Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2015 Perşembe

Türkiye Müslümanlarının Savrulma Seyri

Allah (c.c) yeryüzünde yaratmış olduğu insanlara sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanımalarını , başka İlah ve Rablere kulluk etmemelerini hatırlatan Elçiler ve Kitaplar göndermiştir. Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olması demek , yarattıkları üzerinde hüküm koyma hakkının kendisinde olması anlamına gelmesi demek olup , bu hakkı sadece kendisinde gören insanlar ile bu hakkın Allah (c.c) nin olduğunu iddia edenler arasındaki savaş ilk İnsan dan beri var olmuş , son insana dek sürecektir. 

Kur'an da anlatılan Elçi kıssaları tarih boyunca yaşanan bu mücadelenin canlı örnekleri olup , özellikle Elçiler ve onlarla birlikte olanlarda ki örneklerin bizler için de dikkate alınması gerekmektedir. Elçiler ve onlarla birlikte olanların bizlere anlatılması , onların ne kadar Kahraman ve Mü'min olduklarının entellektüel sohbetlerde anlatılarak, masal tadında dinlenmesi için değildir. 

Elçiler ve onlarla birlikte olanlar , Müşrik kavimleri ile aralarında keskin bir çizgi oluşturarak onların dinleri ile alakalarını kesmişler sadece Allahın Dinini yaşamak için gayret etmişlerdir. Bu süreç, ta ki Muhammed (a.s) ın Elçiliğinde de böyle gerçekleşmiştir. Kur'an , bütün Elçilere olduğu gibi Muhammed (a.s) a da  DİN YALNIZ ALLAHIN OLANA , FİTNE YERYÜZÜNDEN KALKANA KADAR CİHADA DEVAM hedefi göstererek bu yolda nasıl yürümesi gerektiğini ona ve onunla birlikte olanlara göstermiştir. Muhammed (a.s) dan önceki Elçilerin kıssaları işte burada devreye girerek bu yolda yürüyen öncekilerin mücadeleleri ve çektikleri çileler, o ve onunla birlikte olanların yolunu aydınlatmıştır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlara tavsiye edilen en önemli nokta kimseyle "MÜDAHENE" de, yani  tavizkar bir tutum içinde bulunmaması idi. "Başarıya giden yolda her yol meşrudur" deyip vahyin onayından geçmeyen bir yol izlememesi emri en önemli noktaydı.  

Şurası asla unutulmamalıdır ki , Allah (c.c) Elçilerine ve onlarla birlikte olanlara , İLLAKİ veya NE OLURSA OLSUN veya NEYE MAL OLURSA OLSUN şeklindeki ifadeler le iktidar olmalarının şart olduğunu beyan etmemiştir. Onlara sadece TAVİZSİZ  bir mücadele örneği sergilemelerini ve bu yolda can ve mal ile gayret etmelerini beyan etmiştir.

Türkiye de 1970 li yıllardan sonra yaygınlaşan İslami hareket, özellikle şehid Seyyid Kutub başta olmak üzere nebevi bir metod öneren Alimlerin kitaplarının çevrilmesi ile atağa kalkmıştır. O benzeri Alimlerin çizgisini izleyen bir çok Türkiye li Alim ve yazar bu çizginin devam etmesinde önemli bir rol oynamıştır , hala oynamaktadır Allah (c.c) onlardan razı olsun. 

İlerleyen yıllarda özellikle A.K.P nin iktidar olması bu hareket seyri üzerinde olumsuz etkiler yaparak büyük bir savrulmaya yol açtığı görülmektedir. A.K.P iktidarı öncesi , Anavatan partisi ve Refah partisinin iktidarlarında Dünya hayatının geçici menfaati olan mal , servet , güç ve ihtişam ile tanışmaya başlayan Müslümanlarının, A.K.P iktidarı döneminde bu tanışıklığının zirve yaptığına şahid olmaktayız.  

İktidarın getirdiği geçici menfaatlere sahip olmanın hem devam etmesi , hem de genişlemesi için bu iktidarın devam etmesi gereği artık İslami söylemler etrafında dile gelmeye başlamış olması , savrulmanın en büyük göstergesidir.

İslami söylem etrafında toplanan Müslümanların iktidar karşıtı söylemleri , iktidar yanlılarınca , "Biz gelmezsek C.H.P gelir" merkezli söylemler ile savunulmakta olduğu görülmektedir. İktidarın önde gelenlerin bir çoğunun, Dini tahsil veren okullardan mezun olmaları ve Namaz , Hacc , Oruç v.s ibadetleri yerine getiriyor olmaları bu insanların iktidarda kalmasını gerekçelerinden bir haline getirilmiştir.

Bizim bakış açımız maalesef , iktidardakilerin bu gibi ibadetleri yerine getirmiş olmaları, ülke yönetimi konusundaki tabi oldukları sistemin İslami bir sistem olduğu konusunda bir düşünceye sevk etmiştir. Bu düşünceye sevk edenlerin , dün sistemi eleştiren ve yıkılması gerektiğini ifade edenler  olması bizi daha derinden yaralamaktadır.

Zaman içinde Gazete , Dergi , Tv , Vakıf , Dernek v.s gibi kuruluşlar ile cemaat haline gelen insanların ilk kuruluşlarındaki söylemlere baktığımızda İslami düşünceyi geliştirmek merkezli olduğunu görmekteyiz ve bu kuruluşların amaçları doğrultusunda ki çalışmalar herkes tarafından destek görmüştür. İlerleyen zaman içinde değişen şartlar , bu kuruluşların bir çoğunun amacından saparak iktidar sayesinde birşey elde etmek kavgasına dönüşmüştür. 

Son zamanlarda Türkiye gündemini bir hayli meşgul eden malum cemaat etrafında dönen olaylara baktığımızda , A.K.P iktidarı ile daha da güçlendikten sonra artık Devleti tehdit etmeye başlamış olması , onları bu hale getirenler tarafından bile rahatsızlık konusu olmuş ve önlerinin kesilmesi gerektiğinden hareketle çeşitli önlemler alınmıştır. Dün birbirleri ile sarmaş dolaş olanların , bu gün nasıl bir düşmanlık içinde olduklarını gördüğümüz zaman , özellikle kendilerini Müslüman kimliği ile ifade edenlerin Dünya malı için ne kadar çirkefleştiğine şahid olmaktayız.

Menfaat pastasından pay kapmak için girilen bu kavgaya İslami bir kılıf giydirmek, bu kuruluşların başında bulunan dünün keskin İslamcı ve Tevhidi söylem sahibi Alimlerine düşmüş ve onlar iktidar tarafından beslenebilmek için, önce bu iktidarın oy verilerek beslenmesinin şart olduğuna dair fetvalar üretmişlerdir. Bu fetvaları üretenlerin yıllar önce yazmış oldukları kitaplarda , yaptıkları konferanslarda sistemin TAĞUTİ bir sistem olduğu ve yıkılması gerektiği yönünde söylemler olduğu konu ile yakından ilgilenenlerin malumudur. 

Dün TAĞUTİ bir sistem bu gün nasıl İSLAMİ  bir sisteme dönüştü de Türkiye Müslümanlarının bu sisteme sahip çıkması gerektiği dillerden düşmez oldu?. 

Bir sistemin TAĞUTİ olmaktan çıkması o sistemi yürütenlerin Namazlı abdestli olmuş olmalarımı dır?. 

Namaz kılan Abdest alan insanların , TAĞUTİ  bir sistemi yürütmüş olmaları bu sistemin meşru bir sistem olduğunun kanıtımı dır ?. 

İktidar yanlılığı öyle bir çığırından çıkmıştır ki artık en baştakinin  neredeyse Mehdi ilan edilmesine ramak kalmıştır , hatta bazı mezcuplar tarafından dile getirilmeye dahi başlanmıştır. Yaklaşan Millet Vekili şeçimlerinde aday adayı olan bir takım insanların olayı siyasi bir yarış olmaktan çıkarıp "Kutsal Dava" konumuna yükseltmiş olmaları , luna parklardaki tarihi karakterlerin resimlerine kafalarını koyarak fotoğraf çektirenlere benzer fotolar ile reklamını yapan aday adaylarını gördükçe bu işin iyice cılkının çıkarılarak bir komedi haline ve yağcılık yarışına dönüştüğünü göstermektedir. 

Nebevi hareket metodu rafa kalkmamıştır kalkamaz . Bu iktidarın muhafazakar bir söylem içinde olması mevcut sistemi asla meşru göstermez. Bizler "Elçiler ve onlarla birlikte olanlar" olarak, kim nereye savrulursa savrulsun , kimseye MÜDAHANE (yağcılık -taviz) etmeden diğer Elçilerin yolunu izlemeye devam etmemiz gerekmektedir.

İnandığımız , yaşamaya çalıştığımız , öncellediğimiz bu Kitap bize bu yolu önermektedir. Dünyevi kaygılar , veya korkular bizleri bu yoldan savulup uçuruma düşmemizi gerektirmemelidir. Bakış açımız günlük siyasetin getirileri ve götürüleri açısından değil , Dünya hayatındaki bu bakış açımızın , yarın hesap günü bizi nasıl bir yere sevk edeceğini düşünerek olmalıdır.

1980 sonrası İslami söylem sahibi olarak T.B.M.M ye giren kaç kişi bu söylemlerini orada dillendirme imkanı buldular?. 

T.B.M.M ye İlk adım attıkları gün ettikleri yemin, Tağuti sisteme bağlı kalacaklarına dair dair namus ve şeref sözü değilmi ?. 

Kendilerini Müslüman olarak niteleyerek buraya girenlerin kaç tanesi bu kimliklerini sadece meclis mescidi haricinde dile getirebildi ?. 

Daha dün iktidara gelerek her şeyi düzelteceklerine dair söz verenlerin bir çoğu , iktidar öncesi sahip olamadıkları maddi yönlerini düzeltmekten başka bir iş yapmadıkları herkesin şahid olduğu bir durum değilmi?.

Televizyonlar da akrabayı kayırmanın Kur'anın emri olduğunu utanmadan iddia edenlerin cemaziyel evvellerine bakıldığında, cebi parasız ama dilinde "Kafir devlet yıkılacak elbet" sloganları düşmezdi. Cepler para ile dolduğunda artık başkalarının da ceplerini doldurmanın Kur'an emri olduğu dillerde gezer olmanın savrulmanın boyutlarını göstermesi bakımından ibretli bir örnektir.

Sonuç olarak ; İnsanların bir kısmının , Dünya hayatı ve onun geçici menfaatine dair olan sevgileri, onların Dini düşüncelerinin zaman içinde değişim göstermesine sebeb olmaktadır. Bunun bariz örneklerini, 1980 sonrasında iktidara gelen siyasi partiler içindeki geçmişi İslamcı olan kişilerin nasıl bir değişim aşamaları gösterdiklerine bakılarak görülebilir. Yaklaşan genel seçimler dolayısı ile aday olma yarışına girenlerin bazılarının kendilerini soktukları durum " üç kuruş için değer mi?" dedirtecek cinsten olması , Müslümana yakışmayacak soytarılık örneklerindendir.

Dün, Elçiler ve onlarla birlikte olanlar nasıl bir yol izledi ise , bu günde Türkiye Müslümanlarının aynı yolu izleme mecburiyeti vardır. Bir takım kimselerin , "Saray Alimi" adayı tiplerin arkasından giderek onların yollarını izlemeleri yarın kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir. Bizler ne olursa olsun ülke yönetiminde söz sahibi olmak değil , meşru yollarla ülke yönetiminde söz sahibi olmak zorundayız. Meşru yol ise mevcut sistem içindeki siyasi partilerden birisinin muhafazakar bir söylem içinde olmasından hareketle onun iktidar yapılması değildir. Meşru yolu bize Allah (c.c) ve onun Elçileri göstererek bu uğurda canlarını ve mallarını sarf ederek çaba göstermişlerdir. Bu gün mallarını sarf ederek vekil olma yarışına girenlerin , sarf ettiklerinin yerine yenileri koymak amaçlı bir çaba içinde oldukları acı bir gerçektir. İktidar çevresinde kümelenmiş olan İslami kuruluşların bağlılarının iktidara gelince nasıl bir değişiklik içine girdiğinin örnekleri ile göz önünde olması , kimsenin "Ben vekil olursam değişmem" şeklinde vereceği bir sözün ne kadar inandırıcı olabileceğini düşündürmektedir.

Rabbimiz bizleri İbrahimin ateşine su taşıyan karınca misali safını belli edenlerden kılsın.

16 Eylül 2014 Salı

Kasas s. 4.ve 5. Ayetlerini Türkiye Örneği Üzerinden Okumak

Musa(as) kıssası; Kur'an'da en fazla yer tutması itibarı ile mesaj taşıyan kıssaların başında gelmektedir. Musa(as)'nın kavmi olan İsrailoğulları prototip bir kavim olarak Kur'an'da yerini bulmuş, müstaz'af ve müstekbirlerin, arz üzerine konulmuş olan yasalar gereği nasıl başarıya ulaştıkları veya nasıl fesadlarına son verildiği, bu kavim üzerinden yaşanmış canlı örnekleri ile anlatılmıştır.

İsrailoğulları kavmini;

1- Müstaz'af oldukları zamanlar (Firavun zulmü altında inledikleri zamandan, denizin karşı kıyısına kadar geçen zamana kadar),
2- Müstekbir oldukları zamanlar (denizin karşı kıyısından, tâ ki Müslümanlar ile karşılaştıkları Medine'ye kadar)

şeklinde iki ayrı bölüm başlığı içinde inceleyerek, Allah(cc)'ın koymuş olduğu yasaların işleyişlerinin canlı örneklerini bu kavim üzerinden okuyabiliriz.

Allah(cc)'ın koymuş olduğu yasaların işleyişinin bu kavim üzerinden anlatılması demenin, bu yasaların sadece bu kavme özgü bir işleyişi olduğu zannedilmemelidir. İsrailoğulları'na uygulanan zulmü veya İsrailoğulları'nın yaptığı fesadı yapan bütün uluslar ve iktidarlar yasa gereği yıkılmaya mahkumdur.

KASAS 4 ve 5 ayetleri; müstekbirlerin Firavun'un şahsında nasıl yıkıldığı, müstaz'afların İsrailoğulları şahsında nasıl bir yasa ile feraha çıktıklarının anlatıldığı ayetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an kıssaları sadece yaşanmış bitmiş hikayeler olarak okunduğunda, Kur'an'ın bu tür mesajlarını maalesef anlama imkanı yoktur.

İsrailoğulları'nın Firavun zulmü altında inlediği zamanı hatırlayacak olursak; Kur'an ayetlerinden anlaşılacağı üzere, onlara büyük bir soykırım uygulanmakta idi. Musa(as) ve kardeşi Harun(as); kavimlerini Firavun zulmunden kurtarmak için Allah(cc) tarafından gönderildiler. Firavun bu elçilerin itaat isteklerini red ederek sihirbazları ile Musa(as)'yı düelloya davet etti ve sonuç olarak sihirbazlar "Musa(as) ve Harun(as)'un rabbine iman ettik" diyerek secdeye kapandılar. Bunu takip eden olaylarda İsrailoğulları'na yeniden bir soykırım başlamış ve yıllarca süren büyük bir sıkıntı ile karşı karşıya gelmişlerdir.

Yıllar süren bu dönem içinde nasıl bir strateji takip ederek çalışmaları gerektiği YUNUS 87 ayetinde şöyle beyan edilmiştir;

[010.087] Biz de Musa ile kardeşine şöyle vahyettik. «Kavminiz için Mısır'da bir takım evler hazırlayın, evlerinizi kıble edinin ve salatı ayakta tutun! Bir de mü'minleri müjdele!

Allah(cc)'ın İsrailoğulları'na vahyetmiş olduğu bu çalışma şekli, zulüm altında olan insanların zalimlerin eline geçmemek için yürütmesi gereken bir çeşit yeraltı faaliyeti olup; İsrailoğulları denizin karşı kıyısına kadar geçen yıllar içinde uğradıkları zulmü bertaraf etmek için bu tür bir çalışma içinde olmuşlardır.

Bizler Musa(as) kıssasını güncel mesajları olan bir kıssa olarak okumadığımız için, yaşanmış olayların bizler için nasıl bir mesaj taşıdığını pek düşünmemekteyiz. Şayet bu anlatımların mesaj içerikli olduğunu anlar ve öyle bir metod ile okursak, kıssalar bizlerin hayatı içinde birer işaret taşı olacaktır. İsrailoğulları'nın denizin karşı kıyısına geçmelerine kadar geçen zaman içinde mücadele içinde bir hayat geçirdikleri bu ayetten anlaşılmaktadır.

Allah(cc), koyduğu yasa gereği kullarına yardım etme kuralını; o kulun çalışma ve gayret etme şartına bağlamış olup, kulları arasında "mü'min" veya "kafir" şeklinde bir ayrım yapmaz ve herkese çalıştığının karşılığını dünya hayatında verir. İsrailoğulları Firavun zulmünden kurtulmak için asla yıllarca yan gelip yatmamışlardır, aksine Allah(cc)'ın onlara YUNUS 87 ayeti içinde emredilen çalışma metodunu uygulamışlardır. İşte bu çalışma karşılığında Allah(cc)'ın çalışan kuluna yardım etme kuralının kendileri lehine işlemesine nail olmuşlardır. 


Allah(cc)'ın koyduğu yasa gereği; Firavun örneği müstekbirler yıkılmaya mahkumdur ancak onların yıkılma kuralı mazlumların ayağa kalkarak zalimlere karşı başkaldırması şeklinde olacaktır. Hiçbir zalim mazlumların sadece duası ile asla yıkılmaz. Zalim yöneticilerin insanlar üzerine uyguladığı baskı örneği Firavun'un İsrailoğulları'na uyguladığı baskı örneğinin bir benzeri olduğu takdirde; bu şekil baskı yönetimleri yıkılmaya mahkumdur. Dünya tarihinde bu tür ayaklanmalar sonucu yıkılan birçok iktidar örneği bilinmektedir. Bu örneği; uzağa gitmeye gerek yok, ülkemiz üzerinden görmeye çalışalım. KASAS 4 ayeti; Firavun zulmünün nasıl tezahür ettiğini bizlere şu şekilde anlatmaktadır.

[028.004] Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.

Şimdi bu ayetteki "Firavun" kelimesi yerine "T.C" kelimelerini, zayıf bırakılan halkın yerine "Kürtleri" koyalım ve ayeti okuyalım. Bilindiği üzere T.C sınırları içinde kendilerine "KÜRT" adı verilen bir kavim yaşamaktadır. Bu kavim, cumhuriyetin ilanından beri süregelen bir asimilasyona tâbi tutularak, özellikle dilleri konusunda büyük sıkıntılara sokulmuşlardır. T.C'nin kuruluşunun ilk yıllarında isyan ettikleri gerekçesi ile soykırımvâri bir işleme tabi tutuldukları da bilinen bir durumdur. Bu halkın üzerinde yaşadıkları topraklar "ŞARK" (doğu) olarak adlandırılarak Firavunvâri bir işlem olan ayrıma tabi tutulmuşlardır.

Yıllarca devlet memurlarını "ŞARK GÖREVİ" adı altında (şu an biraz farklı olarak yine devam etmektedir; batıdaki illerin bazı ilçeleri bu isim altında devlet memurlarına yeri olarak tahsis edilmiştir) bu topraklarda görev yapmaya mecbur etme sebebi; o bölge insanının geri bırakılarak tahsiline devam etme olanağı sunulmamış olması ve dolayısı ile o bölge insanının bu görevleri ifâ edebilecek tahsili yapamamış olmasındandır. O bölge insanına eşit bir imkan tanınarak tahsil imkanı sunulmuş olsaydı; o bölge insanı da diğer bölge insanları gibi görev alacak ve o bölgede olan memur açığı diğer bölgelerde yaşayan insanların buraya tayin edilerek onlara "şark görevi" adı altında mecburi hizmet zorlaması yapılmasına gerek kalmayacaktı 

"ŞARK" adı altında toprakları ayrılarak ötekileştirilen ve asimilasyona tâbi tutulan Kürtler, T.C'nin ırkçı faşist politikalarından nasibini alarak her köy, kasaba ve illerin meydanlarına "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" yazan afişlerle ve okullarda her gün bunlar söyletilerek şuur altlarında Kürt olduklarını unutmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Bu satırları yazan kişi bir Kürt değildir. Eğer T.C, Kürtler'in çoğunluk olduğu bir yer olmuş olsa ve yaşadığımız batı illerinden birisine gelip de "NE MUTLU KÜRDÜM DİYENE" şeklinde bir afiş asılsa ve okul çocuklarına her gün bunları tekrarlamaları mecbur tutulsa; tepkimiz acaba ne olurdu? Batı illerinde yaşayan bütün Türk ırkına mensup olanlar "biz Kürt değiliz ki, neden böyle söyleyelim?" diyerek ayağa kalkacaklardı. Şimdi sorarız; siz Türk olmayan bir kavme her gün "Türküm" diye zorlama yaparsanız, karşısındaki bir gün gelir buna isyan etmez mi?

Nitekim öyle de oldu; yıllarca baskı ve ötekileştirilmeye tâbi tutulan Kürtler, zaman içinde kendi kimliklerinin farkına vararak bu zulmü yapanlara karşı ayağa kalktı. Ayağa kalkan Kürtlerin isteklerini dile getiriş şekilleri bu yazının konusu değildir. Bu yazının konusu; zulme uğrayanların bir gün bir şekilde ayağa kalkacakları, eğer ayağa kalkışları kendilerini başarıya ulaşmalarını sağlayacak şekilde kararlı ise mutlaka başarıya ulaşacaklarıdır.

Kürt kavmine mensup insanların istekleri ne olursa olsun bu istekleri doğrultusunda Allah(cc)'ın koymuş olduğu yasalara uygun hareket ettikleri müddetçe, eninde sonunda başarıya ulaşacaklardır. Eğer kürtler T.C'den ayrılarak özerk bir devlet kurmak arzu ederlerse ve bu istekleri konusunda son derece kararlı olarak gayret ettikleri takdirde; yasalar gereği amaçlarına ulaşacaklardır. Bu satırların yazılma amacının bölücülük gayesi olmadığı, sadece zalimlik yapanların, zulme uğrayan mazlumlara tarafından bir gün yıkılmasının "Sünnetullah" olduğunun hatırlatılmasıdır.

Eğer T.C ötekileştirmeden vazgeçip, "ŞARK-GARP" şeklinde bir ayrım yapmayı terkederek ülkede yaşayan bütün insanlara eşit muamele yaptığı takdirde; iktidarların yıkılma sünnetinin kendisi üzerinde tezahür etmesinden kurtulacaktır. Bu günlerde konuşulmakta olan "açılım süreci" adı verilen durum tehlikenin farkına varılıp kürtlerin artık gözlerini açtığının T.C tarafından farkedildiğini göstermektedir. 


Kürt örneği sadece hepimizin şahit olduğu bir örnek olduğu için verilmiştir. Dünya tarihine şöyle bir göz attığımızda, mazlumların her ne adına olsun ayağa kalkmaları sonucunda, dünyanın bir çok kösesinde iktidarlar devrilmiş ve yerine yeni iktidarlar tesis edilmiştir. Bu tesis edilen iktidarlar aynı şekilde zulme başladıkları zaman başkaları tarafından yerle bir edilmiştir, bu dünya üzerinde konulmuş bir yasadır.

Dünya üzerinde kurulan herhangi bir iktidar hiç bir surette yönetmiş olduğu halk üzerinde ayrım, baskı, zulüm yapma hakkına sahip olamaz. İktidar sahiplerinin farklı din ve inanca veya ırka sahip olmaları, kendilerinin inançlarını taşımadığı veya kendi ırklarına mensup olmayan halka zulmetme hakkını vermez.

Firavun'un İsrailoğulları üzerinde kendisini böyle bir hak sahibi zannetmiş olması; onun yıkımını beraberinde getirmiştir. Firavun, halkı üzerinde ilahlık ve rablık iddiasında bulunarak büyüklenmiş ve bu büyüklenmesi onun hakim olduğunu iddia ettiği denizde boğulmasını önleyememiştir. İlahlık ve rablık iddia etmek sadece Firavun'a has bir durum değildir. Eğer yönetim kademesinde olan kişi veya kurumlar Allah(cc)'ın uhdesinde bulunan konularda onu bırakıp kendi yanlarından çıkardıklarını ortaya koyuyorlarsa, onların ilahlık ve rablık iddiasında bulunmaları anlamına gelmektedir. Her ne kadar Allah(cc)'ı rab ve ilah olarak tanımak iddiasında olsalar bile, O'nu yönetim kademesinde kabul etmedikleri takdirde, yine başkalarını ilah ve rab olarak tanımışlar anlamına gelmektedir.

[028.005] Biz de o yerde zayıf düşürülmeleri istenilen kimselere lütfetmek ve onları ileri gelenler kılmak ve onları (o yere) varisler kılmak irade ettik.

KASAS 5 ayeti; Firavunvâri yönetimler altında ezilenlerin, şayet bu yönetimlere baş kaldırdıkları takdirde koyulan yasalara uygun davrandıkları müddetçe başarıya ulaşacaklarını beyan etmektedir. "Koyulan yasalar ne demektir?" sorusuna şöyle bir cevap verebiliriz; 

Allah(cc); "Er-rahman" ismi mucibince yaratmış olduğu kulları arasında "mü'min" veya "kafir" ayrımı yapmadan çalışanlara hakkını verecektir. Eğer zalim bir iktidara başkaldıranlar Allah(cc) düşmanı olsalar bile, gerekli galibiyet için gerekli kurallara uydukları takdirde onları galip getirecektir. Dünya üzerindeki halk hareketlerine baktığımız zaman; bir çoğunun İslâmî bir kaygı taşımadığı görülmektedir. Müstaz'afların kimliği ne olursa gereğini yerine getirdikleri zaman, Allah(cc) onları zalimler üzerine galip getirecektir. Bugün Müslümanlar maalesef bu gereği yerine getirmeden, sadece dua ile bu işin olacağını zannederek zalimlere beddua seansları ile onların yıkılmalarını beklemelerinin boşuna olduğunu öğrendikleri gün; dünyadaki zalimlerin tahtları sarsılmaya başlayacaktır.

Şayet müstaz'aflar zalim yönetimlerden kurtulmak yönünde bir irade beyanında bulunmadıkları takdirde, Allah(cc)'ın onları bu zulümden kurtarma iradesi tecelli etmeyecektir. Allah(cc)'ın iradesi müstaz'afların bu yönetimlerden kurtulmak yönünde bir irade beyan etmeleri ve bu istekleri doğrultusunda çalışmaları şartı ile kurtulabilecekleri sünnetini koymuş olup, bu sünnetine aykırı olarak yattığı yerden istekte bulunanlara yardım etmez.

Sonuç olarak; İsrailoğulları örneği üzerinden Allah(cc)'ın zalim yönetimlerin yıkılma sünnetinin, arz üzerine koymuş olduğu yasalar ile işleyişi, onlara zulmeden Firavun örneğinde bizlere gösterilmiştir. Bu gösterilme sadece İsrailoğulları ve Firavun örneği ile sınırlı olmayıp, "evrensel yasalar" dediğimiz kıyamete kadar geçerli olacak kuralların Musa(as) zamanında işlemesidir. Bu yasanın işleyişi, eğer T.C eli altındaki Kürt kavmine, kuruluşundan beri uyguladığı asimilasyonu uygulamaya devam ettiği takdirde; ezilen kavmin haklarını aramak için ayağa kalkması ile sonuçlanacak ve bu ayağa kalkışları yine arz üzerine konulmuş olan galip gelme yasalarına uygun bir şekilde gerçekleştiği takdirde onların galibiyeti T.C'nin yenilgisi olarak sonuçlanacaktır. Böyle bir sonucu istemeyenler yıllardır Kürt kavmi üzerinde uyguladığı ayrımcılığı kaldırarak ülke insanını "Türk-Kürt", ülke toprağını "şark-garb" ayrımı yapmadan aynı görmek zorundadırlar. Bu yıkım sadece T.C için değil, dünya üzerinde geçmiş bir çok Firavunvâri yönetimin başına gelmiş olup, bundan sonra da bu tür iktidar kayıpları bütün zalimlerin başlarına gelecektir. 

Kur'an kıssaları sadece hikaye olarak değil geçmişlerin başından geçenlerin, gelecektekiler için bir ibret olduğu bilinci ile okunduğu takdirde; zalim yöneticilerin hiç bir zaman bâki olmayacakları bilinir. Zalimler bu bilinç içinde olduğu zaman; halklarına karşı daha yumuşak, mazlumlar bu bilinç içinde oldukları zaman zalim yöneticilere karşı daha dik bir duruş sergileyerek, onların diken üstünde oturmalarını sebeb olacaklardır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(CC) BİLİR.