17 Aralık 2025 Çarşamba

Eksere Kelimesinin Kur'an Meallerindeki Çevirilerine Dair Bir Değerlendirme

Kur'an çevirilerinde karşımıza çıkan sorunlardan bir tanesi, herhangi bir ayet veya ayet içindeki bir kelimenin, siyak sibak açısından veya Kur'an bütünlüğü açısından uyum arz etmemesidir. Konuyu biraz daha açacak olursak, bir ayet veya onun içindeki bir kelimeye verilen anlamın siyak sibak içinde veya bütünlük içinde uyum arzetme gereği varken, anlamda bir kopukluk oluşturmasıdır. Bu durumu ancak dikkatli bir meal okuyucusu fark edebilir. Çünkü bu tür sorunlar rastgele bir okuma ile anlaşılabilecek sorunlar değildir. 

Biz, bu konuyu meal yapıcısı açısından değerlendirecek olursak, bu tür sorunları da Kur'an bütünlüğüne hakim olan bir meal yapıcısı fark edebilir ve bu soruna çare bulmaya yönelebilir. Çünkü, bağlam ve bütünlüğe riayet edilmeden salt Arapça bilgisi ile yapılmaya çalışılan bir Kur'an çevirisi, maalesef  bazı anlam kaymalarına sebep olmaktadır. Biz, bu konuyu teorik olarak izah etmeye çalışmak yerine, Kur'an içinde karşımıza çıkan bir kelime olan "Eksere" kelimesi ve onun çoğul kullanımındaki bağlamı ve bu kelimeyle birlikte kullanılan "Ennasu" kelimesi bağlamında örneklerle değerlendirmeye çalışacağız. 

Kesere kelimesi, çokluk anlamına sahip bir kelime olup eksere ise, ismi tafdil sigasında "Daha çok" anlamına gelmektedir. Bu ifade, Kur'an içinde bazı yerlerde "Daha çoğu" olarak doğru karşılığını bulmasına rağmen, bizim kanaatimizce bazı yerlerde "Tamamı" veya "Hiçbiri" şeklinde bir anlam olarak karşılığını bulması gerekmektedir. Biz, bu yazımızda bu şekilde karşılık bulması gerektiğini düşündüğümüz ayetleri örnek olarak vermeye çalışacağız.

---- Bakara s. 100

 ---- Onlar her ne zaman bir antlaşmayla antlaştılarsa, onlardan bir bölük onu fırlatıp atmadı mı? Hayır, onların tamamı inanmazlar.

Bakara s. 100. ayetinde Yahudiler ile ilgili bir durumdan, antlaşmalarına sadık kalmadıklarından bahsedilmektedir. Bizim, "Ekseruhum la yu'minune" ifadesini, "Onların tamamı inanmazlar" olarak çevirmemizin dayanağı, tefsirlerde de izahını görebileceğimiz ve bir edebi üslup olan, "Cüzün zikriyle küllün kastedilmesi" veya "Parça söyleyerek bütünü kastetmek" olan anlatım tarzının bir sonucudur.

Dikkat edilirse burada bahsedilenler Yahudilerin tamamı değil "Onlardan bir bölük" tür, yani antlaşmayı bozanlar onlardır ve Ekseruhum kelimesi de onlardan bir bölüğe dikkat çekmektedir. Biz burada "Ekseruhum" kelimesini birçok olarak anlamlandırdığımız zaman, onların bir kısmının yani antlaşmayı bozanların da içinde inanan olabileceği anlamı çıkabilecektir. Bir şeyi bütün olarak düşünürsek "Onun çoğu" şeklinde bir ifade, bütünün içinde bir parçayı kast etmektedir, yani bütüne dahil olmayan şeyler de vardır. Vereceğimiz örnek ayetlerde bunu daha net görebileceğiz.

---- Al-i İmran s. 110

---- Siz, o insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı bir ana toplum oldunuz. Siz o benimsenene uygunu buyuruyorsunuz ve o yadırganandan vazgeçiriyorsunuz ve siz Allah'a inanıyorsunuz. Ve eğer o kitabın halkı da inanmış olsaydı, kendileri için kesinlikle daha hayırlı olurdu. İçlerinden o inananlar olsa da onların daha çoğu o itaatten çıkanlardır.

Bu ayette sondaki وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ifadesinin "Daha çoğu" şeklinde çevrilmesi doğrudur. Çünkü kitap ehlinin tamamından bahsedilerek onların çoğunun itaatten çıkanlar olduğu, dolayısı ile az da olsa bir kısmının böyle olmadığı yani inandığı, zaten diğer ayetlerde de beyan edilmektedir.

---- Maide s. 59

---- Sen de ki: "Ey o kitabın halkı, siz bizden Allah'a ve bize indirilmiş olan şeye ve önceden indirilmiş olan şeye inandık diye ve sizin tamamınız itaatten çıkanlar olduğunuzdan ötürü  öç mü alıyorsunuz?"

Bu ayette sondaki وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ ifadesinin Sizin daha çoğunuzun olarak çevrilmesi bağlama uygun değildir. Çünkü buradaki hitap her ne kadar kitap ehli olsa da bu kitap ehli onların hepsi değil inananlara karşı olan yani onlardan kendileri gibi inanmadıkları için öç almaya kalkan kısmına yapılmaktadır. Dolayısı ile çevirinin Sizin tamamınız olarak çevrilmesinin bağlama daha uygun olduğu kanaatindeyiz.

---- Maide s. 103. 

---- Allah, Bahire'den ve Saibe'den ve Vasile'den ve Ham'dan, hiçbirini (serbest) yapmamıştır. Fakat gerçeği örtmüş olan kimseler o yalanı Allah'a karşı yakıştırıyorlar ve onların tamamı bağ kurmazlar.

Bu ayette ortak koşanların kendi kafalarından uydurdukları helal ve haramlara dikkat çekilmektedir. Ayetin sonundaki وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ifadesini, Onların çoğu olarak çevirdiğimizde, onların diğer bir kısmının akleden olduğu anlamı çıkar ki, akleden bir kafanın Allah c.c. adına helal haram uydurması mümkün değildir. Dolayısı ile bu ayetteki kelimenin daha çoğu olarak değil Onların tamamı olarak çevrilmesi bütünlük açısından daha isabetli olacaktır.

---- Enam s. 37

---- Ve onlar: "Ona, kendisinin Efendisinden (gözle görülen) bir ayet indirilmeli değil miydi?" dediler. Sen de ki: "Şüphesiz ki Allah (gözle görülen) bir ayet indirmenin bir en doğru ölçüsünü koyucudur." Fakat onların tamamı bilmezler.

Bu ayette ise ortak koşanların mucize olarak bildiğimiz görsel ayet istekleri dile getirilmektedir. Ayet sonundaki  اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ifadesi ile kast edilenler ortak koşanlardır. Eğer biz bu ibareye Onların çoğu olarak bir anlam verirsek, diğer bir kısmının bilenler olduğu anlaşılabilecektir. Bu nedenle ibarenin "Onların tamamı veya Onların hiçbiri" şeklinde çevrilmesi daha isabetli olacaktır.

---- Enam s. 111

---- Ve eğer biz onlara o melekleri indirmiş olsaydık ve o ölüler onlarla iletişim kursaydı ve biz her bir şeyi karşılarında olarak sürüp toplasaydık, onlar Allah dilemedikçe inanacak değillerdi. Fakat onların tamamı düşüncesizlik ediyorlar.

Bu ayette ortak koşanların ne kadar inatçı olduklarına bir örnek ile dikkat çekilmektedir. Ayetin sonundaki اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ ifadesiyle onların tamamına dikkat çekilmektedir.  Dolayısı ile bu ayetteki kelimenin onların daha çoğu olarak değil "Onların tamamı" olarak çevrilmesi bütünlük açısından yine daha isabetli olacaktır.

---- Araf. s. 102

---- Ve biz onların tamamı için antlaşmaya bağlılıktan (eser) bulmadık. Ve şüphesiz ki biz onların tamamını, kesinlikle itaatten çıkanlar bulduk.

Bu ayette 59. ayetten başlayan ve 93. ayete kadar devam eden helak olaylarından, 94. ayetten 102. ayete kadar ise helak edilen kasabaların halkından bahsedilmektedir. Biz bu ayette iki yerde geçen "Ekserihim ve Ekserehum" kelimelerini "Onların çoğu" olarak çevirdiğimiz takdirde, ayetlerde kastedilenlerin helak edilen kasabalar halkı olduğunu dikkate aldığımızda, bu sefer helak edilenlerin diğer bir kısmının itaatten çıkmayanlar olduğu anlaşılabilir ki, bu da bağlama uygun düşmeyecektir. Çünkü helak edilenlerin tamamı bu helakı hak etmişlerdir. Bu nedenle ilgili kelimenin, onların daha çoğu yerine Onların tamamı olarak çevrilmesi bağlam ve bütünlüğe dikkat esası açısından daha isabetli olacaktır.

---- Araf s. 131

---- Onlara o iyilik geldiği zaman, onlar: "Bu, bizim içindir" derlerdi. Ve eğer onlara bir kötülük değerse onlar, Musa'ya ve onun beraberinde olanların uğursuzluğuna yorarlardı. Dikkat edin, onların uğursuzlukları (işlediklerinden doğan sonuçları) ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat onların tamamı bilmezler.

Bu ayetin bağlamı Firavun'a tabi olanlar ile alakalıdır. Ayetin sonundaki  اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ifadesini Onların çoğu olarak çevirmek bağlama uygun düşmeyecektir. Çünkü bir onların kısmının bildikleri gibi bir anlam ortaya çıkabilecektir. Bu nedenle ifadeyi Onların tamamı olarak çevirmek bağlam ve bütünlük açısından isabetli olacaktır.

---- Enfal s. 34

---- Ve Allah onları neden azaplandırmasın? Ve onlar (inananları) o yasak mescitten uzaklaştırıyorlar ve onlar, onun yakınları da değildir. Onun yakınları o korunanlardan başkası değildir. Fakat onların tamamı bilmezler.

Bu ayetin 30. ayetten başlayan bir bağlamı bulunmakta ve bağlam Mekke'li inkarcılardan bahsetmektedir. Eğer biz bu ayetin sonundaki اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ifadesini Onların çoğu olarak çevirdiğimizde, Mekke'li inkarcıların diğer bir kısmının bilenler olduğu anlaşılabilir ki, bu da uygun bir anlam olmayacaktır. Bu nedenle ifadeyi Onların tamamı olarak çevirmek bağlam ve bütünlük açısından isabetli olacaktır.

---- Tevbe s. 8

---- Nasıl (bir antlaşma olabilir ki)? Ve eğer onlar sizin üzerinize üstün gelselerdi, sizin hakkınızda bir yakınlık bağı ve bir anlaşma yükümlülüğü gözetmezlerdi. Onlar ağızları ile sizi hoşnut ederler oysa onların kalpleri ise direnir ve onların tamamı itaatten çıkanlardır. 

Bu ayetin sure başından başlayan bir bağlamı bulunmakta ve bağlam ortak koşanları kastetmektedir. Eğer biz bu ayetin sonundaki وَاَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَۚ  ifadesini Onların çoğu olarak çevirdiğimizde, ortak koşanların diğer bir kısmı itaatten çıkmayanlar olarak anlaşılabilir ki, bu da bağlam ve bütünlük açısından uygun düşmeyecektir.  Bu nedenle ifadeyi Onların tamamı olarak çevirmek bağlam ve bütünlük açısından isabetli olacaktır. Çünkü "Onlar" olarak ifade edilenler bağlamın içinde olanlar ve fasık olanların onların çoğu değil tamamıdır.

---- Yunus s. 36

---- Ve onların tamamı kanıdan başkasını izlemiyorlar. Şüphesiz ki o kanı ise, o gerçekten yana hiçbir şeyi ihtiyaçsız kılmaz. Şüphesiz ki Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri bir en iyi bilicidir.

Bu ayet 34. ayetten başlayan ve ortak koşanlardan bahseden bir bağlama sahiptir. Eğer biz ayet içinde geçen Ekserehum kelimesini Onların çoğu olarak çevirirsek, ortak koşanların diğer bir kısmının zanna tabi olmadığı gibi bir durum ortaya çıkabilir ki bu  da bağlam ve bütünlük açısından uygun olmayacaktır.

---- Yunus. 55

----  Dikkat edin, o göklerde ve o yerde olan şeyler şüphesiz ki Allah'ındır. Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın söz vermesi bir gerçektir. Fakat onların tamamı bilmezler.

Bu ayet daha yukardan başlayan bir bağlama sahip olmasına rağmen en yakın 52. ayetten ve haksızlık yapanları merkeze alan bağlamı dikkate alınmalıdır. Eğer biz ayetin sonundaki   اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ifadesini Onların çoğu olarak çevirdiğimizde bağlama uygun düşmeyecektir. Bu  nedenle ifadeyi Onların tamamı olarak çevirmek bağlam ve bütünlük açısından isabetli olacaktır. Çünkü "Onlar" olarak ifade edilenler bağlamın içinde olan kimselerdir.

---- Yunus s. 60

---- Ve o yalanı Allah'a karşı yakıştırmakta olan kimselerin, o kalkışın günü hakkındaki kanısı nedir? Şüphesiz ki Allah, o insanların üzerine kesinlikle bir lütuf sahibidir. Fakat onların tamamı şükretmezler.

Bu ayetin de 59. ayetten başlayan kendi kafalarınca haram helal tayini yapanlara ait bir bağlamı bulunmaktadır. Eğer biz bu ayetin sonunda geçen كْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ۟ ifadesini Onların çoğu olarak çevirdiğimizde bu haram helal tayini yapanların diğer bir kısmının şükrettikleri anlaşılabilecektir. Bu  nedenle ifadeyi Onların tamamı olarak çevirmek bağlam ve bütünlük açısından isabetli olacaktır. Çünkü "Onlar" olarak ifade edilenler bağlamın içindeki kendi kafalarınca haram helal tayini yapanlardır.

---- Yusuf s. 38

---- "Ve ben, benim atalarım İbrahim'in ve İshak'ın ve Yakub'un inanç sistemini izledim. Bizim için hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamız olmaz. Bu, Allah'ın bizim üzerimize ve o insanların üzerine olan lütfundandır. Fakat o insanların tamamı şükretmezler."

Bu ayet Yusuf a.s. ın hapishanedeki iki arkadaşına yapmış olduğu konuşmadan bir kesittir. Yusuf a.s. bunun öncesinde iki arkadaşına, Allah'a ve ahirete inanmayan bir topluluğun inancını terk etmiş olduğunu ve sahip olduğu tevhid inancının Allah c.c. nin o insanların üzerine bir lütuf olduğunu söylemektedir. Yusuf. a.s. O insanlar" olarak ifade "Ennasu" kelimesinin elif lamlı (marife) olarak kullanılmış dikkat edilmesi gereken bir ayrıntıdır. Çünkü Ennasu kelimesi ile kast edilen o insanlar Allah'a ve ahirete inanmayan topluluktur. Allah c.c. o insanlara böyle bir lütufta bulunmasına rağmen o insanlar bu lütfa şükretmek yerine küfretmeyi, yani örtmeyi seçmişlerdir.

Ayetin sonundaki Fakat o insanların tamamı şükretmezler ifadesi ile kast edilen kesim, bu insanlardır. Şimdi biz bu ifadeyi Fakat o insanların çoğu şükretmezler olarak çevirirsek, diğer bir kısmının şükreden olduğu anlaşılabilecektir. Bu nedenle eksere kelimesinin çoğu olarak çevrilmesi yerine, tamamı şeklinde çevrilmesi daha uygun olacaktır.

Kur'an içinde Ennasu olarak marife kullanılan kelimeler, bağlam dikkate alınarak anlaşılmaya çalışılmalıdır. Çünkü bu kelimenin önceki ayetlerden gelen bir bağlamı bulunmaktadır. Aksi takdirde bağlam gözetilmeden "Bütün insanlar" olarak anlaşıldığı takdirde anlama sıkıntısı ortaya çıkabilecektir.

Konuşmanın devam ettiği 40. ayette de aynı şekilde Ve lakin ekserennasi la yalemune ifadesinin yine Fakat o insanların çoğu bilmezler olarak değil, Fakat o insanların tamamı bilmezler olarak çevirmek bağlama uygun düşecektir.

---- Yusuf s. 103

---- Eğer ki sen (inanmaları için) düşkün olsan da, o insanların tamamı inananlar değildir.

Ayet içinde geçen Ekserunnasi ifadesini eğer O insanların daha çoğu olarak çevirirsek devam eden ayetlerdeki konu doğru anlaşılmayacaktır. Çünkü O insanlar olarak ifade edilen insanların kim oldukları devam eden ayetlerde beyan edilmektedir. 

Aynı ifade surenin 106. ayetinde de geçmektedir. Biz bütünlüğe dikkat çekmek açısından 104. ve 105. ayet çevirilerini de paylaşacağız.

---- 104- Ve sen onlardan buna karşı hiçbir iş karşılığı da sormuyorsun. O, o tüm insanlar için bir hatırlatmadan başkası değildir.

---- 105- Ve o göklerde ve o yerde (gözle görülen) ayetten nicesi vardır ki, onlar onun üzerinden kayıtsız kalanlar olarak geçip giderler.

Görüldüğü gibi 103. ayette Ekserunnasi olarak beyan edilen insanlar, vahye karşı yüz çeviren insanlardır yani Mekke toplumundaki vahiy karşıtlarıdır. Şimdi 103. ayetteki ifadeyi eğer "O insanların daha çoğu" olarak çevirirsek diğer bir kısım insanların inandığı gibi bir durum anlaşılabilecektir ki bu ayetlerin mesajı ile uygun düşmeyecektir. Çünkü 104. ve 105. ayetlerde Onlar olarak bahsedilenler, 103. ayette geçen insanlardır, yani onların tamamı inkarcılardır. Şimdi 106. ayete gelelim.

---- Yusuf s. 106

---- Ve onların tamamı Allah'a, ortak koşanlar olaraktan başka inanmıyor. 

Bu ayette de Ekserehum olarak geçen ifadenin Onların çoğu olarak değil, Onların tamamı olarak çevrilmesi gerekmektedir ki bağlama uygun düşsün. Çünkü ortada vahye karşı sırt çevirmiş bir topluluk vardır ve ilgili ayetler bunlardan bahsetmektedir. 

---- Rad s. 1. ayet

---- Elif, Lâm, Mim, Ra. Bunlar, o kitabın ayetleridir. Ve sana Efendinden indirilmiş olan şey o gerçektir. Fakat o insanların tamamı inanmazlar.

Bu ayette geçen Ekserennasi la yu'minune ifadesinin O insanların çoğu olarak yerine O insanların tamamı olarak çevrilmesi bağlama daha uygun düşecektir. Şöyle ki;

Surenin 2. 3. 4. ayetleri kevni ayetlerden bahsettikten sonra, 5. 6. ve 7. ayetlerde yeniden dirilişi ret edenlerin sözlerine yer verilmektedir. 1. ayette Ekserennasi olarak ifade edilen insanlar bu insanlardır. Biz eğer ibareyi O insanların çoğu olarak çevirirsek, bu insanların bir kısmının inandığı gibi bir durum ortaya çıkacaktır ki, bu da bütünlük ile uyum sağlamayacaktır. Yani yeniden dirilişi inkar eden o insanların tamamı inanmaz olanlardır.

---- Nahl s. 38

----  Ve onlar: "Allah ölecek bir kimseyi (yeniden) harekete geçirmez" (diye) güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, O'nun üzerine gerçek bir söz olarak (bunu yapacaktır). Fakat o insanların tamamı bilmezler.

Bu ayette de yeniden dirilişi inkar eden insanların sözleri aktarılmaktadır. son cümledeki marife olarak Ennasu kelimesi ile ifade edilenler, yeniden dirilişi inkar edenlerdir. Şimdi biz ayetteki Eksere kelimesini Çoğu olarak çevirirsek, yeniden dirilişi inkar eden insanlar içinde bir kısmın bilenler olduğu gibi bir anlamı çağrıştırır ki bu da bağlam ve bütünlük açısından uygun olmayacaktır.

---- Nahl 75

---- Allah, hiçbir şeye gücü yetmez bir mülk edinilmiş kulu ve bizim kendisine bizden bir iyi rızıkla rızık verdiğimiz, böylece o da ondan saklı ve açık olarak harcamakta olan kimseyi bir örnek olarak ortaya koydu. Onlar denk midirler? O övgü Allah'adır. Hayır, onların tamamı bilmezler.

Bu ayetin 71. ayetten gelen ve ortak koşanlardan bahseden bir bağlamı bulunmaktadır. Şimdi bizayetin sonundaki Ekseruhum la ya'lemune ifadesindeki eksere kelimesini çoğu şeklinde çevirirsek, ortak koşanların bir kısmının bildiği gibi bir anlam ortaya çıkabilecektir ki bu da bağlama uygun değildir. Bu nedenle ekseruhum kelimesini Onların tamamı olarak çevirmek bağlama daha uygundur.

Surenin 83. ayeti de bu bağlama dahildir.

---- Onlar Allah'ın nimetini tanıyorlar (ve faydalanıyorlar) sonra onu yadırgıyorlar. Ve onların tamamı o gerçeği örtücülerdir.

Yine ayetin sonundaki Ve ekseruhumulkafirune ibaresini, Onların çoğu kafirdir olarak çevirdiğimizde, diğer bir kısmının kafir olmadığı gibi bir anlam ortaya çıkabilmektedir ki bu da bağlama uygun değildir. Bu nedenle ekseruhum kelimesini "Onların tamamı" olarak çevirmek bağlama daha uygundur.

---- Nahl s. 101

---- Ve biz bir ayetin yerini (başka) bir ayetle değiştirdiğimiz zaman -ki Allah indirmekte olduğu şeyi en iyi bilendir- onlar: "Sen ancak ve ancak bir yakıştırıcısın" derler. Hayır, onların tamamı bilmezler.

Bu ayette Ekseruhum la ya'lemune olarak ifade edilen kimseler, "Sen ancak ve ancak bir yakıştırıcısın" diyen inkarcılardır. Şimdi biz eksere kelimesine çoğu şeklinde bir anlam verdiğimiz zaman bu inkarcıların bir kısmının bildiği gibi bir anlam ortaya çıkacaktır. Bu nedenle ekserehum kelimesinin onların tamamı olarak çevrilmesi daha uygundur.

---- İsra s. 89.

---- Ve ant olsun ki biz o (inanmayan) insanlara bu okunan (Kur'an)da her bir örnekten evire çevire açıkladık. Buna rağmen o insanların tamamı ancak gerçeği örtmekte diretti.

Bu ayet 88. ayetten başlayan ve 100. ayete kadar devam eden bir bağlamın içindedir ve yine inkarcıları konu etmektedir. Ve bahsettiği inkarcılar için kullandığı "Ekserunnasi" kelimesini, O insanların çoğu olarak çevirdiğimizde, diğer bir kısmının küfür halinde olmadığı gibi bir anlam ortaya çıkacaktır ki, bu da bağlama uygun düşmeyecektir. Yine burada dikkat çekmek isteriz ki marife olarak Ennasu (o insanlar) kelimesinin diğer ayetlerde onlar olarak çoğul geçen kimseler olduğu ve onların hepsinin inkarcı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

---- Enbiya s. 24

---- Yoksa onlar O'nun berisinden bir takım tanrılar mı bellediler? Sen de ki: "Haydi kendinizin sağlam kanıtını getirin. Bu, benim beraberimde olan kimselerin hatırlatması ve benden önceki kimselerin hatırlatmasıdır." Hayır, onların tamamı o gerçeği bilmezler de bu yüzden onlar kayıtsız kalanlardır.

Bu ayette konu edilenler Allah'a ortak koşanlardır ve onların gerçeği bilmedikleri beyan edilmektedir. Eğer ayette geçen Ekseruhum kelimesini Onların çoğu olarak çevirirsek, diğer bir kısmının gerçeği bilenler oldukları gibi bir anlam ortaya çıkacaktır. Bu nedenle ibarenin Onların tamamı olarak çevrilmesi daha uygun olacaktır.

---- Mü'minun s. 70

---- Yoksa onlar (senin için): "Onda bir cinnet hali var" mı diyorlar? Hayır o, onlara o gerçeği getirmiştir, oysa onların tamamı gerçeği çirkin görenlerdir.

Bu ayetin de 68. ayetten başlayan 70. ayetin sonrasında da devam eden bir bağlamı bulunmaktadır. Eğer biz ayette geçen Ekseruhum kelimesine, Onların çoğu olarak anlam verirsek, bağlama uygun düşmeyecektir. Bu nedenle ifadeye Onların tamamı olarak anlam vermek daha uygundur.

---- Furkan s. 44

----  Yoksa sen onların tamamının işitmekte olduklarını veya bağlantı kurmakta olduklarını mı hesap ediyorsun? Onlar, o hayvanlar gibiden başkası değildir, hayır, onlar yol bakımından daha sapkındırlar.

Bu ayetin de 40. ayetten başlayan ve aşağı doğru devam eden bir bağlamı bulunmakta ve yine konu ortak koşanlardır. Eğer biz ayette geçen  Ekserehum kelimesini, Onların çoğu olarak çevirirsek, diğer bir kısmının işitmezlik ve akletmezlikten istisna tutulduğu gibi bir anlamı çağrıştıcaktır. Bu nedenle kelimenin Onların tamamı olarak çevrilmesi uygun olacaktır.

---- Furkan s. 50

---- Ve ant olsun ki biz, onların hatırlamaları için onu (suyu) kendilerinin arasında evirip çevirdik. Buna rağmen o insanların tamamı ancak bir nankörlükte diretti.

Bu ayette yine 44. ayetin devamı olan bir bağlama sahiptir ve Ekserunnasi ifadesinin çoğu olarak yerine tamamı olarak çevrilmesi bağlama daha uygundur.

---- Şuara s. 8- 67- 103- 121- 139- 158- 174- 190- 223

---- Şüphesiz ki bunda (gözle görülen) bir ayet vardır ve onların tamamı inananlar değildir.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Verdiğimiz ayetler 223. ayet haricinde hepsi aynı şekildedir. 8. ve 223. ayetin haricindeki bütün ayetler bahsettiği topluluğun helakından sonra gelmektedir. Dolayısı ile helak edilenlerin tamamının elçiler vasıtası ile kendilerine vahiy ulaştığı halde bu elçileri ret eden insanlardan bahsetmektedir. Dolayısı ile ayet içindeki Ekseruhum kelimesini, Onların çoğu olarak çevirdiğimizde, diğer bir kısım helak edilenlerin inananlar olduğu gibi bir anlam ortaya çıkacaktır ki bu helakın yasası yani Sünnetullah ile asla uyuşmaz.

8. ayet ise önceki ayetlerden gelen bir bağlam dahilinde o ayette aynı şekildedir. "Onlar" olarak bahsedilenler inkarda ayak diretenlerdir. 223. ayet ise 221. ayetten başlayan bir bağlama dahildir ve üzerine şeytanların indiği kimselerden bahsedilmektedir. Ayette geçen Ve ekserehum kazibune ifadesinde geçen eksere kelimesini, çoğu olarak çevirdiğimiz takdirde diğer bir kısmının üzerinde yalancılık vasfının düşürülmesi gibi bir anlam ortaya çıkacağı için ifadenin, Onların tamamı yalancılardır şeklinde çevrilmesi uygun olacaktır.

---- Neml s. 61

---- Yoksa, o yeri bir sabitlik yapmış ve onun arasında nehirler meydana getirmiş ve ona çakılı dağlar yerleştirmiş ve o iki su kütlesinin arasına engelleyici koymuş olan kimse mi (daha hayırlıdır?) Allah'ın beraberinde başka bir tanrı mı? Hayır, onların tamamı bilmezler.

Bu ayet 59. ayetten başlayan bir bağlama sahiptir ve yine bahsedilenler ortak koşanlardır. Biz, ayetin sonundaki Ekseruhum la ya'lemune ifadesini, Onların çoğu bilmezler olarak çevirdiğimiz takdirde, azınlıkta kalan kısmın bildiği gibi bir anlam çıkar ki, bu da bağlama uygun düşmez.

---- Kasas s. 13

---- Böylece biz, onun (annesinin) gözü ferah olması ve üzülmemesi ve şüphesiz ki Allah'ın söz vermesinin bir gerçek olduğunu bilmesi için, onu annesine geri döndürdük. Fakat onların (Firavun Haman ve askerlerinin) tamamı bunu bilmezlerdi.

Ayetin sure başından itibaren bir bağlamı bulunmakta ve Firavun, Haman ve askerlerini merkeze almaktadır. Bunu dikkat aldığımızda, ayetin sonundaki Ekserehum la ya'lemune ifadesindeki eksere kelimesinin Onların çoğu yerine Onların tamamı şeklinde çevrilmesi bağlama uygun düşecektir.

---- Kasas s. 57.

---- Ve onlar: "Eğer biz senin beraberinde o doğruya ileteni izlersek, kendi yerimizden kapılıveririz" dediler. Biz, onlara kendi katımızdan bir rızık olarak her bir şeyin ürününün derlenip toplanmakta olduğu bir dokunulmazlıklı güvenli yere (yerleşmelerine) olanak sağlamadık mı? Fakat onların tamamı bilmezler.

Bu ayette de inkarcıların kendilerine göre ürettikleri bir gerekçeyi görmekteyiz. Yine ayetin sonundaki, Ekserehum la ya'lemune ifadesindeki eksere kelimesinin, Onların çoğu yerine Onların tamamı şeklinde çevrilmesi bağlama uygun düşecektir.

---- Ankebut s. 63

---- Ve eğer sen onlara: "Kim, o gökten bir su indirmiştir de onunla o yeri onun ölümünden sonra yaşatmıştır?" diye sorarsan, onlar kesinlikle "Allah" diyecekler. Sen de ki: "O övgü Allah'adır." Hayır, onların tamamı bağlantı kurmazlar.

Bu ayetin de 61. ayetten başlayan 68. ayete kadar süren bir bağlamı bulunmakta ve konu yine ortak koşanlardır. Eğer biz ayetin sonundaki Ekseruhum la ya'kılune ifadesindeki eksere kelimesini Onların çoğu olarak çevirirsek, azınlıkta kalan kısmın aklettiği gibi bir anlam ortaya çıkacaktır. Bu nedenle ifadenin, Onların tamamı veya Onların hiçbiri olarak çevrilmesi bağlam açısından daha uygundur.

---- Rum s. 6

----  (Bu), Allah'ın söz vermesidir. Allah, verdiği sözüne aykırı davranmaz. Fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler.

Bu ayetin surenin başından başlayan bir bağlamı bulunmaktadır. Savaşan rum ordusuna inananlar, diğer orduyu ise ortak koşanlar kendilerine yakın görmektedir. Allah c.c. nin ileri bir zamanda Rum ordusunun galibiyeti haber vermekte ve Ennasu olarak ifade edilen o insanların inananların dışındakiler olduğu dolayısı ile onların çoğunun değil onların tamamının bilmezler olduğu bağlama daha uygundur.

---- Rum s. 8

---- Onlar, Allah'ın o gökleri ve o yeri ve ikisinin arasında olan şeyleri bir gerçekle ve bir isimlenmiş süreyle takdir ettiğini kendi benliklerinde düşünmediler mi? Ve şüphesiz ki o insanlardan bir çoğu, Efendilerinin karşılaşmasını, kesinlikle (reddederek) örtücülerdir.

Bu ayette geçen وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ ifadesinden ki min edatının kısmiyet anlamını dikkate aldığımızda, ibarenin O insanlardan bir çoğu olarak çevrilmesinde herhangi bir sıkıntı yoktur. Bu örneği vermemizin amacı, eksere kelimesinin geçişlerinin tamamının bizim önerdiğimiz şekliyle çevrilemesi gerektiği bir durumun olmadığına dikkati çekmektir.

---- Rum s. 30

----Artık sen yüzünü, (fıtrat yasalarına) bir meyleden olarak o yaşam sistemine kaldır. Allah'ın fıtratına ki O, o insanları onun üzerine açığa çıkarmıştır (fıtrat vermiştir). Allah'ın takdir edişi için hiçbir değişme olmaz. Bu, o dimdik duran o yaşam sistemidir. Fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler.

Ayeti okumaya 28. ayetten başladığımız zaman Ennasu yani O insanlar diye bahsedilenlerin kim olduğu daha net anlaşılacak Eksere kelimesinin Çoğu olarak değil Tamamı veya hiçbiri olarak çevrilmesinin bağlama daha uygun düşeceği görülecektir.

---- Rum s. 42

---- Sen de ki: "Siz, o yerde gezin de, önceki kimselerin sonu nasıl olmuş bir bakın. Onların tamamı ortak koşanlardı."

Bu ayette de önceki helak edilmiş topluluklara dikkat çekilmekte onların ortak koşanlar oldukları beyan edilmektedir. Şimdi biz buradaki Ekserehum kelimesini Onların çoğu olarak çevirdiğimiz zaman, azınlıkta kalıp ta helak edilen diğer kısmın ortak koşmayanlar olduğu anlaşılır ki, bu da helakın yasası yani Sünnetullah ile çelişki arzedecek, bu nedenle ibarenin Onların tamamı olarak çevrilmesi daha uygun olacaktır.

---- Lokman s. 25

---- Ve eğer sen onlara: "O gökleri ve yeri kim takdir etti?" diye sorarsan, onlar kesinlikle "Allah" diyecekler. De ki: "O övgü Allah'adır." Hayır, onların tamamı bilmezler.

Bu ayette yine diğer surelerde de gördüğümüz bir soru ile karşılaşmaktayız. Sorunun muhatabı ortak koşanlardır ve yine onların bilmezler oldukları bildirilmektedir. Ayetin sonundaki Ekseruhum kelimesinin Onların çoğu yerine Onların tamamı olarak çevrilmesi burada da uygun düşecektir.

---- Sebe s. 28- 36- 41

----  Ve biz seni o insanların hepsine bir müjdeci ve bir uyarıcı olaraktan başka göndermedik. Fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler.

---- Sen de ki: "Şüphesiz ki benim Efendim, o rızkı kimse dilerse geniş tutar ve bir ölçüye göre verir, fakat (gerçeği örtücü) o insanların tamamı (bunu) bilmezler."

---- (Melekler): "Sen her türlü eksiklikten uzaksın, sen bizim onların berisinden yakınımızsın. Hayır, onlar cinlere kulluk etmekteydiler. Onların tamamı onlara inananlardı" dediler.

Bu ayetlerin sure bütünlüğü dikkate alınarak okunması gerekmektedir. Çünkü Ekserennasi  olarak ifade edilen insanların sure genelinde tanıtılmakta ve yine ortak koşanlar olduğu anlaşılmaktadır. Eğer biz bu ifadeyi İnsanların çoğu olarak çevirirsek, bir kısım insanın bilmezlikten istisna edilmiş olduğu anlaşılabilecektir.

---- Yasin s. 7

---- Ant olsun ki o söylenen (azap sözü) onların tamamının üzerine bir gerçek olmuştur, artık onlar inanmazlar.

Bu ayetlerin de 7. ayetten sonra devam eden bağlamı dikkate alınarak okunduğunda Ekserihim ifadesinin, Onların tamamı olarak çevrilmesi uygun olacaktır.

---- Zümer s. 29- 49

---- Allah bir örnek ortaya koydu, bir adam ki kendisi hakkında birbiriyle uyuşamayan ortakları olan haldedir ve bir adam ki, tek adama teslim olmuş haldedir. Bu ikisi bir örnek bakımından denk olur mu? O övgü Allah'adır. Hayır, onların tamamı bilmezler.

Bu ayetin yine 22. ayetten başlayan ve 32. ayete kadar süren bir bağlamı dikkate alınarak okunması gerekmektedir. Böyle bir okuma sonucunda bahsedilen kişilerin zalimler olduğu anlaşılacak ve onların tamamının bilmezler olduğu görülecektir.

49. ayetin ise 43. ayetten başlayan bir bağlamı bulunmakta ve bu bağlam dikkate alınarak okunması gerekmektedir. Çünkü bağlam içinde Onlar olarak ifade edilenlerin kimler olduğu anlaşılacaktır.

---- Mümin s. 57- 59- 61

---- Elbette ki o göklerin ve o yerin takdir edilişi, o insanların takdir edilişinden daha büyüktür. Fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler.

----  Şüphesiz ki o an kesinlikle gelicidir ki onda hiçbir kuşku yoktur. Fakat o insanların tamamı (buna) inanmazlar.

---- Allah O ki, size o geceyi sizin onda durulmanız için ve o gündüzü de bir açıkça görülebilen olarak, yaptı. Şüphesiz ki Allah o insanların üzerine kesinlikle bir lütuf sahibidir. Fakat o insanların tamamı (buna) şükretmezler.

Bu ayetler grubunun da 56. ayetten başlayan 63. ayete kadar süren bir bağlam dikkate alınarak okunması gerekmektedir ki ayetlerde ki Ekserennasi ifadesinin muhatabının kimler olduğu daha doğru anlaşılabilsin.

---- Fussilet s. 4

---- (2- 3- 4 ) (Bu) o çok şefkatli, sarmalayıcılığı sürekliden indirilme bir kitaptır ki, onun ayetleri bilmekte olan bir topluluk için bir müjdeci ve bir uyarıcı olmak üzere bir Arabi okuma olarak ayrıntılanmıştır. Böyle olmasına rağmen onların (ortak koşanların) tamamı kayıtsız kaldı, artık onlar işitmezler.

Bu ayette Ekseruhum olarak ifade edilenlerin kim oldukları ilerleyen ayetlerde görülmekte ve ifadenin bu bağlam dikkate alınarak çevrilmesi gerekmektedir.

---- Zuhruf s. 78

 ---- 77- 78 - Ve onlar: "Ey (cehennemin) hükümranı, senin Efendin bizim üzerimize (ölüm hükmünü) yerine getirsin" diye seslendiler. O da: "Şüphesiz ki siz (onda) durup bekleyicilersiniz. Ant olsun ki biz size o gerçeği getirmiştik, fakat sizin tamamınız o gerçeği çirkin görenlerdeniz" dedi.

Bu ayetin de 74. ayetten başlayıp surenin sonuna kadar giden bir bağlamı bulunmaktadır. Eğer biz ayettte geçen Eksereküm ifadesini Sizin çoğunuz olarak çevirirsek, diğer bir kısmının gerçeği çirkin görmeyenler olduğu anlaşılabilir ki "o kısmın o zaman cehennemde ne işi var?" sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

---- Duhan s. 39

---- Biz, o ikisini o gerçek (amaç) dışında takdir etmedik, fakat onların tamamı (bunu) bilmezler.

Surenin ilerleyen ayetlerine baktığımızda, ayet içinde geçen Ekserehum ifadesi ile kastedilenlerin kimler oldukları, dolayısı ile ifadenin Onların tamamı olarak çevrilmesinin bağlam ve bütünlük açısından daha anlaşılabilir olduğu görülecektir.

---- Casiye s. 26

---- Sen de ki: "Allah, sizi yaşatır, sonra sizi öldürür, sonra sizi o kalkışın gününe toplar ki onda hiçbir kuşku yoktur, fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler."

Bu ayetin 24. ayetten başlayan ve muhatapları yeniden dirilişi inkar edenler olan bir bağlamı bulunmaktadır. Yine ayetteki Ekserennasi ifadesini bu bağlamı dikkate alarak anlamlandırmak gerekmektedir.

---- Hucurat s. 4

---- Şüphesiz ki o kimseler o engelin ötesinden sana sesleniyorlar, onların tamamı bağlantı kurmazlar.

Bu ayetin sure başından başlayan ve muhatabı nezaket kuralları konusunda bilgisiz olan inananlar olan bir bağlamı bulunmaktadır. Ayet bu inananların tamamının akletmez olduğunu beyan etmektedir. Eğer biz, Ekseruhum ifadesini Onların daha çoğu olarak çevirirsek, çoğunluk dışında kalan kısmın akledenler olduğu gibi bir anlam oluşacaktır ki, bu da bağlama uygun düşmeyecektir.

---- Tur. 47

---- Ve şüphesiz ki haksızlık yapmış olan o kimseler için bunun berisi bir azap da vardır, fakat onların tamamı (bunu) bilmezler.

Bu ayetin, 29. ayetten başlayan bir bağlamı dikkate alınarak okunması gerekmektedir. Ayet içindeki Ekserehum ifadesinin yine Onların tamamı olarak çevrilmesi bağlam açısından daha uygun olacaktır.

Kur'an'da geçen Ekserehum veya Ekserunnasi gibi ifadelerini meallerin neredeyse tamamı, Onların çoğu , insanların çoğu olarak çevrilmiş olduğunu gören bir kimsenin haklı olarak, "Bunların hiçbiri bunun böyle olması gerektiğini bilmiyorlar mıydı?" şeklinde bir serzenişte bulunmaları da normaldir.

Bizim, bu ifadenin çeviri olarak hatalı olduğu şeklinde bir iddiamız olmadığını hatırlatmakla birlikte, bağlam ve bütünlük açısından sıkıntılı olduğunu hatırlatmak isteriz. Şöyle ki;

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında en önemli etken, ilgili ayetlerin muhataplarının kimler olduklarının bilinmesidir. Bunun yolu da bağlam ve bütünlüğe dikkat eden bir okuma anlama çalışmasından geçtiği inkar edilemez bir gerçektir.

Kur'an çevirilerinin kahir ekseriyeti, ayetlerde geçen Ennasu ifadesinin marife yani elif lam ekiyle kullanıldığına maalesef dikkat etmeyen bir şekilde çevrilmiş olduğunu görmekteyiz. Kur'an çevirmenlerinin bir çoğu Ekserunnasi ifadesini motamot çevirmiş olsa O insanların çoğu şeklinde çevirmesi gerekmesine rağmen elif lam ekinin bir gereği olan "O" ifadesinin maalesef çeviriye katmayarak insanların çoğu şeklinde çevirmektedirler. Çünkü bu ek bilinen bir şeyi ifade etmekte ve konunun anlaşılması açısından önem arz etmektedir.

Nekre yani belirsiz olarak çevirme nedeninin ise, ifadenin sanki gelmiş geçmiş ve gelecek bütün insanları kapsadığı gibi bir anlayışa sahip olunmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Halbuki ayetlerde geçen Ekseruhum veya Ekserunnasi ifadeleri nuzül sürecindeki muhataplara dikkat çekmekte ve ifadenin bu durum dikkate alınarak çevrilmesi yani "O insanlar" olarak çevrilmesi gerekmektedir. Burada yeri gelmişken hatırlatmak isteriz ki, Kur'an çevirilerinde karşımıza çıkan yanlışlardan birisi de marifelik ifade edilen kelimelerin o durumu dikkat alınmadan, nekre yani belirsiz bir kelime olarak çevrilmiş olmasıdır.

İfade, O insanlar olarak çevrildiği zaman önündeki Eksere kelimesi ile kast edilenlerin kim oldukları daha net anlaşılacaktır. Yazımızın başındaki "Parça söyleyerek bütünü kastetmek" şeklinde karşımıza çıkan edebi üslubu dikkate aldığımızda, bu ifadelerin Çoğu olarak yerine Tamamı, hiçbiri şeklinde çevrilmesinin bağlam ve bütünlük açısından daha tutarlı olduğu görülecektir.

Yine burada hatırlatmak isteriz ki bizim böyle bir çeviri tercihinde bulunmamız, türedi bir çeviri yani "Ben yaptım oldu" anlamında bir çeviri değildir. Bu üslüp Kur'an tefsirlerinde de izahı olan ve başka ayetlerde de karşımıza çıkan bir üsluptur.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C. BİLİR.


9 Aralık 2025 Salı

DUHAN SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- O apaçık kitaba ant olsun. 

3- Şüphesiz ki biz onu bir bereket verilmiş gecede indirdik, şüphesiz ki biz uyarıcılar idik.

4- 5- Her bir bilge buyruk, bizim yanımızdan bir buyrukla onda ayrılır. Şüphesiz ki biz (elçi) göndericiler idik.

6- Senin Efendinden bir sarmalayıcı iyilik olarak. Şüphesiz ki O, en iyi işiticinin, en iyi bilicinin ta kendisidir.

7- Eğer siz kesin bilgiyle inananlar iseniz, o göklerin ve o yerin ve o ikisinin arasında olan şeylerin Efendisidir.

8- O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur, O yaşatır ve öldürür. (O), sizin de efendinizdir ve sizin o ilk atalarınızın da efendisidir.

9- Hayır, onlar bir kararsızlık içinde oynamaktadırlar.

10- 11- Artık sen, o göğün o insanları kaplayacak bir apaçık duman getireceği günü gözetle. Bu, bir acı azaptır.

12- (O insanlar o zaman): "Ey Efendimiz, bu azabı bizden kaldır, şüphesiz ki biz (artık) inananlarız" (derler).

13- Onlar için o hatırlamanın nasıl (faydası olacak?) Ve oysa onlara bir apaçık elçi de gelmişti.

14- Sonra onlar, ondan (başka tarafa) yakınlaşmışlar ve (ona): "Bir öğretilmiş, bir cinlenmiş" demişlerdi.

15- Şüphesiz ki biz o azabın biraz kaldırıcılarıyız, (sonra) şüphesiz ki siz (eski halinize) tekrar dönücülersiniz.

16- O gün, biz o en büyük yakalama ile yakalarız. Şüphesiz ki biz öç alıcılarız.

17- 18- 19- 20- 21- Ve ant olsun ki biz onların öncesi Firavun'u denedik ve onlara: "Siz, Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim" diye ve: "Siz, Allah'a karşı yücelenmeyin. Şüphesiz ki ben size bir apaçık yetki getirdim. Ve şüphesiz ki ben benim Efendime ve (aynı zamanda) sizin Efendinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmadıysanız, artık siz benden uzaklaşın" diye bir değerli elçi gelmişti.

22- Sonunda o, kendisinin Efendisine: "Şüphesiz ki bunlar suç işleyenler topluluğudur" diye çağrı yaptı.

23- 24- (Allah): "Artık sen kullarımı bir gece yürüt, şüphesiz ki siz izlenmişler (olacak)sınız. Ve sen o su kütlesini sakin bir halde terk et. Şüphesiz ki onlar batırılmışlar ordusudur" (dedi).

25- 26- 27- Onlar bahçelerden ve su gözlerinden ve ekinlerden ve değerli yerlerden ve nimetten onda lezzetlenenler oldukları nicesini bıraktılar.

28- İşte böyle. Ve biz onlara diğer bir topluluğu mirasçı yaptık.

29- Artık onların üzerine o gök ve o yer ağlamadı ve onlar bakılanlar da olmadılar.

30- 31- Ve ant olsun ki biz Yakub'un oğullarını Firavun'dan (kaynaklanan) alçaltıcı azaptan, kurtardık. Şüphesiz ki o, o savurganlık yapanlardan bir yücelenen idi.

32- Ve ant olsun ki biz onları o tüm insanların üzerine bir bilgi üzerine seçmiştik.

33- Ve biz onlara ayetlerden öyle birşey vermiştik ki onda bir apaçık yoklama vardı.

34-35- 36- Şüphesiz ki bunlar kesinlikle: "O (ölüm) bizim o ilk ölümümüzden başkası değildir. Ve biz (dirilerek) yayılanlardan da olmayacağız. Eğer siz doğru söyleyenler iseniz, haydi bizim atalarımızı getirin" diyorlar.

37- Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tubba topluluğu ve onlardan önceki kimseler mi? Biz onları yok etmiştik. Şüphesiz ki onlar suç işleyenler idiler.

38- Ve biz, o gökleri ve o yeri ve o ikisinin arasında olan şeyleri oyuncular olarak takdir etmedik.

39- Biz, o ikisini o gerçek (amaç) dışında takdir etmedik, fakat onların tamamı (bunu) bilmezler.

40- Şüphesiz ki o ayırma günü onların toplu olarak belirlenmiş vaktidir.

41- O gün bir yakın, bir yakından hiçbir şeyi ihtiyaçsız kılamaz ve onlar yardım da edilmezler.

42- Allah'ın sarmaladığı kimse başka. Şüphesiz ki O, çok güçlünün, sarmalayıcılığı süreklinin ta kendisidir.

43- 44- 45- 46- Şüphesiz ki o zakkumun ağacı, o günahkarların yiyeceğidir. O yağ tortusu gibidir. O karınlarda fokurdar. O kaynar suyun fokurdaması gibi.

47- 48- 49- 50- (Zebanilere): "Siz onu tutun da, onu o şiddetli ateşin ortasına sürükleyin. Sonra siz onun başının üstüne o kaynar suyun azabından dökün. (Sonra siz ona)'Tat (bu azabı) şüphesiz ki sen o çok güçlünün, o çok bilgenin ta kendisisin' (deyin)" (denilir).

51- 52- 53- Şüphesiz ki o korunanlar güvenli yerdedir. Bahçelerde ve su gözlerinde. Onlar karşılıklı oturanlar olarak ince ipekten ve kalın ipekten (elbiseler) giyerler.

54-İşte böyle. Biz onları iri belirgin gözlülerle eşlendirmişizdir.

55- Onlar, onda her meyveyi güvenliler olarak çağırırlar.

56- 57- Onlar, onda o ilk ölüm dışında o ölümü tatmazlar. Ve O, onları senin Efendinden bir lütuf olarak şiddetli ateşin azabından korumuştur. Bu, o büyük başarının ta kendisidir.

58- Böylece biz onu, ancak ve ancak onların hatırlamaları için senin dilinle kolaylaştırdık.

59- Artık sen gözetle, şüphesiz ki onlar da gözetleyenlerdir.


8 Aralık 2025 Pazartesi

ZUHRUF SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- 3- O apaçık kitaba ant olsun ki, biz onu sizin bağlantı kurmanız için bir Arabi okuma olarak yaptık.

4- Ve şüphesiz ki o, bizim yanımızda o kitabın anasındadır, o çok yücedir, en bilgedir.

5- Siz savurganlar topluluğu oldunuz diye, Şimdi o hatırlatmaya (karşı olan sorumluluğunuzu) görmezden gelerek biz sizden uzaklaşacak mıyız? 

6- Ve biz, o ilklerin içinde haberciden nicesini gönderdik.

7- Ve onlara hiçbir haberci gelmiyordu ki, onunla ancak alay ediyor olmasınlar.

8- Bunun üzerine biz de, onlardan (Mekke'lilerden) yakalayış bakımından daha çetin olanları yok ettik. Ve o ilklerin örneği (bu kitapta) geçmiştir.

9- Ve eğer sen onlara: "O gökleri ve o yeri kim takdir etti?" diye sorarsan, onlar kesinlikle: "Onları o çok güçlü, o en iyi bilici takdir etti" diyeceklerdir.

10- O ki, o yeri size bir döşek yaptı ve onda ve sizin (gideceğiniz yolda) doğruya iletilmeniz için size yollar açtı.

11- Ve O ki, o gökten bir ölçüyle su indirdi. Böylece biz onu bir ölü yöreye yaydık. Siz de böyle çıkarılacaksınız.

12- 13- 14- Ve O ki, o çiftleri onların hepsini takdir etti ve size o gemiden ve o hayvandan sizin binmekte olduğunuz şeyi, sizin onun sırtlarının üzerine denkleşmeniz, sonra sizin Efendinizin nimetini hatırlamanız, onun üzerine denkleştiğiniz zaman sizin: "Her türlü eksiklikten uzaktır ki O, bunu bize boyun eğdirdi, ve oysa (boyun eğdirmese) biz ona yaklaşıcılar değildik. Ve şüphesiz ki biz Efendimize çevrilicileriz" demeniz için meydana getirdi.

15- Ve onlar, O'na kendisinin kullarından bir parça oluşturdular. Şüphesiz ki o insan, kesinlikle bir apaçık nankördür.

16- Yoksa O, takdir etmekte olduğu şeylerden kızları (kendisi için) tuttu da ve o oğulları size mi seçti?

17- Ve onlardan biri o çok sarmalayıcılığı kapsamlı için bir örnek olarak ortaya koyduğu şey ile müjdelendiği zaman, onun yüzü simsiyah olur ve o (öfkesinden) yutkunandır

18- (Onlar) o takı içinde yetiştirilmekte olan kimseyi oysa o (kız), çekişmede apaçık olmayan bir durumda olanı mı (Allah'a yakıştırıyorlar)?

19- Ve onlar o melekleri ki o kimseler sarmalayıcılığı kapsamlının kullarıdır, onları dişiler saydılar. Onlar, onların takdir edilişine tanık mı oldular? Onların tanıklıkları kitaplaştırılacak ve onlar sorulacaklar.

20- Ve onlar: "Eğer sarmalayıcılığı kapsamlı dileseydi, biz onlara kulluk etmezdik" dediler. Bu hususta onlar için hiçbir bilgi yoktur. Onlar saçmalamaktan başka söz söylemiyorlar.

21- Yoksa biz onlara onun öncesinden bir kitap verdik de onlar onu mu sıkıca tutanlardır?

22- Hayır, onlar: "Şüphesiz ki biz, kendi atalarımızı bir ana toplum (inancı) üzerinde bulduk ve şüphesiz ki biz onların izleri üzerinde doğruya iletilenleriz" dediler.

23- Ve böylece biz senden önce bir kasabada hiçbir uyarıcı göndermedik ki onun refahlıları ancak: "Şüphesiz ki biz, kendi atalarımızı bir ana toplum (inancı) üzerinde bulduk ve şüphesiz ki biz onların izleri üzerinde (onları) örnek alanlarız" demiş olmasın.

24- (Gelen uyarıcı onlara): "Eğer ki ben size atalarınızı sizin onun üzerinde bulduğunuz şeyden (yol bakımından) daha doğrusunu getirmiş olsamda mı (onları örnek alacaksınız)?" dedi. Onlar: "Şüphesiz ki biz, sizin onunla gönderildiğiniz şeyi örtücüleriz" dediler.

25-  Bunun üzerine biz de onlardan öç aldık, artık sen bak o yalanlayanların sonu nasıl olmuş.

26- 27- Ve bir zaman İbrahim kendi babası ve topluluğuna: "Şüphesiz ki ben, sizin kulluk etmekte olduğunuz şeylerden beriyim. O ki, beni yarıp çıkarmış olanın dışında, çünkü şüphesiz ki O beni doğruya iletecektir" dedi.

28- Ve O onu (bu sözünü) onların (ortak koşanların) dönmeleri için onun takipçilerinde bir kalıcı kelime yaptı.

29- Hayır, ben onları ve onların atalarını o gerçek ve bir apaçık elçi kendilerine gelene kadar yararlandırdım.

30- O gerçek onlara geldiğinde onlar: "Bu, bir sihirdir ve şüphesiz ki biz onu örtücüleriz" dediler.

31- Ve onlar: "Bu okunan (Kur'an), o iki kasabadan bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. 

32- Yoksa senin Efendinin sarmalayıcı iyiliğini onlar mı paylaştırıyorlar? Onların arasında geçimliklerini biz paylaştırdık ve biz onların bir kısmının bir kısmı hizmetli olarak tutması için, onların bir kısmını bir kısmın üstüne kademeler bakımından yükselttik. Ve senin Efendinin sarmalayıcı iyiliği, onların toplamakta olduğu şeylerden daha hayırlıdır.

33- 34- 35- Ve eğer o insanlar bir tek ana toplum olacak olmasaydı, biz sarmalayıcılığı kapsamlıya karşı gerçeği örtmekte olan kimselere onların evleri için gümüşten tavanlar ve yükseliş yolları kesinlikle yapardık ki onlar onların üzerinde yukarı çıkarlardı. Ve onların evleri için kapılar ve oturaklar ki onlar onların üzerinde dayanırlardı. Ve altın yaldızlar. Ve bütün bunlar bu şimdiki yaşamın bir yararından başkası değildir. Ve o diğer (yaşam) ise, senin Efendinin yanında o korunanlar içindir.

36- Ve kim sarmalayıcılığı kapsamlının hatırlatmasından gözünü yumarsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz ki artık o, ona bir yakın arkadaş olur.

37- Ve şüphesiz ki onlar, onları o yoldan uzaklaştırırlar ve onlar ise kendilerinin doğruya iletilenler olduklarını hesap ederler.

38- Nihayet biz geldiği zaman onlar: "Keşke benimle senin aranda iki doğunun arası uzaklığı olsa" der, artık ne kötüdür o yakın arkadaş.

39- (Onlara): "(Bu pişmanlığınız) bugün size asla fayda vermeyecek. Hani siz haksızlık yapmıştınız. Şüphesiz ki siz o azapta ortak olanlarsınız" (denir).

40- Artık o sağırlara sen mi işittireceksin, veya o körleri ve bir apaçık sapkınlıkta olan kimseleri sen mi doğruya ileteceksin?

41- Şimdi eğer biz seni (yaşamdan alıp) götürsek de, artık şüphesiz ki biz onlardan öç alıcılarız.

42- Veya biz sana, bizim onlara söz verdiğimiz şeyi göstersek de, artık şüphesiz ki onların üzerine güç yetiricileriz.

43- Öyleyse sen, sana vahyedilmiş şeye sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen, bir dosdoğru yol üzerindesin.

44- Ve şüphesiz ki o, sana ve senin topluluğuna kesinlikle bir hatırlatmadır. Ve siz ileride sorulacaksınız.

45- Ve sen, bizim senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden olan kimselere sor, biz onlara sarmalayıcılığı kapsamlının berisinden kulluk edilecek tanrılar belirlemiş miyiz?

46- Ve ant olsun ki biz Musa'yı, Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik de o: "Şüphesiz ki ben o tüm insanların Efendisinin elçisiyim" dedi.

47- Ne zaman ki o, onlara bizim ayetlerimizi getirdiğinde, onlar birden onlardan dolayı gülüyorlardı.

48- Ve biz onlara herhangi bir ayet göstermiyorduk ki, o kendisinin kızkardeşinden (benzerinden) daha büyük olmasın. Ve biz onları dönmeleri için o azapla tuttuk.

49- Ve onlar: "Ey o sihirbaz sen, senin Efendinin senin yanındaki antlaşması nedeniyle bizim için çağrı yap. (Eğer çağrına cevap verirse) biz kesinlikle doğruya iletilenler (olacağ)iz" dediler.

50- Ne zaman ki biz onlardan o azabı kaldırdığımızda, onlar birden sözlerini bozuyorlardı.

51- 52- 53- Ve Firavun topluluğunun içinde seslendi de: "Ey topluluğum, Mısır hükümranlığı ve benim altımdan akmakta olan bu nehirler benim değil mi? Siz hiç görmez misiniz? Yoksa ben daha hayırlı değil miyim bundan? ki o bir değersizdir ve neredeyse (meramını) açıklayamaz. Öyleyse onun üzerine altından bilezikler atılmalı veya onun beraberinde o (saflar halinde) yaklaştırılan melekler gelmiş olmalı değil miydi?" dedi.

54- Böylece o, topluluğunu hafife aldı da onlar ona itaat ettiler. Şüphesiz ki onlar itaatten çıkanlar topluluğu idi.

55- Ne zaman ki onlar bizi öfkelendirdiklerinde biz de onlardan öç aldık, böylece biz onları toplu olarak batırdık.

56- Böylece biz onları bir geçmiş ve o diğerleri için bir örnek yaptık.

57- 58- Ve Meryem'in oğlu bir örnek olarak ortaya konulduğunda, senin topluluğun birden ondan dolayı (senden) uzaklaşıyorlar ve onlar: "Bizim tanrılarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu?" diyorlar. Onlar, onu sana söz dalaşı yapmaktan başka (amaçla) ortaya koymuyorlar. Hayır, onlar çekişenler topluluğudur.

59- O, bizim onun üzerine nimet verdiğimiz ve bizim onu Yakub'un oğullarına bir örnek yaptığımız bir kuldan başkası değildir.

60- Eğer biz dileseydik, kesinlikle sizden melekler yapardık da o yerde onlar ardıl olurlardı.

61- Ve şüphesiz ki o, kesinlikle o anın bilgisidir, artık siz onda (o anda) sakın tereddüte düşmeyin ve siz beni izleyin. Bu, bir dosdoğru yoldur.

62- Ve o şeytan sizi sakın (bundan) uzaklaştırmasın. Şüphesiz ki o, size bir apaçık düşmandır.

63- 64- Ve İsa o apaçık delilleri getirdiğinde: "Ben, size kesinlikle o bilgelikle ve sizin hakkında aykırılığa düşmekte olduğunuz şeylerin bir kısmını benim size açıklamam için geldim. Artık siz Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Efendimin sizin de Efendinizin ta kendisidir, artık siz O'na kulluk edin. Bu, bir dosdoğru yoldur" demişti.

65- Buna rağmen onların arasından o gruplar aykırılığa düştü. Artık yazıklar olsun bir  acı günün azabından dolayı haksızlık yapmış olan kimselere.

66- Onlar (inanmak için) fark etmezlerken ancak o anın kendilerine beklenmeyen bir zamanda gelmesine mi bakıyorlar?

67- O gün o korunanlar dışında o dostların bir kısmı bir kısma bir düşmandır.

68- 69- 70- (Allah o gün onlara): "Ey benim kullarım, bugün size hiçbir kaygı olmaz ve siz üzülmezsiniz. O kimseler ki bizim ayetlerimize inanmışlar ve onlar teslim olanlardır. Siz ve sizin eşleriniz neşelendirilecekler olarak o bahçeye girin" (der).

71- Altından tepsiler ve kadehler onların üzerinde dolaştırılır. Onda o benliklerin kendisine karşı güçlü arzu duymakta ve o gözlerin lezzet almakta olduğu şeyler vardır. Ve siz onda sürekli kalıcılarsınız.

72- Bu, o bahçedir ki, siz işlemekte olduğunuz şeyler nedeniyle ona mirasçı kılındınız.

73- Ondaki birçok meyve sizin içindir, siz ondan yiyeceksiniz.

74- Şüphesiz ki o suç işleyenler cehennem azabında sürekli kalıcıdırlar.

75- (Bu azap) onlardan ara verilmez ve onlar onda umut yitirenlerdir.

76- Ve biz onlara haksızlık yapmadık, fakat onlar o haksızlık yapanların ta kendileri oldular.

77- 78- Ve onlar: "Ey (cehennemin) hükümranı, senin Efendin bizim üzerimize (ölüm hükmünü) yerine getirsin" diye seslendiler. O da: "Şüphesiz ki siz (onda) durup bekleyicilersiniz. Ant olsun ki biz size o gerçeği getirmiştik, fakat sizin tamamınız o gerçeği çirkin görenlerdeniz" dedi.

79- Yoksa onlar bir iş mi karara bağladılar? Öyleyse şüphesiz ki biz de karara bağlayanlarız.

80- Yoksa onlar, şüphesiz ki bizim onların saklılarını ve başbaşa konuşmalarını işitmeyiz mi hesap ediyorlar? Hayır, ve onların yanında bizim elçilerimiz (her yaptıklarını) yazıyorlar.

81- Sen de ki: "Eğer sarmalayıcılığı kapsamlı için bir çocuk olsaydı, o takdirde ben (o çocuğa) o kulluk edenlerin ilkiydim."

82- O göklerin ve o yerin, o tahtın Efendisi, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

83- Artık sen  onları karşılacakları günlerine kadar dalmaya ve oynamaya bırak ki onlar (o gün için) söz verilmektedirler.

84- Ve O ki, o gökte de tanrıdır ve o yerde de tanrıdır. Ve O, en bilgedir, en iyi haber alıcıdır.

85- Bereketi boldur ki O, o göklerin ve o yerin ve o ikisinin arasında olan şeylerin hükümranlığı kendisinindir. O anın bilgisi, O'nun yanındadır. Ve siz O'na döndürüleceksiniz.

86- Ve onların O'nun berisinden kulluk etmekte oldukları şeyler o eşlikçiliğe sahip olamaz, bilerek o gerçeğe tanıklık etmiş kimseler başka.

87- Ve eğer sen onlara kendilerini kimin takdir ettiğini sorarsan, onlar kesinlikle "Allah" diyecekler, böyle iken onlar nasıl çarptırılıyorlar

88- Ve onun: "Ey Efendim, şüphesiz ki bunlar inanmazlar topluluğudur" demesinin (bilgisi de O'nun yanındadır).

89- Artık sen onları görmezden gel ve "Selam" de. Artık onlar ileride bilecekler.


2 Aralık 2025 Salı

Gayri Metluv Vahiy Düşüncesinin Şura s. 51. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Çoğu kimsenin malumu olduğu üzere İslam düşüncesinde, "Gayri Metluv Vahiy" olarak adlandırılan ve Muhammed a.s. isnad edilen rivayetlerin de vahiy yani Kur'an'a eşdeğer olduğu esasına dayandırılan ve zamanla bazı kesimlerde itikat haline getirilmiş bir düşünce vardır. 

Bu düşünceye göre  "Metluv Vahiy" olarak adlandırılan vahiy, namazlarda okunan yani Kur'an içindeki ayetlerden oluşan vahiy, "Gayri Metluv Vahiy" olarak adlandırılan vahiy ise namazlarda okunmayan vahiy, yani Muhammed a.s. a isnad edilen rivayetlerdir.

Bu düşüncenin kökü "Ehli Hadis" olarak bilinen ve başını İmam Şafii'nin çektiği ekibe dayanmaktadır. Bu ekibin inancına göre hadisler öylesine kutsal sözlerdir ki aynı Allah'ın sözü olan Kur'an ayetleri ile eşdeğerdir. Bu ekibe mensup olanlar bu iddialarına destek olarak bazı Kur'an ayetlerini de  işlerine geldiği gibi tevil etmekten kaçınmamışlardır.

Biz bu düşüncenin doğruluğunu veya yanlışlığını eğer hakem kitap Kur'an doğrultusunda anlamak istiyorsak, karşımızdaki ilk ayet Şura s. 51. ayetidir. Biz bu ayeti baz alarak Allah'ın insanlarla iletişim kurma yolunu öğrenebilir, sonrasında da "Gayri Metluv Vahiy" düşüncesini bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Ayetin metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

51- Ve bir beşer için Allah'ın onunla iletişim kurması olası değildir, ancak vahyederek veya bir engelin ötesinden (söz söylemesi) veya bir (melek) elçi gönderir de dileyeceği şeyi kendisinin onayı ile ona vahyeder. Şüphesiz ki O, bir çok yücedir, bir en bilgedir.

Bu ayetten anlaşılacağı üzere, Allah c.c. insanlarla 3 yolla iletişim kurmaktadır.

1- Vahyederek.

2- Engel ötesinden iletişim kurarak.

3- Bir melek elçi göndererek.

1. sıradaki konuşma şekli Yusuf a.s. a kuyuda iken vahyetmesi, Musa'nın annesine onu denize atmasını vahyetmesi gibi yani adına ilham da dediğimiz içsel bir duygu olarak. Bu durumu Şems s. 7. ve 8. ayetlerde daha net görmekteyiz. Allah c.c. bu ayetlerde nefse, fücuru ve takvayı ilham ettiğini beyan etmektedir.

2. sıradaki iletişim şekli Musa a.s. a has bir iletişim şekli olarak Kur'an'da karşımıza çıkmaktadır. 

3. sıradaki iletişim kurma şekli ise Muhammed a.s. kadar gelen ve "Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanlara melek elçi vasıtası ile yapılan vahiy türüdür.

Bu noktadan hareketle, şimdiye kadar gelmiş, geçmiş ve gelecek olan insanlarla Allah c.c. 1. sıradaki vahiy türüyle iletişim kurmuş, iletişim kurmakta ve iletişim kuracaktır. 2. sıradaki iletişim şeklini Musa a.s. a has bir iletişim türü olduğunu düşündüğümüzde, 3. sıradaki iletişim türü, "Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanlara melek elçi ile yapılan, yani  vahyederek iletişim şeklidir. Bu durumun keyfiyetini Allah c.c. ve sadece o elçiler bilmekte, bizler ise 3. kişiler olarak sadece bize Kur'an'daki verilen bilgiyle yetinmek durumundayız. 

"Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanların bir beşer olduğunu da hesaba kattığımız zaman, onlarla yapılan iletişim şeklinin 1. ve 3. sıradaki iletişim kurma olarak karşımıza çıkmakta olduğunu görürüz.

Yani Allah c.c. "Nebi Resul" olarak seçtiği insanların hepsiyle hem Şems s. 7. 8. ayetlerde de karşımıza çıktığı gibi ilham yoluyla iletişim kurmakta, hem de 3. sırada olduğu gibi melek elçi vasıtasıyla vahyederek iletişim kurmaktadır.

Biz sıradan insanlara gelince, Allah c.c. bizlerle sadece 1. sıradaki olan ilham yoluya iletişim kurmaktadır. Yani seçilmiş elçilerin bizden farkı, onların hem 1. sıradaki hem de 3. sıradaki iletişim şekli ile muhatap olmalarıdır.

İş Muhammed a.s. a gelince; O, önce bir beşer olması hasebiyle Allah c.c. onunla 1. sıradaki şekli ile iletişim kurmakta, sonra bir "Nebi Resul" olması hasebiyle 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmaktadır.

Allah c.c. nin 3. sıradaki şekli ile kurduğu iletişimin sonuçları bugün elimizde "Kur'an-ı Kerim" olarak nitelenen kitapta bulunmaktadır. Yani Allah c.c. kulu ve elçisi Muhammed a.s. seçerek melek elçi ile vahyettiği şeyler, bugün bizim elimizde yazılı vahiy olarak bulunmaktadır.

Muhammed a.s. elçiliği boyunca kendisine vahyedilen ayetleri insanlara tebliğ etmiş, ve bu tebliğ zamanı içinde beşer olarak yaşantısına da devam etmiştir. Bu yaşantısının içinde elbette ki konuşmuş ve bazı fiillerde bulunmuştur. Bu konuşma ve fiiller, kendisine yapılan vahiyle ilgili olduğu gibi beşeri yaşantısının bir gereği olarak ta karşımıza çıkmaktadır.

Yani Allah c.c. Muhammed a.s. ile elçilik görevinin başına kadar sadece 1. sıradaki şekli ile iletişim kurmuş, elçilik görevinden sonra ise hem 1. hem de 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmuştur. Kur'an vahyi dışındaki sözleri ve fiilleri, kendisinin beşer olması nedeni ile 1. sıradaki iletişimin sonuçlarıdır.

Zaman içinde burada ele almanın hacmi genişleteceği bazı saikler nedeniyle Muhammed a.s. ın beşer olması neticesinde ağzından dökülen sözler, Kur'an ile eşdeğer görülmeye başlanmıştır. Ne yazık ki bu eşdeğer görülmenin kaynağı ne ona vahyedilen kitap, ne de kendisidir. "Erike Hadisi" olarak literatüre geçen ve ona atfedilen sözlerin ona atılmış bir iftira olmaktan öte geçmeyeceği bir gerçektir.

Aksine, onun güzide arkadaşlarının herhangi bir konuda onun vahiy olmayan görüşleri karşısında kendilerinin karşı öneride bulundukları sabittir. Eğer onlar "Ehli Hadis" ekibinin iddiası gibi düşünmüş olsalar veya elçi a.s. Kur'an harici sözlerinin de Kur'an ile eşdeğer olduğunu söylemiş olsaydı, onlar asla karşı öneride bulunmazlar teslim olurlardı.

 Örneğin Uhud yenilgisi ile ilgili Al-i İmran suresi ayetlerine baktığımızda elçinin arkdaşlarını arkalarından çağırmasına rağmen onların bu çağrıyı dinlememiş olmaları karşısında ne Allah c.c. ne de elçi onların inkara düştüğünü söylememiştir. Ahzab suresinde Zeyd'e "Eşini yanında tut" dediği halde Zeyd'in bu sözü dinlememesi vahyi inkar olarak değerlendirilip de o ve diğer sahabe "Hadis İnkarcısı" olarak görülebilir mi?

Görünen o ki; "Gayri Metluv Vahiy" düşüncesi temellerini asla vahiyden almayan, hadisleri de vahiy kategorisine sokmak düşüncesine dayalı bir projenin ürünüdür ki hadisler yoluyla İslami konularda daha rahat bir oynama alanı oluşturulabilsin.

Şimdi bu projenin asıl sakat yanı şu dur; Bu projeye inanan insanların beyni öyle bir yıkamaya tabi tutulmuştur ki, buna inanmayanlar, Kafir, Zındık, Hadis inkarcısı, Sünnet inkarcısı gibi isimlerle yaftalanmaktadır.

Ancak Kur'an'ı hakem yaparak konuya baktığımız zaman işin rengi değişmekte, oklar tersine dönmektedir. Nasıl mı?

"Şirk" olarak bildiğimiz, Allah'a ortaklık isnat etmek olan ve "Büyük Zulüm" olarak vasıflanan durum, burada ortaya çıkmaktadır. Allah c.c. nin hüküm alanını bir başka kişiye paylaştırmak olan şirk, onun elçisine ait olduğu iddia edilen sözlerin onun sözlerine eşdeğer olduğunu iddia etmekle de ortaya çıkmaktadır.

Başkalarını elçinin sözlerini Kur'an ile eşdeğer görmedikleri için bazı isimlerle yaftalayan kişilerin kendilerinin bu düşünceyle Allah'a ortak koştuklarını bilmeleri gerekmektedir. 

Sonuç olarak; Allah c.c. yarattığı bütün insanlarla iletişim kurmuş ve kurmaya devam etmektedir. Bu iletişim şekli biz gibi insanlara göre "Nebi Resul" olarak seçilen insanlarda farklılık arz etmektedir. Bizlerle sadece Şura s. 51. ayetteki sırasıyla 1. ve Şems 7.ve 8. ayetlerdeki anlatıma göre ilham yoluyla iletişim kurarken, "Nebi Resul" olarak seçilen insanlarla hem bu şekilde hem de Şura s. 51 ayetteki 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmaktadır. Muhammed a.s. da bizler gibi bir beşer olması hasebiyle ona ilham yoluyla iletişim kurulmaktadır. Bu iletişim şeklini "Vahyi Gayri Metluv" olarak adlandırmak en büyük olan şirktir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.


ŞURA SURESİ ÇEVİRİSİ

1- 2- Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf.

3- Çok güçlü en bilge Allah, sana ve senden önceki kimselere böyle vahyeder.

4- O göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler, Allah'ındır. Ve O, çok yücedir, çok büyüktür.

5- Neredeyse o gökler üstlerinden yarılacaklar. Ve o melekler Efendilerini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve yerdeki kimseler için bağışlama isterler. Dikkat edin şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcının, sarmalayıcılığı süreklinin ta kendisidir.

6- Ve o kimseler ki, O'nun berisinden yakınlar bellediler. Allah, onların üzerinde bir kollayıcıdır ve sen onların üzerinde bir üstlenici değilsin.

7- Ve böylece biz, senin o kasabaların anasını ve onun çevresinde olan kimseleri uyarman ve o toplanmanın günü ile uyarman için ki onda hiçbir kuşku yoktur, sana bir Arabi okuma vahyettik. Bir bölük o bahçede ve bir bölük de o alevli ateştedir.

8- Ve eğer Allah dileseydi, onları kesinlikle bir tek ana toplum yapardı. Fakat O dileyeceği kimseyi kendi sarmalayıcı iyiliğine girdirir. Ve o haksızlık yapanlar ise, onların hiçbir yakını ve yardımcısı yoktur.

9- Yoksa onlar O'nun berisinden yakınlar mı bellediler. Oysa Allah o yakının ta kendisidir ve O, o ölüleri (yeniden) yaşatacaktır. Ve O, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

10- (Sen de ki): "Ve siz herhangi bir şeyden aykırılığa onun hakkında düşerseniz, artık onun kararı Allah'adır. Bu, Allah'tır benim Efendimdir, ben O'nu üstlenici edindim. Ve ben O'na içtenlikle yönelirim."

11- (O), o göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısıdır. O, size kendi benliklerinizden eşler ve o hayvanlardan da eşler meydana getirdi. O, sizi bu şekilde yayıyor. O'nun örneği gibi hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işiticidir, en iyi görücüdür.

12- O göklerin ve o yerin kilitleri, O'nundur. O, o rızkı kime dilerse geniş tutar ve bir ölçüye göre verir. Şüphesiz ki O, her bir şeyi bir en iyi bilicidir.

13- O, size o yaşam sisteminden izlenecek yol yaptığı o şeyi ki onu Nuh' a da tembihlemişti. Ve o şey ki biz sana da vahyettik ve yine o şey ki biz onu İbrahim' e ve Musa'ya ve İsa'ya da, "Siz , o yaşam sistemini ayakta tutun ve siz onda sakın ayrışmayın" diye tembihlemiştik. O şey ki sen onları ona çağırmaktasın o ortak koşanların üzerine ağır geldi. Allah, dileyeceği kimseyi kendisine derleyip toplar ve kendisine içten yönelmekte olan kimseyi doğruya iletir.

14- Ve onlar kendilerine o bilgi geldikten sonra kendi aralarında bir saldırganlıktan başka nedenle ayrışmadılar. Ve eğer senin Efendinden bir isimlenmiş süreye kadar öne geçmiş bir kelime olmasaydı, onların arasında (karar) kesinlikle yerine getirilirdi. Şüphesiz ki o kitaba onlardan sonra mirasçı kılınmış olan o kimseler, ondan kesinlikle bir kuşku verici kararsızlık içindedirler.

15- Bundan dolayı artık sen çağır ve buyurulduğun gibi dosdoğru ol. Ve onların keyfi arzularını sakın izleme. Ve sen de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiği şeye inandım. Ve ben aranızda eşit davranmakla buyuruldum. Allah, benim de Efendimdir ve sizin de Efendinizdir. Bizim işlediklerimiz bizedir ve sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda hiçbir tartışma olamaz. Allah, bizim aramızı toplayacaktır. Ve o varış yeri O'nadır."

16- Ve Allah hakkında O'na cevap verildikten sonra tartışmakta olan kimselerin tartışma delilleri,  Efendilerinin yanında boşa çıkıcıdır. Bir hiddet onların üzerinedir ve bir çetin azap onlar içindir.

17- Allah O ki, o kitabı ve tartıyı o gerçekle indirdi. Ve sana ne bildirdi ki belki o an bir yakındır.

18- Ona inanmaz o kimseler onun çabuklaşmasını istiyor. Ve inanmış olan kimseler ise ondan korkuyla titreyenlerdir. Ve onlar onun o gerçek olduğunu biliyorlar. Dikkat edin, şüphesiz ki o an hakkında tereddüte düşmekte olan o kimseler, kesinlikle bir apaçık sapkınlık içindedirler.

19- Allah, kendisinin kullarına karşı çok lutfedicidir ve dileyeceği kimseye rızık verir. Ve O, çok kuvvetlidir, çok güçlüdür.

20- Kim o diğer (yaşamın) ekinini isterse, biz onun için kendisinin ekininde artıracağız. Ve kim o şimdiki (yaşamın) ekinini isterse, biz ona ondan veririz ve ona o diğer (yaşamda nimet olarak) hiçbir hisse yoktur.

21- Yoksa onların ortakları mı var ki onlar, o yaşam sisteminden ona Allah'ın onay vermediği şeyi onlara izlenecek yol yaptılar? Eğer o ayırmanın kelimesi olmasaydı, onların arasında (karar) kesinlikle yerine getirilirdi. Şüphesiz ki o haksızlık yapanlar var ya, bir acı azap onlar içindir.

22- Sen o haksızlık yapanları kazandıkları şeylerden dolayı korkuyla titreyenler olarak görürsün. Ve o (kazandıkları) onlara (tepelerine) düşücüdür. Ve o kimseler ki inandılar ve o düzgün işleri işlediler, onlar o bahçenin yeşilliklerindedir ve Efendilerinin yanında dileyecekleri şeyler onlar içindir. Bu, o büyük lüftun ta kendisidir.

23- Bu, Allah'ın kendisinin inanmış ve o düzgün işleri işlemiş kimseler olan kullarına müjdelemekte olduğu şeydir. Sen de ki: "Ben buna karşı sizden o yakınlıktaki o sevgi dışında bir iş karşılığı sormuyorum." Ve kim bir iyilik edinirse, biz onun için onda bir iyilik artıracağız. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını bir vericidir.

24- Yoksa onlar (senin için): "O, Allah'a karşı bir yalan yakıştırdı" mı diyorlar? Eğer ki Allah dilerse senin kalbinin üzerine mühür vurur (sen o zaman bunu yaparsın). Ve Allah o geçersizi ortadan kaldırır ve kendisinin kelimeleriyle o gerçeği ortaya koyar. Şüphesiz ki O, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir.

25- Ve O ki, kendisinin kullarından o itaatle dönüşü kabul eder ve onları o kötülüklerden yok sayar ve O, sizin yapmakta olduğunuz şeyleri bilir.

26- Ve O, inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olan kimseleri cevaplandırır ve onlara kendisinin lütfundan artırır. Ve o gerçeği örtücüler var ya, bir çetin azap onlar içindir.

27- Ve eğer Allah kendisinin kulları için o rızkı geniş tutsaydı, onlar o yerde kesinlikle hadsizlik yaparlardı. Fakat O dileyeceği şeyleri bir ölçüyle indiriyor. Şüphesiz ki O, kendisinin kullarını(n işlerini) bir en iyi haber alıcıdır, bir en iyi görücüdür.

28- Ve O ki, onların karamsarlığı düşmesinin arkasından o faydalı yağmuru indiriyor ve kendisinin sarmalayıcı iyiliğinden yayıyor. Ve O, yakın dosttur, övgüye çok layıktır.

29- O göklerin ve o yerin ve o ikisinde canlıdan yaydığı şeylerin takdir edilişi, O'nun ayetlerindendir. Ve O, onları dileyeceği zaman toplamaya da ölçü koyucudur.

30- Ve size bir musibetten değen şey, sizin ellerinizin kazandığı nedeniyledir ve O, birçoğunu da yok sayıyor.

31- Ve siz o yerde (Allah'ı) yetersiz bırakıcılar değilsiniz. Ve sizin için Allah'ın berisinden hiçbir yakın dost ve yardımcı yoktur.

32- Ve o su kütlesinde o bayraklar gibi (yelken açmış) o akıp giden (gemi)ler O'nun ayetlerindendir.

33- Eğer O dilerse o rüzgarı durultur da onlar, onun (su kütlesinin) sırtının üzerinde hareketsiz kalanlar oluverirler. Şüphesiz ki bunda her bir çokça direnip gayret eden, şükreden için kesinlikle ayetler vardır.

34- Veya onları kazandıkları nedeniyle boğarak yok eder ve O birçoğunu da yok sayıyor.

35- Ve bizim hakkında söz dalaşı yapmakta olan kimseler (şunu) bilsin ki onlar için hiçbir kaçış yeri yoktur.

36- Artık o şey ki size herhangi bir şeyden verilmiştir, artık o (verilmiş olan) bu şimdiki yaşamın bir yararıdır. Ve Allah'ın yanında olan şey ise, inanmış ve Efendilerini üstlenici edinmekte olan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

37- Ve o kimseler ki o günahın büyüklerinden ve o hayasızlıklardan uzaklaşırlar ve hiddetlendikleri zaman, onlar yok sayarlar.

38- Ve o kimseler ki Efendilerini cevaplandırdılar ve o kulluk görevini ayağa kaldırdılar. Ve onların işleri de aralarında danışma iledir. Ve onlar bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.

39- Ve o kimseler ki kendilerine o saldırganlık değdiği zaman, onlar yardımlaşırlar.

40- Ve bir kötülüğün karşılığı, onun örneği bir kötülüktür. Buna rağmen kim yok sayar ve düzeltirse, artık onun iş karşılığı Allah'ın üzerindedir. Şüphesiz ki O, o haksızlık yapanları sevmez.

41- Kim kendisine haksızlık yapılmasının arkasından yardımlaşır (hakkını alır)sa, artık işte onların üzerine hiçbir yol (sorumluluk) yoktur.

42- O yol (sorumluluk) ancak ve ancak o insanlara haksızlık yapmakta olan ve o yerde o gerçek olmaksızın saldırganlık yapmakta olan kimselerin üzerinedir. İşte onlar var ya, bir şiddetli azap onlar içindir.

43- Kim direnerek gayret eder ve bağışlarsa, şüphesiz ki bu kesinlikle o işlerin kararlısındandır.

44- Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun hiçbir yakın dostu O'ndan sonra yoktur. Ve sen o azabı gördüklerinde o haksızlık yapanları: "Geri dönüşe herhangi bir yol var mıdır?" diyorlarken görürsün.

45- Ve sen onları ona (ateşe) sunulurlarken o alçalmadan dolayı saygı duyanlar olarak bir gizliden bakışla bakıyorlarken görürsün. Ve inanmış olan kimseler: "Şüphesiz ki o ziyan edenler o kimselerdir ki, onlar o kalkışın günü kendi benliklerini ve kendi ailelerini ziyana sokmuşlardır" dedi. Dikkat edin, o haksızlık yapanlar bir kalıcı azabın içindedir.

46- Ve onlar için Allah'ın berisinden kendilerine yardım edecek hiçbir yakınları olmadı. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol yoktur.

47- Siz, bir günün gelmesi öncesinden Efendinizi cevaplandırın ki onun Allah'tan hiçbir geri döndürmesi olmaz. Sizin için o gün hiçbir sığınacak yer yoktur ve sizin için (suçlarınızı) bir yadırgama da yoktur.

48- Yok eğer onlar kayıtsız kalırlarsa, artık biz seni onların üzerine bir kollayıcı olarak göndermedik. Senin üzerinde olan o ulaştırmadan başkası değildir. Ve şüphesiz ki biz o insana bizden bir sarmalayıcı iyilik tattırdığımız zaman, ona sevinir. Ve eğer onlara  ellerinin öncelediği nedeniyle bir kötülük değerse, artık şüphesiz ki o insan bir nankördür.

49- 50- O göklerin ve o yerin hükümranlığı, Allah'ındır. O ne dilerse takdir eder. O kime dilerse dişiler bahşeder ve kime dilerse o erkekleri bahşeder. Veya onları erkekler ve dişiler olarak çift olarak (bahşeder). Ve O dileyeceği kimseyi de verimsiz olarak yapar. Şüphesiz ki O, bir en iyi bilicidir, bir en doğru ölçü koyucudur.

51- Ve bir beşer için Allah'ın onunla iletişim kurması olası değildir, ancak vahyederek veya bir engelin ötesinden (söz söylemesi) veya bir (melek) elçi gönderir de dileyeceği şeyi kendisinin onayı ile ona vahyeder. Şüphesiz ki O, bir çok yücedir, bir en bilgedir.

52- Ve böylece biz sana bizim buyruğumuzdan bir esinti vahyettik. Sen o kitap nedir ve o inanç nedir biliyor değildin, fakat biz onu sana bir ışık yaptık. Biz onunla bizim kullarımızdan dileyeceğimiz kimseleri doğruya iletiriz. Ve şüphesiz ki sen kesinlikle bir dosdoğru yola iletiyorsun.

53-  Allah'ın yoluna ki, o göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler O'nundur. Dikkat edin, o işler(in sonucu) Allah'a varır.


28 Kasım 2025 Cuma

FUSSİLET SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- 3- 4- (Bu) o çok şefkatli, sarmalayıcılığı sürekliden indirilme bir kitaptır ki, onun ayetleri bilmekte olan bir topluluk için bir müjdeci ve bir uyarıcı olmak üzere bir Arabi okuma olarak ayrıntılanmıştır. Böyle olmasına rağmen onların (ortak koşanların) tamamı kayıtsız kaldı, artık onlar işitmezler.

5- Ve onlar: "Senin bizi kendisine çağırmakta olduğun şeyden, bizim kalplerimiz bir kamuflaj içindedir ve bizim kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda da bir engel vardır, haydi sen (işleyeceğini) işle şüphesiz ki biz de (işleyeceğimizi) işleyenleriz" dediler.

6- 7- 8- Sen de ki: "Ben ancak ve ancak sizin örneğiniz bir beşerim. Bana sizin tanrınızın ancak ve ancak bir tek tanrı olduğu vahyediliyor. Öyleyse siz O'na karşı dosdoğru olun ve O'nun bağışlamasını isteyin. Ve o ortak koşanlara yazıklar olsun. O kimseler ki o arınmayı yerine getirmezler ve onlar o diğer (yaşam) gerçeğini örtenlerin ta kendileridir. Şüphesiz ki o kimseler inandılar ve o düzgün işleri işlediler, kesilmemiş bir iş karşılığı onlar içindir."

9- 10- 11- 12- Sen de ki: "Gerçekten siz mi nankörlük ediyorsunuz? O ki o yeri iki günde takdir etmiştir ve siz O'na benzerler ediniyorsunuz. Bu, o tüm insanların Efendisidir. Ve onda onun üstünden sabitlikler ve onda bereketler meydana getirdi ve onda onun ihtiyaçlarını o soranlar için denk olarak dört günde ölçülendirdi. Sonra o göğü denkleştirmeye yöneldi ve o duman halindeydi, böylece ona ve o yere 'İkiniz isteyerek veya istemeyerek gelin' dedi. İkisi 'Biz isteyenler olarak geldik' dediler. Böylece onları yedi gökler olarak iki günde yerine getirdi ve her göğe kendi işini vahyetti." Ve biz o yakın göğü kandillerle süsledik ve bir kollamayla (onu kolladık). Bu, o en güçlünün, o en iyi bilicinin ölçüsüdür.

13- Yok eğer onlar kayıtsız kalırlarsa, artık sen de ki: "Ben sizi Ad'ın ve Semud'un yıldırımı örneği bir yıldırımla uyardım."

14- Hani onlara önlerinden ve artlarından, "Siz Allah'tan başkasına kulluk etmeyin" diye elçiler gelmişti. Onlar: "Eğer bizim Efendimiz dileseydi, kesinlikle melekler indirirdi, artık şüphesiz ki biz sizin onunla gönderildiğiniz şeyi örtücüleriz" demişlerdi.

15- Şimdi Ad'a gelince, artık onlar o yerde o gerçek olmaksızın büyüklük tasladılar ve onlar: "Bizden kuvvet bakımından daha çetin kimdir?" dediler. Onlar görmediler mi şüphesiz ki Allah o kimsedir ki onları takdir etmiştir O, onlardan kuvvet bakımından daha çetindir. Ve onlar bizim ayetlerimizi ısrarla reddetmekte idiler.

16- Bunun üzerine biz de felaket günlerinde bizim o rezilliğin azabını onlara tattırmamız için onların üzerine bir kavurucu soğuk rüzgar gönderdik. Ve o diğer (yaşamın) azabı ise daha rezil edicidir ve onlar yardım da edilmezler.

17- Ve Semud'a gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik, buna rağmen onlar o körlüğü o doğruya iletmenin üzerine tercih ettiler, bunun üzerine onları kazanmakta oldukları nedeniyle o alçaltıcılığın azabının yıldırımı tuttu.

18- Ve biz inanmış ve korunmakta olan kimseleri ise kurtardık.

19- Ve o gün Allah'ın düşmanları o ateşe sürülüp toplanır, artık onlar düzenli olarak sevk edilirler.

20- Nihayet onlar ona geldikleri zaman, onların işitme duyuları ve gözleri ve derileri onların yapmakta oldukları şeylere tanıklık eder.

21- 22- 23- Ve onlar derilerine: "Siz, bize karşı niçin tanıklık ettiniz?" derler. Onlar: "Bizi Allah konuşturdu, O ki her şeyi konuşturmuştur. Ve O sizi ilk defasında takdir etmiştir ve siz O'na döndürülüyorsunuz. Ve siz, sizin kulaklarınızın ve gözlerinizin ve derilerinizin size karşı tanıklık etmesinden gizleniyor olmadınız. Üstelik siz, sizin işlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu Allah'ın bilmez olduğu kanısına varmıştınız. Ve bu, sizin varsayımınızdır ki sizin Efendinize karşı bu kanınız sizi mahvetti, böylece siz de o ziyan edenlerden oldunuz" dediler.

24- Şimdi eğer onlar direnip gayret ederlerse, artık o ateş onlar için bir barınaktır. Ve eğer onlar hoşnutluk isterlerse, artık onlar o hoşnut edilmişlerden de olmazlar.

25- Ve biz onlara yakın arkadaşlar musallat ettik de onlar, önlerinde olan şeyleri ve arkalarında olan şeyleri onlara süslediler ve kendilerinden önce gelip geçmiş o cinden ve o insandan olan ana toplumların içinde o söylenen (azap sözü) onların üzerine de gerçek oldu. Ve şüphesiz ki onlar ziyan edenlerden oldular.

26- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Siz, bu okunan (Kur'an) ı dinlemeyin ve onun hakkında amaçsız sözler söyleyin, umulur ki siz yenersiniz" dediler.

27- Artık biz o gerçeği örtmüş olan kimselere bir çetin azabı kesinlikle tattıracağız ve biz onları işlemekte oldukları şeylerin ön kötüsü ile kesinlikle karşılıklandıracağız.

28- Bu, Allah'ın düşmanlarının karşılığı o ateştir. Ondaki sürekli kalıcılığın yurdu, onların bizim ayetlerimizi ısrarla reddetmekte olmaları nedeniyle onlar içindir.

29- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Ey Efendimiz, sen bizi saptırmış olan o cinden ve insandan olan o ikiyi bize göster, biz o ikisini o en aşağılıklardan olmaları için bizim ayaklarımızın altına alalım" dedi.

30- 31- 32- Şüphesiz ki o kimseler "Bizim Efendimiz Allah'tır" dediler, sonra onlar dosdoğru oldular, onların üzerine: "Siz, sakın kaygılanmayın ve sakın üzülmeyin ve siz o bahçeyle müjdelenin ki o sizin söz verilmekte olduğunuzdur. Biz, sizin bu şimdiki yaşamda ve o diğer (yaşamda) yakınlarınızız. Ve onda sizin benliklerinizin güçlü arzu duymakta olduğu şeyler sizin içindir ve onda sizin çağırmakta olduğunuz şeyler çok bağışlayıcıdan, sarmalayıcılığı sürekliden  bir ikram olarak sizin içindir" diye(n) o melekler iner.

33- Ve söz bakım ından daha iyi kimdir o kimseden ki, o Allah'a çağırmış ve bir düzgün iş işlemiş ve "Şüphesiz ki ben o teslim olanlardanım" demiştir?

34- Ve o iyilikle o kötülük denk olmaz. Sen (o kötülüğü) o en iyiyle sav, o zaman seninle kendisi arasında bir düşmanlık olan o kimse birden sanki sıcak yakın dost oluvermiştir. 

35- Ve bu, direnip gayret eden kimselerden başkasına karşılaştırılmıyor. Ve bu, büyük hisse sahibi (kimselerden) başkasına da karşılaştırılmıyor.

36- Ve eğer seni o şeytandan bir dürtü seni dürtüklerse, sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, bir en iyi işiticinin, bir en iyi bilicinin ta kendisidir.

37- Ve o gece ve o gündüz ve o güneş ve o ay, O'nun ayetlerindendir. Siz, o güneşe ve o aya boyun eğmeyin ve Ve siz eğer yalnızca O'na kulluk etmekte olanlar iseniz, siz Allah'a boyun eğin O ki onları takdir etmiştir.

38- Yok eğer onlar büyüklük taslarlarsa, artık senin Efendinin yanında bulunan kimseler o gece ve o gündüz O'nu her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve onlar bıkmazlar.

39- Ve O'nun ayetlerindendir, şüphesiz ki sen o yeri boynunu bükmüş olarak görürsün, biz onun üzerine o suyu indirdiğimiz zaman birden silkelenir ve kabarır. Şüphesiz O ki onu yaşatmıştır, elbette ki o ölüleri de (yeniden) yaşatıcıdır. Şüphesiz ki O, her bir şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

40- Şüphesiz ki o kimseler bizim ayetlerimiz hakkında eğriltme yapmaktadırlar, onlar bize karşı gizli kalmazlar. Öyleyse o ateşte bırakılacak kimse mi daha hayırlıdır? Yoksa o kalkışın günü güvenli olarak gelecek kimse mi? Siz dilediğiniz şeyi işleyin. Şüphesiz ki O, sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi görücüdür.

41- Şüphesiz ki o kimseler kendilerine geldiğinde o hatırltmayı (reddederek) örttüler. Ve şüphesiz ki o, kesinlikle bir güçlü kitaptır.

42- O geçersiz ona onun önünden ve arkasından gelemez. (O), bir en bilgeden bir övgüye layıktan indirilmedir.

43- Sana, kesinlikle senden önceki o elçilere söylenmiş olan şeylerden başkası söylenmiyor. Şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle bir bağışlama sahibidir ve bir acı sonlandırma sahibidir.

44- Eğer biz onu bir yabancı okuma yapsaydık, onlar kesinlikle: "Onun ayetleri ayrıntılanmalı değil miydi? (Kitap) bir yabancı (okuma, biz ise) bir Arabız" diyeceklerdi. Sen de ki: "O, inanmış olan kimseler için bir doğruya ileten ve iyileştirendir." Ve o kimseler ki inanmazlar, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (kitap), onlara karşı bir körlüktür. Onlara (sanki) bir uzak taraftan sesleniliyor (da onlar işitmiyorlar).

45- Ve ant olsun ki biz Musa'ya o kitabı verdik de onda aykırı düşüldü. Ve eğer senin Efendinden öne geçmiş bir kelime olmasaydı, onların arasında (karar) kesinlikle yerine getirilirdi. Ve şüphesiz ki onlar (Mekkeliler), ondan kesinlikle bir kuşku verici kararsızlık içindedirler.

46- Kim bir düzgün iş işlerse, artık kendi benliğinedir ve kim kötülük yaparsa benliğinin aleyhinedir. Ve senin Efendin o kullara haksızlık yapıcı değildir.

47- O anın bilgisi O'na geri döndürülür. O'nun bilgisi dışında ürünlerden hiçbiri kendilerinin kılıflarından çıkmıyor ve hiçbir dişi yüklü kalmıyor ve doğuramaz da. Ve o gün onlara: "Benim ortaklarım nerede?" diye seslenilir, onlar: "Biz sana duyurduk ki bizden hiçbr tanık yoktur" dediler.

48- Ve onların önceden kulluk etmekte oldukları şeyler onlardan sapmış ve onlar kendileri için hiçbir kaçış yeri olmadığı kanısına varmışlardır.

49- O insan o hayrın çağrısından bıkmaz. Ve eğer ona bir şer dokunursa, (o) birden bir ümitsiz karamsardır.

50- Ve eğer biz kendisine dokunan bir zararrın arkasından ona bizden bir kapsayıcı iyilik tattırırsak, kesinlikle: "Bu benim (eserim) dir. Ve ben o anın ayağa dikilici olcağı kanısına da varmıyorum. Ve eğer ben Efendime geri döndürülürsem de şüphesiz ki O'nun yanında kesinlikle o iyilik benimdir" der. Artık biz gerçeği örtmüş olan kimselere işledikleri şeyleri kesinlikle haber vereceğiz ve biz onlara kesinlikle bir sert azaptan tattıracağız.

51- Ve biz o insanın üzerine nimet verdiğimiz zaman, kayıtsız kalır ve yanıyla uzaklaşır. Ve ona o şer dokunduğu zaman ise, hemen bir geniş çağrı sahibidir.

52- Sen de ki: "Siz gördünüz mü eğer o Allah'ın yanından ise sonra siz onu (reddererek) örttüyseniz, kendisi bir uzak ayrışma içindeki kimseden daha sapkın kimdir?"

53- Biz onlara (gözle görülen) ayetlerimizi o ufuklarda ve kendi benliklerinde yakında göstereceğiz ki nihayet onun o gerçek olduğu onlara belli olacak. Senin Efendin onlara yetmedi mi? Şüphesiz ki O, her bir şeyin üzerinde bir tanıktır.

54- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar Efendilerinin karşılaşmasından bir tereddüt içindedirler. Dikkat edin şüphesiz ki O, her bir şeyi bir kuşatıcıdır.


24 Kasım 2025 Pazartesi

Mü'min s. 46. Ayeti Çerçevesinde Kur'an Okumalarımızın Serencamı

Bundan önceki bir yazımızda Ahzab s. 69. ayetini ele alarak Kur'an okumalarımızda yaptığımız bazı hataları ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Mümin s. 46. ayetini ele alarak yaptığımız okuma hatalarını ele almaya çalışacağız.

Ayetin çevirisi şu şekildedir:

--- Mü'min s. 45- 46- Böylece Allah onu, onların kurduğu tuzakların kötülüklerinden korudu ve Firavun'un hanedanını ise o azabın kötüsü o ateş kuşattı. Onlar sabah serinliği ve akşam karanlığı (sürekli olarak) ona sunulurlar. Ve o anın ayağa kaldırılacağı gün ise: "Firavun'un hanedanını o azabın en çetinine girdirin" (denilecektir).

Tabi ki bu ayetin önceden gelen bir bağlamı bulunmaktadır ve anlama çalışmasının bu bağlam gözetilerek yapılması gerektiği malumdur. Biz burada konuyu farklı bir açıdan ele alacağımız için sadece konumuz ile ilgili ayetin çevirisini veriyoruz.

Mümin s. 46. ayeti denildiği zaman ilk akla gelen şey, bu ayetin kabir azabına dair delil sunan bir ayet olduğudur. Tefsirlere bakıldığında da bu ayet hakkında ilk söylenilen şeyin bu olduğu görülecektir.

 Bu ayet hakkında böyle bir iddiada bulunulması dahi kabir azabı olarak bilinen konunun dışardan devşirilme olduğunun, yani Kur'an'ın bu konuda böyle bir beyanı olmamasına rağmen, Kur'an'ın ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zaman aralığında, yaşamında ateşi hak edecek işler yapmış olan bir kimsenin yeniden dirilişe kadar kabrinde azap göreceği meselesinin başka kültürlerden ithal edilen bir konunun sonucu olduğunun delilidir.

Çünkü, Kur'an okunurken öncelikle bir ayetin neye delil olabileceği değil, o ayetin okuyucuya nasıl bir mesaj vermiş olabileceği yönünde düşüncelerin ortaya çıkması gerekmektedir. Eğer bir ayet bir şeye delil olarak sunulacaksa, ortaya atılan bir iddianın Kur'an içinde onu ret eden bir ayetin bulunması gerekmektedir ki o ayeti delil olarak sunmak gereği ortaya çıksın.

Ne var ki, Kur'an'ın nuzül sürecinde ne Allah'ın elçisi ne de sahabe Mü'min s. 46. ayetini okudukları zaman, "Bakın bu ayet kabir azabına dair bir delil sunmaktadır" şeklinde bir söz sarf etmemiştir. Allah resulüne atfedilen bu konuya dair sözlerin, bu ithal düşünceyi daha da kuvvetlendirmek amacıyla uydurulmuş olduğu açıktır.

Peki öyleyse böyle bir iddia neden ve ne zaman ortaya atıldı?

Bu konunun başlangıcı "Ruh - beden ayrımı" olarak ifade edilen kökü Yunan felfesine dayanan bir düşüncenin İslam düşüncesine ithal edilmesinin sonucudur. Biz bu konuyu yazıyı uzatmamak adına burada ele almayacak, sadece Kur'an okumalarımızda yaptığımız ilk düğmenin yanlış iliklenmesi sonucu ortaya çıkan garabeti bu ayet üzerinden ortaya koymaya çalışacağız.

Ancak şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğiz ki İslam düşüncesinde genel geçer bir düşünce olan, "Beden ölür ruhlar ölmez" şeklindeki iddianın Kur'an içinde bir karşılığı kesinlikle bulunmamaktadır.

Kur'an okumalarında yapılması gereken en önemli şeyin, ayeti bir konuya delil olarak sunmak değil, o ayetin bizim hayatımıza dair nasıl bir mesaj vermiş olabileceği olması gerektiğini söylemiştik. 

Öyleyse biz Kur'an okurken "Kur'an'da kabir azabı var mı?" şeklinde bir soru sormak yerine, "Kur'an ölüm ile yeniden diriliş arası geçen zaman hakkında neler söylüyor?" sorusunun cevabını aramamız gerektiğini düşünüyoruz.

Bu sorunun cevabını Kur'an içinde Yunus s. 45- İsra s. 52- Taha s. 103- 104- Mü'minun s. 112-113-114-Rum s. 55- 56- Ahkaf s. 35- Yasin s. 52- Kamer s. 7- 8- Mearic s. 43- 44. ayetlerinde bulabiliriz.

Bu ayetleri temiz akıl ile okuyan bir kimsenin ayetlerden alacağı mesaj, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçen zamanın ölü kişi açısından sıfır zaman olduğu yönündedir. Yani bugün ölen bir kimse eğer ki binlerce yıl kabrinde kalsa dahi yeniden diriliş zamanı, kendisinin kabirde çok az kaldığı yönünde bir bilgi sahibi olduğudur.

Şimdi bu ayetleri okuyan temiz akıl sahibi bir kimseye siz kabir azabından bahsederseniz alacağınız cevap, bu iddianın Kur'an içinde herhangi bir karşılığı olmadığı yönünde olacaktır. Aksine iddia etmek de zaten Kur'an'da çelişki olduğunu iddia etmek anlamına gelecektir ki bu kitapta asla bir çelişki yoktur.

Bu kitapta bir çelişki yoksa ki evet yoktur, öyleyse çelişki Kur'an'ı ithal fikirlere payanda yaparak okumaya çalışan kafalardadır.

Zaten kabir azabını savunan kimselere Kur'an'da bu konunun karşılığı olmadığını söyleseniz size vereceği cevap "Ayet diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde bir cevap olacaktır. Kur'an'ın bir Müslüman için ne değer ifade etmesi gerektiğinden habersiz bir kimseye böyle bir şeyi anlatabilmenin zorluğu ortadadır.

Önemli olan bir kimsenin Kur'an'ı her konuda hakem kitap olarak görebilmesidir. Kitabı hakem olarak gören kimse kitaba teslim olur ve hiçbir sorun kalmaz. Eğer rivayetleri hakem kitap olarak görüyorsa rivayetlerle kitabı teslim almaya kalkar ve sonucunda karşısındaki kimseyi "Hadis inkarcısı" olarak yaftalar geçer gider.

Sonuç olarak; Kur'an ithal fikirlere payanda yapılacak bir kitap değildir. Bu amaçla okunan bir kitap yol gösterici olmaktan çıkar, yoldan çıkarıcı bir hale gelir. Şimdi bir kimse "Kur'an kabir azabından bahsetmektedir" diyecek olsa, biz ona yukarıda referans olarak verdiğimiz ayetlerle arada bir bağ kurmasını isteriz ki o kişi o iddiayla o ayetler arasındaki bağı asla kuramaz teslim olmaya niyeti varsa teslim olur.

Öyleyse biz Mü'min s. 46. ayetini cımbızlama bir şekilde okumak yerine konu ile alakalı ayetlerin bütününü dikkate alarak okuyacak olursak böyle bir düşüncenin sakatlığı ortaya çıkacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


23 Kasım 2025 Pazar

MÜ'MİN SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- 3- Bu kitabın indirilmesi, o en güçlü, o en iyi bilici, o peşe takılı suçun bağışlayıcısı ve o itaatle dönüşün kabul edicisi, o sonuçlandırması çok çetin, uzunluk (imkan) sahibi, Allah'tandır. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Ve o varış yeri O'nadır.

4- Allah'ın ayetleri hakkında, gerçeği örtmüş olan kimseler dışında söz dalaşı yapmıyor. Artık onların o yörelerde çevrilip durması seni aldatmasın.

5- Onların öncesi Nuh'un topluluğu ve onlardan sonraki o gruplar da yalanlamıştı. Ve her bir ana toplum kendi elçilerine karşı onu (öldürme amacıyla) tutmaya eğilim göstermişler ve o gerçeği o geçersizle boşa çıkarmak için onunla (o geçersizle) söz dalaşı yapmışlar, bunun üzerine ben de onları tutuvermiştim. Artık benim sonlandırmam nasıl olmuş?

6- Böylece senin Efendinin gerçeği örtmüş olan kimseler üzerindeki: "Şüphesiz ki onlar o ateşin arkadaşlarıdır" sözü gerçek oldu.

7- 8- 9- O tahtı taşımakta olan kimseler (melekler) ve onun çevresindeki kimseler (melekler), Efendilerini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve O'na  inanırlar ve O'na inanmış olan kimseler için: "Ey Efendimiz, sen her bir şeyi sarmalayıcı iyilik bakımından ve bilgi bakımından kapsamışsındır, öyleyse sen itaate dönmüş ve senin yolunu izlemiş kimseleri bağışla ve sen onları şiddetli ateşin azabından koru. Ey Efendimiz, sen onları Adn bahçelerine girdir, o ki sen onlara söz vermiştin ve onların babalarından ve eşlerinden ve soylarından düzgün olmuş kimseleri de (girdir). Şüphesiz ki sen çok güçlünün, en bilgenin ta kendisisin. Ve sen onları o kötülüklerden koru. Ve sen o gün kimi o kötülüklerden korursan, kesinlikle onu sürekli sarmalamışsındır. Ve bu, o büyük başarının ta kendisidir" diye bağışlama isterler.

10- Şüphesiz ki gerçeği örtmüş olan kimselere: "Allah'ın öfkesi kesinlikle sizin kendi benliklerinize olan öfkenizden daha büyüktür. Hani siz o inanca çağrılıyordunuz da gerçeği örtüyordunuz" diye seslenilir.

11- Onlar: "Ey Efendimiz, sen bizi iki kere öldürdün ve iki kere yaşattın, artık biz de peşimize takılı suçlarımızı itiraf ettik, şimdi çıkmaya herhangi bir yol var mıdır?" dediler.

12- (Onlara cevaben): "Bu, size şu nedenledir: Allah tek olarak çağrıldığı zaman, siz gerçeği örttünüz. Ve eğer O'na ortak koşulursa siz inanırdınız. Artık karar çok yüce, çok büyük Allah'ındır" (denilir).

13- O ki size kendi (gözle görülen) ayetlerini gösteriyor ve sizin için o gökten bir rızık indiriyor. Ve (bunu da) içten yönelmekte olan kimseden başkası hatırlamıyor.

14- Ve eğer ki o gerçeği örtücüler çirkin görse de, siz Allah'ı o yaşam sistemini O'na özgüleyenler olarak çağırın.

15- (O), o kademelerin yükselticisi o tahtın sahibidir. O, o karşılaşmanın günüyle uyarmak için, kendisinin buyruğundan o esintiyi kendisinin kullarından dilediğinin üzerine bırakır.

16- Onlar o gün (kabirlerden çıkıp) belirginleşenlerdir. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Onlara): "Bugün o hükümranlık kimindir?" (diye sorulur. Onlar): "(O hükümranlık) o tek, o boyun eğdirici Allah'ındır" (diye cevap verirler).

17- O gün her bir benlik kazandığı şey ile karşılık görür. Bugün hiçbir haksızlık yapılmaz. Şüphesiz ki Allah o hesabın çok görenidir.

18- Ve sen onları o günün yaklaşıcılığı ile uyar ki o zaman o kalpler yutkunanlar olarak o gırtlaklara dayanır. O haksızlık yapanlar için hiçbir sıcak dost ve itaat edilir bir eşlikçi yoktur.

19- O, o gözlerin hainini de ve o göğüslerin gizlemekte olduğu şeyleri de bilir.

20- Ve Allah (kararı) o gerçekle yerine getirir. Ve onların O'nun berisinden çağırmakta oldukları şeyler ise hiçbir (kararı) yerine getiremezler. Şüphesiz ki Allah, en iyi işiticinin, en iyi görücünün ta kendisidir.

21- Onlar, o yerde gezmediler mi ki böylece kendilerinden önce olan kimselerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Onlar, o yerde kuvvet bakımından ve eser bakımından kendilerinden (Mekke'lilerden) daha çetindi. Buna rağmen Allah onların peşlerine takılı suçları nedeniyle onları tutuverdi. Ve onlar için Allah'tan hiçbir koruyucu da olmadı.

22- Bunun nedeni; Onların elçileri apaçık delilleri onlara getiriyorlardı da onlar gerçeği örttüler, bunun üzerine Allah onları tutuverdi. Şüphesiz ki O, çok kuvvetlidir, o sonuçlandırması çok çetindir.

23- 24- Ve ant olsun ki biz Musa'yı bizim (gözle görülen) ayetlerimizle ve bir apaçık yetkiyle Firavun'a ve Haman'a ve Karun'a gönderdik de onlar (ona): "Bir çok yalancı sihirbaz" dediler.

25- Ne zaman ki o, bizim yanımızdan onlara o gerçeği getirdiğinde onlar: "Siz, onun beraberinde inanmış olan kimselerin oğullarını öldürün ve onların kadınlarını ise yaşatın" dediler. Ve o gerçeği örtücülerin planı bir sapkınlık içinde olmaktan başkası değildir.

26- Ve Firavun: "Siz beni bırakın da ben Musa'yı öldüreyim ve o kendisinin Efendisini çağırsın. Şüphesiz ki ben onun, sizin yaşam sisteminizi değiştirmesinden veya bu yerde o bozuculuğa sırt vermesinden kaygılanıyorum" dedi.

27- Ve Musa: "Şüphesiz ki ben, o hesabın gününe inanmaz her büyüklenenden benim Efendime ve (aynı zamanda) sizin Efendinize sığındım" dedi.

28- 29- Ve Firavun'un hanedanından bir inanan adam -ki kendisinin inancını gizlemektedir-: "Siz 'Benim Efendim Allah'tır' diyen bir adamı öldürecek misiniz? Ve oysa o size, sizin Efendinizden o apaçık delilleri getirmiştir. Ve eğer o bir yalancı ise, onun yalanı kendisinedir. Ve eğer o bir doğru söyleyen ise, size söz vermekte olduğu şeyin bazısı size değdirilecektir. Şüphesiz ki Allah, o çok yalancı savurgan kimseyi doğruya iletmez. Ey topluluğum, bugün bu yerde üstün gelenler olarak o hükümranlık sizindir. Eğer bize gelirse, Allah'ın sıkıntısından bize kim yardım eder?" dedi. Firavun: "Ben size benim gördüğümden başkasını göstermiyorum ve ben sizi o olgunluğun yolundan başkasına da iletmiyorum" dedi.

30- 31- 32- 33- 34- 35- Ve inanmış olan kimse: "Ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin için Nuh'un topluluğu ve Ad ve Semud ve onlardan sonraki aynı minval örnek üzere kimseler olan o grupların günü örneği (bir günden) kaygılanıyorum. Ve Allah o kullara bir haksızlık etmek istiyor değildir. Ve ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin için o bağırışmanın gününden kaygılanıyorum. O günde siz arkasını dönenler olarak (başka tarafa) yakınlaşırsınız. Sizin için Allah'tan (gelen azaptan) hiçbir sarıcı yoktur. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir doğruya iletici de yoktur. Ve ant olsun ki önceden Yusuf size o apaçık delilleri getirmişti de siz, onun size getirdiği şeyden bir kararsızlık içinde olmaktan geri kalmamıştınız. Hatta o yok olduğu (öldüğü) zaman siz, 'Allah onun arkasından bir elçi asla harekete geçirmez' demiştiniz. Allah, o kuşkucu savurgan kimseyi böyle saptırır. O kimseler ki kendilerine gelmiş bir yetki olmaksızın Allah'ın ayetleri hakkında söz dalaşı yapıyorlar. (Bunu yapmak) Allah'ın yanında ve inanmış olan kimselerin yanında öfke bakımından büyük olmuştur. Allah, her bir büyüklenen zorbanın kalbinin üzerine böyle damga vurur" dedi.

36- 37- Ve Firavun: "Ey Haman, bana bir yüksek kule yap umarım ki ben o araçlara ulaşırım. O göklerin araçlarına, böylece ben Musa'nın tanrısına ulaşırım. Ve şüphesiz ki ben onun kesinlikle bir yalancı olduğu kanısına varıyorum" dedi. Ve Firavun'a işinin kötülüğü böyle süslendi ve o yoldan uzaklaştırıldı. Ve Firavun'un planı bir yıkımdan başkası olmadı.

38- 39- 40- 41- 42- 43- 44- Ve inanmış olan kimse: "Ey topluluğum, beni izleyin ki ben sizi o olgunluğun yoluna ileteyim. Ey topluluğum, bu şimdiki yaşam, bir yararlanmadır. Ve şüphesiz ki o diğer (yaşam) ise, o sabitliğin yurdunun ta kendisidir. Kim bir kötülük işlerse, onun örneğinden başkasıyla karşılık görmez. Ve erkekten veya dişiden kim bir inanan olarak bir düzgün iş işlerse, işte onlar o bahçeye onda bir kısıtlama olmaksızın rızıklananlar olarak girerler. Ve ey topluluğum, bana ne oluyor ki ben sizi o kurtuluşa çağırıyorum ve siz ise beni o ateşe çağırıyorsunuz? Siz beni Allah'a nankörlük etmeye ve hakkkında bana bir bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ve ben ise sizi çok güçlüye, çok bağışlayıcıya çağırıyorum. Sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin bu şimdiki (yaşamda) ve o diğer (yaşamda) kendisine bir çağrı (hakkı) olmadığında ve bizim geri dönüşümüzün Allah'a olduğunda ve o savurganlık yapanların o ateşin arkadaşlarının ta kendileri olduğunda kuşku yoktur. Siz, benim dediğim şeyleri(n doğruluğunu) yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah o kulları bir en iyi görücüdür" dedi.

45- 46- Böylece Allah onu, onların kurduğu tuzakların kötülüklerinden korudu ve Firavun'un hanedanını ise o azabın kötüsü o ateş kuşattı. Onlar sabah serinliği ve akşam karanlığı (sürekli olarak) ona sunulacaklar. Ve o anın ayağa kaldırılacağı gün ise: "Firavun'un hanedanını o azabın en çetinine girdirin" (denilecektir).

47- Ve o zaman ki onlar o ateşin içinde birbirleriyle tartışırlar da o zayıflar büyüklük taslamış olan kimselere: "Şüphesiz ki biz sizi izleyen idik, şimdi siz bizden o ateşten (küçük) bir hisse dahi olsa ihtiyaç giderenler misiniz?" der.

48- Büyüklük taslamış olan kimseler ise: "Şüphesiz ki bizim hepimiz onun içindeyiz, Şüphesiz ki Allah kesinlikle o kulların arasında karar vermiştir" dedi.

49- Ve o ateşin içindeki kimseler cehennemin görevlilerine: "Siz, Efendinizi çağırın da o azaptan bir gün olsa bizden hafifletsin" dedi.

50- (Görevliler): "Bizim elçilerimiz size o apaçık delilleri getirmiş değil miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Görevliler): "O halde siz çağırın. Ve o gerçeği örtücülerin çağrısı ise bir sapkınlık içinde olmaktan başkası değildir" dediler.

51- Şüphesiz ki biz elçilerimize ve inanmış olan kimselere bu şimdiki yaşamda ve o tanıkların ayağa kalkacağı günde kesinlikle yardım ederiz.

52- O gün o haksızlık yapanlara onların gerekçeleri fayda vermez ve o dışlama onlar içindir ve o yurdun kötüsü de onlar içindir.

53- 54- Ve ant olsun ki biz, Musa'ya o doğruya ileteni verdik ve Yakub'un oğullarını, o temiz akıl sahipleri için bir doğruya ileten ve bir hatırlatma olan o kitaba mirasçı yaptık.

55- Artık sen direnip gayret et. Şüphesiz ki Allah'ın söz vermesi bir gerçektir. Ve sen de kendinin peşine takılı suçun için bağışlama iste ve Efendini o akşam karanlığı ve o gündüzün erken vakti övgü ile her türlü eksiklikten uzak tut. 

56- Şüphesiz ki o kimseler kendilerine gelmiş bir yetki olmaksızın Allah'ın ayetleri hakkında söz dalaşı yapıyorlar, onların göğüslerinde bir büyüklük (kompleksin) den başkası yoktur ki onlar ona ulaşıcı değillerdir. öyleyse sen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi işiticinin, en iyi görücünün ta kendisidir.

57- Elbette ki o göklerin ve o yerin takdir edilişi, o insanların takdir edilişinden daha büyüktür. Fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler.

58- Ve o kör ve o gören denk olmuyor ve inanmış ve o düzgün işleri işleyen kimseler ve o kötülük yapanlar da (denk olmuyor). Siz ne kadar da az hatırlıyorsunuz.

59- Şüphesiz ki o an kesinlikle gelicidir ki onda hiçbir kuşku yoktur. Fakat o insanların tamamı (buna) inanmazlar.

60- Ve sizin Efendiniz: "Siz beni çağırın, bende size cevap vereyim. Şüphesiz ki o kimseler bana kulluk etmekten büyüklük taslıyorlar, onlar cehenneme boyun bükenler olarak gireceklerdir" dedi.

61- Allah O ki, size o geceyi sizin onda durulmanız için ve o gündüzü de bir açıkça görülebilen olarak, yaptı. Şüphesiz ki Allah o insanların üzerine kesinlikle bir lütuf sahibidir. Fakat o insanların tamamı (buna) şükretmezler.

62- Bu, Allah'tır sizin Efendinizdir, her şeyin takdir edicisidir. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur.  Böyle iken siz nasıl çarptırılıyorsunuz?

63- Allah'ın ayetlerini ısrarla reddetmekte olan kimseler böyle çevrilir.

64- Allah O ki, o yeri sizin için bir sabitlik ve o göğü de bir tavan yaptı ve sizi şekillendirdi de sizin şeklinizi iyileştirdi ve size o temizlerden rızık verdi. Bu Allah'tır sizin Efendiniz. O halde o tüm insanların Efendisi Allah, bereketi boldur.

65- O, yaşayandır. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde siz O'nu, o yaşam sistemini O'na özgüleyenler olarak çağırın. O övgü, o tüm insanların efendisi Allah'adır.

66- De ki: "Şüphesiz ki ben, benim Efendimden o apaçık deliller bana geldiğinde sizin Allah'ın berisinden kulluk etmekte olduğu şeylere kulluk etmekten vazgeçirildim ve ben o tüm insanların Efendisine teslim olmakla buyuruldum."

67-  O ki, sizi bir topraktan, sonra bir döllenmiş hücreden, sonra (rahme) asılan bir embriyodan takdir etti, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra sizin en çetinliğine ulaşmanız, sonra sizin ihtiyarlar olmanız için (sizi yaşatıyor). Ve sizden kiminin ömürleri önceden tamamlanıyor ve siz bağlantı kurmanız için böylece bir isimlenmiş süreye ulaşıyorsunuz.

68- O ki, yaşatır ve öldürür. Artık O bir buyruk yerine geleceği zaman, ona ancak ve ancak "Ol" der, o da hemen oluverir.

69- Sen görmedin mi o kimseleri ki onlar Allah'ın ayetleri hakkında söz dalaşı yapıyorlar? Onlar nasıl da çevriliyorlar?

70- O kimseler ki, o kitabı ve bizim elçilerimizi onunla gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Artık onlar ileride bilecekler.

71- 72- O zaman o (demirden) bağlar ve o zincirler onların boyunlarındadır. Onlar kaynar suda (öylece) sürüklenirler, sonra o ateşte kaynatılırlar.

73- 74- Sonra onlara: "Sizin Allah'ın berisinden ortak koşmakta olduğunuz şeyler nerede? " denildi. Onlar: "Bizden saptılar, hayır biz önceden hiçbir şeyi çağırıyor değildik" dediler. Allah o gerçeği örtücüleri böyle saptırır.

75- 76- (Onlara): "Bu, sizin o yerde o gerçek olmaksızın sevinmekte olmanız nedeniyle ve sizin çalımlanarak yürümekte olmanız nedeniyledir. Siz, onda sürekli kalıcılar olarak cehennemin kapılarına girin" (denildi). Artık ne sıkıntılıdır o büyüklenenlerin barınağı.

77- Artık sen direnip gayret et. Şüphesiz ki Allah'ın söz vermesi bir gerçektir. Şimdi eğer biz sana, bizim onlara söz vermekte olduğumuz şeyin bir kısmını göstersek de veya senin ömrünü tamamlasak da, artık onlar bize döneceklerdir.

78- Ve ant olsun ki biz senden önce elçiler gönderdik, biz onlardan kimini sana anlattık ve biz onlardan kimini sana anlatmadık. Bir elçi için Allah'ın onayı olmadıkça (gözle görülen) bir ayet getirmesi olmamıştır. Artık Allah'ın buyruğu geldiği zaman, (o buyruk) o gerçekle yerine getirilir ve o geçersizciler orada ziyan eder.

79- Allah O ki, o hayvanları sizin onlardan bir kısmına binmeniz için takdir etti ve siz onlardan kısmını da yiyorsunuz.

80- Ve onlarda, sizin göğüslerinizdeki bir ihtiyaca ulaşmanız için faydalar, sizin içindir. Ve siz onların üzerinde ve o gemilerin üzerinde taşınıyorsunuz.

81- Ve O size kendi ayetlerini gösteriyor. Öyleyse siz Allah'ın hangi (gözle görülen) ayetlerini yadırgıyorsunuz?

82- Artık onlar, o yerde gezmediler mi ki böylece kendilerinden önceki kimselerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Onlar, kuvvet bakımından ve eser bakımından kendilerinden (Mekke'lilerden) daha çoktu. Buna rağmen onların kazanmakta oldukları şeyler onlardan bir ihtiyacı gidermedi.

83- Ne zaman ki onların elçileri, onlara o apaçık delilleri getirdiğinde, onlar kendilerinin yanındaki o bilgiden dolayı sevindiler ve kendisiyle alay etmekte oldukları şey onları sarıverdi.

84- Ne zaman ki onlar, bizim sıkıntımızı gördükleri zaman: "Biz Allah'a o tek olarak inandık ve biz (redderek) örttük o şey ki onunla (sana) ortak koşanlar idik" dediler.

85- Onlar bizim sıkıntımızı gördüklerinde onların inanmaları onlara fayda vermedi. (Bu), Allah'ın yasasıdır ki kendisinin kulları hakkında gelip geçmiştir. Ve o gerçeği örtücüler orada ziyan etmiştir.