Allah (c.c) yaratmış olduğu insanların hayatına direk müdahale ederek , onların dünya hayatlarında ferdi ve toplumsal olarak , nasıl yaşaması gerektiğine dair olan kurallar bütününü tarih boyunca göndermiş olduğu elçi ve kitaplarla onlara bildirmiştir. Muhammed (a.s) ve ona indirilen Kur'an , bu zincirin son halkası olup, artık elçi ve kitap indirilmesi onunla son bulmuştur.
Kur'anın indiği zaman ve zemine baktığımızda, yaklaşık 1500 yıl önce Arap kavmine mensup olan insanların yaşadıkları topraklarda , o insanların kültür , örf , bilgi birikimleri , doğruları , yanlışları, kısacası o topraklarda yaşayan insanların günlük hayatlarını göz ardı etmeyen , ve o hayatlara müdahale eden bir kitap olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kitabın ayetlerini kategorize edecek olursak; 1- o gün yaşayan insanların ihtiyaçlarına ve sorunlarına çözümler üreten ayetler , 2- kıyamete kadar gelecek insanların uyması gereken kuralları ihtiva eden ayetler olarak, 2 ana bölümde ele almak mümkündür. Bu ayetleri "Tarihsel" ve "Evrensel" olarak adlandırmakta mümkündür. "Tarihsel" olarak adlandırdığımız ayetlerin genel çerçevesini, toplumsal yaşantı ile ilgili kurallar, "Evrensel" olarak adlandırdığımız ayetlerin genel çerçevesini, ferdi ahlaki kurallar olarak gruplandırabiliriz.
Bu güne geldiğimizde , 1500 sene inmiş bir kitabın o zaman yaşayan insanın ihtiyaçlarına göre nazil olmuş ve tarihsel olarak kategorize edilen ayetlerinin ,bugün yaşayan ve kıyamete dek gelecek insanların ferdi ve toplumsal hayatlarında nasıl uygulama alanına sokulabileceği tartışmaları gündeme gelmektedir.
Yapılan bu tartışmalarda ortaya atılan görüşlerden bir tanesi , Kur'anın sosyal hayata ilişkin vaz etmiş olduğu kuralların, o zaman ve o mekan içinde yaşayan insanların şartlarına göre indirilmiş olduğu , dolayısı ile bugün yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılama noktasında geri kaldığı , bu gün artık Kur'anın sosyal hayata dair hükümlerin uygulanmasının mümkün olmadığı , uygulama alanı olarak ahlaki alana kapsayan ayetlerin kaldığı tezi ortaya atılmaktadır. Bu türden tezlerin günümüzdeki ideolojik ismi "TARİHSELCİLİK" olarak bilinmektedir.
Bu düşünce çerçevesinde yapılan Kur'an yorumları ne kadar sağlıklıdır ? , Kur'an artık toplumsal hayatı yönlendirmede eksik kalmış ve işlevini yitirmiş bir kitapmıdır ? ,
Öncelikle , "Tarihsellik" ile "TarihselCİlik" terimlerinin birbirinden ayırarak , "Kur'anın tarihsel okuması" ile "Kur'anın tarihselCİ yorumu" nun birbiri ile aynı olmadığını düşündüğümüzü ifade etmek istiyoruz. Bu türden bir ayrımın yapılmış olması , bu konuda yapılan tartışmalarda bazı taşların yerine oturmasını sağlayacaktır.
Örneğin ; Prof. Dr. Mustafa Öztürk hoca ve benzer düşünce içinde olanların, Kur'anın anlaşılmasında tarihsel arka planın şart olduğunu düşünmesi ile , Prof. Dr. İlhami Güler hoca ve benzer düşüncede olanların , Kur'anın belirli bir zamana has indirilmiş bir kitap olduğu yönündeki tarihselcilik düşüncelerini aynı kefede değerlendirmek haksızlık olacaktır. (Verilen isimler kişileri övmek veya yermek amaçlı değildir , bu konuda bilinen isimler olması nedeniyle kişilerin isimleri kullanılmıştır)
"Kur'anın tarihsel okuması" denildiği zaman , bu kitabın anlaşılmasında önemli bir rolü olduğunu düşündüğümüz , indiği zaman ve mekan içinde yaşayan insanların düşünce ve inanç arka planları , örf ve adetleri v.s gibi bilgilerin kast edildiği, ve bu bilgiler göz önüne alınmadan Kur'anın doğru anlaşılamayacağıdır.
"Kur'anın tarihselCİ yorumu" denildiği zaman ise , Kur'anın ihtiva ettiği bazı toplumsal hükümlerin sadece o zaman has olduğu , bu hükümlerin artık bugün içinde uygulama alanı kalmadığı düşüncesi olduğudur . Bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek , katılmama gerekçelerimiz, bu yazının konusu olacaktır.
Kur'anı yorumlamada yapıldığını düşündüğümüz yanlışlardan bir tanesi, bu kitabı yorumlamada esas alınan düşüncelerin dışarıdan ithal edilmiş olmasıdır. Yazımızın konusu olan "Tarihselci" yorumlamanın dini metinlere uyarlanmış biçimine sebep olan etken , Hristiyanlık düşüncesinin toplumsal hayat içinde uygulamasının, bu uygulama alanına giren insanlar arasında artık hayatı yaşanmaz bir hale getirmiş olmasıdır.
İsa (a.s) ın ilahlığı üzerine kurulmuş olan Hristiyan düşüncesinde, din adamları halk üzerinde belirleyici bir role bürünerek, din adına onlar üzerinde baskı sahibi ve otorite haline gelmişlerdi . İnsanlar arasındaki bu rahatsızlık, İncil'in yaşanan hayat içinde belirleyici bir konuma sahip olmaktan çıkarılması düşüncesini doğurmuştur.
Tarihselcilik düşüncesinin dini metinler üzerinde uygulanması neticesinde İncil, artık hayat içinde işlevi kalmamış bir kitap haline gelerek, hayatı yönlendirmesi gereken kuralların, bu kitap adına konuştuğunu iddia eden Hristiyan din adamlarının ağzından çıkan kelimelere bağlı olmaması gerektiği Hristiyan dünyasında kabul görmüştür.
Tarihselcilik düşüncesinin dini metinler üzerinde böyle bir arka planı olup , aynı düşünce Kur'an için uygulama alanına konulmak istenilmektedir. Üzerinde düşünülmesi gereken mesele , İncil için hak ettiği düşünülen hayat içinden çıkarılma gerekçesini , acaba Kur'an aynı gerekçelerle hak etmekte midir ?.
Kur'an için uygulama alanına sokulmak istenilen bu düşüncenin temelinde batı oryantalizminin etkilerini görmek mümkündür. Kur'an hakkında yazı yazan ve araştırmalar yapan batılı yazarlar , İslam dünyasında etkisi olan bu düşüncenin ilk temelini atmışlardır.
Hayata batı normları ile bakan bazı İslam düşünürlerinin bu düşünceyi esas almaktaki sebeplerinin , Kur'an ile batılı hayat tarzı arasındaki derin uçurumları görerek bu uçurumu kapatmanın yolunun , batılıların İslamı hayat tarzı olarak seçmesi düşüncesini tercih etmek yerine , Müslümanların batılı hayat tarzını seçmeleri gerektiğine kani olmaları ve neticede tarihselcilik düşüncesini savunmaya başlamış olduklarını söyleyebiliriz.
Tarihselci düşüncenin yapmış olduğu önemli bir hata, Kur'an ayetlerini "İbadet" ve "Muamelat" şeklinde daha önce İslam fıkıhçıları tarafından yapılmış olan tasnifi dikkate almış olmalarıdır. İslam fıkıhçıları böyle bir tasnif yapmakla "Muamelat" alanına giren konuların zaman ve zemine göre değişkenlik arz ettiğinden yola çıkarak, bu tasnife giren konuların içtihat ile yaşanan zamana göre yeniden düzenlenmesi amacına dayanmaktadır.
Tarihselci düşünce ise , "Muamelat" alanına giren ayetlerin, artık uygulama alanına sahip olmadığını iddia ederek, bu konuda yeni düzenlemeler getirilmesini savunmaktadır.
Tarihselci söyleme sahip olan bazı kimseler bu tasnifi dikkate alarak , "Din" ve "Şeriat" kavramlarını kullanarak "Sabit din dinamik şeriat" şeklinde bir söylem üretmektedirler.
"Din" kavramı ile , onun vaz ettiği ilkelerin maksadının öne çıkarılması , "Şeriat" kavramı ile bu maksada uygun olarak insanlar tarafından vaz edilecek ilkeler bütünü olduğu dile getirilmektedir.
Dinin maksadı gözetilerek , şeriat üretilmesinin insana bırakılması gerektiği üzerine kurulan bu düşüncenin, Müslüman tipi laikliğin temellerinin atılma çalışmaları olduğunu söylemek istiyoruz. "Dinin maksadı bu dur" şeklindeki bir söylem, kişisel yorumlar neticesinde varılan bir sonuç olup , ucu açık , sınırı olmayan ve istismar edilmeye müsait bir söylemdir.
Dinin maksadı gözetilerek şeriat üretilmesi düşüncesi sadece hukuk alanında değil , ibadet alanında kendisini gösterebilir. Namaz , oruç , hac gibi ibadetlerin maksadı üzerinden gidilerek, bu ibadetler üzerinde vahiy tarafından izin verilmeyen yeni düzenlemelere gidilebilir düşüncesi , tarihselci düşüncenin geldiği noktalardan bir tanesidir.
Bu konuda tarihselci düşüncenin Türkiye deki temsilcilerinden olan Prof. Dr.İlhami Güler hocadan yapacağımız bir alıntı, demek istediklerimizin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
"Ramazan’da kurumsal dinin/Diyanet’in “imsak”ı götürüp gecenin tâ ortasına dayaması(3.15), dinin maksadının anlaşılmadığının ve teologların, din adamlarının Tanrı’ya yalakalıklarının bir göstergesidir. Orucun anlamı gün boyu aç kalmak olduğuna göre, sağduyuya göre, bunun süresi, güneşin doğumundan güneşin batımına kadardır. Nitekim iftar vakti, ihtilafsız olarak güneşin batım anıdır. Hadi diyelim, güneşin doğum anını tespitte sorun çıkabileceği gerekçesi ile, bu imsak vaktini şafak vaktine, yani gün doğumundan yarım saat öncesine alalım. Allah, insanlar yarım saat veya bir saat daha fazla aç kalınca bundan -haşa- sadistçe zevk mi alıyor ki, imsak vaktini gecenin içine doğru çekmek, derin “dindarlığın” Türkçesi, yalakalığın göstergesi oluyor?"
"“Orucu bozan şeyler” de, bu ibadetin mantığını kavramamışların komikliklerini sergileyen bir başka konu. Halk, Tanrıdan ne koparırsak kârdır (bozmaz) mantığına; din adamları, müftüler de, “Tanrının hakkını yedirmeyiz( bozar)“ psikolojisine sahip iseler, o ibadetin ne kıymeti kalır? İlaç alarak neden oruca devam edilmesin? Unutarak yiyenin orucu bozulmadığı halde; istemeyerek boğazına bir şey gidenin orucu neden bozulsun? Böbreklerde yeterince su kalmaması böbreğe zarar verecekse; su içerek neden oruca devam edilmesin? Allah, “zarar” mı eder? Yoksa oruç ibadetinin ciddiyeti mi kaybolur? Genel olarak ibadetlerin illet/hikmet, yani anlaşılabilir bir amaçtan yoksun olduğu(tabbudî/tavakkufî) kabul edilince; oruç ibadetini neyin “bozacağı” da bir sürü saçma-sapan tartışmalara boğuluyor. Hiçbir müftüye gerek yoktur; namuslu ve azıcık da aklı olan her kişi, neyin orucunu bozduğunu bilir."
"Dinamik şeriat" ilkesine delil olarak , Ömer (r.a) ın hilafetinde yapmış olduğu ve bazı Kur'an ayetlerinin geçici olarak rafa kaldırılması demek olan bazı icraatları gösterilmektedir.
Bu konuda gözden kaçırılan nokta şu dur ki ; Ömer (r.a) ın yapmış olduğu bu uygulamanın delilini Kur'anın zaruret halinde bazı haramların geçici olarak helal olabileceğine dair vermiş olduğu ruhsata dayanarak aldığını söyleyebiliriz. Ömer (r.a) ın yapmış olduğu bazı hükümlerin rafa kaldırılması şeklindeki icraat, o hükümlerin artık uygulanamaz olduğundan yola çıkılarak yapılmış bir icraat değildir.
Bu noktada "Dinin sabiteleri ve değişkenleri" deyimi üzerinde durmak gerekmektedir.
Kur'an bilindiği üzere kıyamete kadar gelecek bütün insanların yaşamlarının her anında karşılarına çıkacak olan sorunlar ve ihtiyaçlar noktasında hükümler vaz eden bir kitap değildir. "Enam s. 38. ayetinden yola çıkılarak dile getirilen eksik bırakılmayan kitap Kur'an değil , Allah (c.c) nin "Kitap" olarak teşbih ettiği, yarattıkları üzerinde koyduğu kurallar bütünüdür, yani bu kurallarda hiç bir eksik bulunmamaktadır.
Kur'anın eksik olması , insanların yaşadıkları hayat içinde karşılarına çıkan bütün sorunlara direk olarak Kur'an içinden net bir hüküm olmaması anlamındadır. Böyle bir şey zaten mümkünde değildir. 1500 sene öncesi inmiş bir kitabın , o zamanda yaşayan insanların hiç bir şekilde haberi olmadığı konular hakkında, yüzlerce binlerce sene sonrası gelecek nesillerin karşılarına çıkacak sorunlar ile ilgili olarak hüküm vaz etmesi zaten düşünülemez.
Allah (c.c) elbette kıyamete kadar gelecek insanların yaşantıları ve onların ihtiyaç duyacakları şeyler hakkında bilgi sahibidir , ancak onun böyle bir bilgi sahibi olması, bütün insanların ihtiyaç duyacakları hükümleri 1500 sene öncesinden vaz etmesi gerektiği anlamına gelmez.
Kur'an bu noktada zaman , mekan , insan , yaşantı şartları , değişkenlik gibi unsurları dikkate alıp, evrensellik arz eden bir takım hükümler çerçevesi çizerek , yaşayan insanların ihtiyacı olan konularda gereken, ve Kur'an içinde net olarak hüküm verilmemiş konularda insanları yetkili kılmıştır. Kur'anın insanlara vermiş olduğu bu yetkinin, insanların hevalarına göre hüküm vermesine izin verildiği anlamına gelmemelidir. Kur'an içinde hüküm bulunmayan konularda yapılacak içtihatların , vahiy ile çelişki yaratmayacak , ona aykırı olmayacak biçimde yapılması gerekmektedir.
Kur'an ihtiva ettiği ferdi ahlaki hükümler ile , toplum yaşantısının temelini oluşturmuş , ve bu ahlaki temeller üzerine oturmuş olan toplumun yaşantısı içinde tabi olacakları sosyal ve hukuksal düzenlemeleri getirmiştir. Kur'anın içindeki ayetlerde olmayan bazı sosyal ve hukuksal hükümler , bu kitabın içindeki ayetler dikkate alınarak zaman ve zemin şartlarına göre adına "İçtihat" dediğimiz çalışma ile, yeniden zamana uygun hale getirilebilir.
Örneğin ; Kur'anın hırsızlık için ön gördüğü el kesme cezası , o zamanın ve mekanın şartlarında, bu suçu işleyenin hapsedilmesini sağlayacak bir yapı imkanından mahrum olunduğu için, böyle bir cezanın uygulanmasının emredildiği bu gün el kesmek yerine hapis cezasının uygulanabilir olması iddiası , "Tarihselcilik" düşüncesinin bir iddiasıdır.
Kur'anın hırsızlık suçuna ön gördüğü el kesme cezasının , hangi tür hırsızlığa uygulanacağı hukukçular tarafından tesbit edilerek , bu cezanın uygulanmasının gerekmediği hırsızlık suçlarına, hukukçular tarafından farklı ceza tesbiti yapılabilir. El kesme cezası baki kalmak sureti ile , bu cezanın hangi tür hırsızlıklar için uygulanması gerektiği yine hukukçular tarafından belirlenecektir.
Hırsızlık örneğinden yola çıkarak , hukuki düzenlemeler ile ilgili bize gerekli olan hüküm eğer Kur'anda yok ise , Kur'an içinde olan ilgili hüküm dikkate alınarak yeni bir içtihadi hüküm getirilebilir.
"Dinin değişkenleri" deyimini , hakkında kesin bir hüküm olmayan , hakkında içtihat gereken konular için , "Dinin sabiteleri" deyimini ise hakkında kesin hüküm bulunan ve içtihat gerekmeyen konular için kullanmanın daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz.
"Dinin sabitelerini" sadece ahlaki kurallar olarak belirleyerek , "Dinin değişkenlerini" ise hakkında hüküm bulunan sosyal ve ekonomik kurallar olarak gördüğümüzde hakkında nas bulunan bir hükmün başka bir hüküm ile değiştirilebileceği iddiası ortaya sürülmüş olacaktır.
Kur'anın Mekke ve Medine de yaşayan insanların o zamanki şartlarına göre indirilmiş olduğu , dolayısı ile bizlere dair herhangi bir sözünün olmadığı iddiasına dayanan tarihselcilik düşüncesinin, insanın kitap sorumluluğundan kendisini kurtarmak istemesinin bir sonuç düşüncesi olduğunu söyleyebiliriz.
Veya yaşadığımız dünyanın sosyal ve ekonomik şartlarına kendisini entegre etmiş olanların , Kur'ani bir sistemin hayata geçmesi ile hayatlarının alt üst olacağı korkusu , tarihselcilik düşüncesine sarılmaları için bir sebep arz etmektedir.
Bu düşünceler Allah (c.c) ye karşı sorumlu olan ve bu sorumluluğunu kitap ve elçiler ile öğrenen insanın , kitaba olan bağımlılıktan kendisini kurtarmak istemesi anlamına gelmektedir. Kur'ana olan bağımlılıktan kurtulan insan, bu eksikliği başka kitaplara bağımlı kalarak gidermek zorunda kalacaktır. Kitapsız bir hayatın mümkün olmadığından yola çıkarak , "Tarihselcilik" düşüncesinin, Kur'ana alternatif olarak üretilen kitapların bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
Kur'an içindeki bazı hükümlerin belirli zaman ve mekana has olduğundan yola çıkılarak oluşturulan tarihselcilik düşüncesi , insan için gerekli olan hükümlerin vaz edilmesini insana devrederek , insanı ilahlık konumuna da getirmektedir. Fakat insanın , yaşadığı zaman içinde gerekli olan bir hükmü, vahyin belirleyiciliğinde ortaya koymaya çalıştığı zaman böyle bir konuma gelmesi söz konusu olmayacaktır. Çünkü tabi olunması gereken kuralların kaynağını, Allah (c.c) nin kitabından almakla, kendisini böyle bir konuma getirmekten de kurtarmış sayılacaktır.
Tarihselci söylem , Kur'anın belirli bir zaman ve mekana has hükümler vaz ettiği iddiası ile , Allah (c.c) nin daha sonraki gelecek olan insanları başıboş bıraktığını iddia etmektedir. Allah (c.c) kullarını belirli zaman içinde vahyin belirleyiciliğinde yaşamaya mahkum ederek , diğer zamanlarda acaba "Artık bana ihtiyacınız yok" diyebilir mi ?.
Tarihselci söylem , insanı kendisine gerekli olan hukuki , sosyal ve ekonomik kuralların belirlemesinde Allah (c.c) den bağımsız kılarak bir nevi "Senin Allah'tan neyin eksik" diyerek onu gaza getirmektedir.
Şurası asla unutulmamalıdır ki Kur'anın asıl amacı toplumun şirk unsuru taşıyan düşünce ve amellerini doğru bir yöne çekmektir. Bu yön toplumun yaşanan gerçekleri ile uyuşmasa bile , herkesi bu doğru olan yöne tabi olmak zorundadır. Tarihselcilik düşüncesi ise , toplumun yaşayan gerçekleri ile vahiy uyuşmadığı zaman vahyi değil ,yaşayan gerçekleri dikkate alarak toplumun vahiyden soyutlanmış bir hayat yaşamasını ön gören bir düşünce modelidir.
Sonuç olarak ; TarihselCİlik düşüncesi , kadın için biçilen bir gömleğin erkeğe zorla giydirilmesi gibi , batı dünyasındaki dinsel metinlerin hayata yansıtılmasından doğan sıkıntılara alternatif olarak sunulan bir modeldir. Aynı sıkıntılar Kur'an için geçerli olmuş olsaydı , belki bu düşünce modelinin Kur'an için uygulanması akla uygun gelebilirdi. Fakat Kur'an için böyle bir sıkıntı mevcut bulunmamaktadır.
Müslüman için kendisine gerekli olan düşünce biçimi, batıdan devşirilmiş düşünceler değil , vahyin ona önerdiği biçimde kitap içinde olan düşüncelerin doğrultusunda, yaşadığı zamana ve mekana uygun düşünce ve eylem içinde olmasıdır. Kur'anın bazı toplumsal ayetlerinin bugün için nasıl hayata yansıyabileceği konusu , o ayetler yok sayılarak değil , o ayetler rehber olarak kabul edilerek aşılabilir.
Tarihselcilik düşüncesi etrafında geliştirilen ve Kur'ana uyarlanmak istenilen , düşünce biçiminin sınırı olmayıp , kişisel olarak geliştirilen mantık örgüsü dahilinde ibadetlere dahi sıçrayarak , zamana has ritüeller ihdas edilmesine kadar varabilecek tehlikeli boyutları bulunmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder