Cezasının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cezasının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2017 Salı

İbni Kuteybe'nin Recm Cezasını Savunması ve Recm Cezasının Ret Edilmesinin Tarihi Temelleri

Türkiye genelinde Kur'an merkezli din anlayışının rağbet görmeye başlaması ile, rivayet kültürünün empoze ettiği din anlayışı yeniden sorgulanmaya başlanmış, Kur'an ile çeliştiği düşünülen bazı konular, yeniden Kur'an merkezli anlama konusunda gayretlere girilmiştir. Bu sorgulama rivayet kültürünü savunan kimseler tarafından tepki ile karşılanarak, Şimdiye kadar bunları sizden başka kimse düşünmedi de siz mi düşündünüz? şeklinde itirazlara rastlanmaktadır. 

Recm cezası adı ile bildiğimiz ve İslam hukukunda zina eden evli kadın ve erkeğe verilecek olan taşlanarak öldürme cezasının, Kur'an tarafından emredilmediğini iddia edenler ile, bu cezanın Muhammed (a.s) tarafından uygulandığını iddia edenler arasında şiddetli tartışmalar yapıldığı herkesçe malumdur. Recm cezasını savunan kimseler, bu cezayı ret etmenin yeni yeni ortaya çıktığını, İslam tarihinde bu cezayı şimdiye kadar ret eden hiç kimsenin çıkmadığını iddia etmek sureti ile, bu cezayı savunma yoluna gitmektedirler.

Bu yazımızda İslam tarihinde bu cezayı kimsenin ret etmediği iddialarını ele alarak, İbni Kuteybe'nin Hadis Müdafaası adı ile Türkçeye çevrilen Tevilu Muhteliful Hadis adlı kitabından bir bölüm sunmaya, ve recm cezasını ret etmenin tarihi temelleri üzerinde durmaya çalışacağız.

İbni Kuteybe, hicri 213- 276 , miladi 828-889 yılları arasında yaşamış bir alimdir. Günümüzden yaklaşık 1200 yıl önce yaşamış olan bu alim, Hadis Müdafaası adı ile çevrilen kitabının 303-304. sayfalarında 44 numaralı bahiste açtığı başlıkta, recm cezasını ret edenlere karşı bir takım itirazi deliller sunmaktadır. Bu cezayı savunmak için kullandığı delilleri ele almadan önce, onun böyle bir savunma yapmak ihtiyacı duymasına, neyin sebep olduğu üzerinde durmak istiyoruz.

Bugün recm cezasının savunan kimselerin kullandığı argümanlardan bir tanesi, bu cezanın şimdiye kadar hiç bir kimse tarafından ret edilmediği yönünde olup, recm cezasını ret eden kimselerin yeni yeni ortaya çıktığı yönündedir. İbni Kuteybe neden böyle savunma yapma ihtiyacı duymuştur? sorusunu sorduğumuz zaman alacağımız cevap, Demek ki onun yaşadığı zaman içinde yani 1200 yıl önce, recm cezasının olmadığını iddia eden bazı kimseler varmış olacaktır.

Bu da göstermektedir ki, recm cezası en az 1200 yıl öncesinden beri ret edilmekte, bu cezanın Kur'an tarafından onaylanan bir ceza olmadığı iddiası, o zaman içinde yaşayan bazı Müslüman alimler tarafından da dile getirilmekteydi.

Bu noktada 1200 yıl öncesinden beri bu cezanın Kur'an tarafından onay almayan bir ceza olduğunu dile getirenlerin söylemlerinin ve eserlerinin acaba bugüne kadar neden ulaşmadığı, yüzlerce yıl önce yazılan İslami eserlerin hiç birinde recm cezasının ret edilmesine dair bilgilerin neden olmadığı sorusu akla gelecektir.

Bunun cevabını İslam dünyasında baskın olan düşüncenin Ehli sünnet  olması ve bu düşüncenin söylemini rivayet merkezli din algısının oluşturduğunu dikkate aldığımızda verebiliriz. Rivayet merkezli din algısı, kendi düşüncesinin karşısında olan her düşünceyi ve bu düşünce sahiplerinin sesini kısmak için elinden gelen baskıyı yapmak sureti ile, Kur'an merkezli bir söyleme sahip olanların bir şekilde kökünü kazıma yoluna gitmiş, ve bu konuda da başarılı olarak, bugüne kadar kendilerine muhalif olan eserlerin bize kadar ulaşmasına engel olmuştur. 

Bu durumun sadece recm konusu ile sınırlı olduğunu söylemek zordur. Rivayet kültürünün oluşturduğu ve Kur'an ile çeliştiği düşünülen konuların, o zamanlarda dahi itiraza sebep olduğunu söylemek mümkündür. Yüzlerce yıl öncesinde muhalif seslere meydan bırakmayarak onların seslerini kısmak için çalışanlar, bu konuda başarılı olmuş, bugün bu düşünceye muhalif olarak yükselen sesleri kısmak için, Şimdiye kadar bunu sizden önce kimse düşünmemiş te siz mi düşünüyorsunuz? şeklinde seslerin yükselmesine, yüzlerce yıl öncesinden zemin hazırlamışlardır.

İbni Kuteybe'nin adı geçen eserinde recm cezasını savunmak için kullandığı delil hakkında şunları söyleyebiliriz;

İbni Kuteybe, recm cezasını ret edenlerin Nisa s. 25. ayetinde, Eğer bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar üzerine gerekli olan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir  buyurulmuş olmasını delil olarak getirdiklerini, onların bu ayete dayanarak, Recm cezası ise insanı öldürüp telef etmektir, ve parçalanma kabul etmez. O halde hür kadına verilen cezanın yarısı cariyeye nasıl verilir? şeklinde konuştuklarını söylemektedir. 

Recm cezasını ret eden kişinin ismi olduğunu tahmin ettiğimiz Ebu Muhammed  adlı kişinin, Nisa s. 25. ayetinde geçen El muhsanat teriminin Evli Kadınlar anlamına geldiğini iddia ettiğini, ve bu nedenle evli kadınların cezasının değnek cezası olduğunu öne sürdüğünü söylemektedir.

İbni Kuteybe, recm cezasına karşı getirilen itiraza karşı, kendisinin itirazını şu şekilde getirmektedir;

Biz deriz ki: El Muhsanat eğer burada "evli kadınlar" anlamında olsaydı, dedikleri doğru olurdu. Ve bu delil geçerli olurdu. El Muhsanat ise burada "Bekar hür kadınlar" dan başkası değildir. Bakire oldukları halde onlara El Muhsanat ( Evli Kadınlar) denmiştir. Çünkü ihsan (evlilik) hür kadınlara mahsustur ve onlarla evlenilir. Cariyeler ile evlilik (akdi) olmaz. Sanki Allah (c.c) "Kendilerine hür kadınlar üzerine verilmesi gereken cezanın yarısı verilmelidir" derken, hür kadınlar ile bakire kadınları kast etmiştir.

Bizim El Muhsanat hakkında yapmış olduğumuz "El Muhsenat bu ayette bakire ve hür kadınlar demektir " şeklindeki tevilimizi destekleyen diğer bir şahid de,  Allahu Teala nın diğer bir yerdeki "İçinizden iman etmiş hür kadınlar ile evlenmeye gücü yetmeyen kimse malik olduğunuz iman etmiş genç kızlarınız (olan cariyeler) den alsın" (Nisa s. 25) ayetidir. El Muhsanat burada hür olan kadınlardır. Buradaki El Muhsanatın "evli kadınlar" olması caiz değildir. Çünkü evli kadınlar tekrar nikah edilemez.

İbni Kuteybe'nin Nisa s. 25. ayetinde geçen, El Muhsanat  terimi üzerinden getirdiği itiraz haklıdır. Bu terim, ilgili ayette Bekar hür kadınlar anlamında kullanılmaktadır. Ancak İbni Kuteybe, eserinin adından da anlaşılacağı üzere, recm konusunda objektif bir yaklaşım sergilemeyerek, zina eden evli kadın ve erkeğe verilecek olan cezanın recm olduğunu ispatlamak amaçlı taraflı bir yaklaşım sergilediği için, Nur suresi içinde bu konu ile ilgili ayetleri hesaba bile katmamaktadır.

İslam hukukunda genel geçer düşünce, Nur suresi 2. ayetinde zina eden kadın ve erkeğe verilmesi emredilen 100 sopa cezasının bekar kadın ve erkek için olduğu, Kur'an'ın evli kadın ve erkeğin zina cezası konusunda bir beyanı olmadığı için, bu cezanın sünnet tarafından uygulanan recm edilerek öldürme şeklinde olması gerektiği yönündedir.

Halbuki zina cezası konusu rivayetlerin belirlediği bir cezanın doğru olduğunu tasdikletmek amaçlı değil de, Kur'an'ın bu konudaki beyanı esas alınarak, Nur suresi doğru olarak okunduğunda 4. ve 9. ayetlerinde, evli kadın için verilmesi gereken cezanın da 100 sopa cezası olduğu ortaya çıkacaktır. Bu konu ile ilgili daha önceden ayrı bir çalışma yaptığımız için, yaptığımız çalışma yazısının linkini vermek ile yetineceğiz. Bu konudaki çalışmamızı okumak isteyenler alttaki linki açabilir.

https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/02/recm-cezasn-red-etmek-degil-kabul-etmek.html

Sonuç Olarak; Bu çalışmayı yapma amacımız, recm cezasının ret edilmesinin daha dün çıktığı iddia edilen Kur'an merkezli din anlayışı savunucuları tarafından değil, 1200 yıl öncesinden de var olduğunu göstermek, bu konuda bazı kimseler tarafından söylenen, Şimdiye kadar sizden başka kimse düşünmedi de siz mi düşündünüz? şeklindeki itirazların yersiz olduğunu göstermeye çalışmaktır. 

Ayrıca İslam dünyasında baskın görüş olan Ehli Sünnet  düşüncesinin rivayet merkezli olduğu, yüzlerce yıldır ortaya konulan eserlerin bu düşünceyi savunmak adına olduğu, bu düşüncenin karşısına çıkan bazı kimselerin bir şekilde seslerinin kısılmaya çalışıldığını bu kişinin eserinden anlamak mümkündür. Recm konusu örneğinde Kur'an'ın bu konuda net bir beyanı olduğu halde, bu beyanın göz ardı edilerek, rivayetlerin esas alınması, ve bu rivayetlerin savunulmaya çalışılmasının örneğini adı geçen eserden de anlamak mümkündür.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Kasım 2015 Perşembe

El Kesme Cezasının Mecazi Olduğu İddiaları Hakkında Bir Tahlil

İnsan , sosyal bir varlık olması nedeniyle topluluk olarak yaşam sürme fıtratında yaratılmıştır. Onun fıtratından gelen bu özelliği, bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların aşılabilmesi için insanlar bir takım kurallara bağlı yaşamak zorundadır. Allah (c.c) , insanların yaşadıkları toprakların  tek ve yüce hükümdarı olması nedeniyle insanlar arasında çıkabilecek sorunlara dair kural koyma hakkına sahip olarak sadece kendisini gördüğü için, gönderdiği elçi ve kitaplar ile, onların yaşamlarını belirleyen kuralları göndermiş ,bu kurallara uymayı zorunlu kılmış , bu kurallara uyanlara ve uymayanlara dünya ve  ahirette vereceği karşılığı beyan etmiştir. 

Bu kuralları ihtiva eden kitaplar da , biz insanların işlediği bir takım suçların cezaları da yer almaktadır. Kur'an bu cezaları ihtiva eden son kitap olup , işlenen suçlara dair bir takım cezalar, bu kitabın içinde de yer almaktadır. Bu cezalardan birisini ihtiva eden Maide s. 38. ayetine baktığımızda, hırsızlık suçuna nasıl bir ceza uygulanması gerektiğine dair hüküm yer almaktadır. 

Bu cezanın , hırsızlık yapan kadın veya erkeğin ellerinin kesilmesi olarak hüküm konulmuş olması bazı farklı yorumlara yol açarak , bu cezanın hakiki anlamda bir el kesme değil , mecazi anlamda olduğu gibi yorumlar yapılmaktadır. 

Bu düşünceye gerekçe olarak getirilen yorumlar ise , "Yed" (el) kelimesinin geçtiği bazı ayetlerde, bu kelimenin "Güç" anlamına gelmiş olmasından hareketle , bu ayet içindeki el kesmenin hakiki anlamda değil , mecaz anlamda el yani güç kesme olarak anlaşılması gerektiği , Yusuf suresi 31. ayetinde Yusuf (a.s) ı gören kadınların ellerini kökünden kesmedikleri , dolayısı ile el kesmenin "Eli çizmek" yani hırsızı sabıkalı olarak kayıtlamak , yine aynı surede Yusuf'un kardeşinin alıkonulması için baş vurulan yol dikkate alınarak , Yusuf'un kardeşlerinin geldikleri yerde ki hırsızlık suçunun alıkonulmak olduğu , dolayısı ile bu suçun cezasının el kesmek olamayacağı , eli kesilen hırsınız bundan sonra hayatını nasıl devam ettirebileceği , çoluk çocuğunun nafakasını nasıl temin edebileceği , ayet içinde geçen "Eydiyehuma" (ikisinin elleri) kelimesinin çoğul kullanılmış olduğundan hareketle , bu cezanın hakiki bir el kesme olamayacağı şeklinde yorumlar getirilmektedir. 

 Yazımızda bu iddiaları dikkate alarak , Maide s. 38. ayetinde öngörülen cezanın mecazi olup olamayacağı hakkındaki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. Yazının sınırı ayetin anlamı çerçevesinde olup bu suç ile ilgili gerekli olan fıkhi detaylar konusu bu yazının konusu değildir.  
Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh(minallâhi) vallâhu azîzun hakîm(hakîmun). 

[005.038] Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha fe innallâhe yetûbu aleyh(aleyhi) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun). 

[005.039] Fakat işlediği zulümden sonra tevbe edip islah olan kimse bilsin ki, Allah onun tevbesini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah affedicidir ve merhametlidir.

Bu cezanın mecaz olduğu şeklindeki iddiaları sıra ile tahlil etmeye çalışalım. 

1. iddia ; Kur'anda geçen "Yed" (El) kelimesi , bir çok ayette mecaz anlamda kullanılmıştır , bu ayette geçen el kelimesi de mecaz olup , kesme işlemi hakiki anlamda kesme değil , "hırsızın gücünü kesin" yani "Hırsızlığa gidecek yolunu kesin , hırsızlık yapmasına fırsat vermeyin" anlamında kullanılmıştır. 

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki ; "Devlet" dediğimiz kurum , halkının işlediği herhangi bir suça ceza tesbit etmeden önce , halkını bu şuça yöneltecek yolları kapatmak zorundadır. Bir devlet, örneğin hırsızlık suçuna ceza tesbit etmiş ise , önce halkını bu suçu işleyemeye yönelmesine engel olacak tedbirleri almak zorundadır. Halkını hırsızlık suçu işlemeye mecbur bırakan , ve o suçu işlediği takdirde , hırsıza ceza uygulayan  devlet, ZALİM bir devlettir. Halife Ömer (r.a) ın hilafeti bu duruma örnek olup , kıtlık zamanında bu cezanın uygulanmasını Ömer (r.a) rafa kaldırmıştır.

Gelelim ayete ; Ayete baktığımız zaman bahsedilen erkek ve kadının "Hırsız" şeklinde ifade edilmiş olması onların bu suçu işlediklerini göstermektedir. Şayet ayet, "Gücünü kesin" şeklinde bir emir olsaydı , işlenmemiş bir suç için erkek ve kadından neden "Hırsız" olarak bahsedilsin?. Ayrıca , ayet içinde geçen "Keseba" kelimesi , elde edilmiş bir kazancı ifade etmekte olup , ayet hırsızlık suçunu işleyen kadın ve erkeğe verilecek olan cezayı beyan etmektedir. 

 Ayet hırsızlık suçunun işlenmesinden önceki zaman ile ilgili yapılacak bir eylemi yani güç kesmeyi değil (zaten böyle bir güç kesme sosyal devletin yapmak mecburiyetinde olduğu bir şeydir), hırsızlık suçunun işlenerek, suçlunun suçunun sabit olmasından sonraki zamana dair bir hüküm olup , "Hırsız" olarak hüküm giydikten sonra , suçlular için uygulanacak işlemi ifade etmektedir. 

"Nekalen" ; İşlenen bir suçtan dolayı , başkasını aynı suçu işlemekten alıkoymayı ifade eden bir kelimedir. Ayet içinde bu kelimenin kullanılmış olmasından maksat , hırsızlık suçu işleyene verilen cezanın caydırıcılığı olması , yani hırsızlık suçu işlemiş olana verilen cezayı gören bir kimse , eğer hırsızlık yapmaya niyeti varsa işlenen suça verilen cezayı görerek bir kere daha düşünmesini sağlamaktır. 

Bu gün ülkemizde hırsızlık suçunun artış göstermesinin başta gelen sebeblerinden birisi de , (bu suça yönelmeye mecbur kalanları istisna edecek olursak) , neredeyse hırıszlığa teşvik edecek kadar yumuşak cezai müeyyideler olmasıdır.

Ayete verilen "Hırsızın gücünü kesin" anlamı , güç kesmenin hırsızlıktan önceki bir durumu ifade etmesi , "Hırsız" ifadesinin , suçun işlenmesinden sonraki bir durumu ifade etmesi bakımından, kendi içinde çelişki barındıran bir anlam olup, ayeti dikkatli ve ön yargısız okuyan bir kimse , ayetin böyle bir anlamı olmadığını görecektir.

2. iddia ; Yusuf suresi içinde gördüğümüz , Yusuf'u gören kadınların "ellerini kesmeleri" ile Maide s. 38. ayetinde ki "el kesme" nin aynı şeyi çağrıştırması gerektiğinden hareketle , Yusuf'u gören kadınların ellerini kökten kesmelerinin mümkün olmadığı , bildiğimiz bir kesik olduğu , dolayısı ile Maide s. 38. ayetinde ki el kesme cezasının Yusuf s. 31. ayetinin ifade ettiği kesik türünden olması gerektiğidir.

Bu ayet , el kesme cezası konusunda tamamen ön yargılı bir yaklaşımın neticesi olarak, nereye çarpacağını şaşırmış "Başı kesik tavuk" misali , ilgili ayetin mecazi olduğuna dair görüş arayanların başını çarptıkları bir ayettir. 

Bu iddia sahiplerine sadece şunu sorarak verecekleri cevabı bekleyebiliriz ; Aynı surenin 33. ayetinde geçen "El ve ayakların çaprazlama kesilmesi" cezasının sizin dediğiniz gibi el ve ayağın çizilmesi olarak mı anlıyorsunuz ?.

Cevap olarak ,"Evet Maide s. 33. ayetinde ki çaprazlama kesilme , Yusuf s. 31. de ki kesilme gibi olması gerekir"  diyene, bizim diyeceğimiz  "Ön yargılarının onun gözünü tamamen körelttiği" dir. 

"Hayır öyle anlamıyorum Maide s. 33. de ki çaprazlama kesilmesi hakiki anlamdadır" diyene diyeceğimiz söz ise ,  " Maide s. 33. ayetinde ki çaprazlama kesimi hakiki , Maide s. 38. ayetinde ki kesimi mecazi anlamanız arasında çelişki vardır" demektir . 

Maide s. 38 de ki cezayı mecazi , 33. ayette ki cezayı hakiki anlamak, çelişkili bir düşüncenin ürünü olup , her iki ayette ki ceza hakiki anlamda kullanılmıştır.  

3. iddia ; "Eli kesilen hırsızın , bundan sonraki hayatında , geçimini temin etmek için kesik bir el ile nasıl çalışarak çoluk çocuğunu geçimin temin edebileceği" , şeklindedir. 

Bu düşünce sahipleri kendilerini Allah (c.c) den daha merhametli bir kul olarak görmeye çalıştıklarının acaba farkındamıdırlar ?.

Geleneksel düşünce içinde önemli bir yeri olan , ve Allah (c.c) den daha merhametli bir peygamber portresinin ortaya çıkarıldığı şefaat inancındaki, Muhammed (a.s) ın ateş cezasını hak etmiş birisi için secdeye varıp, "Ümmetim ümmetim" diye yalvararak , ümmetini kurtarması iftiralarına karşı olan bu kişiler ,  Allah (c.c) den daha merhametli bir insan portresi çizdiklerinin farkında bile değillerdir.

Bu iddiada olan kişiler zımnen şunu demektedirler ; "Ey Allah'ım sen hırsızlık cezasına vermiş olduğun bir ceza ile merhametsizlik yaparak , elinin kesilmesini istediğin kişinin çoluk çocuğunu hiç mi düşünmedin ?".

Bu iddia , ilgili ayetin hakiki anlamda bir el kesme olmayacağı , olmaması gerektiği ön yargısı düşüncesi üzerine bina edilmiş bir düşüncedir. Bunları düşünmek önce suç işlemeye aday olan kimsenin vazifesi olup , kişi işlediği suça verilecek ceza karşısında , sonraki hayatını nasıl geçireceğini önce kendisi düşünmesi gerekmektedir. 

Bu mantık üzerinden baktığımız zaman , hiç bir suçluya ceza vermemiz mümkün olmayacaktır ,çünkü suç işleyen kişi , çoluk çocuğunun geçimini temin etmek için , hayatı için gerekli olan uzuvlarını korumak zorundadır. Bu mantık ile Maide s. 33. ayetine baktığımızda o ayette  işlenen suça karşılık olarak öngörülen el ve ayakların çaprazlama olarak kesilme cezasına da karşı çıkılması gerekmektedir. 

Veya Bakara s. 178. ve 179. ayetlerinde, cinayet suçu için verlen kısas cezasına da aynı mantıkla karşı çıkılması gerekmektedir. Cinayet işleyen bir kimse eğer kısas edilecek olursa bu kimsenin geride kalan çoluk çocuğu rezil rüsvay olacağı için cinayet işleyen bir kimseye öldürmek mantık olarak büyük bir hata ve vahşet olacaktır.

39. ayete baktığımızda , işlenen hırsızlık suçunu Rabbimiz "Zulüm" olarak nitelendirmektedir. Rabbimiz den daha merhametli !! olan ve hümanist duygularla hareket eden bir takım kişiler, bu tür düşünce içine girmekle zulme destekçi olmak durumuna düşmektedirler. 

4. iddia ; Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için başvurduğu yolun anlatıldığı ayetlerde , Yusuf (a.s) ın kardeşlerine sorulan "Sizde hırsızlara verilen ceza nedir? " (12.74) sorusuna , " Onun cezası yükünde bulunanın kendisidir" (12.75) cevabı , hırsızlık suçuna verilen cezanın el kesme olmadığı yönündeki iddiaya delil olarak gösterilmektedir.
 
Yusuf (a.s) kıssasından çıkarılmaya çalışılan bu istidlal'in isabetli olmadığını düşünmekteyiz şöyle ki ; Kıssa içinde anlatılan olaydan çıkarılmaya çalışılan şey , Hırsızlık cezasının Allah (c.c) tarafından Yakub (a.s) a vahyedilenin aynısının , Muhammed (a.s) a da vahyedilmiş olması gerektiği gibi bir düşünceden yola çıkılarak bu iddia dile getirilmektedir. 


İlgili ayetlerde anlatılan konu, hırsızlığın cezasından ziyade , suç işleyen kişinin suçunun cezasını çekmek için alıkonulmuş olmasıdır. Çünkü Yusuf (a.s) ın kardeşini yanında alıkoyması için ,üst düzey bir yönetici dahi olsa keyfi davranarak , "Ben bu çocuğu alıkoymak istiyorum" şeklinde bir emir ile, kardeşini alıkoyamazdı. "Melik'in dinine göre kardeşini alıkoyamazdı" cümlesi, Yusuf'un yaşadığı topraklar üzerinde evrensel hukuk kurallarının geçerli olduğu , yönetici de olsa kanunlar karşısında eşit olduğu yönünden okunması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Evrensel hukukta geçerli olan, bir kimsenin suç işlemediği müddetçe hürriyetinin kısıtlanmaması kuralı , Mısır ülkesinde de geçerli olduğu için , Yusuf kardeşini alıkoymak için onun üzerine bir suç yıkmak şeklinde hileye başvurarak kardeşini yanında alıkoymuştur. 

Bu kıssa üzerinden çıkarılmaya çalışılan düşüncenin temelinde , ön yargılar sonucu varılmaya çalışılan el kesme cezasının mecazi olduğu iddiası yatmaktadır. Maide s. 38. ayetinin açık hükmü bir kenara itilmeye çalışılarak , bu hükmün yanlışlığını !!  dair delili bulmak için , Yakub (a.s) dan medet ummaya çalışmak , ön yargıları Kur'ana kabul ettirmek için okunan ayetlerin nasıl oyuncak haline getirilmeye çalışıldığını göstermektedir.

5. iddia ; Ayet içinde geçen "Eydiyehuma" (ikisinin elleri) kelimesinin , çoğul kullanılmış olması ve çoğul kullanımın en az 3 ve daha fazla sayıyı ifade etmesini gerekçe gösterilerek , bir insanda 2 den fazla el olmadığı için bu ifadenin gerçek bir el kesmeyi emretmiş olmasının imkansız olduğudur.

Kur'an , indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan arapların günlük dillerinde kullandıkları , edebi uslupları dikkate alarak inen, ve bu üslupları kullanan bir kitaptır. Bu kelimeyi anlamaya çalışırken bunları dikkate almak gerekmektedir. 

Arapların insan vücudu ile ilgili tesniyeler de böyle bir kullanım şekline başvurduklarını , arap dilcisi Ferra "Meanil Kur'an" adlı eserinde söylemektedir. Bu kullanımın bir örneğini Tahrim suresi 4. ayetinde de görmekteyiz . O ayette Nebi (a.s) ın 2 eşine kullanılan "Gulubeküma" (ikinizin kalpleri) hitabını dikkate aldığımızda , 2 kadının birden fazla kalbi olmayacağına göre , o gün kullanılan dil kuralları çerçevesinde bir hitap tarzı olduğu anlaşılmaktadır.
Bu kullanıma bir kaç örnek daha verecek olursak ; 

"Haşemtü ruusehuma" iki kişinin başlarını yardım.
"Haraktüma gamuseküma" gömleklerinizi yırttınız ( iki kişiye hitaben).
"Haleytüma nisaeküma" eşlerinizi terk ettiniz (iki kişiye onların birer eşleri kast edilerek) . 

Sonuç olarak ; Maide s. 38. ayetinde beyan edilen , erkek ve kadın hırsız'ın ellerinin kesilmesi emri hakiki anlamda anlaşılması gereken bir hükümdür. Ayeti dikkatli ve ön yargısız bir biçimde okuduğumuz zaman , bu ayetin mecaz bir anlamı çağrıştırabileceği gibi bir düşüncesi oluşması mümkün görülmemektedir. Bu ayetin, mecazi bir anlam taşıması gerektiğini iddia edenlerin , yazımızda sıralamaya çalıştığımız iddiaları, tutarlılıktan uzak olmakla beraber , ön yargıların Kur'ana onaylatılması şeklinde bir çabanın ürünü olduğunu söyleyebiliriz. 

Yazının çerçevesi , ilgili ayetin mecazi anlam taşıyıp taşımadığı etrafında bir tahlil çalışması olması nedeniyle bu ayet ile daha detaylı konulara girilmemiştir. Ancak şu kadarını söylemek isteriz ki , Bu ayetin , bütün hırsızlık suçlarına aynı cezanın verilmesi gerektiğine dair bir bilgi içermez. Hırsızlık suçu genel bir suç olup , bu suça giren eylemlerin hepsi aynı cezanın uygulamasını gerektirmez , el kesmenin altında veya daha yukarısında bir ceza ile cezalandırılma gerektirecek suçlar mutlaka olacaktır.  

Kur'anın beyan ettiği had cezalarına baktığımız zaman , bu cezalarda göze çarpan en önemli unsur , "Caydırıcılık" tır . Caydırıcı olmayan bir ceza kanununun uygulandığı beldeler  , her zaman suç işlemeye açık  kapı bırakılacak , ve suçlu cenneti bir topluluğun yaşadığı belde olacaktır. "Kısasta hayat vardır" buyuran Rabbimiz , cezaların caydırıcılık yönüne dikkat çekmektedir. Cinayet suçu işleyen bir kimse , yaptığı hatanın bedelini canı ile ödediği zaman , başkalarına ibret olacak ve böyle bir suç işlemeye niyeti olan bir kimse , bu işe kolay kolay cesaret edemeyecektir.

Bu gün ülkemizdeki hırsızlık ve cinayet suçlarına verilen cezaların bu suçları engelleyici bir durum teşkil  etmemesi düşünülmesi gereken bir durumdur. Hal böyle iken , Kur'anın bu suça vermeyi önerdiği ceza bazılarımızca , vahşet olarak görülerek hümanist bir yaklaşım sergilenmeye çalışılmaktadır. 

Bu tür tutumlar , teslim olmaya değil, teslim almaya yönelik bir din anlayışının tezahürleridir. Kur'an merkezli düşünmek demek , herhangi bir konuda önce önyargıları kafadan atmak demektir. Bizler Kur'ana karşı parçacı değil , bütüncül bir yaklaşım sergilemek zorundayız. Bütüncül bir yaklaşım , bizleri daha doğru sonuca götürmesi bakımından daha isabetli , ve yanlışlardan koruyucudur. Zalimden yana değil , mazlumdan yana bir duruş sergilemek ve hırsızlık konusu ile ilgili beyanı bu göz ile okuduğumuzda , eli kesilen bir hırsızın geleceğini düşünmek bize değil, önce hırsızlık yapan kişiye ait olması gerektiği görülecektir.  

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.