8 Aralık 2011 Perşembe

Ümmi Kavramı ve Kur'anı "Ümmice" Okumak

"Ümm" kelimesi sözlükte, ana, bir şeyin aslı temeli anlamına gelmektedir. Bu yazımızda bu kavramın Kur’an’da geçtiği ayetler içinde, Allah’ın resulü Muhammed sav için kullanılan "ümmi" olmasının ne anlama geldiğini ve bu anlam üzerinden Kur’an’ı okuyup anlamak üzerinde duracağız. Muhammed sav in "ümmi" olmasının onun okuma yazma bilip bilmediği konusu etrafında yoğunlaşması bu kavramın bizler için ne ifade etmesi gereği hususunu anlamamızı arka planda bırakmış ve bizlerinde Kur’an’ı "ümmice" okuyup anlamamız gerektiği konusunun üzerinde pek durulmadan sadece onun "ümmi" "olması üzerinde durulmuş ve onun "ümmi" olmasının bizler için ne anlam ifade etmesi gereği üzerinde pek durulmamıştır.

-----007.157-158 Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. De ki: Ey insanlar; ben gerçekten göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, O'ndan başka hiçbir tanrı bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Şu halde Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan elçisine inanın: Ki o da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ve ona uyun ki hidayete eresiniz.
-----042.052 İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.
-----016.103 Andolsun ki: «Ona elbette bir insan öğretiyor» dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kuran ise fasih Arapçadır.
-----029.048 Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.
-----025.005 «Kuran öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır» dediler.

Muhammed sav in "ümmi" olması demek onun annesinden doğduğu saflıkta ve kafasının dış etki ve kültürler ile bozulmaması demektir, tabi ki bunda onun okuma yazma bilmemesinin rolü vardır, okuma yazma bilen bir insan dış kültürler ile irtibatı olacağından Kur’an’a, nahl 103 ve furkan 5. ayetlerinde gördüğümüz üzere dış müdahale iddialarının ancak iftira olarak atılabileceği görülmektedir. Muhammed sav in "ümmi" olması bizlere Kur’an’ı anlamada bir metot teşkil etmelidir, ümmi olmak demek sadece okuma yazma bilmemek demek olmadığına ve okuma yazmayı bilmenin Kur’an’ı anlamaya engel teşkil etmeyeceğine hatta bugün okuma yazma bilmemenin Kur’an’ı okumaya ve anlamaya engel olduğunu düşünürsek bizler " ümmi" olmayı nasıl uygulayabiliriz?

Kur’an’a iman ettiğini iddia eden Müslümanların birçoğuna hâkim olan anlayış mensup oldukları düşünce ekolüne tabi olarak Kur’an’ı anlama gayretleridir. Kur’an bazı Müslümanlar için hidayet kitabı olmaktan çıkıp taşıdıkları düşünceyi tasdik eden bir noter haline dönüştürülmüş, haliyle ortaya bir sürü anlayış çıkmış ve hepsinin de referansı maalesef Kur’an olmuş, her fırka kendi doğruluğunu ispat için ayetleri mızrak uçlarına takıp karşısındakinin küfrünü ayetlerle ispat etmeye girişmiştir. Sonuç olarak aynı kitabı okuyan fakat birbirine düşman olan yüzlerce hizip Kur’an adına ortalıkta boy göstermekte, acı ama gerçek olan bu duruma acaba bir çare var mıdır? sorusunu herkes sormakta ve cevabını da kendi düşüncesinin doğru olduğunu iddia ederek herkesin kendi düşüncesine tabi olmasını birleşme adresi olarak göstermektedir. Kur'an, nasıl bir okumaya tabi tutularak birbirine düşman olan fırkaların ayrılığı en aza düşürülebilir? sorusuna yine Kur’an’dan hareket ederek cevap bulmaktan başka çaremiz yoktur.

Çaremiz Kur’an’ı " ümmice okumak" ve "ümmice anlamak"tır, Muhammed sav in ümmi olması bize onun dış etkilerden arınmış ve kafasının önceden herhangi bir bilgi kirliliği olmadan direk vahiyle muhatap olması ve insanları sadece vahye çağırması onun " üsvei hasene" (güzel örnek) olmasının gereği olarak onun tebliğ metodunun ve neye davet ettiğinin tüm Müslümanlar tarafından örnek alınarak o metot üzerinde birleşilmesi üzerinde önce Müslümanların birliktelik sağlamaları lazımdır. Muhammed sav in davet metodu ve ve neye davet ettiği üzerinde ittifak sağlayan Müslümanların üzerinde birleşmesi gereken diğer bir hususta , "ümmi" olmaktır, yani kafadaki bütün fırka, parti, cemaat, tarikat, ağabey, üstat, şeyh, onun bunun kitabı gibi kur ‘anın önüne geçirilen engellerden sıyrılıp sıfır bir kafa ile Kur’an’a yönelmeleridir. Kafalarındaki ön kabulleri atarak "ümmileşen" Müslümanlar artık Kur’an’ın davetini okuyarak anlayabilme yolunu açmışlardır.

                      KUR'AN İNSANLARI NEYE DAVET EDİYOR?

Kafalarındaki parti, fırka, cemaat, hizip ve Kur’an harici kitapları yıkıp "ümmileşen" Müslümanlar artık ortak kitapları olan Kur’an’ın neye davet ettiğini anlamamak için önlerine çıkan engelleri yıkmışlar ve temiz bir kafa ile okunan Kur’an’daki öne çıkan tek gerçeğin "TEVHİD" olduğunu göreceklerdir. Kur'an insanları gerçek rab ve ilahın sadece ALLAH cc olduğunu ondan başka kimseyi rab ve ilah edinenlerin MÜŞRİK olduğu gerçeğini birçok ayette bildirmektedir. Kur’an’ın çağrısının "TEVHİD" eksenli bir çağrı olduğunu Müslüman bütün ayetleri bu eksen etrafında okuyarak anlamaya çalışır. "NAMAZ" eylemindeki "kıyam-rükû-secde" nin sadece içi boş hareketler olmadığını "tevhid" eksenli bir okuma ile anlar, yine namaz eyleminin Kur’an’daki geçişinin "salat" olduğu bu kelimenin kılmış olduğumuz "namaz"ı karşılamadığı gibi yanlış düşünceleri Kur’an’ı "tevhid" eksenli bir okuma ile okuduğu zaman çöpe atar, "KIBLE" ayetlerini tevhid eksenli bir okuma ile okuduğu zaman müminlerin birlikteliğinin gereği olan tek bir yöne yönelmenin mekânı olan "KÂBE" olduğunu anlar, yine tevhidi bir eksen ile "HACC" ayetlerini okuyan Müslüman yöneldiği mekânın taşlarını kutsamaz o taştan binanın İbrahim as ve oğlu İsmail’in teslimiyetlerinin kıyamete kadar hatırda tutulmasının bir gereği olarak yapılan ritüellerin mekânı olduğunu bilir. Haccı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman şeytan taşlamanın olup olmadığını konuşup şeytanı sevindirmez, yine haccı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman hacda şeytanı taşlayıp evine döndüğü zaman şeytanları alkışlamaz, haccı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman şeytanın ona kıyamete kadar düşman olduğunu onunda şeytana düşman olması gerektiğini bilir, Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman şeytanın varlığı konusunda tartışma yapmak yerine onun müminler üzerindeki oyunlarını anlayıp onun bu iğvalalrına karşı ona ne şekilde cephe alacağını bilir.

Kur'an kıssalarını tevhid eksenli okuyan bir Müslüman kıssaların sadece o günkü yaşanmışlığı çerçevesinde kalarak günümüze nasıl bir mesaj verdiği konusunu ötelemez, yine yaşanmışlığını red ederek modernist anlayışlara, ayetleri tahrif etme pahasına pirim vermez.

Kur'an kıssalarını tevhid eksenli okuyan bir Müslüman, nuh as ın yaptığı geminin hangi ağaçtan olduğunu veya o geminin oturduğu yerin neresi olduğu üzerinde kafa yormaktan ziyade o geminin bugün için Müslümana verdiği mesaj üzerinde kafa yorar. Kur'an kıssalarını tevhid eksenli okuyan bir Müslüman yunus as ın balığın karnına nasıl girebildiğini veya atıldığı sahilde üzerine biten kabak ağacının "su kabağımı" yoksa "bal kabağımı" olduğunu düşünmez, aksine Yunus’u yutan balığın bize mesaj veren yönünü hatırlayarak insanın içine düştüğü günah bataklığı olduğunu ve bu bataklıktan onun nasıl samimi bir kalp ile dua ederek kurtulduysa Allah cc nin günah işleyen bir Müslümanı böyle gerçek olarak günahlardan temizlemesinin bizlere gösterilmesi olduğunu anlar. Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman Musa as ın asasının yılan olup olmadığını veya asanın denize vurulması ile denizin yarılmasının imkânsız olacağını düşünerek Allah’ın kudretini sınırlamaz, aksine "asa"nın günümüz ile ilişkisini kurarak Musa’nın elindeki asa ile bizim elimizdeki Kur’an’ın bağlantısını kurarak elimizdeki kitaba gerçek olarak iman ettiğimiz takdirde firavunların nasıl yıkılacağını veya büyücülerin iman etmesi misali hiç ummadığımız bir zamanda kitlelerin İslamlaşabileceğini akıldan çıkarmaz.

Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman İbrahim as misali tek başına da olsa zalim bir hükümdara ve onun müşrik kavmine mümtehine s. 4. ayetindeki gibi rest çekmeyi bilir, İbrahim as ın hanif dinine mensup olduğunu iddia edip onun hatırasını diri tutan haccı inkar etmez, onun kırdığı putların önünde haniflik adına secde ederek onun atıldığı ateşin mecazi olduğu ateşin yakma gücü olduğunu bunu İbrahim as için değiştirilmeyeceği gibi Kur’an’dan onay almayan çıkarımları yapmaz. Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman İbrahim as misali inandığı davadan dönülmemesi gerektiği ve bunun sonucunda Allah cc nin ateşin yakıcılığını kaybettirerek kuluna yardım etmesi misali ateşten kurtulan İbrahim as ı nasıl kurtardı ise onu da cehennem ateşinden öyle kurtaracağını bilir.

Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan Müslüman maide s. 35. de" Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihat edin ki kurtuluşa eresiniz." ayetindeki vesileyi, kerameti kendinden menkul din baronlarını Allaha ortak koşmak için kullanmaz, Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman Allaha dua etmek için hiç bir aracıya gerek olmadığını ona aracılar ile yaklaşmanın " ŞİRK" olduğunu bilir. Şefaat ayetlerinin müşriklerin inancını red için indiğini bilen Müslüman Allahtan başa şefaatçiler edinmez.

Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman helal ve haram kılma yetkisinin sadece Allah cc ye ait olduğunu, Allah cc nin bu yetkiyi kendinden başka kimseye vermediğini bilir. Muhammed sav in getirdiği kitabı önceleyerek gelen bütün resulleri kendi resulü bilir. Muhammed sav i diğer peygamberlerle yarıştırarak sizin İsa’nız veya Musa’nız varsa bizimce Muhammed’imiz var bizim resulümüz sizin resulü yener şeklinde rekabete pirim vermez. Hasais ve şemail kitaplarında çizilmeye çalışılan insanüstü resul portresini reddederek ona atfen uydurulan birçok mucizeyi ona atılan bir iftira olarak görür. Yine onun bedenini kutsayan düşünceyi red eden selef düşüncesinin, onun sözlerini kutsayarak " vahyi gayri metluv" (namazlarda okunmayan vahiy) sayan ve tasavvuf düşüncesini şirk sayan ancak onun sözlerini Kur’an’la eş tutarak onlarla kol kola girmiş bir Müslüman durumuna düşmez, aksine Muhammed as ın bizler gibi bir insan olduğu ve onun adına atfedilen "hadisi şerif" adı altındaki sözlerin doğruluğunun Kur’an ölçüsüne vurularak doğruluğu veya yanlışlığının anlaşılabileceğini bilir.

Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman , "ayetlerin arkasında herkesin anlayamayacağı batıni manalar vardır" şeklindeki sözleri Kur’an’ın önüne çekilen setlerden biri olarak görür ve Kur’an’la muhatap olan herkesin bu kitabı anlayacağı ve Allah cc nin kullarını bu kitap ile imtihan edeceğini anlaşılmaz bir kitabı göndererek kullarını başkalarının anlayışına mahkûm etmeyeceğini bilir. Aynı Müslüman Kur’an’da bazı özel kişilerin isimlerinin verilerek onların kutsal şahıslar olduğunu ve bunların sözlerinin dinde hüccet olabileceğini (şia ve ehlibeyt kültürü) red eder.

Kur’an’ı tevhid eksenli okuyan bir Müslüman, kanun koyucu olarak Allahtan başkasını red eder. Allahtan başka kanun koyucuları "TAĞUT" olarak görür ve bunların kurmuş oldukları düzenleri "TAĞUTİ DÜZEN" olarak görüp onların ilahlıklarını red eder.

Kur’an’ın mesajını tevhidi eksen üzerinden anlamak durumunda olan Müslümanlar arasında düşünce birlik ve beraberliği sağ kalındığı zaman Kur’an’ın en önemli emirlerinden birisi olan "müminlerin kardeş olmaları" gerçekleşerek hizipler, fırkalar, cemaatler ve Kur’an harici kitaplar bir tarafa atılarak Kur’an’ın önü açılacaktır. Aynı kitaba gerçek anlamı üzerinden iman eden müminlerin birbirleri ile olan düşmanca ilişkileri kardeşlik ilişkilerine dönüşecektir , "benim şeyhim senin şeyhini döver", "benim üstadımın kitabı senin üstadının kitabından üstündür" kavgaları bitip onun yerine, tağuti güçlere ve şeytana olan düşmanlığımız konuşulmaya başlanacaktır. Çağdaş firavun ve nemrutlara ve ebu leheblere karşı İbrahimler Musalar ve Muhammedler yeniden ortaya çıkacaktır. Aksi takdirde bugünkü zelil durumumuzdan kurtulup tağuti güçlerin baskı ve zulmü altında inlemekten kurtulamayız.

HAYDİ, KUR'ANI ÜMMİCE OKUYUP ANLAMAYA VE HAYATA TATBİK ETMEYE.

5 Aralık 2011 Pazartesi

ADEM- İBLİS - ŞEYTAN

Kur'anda adem ve iblis kıssası içinde geçenlerin sadece o an yaşanmış bir olay olmadığı, ademoğullarının kıyamete kadar yaşayacakları olayın anlatımı olduğu herkesin malumudur. Kur'an kıssaları etrafında ortaya konulmaya çalışılan bazı modernist düşünceler kıssanın vermek istediği mesajın aksine kıssadaki şahsiyetlerin kimliği etrafında  ve özellikle "iblisin" kimliği etrafında yoğunlaşarak onun ontolojik varlığı etrafında dönüp dolaşarak  iblisin şahsında, şeytanlaşmanın kişiyi nasıl bir sona götüreceği konusu maalesef göz ardı edilmiştir. 

Ademin ontolojik varlığı ne kadar gerçekse iblisin ontolojik varlğıda o kadar gerçektir, çünkü "adem" ve "iblis" kıyamete kadar yaşayacak olan iki prototip   şahsiyettir ademin varlığı "ademoğulları" kimliği altında, iblisin varlığıda "şeytan" kimliği altında hayatiyetini devam ettirmektedir. Adem ve iblis kıssası kur'anda 7 yerde geçmektedir,kur'anda geçen yerlerdeki ibareler ayrı olmasına rağmen 7 yerde geçen ortak özellik iblisin secde etmemesidir.Aynı kıssadaki olayların farklı ibarelerle anlatılıp iblisin secde etmemesinin bütün kıssalardaki ortak nokta olmasının mesajı  iblisi işaret etmesi olmasının bizim için kıssanın bakılması gereken en önemli bölümüdür. 


Tefsirlerde ademin yaratılmış olduğu cennetin, bu kelimenin sözlük anlamı şekli ile kullanıldığı bazı ayetlerden hareketle dünyadaki bir bahçemi, yoksa ahirette mü'minlere amellerinin karşılığı olarak vaad edilen cennetmi olduğu konusu tartışılmış ve hala tartışılmaktadır. Bu tartışma kıssanın ana mesajını anlama konusunda bizleri pek fazla ilgilendiren konu değildir . Ademin yaratıldığı ve ikamet etmesi için yerleştirilen cennetten bizim anlamamız gereken şey yaratılan her insanın fıtratına yüklenen bilgi (araf . 172-173) doğrultusunda hareket edip Allah cc nin emirlerini riayet ettiği müddetçe vaad edilen cennetlerin ashabından olduğu, şeytanın vesvesine uyup emirlere aykırı hareket edenlerin ise bu cennetlerden kovulacağıdır. 

Burada adem ile iblisin arasındaki bir fark dikkatimizi çekmelidir, iblis "ademe secde et" emrine karşı gelmiş ve ayak diretmiş, adem de "şu ağaca yaklaşmayın "emrine karşı gelmiş ancak tevbe etmiş ve tevbesi kabul edilmiş ve "iblislerden" (ümidi kesenlerden) olmaktan kurtulmuştur, aynı şekilde kıyamete kadar her insan yaptığı günahları yüzünden tevbe ettiği takdirde ümidi kesenlerden olmaktan kurtulup Allahın rahmetine nail olacaktır.


"ADEM", Allah cc nin yeryüzünde yarattığı ilk insanın adıdır onu yaratınca meleklere ademe secde etme emrini vermiş fakat "iblis bundan kaçınıp  kafirlerden olmuş ve Allah cc tarafından kovulmuş , bunun ardından kıyamete kadar kendisine süre verilerek kendisine uyanlar ile birlikte insanları azdırma görevini yüklenerek "şeytan" olarak adlandırılmıştır. "İblis" kelimesi bu kıssanın haricinde başka ayetlerdede geçmekte ve "iblis" olmanın ne anlama geldiği konusuna bir açıklık kazandırmaktadır,kıyamet günü Allahın rahmetinden uzak kalacak olanlar "iblis" in şahsında müşahhaslaştırılarak anlatılmaktadır. 

----030.012 Kıyamet koptuğu gün suçlular umutsuz ( yublisu)kalıverirler
----006.044 Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz (yublisune) kalıverdiler.
----023.077 Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz(yublisune) kalıverdiler.
----043.075 Azaba hiç ara verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar.(yublisune)
----030.049 Oysa onlar, daha önce, üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi. (müblisine)

İblis , şeytan vasfını aldıktan sonra Allah cc nin kullarını ne şekilde azdıracağını kur'an bize onun kendi lisanı üzerinden haber verir.

 ----004.117-118-119-120- Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli tanrılardan) istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir.«Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.

----007.016-17 İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.«Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.

----034.020-21 And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı. Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.

----007.020Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.

----008.048-Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi.

----016.063 Allah'a and olsun ki, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Şeytan yaptıklarını onlara hep güzel gösterdi. Bugün de dostları odur. Onlara can yakıcı azap vardır.

----020.120-121-122- Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.

----031.033 Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.

----035-5-6 Ey insanlar! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir; dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.

----059.016 Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.

İblis ve yandaşlarının hesap günündeki durumlarıda ayetlerde şöyle anlatılır.


 ----014.022 İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

----026.091-102Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.Onlara, «Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?» denilir.Arkasından onlar da, o azgınlar da ve topyekün İblis ordusu da cehenneme fırlatılır. Orada birbirleri ile çekişerek: «Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak» derler.

----037.022 -36-Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.» Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir. Ne oldu size, neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?Hayır. Bugün onlar (zelilâne bir halde) teslimiyette buIunmuş kimselerdir. Ve onların bazıları bazılarına yönelerek muhasemede bulunurlar.İleri gelenlerine: «Doğrusu siz bize sureti hakdan görünürdünüz» derler.Onlar da şöyle derler: «Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz.»«Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı hiç bir gücümüz yoktu; hayır, siz (kendiniz) azgın bir kavimdiniz.»Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. şüphesiz azabı tadacağız.»«Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık».O gün hepsi azabda birleşirler.Doğrusu suçlulara böyle yaparız.Çünkü onlara: Allah'tan başka tanrı yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi.Deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım?» derlerdi.

Tefsirlerde tartışılan konulardan bir taneside adem ve eşine yaklaşmamaları emredilen ağacın mahiyeti hakkındadır ,"israiliyyat" dediğimiz bilgi kirliliği o ağacın cinsini öne çıkarıp maksadı öteleyerek, bahsedilen ağacın bizlerede  yasak edilen ve yaklaşmamamız emredilen günahların bir simgesi olduğu konusunu gündeme getirmemiştir. Buhari ve müslimde rivayet edilen,"havva olmasaydı hiç bir kadın kocasına ihanet etmezdi" şeklindeki bir sözün, kaynağı tevrat olan israiliyyat türü uydurmalardan olduğuda bir gerçektir , çünkü kur'ana baktığımız zaman ademin eşinin adından ve ademe ihanetinden bahsedilmez. 

"İBLİS" kovulduktan sonra "şeytan " olarak vasıflandırılmış ve şeytanın insana düşman olduğu ve insanında ona düşman olması kur'anda önemli bir yer tutan sayıdaki ayetlerde hatırlatılarak ona uyulmaması emredilmiştir. Kur'an kıssalarının bir özelliği olan "müşahhaslaştırarak anlatma" yani olayları gerçek kişiler üzerinden görsel yollu olarak anlatma uslubu muhataplarının, verilmek istenen mesajı daha kolay ve net olarak anlamasını sağlamak amaçlıdır. Adem ve iblis kıssasıda bu şekilde anlatılan kıssalardandır.  


"ADEM" ve "İBLİS" kıyamete kadar gelecek olan insan tipinin iki prototipidir,( tabiki iblisin insan olduğu iddiasında değiliz ,ancak iblisin iğvasına kapılıp "insan şeytanları" şeklinde vasıflanan insan tipleridir kastımız)"ŞEYTAN" vasfını alan iblis ve yandaşları kıyamete kadar " ADEMOĞLU" üzerinde çeşitli oyunlarla onu yoldan çıkrmaya çalışacaklardır. Bize bunun kıssa yollu anlatımındaki gaye Allahın vaadinin gerçek olduğunun görsel olarak anlatımıdır. Şeytanın "insanların yeniden dirileceği güne kadar  mühlet istemesi" o günün hak olduğunun bir tescili olup ,Allahın emrine isyan veya itaat eden bir kulun uğrayacağı akıbet bizlere iblisin şahsında  canlı olarak gösterilmektedir. 

Burada, canlı olarak gösterilme konusu üzerinde biraz durmak istiyoruz, çünkü bir kişi kalkıp , " iyi ama bu kıssa yaşanırken bir orada değildikki" şeklinde bir düşünceye sahip olabilir. Allah cc nin kitabı olan kur'anı kerimin bizlere verdiği bir habere bizler o kitaba iman eden mü'minler olarak gözümüz ile şahid olmuşcasına iman etmek durumunda olmamız gerekir. Kur'an kıssalarında anlatılan olaylar Allah cc nin bizlere gaybi haber olarak verdiği, yeniden diriliş,cennet,cehennem gibi haberlerin hak ve gerçek olduğunun dünyada iken bizlere gösterilen bir delilidir. 

Kendilerine gönderilen resulleri inkar ederek helak edilen toplumların kıssalarındak, onların helak edilmeleri veya o resule iman eden mü'minlerin kurtarılmaları şeklinde sona eren bir kıssadan bizlere düşen hisse, Allahın kitabına iman eden veya inkar eden bir kişiye vaad ettiği cennet veya cehennemin hak olduğunun dünya gözü ile gösterilmesi ve helak edilen kavimlerin kıssalarının kur'anda yer alarak kıyamete kadar gelecek insanların akıllarında kalması amaçlıdır.  


Şeytan, babamız ademi kandırdığı gibi bizleride, ayetlerde verilen yollarla kandırmaya çalışacağını ve bize vaad edilen cennetten ayağımızı kaydırmak için elinden geleni ardına koymayacağını bildirmekte, kıyamet günü ise ayetlerde gördüğümüz gibi ,yandaşlarını ayartmak için yalan söylediğini itiraf edecektir. Rabbimiz kullarına olan rahmeti dolayısı ile bizlere kıyamet günü olacak olayları bildirerek şeytana ayak uydurmamamızı emretmektedir.  


                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

1 Aralık 2011 Perşembe

"Tebyinül Kur'an"dan Tahrifül Kur'an örnekleri 15 (Neml Suresi)

"Tebyinül kur'andan tahrifül kur'an örnekleri" başlıklı yazı serimize adı geçen eserdeki "Neml suresi" nde geçen süleyman as kıssası ile devam ediyoruz. Bu surede Süleyman as ile ilgili geçen ayetleri oluşturduğu ön kabulleri kur'ana tasdik ettirmek amacı ile nasıl meallendirip sonra verdiği meal üzerinde oturtmaya çalıştığı düşüncelerinin kur'an bütünlüğündeki tutarsızlığını görelim . Neml suresinin başında anlatılan musa as kıssası ile ilgili olarak adı geçen esere ilave ettiği "tashih notları" isimli bölümde musa as  kıssası ile ilgili yazdıklarını  daha önceden ele almıştık. 


"Kuş mantığı" adlı açtığı başlık altında  süleyman as a öğretilen "kuş mantığının" ona Davud as tarafından öğretildiğini iddia ederek Süleyman as a öğretilen kuşların konuşma dilini bilmesini sıradanlaştırarak onların bunu "keşfettiklerini" yani öğrenilen ilmin " kesbi" (çalışılarak kazanılan) bir ilim olduğunu iddia ederek ilerki bölümler için alt yapı hazırlığını yapmaktadır. Süleyman as ın davud as varis olmasını , Davud as ın savaşmak için yıllarca dağlarda kalmak zorunda olduğu için kazanmış olduğu bilgiyi oğlu süleyman as a aktardığını iddia eder , Süleyman as ın babasından öğrendiği şeyler muhakakki olmuştur ancan süleyman as a verilen bu özel yeteneğin babasından ona miras kaldığını söylemek doğru değildir. Sayın yazar kendi abartısını örtmek için "konu ile ilgili abartılar" başlığı altında kendi görüşlerinden daha çok abartılı rivayetlere yer vererek hem eserin hacminin artmasını hemde kendi yanlışını başka yanlışla örtme konusundaki yeteneğini buradada sergilemiştir.


17. ayetin mealindeki "Süleymanın insanlardan ve cinlerden oluşan ordusu" kısmına, "cinn" kavramına yüklemiş olduğu anlam çerçevesi içinde parantez açarak  "yabancılardan" şeklinde meal veren yazar bu düşüncesini süleyman as ın ordusundaki cinlerin orduya levazım ve ordu donatım hizmeti veren yabancı insanlar olduğu iddiasını muharref tevrattan aldığı bir bölüm ile taçlandırmıştır!.

18. ayetteki "dişi karıncanın halkına evlerinize girin" demesi ile ilgili olarak, ayette geçen "karınca vadisinin" rivayetlere göre bir bölge adı olduğu karıncaların bol olduğu yerin adı olmadığı ve oranın yöneticisinin bir bayan!! olduğunu iddia eder ve oranın halkının insanlardan oluştuğu iddiasını şöyle sürdürür.


" Neml Vadisi'ndeki halkın bilinen karıncalar olmadığı, halkına seslenen karıncanın Âyette kullandığı "meskenlerinize [evlerinize]" ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü mesken = ev sözcüğü insanlar için kullanılan bir sözcük olup karınca, kertenkele türünden yaratıkların barınakları Arapçada cuhr sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca Âyetteki ifadeye dikkat edildiğinde, sözcüğün mesakineküm = evleriniz şeklinde çoğul olarak kullanıldığı görülür. Hâlbuki karıncalar komün hâlinde yaşarlar ve her birinin ayrı bir meskeninin olması söz konusu değildir.

Sayın yazarın ön kabulleri neticesi oluşturmuş olduğu , "süleyman as bir karıncanın konuşmasını anlayamaz" şeklindeki düşüncesine uygun olarak vadideki karıncanın "evlerinize girin" demesinden "ev" kelimesinin insanlar için kullanıldığını iddia eder , nahl suresi 68. de"Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin" mealindeki ayetteki "buyuten"(evler) kelimesi veya ankebut suresi 41 deki " Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan dişi örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilseler." ayetindeki " beyten" (ev) ," elbuyut" (evler), "beytül ankebut" (örümceğin evi) şeklinde geçen bu kelimelere dayanarak neden arı ve örümcekleri insan olarak görmediğinin izahını nasıl yapabilir?. Eserinin çoğu yerinde yaptığı gibi kendi mesnetsiz iddialarını örtmek için başkalarının mesnetsiz iddialarını eserine alıp "göz bağcılığı" metodu ile kendi yanlışlığını o yanlışlar ile örtmeye çalışmaktadır. 


19. ayette ,karıncanın konuşmasını anlayacak kudreti kendisine veren Allaha şükreden ssüleyman as ın "tebessüm etmesi ile ilgili olarak sayın yazar şunları yazmaktadır.


"Süleymân peygamberin gülme sebebi, Karınca Vadisi'ndeki kadın yöneticinin kararından/kavlinden (hukuk dilinde   القول - el-gavl, = karar, hüküm demektir.) kaynaklanmaktadır.
Çünkü Karınca Vadisi halkı onlara engel olmaya kalkmamış, zorluk çıkarmamıştır. Süleymân peygamber, bu vadiden savaşarak, maddî ve manevî kayıplar vererek geçebileceğini sanıyor olmalıydı ki, yöneticinin kararı ile rahatça ve sorunsuz olarak geçme imkânının ortaya çıkması onu çok mutlu etmiştir. Bu mutlu sonuç karşısında Rabbim! bana anne-babama lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağım barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni barışsever kullarının arasına sok " diye dua etmiştir."

 "Beyt " kelimesini kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece "insanların barınağı" şeklindeki anlamından hareketle karıncaları insan yapan fakat arı ve örümceği insan yapmayı unutan yazar, mesnetli !!! iddia olarak süleyman as ın tebessümünü, o vadiden savaşmadan çıkmanın verdiği mutluluk ifadesi olduğunu yazmaktadır. "Olaya akli bir yaklaşım" başlığı ile, "onların bir an için karınca olduğu yaklaşımını doğru kabul edelim" derken bile kendi ön kabulu doğrultusunda olaya baktığının açık bir işaretini vererek "doğru değil ama bir an için doğru kabul etsek bile"şeklinde aklını kur'a dışı yaklaşımlara kiraya vermenin örneğini göstermektedir. 


20-21. ayetlerde Süleyman as ın kuşları denetlemesi ile ilgili olarak denetleme esnasında mevcut olmayan "Hüdhüdün" kuş değil kuşların bakıcısı olduğunu  ve bu iddiasına mesnet olarak "hüdhüd" ün konuşmalarını delil göstererek onun akıllı ve iradeli bir yaratık olduğunu ve bu sözleri söyleyenin bir kuş olamayacağını iddia eder. Sayın yazar buradada geleneksel tefsir anlayışının içine düştüğü açmazlardan olan " kıssa içinde dönüp dolaşmak" mantığı ile kıssanın bize bakan yönünü hiç hesaba katmamış ve olayı o günkü yaşanmışlığı içinde hapsederek "intak(konuşturma ) sanatı " dahilinde yapılan bir metod ile kuş üzerinden bize mesaj verildiği noktasını kaçırmıştır, kıssada verilmek istenen mesaj kuşun söyledikleri üzerinden bizlerin ibret almasıdır. Sayın yazar kıssanın devamında, Süleyman as ın Hüdhüd adlı kuş ile "Sebe" melikesine gönderdiği mektubun mahiyetini bırakıp kuşun o mektubu taşıyıp taşıyamayacağı meselesi üzerinde kafa yorarak şunları der. 


"Olayların geçtiği çağda kullanılan yazı çivi yazısı veya hiyeroglif, yazı malzemesi de taş levha, kil tablet, papirüs veya hayvan derisidir. Çinliler tarafından M.S. 1. yüzyılda icat edilecek olan kâğıt henüz o dönemde mevcut değildir. Bu faktörler yüzünden Süleymân peygamberin Melike'ye yazdığı mektup Hüdhüd kuşunun taşıyamayacağı bir hacimde olmak durumundadır. O çağdaki hangi yazı malzemesi üzerine yazılırsa yazılsın, bu mektubu güvercin büyüklüğündeki bir kuşun Filistin'den Yemen illerine taşıyabilmesi mümkün değildir. Arkeolojik araştırmalar sonucu bu mektup bulunup gerçek anlaşılıncaya kadar bizim ağırlıklı kanaatimiz şu yöndedir: O günkü yazı malzemelerinden birine yazılmış olan bu mektup muhtemelen Yemen'e at, eşek, deve gibi o zamanın ulaşım araçlarından biriyle ve Hüdhüd'ün himayesinde gönderilmiş olmalıdır."

Başka kaynaklardaki alıntıları israiliyat ve abartı olarak nitelendiren sayın yazar , "benim abartım veya benim israiliyatım daha iyidir" edalarında kağıdın ne zaman bulunduğundan yola çıkarak mektubun kağıt üzerine yazılmasının mümkün olmadığı ve dolayısı ile arkeolojik çalışmalarda o mektubun bulunmasına kadar kendi düşüncesinin geçerli olacağını söyler ve  Süleyman as ın sarayındaki ihtişamın kur'anda bile yer almasından hareketle kağıdın süleyman as devrinde mevcut olabileceği ihtimalini hesaba katmaz.

 38-39. ayetlerde süleyman as ın, melikenin tahtını en kısa zamanda kimin getireceğini sorması üzerine cinlerden bir ifritin " ben onu sana makamından kalkmadan getiririm" sözü üzerine " makam kelimesi üzerine yaptığı derin!! tetkikler sonucunda "makamından kalkmadan onu sana getiririm" sözünün gerçekleşme zamanının "süleyman as ın iktidarı zamanı içinde " olduğu çıkarımını yapar. Ayeti dikkatli ve ön kabulsuz okuyan birinin, süleyman as ın Melikenin tahtını kendisi Süleyman as a gelmeden önce kimin getirebileceğini sormasına rağmen cinlerden bir ifritin," ben onu sana ancak iktidarın zamanı içinde getirebilirim" yani yakın bir zamanda bunu getirmeye gücüm yetmez demesinin akılcı olması bir yana alaycı bir uslup olduğunu ve bunu süleyman as gibi bir hükümdara kimsenin söylemeye cesareti olamayacağını neden düşünemez? 


40. ayette, deyim yerindeyse ipin ucunu kaçıran yazarımız ayetin malini verdikten sonraki yorumu şöyle yapmaktadır.  

"Kitaptan bilgisi olan kişi"nin Âyette nakledilen قبل ان يرتدّ اليك طرفك - gable enyertedde ileyke tarfuke şeklindeki ifadesi, -klâsik meal ve tefsirlerde görüldüğü gibi- "gözünü açıp kapamadan" demek olmayıp "senin bakışın kendine dönmeden önce" demektir. Yani;   
"Sen bu işi kafandan silmeden önce;  sen şimdi aklına Sebe' melikesi ve ülkesini taktın, başka bir şey düşünmüyorsun ve gözün hiçbir şey görmüyor;  başka bir konuyla ilgilenmiyorsun, kendine dönüp bakmıyorsun ya, işte ben bunu sen kendine bakmadan yani bunu kafandan silmeden, gündemden düşürmeden sana getiririm" demektir." 

"Asıl önemli olan ve dikkate alınması gereken, Âyetlerin temel mesajlarıdır." sözünü kendisinin yazmasına rağmen ayetin temel mesajını bir tarafa atıp kıssa içinde dönüp dolaşırken başı dönüpte sağa sola yalpalayanların misali , Süleyman as ın , melikenin tahtını en kısa zamanda kimin getireceği sorusuna cevap olarak verilen sözleri alt üst edip mecaz mana haline sokan sayın yazar tahtın getirilme süresi ile ilgili olark şunları yazar.  

"Kur'ân'da olayların gelişimlerindeki zaman aralıkları belirtilmemiş ve tahtın ne zaman, nasıl ve kim tarafından getirildiği hususlarında bilgi verilmemiştir. Ancak tahtın Süleymân peygambere getirilişinin "bilgin kul"un konu edildiği Âyette yer almasına bakılarak onun "bilgin kul" vasıtasıyla getirilmiş olduğu söylenebilirse de, "bilgin kul"un konuşması ile tahtın getirilişi arasında geçen zaman konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Muhtemeldir ki, tahtın getirilişi bir anda olmamış, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir." 

Bilgin kulun konuşması ile tahtın getirilişi arasındaki zaman farkını, kur'anı kur'andan okumak suretiyle anlama yoluna giden birisi için hiçte problem olmayacak kadar kolay ve net olan bir olayı debelendikçe batanlar misali batırdıkça içinden çıkılmaz bir hale sokmaktaki başarısı kayda değer olan sayın yazarın, ayetin devamında "felemma reahu" (onu gördüğünde) kelimesindeki "fe" bağlacının ne ifade ettiğini bilemeycek kadar cahil olmadığını düşünmemize rağmen ve tahtı yanında gördüğü zaman süleyman as ın şükür sebebinin bu kadar kısa zamanda bir şeyi yanına getirebilecek güçtekilere hakim olmasının verdiği rehavete kapılmayıp hemen o gücü kendisine bahşeden rabbini hatırlamasının bizim için bir örnek teşkil etmesi gerektiğini vurgusunu anlamayacak kadar ve kıssadan hisse alınması meselesinden habersiz olarak kıssalara bakış açısını doğru bulmadığımızı belirtmek isteriz. 

Kur'an kıssalarındaki tevhidi mesajı bir tarafa atıp kıssa içindeki meseleri ortaya koyarak o kıssanın bize ne gibi bir mesaj vermesi gerektiği meselesini öteleyerek "suni gündem" oluşturup ve kıssayı alelade bir metin gibi istediği gibi evirip çevirebileceğini  zanneden sayın yazar kıssadaki asıl mesajın müteşabih bir anlatım uslubu ile Süleyman as ile Sebe melikesi arasındaki geçen olayların bizim için ne gibi mesajlar içerdiğini aklına bile getirmeden sanki esas mesajın tevhidi bir mesaj içerdiğini bilipte onu örterek dikkatleri başka yöne çekenlerden bir farkı maalesef kalmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak "Müteşabih kavramı çerçevesinde süleyman as kıssası hakkında bir mülahaza" adlı yazımızda, bu kıssanın bizim için ne gibi bir mesaj içerdiği meselesi üzerinde durmaya çalışarak kıssayı kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamaya çalıştık isteyenler o yazımıza bakabilirler.  


                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Ayetlerin Rivayetlere Feda Edilmesi Örneği "Şefaat Ayetleri"

Şefaat konusu ile ilgili ayetler geçmişten günümüze kadar gelen kur'anı anlama metodlarından bir tanesi olan "kur'anı rivayetlere vurarak anlama metodu" na örnek verebileceğimiz bir meseledir. Kur'anın nazil olduğu dönem içindeki müşriklerin bu konudaki inançlarını red etme temeline dayalı olarak inen ayetlerin tam tersi olarak müşriklerin inançlarını aynı şekilde koruyarak anlaşılmaya çalışılan şefaat ayetlerinin bu şekilde anlaşılmasına sebeb uydurma rivayetlerdir. Müşriklerin yerleşik inaçları olan Allahtan başka ibadet ettikleri putlarının ahirette kendilerine şefaatçi olacaklarına olan inançları ahirette, Allahtan başka hiçbir şefaatçi olmadığına ilşkin ayetlerle red edilmiştir. Ancak bu red edilen ayetlerin bazıları "izin  verme" veya "istisna edilme" şeklinde geldiği için rivayetlerin yardımı ile veya ayetlerin anlamlarıda değiştirilerek ahirette Allahın izin verdiği bazı kimselerinde şefaatçi olabileceklerine dair bir inanç ihdas edilmeye çalışılmış ve bu inanç maalesef kur'anın önüne geçerek yerleşik bir inanç haline gelmiş ve Muhammed sav in kur'ana ters bir söz söylemeyeceğine dair olan inançlar ters yüz edilerek onun adına bir çok uydurma hadis türetilmiştir.Bu yazımızda kur'anda şefaat meselesi ile ilgili ayetleri ve bu ayetlerin mesajlarını görmeye çalışacağız. 
"Şefaat" kelimesinin , bir şeyi benzerine eklemek,yanyana getirmek,aracılık etmek gibi anlamları vardır


----089.003 Herşeyin çiftine de(veşşef'i), tekine de and olsun.

----004.085Kim iyi bir işe aracılık ederse(şefaaten haseneten) onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse(şefaaten seyyieten) onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.

Fecr suresi 3. ayetinin mealinde gördüğümüz gibi lügat anlamı olan "çift"anlamında, nisa s. 85. ayetinde yine lügat anlamı olan "aracılık etmek" anlamında kullanılmıştır.
                              -----------------------------------------

----006.051 Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçı vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.

----006.070 Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının kendilerini aldattığı kimseleri bırak! Bu vesile ile şunu da ihtar et ki: «Bir kimse yaptıkları yüzünden azabın pençesine düşmeye görsün, o zaman Allah'ın yüce huzurunda O'ndan başka ne bir koruyucu, ne de bir şefaatçi bulunur. Her türlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez. Onlar azabın pençesine düşmüş kimselerdir. Nankörlük ettiklerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve gayet acı bir azap vardır.

----006.094 Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

----007.053 Kitap'ın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır.

----010.018 Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.


----026.100-1 Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostumuz.

----030.013 Koştukları ortakları artık şefaatçileri değildir; ortaklarını inkar ederler.

----032.004 Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?

----036.023 «O'nu bırakıp da tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.»

----039.043 Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: «Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?»

----040.018 Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.

----074.048 Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

Ayetlerin meallerindende anlaşıldığı üzere nuzül öncesi toplumun Allahtan başka şefaatçiler edinmesi tamamen red edilmektedir.  
                       -----------------------------------------------------


---- 002.048 Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.

----002.123 Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

----002.254 Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir.

Bu ayetlerdede hesap gününde kimsenin kimseye hiç bir şekilde yardımı olamayacağı bildirilerek sakınılması emredilmektedir.  
                            ------------------------------------------------


----002.255 Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.

----010.003 Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na kulluk edin. Nasihat dinlemez misiniz?

----039.044 De ki: «Bütün şefaat Allah'ın iznine bağlıdır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döneceksiniz.»

Bu ayetlerdede şefaatin Allah cc nin iznine bağlı olduğu bildirilmektedir, ancak bu izin kendisinden başkasına izin vermesi şeklinde anlaşılmaması gerekir yukardaki ayet meallerinde gördüğümüz üzere müşrik toplumun hiçbir bilgiye tabi olmadan edinmiş oldukları şefaatçileri ,Allah cc nin kendisinden böyle bir izin olmadan edinmiş oldukları vurgusu yapılarak onun böyle bir izni olmadığı bildirilmektedir.  Bu tür ayetlerde maalesef rivayetler doğrultusunda anlaşılmak suretiyle "bak işte bu ayetlerde izin verilmesi var " şeklinde bir düşünce oluşturulmaya çalışılmıştır.


                      --------------------------------------------------- 
 ----020.108-109 O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat fayda vermez.

Taha s. 108.109. ayetlerde maalesef ekseri meallerde yanlış bir çeviriye kurban gitmiş ve ayetteki "başkasına" kelimesi "başkasının" şeklinde çevrilerek "şefaatin tümü Allahındır " ayeti göz ardı edilerek sanki Allah cc kendisinden başka birisine şefaat etme yetkisi tanıyacağına dair bir çıkarım yapılarak ayetin rivayete feda edilme örneği sergilenmiştir. 
                ------------------------------------------------------------
034.023Allah'ın katında, kendisine izin verilenden başka kimseye  şefaat fayda vermez. Sonunda, gönüllerindeki korku giderilince birbirlerine «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar; «Hak söyledi» derler. O, yücedir, büyüktür.
Sebe s. 23. ayette taha s. 109. ayet gibi rivayetler yardımı ile anlaşılmak cinayetine kurban edilmiş ayetlerdendir çoğunluk meallerde " Allah'ın katında, kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez. Sonunda, gönüllerindeki korku giderilince birbirlerine «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar; «Hak söyledi» derler. O, yücedir, büyüktür." şeklinde çevrilerek Allahtan başka şefaatçiler ihdas edilmesine dayanak oluşturan bu ayetteki " izin verilen " kimseden kasıt şefaat etmeye yetkili bir şahıs değil dünyada iken işlediği amelleri karşılığı cennete girmeye izin verilen kişi olduğu ve ayetin devamında birbirleri ile konuşarak şefaat kelimesinin anlamına uygun olarak (yanyana getirmek,bir şeyi benzerine eklemek) cenneti hak eden mü'minlerin birbirleri ile olan konuşmalarını görmekteyiz.
                 ---------------------------------------------------------------------


 ----021.026 Böyle iken dediler ki: «Rahman çocuk edindi.» Allah bundan münezzehtir. Doğrusu (o çocuk dedikleri) sadece şerefli bir takım kullardır;
----021.027 Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş işlerler.
----021.028 Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler.

Enbiya suresindeki bu ayetlerdede rahman, kendisine isnad edilen " çocuk edinme" iftirası red edilerek onun çocukları olduğu iddia edilen varlıkların sadece ikram edilmiş kulları olduğu, o kulların onun razı olduğu kullara şefaat edebileceğini buyurulmaktadır. Burada razı olunan kullara şefaat edilme şekli günahların bağışlanması için araya girmek şeklinde değil aksine, dünyada işlediği amelleri karşılığı olarak Allah cc nin rızasını kazanmış ve cenneti hak etmiş mü'min bir kimseye o varlıkların cennet kapısında onları karşılaması şeklinde olacaktır. Şefaatın kelime anlamına uygun olarak gerçekleşecek olan bu karşılama ve birliktelik diğer ayetlerde şu şekilde anlatılmaktadır. 


----- 021.103 En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini melekler: «Size söz verilen gün işte bugündür» diye karşılarlar.

---- 041.030-31 Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.Bizler sizin hem Dünya hayatta hem Âhırette dostlarınızız ve size orada nefislerinizin hoşlanacağı var, hem size orada ne isterseniz var.

---- 039.073 Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: «Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin» derler.

----013.022-23-24   Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak olanlardır.Adn cennetlerine girecekler, atalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanlarla birlikte olacaklar. Melekler de her kapıdan yanlarına girip şöyle diyecekler:Sabrettiğinizden dolayı selâm size. Dünyayı izleyen bu mutlu akıbet ne kadar güzel! derler.

----033.043-44 Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.O'na kavuştukları gün müminlere yapılacak dirlik temennileri «Selam» demek olacaktır. Onlara cömertçe verilecek ecir hazırlamıştır.

            --------------------------------------------------------------

----053.026 Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz.

Necm s. 26. ayetindede yine yanlış bir anlayışın neticesinde , Allahın dilediği ve hoşnut olduğu melekler olarak anlaşılan bu ayetteki "dilediği ve hoşnut olduğu kişi" cenneti hak etmiş bir mü'mindir ,meleklerin o mü'mine olan şefaatleride yukarda meallerini vermiş olduğumuz ayetlerdeki cennette karşıladıkları mü'minlere olan hitapları ve onlara eşlik etmeleridir. 
                  --------------------------------------------------------------------
----043.086 Allah'ı bırakıp başkasına yalvaranlar, şefaate nail olamazlar. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır.

Zuhruf. 86. ayetide rivayetler doğrultusunda meallendirilerek kurban edilen ayetlerdendir meallerimizde genel olarak,  " Allah'ı bırakıp yalvardıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır." şeklinde meallendirilen bu ayette sanki allahtan başka yalvarılan şeylerden hakkı bilip şahidlik edenlerin şefaat edeceği gibi yanlış bir mana çıkarılmaya çalışılmaktadır. Yukarda verilen mealde şefaate hak kazananların "hakkı bilip ona şahidlik edenler" oldukları belirtilmektedir, bu şekilde şefaate hak kazanan kimse dünyada iken " hakkı bilip ona şahidlik etmesi" sonucu yaptığı amelleri ile cenneti  kazanmış bir mü'minden başkası olamaz ve buradaki şefaat eden eden kimsede Allahtan başkası değildir. 
                --------------------------------------------------------------------------
----019.087 Rahman'ın katında bir ahd almış olandan başkası asla şefaate nail olamayacaktır.

Meryem s. 86. ayeti aynı şekilde rivayetlere kurban edilerek anlaşılmaya çalışılan ayetler gurubuna girmektedir, bu ayet hem bağlamından koparılarak okunup anlaşılmış hemde kur'an bütünlüğünden koparılarak anlaşılmaya çalışılmış ve yanlış meallendirimiştir. Çoğunluk mealde gördüğümüz şekli ile " Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır."şeklinde çevrilerek yine " bak kardeşim işte sana ayet Allah birilerine demek ahid vermiş ve onlar şefaat edecekmiş" gibi anlaşılmak istenmektedir. Yanlış meal sonucu birilerine şefaat etme yetkisi tanındığına dair anlaşılmak istenen ayeti bağlamı ile birlikte okuduğumuz zaman konu aydınlığa kavuşmaktadır. 

77- Ayetlerimizi inkar edip, bana: "Elbette mal ve çocuklar verilecektir" diyeni gördün mü?
78- O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah)ın Katında(n) bir ahid mi aldı?
79- Asla; demekte olduğunu yazacağız ve onun için azapta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız.
80- Onun söylemekte olduğuna Biz mirasçı olacağız; o Bize, 'yapayalnız tek başına' gelecektir.
81- Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah'tan başka ilahlar edindiler.
82- Hayır; (o yalancı ilahlar) onların tapınışlarını inkar edecekler ve onlara karşı çelişkiye düşecekler.
83- Görmedin mi, Biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
84- Onlara karşı acele davranma; Biz onlar için ancak saydıkça sayıyoruz.
85- Takva sahiplerini bir heyet halinde Rahman (olan Allah'ın huzurun)a toplayacağımız gün,
86- Suçlu-günahkarları susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.
87- Rahmanın Katında ahid almış olandan başkası asla şefaate nail olmayacaklardır.

77. ayette görüldüğü üzere ayetleri inkar eden ve kendisine mal ve çocuklar ile yardım(şefaat) edileceğini iddia eden bir kişinin bu sözünün yalanlandığı ayetler olmasına rağmen cımbızlama metodu ile bağlamından koparılarak kur'ana ters bir şefaat anlayışı kur'an ayetlerini hem bağlamından koparmak hemde yanlış meallendirilmek sureti ile çifte cinayete kurban edilmiştir. 


Sonuç olarak , tamamen müşriklerdeki şefaat inancını red sadedinde inen ayetler olmasına rağmen uydurma rivayetler yardımı ile ahirette Allah cc den başka şefaatçiler ihdas edilmesine dayanak yapılan şefaat ayetleri kur'an bütünlüğü ve bağlamlarından koparılarak cinayet üstüne cinayetler işlenmesine sebeb olan ayetlere maalesef bir örnek teşkil etmektedir. Allahın elçisi muhammed sav e atfen uydurulan bir çok rivayet ile bu ayetler anlaşılmaya çalışılmıştır. Rivayetlerin kur'an ölçüsüne vurularak  anlaşılması esas iken maalesef  kur'an uydurma rivayetler doğrultusunda anlaşılmak istenerek şefaat konusunda ters bir anlayış oluşturulmuş ve bugünkü şekli ile her taşın altından bir şefaatçi bulunarak ahiret garantisi haline getirilmiştir. 


              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Kulluğun Gerekleri "Salat" ve "Nusuk"

   "De ki, salatım,nusukum,hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi Allah içindir" enam s. 162 


Fıtratında kendisinden yüce bir varlığa ibadet etme özelliğinde yaratılan insanoğlu, yüceliğine inandığı varlığa karşı olan inacını bir takım ritüeller ile ifade eder. Mü'min olan kişi için o yüce varlık Allah cc olmasına karşın müşrik olan kişi içinde herhangi bir kişi,kurum veya sonu "izm" ile biten herhangi bir ideoloji olabilmektedir. Mü'min veya müşrik kişinin yüce olarak bildiği varlığa karşı yaptığı bu ritüellerin genel adı "salat" ve "nusuk" olarak ifade etmek mümkündür. Bu kavramlar kur'an literatüründe geniş bir anlamda kullanılmasına rağmen zaman içinde anlam daralmasına uğrayarak sadece belirli ibadetler için kullanılır olmuştur. Belirli ibadetler için kullanılmasını yanlış olarak gördüğümüz anlaşılmasın ancak "salat" ve "nusuk" kavramlarının geniş anlamda kullanılması doruşekilde anladığımız takdirde mü'minler için ne ifade ettiği meseleside daha kolay ve daha doğru anlaşılacaktır. 

"Onların Beyt'in yanındaki salatları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devam edegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı" enfal s.35

Enfal s. 35. ayetinde bahsedilen el çırpma ve ıslık çalma şeklinde tezahür eden salat yani yönelim şekli müşriklerin yapageldikleri bir salat ve bu şekilde yapılan bir salatın tevhidi bir salat olmadığı ve ifa edilen bu salatın Allah katında onlara bir azap vesilesi olduğunu görüyoruz.
 "Salat"    kavramının geniş bir anlam alanı olmasına rağmen"yüce bir varlığa olan yönelim" şeklinde bir anlam çerçevesi içinde alacak olursak mü'minlerin, Allah cc ye karşı olan yönelmelerinin şekilsel ifadesi ile müşriklerin, sahte ilahlarına karşı olan yönelmelerini onların "salatı" olarak anlamak bu kavramı kur'an bütünlüğünde daha doğru anlamak demektir. Mü'minlerin Allah cc ye olan salatlarının şekilsel bir ifadesi olan  "kıyam","ruku" ve "secde" eylemlerini müşriklerde Allahtan başka ibadet ettikleri ilahlarını tazim etmek için eda etmektedirler, bu üçlü kavramın şekilsel olarak tezahürü "tazim" edilen bir ilahın ( bu ilah hakiki veya sahte ilahlar olabilir) hükmüne boyun eğildiğinin bir dışa vurumudur. 


"kıyam","ruku" ve "secde" eylemleri istisnasız bütün insanların yaptıkları  bir eylemdir, bu eylemlerin mü'minler için karşılığını bulduğu ibadetin özel ismi bizim dilimizdeki karşılığı "namaz"dır. Mü'minler eda ettikleri bu namazları ile ," ey rabbimiz ben senden başka hiçbir ilah ve rabbin hükmünü kabul etmiyorum ve sadece seni tanıyorum" şeklindeki tevhidi duruşunu eda ettiği bu namazı ile gösterir. Mü'minlerin rablerine karşı olan tazimlerini ifa ettikleri bazı ibadetlerin kur'an dilindeki diğer bir adıda "nusuk" tur. 


"Nusuk" kelimesinin sözlük anlamı olan , "gümüşün eritilip bir kaba dökülmesi " anlamından hareketle bu kelimeye kişi için belirlenmiş olan şekli ibadetler olarak ıstılahi bir anlam verilmiştir. Belirlenen bu ibadetleri kur'an bize "hacc" ve "kurban" olarak ifade eder. Hacc ve kurban ibadeti nuzul öncesi müşrik toplumun eda ettiği ritüellerden idi ancak bu ritüelleri Allah için değil ona ortak koştukları putları için yerine getirmekteydiler. Bu ritüeller ibrahim as dan beri yapılagelen ibadetlerden olmasına rağmen zaman içinde tevhidi boyutundan saparak bir şirk eylemi haline gelmiştir.Kur'an, enam s 162., salatın , nusukun,hayatın ve ölümün sadece Allah için olması gerektiği ve kesilen bir kurbanın üzerine putların adının değil Allahın adının anılması ve bu yapılmadığı takdirde kesilen bir kurbanın etinin haram olduğu beyan edilerek şirk boyutundan tevhidi boyuta geçişi sağlanmıştır.  


---[022.067]  Biz her ümmete bir ibadet-tarzı (Mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere ibadet etmektedirler. Öyleyse, (din) iş(in) de seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.

---[002.196]  Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın. Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek (nusukin) gerekir. Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise, her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bunlar, ailesi Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.

---[006.162]  De ki: «Namazım, ibadetlerim,(nusuki) hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir.

---[022.034]  Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mabed (nusuk mekanı mensek) yapmışızdır. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. (Ey Muhammed!) Allah'a itaat eden alçak gönüllüleri müjdele.

---[022.067]  Her ümmete; yerine getirmeleri gerekli( zamanlı ve mekanlı) ibadetler(mensek) koyduk. Öyle ise işte seninle çekişmesinler, Rabbına davet et. Şüphesiz ki sen; dosdoğru bir hidayet üzeresin.

---[002.200] [E0] nihayet menasikinizi (haccınızı) bitirdiniz mi vaktiyle atalarınızı andığınız gibi hattâ daha şiddetli bir anışla Allahı anın, zikredin, çünkü nâsın kimisi «rabbena, der bize Dünyada ver» buna Ahırette kısmet yoktur.

---[002.128]  Ey bizim Yüce Rabbimiz! Bizi, yalnız Sana boyun eğen müslüman kıl. Soyumuzdan da yalnız Sana teslimiyet gösteren bir müslüman ümmet yetiştir. Ve bizlere ibadetimizin yollarını göster, tövbelerimizi kabul buyur. Muhakkak ki tövbeleri en güzel şekilde kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin!»

Meallerini gördüğümüz ayetlerde geçen "nusuk" (belirlenmiş ibadetler), "mensek"(belirlenmiş ibadet mekanı), "menasik"(belirli yerlerde yapılan ibadetler) kelimeleri  "hacc" ve "kurban" ibadetleri için kullanılmıştır. Allah cc kulları için yılın belirli bir zamanında (zilhicce ayında) ,belirli bir mekanda (mekkede) beytini (kabeyi) gelmeleri şartını koymuştur (yol bulabilenler için).  


Mü'minler için belirlenmiş zamanları olan "salat"(namaz) ibadeti ifa edilirken belirlenmiş bir mekana yönelerek yapılmak mecburiyetindedir, bu mekan mekkedeki "kabe" dir , tek bir mekana yönelmenin mü'minler için ifade ettiği önem şudur. Al-i imran s. 96. ayetinde " insanlar için yapılan ilk evin mekkedeki kabe" oldduğu beyan edilir ve 97. ayette "orada apaçık ayetler ve ibrahimin makamı "olduğu vurgulanır , "ibrahimin makamı" deyiminden  sadece  kabenin karşısında cam bir muhafaza içinde tutulan ve ibrahim as ın kabenin temellerini yükseltirken basamak olarak kullandığı taştaki ayak izinin anlaşılması hacc ibadetindeki esas gayenin terkedilerek o  makamın ifade ettiği esas anlamın dışında şekilciliği esas alan ve asıl anlaşılması gerekenden uzak bir anlam ifade eder olmuştur.

"Kabe"nin kutsal bir mekan oluşu onun taşları veya örtüsünden ötürü değildir. İbrahim as ın kıssasına baktığımız zaman diğer resuller gibi şirkin karşısındaki tevhidi duruşu bizler için bir örnekliktir. Mümtehine s. 4 ayeti bunu bizlere şu şekilde ifade etmektedir.  

"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."

"Makam'ı ibrahim" deyimini bu ayet bize çok güzel açıklamaktadır, "makam" kelimesi "DURUŞ" demektir mü'min için kabenin ifade ettiği şey " İBRAHİM'İN DURUŞU" nun hatırlanması ve o duruşun her mü'min için hayatının her anında unutulmamasıdır. "NAMAZ" , "KABE" ikisi birbirinden ayrılmaz iki parçadır, mü'min kişi günde 5 defa kabeye yönelerek eda ettiği namazında Allah cc olan kulluğunun gereği diğer sahte ilahları ibrahim as ve onunla birlikte olanların (onunla birlikte olanlardan kasıt ibrahim as öncesi ve onun sonrası kıyamete kadar gelen muvahhidlerdir) red ettikleri gibi kendisininde reddettiğini rabbine ikrar eder.  


Acaba müşriklerin "salatı" ve "nusuk"ları nasıldır diye bir soru sorulacak olursa dünya yüzünde şirk temeline dayalı bir çok din ve her dinin kendine göre belirlenmiş bir tarzları olduğu muhakkaktır biz canlı örnek vermek açısından günümüz türkiyesindeki müşriklerin salat ve nusuklarına bir örnek vermek istiyoruz.  


Belirlenmiş "toplanma günlerinde" (milli bayram günlerinde) ilk iş olarak ankaradaki menseklerine  (anıt kabire) giden müşrikler oradaki yatan sahte ilaha karşı olan salatlarını cemaat halinde kıyama durarak yerine getirirler bu cemaat halinde yaptıkları salatlarını kıblelerine yönelerek yaparlar ve salat sonrası tesbihatlarınıda imam (önder) olan kişi tarafından "anıt kabir özel defteri" adı verilen deftere bağlılık bildirisi yazılarak biter. "Ana beyti" (anıt kabiri) hacc etmeye güç yetiremeyen taşradaki müşrikler ise her il,ilçe,kasaba, ve resmi dairelerin önlerine dikilen taşları kıble edinerek salatlarını ikame ederler ve bu şekilde ilahlaına olan bağlılıklarını onlarda belirli zaman ve mekanlarda yrine getirmiş olurlar. 


RABBİMİZ BİZLERİ İBRAHİMİN DURUŞU GİBİ KENDİSİNDEN BAŞKA HİÇ BİR İLAHA "SALAT" VE NUSUK" TA BULUNMAYAN MUVAHHİD KULLARINDAN KILSIN.

20 Kasım 2011 Pazar

Müteşabih Kavramı Çerçevesinde Süleyman a.s Kıssası Hakkında Bir Mülahaza

Kur'an kıssalarını birer hikaye şeklinde değilde, geçmişte yaşanmış bir olaydan mü'minler için bir ibret ve öğüt  alınması gereken ayetler olarak anlaşıldığı takdirde bizlere çok şeyler anlattığı görülecektir. Kur'an kıssaları hayatın içinden pratik olarak yaşanmış gerçekler olduğu için bizlere çok yönlü bir anlayış sergilemesi açısındanda çok değerli vesikalardır. Bu yazımızda süleyman as kıssasının, çok yönlü anlatımlarından bir örnek vererek kıssa yollu anlatımların kur'an içindeki yerinin ne kadar önemli ve akılda kalması açısından ne kadar kolay bir yol olduğunun bir mülahazasını yapmak istiyoruz.  


"Süleyman as kıssası" isimli yazımızda kıssanın, sebe,sad ve neml surelerinde geçen ayetleri çerçevesinde kıssanın mesajı hakkındaki düşüncelerimizi yazmaya çalışmış ve kıssanın ana mesajının varlık ile imtihan edilenlerin verilen bu varlığa karşı ne şekilde bir tavır takınması gerektiği, kendini veya başkalarını "büyük" zannedenlerin üzerinde en büyük olan Allah cc nin olduğunu unutmamalarının gerektiği konusunda yoğunlaştığını görmüştük. Kıssa yollu anlatımların çok geniş bir anlatım çerçevesinin olduğunu tekrar hatırlayacak olursak süleyman as ın kıssasındanda bizlere "müteşabih" (benzetme yollu) bir anlatım tarzı olarak Allah cc nin kendisini bizlere bu kıssanın baş aktörü olan süleyman as üzerinden anlattığında görebiliriz. 


"Müteşabih" kavramı , kur'anın anlaşılmaz ayetleri olduğu ve bu ayetlere " müteşabih ayetler" dendiği genel geçer düşüncenin aksine kelime anlamına uygun olarak anlaşılması gereken bir kavramdır.Bilindiği üzere Allah cc kitabında bizlere "gayb alemi" hakkında bilgiler vermektedir ve bu gayb alemi bizim gözümüzle gördüğümüz bir alan değildir ve bu alem hakkındaki bilgileri rabbimiz bizlere gözümüz ile görüp şahid olduğumuz alan dahilindeki bilgilerimize benzeterek anlatmasına " müteşabih" anlatım diyoruz. "Müteşabih" anlatımın sınırlarına rabbimizin kendisini bizlere anlatmasıda dahildir. Allah cc de bizler için bir gayb mesabesinde olduğu için kullarına kendisini dünya hayatı içindeki sahip olduğumuz bilgilerden olan "bir kişinin hükümdar olması" konusundaki bilgilerimiz etrafında bizlere kendisini tanıtmaktadır.  


"Rahman arşa istiva etmiştir" , "onun kürsisi gökleri ve yeri kaplamaktadır", "büyük arşın rabbidir", "esmaül hüsnasından olan el melik, el aziz, el cebbar gibi " , "arşını sekiz meleğin taşıması" ayetler bizlere "müteşabih " bir anlatım yolu ile rabbimizin bizlere kendisini bizlere bir hükümdara benzeterek anlatmasının örnekleridir. Tabiki bu müteşabih anlatımı anlamamız için şuras. 11. deki " onun bir benzeri yoktur" ayetini hiç bir zaman gözden kaçırmamamız gerekmektedir çünkü islam tarihindeki "mücessime" , "müşebbihe" "haşeviyye" gibi fırkalar bu mütşabih anlatımın sınırlarını geçerek Allah cc hakkında çok yanlış fikirler üretmişlerdir. Müteşabih ( benzetme yollu) anlatımın örneklerinden bir olduğunu düşündüğümüz süleyman as kıssasındaki bu anlatımın ne şekilde olduğunu görmekye çalışalım. Müteşahih yollu anlatımı süleyman as kıssası içinde neml suresinde anlatılan "sebe melikesi" ile bölümde geçen olaylar ile ilişkilendirerek görelim.  

Gerçek melik olan Allah cc (23.116) kulu süleyman as a yeryüzünde mülk vererek, süleyman as ın şahsında bir meliğin tebası üzerindeki tasarrufundan örnekleri bizlere canlı olarak sunmaktadır. 

Sebe ülkesinde de bir melike vardır ve bu melike, mülkünün sembolü olarak bir tahta sahiptir.Neml 23. ayetinden anladığımıza göre bu hükümdara bolca mülk verilmesine rağmen bu mülkü verene değil güneşe secde etmektedirler. Verilen mülke karşı yerine getirilmesi gereken vazifenin Allaha secde edilmesi konusunun vurgulandığını ve bu secdenin süleyman as tarafından yerine getirildiğini görmemize rağmen melikeyi secde etmekten alıkoyan şeyin 24. ayette şeytan olduğu bildirilmektedir. Melikeye verilen bu nimete karşılık onun Allah secde etmeyip güneşe secde etmesini sadece kıssa içinde geçen bir mesele olarak görmek bizi kıssayı eksik anlamaya götürecektir. 

Kıssada anlatılan melikeyi prototip bir şahsiyet olarak görüp , Allahın kendisine nimetler verdiği ancak verilen bu nimetin şükrünü ifa etmeyip Allahtan başkalarına secde edenlerin bir temsilcisi olarak görmek gerekmektedir ,yani süleyman kıssası içindeki sebe ülkesinin melikesi olan kişi dünyada Allahın kendisine nimet verdiği ancak bu nimete nankörlük eden herhangi bir kişinin sembol şahsiyetidir. Sembol şahsiyet olması kıssanın yaşanmamış bir kıssa olmadığı iddiası değildir. Kur'an kıssalarını doğru anlamanın yöntemi herhangi bir kıssada anlatılan şahsın kimliği üzerinde dönüp dolaşmak değil o şahıs üzerinden anlatılan meseleyi kavramaktır.   


Süleyman as elçisine bir mektup verir ve elçisine o mektubu oraya bırakmasını ve ne gibi bir tepki vereceklerine bakmasını ister (neml s.28). Bu olaydaki "elçi" olarak bahsettiğimiz kişi adı "hüd hüd" olan bir kuştur , ancak geleneksel ve çağdaş yorumlarda bu kuşun kimliği üzerinde durularak onun vazifesi konusunda bir düşünce serd edilmediğini maalesef görmekteyiz. Modernist yaklaşımların "hüdhüd" adlı kuşun getirdiği  mesaj ile ilgilenmeyip onun kimliği üzerinde takılmaları bizlere kur'anda , resullerin kavimleri ile olan tevhid mücadelelerindeki gelen resulun mesajını red  için önce o resulun kimliği üzerinde olan itirazlarını hatırlatmaktadır. 

Gelen elçinin bir beşer olduğu,neden melek gönderilmediği gibi itirazları hatırlayacak olursak, süleyman as ın kıssasındaki "hüdhüd" adlı kuşun resul olarak gönderilmesi ve o kuşun süleymanın mektubunu bıraktığı zaman o mektubun muhataplarının  o kuşun kimliği üzerinde hiç bir yorumda bulunmadıklarını görmekteyiz. Melike ve onun mele takımı "yahu bu mektup nerden geldi?" veya " bu mektubu nasıl olurda bir kuş getirir" veya " bu mektup bize nasıl ulaştı ?" gibi teferruatla ilgilenmemiş direk olarak gelen mektup üzerinde yoğunlaşmışlardır. 

"Hüdhüd" adlı kuşun vasıtası ile bir mektup gönderilmesinin bizler için ibret alınması gereken yönü ise gelen bir resulun kimliğinin öne çıkarılması değil gelen vahyin öne çıkarılmasıdır. Ancak bugün müslümanlar üzerinde hakim olan düşünce bunun tersi yönünde tezahür etmiş ve muhammed sav in getirdiği kitap maalesef ikinci plana atılmış insanüstü bir peygamber portresi çizilerek diğer peygamberlerle yarıştırma durumuna sokulmuştur.


Modernist yaklaşımlar kuşun nasıl olurda konuşabileceği konusu etrafında dönüp dolaşarak hüdhüd'ün işlevi ile resullerin işlevleri arasında bir müteşabihlik yani benzeterek anlatma olabileceği noktasını kaçırmışlardır. 28. ayetteki " şu yazımı veya mektubumu" götür mealindeki ayetin metni " izheb bi kitabii" şeklindedir. Süleyman as ın melikeye gönderdiği yazı (kitab) ile Allahın kullarına gönderdiği yazı ( kitab) içerik olarak birbirinin aynıdır. 

Allahın gönderdiği resullerin getirdikleri vahyin muhataplarına karşı herhangi bir zorlamada bulunmadıkları, o resullerin kimse üzerinde vekil olmadıkları,yalanlamalara karşı sabırlı olmaları,görevlerinin sadece gelen vahyi tebliğ ile sınırlı olduğu meselesi ile hüdhüdün, "kitabı"tebliğ ile resullerin, "kitabı" tebliğleri arasında bir benzerlik burada gözümüze çarpmaktadır. Süleyman as "kitabını" götüren elçiye karşı takınılacak tavra göre hareket edecektir. 

Kur'an bütünlüğünde düşündüğümüz zaman, Allah cc gönderdiği elçilerine karşı inkarcı tavır takınan kavimleri helak ettiğini biliyoruz,neml s.37. ayeti bize bu konuyu yine "müteşabih" yani benzeterek anlatım yolu ile anlatmaktadır ,yani rabbimiz süleyman as ın şahsında kendisine iman etmeyen kavimleri ne şekilde cezalandırdığını bizlere bildirmektedir.


Gönderilen elçinin getirdiği "kitabın" sebe hükümdarının "melesi" ( akıldaneleri) nezdindeki tepkileri dikkat çekicidir. Burada "mele "kavramı ve bu kavramın kur'an bütünlüğündeki işlevine kısaca bir göz atmamız gerekmektedir. "Mele" kavramı günümüzde sıkça kullanılan "kanaaat önderleri" tabiri ile aynı anlamdadır. Gönderilen resullere ilk karşı çıkanlar onlar olmuşlardır  (23.24),(7-60,66,75,88,109,127) firavunun dahi "mele"sinden akıl aldığını görmekteyiz ve bu "mele" takımına uyanların sonlarının helak olduğuda malumdur. 

Sebe melikesi de neml s. 32 . ayetinde gördüğümüz üzere "mele"sine danışmadan hiçbir karar vermediğini söyler ve mele takımının kur'andaki inkarcı vasıflarına sebe melikesinin meleside sahiptir (neml s.33). Kur'an bütünlüğünde gördüğümüz üzere "mele" takımının o resulü gönderen Allaha karşı açtıkları harb gibi melikenin "melesi" de melike istediği takdirde"kitabı" gönderen süleyman as  ile savaşabileceklerini ifade ederler. 

Burada mutad olanın aksi bir durum ortaya çıkmaktadır neml s. 34. ayetinde gördüğümüz üzere melike "hükümdarların girdikleri yerleri fesada verdikleri ve halkından şeref sahibi olanları zillet içinde bırakacakları" gerekçesi ile savaşı kabul etmez.Burada melikenin ağzından " Allaha ve elçisine savaş açanların " düşecekleri durum hatırlatılmaktadır ve bu şekilde Allaha ve elçisine savaş açan diğer kavimlerin akıbeti bizlere müşahhaslaştırılarak sonlarının ne olduğu hatırlatılmaktadır. 


35. ayette melike elçileri vasıtası ile süleyman as a bir takım hediyeler göndermek sureti ile onun bu hediyelere karşı olan tutumuna göre hareket etmek istemektedir. 35-36 ve 37 .ayetler bizler için ibret alınması gereken ayetlerdir, bilindiği gibi süleyman as elçisi vasıtası ile sebe melikesine bir "kitap" göndererek (neml .s31)" kendisine kayıtsız şartsız  teslim olmaları" şartı ile gelmelerini emretmektedir. 

Ancak melikenin gönderdiği bir takım hediyeler ile bu emri yumuşatma yolunda bir çabaya girdiğini görmekteyiz. Bu olay, bizlerinde Allahın emir ve yasaklarına karşı yumuşatma ve delme çalışmaları içinde olduğumuz bazı konular ile bağlantı kurularak anlaşılma durumundadır. Allah cc "kitabında " kendisine " kayıtsız şartsız teslim olmamızı" emretmesine rağmen herhangi bir emir ve yasak konusunda " acaba bundan bir çıkış yolu bulunabilir mi?" şeklindeki "hulleci" zihniyet her zaman bir kaçış planları yapma peşinde olmuştur. Ancak bu kaçış planlarının hiçbiri Allah cc nezdinde kabul görmez. 

Bizler hucurat s.17. ayeti örneğinde gördüğümüz üzere iman etmemiz hasebi ile kimseyi" bize minnettar olsunlar" diye bir hava içine girmek durumunda olmamamız gerektiği, aksine iman nimetini bize bahşettiği için rabbimize şükür etme durumunda olmamız gerektiği hususunu hiç bir zaman göz ardı etmeden "müslüman " yani "kayıtsız şartsız teslim olanlardan" olmamız gerektiğini hatırdan hiç çıkarmamamız gerekmektedir.  


41. ayette melikenin "arşının " tanınmaz bir hale getirilerek "hidayete erenlerdenmi" yoksa " hidayete ermeyenlerdenmi" olup olmayacağı şeklinde bir kontrol yapılmaktadır.Bilindiği gibi melikenin arşı(tahtı) çok kısa bir zamanda süleyman as ın huzuruna getirilmiştir. Bir hükümdarın hakimiyetinin sembolu olan tahtını tanıyan melike , bu hakimiyetini kendisinden alma gücüne sahip olan bir başka hükümdarın gücüne "kayıtsız şartsız teslim olmuştur". Bu ayettede bizler için çıkarılması gereken bir ibret vesikası bulunmaktadır. 

Melikenin tahtının tanınmaz hale getirilip onun bir yanıltma içine sokulup " benim tahtımın benden önce buraya gelmesi imkansız böyle bir gücü hayal bile edemiyorum" şeklinde bir itiraza girmeyip tanınmaz hale getirilen tahtın kendi tahtı olabileceği ihtimalini göz ardı etmemiştir. Bu olayda bizlere gösteriyorki "hiç bir kul kendi gücünün üzerinde bir güç olan Allah cc nin gücünü hatırından çıkarmamalıdır". Melike bu imtihanı başarı ile geçip süleyman as ın köşküne girmeye hak kazanmıştır.   


43. ayetteki " Allahtan başka tapmakta oldukları şeyler onu alıkoymuştu" ifadesinden yine bizler için bir tebiğ metodu çıkarılması gerekir. Melikenin şahsında "Allahtan başka taptığı ilahları olanlara" mü'minlerin sadece Allaha davet ederek onları bu sahte ilahların tasallutundan kurtulmaları yolunda yapacak oldukları tebliğde süleyman as gibi tavizsiz olmaları küfür içindeki bir toplumda yetişen bir ferdin kuvvetli bir ihtimalle içinde bulunduğu toplumun dinine uyacağı ve hiç kimseye tebliğ ulaştırmadan onu küfürle suçlayamayacağımız konusu hatırdan çıkarılmamalıdır.


44. ayet ise ahiret hayatının canlı bir gösterisidir. Melike süleyman as ın elçisi ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman ederek süleyman as ın sarayına girmeye hak kazanmıştır, eğer süleymanın "kitabına"(mektubuna) iman etmeyecek olsaydı süleyman as ın orduları tarafından helak edilmek olacaktı. Aynı şekilde mü'minlerde Allah cc nin elçileri vasıtası ile gönderdiği " kitabına" iman eden mü'minleri cennet saraylarında ağırlayacaktır, eğer elçileri ile gönderilen kitaba iman etmeyen olursa onun sonuda helak olacaktır. Burada kalem s. 42 de mealen "O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler."ayetinin arapça metnindeki "yukşefu an saqin"deyimi ile neml s. 44. ayetindeki" ve keşefet an saqihe" (eteğini çekti) deyimlerinin üzerinde biraz durmak istiyoruz. 

Kalem s.42. ayetindeki deyimin geçtiği yer ile neml s. 44. ayetindeki deyimin geçtiği yeri müteşabih bir anlatım yani benzetmeli olarak anlayacak olursak bizlere kalem suresi 42. ayetindeki gerçek ahiret aleminde kişinin dünyada iken secdeye davet edildiği zaman bu davete icabet etmediği için ahirettede buna güç yetiremeyeceği ifade edilir. Melikenin şahsında tüm mü'minlere rabbimiz dünyada iken secdeye davet edilipte bu davete icabet eden mü'minlere vaad ettiği cennetlerin teşbihi (benzetmesi) melikenin süleyman as ın sarayına girerken yaşadığı olay ile özdeşleştirilerek anlatılmaktadır . 


Melike tabiri caizse gözlerine inanamaktadır rabbimizinde mü'minlere vaad ettiği cennetlerde bu şekildedir. Süleyman as ın sarayı için 44. ayette vasfedilen "qavarira" (şeffaf) kelimesi insan s. 15-16. ayetlerde cennette mü'minlere verilen ikramlardan bahsedilirkende geçer .Bilindiği üzere yiyecek ve içecek insaoğlu için vazgeçilmez unsurlardır cennet ve cehennnemdende bahsedilirken bu unsurlar yine ortaya çıkarılır. Cennet ehlinin yiyecek ve içecekleri aklın almadığı güzellikte olmasına karşın (yine süleyman as ın sarayı vasfedilirken"  su" olgusu yine karşımızdadır) cehennem ehlinin yiyecek ve içecekleride aklın almayacağı derecede çirkindir. 


Sonuç olarak,kıssa yollu anlatım tarzının birden fazla yönden anlaşılabilmesi mümkün olduğu için "süleyman as kıssası" içinde anlatılan "sebe" melikesi olan ilgili kısımda müteşabih (benzetme) yollu anlatımlardan yola çıkarak, rabbimizinde bizlere kendisini tanıtırken "hükümdar" teşbihi yaparak anlattığı, bu teşbihin bizlere süleyman as kıssası içindeki sebe melikesi ile ilgili olan kısımda biraz daha öne çıktığını ve süleyman as ın şahsında melikeye, elçisi vasıtası ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman eden melikenin şahsında o elçi ile gelen "kitaba" (mektuba) iman eden bir kimsenin akıbeti bizlere canlı olarak anlatılmaktadır. 

Kıssa yollu anlatım akılda kalması en kolay olan bir anlatım tarzı olduğu, ve cennet ve cehennem ahvali gaybi bir konu olup gözümüz ile gördüğümüz bir alan olmadığı ,sadece öldüğümüz zaman göreceğimiz yerler olması hasebi ile rabbimizin sonsuz rahmetinin bir tezahürü olarak görebileceğimiz cennetin ve cehennemin bizlere "kıssa içinde kıssa" diyebileceğimiz bir şekilde canlandırılarak anlatılması karşısında bizlere düşen SECDEYE DAVET EDİLECEĞİ GÜN GELİP ONA GÜÇ YETİREMEYENLERDEN OLMAMAMIZ İÇİN DÜNYADA İKEN ONUN GÖNDERDİĞİ KİTABA İMAN EDİP CENNET SARAYLARINDA AĞIRLANMAMIZI SAĞLAMAKTIR.


                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR .

14 Kasım 2011 Pazartesi

"Tebyinül Kur'an"dan Tahrifül Kur'an örnekleri 14 (Tashih Notları Şuara,Neml,Kasas s.)

"Tebyinül kur'an dan tahrifül kur'an örekleri" seri başlıklı yazılarımıza adı geçen eserde "tashih notları " başlığı altında tashih ! edildiği ifade edilen surelerden şuara, neml ve kasas surelerindeki musa as kıssası ile ilgili ayetler ile devam ediyoruz. Eser sahibi tashihlerine şuara s. 10- 33 ayetleri mealerini vererek devamında şunları yazar.  

"A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde, yed-i beyzâ'nın [kusûrsuz güc'ün], Mûsâ peygambere yardımcı/vezir olarak verilen "Hârûn" olduğunu ifade etmiştik."  


Sayın yazarın daha önceki araf ve taha surelerini ne şekilde tashih! ederek yukarda yazmış olduğu sonuca vardığını 12. 13. yazılarımızda görmüştük. Kur'anda musa as ile ilgili geçen kıssanın bütününe baktığımız zaman firavun ve kavmine 9 tane ayet verildiği bu 9 ayetten ikisinin tuva vadisinde kendisine gösterildiğini (1-asanın yılan haline gelmesi,2- elin beyazlaması) biliyoruz. Ancak eser sahibinin kur'an kıssalarındaki kainatın işleyiş kurallarının aksine olan bazı olayları aklileştirme çabalarının ürünü olarak bu 2 olayı kendi düşüncesini kur'ana tasdiklettirme amaçlı olarak  ayetlerin diziliş sırası ve metni üzerinde nasıl oynadığını yine 12. ve 13. yazılarımızda görmüştük. Eser sahibinin yukarda yazmış olduğu cümledeki , musa as a verilen ayetlerden birinin harun as olup olamayacağını kur'an bütünlüğünde görmeye çalışalım. 

Taha suresindeki musa as  ile ilgili ayetlerde görüldüğü üzere musa as ile harun as ın ayetler ile birlikte firavuna gitmeleri emredilmektedir. Burada dikkatimizi çekmesi gereken bir nokta vardır musa as a verilen ayetlerden biriside eğer kardeşi harun as olsaydı "sen ve kardeşin ayetlerimiz ile gidin" şeklinde bir emir neden verilsin ? , kardeşi harun o ayetler içine dahil olsaydı harun as ın  istisna edilmesi gerekirdi. Şuara s. 33. ayetinde ve araf s. 108. ayetinde aynı metin olarak " ve nezea yedehu ve iza HİYE beydau linnazirin" ( elini çekip çıkardı O EL bakanlara bembeyaz göründü) şeklinde geçmektedir, metinde ve mealde büyük harfle yazmış olduğumuz "hiye " müennes ( dişi) zamirdir ve musa as ın eline racidir. Eser sahibinin iddia ettiği gibi harun as olsaydı bu zamir "hiye "şeklinde değil " hüve" müzekker ( erkek) zamiri şeklinde gelmesi gerekmezmiydi?    


Tashihlere 43-68. ayetler arası ile devam edilerek şu tashihler yapılmaktadır.  

"Bu Âyetlerde Mûsâ peygambere, bilgi birikimini kullanarak Nil nehri üzerinde barajlar kurmasının vahye dildiği, sonra da suyun dağlar gibi parçalara ayrıldığı; yani yüksek barajların yapıldığı açıklanmaktadır. Bilinen en eski baraj İ.Ö. 2900 yılında Nil nehri üzerinde kurulmuş olan 15 m. yüksekliğindeki barajdır. Kur'ân'ın açık ifadesine göre baraj birden çoktur.
Diğer Âyetlerden de anlaşıldığı üzere Mûsâ peygamber, Mısır'da kaldığı süre içinde esas niyetini saklayarak nehri barajlarla kesmiş, ovada kanallar oluşturmuş ve eski su yataklarını tarıma açmıştır. Bu nedenledir ki Firavun, "Bu altımdaki nehirler benim değil mi" demektedir:"   

Eserinde uydurma dediği rivayetlere ve israiliyata sayfalarca yer verip eserin hacmini büyütüp bir nevi sihir ve göz boyama metodunu kullanan sayın yazar bu gibi israiliyat ürünü haberlere katılmadığını beyan etmesine rağmen yeri geldiğinde " benim israiliyatım iyidir" kabilinden haberlerle düşüncelerini destekletme yoluna başvurmaktan çekinmemektedir. Tashihlerinin ! bu kısmındada diğer surelerdede örneklerini gördüğümüz üzere firavun sihirbazlarına nazire yaparcasına ayetlerin dizilişlerini değiştirerek kemeraltı üçkağıtçılarının tatkiklerini ayetlere uygulamaya kalkmaktadır. Şuara suresinin 63. ayetini 51. ve 52. ayetlerinin arasına koyarak "denizin yarılması " olayını kendi aklına uydurarak,  israiloğullarına nehirde barajlar kurdurmuş , barajları yaparken geceleri çalıştıklarını ancak, firavun ve ordusu gündüz olunca bu yapılan çalışmaları farkedip farketmediği konusunda bir düşünce serdetmemesini eksiklik! olarak gördüğümüz belitmek isteriz. Yapılan barajın tarihinide veren sayın yazar " kur'anın açık ifadesine göre baraj birden çoktur" diyerek kur'ana iftira etmektende çekinememektedir. 


Zuhruf s 51-53. de" Ve Firavun, kavminin içinde seslendi: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise açıklayamayan [meramını anlatamayan] kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi."şeklinde mealindeki  ayetin firavunun kendisi ile musa as ı kıyaslayarak kendi üstünlüğünü öne çıkarmasını ve diğer ayetlerde karşımıza çıkan klasik müşrik söylemi olan " altın bilezikler verilmeli veya beraberinde  melekler getirilmeli" şeklindeki sözleri isra suresi 90-95. ayetlerinde gördüğümüz üzere mekke müşriklerinin muhammed as için aynı şeyleri istemesi ve bunları isteyen firavunun sonundan ibret almaları mesajı olduğunu unutarak kendi önkabullerini kur'ana tasdik ettirme amacını öne çıkarıp ilgili ayetleri o doğrultuda te'vil etmektedir.  


                    NEML      SURESİ        TASHİHLERİ  


Neml suresi tashihlerine , 7-11. ayetlerin mealini vererek başlar ve ayetlerle ilgili olarak şunları der. 
7.         Hani Mûsâ, yakınlarına, "Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim" demişti.
8.         Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: "Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi mübarek kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!"
9.         "Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, Azîz [mutlak galip] ve Hakîm [hikmet sahibi] Allah'ım!
10–11.     "Ve birikimini ortaya koy!" –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir görüverince dönüp, arkasına bakmadan kaçtı.– "Ey Mûsâ! Korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. –Ancak, kim zulüm yapar, sonra kötülüğün sonunda iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim."–  

"Bu Âyetlerde, birikimini kullanma emri alan Mûsâ peygamberin, kendisine peygamberlik görevi verilince bundan kaçmaya çalışmasının safhaları anlatılmaktadır.
Neml Sûresinin 10. ve Kasâs Sûresinin 30. Âyetlerinin orijinalindeki تهتزّ - tehtezzü sözcüğü, genellikle yanlış olarak "hareket eder, kıvrılır" şeklinde çevrilmektedir. Sözcüğün esas anlamı, "hareket ettirmek"tir. 35
Buradaki hareket ise asâ'nın hareketi değil, hareket ettirişi, çok çalıştırmasıdır. Burada asâ diye nitelenen birikimin, yani vahiylerin, Mûsâ peygamberin başına iş açtığı, onu çok çalışmak zorunda bıraktığı açıklanmaktadır. İşin çokluğu ve zorluğu sebebiyle Mûsâ peygamber işten kaçmaya çalışmıştır.
10. Âyetteki, Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir görüverince dönüp, arkasına bakmadan kaçtı ifadesinden, Mûsâ peygamberin peygamberlik görevinden hoşlanmadığı, korktuğu, yapmak istemediği anlaşılmaktadır. Mûsâ peygamberin bu kaçışı Kalem Sûresinde de zikredilmişti. Kalem Sûresinde bahsedilen hût sahibi, Yûnus peygamber olsa da asıl hût sahibi olan Mûsâ peygamberdir. Mûsâ peygamberin hût sahibi olduğundan, Kehf Sûresinin 61–63. Âyetlerinde bahsedilmiş, kaçışı da bu Âyetlerde açıklanmıştır."

Bu surede tashih adına yapılan işin tashihmi yoksa tahrifmi olduğunu musa as ın " tuva" da geçen kıssasını , taha ,neml ve kasas surelerindeki geçişleri ile karşılaştırarak görelim. Önce ayetlerin bu surelerdeki geçen kısımlarını sayın yazarın mealinden verelim. 

--Taha suresindeki ayetler 
17.        Sağ elindeki de nedir ey Mûsâ?
18.        O [Mûsâ], "O, benim asâmdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var" dedi.
19–24.     O [Allah], "Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! Firavun'a git, şüphesiz o azdı" dedi.
20.        O da onu hemen bıraktı/yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! O [sağ elindeki], koşan bir candır.

--Neml suresi ayetleri yukarda verilmişti.  
--Kasas suresi ayetleri.
  30–32.     Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadînin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: "Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Onu [birikimini] sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir görünce de dönüp, arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusûrsuz bembeyaz çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır."

Taha suresi ile yaptığı tashihlerle ilgili yazdığımız yazıdada belirttiğimiz üzere, taha s 17. ayetinde " sağ elindeki nedir ey musa?" sorusuna 18. ayette verdiği " o benim asamdır" cevabındaki  " O"zamirinin arapça metindeki " hiye " müennes (dişil) zamiridir.Yine neml suresi 10. ayetinde metindeki " raehe"  ( onu gördü) kelimesindeki "he " müennes ( dişil) zamiri yine asa için kullanılmıştır. Kasas s. suresi 31. ayetindede olduğu gibi anı şekilde " raehe" (onu gördü) kelimesindeki " he " zamiri müennes (dişil) olarak kullanılmıştır. Musa as ın " asa" sı kur'anda geçtiği bütün yerlerde müennes zamiri ile geçmektedir ve bu bize taha s 18. ayetindeki "koyunlara yaprak silkelenen ve ona dayanılan" obje nin musa as ın yanından hiç ayrılmadığını gösteriyor. Ancak syın yazar taha s. 18. ayetinde tahrif etmeninmümkün olmadığı "asa" kelimesini diğer ayetlerde yine arapça gramer kaidelerini göz ardı ederek " birikim" olarak mealinde yer vermiştir.


Yine eserinde kendisininde çok eleştiriye tabi tuttuğu israiliyatçılara nazire olması amacı ile olsa gerek musa as ın görevden kaçtığını nem s. 10. ayetine dayanarak delil getirip bu görevden hoşlanmadığını iddia edebilmiş ve bu iddiasını kalem suresinde geçen "hut sahibi" nin yunus as değil musa as olduğunu ve onun bu görevden kaçışının kehf suresi 61-63. ayetlerinde bildirildiği iddiasındadır.


Tashihlerine neml suresi 12-13-14. ayetleri ile deavm eden sayın yazarın bu ayetlere verdiği mealde şöyledir. 

"12.        Ve koynundaki gücünü devreye sok; dokuz Âyet içinde Firavun'a ve onun kavmine hiç kusûrsuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.
13.        Sonra da Âyetlerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
14.        Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!–"
2. Âyette zikredilen dokuz Âyet ifadesindeki "dokuz" sayısını iki şekilde anlamak mümkündür:
A) Çokluktan kinâye. Zira İsrâil oğullarına dokuzdan daha çok Âyet/alâmet gösterilmiştir.
B) Burada kastedilen Tevrât'taki on emirin dokuz Âyette yazılı olmasıdır.
Yahudi Tevrât'ında iki ayrı emir cümlesi hâlinde zikredilen, "Karşımda başka ilâhların olmayacak" ifadesi ile "Kendin için oyma put yapmayacaksın" ifadesini Samiri Tevrât'ı tek emir cümlesi hâlinde toplamıştır. Böylece, "Komşunun evine tamah etmeyeceksin" de dâhil, emirlerin sayısı, Yahudi nüshasında on, Samiri nüshasında ise dokuzdur.   

Burada "dokuz ayet" ifadesi yaptığı yorumun üzerinde durmak istiyoruz." Dokuz sayısını iki şekilde anlamak mümkündür" dedikten sonraki "A"şıkkında iddia ettiği gibi dokuz ayet israiloğullarına değil firavun ve kavmine verilmiştir 12. ayeti ön kabullerini bir kenara atıp okumaya çalışsaydı bunu görmesi zor olmazdı. "B" şıkkındaki iddiasınıda , verilen 9 ayet ile tur dağında verilen 10 emiri kıssanın kronolojik sırasını bile alt üst etmeyi göze alarak 10-1=9 mantığı içinde bir ayeti başka ayetin içine alarak halletme yoluna gitmiştir. Bu konu ile ilgili olarak  kendisi ile yapılan bir röportajda bu düşünceyi sayın hakkı yılmazdan apardığı anlaşılan "ihsan "eliaçık" aynı olduğu anlaşılmasın diye cumartesi yasağını kaldırarak 10 emiri 9 ayet olarak hakkıyılmazla aynı paralelde bir düşünce serdetmiştir.Bu konu hakkında " musa as a verilen dokuz ayet ile on emir arasındaki fark" isimli yazımızda biraz daha geniş olarak düşüncelerimizi belirttiğimiz için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. 


                            KASAS SURESİ  TASHİHLERİ


Bu suredeki tashihlerine surenin 30-32. ayetlerinin başalyan eser sahibinin bu ayeter ile ilgili meallaerini yukarda verdiğimiz bu ayetler ile ilgili yorumlarını vermek istiyoruz.  


"Bu Âyetlerde, Mûsâ peygamberin verilen ve Furgân Sûresinde konu edilen iki Âyet farklı ifadelerle açıklanmaktadır. Burada mecazi ifadeler söz konusu iken, Furgân Sûresinde hakiki anlamlarıyla ifade edilmiştir.
(Furgân: 35–36) Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitabı verdik, kardeşi Hârûn'u da onunla birlikte vezir [yardımcı, destekçi] kıldık. Sonra da, "Haydi Âyetlerimizi yalanlayan o kavme gidin!" dedik. Sonunda da parçalayıp yok ettik."
Neml suresi ile ilgili yaptığı tashihler ile ilgili kısımda gördüğümüz üzere kur'anda musa as ın "asası" ile geçen bütün ayetler taha s. 17-18. ayetleri çerçevesinde müennes (dişil) zamiri getirilerek anlatılmış olmasına rağmen musa as a verilen 9 ayet içindeki 2 ayetin furkan 35-36. ayetlerini delil getirerek "tevrat" ve "harun" as olduğu iddiasını getirir. Gramer kurallarını ve kuran metnini hiçe sayarak " ben yaptım oldu" mantığı içinde yapılan bu yorumları yine kur'an kendi," mesani "(ikili anlatım) sistemi içinde reddererek sahibinin adeta yüzüne çarpmaktadır. 

Neml suresi 10. ayetini delil göstererek mus as ın görevden kaçmaya çalıştığını iddia eden eser sahibi 33-34-35. ayetlerde yine musa asın uyarıldığını iddia etmektedir. Neml s. 10. ayetindeki korkusu asanın yılan haline gelmesi neticesinde iken,yine asanın yılan haline gelmesindeki korkusu kasas s. 31. ayetinde bildirilmesine rağmen kasas s. 33-34. 35. ayetlerinde korkusunun bu olaydan sonraki aşamasında olduğunu göz ardı eden sayın yazar , musa as ın ağzından görevden kaçma isteğine dair hiç bir karine dahi bulunmadan aksine görevi kabul edip yanına kardeşi harunu istemesine rağmen rivayeti kendinden menkul nakillerle musa as ı aşağılamayı dahi göze almaktan kaçınmamaktadır.  

Surenin 39-40 ayetlerinin mealini verdikten sonra, daha önce araf suresinde ele aldığımız üzere, firavun ve ordusunun denizde değil nehirde boğulduğunu iddia eden eser sahibi bu boğulmaya sebebin yapılan baraj suları altında kalma sonucu gerçekleştiğini kasas s. ve zariyat s. 40 ayetlerindeki "fe nebeznehum" kelimesinin "baraj selinin önündeki sürüklenmeyi açıklamaktadır" diyerek aynı olayın başka kelime ile anlatılan ayetlerini yine parmakla kapama yoluna giderek ön kabullerinin kur'ana tasdik ettirme çabasındadır. Sayın yazar ne kadar görmek istemesede biz firavun ve ordusunun boğulma olayı ile nuh kavminin boğulma olayını anlatan diğer ayetlerin üzerini biraz aralayım inş. 

"Ağrekna,ağreknahu, ağreknahum, lituğrika, nuğrikhum, feyuğrikaküm, uğriku ,elğarku, muğrikune,  muğrikine" gibi kelimelerin kökü "ğa-re-ke" anlam olarak "boğulmak" olan bu kelimenin geçtiği ayetlere bakacak olursak en fazla firavun ve ordusu ile nuh as ın kavminin boğulması ile ilgili olarak olmak üzere denizde giden gemilerin batması ve neticesinde boğulma ile ilgili olarak geçmektedir. Firavun ve ordusunu iki ayette "fenebeznehum" şeklinde geçmesinin ifade ettiği firavun ve adamlarının  rezil bir şekilde boğulmalarını ifade etmesini  bir kenara bırakıp , rivayeti kendinden menkul çağdaş israiliyat örnekleri ile senaryolar üretmeye çalışan sayın yazar , nuh as ın kavmininde barajların açılması şeklinde boğulduklarını iddia edebilecekmidir ,çünkü firavun ve ordusunun boğulma olayı ile nuh as ın kavminin boğulma olayı " ğa-re-ke" kelimesinin türevleri ile ifade edilmektedir.  

"Tashih notları" olduğunu iddia ettiği fakat "tahrif notları" haline gelmiş notların ,şuara, neml, kasas surelerindeki düzeltmelere baktığımız zaman "düzeltme" kelimesini nasıl anladığını bozduğu ifadelerden anladığımız sayın yazar, ön kabullerini kur'ana tasdik ettirme amaçlı olarak kur'an metnini ve bozmaktan ve kur'an bütünlüğünü hiçe saymaktan çekinmeyerek düzeltmelerine!!! devam etmektedir. Rabbimiz bizleri kitabını yine kitabından anlayan kullarından kılsın.  

                          EN DOĞRUSUNUN  ALLAH  CC BİLİR.