde gördüğümüz farklı çevirilerden 2. örnekte verdiğimiz şekilde yapılan mealler yani, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördükleri şeklinde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

7 Mart 2024 Perşembe

A'RAF SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim, Sad.

2- Bir kitap ki onunla uyarman ve o inananlar için bir hatırlatma olarak sana indirildi. Artık bundan dolayı göğsünde bir burukluk olmasın.

3- Efendinizden size indirilen şeye uyun ve O'nun aşağısından yönelenlere uymayın. Ne de az  hatırlıyorsunuz.

4- Ve şehirden kaçı vardı ki biz onu(n halkını) yok etmiştik. Sıkntımız ona (o şehre) geceleyin veya onlar (o şehrin halkı) gündüz uykularında iken birden gelivermişti.

5- Sıkıntımız onlara geldiğinde artık çağrıları: "Şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardık" demelerinden başkası olmamıştı.

6- Kendilerine (elçi)  gönderilmişlere kesinlikle soracağız ve (elçi olarak) o gönderilmişlere de kesinlikle soracağız.

7- (Yaptıklarını) onlara kesinlikle bilgi ile anlatacağız. Ve biz onlardan (yaptıklarını) algılayamayanlar değildik.

8- Ve o gün, o tartı gerçektir. Artık kimin tartılanları ağır gelirse, işte onlar o arzuladığına kavuşturulanların ta kendileridir.

9- Ve kimin tartılanları hafif gelirse, işte onlar ayetlerimize karşı haksızlık yapmaları nedeniyle benliklerini ziyana sokmuşlardır.

10- Ve ant olsun ki size o yerde olanak sağladık ve orada size geçimlikler kıldık. Ne de az şükrediyorsunuz.

11- Ve ant olsun ki sizi takdir ettik, sonra sizi suretlendirdik, sonra o meleklere "Adem'e boyun eğin" dedik de İblis hariç hemen boyun eğdiler. (İblis) o boyun eğenlerden olmadı.

12- (Allah): "Sana buyurduğum zaman (Ademe) boyun eğmekten seni ne alıkoydu?" dedi. (İblis): " Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten takdir ettin ve onu çamurdan takdir ettin" dedi.

13- (Allah):"Hemen oradan in, artık senin orada büyüklenmen olmaz. Hemen çık, çünkü sen o aşağılıklardansın" dedi.

14- (İblis): "Harekete geçirilecekleri güne kadar beni gözetle" dedi.

15- (Allah): "Şüphesiz ki sen o gözetlenmişlerdensin" dedi.

16- 17- (İblis): "Öyleyse beni azdırman nedeniyle, ben de onlar için senin o dosdoğru yoluna kesinlikle oturacağım. Sonra onlara önlerinden ve arkalarından ve sağlarından ve sollarından kesinlikle geleceğim. Ve onların daha çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın" dedi.

18- (Allah): "Yerilmiş kovulmuş olarak oradan çık. Ant olsun ki onlardan kim sana uyarsa, kesinlikle cehennemi toplu halde sizden dolduracağım" dedi.

19- Ve (Allah Adem'e)" Ey Adem, sen ve eşin bu bahçeye yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yeyin ve sakın şu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde ikiniz o haksızlığı yapanlardan olursunuz" (dedi).

20- Derken o şeytan ikisini, sonucunda kendilerinden gizlenmiş olan avretlerini belli etmek için işkillendirdi ve: "Efendiniz ikinizi bu ağaçtan yalnızca iki melek olursunuz veya o sürekli kalıcılardan olursunuz diye vazgeçirdi" dedi.

21- Ve ikisine: "Şüphesiz ki ben ikiniz için o içtenlikle öğüt verenlerdenim" diye de yemin etti.

22- Böylece ikisini aldanmaya sarkıttı. İkisi o ağaçtan tattıklarında, avretleri ikisine belli oldu. Ve ikisi üzerlerini o bahçenin yaprağından kapatmaya başladılar. Ve Efendileri ikisine: "Ben ikinizi o ağaç(a yaklaşmak)tan vazgeçirmedim mi? Ve ikinize: "Şüphesiz ki o şeytan ikinize bir açıklanan düşmandır" demedim mi?" diye seslendi.

23- (İkisi): "Ey Efendimiz biz benliklerimize haksızlık yaptık ve eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, kesinlikle o ziyan edenlerden oluruz" dediler.

24- (Allah): "Bir kısmınız bir kısıma düşman olarak inin. Ve sizin için o yerde belirli bir vakte kadar bir sabitleşme ve bir yararlanma vardır" dedi.

25- (Allah): "Orada yaşayacaksınız ve orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız" dedi.

26- Ey Ademoğulları, size avretinizi gizleyecek ve süs olacak bir elbise indirdik. Ve o korunma bilinci elbisesi, işte o daha hayırlıdır. İşte bu Allah'ın delillerindendir, umulur ki hatırlarlar.

27- Ey Ademoğulları, o şeytan babanızın ananızın avretlerini kendilerine göstermek için elbiselerini ikisinden çekip soyarak o bahçeden çıkardığı gibi, sizi de kötüye düşürmesin. Çünkü o ve onun öndaşları, sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz o şeytanları inanmazlara yönelenler yaptık.

28- Ve onlar bir hayasızlık yaptıkları zaman: "Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bize böyle buyurdu" derler. De ki: "Şüphesiz ki Allah, o hayasızlığı buyurmaz. Allah'a karşı (doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

29- De ki: "Benim Efendim hakkaniyeti buyurdu. Her boyun eğme yerinin yanında yüzünüzü doğru tutun. Ve itaat nizamını sadece O'na özgüleyenler olarak O'nu çağırın. Başlangıcınızdaki gibi yineleneceksiniz."

30- Bir bölümü bir doğruya iletti ve bir bölüme de o sapkınlık gerçek oldu. Çünkü onlar o şeytanlara Allah'ın aşağısından yönelenler olarak tutunmuşlar ve kendilerini kesinlikle doğruya iletilenler olarak hesap ediyorlardı.

31- Ey Ademoğulları, her boyun eğme yerinin yanında giysilerinizi* (üzerinizde) tutun. Ve yeyin ve için ve savurganlık yapmayın. Şüphesiz ki O, o savurganları sevmez.

*"Zinet" kelimesine giysi anlamını verme nedenimiz, müşriklerin giyinik tavafı haram saymaları nedeniyle tarihsel bağlamı dikkate almamızdır.

32- De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı giysiyi ve o rızıktan o temizleri kim yasakladı?" De ki: "O, bu şimdiki yaşamda inananlar için (yasak değil)dir. O kalkışın gününde ise (gerçeği örtücüler için yasak sadece inananlara) özgüdür." Bilen bir topluluk için o ayetleri ayrıntılı olarak işte böyle açıklıyoruz.

33- De ki: "Benim Efendim ancak ve ancak, o hayasızlıkları, onlardan açık olan şeyi ve gizli olan şeyi ve o günahı ve o hak olmaksızın o saldırganlığı ve hakkında bir yetki indirmediği şeyleri Allah'a ortaklaştırmanızı ve Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri söylemenizi yasakladı."

34- Ve her bir toplum için bir süre sonu vardır. Artık süre sonları geldiği zaman, bir saat sonralayamazlar ve önceleyemezler.

35- Ey Ademoğulları, eğer size içinizden benim ayetlerimi anlatan elçiler gelir de, kim korunur ve (durumunu) düzeltirse, artık onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler.

36- Ve ayetlerimizi yalanlamış ve onlara büyüklük taslamış olanlar ise, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

37- Artık, Allah'a karşı bir yalan yakıştıran veya O'nun ayetlerini yalanlayan kimseden daha haksızlık yapan kimdir? İşte o kitaptan hisseleri (ölümlerine kadar) onlara kavuşacaktır. Nihayet elçilerimiz onların ömürlerini tamamlamaya geldiği zaman: "Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız nerede?" derler. (Onlar da): "Bizden saptılar" derler ve böylece benliklerine karşı (gerçeği) örtücüler olduklarına dair aleyhlerine tanıklık ederler.

38- (Allah): "Sizden önce gelip geçmiş o cin ve o insandan olan toplumlarla o ateşe girin" der. Her ne zaman bir toplum (o ateşe) girse kardeşini dışlar. Nihayet birbirlerine yetişip orada toplu halde oldukları zaman, onların sonraki(ateşe giren)leri onların evvelki (ateşe giren)lerine: "Ey Efendimiz işte bunlar bizi saptırdılar, artık onlara ateşten (bizden) kat kat fazla azap ver" der. (Allah): "Herkes için kat kat vardır, fakat siz bilmezsiniz" der.

39- Ve onların evvelkileri, onların sonrakilerine: "Sizin için bizim üzerimizde hiçbir lütuf yoktur (azap hepimiz için aynıdır). Kazanmakta olduklarınız nedeniyle o azabı artık tadın " der.

40- Şüphesiz ki bizim ayetlerimizi yalanlamış ve onlara karşı büyüklük taslamış olanlar için o göğün kapıları kesinlikle açılmaz ve o deve iğnenin deliğine geçinceye kadar, o bahçeye giremezler. Ve biz o suçlulara işte böyle karşılık veririz.

41--Onlar için cehennemden bir yatak, üstlerinde de (ateşten) kaplamalar vardır. Ve biz o haksızlığı yapanlara işte böyle karşılık veririz.

42- Ve inanan ve o düzgün işler işleyenleri ki, bir benliği genişliğinin dışında yükümlendirmeyiz. İşte onlar o bahçenin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

43- Ve göğüslerinde (kin nefret gibi) bağdan ne varsa çekip çıkardık. Altlarından o nehirler akar. Ve dediler ki: "O övgü Allah'adır, O ki bizi buna (bahçeye)iletti. Eğer Allah bizi (bahçeye)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (bahçeye) iletebilecek değildik. Ant olsun ki Efendimizin elçileri gerçeği getirdi." Ve onlara: "Sizin işlemekte olduklarınız nedeniyle ona mirasçı olduğunuz o bahçe işte budur" diye seslenildi.

44- 45- Ve o bahçenin arkadaşları, o ateşin arkadaşlarına: "Biz, Efendimizin bize söz verdiği şeyi gerçek olarak bulduk. Artık siz de Efendinizin size söz verdiği şeyi gerçek olarak buldunuz mu?" diye seslendi. Dediler ki: "Evet." Derken aralarından bir duyurucu: "Allah'ın dışlaması o haksızlığı yapanların üzerinedir. Onlar Allah'ın yolundan uzaklaştırır ve onda bir eğrilik arama peşine düşer ve onlar sonrakini (ret ederek) örterlerdi" diye duyurdu.

46- Ve ikisinin arasında bir engel vardır. Ve o burçların üzerinde de bir takım adamlar vardır ki, onların her birini işaretlerinden tanımaktadırlar. Ve onlar o bahçenin arkadaşlarına: "Esenlik üzerinize olsun" diye seslendiler. Onlar oraya henüz girmemiş fakat (girmeyi) ummaktadırlar.

47- Ve bakışları o ateşin arkadaşlarının tarafına çevrildiği zaman: "Ey Efendimiz, bizi o haksızlığı yapanlar topluluğunun beraberinde bulundurma" dediler.

48- 49- Ve o burçların arkadaşları, işaretlerinden tanımakta oldukları adamlara seslenerek: "Toplu halde olmanız ve büyüklük taslamış olmanız size bir zenginlik sağlamadı. 'Allah onları rahmete kavuşturmaz' diye yemin ettiğiniz bunlar mı? dediler. (Allah onlara dedi ki): "Girin bahçeye size kaygı yoktur ve sizler üzülmezsiniz."

50- Ve o ateşin arkadaşları, o bahçenin arkadaşlarına: "Bizim üzerimize o su'dan veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden dökün" diye seslendi. (Onlar da): "Şüphesiz ki Allah, o (gerçeği) örtücülerin üzerine bu ikisini de yasaklaştırdı" dediler.

51- Onlar ki, itaat nizamlarına eğlence ve oyun olarak tutunmuş ve bu şimdiki yaşam onları aldatmıştı. Artık onlar bugünleri ile karşılaşmayı unuttukları ve ayetlerimizi ısrarla reddetmekte oldukları gibi, bugün biz de onları (rahmetten) unuturuz.

52- Ve ant olsun ki biz onlara, onu bilgi üzere ayrıntılı olarak açıkladığımız, inanan bir topluluk için bir yola ileten ve bir rahmet olan bir kitap getirmiştik.

53- Onlar, onun (verdiği haberin) geri dönüşümünden başka bir şeye mi bakıyorlar? Onun (verdiği haberin) geri dönüşümü geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar: "Efendimizin elçileri  kesinlikle bize gerçeği getirmiş. Artık bizim için eşlikçilerden kimse varmı ki artık bize eşlikçilik edeler veya (dünyaya) geri döndürülelim de, artık bu işlemekte olduğumuzdan başkasını işleyelim" der. Benliklerini kesinlikle ziyana sokmuşlar ve yakıştırmakta oldukları şeyler de onlardan sapmıştır.

54- Şüphesiz ki sizin Efendiniz Allah'tır. O'ki, o gökleri ve o yeri altı dönemde takdir etti, sonra o tahtın üzerine (yönetime) oturdu. O geceyi, onu durmadan isteyen o gündüze kaplatır. Ve o güneş ve o ay ve o yıldızlar O'nun buyruğuna boyun eğdirilmişlerdir. Dikkat edin, o takdir ve o buyruk O'nundur. O tüm insanların Efendisi Allah, bereketin kaynağıdır.

55- Efendinizi gizlice yalvarıp yakararak çağırın. Şüphesiz ki O, o sınırı aşanları sevmez.

56- Ve o yerde onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Ve O'nu kaygılanarak ve umarak çağırın. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti o güzel davrananlara yakındır.

57- Ve O, rahmetinin önünden o rüzgârları bir müjde olarak gönderir. Nihayet (o rüzgârlar) ağır bulutları (pek hafifmiş gibi) kaldırdığı zaman, onu ölü bir yöreye süreriz de onunla o suyu indirir, böylece onunla o her çeşit ürünlerden çıkarırız. Hatırlamanız için o ölüleri de işte böyle çıkarırız.

58- Ve o (toprağı) temiz yörenin bitkisi, kendisinin Efendisinin onayıyla (kolayca ve güzel) çıkar. Ve o (toprağı) murdar olan (beldenin bitkisi) ise zorlukla uğraşmaktan başka bir şekilde çıkmaz. Şükreden bir topluluk için o ayetleri işte böyle evirip çeviriyoruz.

59- Ant olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik de: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Şüphesiz ki ben sizin için bir büyük gün azabından kaygılanıyorum" dedi.

60- Topluluğundan o dolgunlar: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle bir açıklanan sapkınlık içinde görüyoruz" dedi.

61-62- 63- (Nuh): "Ey topluluğum bende bir sapkınlık yoktur. Ben ancak o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben size içtenlikle öğüt veriyorum ve ben Allah'tan sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum. İçinizden bir adama sizi uyarması ve korunmanız ve merhamet olunmanız için Efendinizden bir hatırlatma gelmesine şaştınız mı?" dedi.

64- Bu uyarıya rağmen onu yalanladılar. Bunun üzerine biz de onu ve onun beraberinde o gemide olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları ise batırdık. Şüphesiz ki onlar kör bir topluluk idiler.

65- Ve Ad'a da kardeşleri Hud'u: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için  O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" dedi

66- Topluluğundan o dolgun (gerçeği) örtenler: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle bir ahmaklık içinde görüyor ve şüphesiz ki biz senin kesinlikle o yalancılardan olduğuna (kesin) kanaat getiriyoruz" dedi.

67- 68- 69 (Hud): "Ey topluluğum bende bir ahmaklık yoktur. Ben ancak o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben sizin için bir güvenilir içtenlikle öğüt vericiyim. İçinizden bir adama sizi uyarması için Rabbinizden bir hatırlatma gelmesine şaştınız mı? Ve hatırlayın ki Nuh toplumundan sonra onların arkasından gelenler yaptı ve takdir edilişte sizi genişlikçe artırdı. Arzulağınıza kavuşturulmanız için artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın" dedi.

70- (Dolgunlar): "Sen bize O tek olan Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk etmekte olduğu şeyleri bırakmamız için mi geldin? Eğer o doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun şeyi haydi getir" dediler.

71- (Hud): "Efendinizden üzerinize bir pislik ve hiddet kesinlikle çökmüştür. Allah'ın haklarında yetki indirmediği, sizin ve atalarınızın onları isimlendirdiği birtakım isimler hakkında benimle tartışıyor musunuz? Artık bakının şüphesiz ki ben de sizin beraberinizde o bakınanlardanım" dedi.

72- Bunun üzerine, onu ve onun beraberinde olanları bizden bir rahmetle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanların ve inanmayanların ise arkasını kestik. 

73- 74- Ve Semud'a da kardeşleri Salih'i: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Size Efendinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. İşte bu sizin için bir delil olarak Allah'ın dişi devesidir. Onu bırakın da Allah'ın yerinde yesin ve ona sakın kötülükle dokunmayın, yoksa bir acı azap sizi tutar. Ve hatırlayın ki sizi Ad'dan sonra sizleri onların arkasından gelenler yaptı ve sizi o yere yerleştirdi. Onun ovalarından köşkler tutunuyor ve o dağları evler olarak yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve o yerde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" dedi.

75- Topluluğundan büyüklük taslayan o dolgunlar, içlerinden inanmış olan zayıf bırakılmış kimselere: "Siz Salih'in kendisinin Efendisinden gönderilmiş olduğunu (gerçekten) biliyor musunuz?" dedi. (Onlar da): "Şüphesiz ki biz onunla gönderilmiş olana inananlarız" dediler.

76- Büyüklük taslayanlar: "Şüphesiz ki biz de sizin ona inandığınızı örtücüleriz" dedi.

77- Derken, o dişi deveyi ayaklarından kestiler ve böylece Efendilerinin buyruğundan (uzaklaşıp) başkaldırdılar. Ve: "Ey Salih, eğer o gönderilmişlerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun şeyi getir" dediler.

78- Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları tuttu, böylece yurtlarında diz üstü çökenler oldular.

79- O da onlardan (başka tarafa) yöneldi ve: "Ey topluluğum ant olsun ki Efendimin mesajını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Fakat siz o içtenlikle öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi.

80- 81- Ve Lut'u da. Bir zaman topluluğuna: "O tüm insanlardan hiçbirinin onunla sizin önünüze geçmediği (sizden önce kimsenin işlemediği) o hayasızlığa mı geliyorsunuz? Şüphesiz ki siz o kadınların aşağısından (cinsel) bir zevkle o adamlara geliyorsunuz. Hayır siz, bir savurganlar topluluğusunuz" demişti.

82- Ve topluluğunun ona cevabı: "Onları şehrinizden çıkarın, çünkü onlar çok temiz kalan insanlarmış" demelerinden başkası olmamıştı.

83- Bunun üzerine, karısı dışında onu ve halkını kurtarmıştık. O, o geride kalanlardan olmuştu.

84- Üzerlerine bir yağmur yağdırmıştık. Artık bak o suçluların sonu nasıl olmuş.

85- 86- 87- Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Size Efendinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. Artık o ölçeği ve o tartıyı eksiksiz yapın. Ve o insanların eşyalarını(n değerini) düşük tutmayın.Ve o yerde onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Eğer inananlarsanız, sizin için böylesi daha hayırlıdır. Ve O'na inanan kimseyi tehdit ederek ve Allah'ın yolundan uzaklaştırarak ve onda bir eğrilik arama peşine düşerek her bir yola oturmayın. Ve hatırlayın ki hani siz pek az idiniz de sizi çoğalttı. Ve o bozucuların sonu nasıl oldu bir bakın. Ve eğer içinizden bir grup onunla gönderilmiş olduğuma inanmış ve bir grupta inanmamışsa, artık Allah aramızda karar verinceye kadar, (bana karşı) direnip gayret etmeye devam edin. Ve O, o karar vericilerin en hayırlısıdır" dedi.

88- 89- Topluluğundan büyüklük taslayan o dolgunlar: "Ey Şuayb, seni ve senin beraberinde olan inananları şehrimizden kesinlikle çıkaracağız veya kesinlikle bizim inancımızı yineleyeceksiniz" dedi. (Şuayb): "Şayet biz çirkin görenlerden olsak da mı? Allah bizi ondan kurtarmasından sonra, eğer sizin inancınızı yineleyecek olursak, Allah'a karşı kesinlikle bir yalan yakıştırmış oluruz. Efendimiz Allah'ın dilemesi dışında, bizim için onu yinelememiz olmaz. Efendimizin bilgice her şeyi çevrelemiştir. Biz Allah'a dayandık. Ey Efendimiz, bizimle topluluğumuz arasını gerçek ile aç, sen o açanların en hayırlısısın" dedi.

90- Ve topluluğundan (gerçeği) örten o dolgunlar: "Ant olsun ki eğer Şuayb'e uyacak olursanız, o takdirde şüphesiz ki siz kesinlikle ziyan edenlersiniz" dedi.

91- Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları tuttu, böylece yurtlarında diz üstü çökenler oldular.

92- Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, sanki orada zenginlik içinde hiç yaşamadı gibi (oldular). Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, onlar o ziyan edenlerin ta kendileri oldular.

93-  Onlardan (başka tarafa) yöneldi ve: "Ey topluluğum ant olsun ki Efendimin mesajlarını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Artık (gerçeği) örtücüler toplululuğuna nasıl üzülebilirim?" dedi.

94- Ve bir şehre hiçbir haberci göndermedik ki, oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye o sıkıntıya ve o zorluğa tutmamış olalım.

95- Sonra o kötülüğün yerini o güzelliğe değiştirdik. Nihayet (önceki sıkıntıyı ve zorluğu kafalarından) sildiler ve "Atalarımıza da kesinlikle (önce) o zorluk ve (sonra da) o ferahlık dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine biz de fark etmezlerken onları bir anda tutuverdik.

96- Ve eğer o şehirlerin halkı inansalar ve korunsalardı, üzerlerine o gökten ve o yerden bereketleri açardık. Fakat yalanladılar, bunun üzerine biz de onları kazanmakta oldukları nedeniyle tutuverdik.

97- O şehirlerin halkı, sıkıntımızın geceleyin onlar uyurlarken gelmesinden güvende mi?

 98- Veya o şehirlerin halkı, sıkıntımızın kuşluk vakti onlar oyalanırlarken gelmesinden güvende mi?

99- (O şehirlerin halkı) Allah'ın hilesinden* güvendeler mi? Fakat Allah'ın hilesinden o ziyan edenler topluluğundan başkası (kendisini) güvende görmez.

*Allah'ın kulu hiç farkedemeyeceği bir şekilde yakalaması, onu adım adım helake sürüklemesi. (Zemahşeri)

100- Oraların halkının arkasından, o yere mirasçı olanları doğruya iletme(ye yetme)di mi? Eğer dileseydik, suçlarını(n karşılığını) onlara eriştirir ve kalplerinin üzerine damga vururduk da, onlar artık işitemezlerdi.

101- Bu şehirler, sana onların haberlerinden anlatıyoruz. Ve ant olsun ki elçilerimiz onlara o apaçık delilleri getirmişti. Fakat onlar önceden yalanladıkları şeye asla inananlar olmadılar. Allah, o (gerçeği) örtücülerin kalbine işte böyle damga vurur.

102- Ve onların tamamında antlaşmaya hiçbir bağlılık bulmadık. Ve şüphesiz ki onların tamamını kesinlikle itaatten çıkanlar olarak bulduk.

103- Sonra onların arkalarından Musa'yı, ayetlerimizle Firavun ve onun dolgunlarına gönderdik. Fakat onlara karşı haksızlık yaptılar.  Artık bak o bozucuların sonu nasıl olmuş.

104- 105- Ve Musa: "Ey Firavun, şüphesiz ki ben o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Hakikat şu, Allah üzerine o gerçekten başkasını demiyorum. Size Efendinizden bir delil getirdim, artık İsrailoğullarını benim beraberimde gönder" dedi.

106- (Firavun): "Eğer bir ayet getirdiysen, hemen onu getir. Eğer o doğru söyleyenlerden isen" dedi.

107- 108- Bunun üzerine değneğini attı, birden o bir açıklanan koca yılan. Ve elini (koynundan) çekip çıkardı, o bakanlara birden o bir bembeyaz.

109- 110- Firavun'un topluluğundan olan o dolgunlar: "Şüphesiz ki bu, kesinlikle en iyi bilici bir sihirbazdır. Sizi  yerinizden çıkarmayı istiyor" dedi. (Firavun): "O halde ne öneriyorsunuz?" dedi.

111- 112- (Dolgunlar): "Onu ve kardeşini beklet ve o şehirlere sürüp toplayıcılar gönder. Bütün en iyi bilici sihirbazları sana getirirler" dediler.

113- Ve o usta sihirbazlar Firavun'a geldi. "Eğer o galip gelenler biz olursak, şüphesiz ki ücret bizim içindir" dediler.

114- (Firavun): "Evet, ve şüphesiz ki siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardansınız" dedi.

115- (Sihirbazlar): "Ya (ilk) atan sen, ya da (ilk) o atanlar biz olalım ey Musa" dediler.

116- (Musa): "Siz atın." dedi. Attıklarında o insanların gözlerini büyülediler, onları çekindirmeyi istediler ve büyük bir sihir getirdiler.

117- Ve Musa'ya "Değneğini at" diye vahyettik. Birden o da onların çarpıtmakta oldukları şeyleri yutuyor.

118- Böylece o gerçek ortaya düştü, ve işlemekte oldukları şeyler geçersiz oldu.

119- İşte orada galip gelindiler ve küçülenler olarak çevrildiler.

120- 121- 122- Ve o usta sihirbazlar boyun eğenler olarak (yere) atıldılar. "O tüm insanların Efendisine, Musa'nın ve Harun'un Efendisine inandık" dediler.

123- 124- Firavun: "Ben size onay vermeden önce ona inandınız. Şüphesiz ki bu, kesinlikle halkını oradan çıkarmak için bu şehirde onu kurduğunuz bir hiledir. İleride bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı kesinlikle çaprazdan kestireceğim, sonra kesinlikle toplu halde sizi astıracağım" dedi.

125- 126- (Onlar da): "Şüphesiz ki biz Efendimize çevrilicileriz.Sen bizden Efendimizin ayetleri bize geldiğinde onlara  inanmamızdan başka bir nedenle öç almıyorsun. Ey Efendimiz, üzerimize direnip gayret etme gücü boşalt ve ömrümüzü teslim olanlar olarak tamamla" dediler.

127- Ve Firavun'un topluluğundan olan o dolgunlar: "Musa'yı ve onun topluluğunu, bu yerde bozuculuk yapmaları ve seni ve senin tanrılarını bırakması için mi bırakacaksın?" dedi. (Firavun): "Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını ise yaşatacağız. Ve şüphesiz ki biz onların üstünde boyun eğdirici bir güce sahibiz" dedi.

128- Musa topluluğuna: "Allah'a destek isteğinde buluunun ve direnip gayret edin.Şüphesiz ki  bu yer Allah'ındır, onu kullarından kimi dilerse mirasçı yapar. Ve o sonuç o korunanlarındır" dedi.

129- (Topluluğu): "Sen bize gelmeden önce de ve geldikten sonra da rahatsız edildik" dediler. (Musa): "Efendinizin sizin düşmanınızı yok etmesi ve bu yerde sizi onlara ardıllar yapması ve nasıl işleyeceğinize bakması umulur" dedi.

130- Ve ant olsun ki Firavun halkını hatırlamaları için senelerce kıtlık ve o ürünlerden eksiltmeyle tuttuk.

131- Onlara o güzellik (bolluk) geldiği zaman, "Bu bizim içindir" derlerdi. Ve eğer onlara bir kötülük erişirse, Musa'yı ve onun beraberinde olanları sorumlu tutarlardı. Dikkat edin, onların kuşları (işlediklerinden doğan sonuçları) ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat tamamı bilmezler.

132- Ve: "Bizi onunla sihirlemek için ayetten her ne getirsen de biz sana inananlar değiliz" dediler.

133- Bunun üzerine biz de (zamanlara) ayrılmış ayetler olarak onların üzerine o tufanı ve o çekirgeyi ve o haşereleri ve o kurbağaları ve o kanı gönderdik. Bunlara rağmen yine de büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular.

134- Ve üzerlerine o titretici azap çöktüğünde: "Ey Musa, senin Efendinin senin yanındaki antlaşmasına göre bizim için çağrı yap. Ant olsun ki eğer bizden bu titretici azabı açarsan, kesinlikle sana inanacağız ve kesinlikle İsrailoğullarını senin beraberinde göndereceğiz" dediler.

135- O titretici azabı onlardan, (yeni bir sarsıntıya) ulaşacakları bir süre sonuna kadar açtığımızda, onlar birden yeminlerini bozuyorlardı.

136- Bunun üzerine biz de onlardan öç alarak onları o denize batırdık. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanlamışlar ve onlardan duyarsız olmuşlardı.

137- Ve zayıf bırakılmakta olan o topluluğu, orada bereketler kıldığımız o yerin doğularına ve batılarına mirasçı yaptık. Ve senin Efendinin İsrailoğullarına olan o güzelliği, direnip gayret etmeleri nedeniyle böylece tamam oldu. Ve Firavun ve topluluğunun istekle yapmakta olduğu şeyleri ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik.

138-139- 140- Ve İsrailoğullarını o denizi geçirdik. Derken kendilerine ait putların üzerine saygı ile kapanan bir topluluğa geldiler. (Musa'ya): "Ey Musa, onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap" dediler. (Musa): "Şüphesiz ki siz, bir düşüncesizlik edenler topluluğusunuz. Şüphesiz ki bunların içinde oldukları (inanç) darmadağın olmuştur ve işlemekte oldukları da geçersizdir" dedi. (Musa devamen): "O, sizi o tüm insanların üzerine üstünleştirmişken size tanrı olarak Allah'tan başkasının peşine mi düşeceğim?" dedi.

141- Ve bir zaman, oğullarınızı öldürerek, kadınlarınızı yaşatarak sizi o azabın kötüsüne süren Firavun yoldaşlarından sizi kurtarmıştık. İşte bunda size Efendinizden büyük bir yoklama vardı.

 142- Ve Musa ile otuz geceliğine sözleşme yaptık ve onu on ile tamamladık. Ve böylece onun Efendisinin belirlediği vakit kırk geceye tamam oldu. Ve Musa, kardeşi Harun'a: "Toplumumda bana ardıllık et ve düzelt ve o bozucuların yoluna uyma" dedi.

143- Ve Musa belirli vaktimiz için geldiği ve Efendisi onunla konuştuğunda. (Musa): "Ey Efendim bana görün de sana bakayım" dedi. (Allah): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak eğer o sabit kalırsa, sen de beni görebilirsin" dedi. Onun Efendisi kendisini o dağa ortaya çıkardığında, onu dümdüz yaptı ve Musa baygın halde yere düştü. Yeniden ayağa kalktığında: "Sen her türlü eksiklikten uzaksın. Sana döndüm ve ben o inananların öncüsüyüm" dedi.

144- (Rabbi): " Ey Musa, mesajlarımla ve konuşmamla seni o insanların üzerine seçtim. Artık sana verdiğim şeyi tut ve o şükredenlerden ol" dedi.

145- Ve biz ona o levhalarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin ayrıntılı bir açıklamasını yazdık. (Musa'ya) artık onu kuvvetlice tut, kendi topluluğuna da onu en güzel şekilde tutmalarını buyur. O itaatten çıkanların yurdunu yakında size göstereceğim (dedik).

146- O yerde o hak olmaksızın büyüklenenleri ayetlerimden çevireceğim. Ve eğer her ayeti görseler, ona inanmazlar. Ve eğer o olgunluğun yolunu görseler, ona yol olarak tutunmazlar. Ve eğer o azgınlığın yolunu görseler, ona yol olarak tutunurlar. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanlamışlar ve onlara karşı duyarsız olmuşlardı.

147- Ve ayetlerimizi ve sonrakinin karşılaşmasını yalanlamış olanların işledikleri, boşa gitmiştir. Onlar işlemekte oldukları şeylerden başkasıyla mı karşılıklanacaklar?

148- Ve Musa'nın topluluğu onun arkasından onların (altın gümüş gibi) süslerinden, onun böğürmesi olan bir buzağı heykeline tutundu. Onun onlarla konuşamaz ve onları doğru bir doğruya iletemez olduğunu görmediler mi? Ona tutundular ve haksızlık yapanlardan oldular. 

149- Ve (başları pişmanlıkla) ellerine düşürülüp ve kendilerinin kesinlikle saptıklarını gördüklerinde: "Ant olsun ki eğer Efendimiz bize merhamet etmez ve bağışlamazsa, kesinlikle o ziyan edenlerden oluruz" dediler.

150- Ve Musa topluluğuna, çok öfkeli kederli olduğu halde döndüğünde:"Benim arkamdan bana ne sıkıntılı ardıllık ettiniz. Rabbinizin (azap) buyruğunu hızlandırdınız mı?" dedi. Ve o levhaları (yere) attı ve kardeşinin başını tutarak onu kendisine doğru çekiyordu. (Kardeşi): "Ey annemin oğlu, şüphesiz ki bu topluluk beni zayıf düşürdü ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Artık o düşmanları bana sevindirme ve beni o haksızlığı yapanlar topluluğu ile beraber tutma" dedi.

151- (Musa): "Ey Efendim beni ve kardeşimi bağışla ve bizi rahmetine girdir. Ve sen o merhametlilerin en merhametlisisin" dedi.

152- Şüphesiz ki o buzağıya (tanrı olarak) tutunanlara bu şimdiki yaşamda Efendilerinden bir hiddet ve bir aşağılanma kavuşacaktır. Ve biz o (yalan) yakıştırıcılara işte böyle karşılık veririz.

153- Ve onlar ki o kötülükleri işlediler, sonra bunların arkasından (itaatle) döndüler ve inandılar. Şüphesiz ki senin Efendin bunların arkasından kesinlikle çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

154- Ve Musa'dan o hiddet yatıştığında o levhaları tuttu. Ve onların bir nüshasında "Efendilerinden çekinenler için bir doğruya ileten ve bir rahmet" (yazılıydı).

155- 156- Ve Musa, belirli vaktimiz için topluluğuna yetmiş adam hayırlandırdı. O şiddetli sarsıntı onları tuttuğunda: "Ey Efendim eğer dilemiş olsaydın, önceden onları da ve beni de yok ederdin. İçimizdeki o ahmakların yapmış olduğu nedeniyle bizi yok mu edeceksin? Bu senin denemenden başka bir şey değildir. Onunla sen dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen bizim yönelenimizsin, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen o bağışlayıcıların en hayırlısısın. Ve bizim için bu şimdikinde ve o sonrakinde bir güzellik yaz. Şüphesiz ki biz sana döndük" dedi. (Allah): "Azabımı dilediğime eriştiririm. Ve rahmetim her şeyi çevrelemiştir. Onu da korunanlara ve o arınmayı yerine getirenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım" dedi.

157- Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de kendisini yazılmış olarak buldukları o kitap bilgisi olmayan* o haberci elçi'ye uyarlar. (O elçi) onlara o benimsenene uygunu buyuruyor ve o yadırganandan vazgeçiriyor ve onlara o temizleri serbestleştiriyor ve o murdarları ise yasaklaştırıyor ve onlardan üzerlerinde olan ağırlıklarını ve o bağları (kaldırıp yere) koyuyor. Onlar ki ona inandılar ve onu desteklediler ve ona yardım ettiler ve onun beraberindeki indirilen o ışığa uydular. İşte onlar o arzuladığına kavuşturulanların ta kendileridir.

"El-ümmiyyun" kelimesi okuma yazma bilmemeyi değil, anasından doğduğu gibi olan yani kendilerine kitap bilgisi gelmemiş olan Arap toplumunu ifade etmektedir. Bu isim Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kendilerinden olmayan Araplara verilmiştir. Bknz Kur'an (3.20.75- 62. 2)

 158- De ki: "Ey o insanlar, şüphesiz ki ben, Allah'ın, hepinize (gönderilmiş)elçisiyim. O'ki, o göklerin ve o yerin hükümranlığı O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur, yaşatır ve öldürür. Doğruya iletilmeniz için artık Allah'a ve O'nun, Allah'a ve O'nun kelimelerine inanan (önceden) o kitap bilgisi olmayan, o haberci elçisine inanın ve ona uyun."

159- Ve Musa'nın topluluğu içinden bir toplum vardı ki onlar, o gerçeğe iletirler ve onunla da denkliği sağlarlardı.

160- Ve onları oniki torun toplumu haline parça parça olarak ayırmıştık. Musa'ya, topluluğu ondan suvarmasını istediği zaman, "Değneğini o taşa vur" diye vahyetmiştik. Birden ondan oniki su gözesi fışkırmıştı. (İsrailoğullarından olan) bütün insanlar içecek yerlerini bilmişti. Ve o bulutu üzerlerine gölgelendirmiş ve üzerlerine o kudret helvasını ve o bıldırcını indirmiş, "Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar haksızlığı bize yapmadılar, fakat haksızlığı benliklerine yapıyorlardı.

161- Ve bir zaman onlara: "O şehirde yerleşin ve nereden dilediyseniz oradan yeyin ve 'Günahlarımızı üzerimizden dök' deyin ve o kapıdan boyun eğerek girin ki, yanılgılarınızı bağışlayalım. O güzel davrananlara (karşılığını) artıracağız" denilmişti.

162- Fakat içlerinden haksızlık yapanlar, kendilerine denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, bunun üzerine biz de haksızlık yapmakta olmaları nedeniyle üzerlerine, o gökten titretici bir azap göndermiştik.

163- Ve onlardan o denizin yanı başındaki o şehirden sor. Hani onlar o dinlenme (günün)de sınırı aşıyorlardı. Balıkları, dinlenme günlerinde onlara oluk oluk gelir, dinlenme olmayan günde ise onlara gelmezdi. İtaatten çıkmakta olmaları nedeniyle onları işte böyle yokluyorduk.

164- Ve hani içlerinden bir toplum: "Allah'ın kendilerini yok edeceği veya şiddetli azapla azaplandıracağı bir topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?" demişti. (Onlar da): "Efendinize karşı bir gerekçe ve onların korunmaları için (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.

165- Ne zaman ki onunla hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, biz de o kötülükten vazgeçirenleri kurtarmış, haksızlık yapanları ise itaatten çıkmakta olmaları nedeniyle sıkıntılı azapla tutmuştuk.

166- Ne zaman ki vazgeçirildiklerinden şeyden (uzaklaşıp) baş kaldırdıklarında, onlara: "Kovalanan maymunlar olun" demiştik.

167- Ve hani senin Efendin, onların üzerlerine "o kalkışın gününe kadar, onları o azabın kötüsüne sürecek olanları kesinlikle harekete geçirecektir" diye duyurmuştu. Şüphesiz ki senin Efendin o sonuçlandıranın kesinlikle en çabuğudur. Ve şüphesiz ki O, kesinlikle çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

168- Ve onları o yerde parça parça toplumlar olarak ayırdık. Ve içlerinden o düzgün olanlar da vardır, ve içlerinden bunun aşağısında olanlar da vardır. Ve onları (bozuculuktan) dönmeleri için o güzelliklerle ve o kötülüklerle yokladık.

169- Onların arkasından o kitaba mirasçı olan, bu şimdikinin sunumunu tutan ve: "Bize bağışlanma var" diyen ve eğer onlara o sunumun bir örneği gelirse onu da tutan bir nesil onların yerine geçti. Onlardan, Allah'a karşı gerçekten başkasını söylememelerine dair kitabın yeminle bağlanmış sözü alınıp tutulmamış mıydı? Ve onda olan şeyi iyice ders almamışlar mıydı? Ve o sonraki yurt korunanlar için daha hayırlıdır. Hala bağ kurmaz mısınız?

170- Ve o kitabı sımsıkı tutan ve o kulluk görevini ayakta tutmuş olanlara gelince, şüphesiz ki  biz o düzeltenlerin ücretini kayba uğratmayız.

171- Ve bir zaman o dağı onların üstlerine o gölgelikmiş gibi çekmiştik de, onun üstlerine düşücü olduğuna (kesin) kanaat getirmişlerdi. "Korunmanız için size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve içinde olanı hatırlayın" (demiştik).

172-Ve o kalkışın gününde "Şüphesiz ki biz bundan duyarsızlardık" dersiniz diye, bir zaman senin Efendin, Ademoğullarından onların sırtlarından soylarını tutmuş ve onları benliklerine tanık yaparak: "Ben sizin Efendiniz değil miyim?" (demişti). (Onlar da): "Evet tanık olduk" demişlerdi.

173- Veya: "Atalarımız önceden ortaklaştırmışlar ve biz onların arkasından gelen bir soyduk. Geçersiz iş yapanların yaptığı nedeniyle bizi yok mu edeceksin?" dersiniz diye.

174- Ve dönmeleri için o ayetleri ayrıntılı olarak böylece açıklıyoruz.

175- Ve onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan sıyrılan, bu yüzden onu o şeytanın takip ettiği, böylelikle o azgınlardan olanın haberini peşi sıra oku.

176- Ve eğer dileseydik, kesinlikle onu onlarla yükseltirdik. Fakat o, o yere sürekli olmak istedi (şimdiki hayatı seçti) ve keyfi arzusuna uydu. Artık onun örneği o köpeğin örneği gibidir. Eğer üzerine yüklensen, dilini sarkıtıp solur veya onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlamış olan o topluluğun örneği işte böyledir. İyice düşünmeleri için onlara bu anlatıyı anlat.

177- Ayetlerimizi yalanlamış ve benliklerine haksızlık yapmakta olan o topluluk örnek olarak ne kötüdür.

178- Allah kimi doğruya iletirse, o doğruya iletilmiş olur. Ve kimi de saptırırsa, işte onlar o ziyan edenlerin ta kendileridir.

179- Ve ant olsun ki, o cin ve o insandan bir çoğunu (işlediklerinin sonucunda) cehenneme yaydık. Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar. Ve onların gözleri vardır onlarla görmezler. Ve onların kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar o hayvanlar gibidir, hayır onlar daha da sapkındırlar. İşte onlar o duyarsızların ta kendileridir.

180- Ve o en güzel isimler Allah'ındır. Öyleyse O'na onlarla çağrı yapın. ve O'nun isimlerinde eğriltme yapanları bırakın. Onlar işlemekte oldukları şeylerin karşılığını yakında görecekler.

181- Ve takdir ettiklerimiz içinde bir toplum vardır ki onlar o gerçeğe iletirler ve onunla da denkliği sağlarlar.

182- Ve ayetlerimizi yalanlamış olanları bilemeyecekleri yerden kademe kademe (azaba) yaklaştıracağız.

183- Ve onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz ki benim plânım sağlamdır.

184- Arkadaşlarında cinnetten bir eser olmadığını düşünmezler mi? O, bir açıklayan uyarıcıdan başkası değildir.

185- O göklerin ve o yerin hükümranlığına ve Allah'ın takdir ettiği herhangi bir şeye ve süre sonlarının (günbegün) yaklaşmış olmasına bakmazlar mı? Artık bundan sonra hangi bir olaya inanacaklar?

186- Allah kimi saptırırsa, artık onu bir yola ileten yoktur. Ve onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakır.

187- Sana: "Onun sabitleşmesi (gerçekleşmesi) ne zaman?" diye o saatten soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, ancak ve ancak Efendimin yanındadır. O'ndan başkası onun vaktini ortaya çıkaramaz. (O saat) o göklerdekilere ve o yerdeilere ağır gelmiştir. Size bir andan başka şekilde gelmez." Sen ondan bilgi sahibiymişin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat o insanların tamamı bilmezler."

188- De ki: "Allah dilemedikçe benliğim için ne bir fayda vermeye ve ne de bir zorluk vermeye hükümran değilim. Ve eğer ben o algılanamayananı bilmiş olsaydım, o takdirde kesinlikle maldan* çoğaltmak isterdim ve bana o kötülük de dokunmazdı. Ben inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve bir müjdeciden başkası değilim."

*El-hayr kelimesine "Mal" anlamı vermek gerekçemiz, Bakara s. 180. ayetindeki geçişindeki anlamına binaendir.

189- O, sizi bir tek benlikten* takdir eden ve ondan da onunla sakinleşmesi için eşini yaratandır. Eşini kaplayınca (cinsel ilişki kurduğunda eşi) hafif bir yük yüklendi, böylece onunla belirli bir zaman geçti. Artık ağırlaştığında (doğumu yaklaştığında) ikisi Efendileri Allah'a: "Any olsun ki eğer bize düzgün halde (bir çocuk) verirsen, kesinlikle o şükredenlerden olacağız" diye çağrı yaptılar.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre Adem ile başlamaktadır. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

190- Fakat ikisine düzgün halde (bir çocuk) verdiğinde, ikisine verdiği şeyde O'na ortaklar kıldılar. Oysa Allah onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden yücedir.

191- Hiçbir şey takdir edemez, üstelik kendileri de takdir edilmiş olanları mı ortaklaştırıyorlar?

192- Oysa (ortak koştukları) onlara bir yardıma ve kendi benliklerine bile yardım etmeye güç yetiremezler.

193- Ve eğer onları o doğruya iletene çağıracak olsanız, size uymazlar. Onları çağırmış olsanız da, susmuş olsanız da sizin için denktir.

194- Şüphesiz ki Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız, sizin örnekleriniz gibi kullardır. Öyleyse doğru söyleyenlerseniz, çağırın onları da size cevap versinler. 

195- Onların ayakları mı var onlarla yürüyorlar? Yoksa onların elleri mi var onlarla yakalıyorlar? Yoksa onların gözleri mi var onlarla görüyorlar? Yoksa onların kulakları mı var onlarla işitiyorlar? De ki: "Çağırın ortaklarınızı sonra bana plân kurun bana sakın baktırmayın."

196- Şüphesiz ki benim yönelenim o kitabı indiren Allah'tır. Ve O, o düzgünlerin yönelenidir.

197- Ve O'nun aşağısından çağırmakta olduklarınız size yardıma ve kendi benliklerine bile yardım etmeye güç yetiremezler.

198- Ve eğer onları o doğruya iletene çağıracak olsanız, işitmezler. Ve onları sana bakıyorlar olarak görürsün, oysa onlar görmezler.

199- Sen (hataları) o silme (yolunu) tut ve benimseneni buyur ve o düşüncesizlerden yana kayıtsız kal.

200- Ve eğer sana o şeytandan bir dürtü seni dürtüklerse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

201- Şüphesiz ki korunanlara o şeytandan bir dolaşıcı dokunduğu zaman, onlar hatırlarlar ve birden (gerçeği) görürler.

202- Onların (şeytanların) kardeşleri, onlara o azgınlığa uzatırlar, sonra da kısaltmazlar.

203- Ve onlara bir delil getirmediğin zaman: "Onu sen derleyip toplamalı değil miydin?" derler. De ki: "Ben ancak ve ancak Efendimden bana vahyedilen şeye uyuyorum. Bu, Efendinizden inanan bir topluluk için doğruyu görmeler ve bir doğruya iletici ve bir rahmettir."

204- Ve bu okunan (Kur'an) okunduğu zaman, merhamet olunmanız için, artık onu dinleyin ve susun.

205- Ve Efendini o sözden yükseğin aşağısından sabah akşam, yalvarıp yakararak ve kaygılanarak benliğinde hatırla ve o duyarsızlardan olma.

206- Şüphesiz ki senin Efendinin yanında olanlar O'na kulluk etmekten büyüklük taslamazlar ve O'nu her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve O'na boyun eğerler.