Çeşit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çeşit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2018 Perşembe

Bakara s. 61. Ayeti: Tek Çeşit Yemeğe Katlanamayan İsrailoğulları'nın Karşılaştığı Toplumsal Yasanın Bize Dönük Mesajı üzerine

Bakara s. içinde geçen bazı ayetlerde, Firavun zulmünden kurtulan İsrailoğulları'nın yaşadıkları hayattan bazı kesitler sunulmaktadır. Kur'an içinde İsrailoğulları ile ilgili olarak yapılan bu anlatımlar, sadece tarihi bir olayı anlatmayı değil, toplumsal yasaların yeryüzünde nasıl işlediğini canlı örnekler olarak görmemizi ve ibret almamızı amaçlamaktadır.

Bakara s. 61. ayetinde İsrailoğulları'nın tek çeşit yemeğe dayanamayacaklarını Musa (a.s) a şikayet ederek, ondan başka yiyecekler vermesi için Allah'a dua etmesini istediklerini, bu isteklerinin sonucunda onların ZİLLET ve MESKENET olarak beyan edilen bir duruma düştüklerini görmekteyiz. Onların düştükleri bu durumun dikkatlice irdelenmesi, aynı zamanda biz Müslümanların bugün içinde bulunduğu durumun sebebinin de ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

Çünkü İsrailoğulları'nın düştüğü durum, SÜNNETULLAH olarak bildiğimiz, Allah'ın yeryüzüne koyduğu değişmez toplumsal yasaların bir sonucu olup, bu yasalar sadece özel bir toplum için değil, bütün toplumlar için geçerlidir. 

İsrailoğulları'nın Firavun zulmünden kurtulduktan sonra yerleştiği coğrafyanın nasıl olduğunu yine Bakara suresi içindeki ayetlerinden öğrenmek mümkündür.

----Bakara s. 57- (Güneşin yakıcılığından koruması için) bulutu üzerinize gölge yaptık. Kudret helvası ve Bıldırcın ikram ettik. Size rızık olarak verdiğimiz bu güzel ve hoş şeylerden yiyin (dedik). (Verdiğimiz bunca ikrama karşılık şükretmek yerine nankörlük etmeyi seçtiklerinde) yaptıkları yanlış bize değil, kendilerine karşı yaptıkları bir yanlış oldu.

----Bakara s. 60- Bir zaman Musa kavminin su ihtiyacını temin etmek istemişti. Ona, "Asanı kayalığa vurdedik. Bunun üzerine on iki gözeden su fışkırdı. Kavminin on iki kola ayrılmış olan insanları su içecekleri yeri bildi. Allah'ın size verdiği rızık olarak (çıkan suyun yetiştirdiklerinden) yiyin ve için, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın.

Bu ayetleri dikkate aldığımızda, İsrailoğulları'nın yerleştiği topraklar, güneşin yakıcı sıcağının bol, ve suyun kıt olduğu bir konuma sahiptir. 

Bakara s. 60. ayetinde İsrailoğulları'nın suya nasıl kavuştuğu anlatılmakta, bu kavuşmalarının ise, Musa (a.s) ın asasını kayalara vurması neticesinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. İlk bakışta asanın sihirli bir değnek vazifesi gördüğü gibi bir anlayış ortaya çıksa da, asanın sembolik anlamını dikkate aldığımızda, su arayışının bir gayret ve çalışma neticesinde olduğu anlaşılabilir şöyle ki;

Asa olarak bildiğimiz obje, herkesin malumunca yönetim sahiplerinin elinde bulunmakta ve onların gücüün temsil etmektedir. Musa (a.s) bulunduğu toplumun lideri olması nedeniyle toplumunu su bulmak için yönlendirmekte, su arayışı için onların çalışmasını sağlamaktadır. Bu durumu dikkate aldığımızda, suyun bulunmasının Musa (a.s) ın liderliğinde o toplumun bireylerinin su için toprağı kazmaları neticesinde olduğu anlaşılacaktır.

Suyun kıt olduğu bir zamanda buldukları Men ve Selva olarak isimlendirilen yiyeceklere ilaveten, suyun bol olduğu topraklarda yetişen sebzeleri yetiştirebilme imkanına kavuşan İsrailoğulları, bu imkanı kullanmak yerine tembellik ederek, bu yiyecekleri kendilerine Allah'ın vermesini istemekle toplumsal bir yasanın üzerlerinde işlemesine sebep olmanın adımını atmaktadırlar.

----Bakara s. 61- Bir zaman, "Ey Musa, biz her gün (Kudret helvası ve Bıldırcın gibi) aynı yiyecekleri yemeye asla tahammül edemeyiz, Rabbine bizim için dua et de toprakta yetişen sebze, salatalık, sarımsak, mercimek ve soğan (gibi yiyecekler) çıkarsın" demiştiniz. (Musa bu isteğinize karşılık size), "Daha hayırlı olan (özgürlüğü), daha aşağı olan (esaret, soykırım ve zulüm) ile mi değiştirmek istiyorsunuz?. (Esaret, soykırım ve zulüm gördüğünüz) Mısır'a geri dönün orada bu istediklerinizi bulabilirsiniz" Dedi. (Yaptıkları bu nankörlüğün ve tembelliğin karşılığı olarak) onlar aşağılık ve fakir hale düşerek, düşmanlarının esareti altında yaşamaya mahkum ve Allah'ın gazabına layık bir duruma düştüler. Çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar, nebileri haklı bir gerekçeye dayanmadan öldürüyorlardı.

Halbuki asıl yapmaları gereken şey, toprağı gereği gibi ekip biçmek sureti ile istedikleri yiyecekleri kendilerinin yetişmeleri iken, bunu yapmayarak tembellik etmeleri ve bu isteklerinin Allah tarafından karşılanmasını istemeleri, onların Allah'ı haşa IRGAT olarak görerek, büyük bir hata işlemelerine sebep olmuştur.

Allah (c.c) yeryüzüne koyduğu yasa, toprağın ekip biçilerek insanların yiyeceklerini kendilerinin temin etmeleridir. Allah (c.c) sadece bu iş için gerekli olan suyu onlara gökten indirmek sureti ile yardım eder. Kendisi inerek kulları için asla ırgatlık yapmaz. Misal gerekirse, unu yağı şekeri kullarının önüne koyar, helva yapmalarını onlardan ister, kendisi kulları için helva yapmaz. 

İsrailoğullarının yaşadığı bu olay sadece tarihte geçmiş yaşanmış bitmiş olay olarak bizlere anlatıldığı sanılıyor ise, Kur'an'ın yaşanan hayatlara dair olan mesajı gereğince anlaşılmamış olacaktır. Kur'an bizlere böyle bir olayı anlatmakla zımnen, "Sizler de böyle yapmayın Allah'ı ırgat ve yanaşma olarak görmeyin, onun size sunduğu imkanları kullanarak çalışın gayret edin bu yolla başarıya ulaşın" demektedir.

Bizler bu olayı okuyarak şöyle bir mesajı çıkarmak, ve bu mesajı hayatımız ile ilgili bütün durumlarda uygulamak zorundayız.

Allah (c.c), içinde bulunduğumuz bazı sıkıntılı durumlardan kurtulmamız için, çalışmayı ve gayret etmeyi şart koşmuştur. Sadece el açıp kuru kuru dua etmek, içinde bulunduğumuz sıkıntılardan kurtulmamız için yeterli değildir. Öncelikle Fiili Dua olarak niteleyebileceğimiz çalışmak ve gayret etmek, sonrasında ise Kavli Dua yapılmalıdır.


                                 "Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;
                                  Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? 
                                                                                      Mehmet Akif Ersoy

Fiili duayı terk ederek sadece kavli duaya yönelmenin karşılığı Kur'an içinde ZİLLET ve MESKENET olarak bildirilmektedir. Bugün biz Müslümanların düştüğü durumun nedenlerine dikkat ettiğimizde, geçmişte tembellik ederek Allah'ı ırgat olarak gören İsrailoğulları'nın düştüğü durumun nedenlerinin aynısının yattığını görebiliriz.

Yine Mehmet Akif Ersoy'un şu dizeleri içinde bulunduğumuz içler acısı durumu veciz biçimde anlatmaktadır;

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!(… hizmetçin iken)
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! (Senin işlerini yapan Allah değil mi…)
Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir!(Onun nimetler hazinesi senin veznendir)
Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek! (… kâfirleri yerle bir edecek)
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
” Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O´na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; (….. veznedarın O)
Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. (Aile doktoru, …)
Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu!Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete… Ha?
Kur'an eğer iman edenlerin hayatlarını yönlendiren bir kitap olarak görülse idi, bizden önceki nesillerin başlarına gelen olaylar masal olarak değil, ibretli yaşam gerçekleri olarak görülür, ve ona göre bir yol haritası çizilebilirdi. Fakat öyle olmamış, Kur'an raflara çıkarılmış belirli gün ve gecelerde hayata dair ne söylediği umursanmayacak bir kitap haline düşürülmüştür.

Bugün Müslümanların bir çoğu, içinde bulunduğu sıkıntılı durumlardan kurtulmanın yolunun Allah'ın bir ırgat ve yanaşma gibi görülen bir kişi mesabesine konulmasından geçtiğini zannederek, yattığı yerden ona emretmektedir. Kalın kalın dua kitaplarını, cüppeli sakallı din baronlarının sırlı, zırhlı, meşhur dualar olarak söylediği duaları okumak maalesef hiç bir fayda sağlamamakta, sadece bu kitapları basanlar için maddi bir sömürü aracı olmaktadır.

İçinde bulunduğumuz zillet ve meskenet durumundan kurtulmanın yolu, Sünnetullah denilen toplumsal yasaların bütün kişi ve toplumlar üzerinde eşit olarak işlediğinin, kimliğimizin Müslüman olmasının bizlere, Allah katında torpilli kul muamelesi yapılmasını gerektirmediğinin bilinmesi, atılacak adımların ilki olmalıdır.

Sonuç olarak;  
ZİLLET ve MESKENET olarak beyan edilen sosyal, siyasal, iktisadi, askeri ve ekonomik yönden zayıf duruma düşmek, kişi ve toplumların yaptığı yanlışların sonucu olup, dün İsrailoğulları üzerinde işleyen yasalar, bugün biz Müslümanlar üzerinde işlemektedir. İçinde bulunduğumuz sıkıntı ve ihtiyaçlarımızın giderilmesinin yolu, o sıkıntıların giderilmesi yolunda adımlar atmaktan başka değildir. Adım atmadan sadece oturduğumuz yerden Allah'ın yardımını talep etmek, beyhude bir yorgunluktan başka bir şeye yaramayacaktır.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


2 Temmuz 2015 Perşembe

Tek Çeşit Yemeğe Dayanamayan İsrailoğulları ve Tek Kitaba Dayanamayan Müslümanlar

Kur'an'ın İsrailoğulları ile ilgili anlatımları, onların ne menem bir kavim olduklarından çok, Allah(c.c)'nin arz üzerine koymuş olduğu toplumsal yasaların yani Sünnetullah'ın işleyişinin nasıl ve hangi şartlarda gerçekleştiğinin pratik hayat üzerinden sonrakilere gösterilmesi amacına matuftur. İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece onlara hasredilerek okunması, bu anlatımların maalesef masal mesabesinde kalmasına sebep olmuş ve bizlere dair herhangi bir mesajı olabileceği ihtimali pek düşünülmemiştir.

İsrailoğulları ile ilgili yazılarımızda, ilgili ayetlerin bize dönük mesajını okumaya gayret ederek gerekli derslerin çıkarılması yönünde okumalar yapmaya çalıştığımızı hatırlatarak, "BAKARA 61 ayetinin bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.

Konumuz olan ayetlere kadar geçen süreci kısaca hatırlayacak olursak; Firavun'un zulmünden Musa(a.s) ve Harun(a.s) önderliğinde kurtulan İsrailoğulları, denizin karşı kıyısına geçmişler ve orada yaşam sürmeye başlamışlardır. BAKARA 57 ayetinde, onların yaşamlarını rahat bir biçimde idame ettirebilmeleri için onlara verilen nimetler şöyle beyan edilmektedir.

[002.057] Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.

BAKARA 57 ayetinde, İsrailoğulları denizin karşı kıyısında, "elmenne vesselva" olarak haber verilen ve meallerde "bıldırcın ve kudret helvası" olarak çevrilen gıdalar ile rızıklandırıldıkları bildirilmektedir. "Menne" kelimesi Kur'an'da başka ayetlerde de geçmekte olup "verilen nimetin kişiye hatırlatılması" gibi bir anlama sahiptir. "Selva" ise "kişiyi avunduran şey" anlamına sahip bir kelimedir. Tefsirlere baktığımızda bunların ne olduğu konusunda bir takım farklı görüşler serdedilmiş olsa da, İsrailoğulları'nın hayatiyetini devam ettirebilmeleri için gerekli olan yiyeceği temin ettiklerini anlamak mümkündür.

Ancak bu yiyecekler onları zamanla bıktırmış ve Musa(a.s)'dan şöyle bir istekte bulunmuşlardır;

[002.061] Siz (ise şöyle) demiştiniz: «Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.» (O zaman Musa da) «Hayırlı olanı, şu değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır.» demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi: (yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.

İsrailoğulları'nın bu istekleri karşısında, Musa(a.s) onlara eski günlerini hatırlatarak içinde bulundukları durumun kıymetini bilmeleri ve nankörlük etmemeleri yönünde uyarılarda bulunmaktadır.

Ayet içinde geçen "ihbitu Mısran" (Mısır'a inin) ibaresinden yola çıkarak, ayetin bize dönük nasıl bir mesajı olabileceğini okumak mümkündür. Neden "izhebu Mısran" (Mısır'a gidin) denilmedi de böyle bir kelime kullanıldı?

"Hubut" kelimesi "bir taşın yukarıdan aşağıya düşüşü"nü ifade etmektedir. Bu kelime alçaltılmaya dikkat çekilen yerlerde kullanılmaktadır. Musa(a.s)'ın böyle bir ifade kullanmış olması, İsrailoğulları'nın önceden çektiği sıkıntıları hatırlatmak ve oraya dönüldüğü takdirde aynı sıkıntılar ile karşı karşıya kalabileceklerinin hatırlatılması olarak anlaşılabilir.

Peki bu ayet bizlere nasıl bir mesaj içermektedir?

İsrailoğulları'nın Firavun zulmünden kurtulduktan sonra denizin karşı kıyısında onurlu ve özgür bir hayata kavuştuklarını görmekteyiz. Ancak bu hayata kavuşmak için yıllarca mücadele edip bir takım bedeller ödemişlerdir. Musa(a.s) kıssasının Firavun'un boğulma sürecine kadar geçen zamanın anlatıldığı ayetlerine baktığımızda, bu mücadele açık ve net olarak görülmektedir. YUNUS 87 ayeti bu mücadelenin nasıl olması gerektiğini beyan etmektedir.

Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur; İsrailoğulları'nın birlik ve beraberlik içinde hareket etmiş olmalarıdır. Her ne kadar içlerinde bir takım çatlak sesler çıkmış olsa da, ki bu tür çatlak sesler her toplumda çıkabilir, esas olan sağlam seslerin çatlak sesleri bastırarak inisiyatifi onlara bırakmamasıdır. Musa(a.s) ve kardeşinin önderliğinde tek bir vücut olan İsrailoğulları, girdikleri bu mücadeleden başarı ile çıkmaya hak kazanmışlardır.

Rehavet, atalet ve nankörlük gibi olumsuzluklar kişilerin ve bu kişilerin oluşturdukları toplulukların en amansız düşmanıdır. "Men ve selva"yı İsrailoğulları'na bahşeden Allah(c.c), dileseydi İsrailoğulları'na daha çeşitli rızıklar da verebilirdi. Ancak bunları vererek onları bir nevi denemeye tutmuştur.

"Bir çeşit yemek" üzerinden verilmek istenen mesajı, herkesin aynı durum üzerinde olması yani bir çeşit birlik ve beraberlik içinde olmaları şeklinde okumak mümkündür. Toplumların refah, istikrar, düzen, emniyet ve güven içinde olmaları aralarındaki birlik ve beraberlik ile mümkündür. Tersi durumlar toplumların yıkılışlarını hazırlayan unsurların başında gelmektedir.

İsrailoğulları'nın Musa(a.s)'dan farklı yiyecekler istemiş olmasının bize dönük mesajını, içlerinde olan fırkacılık ve bölünme isteği olarak okumak mümkündür.

[028.004] Doğrusu Firavun, ülkesinde (Mısır’da) zorbalık yaptı, büyüklük tasladı. Halkını çeşitli fırkalara ayırdı. Onlardan bir topluluğu, erkek evlatlarını kesmek, kız evlatlarını ise hayatta bırakmak suretiyle özellikle zayıflatmak istiyordu. O, bozguncunun teki idi.

Musa(a.s) "bir çeşit yemeğe" dayanamayan yani birlik ve beraberlik içinde olmaya dayanamayan İsrailoğulları'na eski günlerini hatırlatarak, fırkalaştıkları takdirde başlarına geleceklerini hatırlatmıştır. BAKARA 61 ayetinin devamında İsrailoğulları'nın Musa(a.s)'ın bu ikazlarına aldırmayarak yanlışa saptıkları ve sonucunda "Zillet ve Meskenet" damgası vurulduğu beyan edilmektedir.

"Zillet ve Meskenet" damgası, toplumsal bir yasa yani Allah(c.c)'nin değişmeyen bir sünneti olarak İsrailoğulları'nda ortaya çıkmış. Bu yasanın tekrarı bugün biz Müslümanlar üzerinde de işlemektedir.

Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman çerçevesine baktığımızda, risalet görevini üstlenmesinden vefatına kadar geçen zaman içerisinde, ona Rabbi tarafından önerilen mücadele metodunu taviz vermeden uygulamış, o ve ashabı çıkarıldıkları şehre galipler olarak geri dönmüşlerdir. Müslümanların bu galibiyeti; Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların gereğini 23 sene boyunca yerine getirmiş olmaları neticesinde idi.

Bu galibiyette en önemli unsur; birlik, beraberlik, tek bir önder ve tek bir Kitap'a bağlı kalarak, yani olayı İsrailoğulları ile bağlantılı düşünürsek "TEK BİR ÇEŞİT YEMEĞE" sabretmeleri neticesinde idi.

Toplumları ayakta tutan en önemli faktörlerden birisi; sahip oldukları değerlere toptan yapışmalarıdır. Toplumlar, kendi içlerinde başka değerler üretip bunlara yapışmaya başladıkları zaman çöküş başlamış demektir.

[023.052-53] İşte sizin ümmetiniz bir tek olan ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim: öyleyse benden korkup-sakının. Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

[030.032] Onlardan ki dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır, her hizib kendilerindekine güvenmektedir

Resulullah hayatta iken "TEK BİR YEMEĞE" yani "TEK BİR KAYNAĞA" sabreden ve ona yapışan Müslümanlar, onun vefatının sonrasında tıpkı İsrailoğulları gibi "TEK BİR YEMEĞE DAYANAMAYACAĞIZ" yani "TEK BİR KİTAP'A DAYANAMAYACAĞIZ" diyerek ve farklı kitaplar üreterek, bu kitaplar doğrultusunda inançlar edinmeye başlamışlardır. Bu durum sonuç olarak fırkalaşmayı beraberinde getirmiştir.

[003.103] Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealine baktığımızda, Allah(c.c)'nin ipine sarılınması sonucunda düşmanlıkların bittiği ve kalplerin uzlaştığı beyan edilmektedir. Ayeti tersinden okuduğumuzda, Allah(c.c)'nin ipine sarılmadığımız zaman uzlaşan kalplerin düşmanlığa dönüşmesi durumu söz konusudur, ki bugün içinde bulunduğumuz hal bunun apaçık göstergesidir.

"TEK KİTAP'A DAYANAMAYAN" bizler, dinimizi farklı kitaplar, kişiler ve mezheplerin belirlediği şekilde anlamaya ve yaşamaya başladıktan sonra, İsrailoğulları'na vurulan "ZİLLET ve MESKENET" damgası bize de vurulmuştur. Bu durum kaçınılmaz yasa olup bundan kurtulmanın tek çaresi "TEK KİTAP'A DAYANMAK"tan geçmektedir.

Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yüzyıllardır kan, gözyaşı ve zulmün dinmemesinin sebebi; bizlerin fırka fırka olarak, bizim fırkamızın haricindekileri en azılı düşman görmemizden kaynaklanmaktadır. En azılı düşman olarak görülmesi gerekenler, bizlere birbirimizi vurmak için silah imal ederek, onları satıp hem maddi olarak kazanç elde etmekte, hem de kendileri savaşarak kaybedecekleri insan gücünden tasarruf etmektedirler.

"Zillet ve Meskenet" damgasının vurulması bir yasaya tabi ise, ki tabidir, bundan kurtulmanın çaresi de bir yasaya tabidir. Bu yasanın işlemesi ise bu duruma düşme sebebi olan fırkalaşmayı terk ederek tek bir Kitap etrafında birleşmekten geçmektedir. Bunu yapmadığımız müddetçe bizler her zaman her yerde zulme uğrayan, birbirini öldürmekten zevk alan bir toplum olarak yeryüzünde zulüm altında inleyerek yaşamaya devam ederiz.

Sonuç olarak; Sünnetullah denilen "toplumsal yasaların işleyişi", Kur'an'da İsrailoğulları üzerinden bizlere gösterilmiş, onların yaşamış olduğu olumlu ve olumsuz örneklikler bizlere anlatılarak ders çıkarmamız istenmiştir. Zillet ve Meskenet damgasının vurulma yasası olarak BAKARA 61 ayetinde İsrailoğulları "TEK BİR ÇEŞİT YEMEĞE" dayanamadıklarını söyleyerek farklı yiyecekler istemişlerdir. Bu ayetin bize dönük mesajını okuduğumuzda, "Zillet ve Meskenet" damgasının vurulmasının "TEK BİR KİTAP'A DAYANAMAMAK" olduğu ve bugün Müslüman coğrafyası olarak içinde bulunduğumuz durumun sebebinin bu olduğu anlaşılacaktır. Bu durumun tersi olan "Güven ve Emniyet" yasasının işlemesi için birlik ve beraberlik içinde olmak gerekmekte olup bunun yolu da "TEK BİR KİTAP'A DAYANMAK" yani Kur'an'a sarılmak, diğer bütün kitapları terketmekten geçmektedir. Bunun tersi durum yani farklı hiziplere ve kitaplara bölünmüş Müslümanların oluşturduğu toplum, yıkımdan kurtulamayacak ve kafirlerin elinde oyuncak olmaya devam edecektir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.