Resulün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Resulün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2017 Cuma

Tevbe s. 40. Ayeti: Üzülme Allah Bizimledir Diyen Resulün, Üzülme Gavslar Kutuplar Bizimledir Diyen Ümmeti

Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği elçileri ve kitapları aracılığı ile, insanlara kendisinden başkasının İlah ve Rab olarak tanımayan bir hayat sürmelerini hatırlatmış, bu hatırlatmalara kulak asmayanları ise ebedi cehennem ile tehdit etmiştir. Kuran içindeki bir çok kıssa ile, Şirk olgusunun insan ve toplum hayatı içinde nasıl yer bulduğunu canlı örneklerle göstererek, bu toplumların dünya hayatındaki feci akıbetlerini bildirerek, aynı sona uğramamamız için bizleri uyarmıştır. 

Bunca uyarıya rağmen şirk bir çok Müslümanın hayatında yer bulmuş, özellikle tasavvuf merkezli İslam anlayışının temelini bu kavram dahilinde yapılan yanlışlar oluşturmuştur. Tasavvuf merkezli din anlayışında temel nokta, ölü veya diri kişilerden medet beklemek şeklinde gerçekleşmektedir. Şirk olgusu tasavvuf içinde öyle kemikleşmiş bir hal almıştır ki, tevhidin dışlandığı, şirk'in hakim olduğu bir anlayış Gerçek Din bu dur şeklinde insanlara sunulmaktadır. 


Abdülkadir Geylani ismi, bu noktada zirve yapmış bir isim olarak tasavvuf merkezli şirk anlayışının merkezine oturtulmuş, Yetişşşşş Yaaaa Geylaniiiii denildiğinde her ne olunursa olunsun müritlerinin yardımına koştuğu inancı yerleştirilmiştir. Bizlere her konuda örnek olması gereken Muhammed (a.s) ın başı dara düştüğünde ne yaptığı masal haline getirilerek insanlara anlatılmak sureti ile, asıl önemli olan Allah'ın kullarına olan yardımı atlanmıştır. 

 [009.040] Eğer siz ona  yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.

Tevbe s. 40. ayeti, Muhammed (a.s) Mekke'den Medine'ye hicret ederken saklandığı mağaradaki bir olayı anlatmaktadır. Mağarada sıkıntılı anlar geçiren Muhammed (a.s) ve arkadaşı, sığınılacak tek mercinin Allah (c.c) den başkası olmadığını bilerek arkadaşına Üzülme Allah bizimledir diyerek ona moral vermektedir. Muhammed (a.s) ın bu sözü, başı dara düşenlerin kimden yardım istemeleri gerektiği konusunda çok önemli mesajlar vermektedir. 

[001.005] Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz.

Namazlarda defalarca tekrar edilen bu ayet, maalesef bir çok Müslümanın hayatında yer bulmamakta, başı dara düşene tabi oldukları Gavsların ve Kutupların yardım edeceği inancı yerleştirilerek, şirk batağının tam ortasına düşürülmüştür. Abdülkadir Geylani'yi çağırmak için icat edilmiş duaların bile olması, şirk maskaralığının nasıl zirve yaptığının bir göstergesidir.

Bu noktada adı geçen bu isimlerin yardımının Allah'ın izni ile olduğu gibi ortaya atılacak iddia ve itirazlar, yine şirk inancını savunmak anlamına gelmekten öteye geçmeyecektir.  Hiç bir kulu ile yetki paylaşımı yapmayacağını, kullarına kendisine dua ettiklerinde icabet edeceğini bildiren Rabbimiz, neden bazı kullarını araya sokarak ondan yardım talep etmemizi istesin?. Bir çok Kur'an ayeti, Allah ile kul arasına sokulan aracıların insanları şirke düşürdüğünü haber vermek sureti ile bizleri bunlardan men etmektedir. 

[039.003] [E0] İyi bil ki Allahındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ıbadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki Allah onların aralarında ıhtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz

Buradan, Gavs, Kutup, Şeyh lakaplı ölü veya diri olan insanların başı dara düşenlere Yetişşş yaaa ........ denildiğinde yetiştiğine inanan, ve böyle nidalarla seslenerek yardım isteyenlere bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz.

Sizlere Gerçek Din bu dur diyerek, başınız dara düştüğünüzde bazı kimselerden medet istenilebileceğini söyleyen kimseler, sizlere yalan söylemektedirler. Eğer böyle bir yol doğru ve gerçek olsaydı, Muhammed (a.s) hiç çalışmaz, çabalamaz oturduğu yerden her şeyi halledebilirdi. Mekke ile Medine arasında günlerce yol kat etmez, sıkıntılar çekmez bir anda uçar ve Medine'ye varırdı. 

İşin kötüsü, içinde bulunduğunuz ve doğru zannettiğiniz inanç, apaçık bir şirk inancı olup, hayatta iken tevbe edip dönülmediği takdirde, ahiretteki karşılığın ebedi cehennem olduğunu gördüğünüz anda, geri dönüş artık mümkün olmayacaktır. Amacımız, bu düşüncelere sahip olanları Kafir, Müşrik olarak tekfir ve tahkir etmek değildir. Amacımız, içinde bulunduğunuz yanlışa dikkat çekerek şirk işlemekten dönmenize vesile olmaya çalışmaktır. 

[032.012]  Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne eğilmiş olarak: «Rabbimiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kesin olarak inandık» derlerken bir görsen!

[023.099-100] Onlardan birine ölüm gelince: «Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim» der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.

Rabbimiz bizleri, hayatta iken yaptıklarından pişmanlık duyarak, dünyaya geri dönmek isteyen kullarından kılMAsın.

2 Nisan 2017 Pazar

Nisa s. 14. Ayetinden Resulün Hüküm Koyma Yetkisi İle İlgili Bir Çıkarım Çalışması

Allah (c.c) nin kulu ve elçisi olan Muhammed (a.s) ın din de hüküm koyma yetkisine sahip olup olmadığı konusunda bir takım tartışmaların yapıldığı malumdur. Bir kısım Müslüman, Kur'an içinde bulunan Allah'a ve Resulüne itaat edin ayetlerini, ve bu konudaki diğer bazı ayetleri öne sürerek, resulün de aynı Allah (c.c) gibi hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmektedirler. Muhammed (a.s) ın din de hüküm koyma yetkisinin olduğu ile ilgili delil olarak öne sürülen ayetleri bundan önceki bazı yazılarımızda ele almaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda sadece Nisa s. 14. ayetini ele alarak, resulün hüküm koyma yetkisinin olup olmadığını bu ayet üzerinden konuşmaya çalışacağız. 

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

[004.014]  Kim de Allah'a ve O'nun elçisine isyan eder de onun hududlarını aşarsa, onu da içinde temelli kalmak üzere ateşe sokar. Hor ve hakir edici bir azab vardır onun için.

Bu ayet, Nisa s. 11. ayetinden itibaren başlayan miras paylaşımı ile ilgili ayetlerin bağlamına dahildir. 13. ayette Allah ve resulüne itaat edene verilecek mükafat haber verilirken, 14. ayette Allah ve resulüne asi olana verilecek azap haber verilmektedir. Yine 14. ayet içindeki HUDUDEHU (O nun hududları) kelimesine dikkat edildiğinde, bize Muhammed (a.s) ın hüküm koyma yetkisi hakkında bilgi verebileceğini de görmekteyiz.

Resulün din de Allah (c.c) gibi hüküm yetkisinin olduğunu savunanlar, bu savunmalarını Allah ve resulü şeklinde geçen ayetlerdeki VE bağlacına dayandırmaktadırlar. Bu bağlacın Allah ve elçisini ayırarak, resulün Allah'tan ayrı olarak hüküm koyma yetkisine sahip olduğunun delillerinden biri olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddianın sağlam bir iddia olmadığı, konumuz olan ayetten vereceğimiz bir örnek ile görülecektir. 

Ayette "Kim de Allah'a ve O'nun elçisine isyan eder de" buyurulduktan sonra, eğer Allah ve elçisinin ayrı ayrı hüküm koyma yetkisine sahip olduğunun delilinin çıkarılabilmesi için, devam eden "onun hududlarını aşarsa" ibaresinde o ikisini ifade eden tesniye yani ikili bir zamirin olması gerekir , ilgili kelimenin HUDUDEHÜMA ( ikisinin hududları) şeklinde olması gerekirdi.

Halbuki kelime tek bir kişiyi kast eden bir anlama sahip olarak HUDUDEHU şeklinde gelmiştir. Bu ifadeden, din de hüküm koyma yetkisinin sadece Allah (c.c) ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Resul din de hüküm koyma yetkisine sahip ayrı bir kişi değil, hüküm koyma yetkisine sahip olan tek yetkili Allah (c.c) nin bu hükümlerini duyurmak ve yaşamak ile görevlendirilmiş bir kuludur.

Bu çalışmayı yapma amacımız, Kur'an ayetlerinin dikkate alınarak  herhangi bir konuda delil bulmanın gereğine dikkat çekmeye, ve belki hiç alakası olmadığı zannedilen bir ayet içinden, önemli bir konunun delilinin bulunabileceğini göstermeye çalışmaktır.

Eğer Allah (c.c) hüküm koyma yetkisini elçisi ile paylaşmış olsa idi, Nisa s. 14. ayetinde sadece kendisini işaret eden tekil zamiri yerine, kendisi ve elçisini işaret eden ikili zamir kullanılması gerekir, böylelikle hüküm koyma yetkisini elçi içinde geçerli olduğu iddiasının güçlü bir iddia olduğu anlaşılabilirdi. Ancak bu iddiayı güçlü kılacak bir delilin olmadığı Nisa s. 14. ayetin anlaşılmaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

29 Ocak 2017 Pazar

Hucurat s. 1.-3. Ayetleri : Allah'ın ve Resulünün Önüne Nasıl geçilmez ? Sesler Resulün Sesinin Üzerinde Nasıl Yükseltilmez?

İslam düşüncesinde Muhammed (a.s) ın konumunun ne olduğu veya nasıl bir konuma sahip olması gerektiği konusu, onun vefatının ardından tartışılmaya başlanılmıştır. Yaşadığı hayat içinde onun konumu ve görevi noktasında sahabe tarafından herhangi bir sıkıntı yaşanmaz iken , vefatı sonrasında ortaya çıkan siyasi olayların akidevi bir noktaya taşınması , bu siyasi gurupların kendi haklılıklarını veya karşı tarafın haksızlığını dini bir temele oturtma çabası , onların Muhammed (a.s) ı konuşturmak sureti ile, onun üzerinden delil sunmak gereğini ortaya çıkarmıştır.

Bu fırkaların kendi düşüncelerini hadis merkezli delillere oturtma çabaları , öncelikle hadisin bağlayıcılığı konusunu gündeme getirerek , Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen sözlerin karşı çıkılamaz bir duruma sokulmasını gerektirmiştir. Vahyin kategorize edilerek , "Metluv" (Namazlarda tilavet edilen) ve "Gayri Metluv" (Namazlarda tilavet edilmeyen) şeklinde ayrılması bu çabaların bir ürünü ve sonucudur. 

Bu çabaların ürünü ve sonucu olarak ortaya atılan bu düşünceler , dayanaklarını Kur'an ile delillendirmeye çalışarak "Biz demiyoruz Allah diyor" şeklindeki sözlerle, bir çok ayeti bu konuda kullanmaya çalışmışlardır. "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetler, bu konuda delil olarak sunulan ayetlerin başında gelmektedir. Bu ayetlerin Resulün konumunun Allah (c.c) ile eşit olduğunu beyan ettiği ileri sürülerek, dinde iki başlı bir hüküm kaynağı ihdas edilmek sureti ile Allah (c.c) kulu eşit bir duruma getirilmiştir. 

Bu yazımızda Hucurat s. 1. 2. 3. ayetlerini ele alarak , ilgili ayetlerin bizim için ne değer ifade edebileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

[049.001]  Ey iman edenler, Allah'tan ve Peygamberinden öne geçmeyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah işitir ve bilir.
[049.002] Ey iman edenler, seslerinizi nebinin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkar-gider.
[049.003]  Allah'ın resulünün yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.

Bu ayetler okunduğu zaman , ayetlerde beyan edilen emirlerin nası hayata geçirilebileceği sorusuna verilecek cevap , "Allah'ın önüne geçmemek Kur'an'ın önüne geçmemek , Resulün önüne geçmemek ise hadislerin önüne geçmemektir" , " Sesimizi Nebinin üzerinde yükseltmemek ise hadislerin üzerine söz söylememektir" şeklinde olacaktır. 

Bu ayetlerin hayat içinde pratiğe geçirilmesi , ilk muhataplar olan sahabe nezdinde herhangi bir problem teşkil etmez iken , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında problem oluşturmuştur. Muhammed (a.s) hayatta iken ya kendisine inen vahyi tebliğ etmekte , ya da kendisine inen vahyin doğrultusunda söz veya fiiller işlemekte idi. Vahiy harici olan söz ve fiillerinde eğer herhangi bir hata yapacak olursa , bu hataları vahiy tarafından uyarılarak aynı hatayı tekrar yapması önlenmekte idi.

Resul demek , yeryüzünde Allah adına konuşma yetkisine sahip kimseler demek olduğuna göre "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ifadelerin birbirinden ayrılarak Allah (c.c) yi Kur'an , Resulü ise hadisler şeklinde birbirinden ayırarak anlamak,bu gün için problem teşkil edecektir.

Allah (c.c) nin , "Resulün önüne geçmeyin" veya "Sesinizi resulün sesinin üzerinde yükseltmeyin" şeklindeki emrini fıkhi hüküm olarak "Farz" kategorisinde değerlendirmek mümkündür. Bugün bu hükmün hayata nasıl geçirileceği konusuna geldiğimizde iş bu noktada düğümlenmektedir. Çünkü bu emirleri , resul hayatta olmadığından dolayı yerine getirilmesini bugün resulün yerine geçtiği iddia edilen hadislere itaat ile eşleştirdiğimiz takdirde, Allah (c.c) nin bize hadislere itaat etmeyi Farz kıldığı gibi bir düşünce içine girebiliriz. 

Allah (c.c) bizlere hadislere itaat etmeyi mi emretmektedir ?. 

[033.036]  Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.

Muhammed (a.s) hayatta iken, onun ashabına yapmalarını emrettiği herhangi bir şey için , ashabın seçim şansı yoktu. Çünkü onun ashabına din adına söylemiş olduğu sözler "Kesin Bilgi" ifade etmekte idi. Fakat bugün bize hadis yolu ile gelen resule ait sözlerde seçim yapmak zorunlu bir durumdur. Çünkü onun söylemiş olduğu iddia edilen sözlerin istisnasız olarak tamamı, bugün artık "Zanni Bilgi" kapsamındadır. Bu tür bilgilerin doğrulanması için "Kesin Bilgi" olarak kabul edilen bir kaynağı kriter almak zorunludur.

Resulün adına gelmiş olan hadislerin "Buhari - Müslim" gibi marka haline getirilmiş kitaplarda bulunmuş olması, bu hadisleri "Kesin Bilgi" kategorisine asla sokmaz. Bugün asıl problem bu tür kitapların sorgulanamaz kitaplar haline getirilerek , Kur'an'a eşdeğer kılınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kitaplar içinde bulunan fakat Kur'an ile uyuşmayan rivayetler , Kur'an ile uyuşturulmaya çalışılarak rivayet merkezli bir din algısı Müslümanlar üzerinde hakim kılınmak sureti ile bir çok ihtilafın oluşmasına sebebiyet verilmiştir.

Bugün bizlerin "Resule İtaat" emrini yerine getirmemiz için hadislere itaat etmemiz gerektiğini iddia etmek demek , doğruluğu hadisçiler tarafından, kendilerinin belirledikleri kriterler doğrultusunda tesbit edilmiş rivayetlere inanmanın, Allah (c.c) nin emri olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir.

Herhangi bir hadisçinin kriterlerine göre "Sahih" olabilen bir rivayet , başka bir hadisçinin belirlediği kriterler doğrultusunda sahih olmayabilmektedir. Sahih olduğu iddia edilen hadise itaat etmek "Resule itaat" gereğince eğer Allah (c.c) nin emri ise , bu hadisin sahih olmadığını iddia ederek hadise itaat veya kabul etmeyenler  resule isyan eden bir duruma düşmektedir.

Hadisleri bugün resule itaat emrinin gereği olarak itaat edilmesi farz olan bilgiler kapsamına koyduğumuzda bu sıkıntılar hiç bir zaman gündemden düşmeyecek , Müslümanlar arasında en büyük ayrılıklara sebep olan konular her zaman gündemde kalarak , fırkalaşmanın ve düşmanlıkların ardı arkası kesilmeyecektir. 

Konumuz olan ve benzeri ayetlerin artık bugün hayata geçirilmesi Muhammed (a.s) tarafından bizlere bırakılan tek sahih ve kesin bilgi kaynağı olan Kur'an'a itaat edilmesi ile gerçekleşecektir. Kur'an dışında herhangi bir kaynağın din konusunda itaat edilmesi gerekli kaynak olduğu iddia edildiğinde , bugün insanlar tarafından belirlenen ve bizlere kaynak olarak sunulan kitapların Kur'an gibi muamele görülmesi tehlikesini beraberinde getirecektir. 

Bu tehlikeyi maalesef halen bil fiil olarak yaşamaktayız. Bir çok Müslüman, hadis kitaplarına veya din konusundaki başka kitaplara verdiği değeri öyle bir abartmıştır ki , bu kitaplar bir çok Müslümanın hayatında Kur'an seviyesinde hatta ondan daha yukarıda bir öneme sahiptir.


Hadis konusunda bu söylediklerimiz , hadislerin din de kaynak olarak görülmesi gerektiğini savunanlar tarafından yanlış, hatta sapıkça bir düşünce olarak görülecektir. Fakat konuya ön yargısız bakılacak olursa asıl tehlikenin hadislerin din de kaynak olarak görülmemesi gerektiği düşüncesi değil , görülmesi gerektiği düşüncesi olduğu görülecektir. 

Hadis üzerinden ortaya konulan din algısına bakıldığında , Kur'an içinde zikri geçen elçilerin örnekliği ve verdikleri tevhit mücadelesini hadis rivayetlerinde görmek neredeyse imkansızdır. Hadis kitaplarında bulunan hadislerin geneline bakıldığında , kişisel yaşam ile ilgili bir takım rivayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Kişisel yaşam ile bilgileri din olarak gördüğümüz zaman , dinin asıl mesajı olan şirk konusu kaybolup gitmekte , tevhit mücadelesinin örnekliğini yapan bir elçi portresi bu hadisler içinde görülmemektedir.

Eğer peygambere itaat edilecekse ki bu emir Allah'ın emridir , bu itaatın nasıllığı zanni bilgi taşıyan rivayet kitaplarında değil , kesin bilgi taşıyan Kur'an içinde ayan beyan ortadadır. Yok namazın nasıl kılınacağı , orucun nasıl tutulacağı , haccın nasıl yapılacağı gibi konular üzerinden hadislere mecbur olduğumuz iddiası getirilecek olursa , bu iddia sahiplerinin hangisinin namazı hadislere bakarak öğrendiğini sormak gerekir. 

Sonuç olarak ; Hucurat s. 1.2.3. ayeti ve bu ayete benzer diğer ayetlerdeki resule itaat konulu ayetlerin bugün hayata geçirilme şeklinin hadislere itaat olarak değil , onun aracılığı ile indirilmiş olan vahye itaat etmek şeklinde gerçekleşmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Bugün onun adına rivayet hadis adındaki bilgilerin zan içermesi o bilgilerin din de kaynak olarak kabul edilme sorununu ortaya çıkarmıştır.

Zan içeren bilgilerin din de kaynak olarak görülmesi , kesin bilgi içeren Kur'an'ın arkaya itilmesini beraberinde getirerek , rivayet merkezli bir din algısını ortaya çıkarmış , bu din algısı ise bir çok ihtilafın kaynağını oluşturmuştur. Asıl kaynak olan Kur'an'a dönmek , bugün bir çok ihtilaflı konu ile birbirine düşman olan Müslümanların daha elzem konular üzerinde çalışmanın ve gayret etmenin gerektiği düşüncesinin oluşmasına vesile olacaktır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.