11 Ocak 2019 Cuma

AL-İ İMRAN SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim.

2- Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O, yaşayandır (her an) yönetimdedir.

3- 4- Önündekini doğrulayıcı olan o kitabı sana gerçek (bir neden)le indirdi. Ve önceden o  insanlar için bir doğruya ileten Tevrat'ı ve İncil'i de indirdi. Ve o (doğru ile yanlışı) ayıranı da indirdi. Şüphesiz ki onlar Allah'ın ayetlerini örttüler, bir sert azap onlar içindir. Ve Allah çok güçlüdür, öç sahibidir.

5- Şüphesiz ki Allah, o yerde ve o gökte, hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

6- O, sizi o rahimlerde nasıl dilerse öyle şekillendirendir. O'ndan başka tanrı yoktur.  Çok güçlüdür, en bilgedir.

7- O, o kitabı sana indirendir. Onda sağlamlaştırılmış ayetler vardır ki, onlar kitabın anasıdır. Ve diğerleri ise benzeşenlerdir. Kalplerinde bir kaypaklık bulunanlara gelince, o kargaşa(yı çıkarma) peşine düşmek ve onun geri dönüşümünün peşine düşmek için, ondan benzeşene takılırlar. Oysa onun geri dönüşümünü Allah'tan başkası bilmiyor. Ve o bilgide derinleşenler derler ki: "Biz ona inandık hepsi Efendimizin yanındandır." Ve bunu da o temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamıyor.

8- 9- (Onlar ki): "Ey Efendimiz, bizi doğruya ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma, katından bize rahmet bahşet. Şüphesiz ki sen, bolca bahşedenin ta kendisisin. Ey Efendimiz, şüphesiz ki sen onda bir belirsizlik olmayan o gün için o insanların toplayıcısısın. Şüphesiz ki Allah, o verdiği söze aykırılaşmaz" (derler)

10-  Şüphesiz ki (gerçeği) örtenlerin malları da ve çocukları da onlardan Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şeyle asla zenginleştirmez. Ve işte onlar, o ateşin yakıtının ta kendileridir.

11- (Bunların durumu) Firavun'un yoldaşları ve onlardan öncekilerin aynı minvaldeki durumu gibidir. Onlar (gözle görülen) ayetlerimizi yalanlamışlardı da Allah onları arkalarına takılı suçları nedeniyle tutuvermişti. Ve Allah'ın o sonu çok serttir.

12- (Gerçeği) örtenlere de ki: "Yakında yenilecek ve cehenneme sürülüp toplanacaksınız. Ve ne sıkıntılıdır o döşek."

13- Birbiri ile karşılaşan iki askeri birlikte, sizin için (gözle görülen) bir ayet vardır.  Bir askeri birlik Allah'ın yolunda öldürüşüyor, diğeri ise (gerçeği) örtücü idi. (Allah'ın yolunda savaşan birlik, örtücü birliğin onlardan daha fazla olmasına rağmen) o gözün görüşü ile onları kendilerinin (sadece) iki katı olarak görüyorlardı. Ve Allah, kimi dilerse yardımı ile güçlendirir. Şüphesiz ki işte bunda, o doğru görüş sahipleri için kesinlikle alınması gereken bir ders vardır.

14- Kadınlardan ve oğullardan ve o kantar kantar altın ve o gümüşten ve o işaretlenmiş o atlardan ve o hayvanlardan ve o ekinlerden yana olan o zevklerin sevgisi, o insanlara süslendi. Bu, bu şimdiki yaşamın yararıdır. Ve Allah, varılacak yerin iyisi O'nun  yanındadır.

15- De ki: "Size bundan daha hayırlısını haberlendireyim mi? Korunanlar için Efendilerinin yanında, orada sürekli kalacakları altından o nehirler akar bahçeler ve temizlenmiş eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır." Ve Allah kullarını en iyi görücüdür.

16- 17- Onlar ki: "Ey Efendimiz şüphesiz ki biz inandık, artık bizim arkamızı takılı suçlarımızı bağışla ve bizi o ateşin azabından koru" diyen, o direnip gayret eden ve o doğru sözlü olan ve o bağlanan ve o dağıtan ve o seherlerde bağışlanma isteyenlerdir.

18- Allah, hakkaniyeti bir ayakta tutan olarak kendisinden başka tanrı olmadığına tanıklık etti. O melekler ve o bilgi sahipleri de (aynı şekilde tanıklık etti). O'ndan başka tanrı yoktur. O, çok güçlüdür en bilgedir.

19- Şüphesiz ki Allah'ın yanında (geçerli olan) itaat nizamı, İslam'dır. Ve o kitap verilmişler kendilerine o bilgi geldikten sonra kendi aralarındaki saldırganlıktan başka bir nedenle aykırılaşmadılar. Ve kim Allah'ın ayetlerini örterse, artık şüphesiz ki Allah'ın o hesabı çok hızlıdır.

20- Eğer seninle tartışacak olurlarsa, artık de ki: "Ben, bana takılan kimselerle birlikte yüzümü Allah'a teslim ettim." Ve o kitap verilmişlere ve o kitap bilgisi olmayan (Araplara) de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim olurlarsa, kesinlikle doğruya iletilmişlerdir.  Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, sana düşen ancak ve ancak o ulaştırmadır. Ve Allah, o kulları en iyi görücüdür.

21- Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini örtenler ve  o habercileri bir hakları olmaksızın öldürenler ve o insanlardan hakkaniyeti buyuranları öldürenler var ya, artık onları bir acı azabla müjdele.

22- İşte onlar, bu şimdikinde ve o sonrakinde işledikleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

23- Kendilerine, o kitaptan bir hisse verilmiş (Yahudi) leri görmedin mi? Kendi aralarında karar vermesi için Allah'ın kitabına (Tevrat'a) çağrılıyorlar da sonra onlardan bir bölümü kayıtsız kalarak (başka tarafa) yöneliyor.

24- Bu, onların: "O ateş bize sayılanmış günlerden başka asla dokunmaz"  demiş olmalarındandır. Ve itaat nizamlarında yakıştırmakta oldukları şeyler onları aldatmıştır.

25- Onda bir belirsizlik olmayan o gün için onları topladığımız ve her bir benliğe kazandığının karşılığı onlar haksızlığa uğratılmayarak eksiksiz verileceği zaman, artık nasıl olacak?

26- 27- De ki: "Hükümranlığın sahibi Allah'ım, o hükümranlığı dilediğine sen verir ve o hükümranlığı dilediğinden de sen çekip alırsın, dileğini sen güçlendirir ve dilediğini de sen alçaltırsın. O hayır senin elindedir. Şüphesiz ki sen, her şey üzerine en doğru ölçü koyucusun. O geceyi o gündüzün içine sen geçirir ve o gündüzü de o gecenin içine sen geçirirsin. Ve o ölüden o yaşayanı sen çıkarır ve o yaşayandan da o ölüyü sen çıkarırsın. Ve dilediğine de sen bir kısıtlama olmaksızın rızık verirsin."

28- O inananlar, o inananların aşağısından o (gerçeği) örtücülere yönelenler olarak tutunmasın. Ve kim  onlardan korunmanız gereği olmak dışında bunu yaparsa, artık Allah'tan hiçbir şey üzerinde değildir. Ve Allah sizi benliğinden sakındırır. Ve o dönüş Allah'adır.

29- De ki: "Göğüslerinizde olanı gizlerseniz de veya onu belli ederseniz de, Allah onu bilir. Ve o göklerdeki olan şeyleri ve o yerdeki olan şeyleri bilir. Ve Allah, her şey üzerine en doğru ölçü koyucudur."

30- O gün her bir benlik hayırdan ne işlemiş ise ve kendisi ile onun arasında uzak bir süre olmasını arzu edeceği kötülükten ne işlemiş ise, onu hazırlanmış olarak bulacak. Ve Allah sizi benliğinden sakındırır. Ve Allah, o kullara karşı çok acıyıcıdır.

31- De ki: "Allah'ı seviyorsanız, bana takılın ki Allah da sizi sevsin ve sizin arkanıza takılı suçlarınızı bağışlasın. Ve Allah, çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir."

32- De ki: "Allah'a ve o elçiye itaat edin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık şüphesiz ki Allah, o (gerçeği) örtücüleri sevmez. 

33- Şüphesiz ki Allah, Adem'i ve Nuh'u ve İbrahim ailesini ve İmran ailesini, o tüm insanların üzerine saflaştırdı.

34- Onların bir kısmı bir kısmının soyundandır. Ve Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

35- Ve bir zaman İmran'ın karısı: "Ey Efendim şüphesiz ki ben, karnımdakini hürleştirilmiş olarak sana adadım, artık benden kabul buyur. Şüphesiz ki sen, o en iyi işitenin o e n iyi bilenin ta kendisisin" demişti.

36- Onu doğurduğunda, - ve Allah onun ne doğurduğunu ve (istemiş olduğu) o erkek, (onun doğurduğu) o kız gibi olmayacağını en iyi bildiği halde- "Ey Efendim, onu ben dişi olarak doğurdum. Ve şüphesiz ki ben onu Meryem olarak isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben onu ve onun soyunu taşlanan o şeytandan sana sığındırıyorum" demişti.

37- Bunun üzerine kendisinin Efendisi onu bir iyi kabulle kabul etmiş ve onu bir iyi bitki gibi bitirmiş ve onu Zekeriyya'nın güvencesine vermişti. Zekeriyya, onun kaldığı bölüme her ne zaman girse onun yanında bir rızık bulur: "Ey Meryem, bu sana nasıl (geliyor)?" dediğinde, (O da): "O, Allah'ın yanındandır" demişti. Şüphesiz ki Allah, kime dilerse bir kısıtlama olmaksızın rızık verir.

38- İşte orada Zekeriyya Efendisine çağrı yaparak: "Ey Efendim, katından bana temiz bir soy bahşet, şüphesiz ki sen bu çağrıyı en iyi işiticisin" demişti. 

39- Bunun üzerine kaldığı bölümde ayakta kulluk görevinde iken o melekler ona: "Şüphesiz ki Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayacak, toplumuna liderlik yapacak, kendisini (yanlıştan) kısıtlayacak ve o düzgünlerden bir haberci olacak Yahya'yı müjdeliyor" diye seslenmişti. 

40- (Zekeriyya): "Ey Efendim, bana kesinlikle (yaşça) o büyüklük ulaşmış ve karım da doğurmaktan kesilmiş olduğu halde, benim oğlan çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir, Allah ne dilerse yapar" demişti.

41- (Zekeriyya): "Ey Efendim, bana bir (somut) bir ayet oluştur" demiş, (Allah): "Senin (somut) ayetin, o insanlarla işaretleşmek dışında üç gün konuşamamandır. Ve Efendini çokça hatırla. Ve o akşam karanlığı ve o gündüzün erken vakti O'nu her türlü eksiklikten uzak tut" demişti.

42- 43- Bir zaman o melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni saflaştırdı ve tertemiz kıldı ve o tüm kadınların üzerine seni saflaştırdı. Ey Meryem, Efendine bağlan ve boyun eğ ve saygıyla eğilenlerin beraberinde saygıyla eğil" demişti.

44- İşte bu, sana vahyetmekte olduğumuz o algılanamayanın haberlerindendir.  Hangisi Meryem'e güvencesine alacak diye fal oklarını atarlarken sen onların yanında değildin. Ve onlar (bu konuda) birbirleriyle çekişirlerken de sen onların yanında değildin.

45- 46- Bir zaman o melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu Mesih İsa'dır bu şimdikinde ve o sonrakinde saygın ve yakınlaştırılmışlardandır. Ve o insanlarla o döşekte iken de, yetişkin iken de konuşacak, ve o düzgünlerdendir" demişti.

47- (Meryem): "Ey Efendim, bana bir beşer dokunmamışken benim çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir, Allah ne dilerse takdir eder. Bir buyruğun yerine gelmesini istediği zaman, ona ancak ve ancak "Ol" der, o da oluverir" demişti. 

48- Ve ona o kitab'ı ve o bilgeliği ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

49- 50- 51- Ve Yakub oğulları'na elçi olacak (onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ki ben size Efendinizden (gözle görülen) bir ayet getirdim. Şüphesiz ki ben size o çamurdan o kuşun oluşumunu takdir eder, ona üflerim de Allah'ın onayıyla bir kuş olur. Ve Allah'ın onayıyla doğuştan kör olanı ve abraşı (hastalıktan) uzaklaştırır ve o ölüleri yaşatırım. Ve evlerinizde neyi yiyorsunuz ve neyi biriktiriyorsunuz sizi haberlendiririm. Eğer inananlarsanız şüphesiz ki işte bunda sizin için kesinlikle (gözle görülen) bir ayet vardır. Ve önümdeki Tevrat'tan doğrulayıcı olarak, üzerinize yasaklanmış olanların bir kısmını size serbestleştirmem için Efendinizden bir ayet getirdim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Efendim, sizin de Efendinizdir. Artık O'na kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur."

52- 53- İsa, onlardan o (gerçeği) örtmeyi algıladığında: "Allah'a (yardım yolunda) benim yardımcılarım kimdir?demiş, Havariler'de: "Biz Allah'ın yardımcılarız. Allah'a inandık. Ve tanık ol çünkü biz teslim olanlarız. Ey Efendimiz, indirdiğine inandık ve o elçiye takıldık, artık bizi o tanıkların beraberinde yaz" demişti.

54- Ve (İsrailoğulları) hile kurdular ve Allah'da hile kurdu. Ve Allah, o hile kuranların en hayırlısıdır.

55- 56- 57- O vakit Allah:"Ey İsa, senin ömrünü ben tamamlayıcı ve kendime yükseltici ve seni (gerçeği) örtenlerden (kurtararak) temizleyici ve sana takılanları ise o kalkışın gününe kadar (gerçeği) örtenlerin üstünde yapıcıyım. Sonra dönüşünüz banadır, hakkında aykırılaşmakta olduğunuz şeylerde aranızda artık ben  karar vereceğim. (Gerçeği) örtenlere gelince, artık onlara bu şimdikinde ve o sonrakinde bir sert azabla azaplandıracağım. Ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur. Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemişlere gelince, artık onların işinin karşılıklarını eksiksiz verecektir. Ve Allah o haksızlık yapanları sevmez" demişti.

58- İşte bu, onu sana peşi sıra okumakta olduğumuz o ayetlerden ve o bilge hatırlatmadandır.


59- Şüphesiz ki Allah'ın yanında İsa'nın örneği, Adem'in örneği gibidir.  Onu bir topraktan takdir etti, sonra ona "Ol" dedi, o da oluverdi. 

60- Gerçek senin Efendindendir, artık sakın o tereddüde düşenlerden olma.

61- Artık sana o bilginin gelmesinden sonra bu konuda kim seninle tartışırsa, artık de ki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, benliklerimizi ve benliklerinizi çağıralım da sonra açık gönülden yalvararak, Allah'ın dışlamasının o yalancıların üzerine olmasını isteyelim."

62- Şüphesiz ki işte bu, kesinlikle o gerçek anlatının ta kendisidir. Allah'tan başka tanrı yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kesinlikle o çok güçlünün o en bilgenin ta kendisidir.

63- Buna rağmen eğer (başka tarafa) yönelirlerse, şüphesiz ki Allah o bozucuları en iyi bilicidir.

64- De ki: "Ey o kitabın halkı, bizimle sizin aranızdaki, Allah'tan başkasına kulluk etmemek ve O'na hiç bir şeyi ortaklaştırmamak ve bir kısmımız bir kısmımıza Allah'ın aşağısından efendiler olarak tutunmamak olan, denk söze gelin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık siz de: "Tanık olun şüphesiz ki biz teslim olanlarız" deyin.

65-  Ey o kitabın halkı, Tevrat ve incil ondan sonra indirilmişken, İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halâ bağ kurmaz mısınız?

66- İşte siz onlarsınız ki sizin için hakkında bir bilgi olan olan bir şeyde tartıştınız, fakat sizin için hakkında bir bilgi olmayan şeyde niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

67- İbrahim, bir Yahudi de ve bir Yardımcı* da değildi. Fakat, (fıtrat yasalarına) bir meyilli olarak bir teslim olandı. Ve o, o ortak koşanlardan da değildi.

*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

68- Şüphesiz ki o insanların İbrahim'e en yöneleni, ona takılanlar ve bu haberci ve o inanmışlardır. Ve Allah o inanmışların yönelenidir.

69- O kitabın halkından bir ekip sizi saptırmayı arzu etmektedir. Oysa benliklerinden başkasını saptırmıyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

70- Ey o kitabın halkı, tanık olduğunuz halde, niçin Allah'ın ayetlerini örtüyorsunuz?

71-  Ey o kitabın halkı, niçin gerçeğe geçersizliği giydiriyor ve bilmekte olduğunuz halde gerçeği gizliyorsunuz?

72- 73- Ve o kitabın halkından bir ekip dedi ki: "İnanmışlara indirilene o gündüzün yüzünde ina(nmış gibi davra)nın, onun sonunda ise (gerçeği)örtün, umulur ki dönerler. Ve sizin itaat nizamınıza takılan kimseden başkasına da inanmayın." De ki: "Şüphesiz ki o doğruya iletme, Allah'ın doğruya iletmesidir. Size verilmiş şeyin bir örneğinin başka birine de verilmesinden dolayı mı veya Efendinizin yanında sizinle tartışacaklar diye mi (böyle söylüyorsunuz)?" De ki: " (Kitap ve elçilik konusunda) şüphesiz ki lütuf Allah'ın elindedir. Onu kime dilerse verir. Ve Allah (kudreti) çok geniştir en iyi bilicidir."

74- Kitap ve elçiliğini* kime dilerse ayrıcalık tanır.  Ve Allah çok büyük lütuf sahibidir. 

Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

75- Ve o kitabın halkından öylesi vardır ki, eğer ona kantar (altın) emanet edecek olsan, onu sana öder. Ve içlerinden öylesi de vardır ki, eğer ona bir dinar dahi emanet etmiş olsan, (ödemesi için) daimi olarak tepesinde dikilmediğin sürece ona sana ödemez. Bu, onların: "O kitap bilgisi olmayan (Arap)lara karşı (ödeme de) bizim üzerimize bir zorunluluk yoktur" demiş olmalarındandır. Ve onlar bilmekte oldukları halde Allah'ın üzerine o yalanı söylemektedirler.

76- Hayır,  kim antlaşmasını eksiksiz yerine getirir ve korunursa, artık şüphesiz ki Allah o korunanları sever.

77- Şüphesiz ki Allah'ın antlaşmasını ve yeminlerini az bir bedele satanlar var ya, işte onlara sonrakinde (güzel) bir takdir yoktur. O kalkışın günü Allah onlarla konuşmaz ve bakmaz ve onları arındırmaz. Ve acı bir azap onlar içindir.

78- Ve yine onlardan bir kısım var ki, siz onu o kitaptan olduğunu hesap edesiniz diye dillerini o kitapla eğip büküyorlar. Oysa o, o kitaptan değildir. Ve: "O, Allah'ın yanındandır" diyorlar, halbuki o Allah'ın yanından da değildir. Ve onlar bilmekte oldukları halde Allah'a karşı o yalanı söylüyorlar.

79- Bir beşerin, Allah ona o kitabı ve o bilgeliği ve o haberciliği versin de sonra o insanlara: "Allah'ın aşağısından bana kullar olun" demesi olmaz. Fakat: "Öğretmekte ve ders vermekte olduğunuz o kitabın doğrultusunda Efendiye adananlar olun" (demesi vardır).  

80-  Ve size, o meleklere ve o habercilere efendiler olarak tutunmanızı da buyurmaz. Siz teslim olduktan sonra size o (gerçeği) örtmeyi buyurur mu?

81- Ve Allah o habercilere: "And olsun ki size kitaptan ve bilgelikten bir kısmını verdim, sonra sizin beraberinizde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, ona kesinlikle inanacak ve kesinlikle ona yardım edeceksiniz" diye yeminle bağlanmış sözlerini alıp tuttuğu zaman: "Sabitleş(me sözü ver)diniz ve sizin üzerinize olan bu ağırlığımı tutttunuz mu?" demiş, (onlar): "Sabitleş(me sözü ver)dik" demişler, (Allah): "Tanık olun ve ben de sizin beraberinizde o tanıklardanımdemişti.

82- Artık kim bundan sonra (başka tarafa) yönelirse, işte onlar o itaatten çıkanların ta kendileridir.

83- Yoksa onlar, Allah'ın itaat nizamından başkası peşine mi düşüyorlar? Oysa o göklerdeki ve o yerdeki kim varsa, isteyerek de istemeyerek de olsa hepsi O'na teslim olmuştur ve yalnızca O'na döndürülecekler.

84- De ki: "Biz Allah'a ve bize indirilmiş şeye ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a veYakub'a ve torunlara indirilmiş şeye ve Musa'ya ve İsa'ya ve o habercilere Efendilerinden verilmiş şeye inandık. Onlardan hiçbirinin arasını ayrıştırmayız ve biz O'na teslim olanlarız."

85- Ve kim itaat nizamı olarak İslam'ın başkası peşine düşerse, artık ondan asla kabul edilmez. Ve o sonrakinde o ziyan edenlerdendir.

86- İnanmalarının ve o elçinin gerçek olduğuna tanıklık etmelerinin ve kendilerine o apaçık delillerin gelmesinin ardından (gerçeği) örten bir topluluğu, Allah nasıl doğruya iletir? Ve Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

87- İşte onların karşılığı, Allah'ın ve o meleklerin ve o (inanan) insanların toplu olarak dışlamasının onların üzerine olmasıdır.

88-  Orada sürekli kalıcıdırlar. O azap onlardan hafifletilmez ve onlar bakılmazlar.

89- Bunun arkasından (itaatle) dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş olanlar başka. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

90- Şüphesiz ki, inanmalarının ardından (gerçeği) örten, sonra da (gerçeği) örtmeyi artırmış olanların (ölüm anında yapacakları) dönüşleri, asla kabul edilmez. Ve işte onlar, o sapkınların ta kendileridir.

91- Şüphesiz ki (gerçeği) örten ve (gerçeği) örten olarak ölenler var ya, onlar o yerin dolusu  altını kurtulmalık olarak verse de, hiçbirinden asla kabul edilmez. İşte onlara acı bir azap vardır ve onlara yardımcılardan da kimse yoktur.

92- Sevmekte olduğunuz şeylerden harcayıncaya kadar, asla o erdeme kavuşamazsınız. Ve bir şeyden her ne harcıyorsanız, artık şüphesiz ki Allah onu en iyi bilicidir.

93- Tevrat'ın indirilmesi öncesinden Yakub'un (İsrail'in) benliğine yasakladığı hariç, o her yiyecek Yakub oğullarına serbestti. De ki: "Eğer doğru sözlülerseniz Tevrat'ı getirin de onu peşi sıra okuyun."

94- Artık bundan sonra kim Allah'a karşı o yalanı yakıştırırsa, işte onlar o haksızlık yapanların ta kendileridir.

95- De ki: "Allah doğruyu söyledi. Artık (fıtrat yasalarına) bir meyilli olarak İbrahim'in inancına takılın. Ve o, o ortak koşanlardan değildi."

96- Şüphesiz ki insanlar için konulmuş ilk ev, tüm insanlar için bereketlenmiş bir doğruya ileten Bekke'deki (Kâbe) dir.

97- Orada apaçık ayetler, İbrahim'in konumu (kulluk ve elçilik vazifelerinin gerekleri) vardır. Ve kim oraya girerse, artık güvendedir. Ve o Ev'i haccetmek Allah'ın, ona bir yol için güç yetirebilen o insanların üzerindeki  hakkıdır. Ve kim (bu gerçeği) örterse, artık şüphesiz ki Allah, o tüm insanlardan zengindir.

98- De ki: "Ey o kitabın halkı, Allah işlemekte olduklarınızın üzerinde bir tanık olduğu halde Allah'ın ayetlerini niçin örtüyorsunuz?"

99- De ki: "Ey o kitabın halkı, tanıklar olduğunuz halde inananı Allah'ın yolundan, onda bir eğrilik arama peşine düşerek, niçin uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir."

100- Ey inanmışlar,  eğer o kitap verilmişlerden bir bölüme itaat edecek olursanız, inanmanızdan sonra sizi (gerçeği) örtücüler olarak geri döndürürler.

101- Ve Allah'ın ayetleri size peşi sıra okunur  ve onun elçisi de içinizdeyken, (gerçeği) nasıl örtersiniz? Ve kim Allah'a sarılırsa, artık kesinlikle bir dosdoğru yola iletilmiştir.

102- Ey inanmışlar, Allah'a karşı O'ndan korunmanın gereğini hakkı ile yerine getirin. Ve siz teslim olanlardan başkası olarak ölmeyin.

103- Ve toplu olarak Allah'ın ipine sarılın ve ayrışmayın. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar iken, kalplerinizin arasını kaynaştırmıştı da böylelikle O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahlamıştınız. Ve siz o ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi oradan kurtarmıştı. Allah, doğruya iletilmeniz için kendisinin ayetlerini size böyle açıklıyor.

104- Ve sizden o hayra çağıran ve o benimsenene uygunu buyuran ve o yadırganandan vazgeçirten bir topluluk olsun. Ve işte onlar o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

105- Ve kendilerine o apaçık delillerin gelmesinden sonra, ayrışanlar ve aykırılaşanlar gibi olmayın. Ve işte onlar için bir şiddetli azap vardır.

106- O günde ağaran yüzler ve kararan yüzler vardır. Yüzleri kararmışlara gelince: "İnanmanızdan sonra (gerçeği) örttünüz mü? Öyleyse (gerçeği) örtmekte olmanız nedeniyle o azabı tadın" (denir).

107- Ve yüzleri ağarmışlara gelince, artık  Allah'ın rahmetindedirler. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

108- Bunlar, Allah'ın ayetleridir. Onları sana gerçekle peşi sıra okuyoruz. Ve Allah tüm insanlara haksızlık etmeyi istemiyor.

109- Ve o göklerdeki olan şeyler ve o yerdeki olan şeyler Allah'ındır. Ve o işler Allah'a döndürülür.

110- Siz, o insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı bir toplum oldunuz. O benimsenene uygunu buyurur ve o yadırganandan vazgeçirtir ve Allah'a inanırsınız. Ve eğer o kitabın halkı da inanmış olsaydı, kendileri için kesinlikle daha hayırlı olurdu. İçlerinden o inananlardan olsa da onların çoğu o itaatten çıkanlardır.

111- Onlar, sizi rahatsızlık verme dışında asla zorluk veremezler. Ve eğer sizinle öldürüşürlerse, size o arkalarını yöneltirler. Sonra yardım da edilmezler.

112- Allah'tan bir ipe ve o (inanan) insanlardan bir ipe (sarılmaları) dışında, nerede ele geçirilirlerse üzerlerine o aşağılanma vurulmuştur. Ve Allah'tan  bir hiddete yerleşmişler ve üzerlerine o durgunluk vurulmuştur. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini örtüyorlar ve o habercileri bir hakları olmaksızın öldürüyorlardı. İşte bu, karşı çıkmaları ve sınırı aşmaları nedeniyledir.

113- Hepsi denk değillerdir. O kitabın halkının içinde dimdik ayakta duran gecenin vakitlerinde boyun eğerek Allah'ın ayetlerini peşi sıra okuyan bir toplum vardır. 

114- Allah'a ve o sonraki güne inanır ve o benimsenenene uygunu buyurur ve o yadırganandan vazgeçirtir ve o hayırlarda birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar o düzgünlerdendir.

115- Ve hayırdan her ne yapıyorlarsa, on(un karşılığın)dan asla örtülmezler. Ve Allah, o korunanları en iyi bilicidir.

116- Şüphesiz ki (gerçeği) örtenlerin malları da ve çocukları da onları Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şeyle asla zenginleştirmez. Ve işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar sürekli kalıcıdırlar.

117- Onların bu şimdiki yaşamda  harcamakta olduklarının örneği, benliklerine haksızlık yapmış bir topluluğun ekinine eriştirilen, böylelikle onu yok eden kavurucu soğuğa sahip rüzgârın örneği gibidir. Ve Allah onlara haksızlık yapmadı. Fakat onlar benliklerine haksızlık yapıyorlardı.

118- Ey inanmışlar, sizden aşağıdakilere bir karındaş olarak tutunmayın. Onlar sizi bozguna düşürmekten geri durmazlar. Sizin şiddetli sıkıntıya düşmenizi arzu ettiler. Kinleri, ağızlarından (çıkan sözlerden) belli olmuştur. Ve göğüslerindeki gizlemekte oldukları ise, daha büyüktür. Eğer bağ kuranlardansanız, size o ayetleri kesinlikle açıkladık.

119- İşte siz onlarsınız ki, siz onları seversiniz oysa onlar sizi sevmezler ve siz o kitabın (Tevrat, İncil Kur'an) tamamına inanırsınız (oysa onlar inanmazlar). Ve sizinle karşılaştıkları zaman: "İnandık" derler. Ve yalnız kaldıkları zaman, size karşı olan o öfkeden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizle ölün. Şüphesiz ki Allah, o göğüslerin sahip olduğunu en iyi bilicidir."

120- Eğer size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Ve eğer size bir kötülük erişitirilirse, ona da  sevinirler. Ve eğer direnip gayret eder ve korunursanız, onların plânları size hiçbir şeyle zorluk veremez. Şüphesiz ki Allah, onların işlemekte olduklarını kuşatıcıdır. 

121- Ve hani sen o inananları o öldürüşme için duracakları yerlere yerleştirmek  için sabah ailenden erkenden ayrılmıştın. Ve Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

122- Ve Allah ikisine de yönelen olduğu halde, hani içinizden iki ekip yılgınlığa eğilim göstermişti. Ve o inananlar artık yalnızca Allah'ı görevlendirsinler.

123- Ve ant olsun ki Allah, siz (sayı ve teçhizat bakımından) alçalmış bir halde iken, size Bedir'de yardım etmişti. O halde Allah'a karşı korunun ki, şükretmiş olasınız.

124- Hani sen o inananlara: "O meleklerden indirilmiş üç bini ile Efendinizin sizi uzatması yetmez mi?" diyordun.

125- Evet. Eğer siz direnip gayret eder ve korunur ve onlarda size şu anda ansızın gelirlerse, o meleklerden işaretli beş bini ile Efendiniz sizi uzatacaktır.

126- 127- Ve Allah bunu size ancak bir müjde olması onunla kalplerinizin rahatlaması ve (gerçeği) örtenlerden bir ucun kökünü kazınması ve perişan olarak çevrilmesinden başkası için yapmamıştır. Ve yardım, ancak O en güçlü, O en bilge Allah'ın yanından başkasından değildir.

128- (Allah'ın) onlara (lütuf ile) dönme veya onları azaplandırma buyruğundan sana bir şey yok. Çünkü onlar haksızlık yapanlardır. 

129- Ve o göklerde olanlar ve o yerde olanlar, Allah'ındır. Kimi dilerse bağışlar ve kimi dilerse azap eder. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

130- Ey inanmışlar, o faizi katlanmış bir katlamayla yemeyin. Ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'a karşı korunun.

131- Ve korunun o ateşe karşı ki o, o (gerçeği) örtücüler için hazırlanmıştır.

132- Ve merhamet olunmanız için Allah'a ve o elçi'ye itaat edin.

133- Ve Efendinizden bir bağışlamaya, o korunanlar için hazırlanmış, onun boyutu o gökler ve o yer kadar olan bir bahçeye birbirinizle yarışın.

134- Onlar ki, o ferahlıkta da ve o zorlukta da harcarlar ve öfkelerini yutkunurlar ve o insanlardan (kusurlarını) silerler. Ve Allah o iyilik edenleri sever.

135- Ve onlar ki, bir hayasızlık veya benliklerine karşı bir haksızlık yaptıkları zaman, Allah'ı hatırlarlar da hemen arkaya takılı suçları için bağışlama isterler. Ve Allah'tan başka arkaya takılı suçları bağışlayan kimdir? Ve onlar yaptıkları üzerinde bile bile ısrar da etmezler.

136- İşte onların karşılığı, Efendilerinden bağışlama ve orada sürekli kalacakları altından o nehirler akar bahçelerdir. Ve (güzel işleri) o işleyenlerin iş karşılığı ne güzeldir.

137- Sizden önce yasalar gelip geçti. Artık o yerde dolaşın da, o yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın. 

138- Bu, o insanlar için bir açıklama ve o korunanlar için ise bir öğüt ve bir doğruya iletendir.

139- Ve yılmayın ve üzülmeyin, eğer inananlarsanız, üstün durumda olan sizlersiniz.

140- 141- Eğer size (şu anda Uhud'dan dolayı) bir yara dokunmaktaysa, o topluluğa da (önceden Bedir'de) kesinlikle onun örneği bir yara dokunmuştu. Bu günleri, inanmışları Allah'ın bilmesi ve içinizden tanıklar tutması ve Allah'ın inanmışları arındırması ve o (gerçeği) örtücüleri  mahvetmesi için, o insanların arasında devridaim ettiriyoruz. Ve Allah o haksızlığı yapanları sevmez.

142- Yoksa, içinizden güçlerini kullananları ve o direnip gayret edenleri Allah bilmeden, o bahçeye girivereceğinizi mi hesap ettiniz?

143- Ve ant olsun ki siz onunla karşılaşmadan önce, o ölüm dileğinde bulunuyordunuz. Onu (Uhud'da) kesinlikle gördünüz ve (ona atılmayıp) bakar durumda kaldınız.

144- Ve Muhammed bir elçiden başkası değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Eğer o ölür veya öldürülürse, siz ökçelerinizin üzerinde çevrilecek misiniz? Ve kim iki ökçesi üzerinde çevrilirse, Allah'a hiçbir şeyle asla zorluk veremez. Ve Allah o şükredenlerin karşılığını verecektir.

145- Ve bir benliğin, Allah'ın onayıyla bir sürelenmiş yazısından başka ölmesi olmadı. Ve kim bu şimdikinin ödülünü isterse, ona ondan veririz. Ve kim o sonrakinin ödülünü isterse, ona da ondan veririz. Ve o şükredenlerin karşılığını vereceğiz.

146- Ve haberci'den nicesi vardı ki, Efendiye adanan birçok kimse onun beraberinde öldürüşmüşlerdi. Onlar, Allah'ın yolunda onlara eriştirilenden ötürü, yılmamış ve zayıflık göstermemiş ve boyun eğmek istememişlerdi. Ve Allah o direnip gayret edenleri sever.

147- Ve onların sözleri: "Ey Efendimiz işimizdeki savurganlığımızı ve arkaya takılı suçlarımızı bağışla ve ayaklarımızı kalıcılaştır ve o (gerçeği) örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et" demelerinden başkası olmadı.

148- Bunun üzerine Allah onlara bu şimdikinin ödülünü ve o sonrakinin iyi ödülünü verdi.  Ve Allah, o iyilik edenleri sever.

149- Ey inanmışlar, eğer örtenlere itaat edecek olursanız sizi ökçeleriniz üzeri geri döndürürler de, böylelikle ziyan edenlere çevrilirsiniz.

150- Hayır, Allah sizin sahibinizdir. Ve O, o yardımcıların en hayırlısıdır.

151-  Hakkında bir yetki indirmediği şeyleri, Allah'a ortaklaştırmaları nedeniyle (gerçeği) örtenlerin kalplerini o korkuyla karşılaştıracağız. Ve onların sığınağı o ateştir. Ve ne sıkıntılıdır o haksızlık yapanların barınağı.

152- Ve Allah size olan o verdiği sözünü, O'nun onayıyla onları kırıp geçirmekte olduğunuz ve sevdiğiniz(zafer)i size göstermesinin arkasından yılgınlığa düştüğünüz ve buyruk konusunda birbirinizle çekişip karşı çıktığınız zamana kadar, ant olsun ki doğruladı. İçinizden kimi bu şimdikini istiyordu ve içinizden kimi de o sonrakini istiyordu. Sonra Allah sizi yoklamak için, onlar(a karşı savaşı kazanmaktan)dan geri çevirdi. Ve ant olsun ki (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizden (hatanızı) silmiştir. Ve Allah, o inananların üzerine bir lütuf sahibidir.

153- Hani siz hiçbirine dönüp bakmadan (dağa doğru) tırmanıyor ve Elçi de sizi arkanızdan çağırıyordu. Bunun üzerine Allah kaçırdığınız şeye ve size eriştirilene üzülmemeniz için sizi keder üstüne kederle ödüllendirdi. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi haber alıcıdır.

154- Sonra, o kederin arkasından üzerinize içinizden bir ekibi kaplayan güvenlik uykusu indirdi (böylece güveninizi kaybetmediniz). Ve sadece benliklerine eğilim gösteren bir ekip (iki yüzlüler) ise, Allah'a karşı gerçeğin dışında (yanlış) bir kanaat, o düşüncesizliğin kanaatini besliyorlar: "
(Savaşla ilgili) buyruktan bize bir şey (yetki) mi vardı ki (sorumluluğumuz olsun)diyorlardı. De ki: "Buyruğun tamamı Allah'a aittir." Onlar sana belli etmediklerini benliklerinde gizleyerek: "Eğer buyruktan bize de bir şey (yetki) olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Eğer evlerinizde olsanız bile, haklarında o ölüm yazılmış olanlar devrilecekleri yere kesinlikle meydana çıkardı." Ve Allah bunu sinenizde olanı yoklamak ve kalplerinizde olanı temizlemek için yaptı. Ve Allah, o göğüslerin sahip olduğunu en iyi bilicidir.

155- Şüphesiz ki o iki toplu birliğin karşılaştığı gün, içinizden (başka tarafa) yönelenleri, bazı kazandıkları nedeniyle o şeytan ancak ve ancak kaydırmak istemişti. Ve ant olsun ki Allah onlardan (hatalarını) sildi. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır yumuşak davranıcıdır.

156- Ey inanmışlar, o (gerçeği) örten ve kardeşlerine o yerde yolculuğa veya gazaya çıkanlar oldukları zaman: "Eğer yanımızda olsalardı, ne ölürler ve ne de öldürülürlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah bunu onların kalplerinde hayıflanmaya dönüştürmesi için (buyurmuştur). Ve Allah, yaşatır ve öldürür. Ve Allah, işlemekte olduklarınızı en iyi görücüdür. 

157- Ve ant olsun ki eğer Allah'ın yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'tan bir bağışlama ve bir rahmet, onların toplamakta olduğu şeylerden kesinlikle daha hayırlıdır.

158- Ve ant olsun ki ölür veya öldürülürseniz, kesinlikle Allah'a sürülüp toplanılacaksınız. 

159- Allah'tan bir rahmet nedeniyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer o kalbi sert ve kaba olsaydın, kesinlikle çevrenden dağılırlardı. Artık sen onlardan (hatalarını) sil ve onlar için bağışlanma iste ve buyruk hususunda onlarla danış. Kararlı olduğun zaman ise, artık Allah'a dayan. Şüphesiz ki Allah, (kendisine) dayananları sever.

160- Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi kimse yenemez. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa, artık O'ndan sonra size yardım edebilecek kimdir ki o? Ve o inananlar artık yalnızca Allah'a dayansın.

161- Bir haberci için ganimeti (kendisine) bağlaması olmadı. Ve kim ganimeti bağlarsa, o kalkışın günü bağladığıyla gelir. Sonra her benliğe kazandığı eksiksiz verilir. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

162- Allah'ın hoşnutluğuna takılan kişi, Allah'tan bir kızgınlığa yerleşen kişi gibi midir? Onun sığınağı cehennemdir. Ve ne sıkıntılıdır o dönüş.

163- Onlara Allah'ın yanında (farklı) kademeler vardır. Ve Allah onların işlemekte olduklarını en iyi görücüdür.

164- Ant olsun ki Allah o inananlara kendi benliklerinden kendisinin ayetlerini onlara peşi sıra okuyan ve onları arındıran ve onlara o kitabı ve o bilgeliği öğreten bir elçi harekete geçirmekle, büyük iyilikte bulunmuştur. Ve şüphesiz ki önceden onlar kesinlikle açıklanan bir sapkınlık içindeydiler.

165- Sizin (Bedir'de) onlara iki katını eriştirdiğiniz hoş olmayan bir durum, (Uhud'da) size eriştirildiğinde mi, "Bu nereden?" dediniz? De ki: "O benliklerinizin yanındandır." Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

166-167- Ve o iki toplu birliğin karşılaştığı günde size eriştirilen, Allah'ın onayıyla ve o inananları bilmesi ve ikiyüzlüleri bilmesi içindi. Ve onlara: "Allah'ın yolunda öldürüşün veya (kendinizi) savunun" denildiğinde: "Eğer öldürüşmeyi bilseydik, kesinlikle size takılırdık" dediler. O gün onlar inanmaktan daha çok o (gerçeği) örtmeye yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi ağızları ile söylüyorlardı. Ve Allah onların gizlediklerini en iyi bilendir.

168- Onlar ki, (evlerinde) oturdular ve (savaşta ölen) kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğru sözlülerseniz, o ölümü benliklerinizden haydi kaldırın."

169- 170- 171- Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri sakın ölüler olarak hesap etme. Aksine onlar yaşayanlardır, Efendilerinin yanında rızıklanmaktadırlar. Allah'ın, kendi lütfundan onlara verdiğiyle sevinirler. Ve onlar ardıllarından henüz kendilerine katılmayanlara, onlara kaygı olmadığını ve onların üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimet ve lütfu ve şüphesiz ki Allah'ın o inananların iş karşılığını kayba uğratmayacağını müjdelemek isterler.

172- Onlar ki, kendilerine o yaranın eriştirilmesinden sonra (savaş meydanından kaçmayarak), Allah'a ve o elçiyi (olumlu) cevaplandırdılar. Onların içlerinden iyilik edenlere ve korunanlara bir büyük iş karşılığı vardır.

173- Onlar ki, o (bazı) insanlar onlara: "İnsanlar sizin için (ordu) topladılar, artık onlardan endişelenin" dedi de (bu sözler) onların inancını artırdı ve: "Allah bize yeter ve ne güzel dayanaktır" dediler.

174- Böylelikle onlara bir kötülük dokunmadan, Allah'tan bir nimete ve lütfa çevrildiler ve Allah'ın hoşnutluğuna takıldılar. Ve Allah, bir büyük lütuf sahibidir.

175- İşte bu (insanlar), ancak ve ancak kendi yönelenleriyle sizi kaygılandıran o şeytandır. Eğer inananlarsanız, onlardan kaygılanmayın benden kaygılanın.

176- Ve o (gerçeği) örtmekte birbirleriyle yarışanlar, sakın seni üzmesin. Şüphesiz ki onlar Allah'a hiçbir şeyle asla zorluk veremezler. Allah, sonrakinde onları (cennetten) bir hisse sahibi yapmamak istiyor. Ve bir büyük azap, onlar içindir.

177- Şüphesiz ki o inanca karşılık o (gerçeği) örtmeyi satın alanlar, Allah'a hiçbir şeyle asla zorluk veremezler. Ve bir acı azap, onlar içindir

178- Ve (gerçeği) örtenler onlara verdiğimiz mühletin benlikleri için daha hayırlı olduğunu sakın hesap etmesinler. Biz onlara ancak ve ancak günahı artırmaları için mühlet veriyoruz. Ve bir önemsizleştirici azap, onlar içindir.

179- Allah, o murdarı o temizden ayırana kadar o inananları üzerinde bulunduğunuz (karışık) durumda bırakacak değildir. (Bunu yaparken de) size o algılanamayananın üzerini aydınlatmayacaktır. Fakat Allah elçilerinden kimi dilerse derleyip toplar. Öyleyse Allah'a ve O'nun elçilerine inanın. Ve eğer inanır ve korunursanız, artık bir büyük iş karşılığı sizin içindir.

180- Ve Allah'ın kendi lütfundan onlara verdiğine cimrilik yapanlar, bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu sakın hesap etmesinler. Aksine o (cimrilik), onlar için daha şerdir. O kalkışın günü kendisiyle cimrilik yaptıkları şey boyunlarına ağırlık olarak dolandırılacaktır. Ve o göklerin ve o yerin mirası Allah'ındır. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri  en iyi haber alıcıdır.

181- Ant olsun ki Allah: "Şüphesiz ki Allah, bir muhtaçtır ve biz ise zenginleriz" diyen (Yahudi) lerin sözünü işitmiştir. Bu dediklerini ve o habercileri bir hakları olmaksızın öldürmelerini (hesap gününde önlerine) kitap halinde koyacak* ve onlara: "O yakıp kül edicinin azabını tadın" diyeceğiz.

(*) Ayette geçen "senektübu" kelimesine "yazacağız" yerine "kitap halinde koyacağız" anlamı verme gerekçemiz, geçmişte işlenen bir cürümün zaten yazılmış olması sebebi iledir. İşlendiği anda yazılan bir amel, kıyamet gününde kitaplaşmış olarak herkesin önüne geleceği için böyle bir anlamı tercih ettik.

182- İşte bu, ellerinizin öncelediği nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, o kullara karşı asla haksızlık yapıcı değildir.

183- Onlar ki: "Şüphesiz ki Allah bize, onu o ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar, hiçbir elçiye inanmamamız konusunda antlaşma yaptı" dediler. De ki: "Benden önce elçiler o apaçık deliller, ve o dediğinizi size getirmişti. Eğer doğru sözlülerseniz, onları niçin öldürdünüz?"

184- Eğer seni yalanlarlarsa, senden önce o apaçık delilleri ve o yazılı metinleri ve o ışık verici o kitabı getirmiş olan elçiler de kesinlikle yalanlanmıştı.

185- Her bir benlik o ölümü tadıcıdır. Ve ancak ve ancak o kalkışın günü işinizin karşılıkları size eksiksiz verilecektir. Kim o ateşten uzaklaştırılır ve o bahçeye girdirilirse, artık o kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Ve bu şimdiki yaşam, o aldatıcının yararından başka birşey değildir.

186- And olsun ki mallarınızda ve benliklerinizde mutlaka yoklanacak ve and olsun ki sizden önce o kitap verilmişler ve  ortaklaştıranlardan birçok rahatsızlık işiteceksiniz. Ve eğer direnip gayret eder ve korunursanız, artık şüphesiz ki işte bu, o işlerin kararlısındandır.

187- Ve Allah bir zamanlar o kitap verilmişlerden: "Onu o insanlara kesinlikle açıklayacak ve onu gizlemeyeceksiniz" diye, yeminle bağlanmış söz almıştı. Buna rağmen onlar, sözlerini (umursamayarak) sırtlarının ötesine atmışlar ve onu az bir bedele satmışlardı. Satın almakta oldukları şey ne sıkıntılıdır.

188- Sakın hesap etmeyesin ki, getirdikleri(kötülükler) ile sevinenler, yapmadıkları (iyilikler) ile övülmeyi sevenler, evet sakın onları hesap etmeyesin ki o azaptan kurtulacaklardır. Ve bir acı azap onlar içindir.

189- Ve o göklerin ve o yerin hükümranlığı Allah'ındır. Ve Allah, her şeyin üzerine en doğru ölçü  koyucudur.

190- Şüphesiz ki o göklerin ve o yerin takdir edilişinde, o gece ve o gündüzün aykırılaşmasında, o temiz akıl sahipleri için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

191-192-193- 194-  Onlar ki, ayaktayken ve otururken ve yanları üzereyken (yani her durumda), Allah'ı hatırlarlar ve o göklerin ve o yerin yaratılışı hakkında düşünürler. (Ve derler ki): "Ey Efendimiz, sen bunu geçersiz yere takdir etmedin. Sen her türlü eksiklikten uzaksın, artık bizi o ateşin azabından koru. Ey  Efendimiz, şüphesiz ki sen kimi ateşe girdirirsen, kesinlikle sen onu rezil duruma düşürmüşsündür. Ve o haksızlık yapanların hiçbir yardımcıları yoktur. Ey Efendimiz, şüphesiz ki biz, 'Efendinize inanın' diye o inanmaya seslenen bir sesleniciyi işittik de hemen inandık. Ey Efendimiz, artık bizim arkaya takılı suçlarımızı bağışla ve bizden kötülüklerimizi ört ve bizim ömrümüzü iyi ve o erdemlilerin beraberinde tamamla. Ey Efendimiz, bize elçilerine (itaatin karşılığında) söz verdiğini ver ve o kalkışın günü bizi rezil duruma düşürme. Şüphesiz ki sen o verdiğin söze aykırılaşmazsın."

195- Bunun üzerine Efendileri de onların çağrılarını (şöyle) cevaplandırdı: "Şüphesiz ki ben, içinizden erkekten veya kadından hiçbirinin işleyenin işini kayba uğratmam. (Çalışmasının karşılığını almakta) bazınız bazınızdandır (farkınız yoktur). Onlar ki göç ettiler ve yurtlarından çıkarıldılar ve benim yolumda rahatsızlığa uğratıldılar ve öldürüştüler ve öldürüldüler. And olsun ki kötülüklerini onlardan mutlaka örteceğim ve Allah'ın yanından bir ödül olarak altlarından o nehirler akar bahçelere girdireceğim. Ve Allah, ödülün iyisi O'nun yanındadır."

196- 197- O (gerçeği) örtenlerin yörelerde çevrilip durması sakın seni aldatmasın. Pek az bir yararlanmadır, sonrasında sığınakları cehennemdir. Ve ne sıkıntılıdır o döşek.

198- Fakat Efendilerinden korunanlar için Allah'ın yanından bir ikram olarak, orada sürekli kalacakları altından o nehirler akar bahçeler vardır. Ve Allah'ın yanında olan şey, iyi ve o erdemliler için daha hayırlıdır.

199- Ve şüphesiz ki o kitabın halkından kimi vardır ki, Allah'a ve size indirilmiş şeye ve kendilerine indirilmiş şeye Allah'a saygı duyarak inanırlar, Allah'ın ayetlerini az bir bedele satmazlar. İşte onlar var ya, onların iş karşılığı Efendilerinin yanındadır. Şüphesiz ki Allah'ın o hesabı çok hızlıdır.

200- Ey inanmışlar, direnip gayret edin ve direnip gayret etmekte birbirinizle yarışın ve birbirinize bağlı olun ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'a karşı korunun.


1 Ocak 2019 Salı

Al-i İmran s. 175. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 175. ayetini, karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir okuyucu, bu ayetin iki farklı şekilde yapılmış çevirisini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde bir düşünce içine girecektir. Yazımızda, bu ayetin iki farklı çeviriden hangisinin daha isabetli olduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin, Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

1.  İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

2. O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayınız benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz.

Çevirilerdeki farklılık, altını çizgi ile belirttiğimiz cümlededir.

İki farklı çeviriden birisinin doğru, diğerinin yanlış olduğu şeklinde bir iddiadan öte, hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde fikir belirtmeye çalışacağımızı baştan söylemek isteriz. Çünkü her iki farklı çevirinin de, Arap dili ve tefsir kuralları açısından dayanakları olduğu için, birisine doğru, diğerine yanlış demenin imkanı yoktur.

Kanaatimizce, bu ayetin hangi çevirisinin daha isabetli olduğunun anlaşılabilmesi için, surenin 173. ayetinden itibaren bir okuma yapılması gerekmektedir. 

[003.173]  İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.

[003.174] Bunun üzerine kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

Al-i İmran s. 173. ayetine baktığımızda, Ennas (İnsanlar) olarak ifade edilen şahıslar Müslümanlara, "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" diyerek, onlara korku aşılamak istemektedir. Bu sözü söyleyenlerin amacının, Müslüman toplum üzerinde bir korku yaymayı amaçlayanlar olduğu, ve bu kimselerin ise, Müslümanlardan olmadığı açıktır. Kanaatimizce bu cümle 175. ayeti anlamanın anahtarıdır.

173. ayette geçen bu insanlar, 175. ayette Eşşeytanü olarak ifade edilmektedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insan cinsinden olan Şeytan'ın, Müslümanları bir başka topluluk olan düşmanlarından korkmalarını söylediği anlaşılmaktadır. Bu noktada Müslümanlara korkmalarını söyleyenler ile, korkmaları gerekenler arasında bir yakınlık olduğu unutulmamalıdır. Ayet bu yakınlığı Veli kelimesinin çoğulu ile ifade etmektedir.

175. ayet içinde geçen, "Onlardan korkmayın, benden korkun" cümlesinin, ilk cümlesi olan إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi ile, uyum arz etmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin, "Onlardan korkmayın, benden korkun" şeklinde bir emir vermiş olması, ayetin ilk cümlesinde Müslümanların birilerinden korkutulmaya çalışıldığının anlaşılması için yeterli bir ipucudur. 

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, 1. şıktaki gibi, " İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur" şeklinde çevrildiği zaman, ikinci cümledeki "onlardan korkmayın" emri ile kanaatimizce uyum arz etmemektedir.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, şayet 2. şıktaki gibi, "O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor" şeklinde çevrildiğinde, ikinci cümledeki, "onlardan korkmayın" emri ile uyum arz etmektedir. Çünkü ilk cümlede 173. ayette insan geçen, 175. ayette ise  Şeytan olarak vasıflandırılan kimsenin, Müslümanları birilerinden korkutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlardan sonra kanaatimizce, Al-i İmran s. 175. ayetinin çevirisinin, 2. şıkta verdiğimiz "O şeytan, sizi mutlaka dostlarından korkutuyor. Bina-enaleyh onlardan korkmayınız Benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Aralık 2018 Salı

Al-i İmran s. 153. Ayeti: Muhammed (a.s) ın Sözünü Dinlemeyen Sahabe kafir mi Oldu?

Son yıllarda din konusunda Kur'an'ın hakem bir kitap olması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşması, Kur'an dışında hakem kitaplar edinmiş olan bazı kimseleri rahatsız etmekte, rivayet kültürü tarafından oluşturulmuş olan dini inancın elden gitmemesi için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olduğu iddia edilen hadislerin ikinci derecede yer alması, sadece sözde kalmış, hadisler ilk sıraya yerleşmiş, Kur'an ise hadislerin gölgesi altında kalmış, bazı ayetleri ise Kur'an ile uyuşmayan rivayetler baz alınarak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline getirilmiştir.

Burada dikkati çekmek istediğimiz asıl nokta, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişki arz etmeyen rivayetler değil, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen, fakat Kur'an ile çelişen rivayetlerdir. Pek tabiidir ki bu tür rivayetlerin Muhammed (a.s) a ait olması asla mümkün değildir.

Hadis konusu üzerinde tartışma açıldığında, hadis taraftarı olan bir Müslümandan duyabileceğimiz söz olan, "Sahih hadisi inkar eden kafir olur" iddiasının ne kadar doğru olabileceğini,  hakem kitap (Enam s 114) olması gereken Kur'an'dan öğrenmeye çalışmak bu yazının konusu olacaktır.

Bilindiği gibi Uhut harbi Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış, bu harp ile ilgili ayetler ise Al-i İmran suresi içinde mevcut bulunmaktadır. Surenin 153. ayeti bizlere aynı zamanda hadis konusuna bakış açımızın nasıl olabileceği yönünde de önemli bir ipucu vermektedir.

-----Al-i İmran s. 152- Allah size verdiği (yardım) sözünü, ta ki onun izni ile onları bozguna uğratana, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşeyerek(savaş taktiğine uymayıp) ayrılığa düştünüz, isyan ettiniz. Çünkü sizden ölümden sonraki günü isteyen olduğu gibi, dünyayı isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi yıpratıcı bir imtihana tabi tutmak için, onlar(a karşı galebe çalmak)dan geri çevirdi (siz onlara mağlup oldunuz). (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizi affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.

-----Al-i İmran s. 153- O vakit Resul sizi arkanızdan çağırırken siz, hiç kimseye bakmadan (dağa doğru) yukarı kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen (hezimet)e üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Al-i İmran s. 152. ve 153. ayetlerinden öğrendiğimize göre, savaşın başlarında düşmana karşı galip gelen Müslümanlar, kendilerine verilen savaş taktiğine uymayarak ganimet peşine düşmüşler, bunu fırsat bilen düşman ordusu ise onları bozguna uğratmıştır. Bu meyanda ise Muhammed (a.s)  bozguna uğrayarak kaçan ordusunun arkasından seslenmekte, onun bu seslenişini duyan ashabı ise, onu dinlemeyerek savaş meydanından kaçmaktadır.

Amacımız, bu durumdan bir çıkarsama yaparak, bazı Müslümanların hadislere karşı olan tutumumu konusundaki yanlışlarına dikkat çekmeye çalışmaktır.

Ayete dönecek olursak, Müslüman ordusuna Muhammed (a.s) tarafından yapılan "Kaçmayın, geri dönün" şeklinde yapılan çağrının literatürdeki adı "Hadis" tir. Yani Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bir sözdür. Savaşın din adına yapıldığını dikkate aldığımızda bu sözde din adına söylenmiş, fakat ashab bu söze rağmen yine hadisi dinlemeyerek savaş meydanından kaçmıştır. 

Günümüzde bazı kimseler için söylenen söz ile bu durumu ifade edecek olursak: Ashap Muhammed (a.s) ın hadisini inkar ederek, resmen hadis inkarcısı olmuştur.

Allah (c.c)  ise bu duruma karşın, Muhammed (a.s) ın hadisini kabul etmeyen yani ret eden ashap için yine de "Allah inananlara karşı lütufkardır" buyurarak, onların üzerinde bulunan iman gömleğini çıkararak, onları Kafir olarak niteleMEmekte, onları yaptıkları bu yanlışa rağmen yine de iman edenler kategorisinde değerlendirmektedir.

Şimdi de hadis ehlinin ağzında dolanan  SAHİH HADİSİ İNKAR EDEN KAFİRDİR iddiasını, bu ayet ışığında değerlendirmeye çalışalım.

Sahih hadisin tarifi genelde, "Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şazz ve muallel olmayan hadise sahih denirşeklinde yapılmaktadır. Böyle olduğu iddia edilen bir hadisi ret etmek ise, hadis ehli nazarında kişinin kafir olmasını gerektirmektedir.

Şimdi sorarız: Ashabın, muttasıl senetli bir ravi zinciri olmadan, ilk ağızdan Muhammed (a.s) dan duyduğu bir sözün gereğini yerine getirmemesi, yani ret etmesi, onları kafir yapmıyor da, vefatından yıllar sonra kayda geçmiş, ravilerin muteber olup olmadığı hadis toplayıcılarının belirlediği kriterlere göre yapılmış bir hadisin ret edilmiş olması, neden bugün bizleri kafir yapıyor?. 

Kaldı ki hiçbir Müslüman bir hadis hakkında, "Ben bu sözü Muhammed (a.s) söylemiş olsa dahi kabul etmem" şeklinde küstahça bir ifade kullanmaz iken, duyduğu bir hadis hakkında kendisince doğru olduğunu düşündüğü kriterlere göre sadece, "Böyle bir sözü Muhammed (a.s) söylemez" dediği için kafir olarak yaftalanmaktadır.

Hadis usulünde, kişilerin belirlediği kriterlere göre yapılmış olan sahih hadis tarifi üzerinden, insanları küfür yaftası ile yaftalamak, en hafif ifadesi cahillikten başka bir şey olamaz. 

Bir kişinin kafir olmasını gerektiren bir durum böyle bilgi değeri şüpheli olan kaynak ile değil, bilgi değeri kesin olan kaynak ile belirlenebilir. Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi İslami terimlerin hoyratça kullanılması, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyen en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar arasındaki baktığımızda, ortak değerimiz olan Kur'an'ın ihtilaflı konularda hakem olarak tayin edilmemiş olmasından doğan konulardaki anlaşmazlıklar olduğu görülecektir.

Söylemiş olma ihtimali, söylememiş olma ihtimalinden daha yüksek olduğu düşünülen sahih hadisin tarifinde, her iki ihtimali de mevcut olan bir hadisin ret edilmesi, kişiyi kafir yaptığı iddia edilirken, söylenmiş olduğu kesin olan ve ashabın birebir duyduğu bir sözün işitildiği halde onları kafir yapmamış olmasını, hadis taraftarları dikkate almalılar, kişilere göre belirlenmiş kriterler üzerinden kimseyi yaftalama hakları olmadığını bilmelidirler.

Gerçek sahih hadis, ashabın aracısız olarak ravi zinciri olmadan, Muhammed (a.s) ın ağzından duyduğu sözdür.

Buna göre bugün elimizde bulunan rivayetlerin hiç biri, ismi üzerinde sorgulanamazlık damgası vurulmuş kitapta olursa olsun, sahih kategorisine konulması mümkün değildir. Bu iddiamızla bütün rivayetlerin çöpe atılması gerektiğini iddia ediyor olmadığımızı hatırlatmak yerinde olacaktır. Söylemek istediğimiz, bu kadar yumuşak bir zemine oturmuş olan rivayetleri, Kur'an'a eş değer hatta ondan üstün görerek, ret edilmesini küfür alameti olarak görmenin yanlış olduğudur.

Bu noktada Kur'an'ın da bize rivayet yolu geldiği, hadis rivayetleri konusundaki itirazlarımızın, Kur'an içinde neden geçerli olamayacağı sorusu sorulabilecektir.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki Kur'an indiği anda yazıya ve hafızalara dökülmüştür, Hiçbir Kur'an ayeti üzerinde, Sahih ayet veya Sahih olmayan ayet gibi tartışmalar asla yapılmamıştır. İslam dünyasının neresine giderseniz gidin çok cüzi farklılıklar hariç, bütün mushaflar aynıdır. Hiç bir İslam beldesinde, elimizdeki mushafın dışında kalan veya bazı mushaflarda olan, bazı mushaflarda olmayan ayetler bulunmamaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


2 Aralık 2018 Pazar

Kur'an'daki Bazı Ayetlerde Geçen "Vennasi Ecmaine" İfadesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Türkçe çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi de, herhangi bir ayete verilen anlamda, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemiş olmasından doğan mantıksal hatalar sonucunda, okuyucunun kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Okuyucunun kafasında oluşmuş olan bu soru işaretleri, sadece bir parantez açılmak sureti ile giderilebilecek iken, bir çok Kur'an çevirisinde bunun yapılmamış olduğunu görmekteyiz. Yazımızda Kur'an içinde 4 yerde geçen "Vennasi Ecmaine" (Bütün insanların) ifadesinin çevirisindeki eksikliğin yol açabileceği bazı soru işaretlerinin nasıl giderilebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu ifadeler Kur'an'ın Bakara s. 161., Al-i İmran s. 87., Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetlerinde geçmektedir.

Bakara s. 161. ayetinin orjinal metin ve meali:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

Al-i İmran s. 87. ayetinin orjinal metni ve meali:

أُولَٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Bu iki ayette, inkar edenlerin alacağı karşılıktan bahsedilerek, onlara bütün insanların da lanet edeceği belirtilmektedir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerin aşağı yukarı tamamının yukarıdaki ayet mealleri doğrultusunda çevrilmiş olduğunu gördük.

Bu şekilde yapılmış olan ayet meallerini okuyan bir okuyucunun kafasında haklı olarak, "İnkarcıların da lanet etmeye nasıl hakları olabilir?" şeklinde bir soru oluşabilecektir. Kur'an'a baktığımzda cehennemde inkarcıların birbirlerini lanetlemelerinden bahsedilmesine karşı, bu ayetlerdeki lanetleme konusunun birbirlerini lanetlemeleri ilgili olmadığını düşünmekteyiz. 

Kanaatimizce "Bütün insanlar" ile kast edilmek istenilen mü'min olsun kafir olsun bütün insanlar değil, sadece mü'min insanların tamamıdır. Bu kanaatimize delil olarak ise Bakara s. 159. ayetini gösterebiliriz.

[002.159]  İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ayet içinde geçen Ellainune (lanet ediciler) ifadesinin kimleri kapsamı altına aldığı şeklindeki yorumlara baktığımızda, bu alana meleklerin ve iman edenlerin girdiği şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumu dikkate alarak her iki ayette geçen Vennasi ecmain ifadesinin "İman etmiş olan bütün insanlar" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayetlerin meallerine parantez içinde (inanmış olan) şeklinde yapılacak olan bir izah, oluşabilecek olan kafa karışıklığını gidermek noktasında faydalı olacaktır.

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve (inanmış olan) bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve(inanmış olan) bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Diğer iki ayetimiz ise, Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetleridir. Bu ayetlerin orjinal metni ve meali ise şöyledir:

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.»

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Bu ayetlerin bu şekilde yapılmış olan çevirilerini okuyan bir kimsenin zihnine, insanların tamamının cehenneme mi gireceği sorusu haklı olarak takılacaktır. Ancak Kur'an bize kimlerin cehenneme gireceği konusunda pek çok ayetinde bilgi vermektedir.

[007.018]  Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi.

[038.085] Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.

Bu ayetlerin çevirilerine, (inkar edenler ile) şeklinde açılacak bir parantez, oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini gidermekte faydalı olacaktır.

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan (inkar edenler ile) dolduracağım.»

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün(inkar eden) insanlar ve cinlerden cehennemi  elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Sonuç olarak: Kur'an'ın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı eksik ve yanlış anlamaların önünü almak için parantez açmanın yararı olduğunu düşünmekteyiz. Buna örnek olarak Kur'an içinde geçen 4 tane ayetin çevirilerinde okuyucunun zihnine takılabilecek muhtemel soruların önü, bu türden parantezler açılmak sureti ile alınabilir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

31 Ekim 2018 Çarşamba

Caner Taslaman'ın Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. Ayetlerinin Çevirilerinde Hata Yapıldığı İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Bazı yazılarımızda Kur'an ayetlerinin çevirilerinde yapılan hatalara dikkat çekerek, doğru ve isabetli bir çevirinin hangisi olabileceği üzerinde tekliflerimizi paylaşmaya çalıştığımız malumdur. Bu yazımızda ise, Prof. Dr. Caner Taslaman tarafından ortaya atılan Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinin çevirilerinde hata olduğu iddiası üzerinde durarak, sayın hocanın iddialarını değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle sayın hocanın iddiasının dile getirdiği videoyu paylaşacak, sonra ise ilgili ayetlerin metnini ve meallerini vereceğiz.



Nahl s. 15. ayetinin metni ve meali:

وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

Enbiya s. 31. ayetinin metni ve meali:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

Lukman s. 10. ayetinin metni ve meali: 

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ

O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Paylaştığımız videoda Prof. Dr. Celal Şengör, Kur'an'ın dağların yaratılma amacının yeryüzünü sarsmaması olduğuna dair olan beyanının yanlış olduğunu, yani Kur'an'da hata olduğunu dile getirmekte, bu iddiaya karşılık olarak Caner Taslaman ise, ilgili ayetlerin çevirilerinin yanlış olduğunu iddia ederek, Kur'an'da herhangi bir hatanın olmadığını, hatanın bu ayetleri yanlış olarak çevirenlerde olduğunu dile getirmektedir.

 Caner Taslaman, ilgili ayetlerde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin herhangi bir olumsuzluk işareti olmamasına rağmen "Sizi sarsmasın diye" çevrilmiş olmasının hatalı olduğunu, aslında bu kelimenin videoda lafzen dile getirmemiş olmasa dahi, sözlerinden anlaşıldığı üzere "Sizi sarssın diye" veya "Sizi sarsması için" şeklinde çevrilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Bizim kanaatimiz, ilgili kelimenin çevirisinde herhangi bir sorun olmadığı yönünde olup, olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerin yanı sıra bu kelimenin anlamına sadık kalınarak yapılan çevirileri de görmek mümkündür. 

[Nahl s. 15] Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı) . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.

[Enbiya s. 31]  Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açtık, tâ ki maksatlarına erebilsinler.

[Lukman s. 10] Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz, gökten su indirip orada her sınıf bitkiler yetiştirmişizdir.

Görüleceği üzere bu çevirilerde أَنْ تَمِيدَ kelimesi "Sizi sarsar diye" şeklinde, yani metne sadık kalarak çevrilmiştir. Bu kelimeye verilen "Sizi sarsmasın diye" veya "Sizi sarsar diye" şeklindeki çevirilerin her ikisi de doğrudur. 

Bu anlamı bizim dilimizde kullandığımız şekli ile ifade edecek olursak;

"Eve hırsız girer diye kilit taktırdım" cümlesindeki söz ile ifade etmek istediğimiz anlam aslında, "Eve hırsız girmesin diye kilit taktırdım" demektir.

"Yolda düşerim diye dikkatli yürüyorum" diyen birisi aslında, "Yolda düşmemek için dikkatli yürüyorum" demek istiyordur. 

"Çocuğum hasta olur diye doktora götürüyorum" diyen birisi aslında, " Çocuğum hasta olmasın diye doktora götürüyorum" demek istiyordur.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak söylemek istediğimizi bu örnekler yeterince özetlemektedir. Örneklerdeki her iki ifade tarzı ile, أَنْ تَمِيدَ kelimesi ile ifade edilmek istenilen şey aynıdır. 

Caner Taslaman'ın bu ayetlerin çevirilerindeki hata olduğu iddiası, Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir çalışma sonucu ortaya atılmadığı açıktır. Bir an için Caner Taslaman'ın ilgili ayetlere verilen meallerin yanlış olduğunu, Taslaman'ın أَنْ تَمِيدَ kelimesine verilmesini istediği "Sizi sarsması için" şeklindeki çeviri teklifinin doğru olduğunu kabul edip, ilgili ayetlere onun doğru dediği şekilde anlam vererek, bu iddiasının Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında ne derece doğru olabileceğini ortaya koymaya çalışalım.

  ------Nahl s. 15- Sizi sarsması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

------Enbiya s. 31- Onları sarsması için yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

------Lukman s. 10- O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsması için yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Şimdi de bu çevirilerin doğru olabileceğini bir an için kabul ederek, Kur'an'da bu kalıpta geçen başka ayetlere de Caner Taslaman'ın teklif ettiği anlamı verelim. Çünkü teklif edilen çevirinin Kur'an bütünlüğü içinde uygun olması, aynı ifade kalıbı içindeki diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz etmemesi gerekmektedir,

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ ۖ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا ۚ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

[Enam s. 25] İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.

[Enam s. 25]  İçlerinden seni dinleyenler de vardır, fakat biz, onu anlamamaları için kalblerinin üstüne örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, bütün delilleri görseler bile yine ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle tartışırlar. Ve o kâfirler: «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler.

Enam s. 25. ayetinde geçen أَنْ يَفْقَهُوهُ  kelimesi (bu kelime ayrıca İsra s. 46, Kehf s. 57. ayetinde de geçmektedir) yukarıda verdiğimiz iki ayrı meal örneğinde görüleceği üzere ki her ikisi de doğrudur, "onu anlarlar diye" ve "onu anlamamaları için" şeklindeki anlam yerine, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi bu ayete uyguladığımız zaman ayetin anlamı " İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlasınlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir." şeklinde olması gerekecektir ki, böyle bir anlamın doğru olabileceğini Caner Taslaman dahi kabul etmeyecektir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir kaç örnek daha verebiliriz. 

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik dersiniz diye) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Araf s. 172. ayetinde geçen أَنْ تَقُولُوا kelimesi, meallerde "Demeyesiniz diye" veya "Dersiniz diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik diyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik demeniz için) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir örneğimiz Taha s. 94. ayetidir.

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» dersin diye korktum.» dedi.

Bu ayette geçen أَنْ تَقُولَ kelimesi, meallerde, "Demeyesin diye" veya, "Dersin diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» diyesin diye korktum.» dedi.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz Hac s. 65. ayetidir.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Bu ayette geçen  أَنْ تَقَعَ kelimesi, meallerde, "Düşmemesi için" şeklinde çevrilmesine karşın, tam çevirisi "Düşer diye" şeklindedir. Ancak meallerde gördüğümüz "Düşmemesi için" şeklindeki anlam da doğrudur. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmesi için  (veya yere düşsün diye) göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz ise Fatır s. 41. ayetidir.

إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ۚ وَلَئِنْ زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِنْ بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Bu ayette geçen أَنْ تَزُولَا kelimesi,  "Zeval bulurlar diye" çevrilmektedir. Yani "Zeval bulmasınlar diye" şeklinde bir anlama sahiptir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir. 

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulsunlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Yine bu ayete Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi uyguladığımızda ayetin çevirisinin alacağı halin asla kabul edilemeyecek bir anlama dönüştüğü görülecektir.

Verdiğimiz bu ayet örneklerinden görüleceği üzere, ayetlerde geçen أَنْ edatı sebep bildirmektedir. Fakat bu sebebin anlama yansıması bazen olumsuz anlam verilmesi sureti ile gerçekleştiği için sayın Taslaman yanılmaktadır. Olumsuzluk anlamı verilmesinin yanlış olduğunu لَا ekinin olmamasına bağlamaktadır. Fakat o ayetlerin başka çevirilerinin olumsuzluk içermeden de çevrildiği görülebilir.

Bütün bunlardan sonra, "Öyleyse Kur'an'da hata mı var?" sorusu zihinlere takılabilecektir.  Kur'an'da asla hata yoktur. Celal Şengör tarafından ortaya atılan iddia, bugün bilim tarafından  "Doğru" olarak kabul edilen veriler olup, aynı bilimin yarın bu verileri "Yanlış" olarak kabul etmeyeceğini kim garanti edebilir?. 

Kur'an'ın bir bilim kitabı olmadığı da ayrıca hatırdan çıkarılmamalıdır. Kur'an 1500 yıl önce yaşayan insanlara, onların algıları ve bilgi düzeyleri üzerinden hitap eden, onları Allah'ın kudretine delalet eden kevni ayetlere dikkat çeken bir kitaptır. Bilimsel Veri olarak kabul edilen bilgilerin zaman içinde birbirine zıt görüşler ürettikleri de bu noktada unutulmamalıdır. Şayet bilim yarın çıkıp Kur'an'ın verileri doğrultusunda bir görüş öne sürecek olursa, bu görüşlere ne diyebileceğiz?. 

Kur'an ayetlerinin çevirilerinde hata yapıldığı bir gerçektir. Ancak bu hata iddiası, üstünkörü bir iddia olarak ortaya atılmamalıdır. Kelime anlamlarının doğruluğu dikkatli bir şekilde incelenmeli, bu doğruluğun Kur'an bütünlüğünde sağlaması yapılmalı, ondan sonra iddia dile getirilmelidir.

Burada ayrıca şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Arapça da  أَنْ edatı farklı anlamlara gelebilmektedir. Bu edatın geçtiği ayetler incelendiğinde, Caner hocayı haklı çıkarabilecek bir anlam da ortaya çıkabilecektir. Fakat olayı sadece gramer açısından değil, Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. ayetlerinin içeriği açısından baktığımızda onun, teklif ettiği anlam maalesef  oturmamaktadır. Çünkü bu ayetlerin içeriği Allah (c.c) nin insana yeryüzünde sağladığı bazı faydalara dikkat çekmektedir. Ayetlere şayet "Sizi sarsması için" anlamı verdiğimizde fayda değil, zarar ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak: Caner Taslaman tarafından iddia edilen Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin çevirilerinde herhangi bir sıkıntı olmadığı gibi, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çevirinin, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak sağlaması yapıldığında kendisi tarafından bile kabul edilemez olduğu görülecektir. Kur'an ayetlerinin çevirilerinin doğruluk veya yanlışlığı, günlük bilimsel verilere göre ölçmek doğru bir yaklaşım değildir. Yine aynı şekilde bazılarına şirin görünmek gibi kaygılar içinde yapılan Kur'an çevirileri de kitabın kendi içindeki anlam örgüsünü bozacağı dikkate alındığında ne derece sakıncalı olduğu ortadadır. 

Biz sayın Caner Taslaman tarafından ortaya konulan iddianın Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında, anlam örgüsünü nasıl bozabileceğini örnekleri ile ortaya koymaya çalıştık. Dağların depremi önlemesi veya deprem doğurması bu yazının konusu değildir.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.