Olmalıdır? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Olmalıdır? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2016 Cuma

Hamd'ın Alemlerin Rabbi Allah'a Olmasının İnsan Hayatındaki Yeri Nasıl Olmalıdır?

Kur'an'ın bir çok yerinde geçen, "Elhamdulillahi Rabbil Alemin" (Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a dır) şeklindeki cümleleri, her gün defalarca tekrarlamamıza rağmen, bu sözlerin gereğini hayatımızda yerine getirdiğimizi söylemek güçtür. Övgü anlamına gelen "Hamd" kelimesinin insan hayatında , insanın asi ve nankör bir tabiatı olması , başına gelenlerden kendisini sorumlu tutmayarak suçu başkalarında araması ile yakından ilgisi vardır. 

İnsanlardan bazıları , yaşamları içinde başlarına gelen kötü olaylardan Allah c.c yi sorumlu tutarak, ona isyan etmeyi kendilerinde bir hak olarak görmekte, ve böylelikle ahiret yaşamlarını tehlikeye atmaktadırlar. Kur'an'ın bir çok yerinde geçen "Hamd" kavramı, şayet insanlar tarafından doğru anlaşılmış olsaydı , böyle bir isyanın ne kadar haksız olduğu anlaşılır , ve insanların başına gelen kötülüklerden dolayı Allah c.c nin hiç bir sorumluluğu olmadığı anlaşılmış olurdu.

Hamd kelimesinin Allah c.c için kullanılması , Alemlerin rabbi olması nedeniyle tüm alem üzerine koymuş olduğu işleyiş yasalarında herhangi bir yanlışlık , hata , kayırma , düzensizlik , eksiklik olmadığını göstermektedir. Bir kimsenin hamd edilmeyi hak etmesi demek , onun yanlış bir iş yapmaması , yaptığı her ne ise doğru olması nedeniyle her türlü övgüye layık olması demektir. Allah c.c yanlışlık ve hatadan münezzeh olması nedeniyle , hamd edilmeyi hak eden yegane varlıktır.

"Hamd" kavramı , Allah c.c nin aldığı kararların , verdiği hükmün en doğru ve tartışmasız olmasını ifade etmektedir. Bir kulun ona hamd etmesi demek , o kulun başına gelen her türlü olayı kabullenmesini , ve kendisi için hak ettiğinin bu olduğunu bilmesi ve ona göre davranış sergilemesi anlamına gelmektedir.

Hamd kavramının anlaşılması , Allah c.c nin yaratmış olduğu tüm varlıklar ve olaylar üzerinde bir yasa koymuş olduğunun bilinmesi ile mümkün olacaktır.Onun yaratmış olduğu aleme koymuş olduğu yasalar yani düzen, bazı ayetlerde şu şekilde beyan edilmektedir:

[006.038] Yerde debelenen hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar! Biz kitapta hiçbir eksik bırakmamışızdır. Sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.
[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.

[057.022]  Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır

Özellikle Hadid s. 22. ayeti, arz ve insan ile ilgili olan her şeyin daha önceden belirlenmiş bir yasası olduğunu yani hiç bir şey de başıboşluk , düzensizlik olmadığını beyan etmektedir. "Sünnetullah" diyebileceğimiz bu yasalar, hiç bir ayrım gözetmeden herkes üzerinde aynı şekilde işleyiş göstermektedir. Kısacası Allah c.c tüm varlıklar üzerine koyduğu bazı ilkeleri bulunmakta olup , bu ilkelere göre hareket etmektedir. 

Bunu insan hayatı bazında düşündüğümüz zaman , insanın başına gelenler kendi elleri ile işledikleri sebebi ile olup , nankör bir tabiatı olan insan bu durumu kabullenmeyerek , hatayı başkalarında arayıp , kendi hatasını görmemek gibi bir haslete sahiptir.

[011.009]  And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner.
[042.048]  Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik; sana düşen sadece tebliğdir. Doğrusu Biz insana katımızdan bir rahmet tattırırsak ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse işte o zaman görürsün ki insan gerçekten pek nankördür.

[041.046] Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı zalim değildir.

Kullarına karşı zalim olmadığını bir çok yerde haber veren rabbimizin bu haberine karşı , kendi elleri ile işledikleri yüzünden başlarına gelenlerin sebebini kendi yaptıklarında aramayanlar , hatayı Allah c.c de arayarak , büyük bir zulüm işlemektedirler.

                                             "Kadermiş!" öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin Allah da verdi... doğrusu bu ya
                                             Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin (İrade) sana zulmetmek ihtimâli mi var?    (Mehmet Akif Ersoy)
                                         
İnsan olarak şunu hatırdan çıkarmamalıyız ki ; Bizim başımıza ne geldi ise , veya dünya üzerinde insanların dahli ile meydana gelen her ne olay olursa , bu olaylardan Allah c.c sorumlu değil , kullar sorumludur (deprem , tsunami , kasırga gibi felaketleri kast etmediğimizi hatırlatmak isteriz). Eğer insan eli ile meydana gelen olaylardan Allah c.c sorumlu olsaydı , onun bizim yaptıklarımız karşısında bize vaat ettiği ahiret karşılığı, zulümden başka bir şey olmazdı . Bizim yaptıklarımız hususunda onun sorumluluğunun olması , ve bunun karşısında kendisini sorumlu tutmayarak bizleri sorumlu tutan Allah c.c, adil değil haşa zalim bir ilah olmuş olurdu. 

[076.003] Ona yolu da gösterdik; artık ister şükreder, ister nankör olur.

Hamd etmek yerine isyan etmek şeklinde ortaya çıkan tepkiler genellikle, bazı insanların doğuştan bir hastalık ile doğmaları ,veya genç yaşta hastalıklar nedeniyle vefat etmeleri gibi insanları sıkıntıya sokan bazı nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Bu tür durumlarla karşılaşan bazı insanların yakınları veya kendileri , bu durumu Allah c.c nin onlara yaptığı bir kötülük olarak görerek , "Bula bula bizi mi buldun?" gibi isyankar sözlerle , başlarına gelen sıkıntılı durumlardan ötürü Allah c.c yi suçlamaktadırlar. 

Günümüzde bir çok insanı yakından ilgilendiren bu sorun, yine "Hamd" kavramı ile yakından alakalıdır. Hamd edilmeye layık yegane varlık olması nedeniyle , yarattığı her şeye bir kural ve yasa koyan Allah c.c hiç bir kulu için , "Bu kulumun gözleri ama halde dünyaya gelmesini istiyorum" , "Bu kulumun spastik özürlü olarak dünyaya gelmesini istiyorum" , "Bu kulumun genç yaşta kanser veya benzeri hastalıklar ile ölmesini istiyorum" şeklinde bir irade beyanı ile kullarının bu şekilde dünyaya gelmesinde dahli olmaz. 

Eğer bir çocuk doğuştan ama olarak , veya spastik özürlü olarak dünyaya geliyor , veya bir kimse genç yaşta kanser veya benzeri hastalıklar ile vefat ediyorsa , bunun sebebi tamamen o kişilerin ailelerinde olan genetik sorunlardan , veya çevresel faktörlerden ,veya sağlıklı olmak için gerekli olan kuralları çiğnemesinden kaynaklanan  sorunlardır. 

Anne ve babanın kendisi veya onların daha önceki anne babalarından gelen genetik faktörler , veya insanların yaşadığı dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen olumsuz çevresel olaylar, bir kimsenin dünyaya bazı azalarından noksan , bazı azalarının çalışmaz , veya bir takım hastalıklar taşıyarak dünyaya gelmesine sebep olabilir , veya bir kimse sağlık nimetini iyi kullanmaması sonucunda bir takım hastalıklara yakalanarak genç yaşta hayatını kaybedebilir.  
Allah c.c her şeye gücü yeten biri olarak bu gibi doğumları veya erken yaştaki ölümleri neden önlemediği sorusu, bu noktada mutlaka sorulacaktır. Allah c.c koymuş olduğu yasalar gereğince genetik veya çevresel faktörler gibi sebeplerden dolayı , bir kimsenin dünyaya sağlıksız olarak gelmesi gerekiyor ise , duruma müdahale ederek , onun sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesini de sağlamaz. Bu gibi olaylar tamamen sebep-sonuç ilişkisi dahilinde gelişen olaylar olup , olayın yegane suçlusu olarak Allah c.c nin gösterilmesi büyük bir bühtandır. 

Hastalıkların tedavi edilmesi için çalışılması ve gayret edilmesi konusunun elbette göz ardı edilmemesi gereken bir durum olduğunu burada hatırlatmak isteriz.

Allah c.c nin bu gibi olaylara neden müdahale etmediği sorusunun cevabı "İmtihan" kavramı ile de yakından alakalıdır. İnsan hayatını iki aşamalı olarak kabul edecek olursak , birinci aşaması kendi elleri ile işledikleri yüzünden başına gelen bazı sıkıntılı durumlar , ikinci aşaması ise başına gelen sıkıntılı duruma isyan etmemek , sabır göstermek , çıkış yolu aramaktır.

[067.002]  O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginiz daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
[011.007]  Hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için; gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Zaten Arş'ı su üstünde idi. Andolsun ki; ölümden sonra muhakkak siz yine dirileceksiniz, desen; küfredenler mutlaka: Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir, diyeceklerdir.

Bir çok ayet dünya hayatının, kalıcı olan ahiret hayatı için bir çalışma yeri olduğunu , asıl olan yerin ahiret yurdu olduğunu bizlere hatırlatarak , yaşadığımız yerin imtihan sahası olduğunu ve buna göre hareket etmemizi istemektedir. İnsanların bazı sebeplerden ötürü başlarına gelen musibetlere karşı isyan etmeyerek sabır göstermesi , onlar için imtihanı başarma vesilesi sayılmaktadır. 

[002.155-156] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.Onlara bir musibet geldiğinde: «Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz» derler.

Yukarıdaki ayet , insana kendi eli ile işlediği yüzünden veya başka sebeplerden ötürü dokunmuş olan musibetlere karşı, nasıl bir tavır takınması gerektiğini öğreten ayetlerdendir. İnsan yaşadığı hayat içinde karşılaştığı zorluklara karşı , isyan etmeden , nankörlük etmeden içinde bulunduğu durumu iyileştirmek için çabalamak ve gayret etmek zorundadır. 

Başına gelen herhangi bir musibete karşı "Kaderim böyleymiş" diyerek oturmak yerine , içine düştüğü sıkıntılı durumdan kurtulmanın yollarını aramak , gerçek tevekkül sahibi olan bir müminin yapması gerekendir.

Ele almaya çalıştığımız konu "Kader" kavramı ile de yakından alakalıdır. Bu kavram Kur'an'i anlamda , Allah c.c nin varlıklar üzerine koymuş olduğu yasalar anlamında olmasına rağmen , zaman içinde yanlış bir anlama büründürülerek insanın ne yapsa değiştiremeyeceği , doğuştan alnına yazılmış olan yazgı anlamında anlaşılmaktadır. Kader kavramı eğer doğru bir şekilde anlaşılacak olursa , kişilerin başlarına gelen olaylar ve durumların meydana gelmesinde Allah c.c nin sorumluluğu olmadığı da anlaşılarak , "Kader mahkumu" , "Kaderimse çekerim" gibi arabesk edebiyatı da ortadan kalkacaktır.

Yeri gelmişken , halk arasında yanlış olarak bilinen bir konuyu hatırlatmak istiyoruz . Hasta olan birine "Hastalığına şükretme hamd et , Allah hastalığına şükredenlerin hastalığını artırır" şeklinde bazı hatırlatmalar yapılmaktadır.

Bu düşünceye İbrahim s. 7. ayetinde "Hani Rabbınız: Şükrederseniz; andolsun ki, size artırırım, nankörlük ederseniz; bilin ki azabım çok şiddetlidir, diye bildirmişti." ayetinin yanlış olarak anlaşılması sonucunda varıldığını söylemek istiyoruz. Allah c.c kullarına verdiği nimete nankörlük etmemelerini , şükretmelerini , şükrettikleri takdirde bu nimetleri artıracağını vaat etmekte , fakat hasta olan birisi eğer bu hastalığına şükrettiği takdirde bu hastalığı da artıracağı gibi bir düşüncenin ortaya çıkması son derece hatalıdır. Şayet hasta biri hastalığına şükretse bu durum onun nankör bir kul olmadığını gösterir , ancak hastalığının artmasına vesile olmaz. 

"Hastalık için hamd etmek mi , yoksa şükretmek mi gerekir?" şeklinde bir soruya , ikisi de yapılabilir diyebiliriz şöyle ki ; Hastalık ile karşılaşan bir kul bu hastalıktan Allah c.c nin sorumlu olmadığını ifade etmek için hamd eder , nankör bir kul olmadığını göstermek için şükreder.

Hamd ile şükür arasındaki farkı kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür ; Hamd kula isabet eden nimet içinde , sıkıntı içinde yapılabilir , şükür ise sadece nimet karşılığında yapılabilir. Hamd , şükürden daha geniş kapsamlı olmakla birlikte , şükür daha dar kapsamlıdır.

Yazımızda geçen "Hamd" - "Kader" - "İmtihan" kavramlarının birbiri ile alakasını kurduğumuz takdirde ortaya çıkan sonuç şudur ; 

Hamd = Allah c.c nin alemlerin rabbi olarak yaratmış olduğu her şeyin üzerinde yapmış olduğu tasarrufta , verdiği kararda , hiç bir şekilde hata ve yanılma gibi durumların söz konusu olmaması , yaptığı her şeyin övgüye layık olması anlamındadır. 

Kader = Allah c.c nin Yarattığı her şeyin bir yasa gereği olması , yaratılan her şeyin üzerinde bir yasa bulunması , bu dünya yüzünde her ne meydana geliyorsa bu yasaların sonucu meydana gelmesi , Allah c.c nin keyfi davranışı , taraflı davranışı , ilkesiz davranışı gibi şeyin söz konusu olmaması anlamındadır. 

İmtihan = Yaşadığımız hayat içinde kendi işlediklerimiz yüzünden veya bizim elimizde olmayan sebeplerden dolayı başımıza gelen herhangi bir musibetin bizim tarafımızdan görülmesi gereken yönüdür. Kendisine bir musibet gelen kul, "Allah c.c beni bu şekilde imtihan ediyor" bilinci içinde başına gelene karşı isyan etmemek sureti ile, gereken çalışma ve gayreti gösterdiği takdirde , "Hamd" kavramını hayatı içinde doğru bir yere oturtarak , nankör insan olmak yerine , şükreden bir insan olacaktır. 

Çünkü bu kul başına gelenin sorumluluğunu Allah c.c ye yüklemeyerek , meydana gelen olayın kendi sorumluluğundan ötürü başına geldiğini bilerek hareket etmek sureti ile isyan etmek yerine , başına gelen sıkıntıdan kurtulmayı veya sabretmeyi bilecektir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR. 

8 Mart 2016 Salı

Gündemimiz Adem'in Babasının Olup Olmadığı mı Olmalıdır?

Müslümanların birbirleri ile yapmış olduğu tartışmaların , onları daha ileriye taşımak amaçlı olması gerekirken , gündem yapılmaması gereken , veya gündem edilmesi gereken daha acil ve önemli konular varken , "Suni Gündem" olarak tabir edebileceğimiz , kısır konuların gündem edilerek , bu konular etrafında tartışmalar yapılması , bizlere bir şey kazandırmamakta, hatta kazandırmak şöyle dursun , bizleri kayba uğrattırmaktadır.

"Suni Gündem" olarak tabir ettiğimiz konulardan bir tanesi , Adem'in babasının olup olmadığı noktasında yapılmakta olup , bu konuda iki görüş etrafında yoğunlaşan tartışmalar uzun yıllardır sürmektedir. Yazının konusu, Ademe baba bulmak veya babasız olduğunu ispat etmeye çalışmak değil , bu konularda yapılan tartışmaların kısırlığı ve gereksizliği üzerinde olacaktır. 

Konuya girmeden önce kısaca , bu konuda yapılan tartışmaları hatırlatmak istiyoruz. Adem kıssası ile ilgili  tefsirlere bakıldığında, insanın çoğalması ile ilgili verilen bilgilerde , insanların Adem ile eşinden türediği , Ademin eşinin her batında ikiz çocuk dünyaya getirdiği , onlardan doğan bu çocukların çapraz evlilik yaparak, bu yolla insan neslinin çoğalmasının sağlandığı yazmaktadır. İşlenen ilk cinayetin , bu evlilik modeline razı olmayan Kabilin, kendisi ile aynı batında doğan kardeşi ile evlenmek istemesi neticesinde meydana geldiği yönünde tefsirlerde bilgilere rastlamaktayız. 

Tefsirlerdeki bu yazılanların, Kur'andan onay almayan ve "İsrailiyyat" denilen kirli bilgilerin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Tefsirlerde yer alan bu bilgileri istismar ederek , bazı kimselerin eleştiri , alay ve hakaretlerine maruz bırakılmamız neticesinde , eziklik psikolojisinin ürünü olduğunu söyleyebileceğimiz , farklı bir görüş olarak , Allah (c.c) nin bir çok ademler yaratarak , insanları böyle çoğalttığı iddialarını da görmekteyiz.

İşin garibi , bu iki zıt görüşün delilinin Kur'an içinden getirilmiş olmasıdır. Kardeş evliliğini savunan görüş , Nisa s. 1. ayetini delil olarak sunarken , bir çok Adem yaratıldığı görüşünü ileri sürenlerin ise, başta Araf s. 11. ayeti olmak üzere bazı ayetleri delil olarak sunduklarını görmekteyiz. 

Bu görüşlerin hangisinin doğru olduğunu tartışmak veya , insan neslinin nasıl türediği konusu hakkında Kur'an ayetlerini incelemek bu yazının konusu olmadığı için , ortaya atılan görüşlerin her ikisinin "Kesin bilgi" olmadığını söylemek istiyoruz. Kardeş evliliğini veya bir çok Adem yaratıldığını iddia eden görüşler , delil olarak sundukları ayetler üzerinde vardıkları şahsi görüşler neticesinde bu bilgilere sahip olduklarını söyleyebiliriz. Varılan bu neticelerin doğruluğu elbette tartışılabilir, ancak savunulan bir görüşün, diğerini mahkum ederek kendi görüşünü üste çıkarmaya asla hakkı yoktur. 

Burada şunu hatırlamakta fayda mülahaza etmekteyiz ; Kur'an bir biyoloji kitabı değildir , bu kitap bize insan neslinin nasıl çoğaldığını değil , onu çoğaltan Allah (c.c) nin kudretine işaret etmektedir. Bizler bu tarafı ıskalayarak , bu kitaptan biyolojik bilgiler çıkarmaya kalktığımız zaman , çıkardığımız bazı bilgiler bizi yanıltabilir.

Yazının konusunun , bu görüşlerden hangisinin doğru olabileceği değil , neden böyle bir gündem ortaya atılması noktasında olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra konuya girelim ;

İslam düşmanları tarafından , Kur'an içindeki bazı ayetlerin istismar edilerek , biz Müslümanlara karşı alay ve hakaret konusu edildiği malumdur. İnsan neslinin kardeş evliliği ile çoğaldığı konusundaki Kur'anda olmayan, fakat tefsirlerde olan görüşlerin bahane edilerek , İslama ve Kur'ana hakaret edilmeye çalışıldığı, bir çoğumuzun malumudur.

Bu tür alay ve hakaretleri dikkate alarak , savunma psikolojisi içinde yapılmaya çalışılan bazı izahların temelinde , bu tür iddiaların ret edilmesine yönelik izah ve yorumlar olduğunu görmekteyiz. Ancak bu iddialar ret edilmeye çalışılırken yapılan yorumların , bu tür iddia sahiplerini ikna etmeyi amaçlayarak yapılmaya çalışıldığını görmekteyiz. 

Yapılan bu ikna çalışmalarında , bazı Kur'an ayetlerinin yanlış şekilde tevil edilerek , sadece karşı tarafa "Biz sizin iddia ettiğiniz gibi değiliz" mesajını vermeyi amaçladığını görmekteyiz. 

Veya , Kur'an içindeki ayetlerin bazı yorumlarının , bazı kimselere ters gelebileceğini düşünerek , bazı ayetlerin yorumunun "Onlara ne deriz" mantığı çerçevesinde yapılarak , şirin görünmek gibi bir amaca hizmet ettirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. 

Bu tür iddia ve görüşlerin ortaya atılma amacının , bizleri suni gündemler etrafında vakit kaybettirmeye yönelik olup , esas gündemi bizlerin oluşturmasına engel olmaya yönelik ve bizleri, başkaları tarafından oluşturulmuş olan suni gündemler etrafında dönüp dolaştırmaya amaçlayan atraksiyonlar olduğunu söylemek istiyoruz. 

Müslümanların gündemleri , kimseye şirin görünmek veya bazıları tarafından yanlış olarak görülen bazı bilgileri düzeltmeye çalışmak olmamalıdır. Bizler kendi gündemimizi kendimiz tespit ederek , bizi fikri ve ameli olarak daha ileriye taşıyacak olan konular üzerinde gündem oluşturarak , başkalarının dümen suyunda gidenlerden olmaktan kurtulmalıyız.

Bu noktada özellikle, Türkiye genelinde Kur'anı merkeze alan sayın hocalarımızın sorumluluk alması gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Bizans papazlarının , İstanbul fethedilirken meleklerin kanadını tartışmaları misali , etrafımızdaki ateş tüm dünyayı kaplarken , biz hala geçmişte Muaviye ve Ali kavgasında kimin haklı , kimin haksız olduğu gibi, bize faydası olmayan konuları tartışmaktan geri durmalıyız.   

Veya bazıları bizi öcü gibi gördüğü için "Biz öcü değiliz" kabilinden, müdahene içine girilmiş bazı yumuşatma hareketlerinden kaçınmalıyız. Yüzlerce yıldır bitmeyen kavgaların devamı olan , hadis -sünnet , şefaat , kabir azabı , İsa (a.s) ın nuzulü , mehdi , Allah (c.c) nin nerede olduğu gibi içinde yaşadığımız dünyanın gerçeklerinden soyutlanmış düşünceleri bir tarafa bırakarak , İslamın bu dünyaya neler söylediğini gündem etmeye gayret etmeliyiz.

Kur'anın bizden gündem etmemizi istediği şeyin ne olduğunu öğrenmek istersek , kıssalar yolu ile anlatılan hayatları okumak, bize gündem belirlemede yardımcı olacaktır. Nuh , Hud , Şuayb , Lut , Salih , İbrahim (a.s) ların yaşadıkları hayatlara baktığımızda, onların ağızlarından çıkan sözler , kavimlerinin yaşadıklara hayata dokunan sözler olup , o kavimlerin yaptıkları yanlışlara karşı , doğru olanın ikame edilmesi üzerine olduğunu görürüz. 

Bugün yeni bir elçi gelmiş olsa. bu elçinin gündeme acaba ne olabilirdi ?. 

Bu soruya verilecek cevap , bizlerin gündem belirlemesinde önemli rol oynayacaktır. Yeni bir elçi gelmiş olsa, bu elçi asla geçmişte yapılan kavgalarda kimin haklı kimin haksız olduğu gibi bugüne dair sözü olmayan konuları gündem etmezdi. 

Şayet bugün yeni bir elçi gelse , kendisinden önceki elçi atalarının gündemi olan , "Şirk" i gündeme alarak , yaşadığımız dünyanın içinde olduğu duruma Tevhidi çareler sunmak olacaktır. Çünkü Kur'andaki elçi kıssalarına baktığımızda , bütün elçilerin gündeminde kavimlerinin şirk inanç ve yaşantıları olup , bu yaşantıları düzeltmeleri için onlara yaptığı çağrılar yer almaktadır. 

Bize ne oluyor ki , elçi atalarımızın gündemini terk  ederek , incir çekirdeğini doldurmayacak konular üzerinden birbirimize olan düşmanlığımızın daha da artmasına neden oluyoruz ?. 

Yeni bir elçi gelse , o elçi önce bizleri düzgün bir gündeme sahip olmamız noktasında gerekli uyarıları yaparak , kendimize çeki düzen vermemizi isterdi. Bizim gibi daha kendisinin nasıl bir görevi yüklendiğinden habersiz , boş gündemler etrafında gezen Müslümanlar , bu halimizle o elçiye ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramayız.

Fesat , zulüm , kan , göz yaşına boğulmuş olan bir dünyada , biz Müslümanların bu fesada karşı bir sözünün olmaması düşünülemez. Biz bu gidişe karşı bir söylem üzerinde değil , bu fesada devam edenlerin bizim için belirlediği gündemler üzerinde dönüp dolaştığımız müddetçe , bizlerden rahatsız olması gereken zalimler rahat nefes alarak , fesatlarına hız kesmeden devam edeceklerdir. 

Rivayet kültürünün anlattığı din , maalesef bu konuları gündem etmekten uzak , veya vahşeti ve cinayeti esas alan bir söylem ve eylem üzerine kurulu olduğu için , insanların İslamdan kaçmasına sebep olduğunu unutmayalım.

Sonuç olarak ; Kendisini Kur'anı öne çıkarmaya adamış insanların gündem belirlemede örnek olmaları gerektiğini hatırlatmak isteriz. Bu kimselerin belirlediği gündemler , bizleri fikri ve ameli olarak ileriye götüren konuları tartışmamızı ve konuşmamızı sağlayarak , o konular etrafında bizlerin ufkunu açıcı fikirleri ve düşünceleri ile önder olmaları gerekmektedir. Ademin babasının olup olmadığı , onun ilk insan olup olmadığın tartışmanın bizlere herhangi bir faydası olmayacağı için , bu tür konuların gündeme alınması , yarardan çok zarar getirecektir. 

Gündemimizi yine Kur'andan belirleyerek , tarih boyunca gelen elçilerin kavimlerine karşı gündem ettikleri konuyu bizimde devam ettirerek , şirkin hakim olduğu , kan ve gözyaşı selinde boğulan bir dünyanın , tevhide döndüğünde nasıl bir mutluluğa kavuşacağı , yine Kur'an içinden örneklerle anlatılmalıdır. 

Bizler Kur'anı gündeme alan sayın hocalara , gündem belirleme konusunda yapacak olduğumuz taleplerle , onların daha doğru gündem belirlemelerine yardımcı olarak , bizlerin ufkunun açılmasında onlara ön ayak olabiliriz. Ademin babasının olup olmadığı türünden yapılan tartışmalar, bizlere boşa vakit kaybından başka bir işe yaramayacaktır.

RABBİMİZ BİZLERİ SUNİ GÜNDEMLER İLE VAKİT KAYBETMEYEN KULLARINDAN KILSIN.

24 Ocak 2015 Cumartesi

Dinde Belirleyicimiz Hangi Kitap Olmalıdır?

Müslümanlar arasındaki bitmez tükenmez ihtilafların en başta gelen sebeblerinden bir tanesi, belirleyici kitap konusudur. Belirleyicilik konusunda bir ittifak sağlayamayan Müslümanlar aralarındaki ihtilafları tabi oldukları kitapların kendilerine verdikleri bilgi doğrultusunda çözmeye çalıştıkları için maalesef birliktelik sağlamakta zorluk çekmektedirler. Bu durum Kur'anda şu şekilde beyan edilmektedir. 

[023.051]  Ey Resul ler, temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum.
[023.052] İşte sizin ümmetiniz bir tek olan ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim: öyleyse benden sakının.
[023.053]  Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

Mü'minun s. 51-53. Ayetlerinde Resulleri aracılığı ile , Resullere ve onların muhataplarına tayyip olanların yenmesini , salih amellerde bulunulmasını , ondan sakınılmasını emreden Rabbimizin bu emrine muhalefet edenler, vahyin belirleyiciliğini terkederek başka belirleyiciler altında toplanarak bu belirleyiciler ile yetinmeye başlamışlardır. Bu Ayetler dün insanların Din de, içine düştükleri ihtilaf sebebini beyan etmekte , dün kü bu durum bu gün ve yarın da maalesef böyle gidecektir.

Halbuki Rabbimiz, Din de belirleyici olması gereken Kitabın kriterlerini yine Kur'an da beyan etmiştir. 

 [022.008]  İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol gösterici ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.
[031.020]  Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap da olmadan Allah hakkında mücadele edip durmaktadır.
 [028.050]  Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.

Yukardaki Ayetler ,Allah hakkında konuşmak için belirlenmiş kriteri beyan etmektedir. Bu kriterler "Hüden" (Yol gösterici) ve "Münir" (Aydınlatıcı) vasfına sahip olması gerekmekteymiş , peki bu vasfa sahip olan Kitap acaba hangi Kitaptır?.

[002.002]  Bu  kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir (HÜDEN).
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici (HÜDEN)ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.1-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir.birer hidayet (HÜDEN)ve müjde olmak üzare o mü'minlere
[031.002-3] Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi (HÜDEN) olan hikmetli Kitap'ın ayetleridir.

[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir NUR ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Resul Nebi ye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen NUR'A (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[057.009]  Sizi karanlıklardan NUR'A çıkarsın diye kuluna parlak parlak ayetler indiren O'dur. Muhakkak ki, Allah size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
[004.174] Ey insanlar, bakın size Rabbinizden kesin bir delil geldi; size açık bir NUR indirdik.

Yukarıdaki örnek Ayet meallerinin delaleti ile , Allah hakkında konuşmak için rehber ve aydınlatıcı tek kitap KUR'AN DIR. 

Dinde belirleyici kitabın Kur'an olması gerektiğini gördükten sonra farklı düşüncede olan Müslümanların bir noktada birleşebilmeleri için bu Kitabın rehberliğine ihtiyaçları olduğu muhakkaktır. Herhangi bir konudaki fikir ayrılığında olanların öncelikle bu noktada birleşmeleri gerekmektedir. 

Herhangi bir konuda fikir ayrılığında olan Müslümanların ortak bir paydada buluşmadan yapacakları tartışmalar sonuçsuz kalmaya baştan mahkumdur. Çünkü ,A kişisinin bir konu hakkındaki ileri sürdüğü delil ile , B kişisinin herhangi bir konuda ileri sürdüğü deliller farklı rehberlerden  getirildiği zaman düşünce birliğinin olması mümkün değildir. 

Bu gün Müslümanlar arasında bitmez tükenmez tartışmaların sebebi, farklı rehberler ihdas edinilmiş olması ve ortaya konan delillerin bu rehberlerdeki yazanlar olduğundan hareket etmeleridir , olayı örnekleyecek olursak ; 

Bu gün Din adına ortaya konan bir takım konular , Şefaat , Nuzulu İsa , Recm , Kabir azabı v.s ve buraya almadığımız bir çok konudaki ihtilafların kaynağı farklı belirleyicilerin ışığında bakıldığı içindir. 

Kur'an, maaleseftir ki, adı var fakat kendisinin her hangi  etkisi olmayan bir kitap olarak yüzyıllardır "Mahcur" (terkedilmiş) bırakılmıştır. Bütün Müslümanların iman ettiği ettiğini iddia ettikleri Kitap, Din konusunda her hangi bir belirleyiciliği olmayan , Din konusunda belirleyici olan başka kitapları onaylatma aracı haline getirilmiştir.

Bu sebebtendir ki , Kur'anı yol gösterici olarak ortaya koyan ve kendi düşüncesine delil olarak ortaya koyan bir kişiye maalesef, "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" denilebilmektedir. 

Herhangi bir konuda tartışma yapan kişilerin öncelikle yapması gereken şu dur ki; Ortak bir aydınlatıcı ve yol gösterici kitap üzerinde fikir birliği sağlamadan hiç kimse ile tartışma ortamına girmemelidirler. Tartışma yapacak olan kişiler aralarında Kur'anın hakemliği konusunda anlaştıktan sonra farklı düşündükleri konular üzerinde tartışarak ortak bir noktada birleşme imkanı elde edebilirler.

Bu meyanda , "Allaha ve Resulune itaat edin" veya "İhtilaflarınızda Allahı ve Resulunu hakem tayin edin" şeklinde Ayetlerin hatırlatılarak , Allah itaatın Kur'ana , Resule itaatın bu gün için hadislere olması gerektiği noktasında itirazlar gelecektir. 

Bu Ayetlere her Müslümanın iman etmesi gerekmektedir , ancak bu Ayetlerin bize böyle bir yol gösterip göstermediği ,yani Resule itaatın hadise itaat olması gerektiği konusunun açıklığa kavuşması gerekmektedir. 

Bu gün elimizde bir çok , Muhammed (a.s) ın söylediği iddia edilen hadis kitapları mevcut olup bu kitaplar içinde sahih olmayan sözler sahih olanlardan fazlaca miktarda bulunmaktadır. Özellikle bazı hadis kitaplarının isimleri öyle bir hale getirilmiştir ki " O ne diyorsa doğrudur yanlış olma ihtimali mümkün değildir" denilerek Kur'an ile eşdeğer hale getirilmiştir. 

Müslümanların büyük çoğunluğu yüzyıllardır gelen bu tür baskılar nedeniyle , bu kitapların adı geçtimi bunları eleştirmenin dinden çıkmakla eşdeğer olduğunu zannederek bu baskı altında yıldırılmışlardır. Öncelikle Kur'an dışındaki bütün kitapların zan içerdiğini yanlış olma ihtimali olduğunu bu kitabın adı ne olursa olsun bunun böyle olduğunun altının kalın çizgilerle çizilmesi gerekmektedir. 

Öncelikle şunu açık ve net olarak ortaya koymak gereklidir; Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) nin Kitabı ile çelişen ona aykırı bir söz ve fiilde bulunması İMKANSIZDIR. 

Bir kişinin delil ortaya koyduğu Ayete karşı olarak ortaya konan rivayet eğer Kur'anla çelişiyorsa , Kur'anın değil rivayetin red edilmesi gerektiğinin doğru br uslupla karşımızdaki kimseye anlatılması gereklidir. 

Maaleseftir' ki kitleleri "Hadis inkarcılığı" şeklinde bir tehlikeye karşı uyaranlar , hadisleri savunmak adına kitleleri "Kur'an inkarcığı" na sevk etmektedirler. "Hadis inkarcılığı" olarak lanse ettikleri tehlike öyle bir hale getirilmiştir ki benim zavallı Müslüman kardeşim, karşısına gelen Ayet şeklindeki bir delil ile hadis şeklindeki bir delil çeliştiği zaman sırf "Hadis inkarcısı" demesinler diye "Kur'an inkarcısı" olmayı yeğlemektedir.

Kur'ana çağıran bir kişinin , karşısındaki bu tür düşüncede olan kişiye karşı , çağırdığı Kitabın ona öğrettiği tebliğ kuralları dahilinde , bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlatması gerekmektedir. Bu yanlışlığı ona anlatamadığı , bu yanlışlığın karşımızdaki kişi tarafından anlaşılmadığı zaman ,ihtilaf edilen konularda fikir birliğinin sağlanması imkansızdır.

Bu durum Müslümanlar olarak karşımızdaki en büyük ihtilaf kaynağımızdır. Bizler eğer Kur'anın belirleyici bir kitap olmasını istiyorsak , başkalarının Kur'an dışındaki belirleyici kitaplarının Kur'an karşısında hiç bir hükmü olmadığının anlatılması gerekmektedir. Bunun kolay bir yol olmadığının elbette ki farkındayız , dinlerini Kur'an ile çelişen rivayetler üzerine kuranların Kur'anın belirleyici olması noktasında ayak direteceklerini unutmamalıyız. 

Sonuç olarak; Dinde belirleyici kitap olarak sadece Kur'an, aramızdaki ihtilafların çözümünde hakem kitap olmalıdır. Bu hakemliği bize Rabbimiz bildirmektedir. Diğer kitapların doğruluğu ve yanlışlığı sorunu, bu kitabın hakemliğinde çözülmesi gerekmektedir. Yüzyıllardır mahalle baskısı yöntemi ile "Aman haa sakın hadis inkarcısı olmayın" diyenlerin , kendilerine tabi olan insanları "Kuran inkarcığına" yönlendirmiş olduklarını bu düşüncede olan Müslümanlara uygun bir uslupta anlatmamız gerekmektedir ki , aramızdaki ihtilaflarda Kur'an belirleyici olsun ve ihtilaflar en aza indirgensin .

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.