Musa(as)
kıssası; Kur'an'da en fazla yer tutması itibarı ile mesaj taşıyan
kıssaların başında gelmektedir. Musa(as)'nın kavmi olan İsrailoğulları
prototip bir kavim olarak Kur'an'da yerini bulmuş, müstaz'af ve
müstekbirlerin, arz üzerine konulmuş olan yasalar gereği nasıl başarıya
ulaştıkları veya nasıl fesadlarına son verildiği, bu kavim üzerinden
yaşanmış canlı örnekleri ile anlatılmıştır.
İsrailoğulları kavmini;
1- Müstaz'af oldukları zamanlar (Firavun zulmü altında inledikleri zamandan, denizin karşı kıyısına kadar geçen zamana kadar),
2- Müstekbir oldukları zamanlar (denizin karşı kıyısından, tâ ki Müslümanlar ile karşılaştıkları Medine'ye kadar)
şeklinde
iki ayrı bölüm başlığı içinde inceleyerek, Allah(cc)'ın koymuş olduğu
yasaların işleyişlerinin canlı örneklerini bu kavim üzerinden
okuyabiliriz.
Allah(cc)'ın koymuş olduğu
yasaların işleyişinin bu kavim üzerinden anlatılması demenin, bu
yasaların sadece bu kavme özgü bir işleyişi olduğu zannedilmemelidir.
İsrailoğulları'na uygulanan zulmü veya İsrailoğulları'nın yaptığı fesadı
yapan bütün uluslar ve iktidarlar yasa gereği yıkılmaya mahkumdur.
KASAS
4 ve 5 ayetleri; müstekbirlerin Firavun'un şahsında nasıl yıkıldığı,
müstaz'afların İsrailoğulları şahsında nasıl bir yasa ile feraha
çıktıklarının anlatıldığı ayetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an
kıssaları sadece yaşanmış bitmiş hikayeler olarak okunduğunda, Kur'an'ın
bu tür mesajlarını maalesef anlama imkanı yoktur.
İsrailoğulları'nın Firavun zulmü altında inlediği zamanı
hatırlayacak olursak; Kur'an ayetlerinden anlaşılacağı üzere, onlara
büyük bir soykırım uygulanmakta idi. Musa(as) ve kardeşi Harun(as);
kavimlerini Firavun zulmunden kurtarmak için Allah(cc) tarafından
gönderildiler. Firavun bu elçilerin itaat isteklerini red ederek
sihirbazları ile Musa(as)'yı düelloya davet etti ve sonuç olarak
sihirbazlar "Musa(as) ve Harun(as)'un rabbine iman ettik" diyerek
secdeye kapandılar. Bunu takip eden olaylarda İsrailoğulları'na yeniden
bir soykırım başlamış ve yıllarca süren büyük bir sıkıntı ile karşı
karşıya gelmişlerdir.
Yıllar süren bu dönem içinde nasıl bir strateji takip ederek çalışmaları gerektiği YUNUS 87 ayetinde şöyle beyan edilmiştir;
[010.087]
Biz de Musa ile kardeşine şöyle vahyettik. «Kavminiz için Mısır'da bir
takım evler hazırlayın, evlerinizi kıble edinin ve salatı ayakta tutun!
Bir de mü'minleri müjdele!
Allah(cc)'ın
İsrailoğulları'na vahyetmiş olduğu bu çalışma şekli, zulüm altında olan
insanların zalimlerin eline geçmemek için yürütmesi gereken bir çeşit
yeraltı faaliyeti olup; İsrailoğulları denizin karşı kıyısına kadar
geçen yıllar içinde uğradıkları zulmü bertaraf etmek için bu tür bir
çalışma içinde olmuşlardır.
Bizler Musa(as)
kıssasını güncel mesajları olan bir kıssa olarak okumadığımız için,
yaşanmış olayların bizler için nasıl bir mesaj taşıdığını pek
düşünmemekteyiz. Şayet bu anlatımların mesaj içerikli olduğunu anlar ve
öyle bir metod ile okursak, kıssalar bizlerin hayatı içinde birer işaret
taşı olacaktır. İsrailoğulları'nın denizin karşı kıyısına geçmelerine
kadar geçen zaman içinde mücadele içinde bir hayat geçirdikleri bu
ayetten anlaşılmaktadır.
Allah(cc), koyduğu
yasa gereği kullarına yardım etme kuralını; o kulun çalışma ve gayret
etme şartına bağlamış olup, kulları arasında "mü'min" veya "kafir"
şeklinde bir ayrım yapmaz ve herkese çalıştığının karşılığını dünya
hayatında verir. İsrailoğulları Firavun zulmünden kurtulmak için asla
yıllarca yan gelip yatmamışlardır, aksine Allah(cc)'ın onlara YUNUS 87
ayeti içinde emredilen çalışma metodunu uygulamışlardır. İşte bu çalışma
karşılığında Allah(cc)'ın çalışan kuluna yardım etme kuralının
kendileri lehine işlemesine nail olmuşlardır.
Allah(cc)'ın koyduğu yasa gereği; Firavun örneği
müstekbirler yıkılmaya mahkumdur ancak onların yıkılma kuralı
mazlumların ayağa kalkarak zalimlere karşı başkaldırması şeklinde
olacaktır. Hiçbir zalim mazlumların sadece duası ile asla yıkılmaz.
Zalim yöneticilerin insanlar üzerine uyguladığı baskı örneği Firavun'un
İsrailoğulları'na uyguladığı baskı örneğinin bir benzeri olduğu
takdirde; bu şekil baskı yönetimleri yıkılmaya mahkumdur. Dünya
tarihinde bu tür ayaklanmalar sonucu yıkılan birçok iktidar örneği
bilinmektedir. Bu örneği; uzağa gitmeye gerek yok, ülkemiz üzerinden
görmeye çalışalım. KASAS 4 ayeti; Firavun zulmünün nasıl tezahür
ettiğini bizlere şu şekilde anlatmaktadır.
[028.004]
Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli
sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı)
zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o
bozguncunun biriydi.
Şimdi bu ayetteki "Firavun" kelimesi yerine "T.C" kelimelerini, zayıf bırakılan halkın yerine "Kürtleri" koyalım ve ayeti okuyalım. Bilindiği üzere T.C sınırları içinde kendilerine "KÜRT"
adı verilen bir kavim yaşamaktadır. Bu kavim, cumhuriyetin ilanından
beri süregelen bir asimilasyona tâbi tutularak, özellikle dilleri
konusunda büyük sıkıntılara sokulmuşlardır. T.C'nin kuruluşunun ilk
yıllarında isyan ettikleri gerekçesi ile soykırımvâri bir işleme tabi
tutuldukları da bilinen bir durumdur. Bu halkın üzerinde yaşadıkları
topraklar "ŞARK" (doğu) olarak adlandırılarak Firavunvâri bir işlem olan ayrıma tabi tutulmuşlardır.
"ŞARK" adı altında toprakları ayrılarak ötekileştirilen ve
asimilasyona tâbi tutulan Kürtler, T.C'nin ırkçı faşist politikalarından
nasibini alarak her köy, kasaba ve illerin meydanlarına "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"
yazan afişlerle ve okullarda her gün bunlar söyletilerek şuur
altlarında Kürt olduklarını unutmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Bu
satırları yazan kişi bir Kürt değildir. Eğer T.C, Kürtler'in çoğunluk
olduğu bir yer olmuş olsa ve yaşadığımız batı illerinden birisine gelip
de "NE MUTLU KÜRDÜM DİYENE" şeklinde bir afiş asılsa ve okul
çocuklarına her gün bunları tekrarlamaları mecbur tutulsa; tepkimiz
acaba ne olurdu? Batı illerinde yaşayan bütün Türk ırkına mensup olanlar
"biz Kürt değiliz ki, neden böyle söyleyelim?" diyerek ayağa
kalkacaklardı. Şimdi sorarız; siz Türk olmayan bir kavme her gün
"Türküm" diye zorlama yaparsanız, karşısındaki bir gün gelir buna isyan
etmez mi?
Nitekim öyle de oldu; yıllarca baskı
ve ötekileştirilmeye tâbi tutulan Kürtler, zaman içinde kendi
kimliklerinin farkına vararak bu zulmü yapanlara karşı ayağa kalktı.
Ayağa kalkan Kürtlerin isteklerini dile getiriş şekilleri bu yazının
konusu değildir. Bu yazının konusu; zulme uğrayanların bir gün bir
şekilde ayağa kalkacakları, eğer ayağa kalkışları kendilerini başarıya
ulaşmalarını sağlayacak şekilde kararlı ise mutlaka başarıya
ulaşacaklarıdır.
Kürt kavmine mensup insanların
istekleri ne olursa olsun bu istekleri doğrultusunda Allah(cc)'ın
koymuş olduğu yasalara uygun hareket ettikleri müddetçe, eninde sonunda
başarıya ulaşacaklardır. Eğer kürtler T.C'den ayrılarak özerk bir devlet
kurmak arzu ederlerse ve bu istekleri konusunda son derece kararlı
olarak gayret ettikleri takdirde; yasalar gereği amaçlarına
ulaşacaklardır. Bu satırların yazılma amacının bölücülük gayesi
olmadığı, sadece zalimlik yapanların, zulme uğrayan mazlumlara
tarafından bir gün yıkılmasının "Sünnetullah" olduğunun hatırlatılmasıdır.
Eğer T.C ötekileştirmeden vazgeçip, "ŞARK-GARP"
şeklinde bir ayrım yapmayı terkederek ülkede yaşayan bütün insanlara
eşit muamele yaptığı takdirde; iktidarların yıkılma sünnetinin kendisi
üzerinde tezahür etmesinden kurtulacaktır. Bu günlerde konuşulmakta olan
"açılım süreci" adı verilen durum tehlikenin farkına varılıp kürtlerin artık gözlerini açtığının T.C tarafından farkedildiğini göstermektedir.
Kürt örneği sadece hepimizin şahit olduğu bir örnek
olduğu için verilmiştir. Dünya tarihine şöyle bir göz attığımızda,
mazlumların her ne adına olsun ayağa kalkmaları sonucunda, dünyanın bir
çok kösesinde iktidarlar devrilmiş ve yerine yeni iktidarlar tesis
edilmiştir. Bu tesis edilen iktidarlar aynı şekilde zulme başladıkları
zaman başkaları tarafından yerle bir edilmiştir, bu dünya üzerinde
konulmuş bir yasadır.
Dünya üzerinde kurulan
herhangi bir iktidar hiç bir surette yönetmiş olduğu halk üzerinde
ayrım, baskı, zulüm yapma hakkına sahip olamaz. İktidar sahiplerinin
farklı din ve inanca veya ırka sahip olmaları, kendilerinin inançlarını
taşımadığı veya kendi ırklarına mensup olmayan halka zulmetme hakkını
vermez.
Firavun'un İsrailoğulları üzerinde
kendisini böyle bir hak sahibi zannetmiş olması; onun yıkımını
beraberinde getirmiştir. Firavun, halkı üzerinde ilahlık ve rablık
iddiasında bulunarak büyüklenmiş ve bu büyüklenmesi onun hakim olduğunu
iddia ettiği denizde boğulmasını önleyememiştir. İlahlık ve rablık iddia
etmek sadece Firavun'a has bir durum değildir. Eğer yönetim kademesinde
olan kişi veya kurumlar Allah(cc)'ın uhdesinde bulunan konularda onu
bırakıp kendi yanlarından çıkardıklarını ortaya koyuyorlarsa, onların
ilahlık ve rablık iddiasında bulunmaları anlamına gelmektedir. Her ne
kadar Allah(cc)'ı rab ve ilah olarak tanımak iddiasında olsalar bile,
O'nu yönetim kademesinde kabul etmedikleri takdirde, yine başkalarını
ilah ve rab olarak tanımışlar anlamına gelmektedir.
[028.005]
Biz de o yerde zayıf düşürülmeleri istenilen kimselere lütfetmek ve
onları ileri gelenler kılmak ve onları (o yere) varisler kılmak irade
ettik.
KASAS 5 ayeti; Firavunvâri yönetimler
altında ezilenlerin, şayet bu yönetimlere baş kaldırdıkları takdirde
koyulan yasalara uygun davrandıkları müddetçe başarıya ulaşacaklarını
beyan etmektedir. "Koyulan yasalar ne demektir?" sorusuna şöyle bir cevap verebiliriz;
Allah(cc); "Er-rahman" ismi mucibince yaratmış olduğu kulları arasında "mü'min" veya "kafir"
ayrımı yapmadan çalışanlara hakkını verecektir. Eğer zalim bir iktidara
başkaldıranlar Allah(cc) düşmanı olsalar bile, gerekli galibiyet için
gerekli kurallara uydukları takdirde onları galip getirecektir. Dünya
üzerindeki halk hareketlerine baktığımız zaman; bir çoğunun İslâmî bir
kaygı taşımadığı görülmektedir. Müstaz'afların kimliği ne olursa
gereğini yerine getirdikleri zaman, Allah(cc) onları zalimler üzerine
galip getirecektir. Bugün Müslümanlar maalesef bu gereği yerine
getirmeden, sadece dua ile bu işin olacağını zannederek zalimlere beddua
seansları ile onların yıkılmalarını beklemelerinin boşuna olduğunu
öğrendikleri gün; dünyadaki zalimlerin tahtları sarsılmaya
başlayacaktır.
Şayet müstaz'aflar zalim
yönetimlerden kurtulmak yönünde bir irade beyanında bulunmadıkları
takdirde, Allah(cc)'ın onları bu zulümden kurtarma iradesi tecelli
etmeyecektir. Allah(cc)'ın iradesi müstaz'afların bu yönetimlerden
kurtulmak yönünde bir irade beyan etmeleri ve bu istekleri doğrultusunda
çalışmaları şartı ile kurtulabilecekleri sünnetini koymuş olup, bu
sünnetine aykırı olarak yattığı yerden istekte bulunanlara yardım etmez.
Sonuç
olarak; İsrailoğulları örneği üzerinden Allah(cc)'ın zalim yönetimlerin
yıkılma sünnetinin, arz üzerine koymuş olduğu yasalar ile işleyişi,
onlara zulmeden Firavun örneğinde bizlere gösterilmiştir. Bu gösterilme
sadece İsrailoğulları ve Firavun örneği ile sınırlı olmayıp, "evrensel yasalar"
dediğimiz kıyamete kadar geçerli olacak kuralların Musa(as) zamanında
işlemesidir. Bu yasanın işleyişi, eğer T.C eli altındaki Kürt kavmine,
kuruluşundan beri uyguladığı asimilasyonu uygulamaya devam ettiği
takdirde; ezilen kavmin haklarını aramak için ayağa kalkması ile
sonuçlanacak ve bu ayağa kalkışları yine arz üzerine konulmuş olan galip
gelme yasalarına uygun bir şekilde gerçekleştiği takdirde onların
galibiyeti T.C'nin yenilgisi olarak sonuçlanacaktır. Böyle bir sonucu
istemeyenler yıllardır Kürt kavmi üzerinde uyguladığı ayrımcılığı
kaldırarak ülke insanını "Türk-Kürt", ülke toprağını "şark-garb"
ayrımı yapmadan aynı görmek zorundadırlar. Bu yıkım sadece T.C için
değil, dünya üzerinde geçmiş bir çok Firavunvâri yönetimin başına gelmiş
olup, bundan sonra da bu tür iktidar kayıpları bütün zalimlerin
başlarına gelecektir.
Kur'an kıssaları sadece hikaye olarak değil geçmişlerin başından
geçenlerin, gelecektekiler için bir ibret olduğu bilinci ile okunduğu
takdirde; zalim yöneticilerin hiç bir zaman bâki olmayacakları bilinir.
Zalimler bu bilinç içinde olduğu zaman; halklarına karşı daha yumuşak,
mazlumlar bu bilinç içinde oldukları zaman zalim yöneticilere karşı daha
dik bir duruş sergileyerek, onların diken üstünde oturmalarını sebeb
olacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH(CC) BİLİR.