Yazının başlığını okuyanların bir çoğunun "BAKARA Suresi 97.ve 98. ayetlerinde; Cibril'e düşman olanların Yahudiler olduğu bildiriliyor, Müslümanlar değil" şeklinde bir itirazda bulunacağını tahmin ederek, önce neden böyle bir başlık seçtiğimizi izah etmeye çalışalım.
Allah(c.c) kulu ve elçisi Muhammed(a.s)'a indirdiği vahyi bir melek elçi aracılığı ile indirdiğini birçok ayette beyan etmesine rağmen, bu melek elçiyi red eden bir düşünce üretilerek, melek elçiyi devre dışı bırakan bir söylem üretilmekte ve bu söyleme uygun olarak konu ile ilgili ayetler TAHRİF edilerek, söylemin doğruluğu desteklenmeye çalışılmaktadır.
Düşman kelimesini kullanmış olmamız, böyle bir elçinin olmadığını iddia ederek, vahyin Muhammed(a.s)'ın kendi düşünce ürünü olduğunu iddia eden kişilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlanması sebebi iledir. Yoksa kimsenin "Ben Cibril'e düşmanım" şeklinde açık bir ifadesi olduğu iddiasında değiliz.
Yazımızda ilgili ayetlerin tahlili, nasıl tahrif edilmeye çalışıldığı ve Allah(c.c)'nin neden böyle bir aracı ile vahyi indirdiğini beyan ettiği üzerinde durmaya çalışacağız.
Cibril veya Cebrail adı ile bilinen ve vahyi indiren melek olduğuna inanılan şeyin aslında melek olmadığını, "Allah'ın onarması" ve "Kur'an" olarak anlaşılması gerektiği iddia edenlerin fikir babası diyebileceğimiz (diğer kimseler bu görüşlerini bu kişiden esinlenerek almışlardır) "Tebyinül Kur'an" adlı eserin müellifi olan, sayın Hakkı Yılmaz'ın BAkARA Suresi 97. ve 98. ayetlere verdiği anlam şöyledir;
قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
مَن كَانَ عَدُوًّا لِّلّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ فَإِنَّ اللّهَ عَدُوٌّ لِّلْكَافِرِينَ
97.De ki: “Kim Cibrîl’e/Kur’ân’a düşmansa, öfkesinden, kıskançlığından çatlasın, gebersin. - Şüphesiz Allah Cibrîl’i/Kur’ân’ı, Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri/ içindekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir. Ki onlar işte bundan dolayı düşman kesilmişlerdir.- 98.Kim ki Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibrîl’e/Kur’ân’a, Mîkâl’e/Elçi Muhammed’e düşman ise, üzüntüsünden, kahrından ölsün.” –Şüphesiz işte bu yüzden, Allah da kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlere düşmandır.
Müellef, bu ayetlere verdiği anlamı izah etmek için "ayetlerin teknik yapıları" adı altında açtığı başlıkta böyle bir anlam verme gerekçesini uzun bir şekilde izah etmektedir. Sayın müellif, bin dereden su getirme misali yapmaya çalıştığı izahın içinde, 97. ayetteki "bi iznillahi" ibaresini neden anlama dahil etmediğini izah etmemektedir. Teorisini Cibril'in Kur'an olduğu önyargısı üzerine kuran müellif, bu ibareyi anlama ilave ettiği an, bu ayete verdiği anlamın çökeceğini bildiği için bu ibareyi metinde yok sayarak anlama ilave etmemiştir.
Sayın müellifin çevirdiği kitap herhangi bir insanın kitabı, değil Allah(c.c)'nin kitabıdır. İnsanın kitabı olsa dahi, çevirirken bazı kurallara riayet etmesi gerektiğini bilmesi gerekmektedir. Bu kuralların başında ise; çevirdiği kitabın içinde kafasına yatmayan bir şey olsa dahi, bunu kendi hevasına göre bazı ibareleri yok etmek şeklinde bir cürete kimsenin hakkı yoktur.
Biz, müellifin düştüğü "Cibril vahiy meleği değildir" gibi bir önyargıya düşmeden, yani biz de "Cibril mutlaka vahiy meleğidir" iddiası içinde olmadan ve Cibril'e kendisinin bindirdiği anlam gibi bir anlam bindirmeden, BAKARA Suresi 97. ayeti kelime kelime tercüme etmeye çalışalım.
qul : de ki
men : kim
kane: oldu
aduvven : düşman
li cibrile : cibrile
fe innehu : muhakkak o
nezzelehu : onu indirdi
ala qalbike : senin kalbin üzerine
bi iznillahi : Allah'ın izni ile
musaddikan : tasdik edici olarak
li ma : o şeyi ki
beyne yedeyhi : iki elleri arasında , önünde
ve hüden : hidayet edici , yol gösterici olarak
ve büşra : müjdeci olarak
lilmü'minine : mü'minler için , iman edenler için
Anlamı toparlayacak olursak; "De ki kim CİBRİL'e düşman oldu ise, muhakkak O o şeyi ki senin kalbinin üzerine ALLAH'IN İZNİ İLE, iki elleri arasında olanı tasdik edici, yol gösterici, müjdeci olarak indirmiştir."
Ayeti dikkatli ve ön yargısız olarak okumaya çalıştığımızda; Cibril olarak anılan şeyin (herhangi bir anlam bindirmiyoruz) bir şey indirdiğini, o indirdiği şeyin ALLAH'IN İZNİ ile olduğunu, indirilen o şeyin İsrailoğulları'nın elinde bulunan şeyi tasdik ettiğini, yol gösterici ve müjdeci bir özelliğe sahip olduğu anlatılmaktadır. Yani Cibril kelimesi ile bahsedilen şey Kur'anı indirmiş ve bu Kur'an, Tevrat'ı tasdik eden müjdeci ve yol gösterici bir kitaptır.
Dikkat edilirse burada Cibril ile birlikte inen başka bir şey de bulunmaktadır ve müellif metin içindeki "bi iznillahi" ifadesini göz boyacı bir sihirbaz gibi yok ederek anlama dahil etmemiş, böylece istediği anlamı bu şekilde vermesi mümkün olmuştur. Eğer bu ibareyi çevirisine dahil etmiş olsaydı, Cibril'e verdiği anlam olan Kur'an'ın kendi kendisini indirdiği gibi saçma bir anlam oluşacağı için, çareyi bu ibareyi çeviriye dahil etmemekte bulmuştur.
Sayın müellife yaptığı hatayı göstermek için; bir ara, açmış olduğu sosyal medya hesabı üzerinden bu ayeti kelime kelime çevirmesi yönünde yaptığımız isteğin geri çevrilerek karşılık bulmadığını da burada söylemek istiyoruz.
Şimdi soruyoruz; Kur'an'ı kendi ön yargılarımızı tasdik ettirmek için onu tahrif etmek pahasına dahi olsa ketmetmek kimlerin harcıdır? Bu sorunun cevabı, yine BAKARA Suresi içinde verilmekte ve kitabı gizlemenin ağababası olarak Yahudiler işaret edilmektedir. Müslüman olmak iddiasında olmak, bize inmiş olan kitabı öncekiler gibi okuyarak, işimize geldiği gibi yorumlamak değil, onun anlattığı biçimde teslim olmak olmalıdır.
Müellif, Kur'an'ın inişi ile ilgili olarak NAHL, ŞUARA ve NECM Sureleri içinde geçen ayetleri de aynı şekilde tahrifata uğratarak, ön yargıları doğrultusunda anlam vermeye çalışmıştır. Yazının uzamaması için bu ayetleri burada ele almadan, neden böyle bir aracı ile vahyin indirildiğinin ifade olabileceği konusu üzerinde durmaya çalışacağız.
Müellifin eseri ile ilgili olarak yazmış olduğumuz blog içinde "Tebyinül Kur'an'dan tahriful Kur'an örnekleri" başlıklı yazılara göz atılarak yapmış olduğu tahfiratlar görülebilir.
Şurasını hatırlatmak isteriz ki; Cebrail adı bilinen meleği, gelenekteki anlaşıldığı şekli ile kanatları olan mitolojik bir varlık olarak algılamak ve düşünmek mümkün değildir. Melek denildiği zaman, kanatları olan ve kuş gibi uçan varlıkları akla getirmek, Kur'an'dan beslenen bir aklı ürünü olamaz.
FATIR Suresi başında bahsedilen meleklerin kanatlarını gerçek anlamda okumak bazı problemler getirmesi açısından doğru bir okuma yöntemi değildir. Allah(c.c); soyut olan bir şeyi somut hale sokarak, bizim zihni idrak kapasitemiz dahilindeki bilgilere benzeterek anlatmaktadır.
Melek denildiği zaman biz ontolojik mahiyetinin olup olmadığı yönünde bir tartışmaya girmekten ziyade, o kelime ile neyin anlatılmak istenildiği üzerinde fikir yürütmenin daha sağlıklı sonuçlar getireceğini düşünmekteyiz.
Gelenekteki din algısı maalesef Cibril veya başka bir ad ile anılan ve vahyi getirdiği beyan edilen elçi meleğin nasıl olduğu üzerinde kafa yorarak , neden böyle bir yol kullanıldığının ifade edilmiş olduğu üzerinde durmamışlardır. Halbuki asıl üzerinde durulması nokta, neden melek aracılığı ile Muhammed (a.s) a vahyedilmiş olduğunun beyan edildiği olmalıdır.
Geleneğin bu yanlış Cibril algısı, maalesef şu anda böyle bir meleğin olmadığını iddia etmek noktasına gelen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Halbuki vahyin Muhammed(a.s)'a ulaşma yolu ile ilgili ayetleri gelenekteki yanlışı dikkate alarak yapılan bir okuma yerine, böyle bir yolun neden kullanıldığının beyan edilmiş olduğu üzerinde yoğunlaşan bir okuma yapılmış olsaydı, varlığının veya yokluğunun tartışılmasının gereksiz ve boş bir tartışma olduğu ortaya çıkacak ve böylece Kur'an ayetlerini tahrif etmeye kadar varan cürete gerek kalmadan, daha makul ve daha doğru bir açıklama getirilecekti.
Vahiy sadece Muhammed(a.s)'ın şahit olduğu bir olay olup, bizler bu olaydan Kur'an'ın anlattığı kadarı ile bilgi sahibi olmaktayız. Gayba dair bir konu olan vahiy olgusu içinde bize verilen bilgilerden bir tanesi; bu vahyin direk Allah(c.c)'den Muhammed(a.s)'a değil, Allah - Melek - Beşer elçi şeklinde gerçekleştiğidir.
Aradaki melek elçinin ne veya nasıllığı konusunda bir anlatım bizlere yapılmamış olup, onun görselliği konusunda yapılan rivayetler mitolojik bilgilerdir. Allah(c.c)'nin meleklerden elçi seçtiğini (HACC 75), seçtiği elçiye başka bir elçi ile vahyetmesini (ŞURA 51), kullarından dilediğine melek indirerek vahyetmesi (NAHL 2) gibi ayetleri doğru anlamanın yolu; Kur'an'ın nüzul dönemi arka plan inancının anlaşılması ile mümkün olacaktır.
Kur'an'ın nazil olması öncesi Arap cahiliyesinde "şair", "kahin" gibi ünvanlara sahip olan kişiler, ağızlarından çıkan sözlerin kendi ürünleri değil "cin" denilen varlıklardan aldıkları gaybi bilgiler olduklarını iddia ederek, bu şekilde kendilerine diğer insanlardan ayrıcalık sağlamakta idiler. Gaybdan haber aldığını iddia etmek herkes için geçerli bir şey olmayıp, şair, kahin gibi ünvanlara sahip olanlara has bir durumdu. Muhammed(a.s)'a yöneltilen şair, kahin, mecnun gibi suçlamaları, Arap cahiliyesinde yerleşik olan bu inancın bir tezahürü olarak anlamak gerekmektedir.
Gaybdan haber aldığını iddia edenleri kahin ve şair olarak tanıyan Arap insanı, Allah(c.c)'den vahy aldığını iddia eden Muhammed(a.s) için de aynı şeyi düşünerek, onun şair, kahin veya mecnun yani cinlenmiş olduğunu iddia etmeye başladılar.
Bu bağlamda "melek" ve "şeytan" kelimelerinin halk arasındaki bilinen anlamını dikkate almanın konuyu anlamada kolaylık sağlayacağını söylemek istiyoruz. Halk arasında "melek" denildiği zaman iyilik, güzellik gibi olumlu kavramlar akla gelirken, "şeytan" denildiği zaman kötülük ve çirkinlik gibi kavramlar akla gelmektedir. Yani melek ve şeytan denildiği zaman kişinin aklına onların ontolojik varlıkları değil, temsil ettikleri anlamlar akla gelmektedir.
Allah(c.c) gaybdan haber aldıklarını iddia eden kahin ve şairlerin bu haberleri, şeytanlardan aldıklarını ifade ederken, vahiy aldığını iddia eden Muhammed(a.s)'ın okuduğu sözlerin şeytan eseri değil, Allah(c.c)'nin sözleri olduğunu bildirmektedir.
Allah(c.c) kuluna bu sözleri şeytanın karşıtı olan melek aracılığı ile vahyettiğini bildirmesini, bu arka plan dahilinde anlamaya çalıştığımızda, melek aracılığı ile vahyetme olgusunun daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.
Bir an için kendimizi Muhammed(a.s) yerine koyalım; yaşadığı şehir içinde gaybdan haber aldığını iddia eden kahin ve şairler cirit atmakta ve ona bir gün Allah(c.c)'nin vahyi olduğu söylenen sözler vahyediliyor.
Kitap nedir iman nedir bilmeyen Muhammed(a.s) bir insan olarak kendisine vahyedilen bu sözlerin kimden geldiği konusunda elbette kuşkuya düşebilir. Çünkü o böyle bilgileri kahin, şair veya mecnun olarak bilinen kimselerin aldığını iddia ettiklerini bilmektedir.
Kur'an'ın Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olan ayetlerine baktığımızda, ona gelen bu vahyin Allah(c.c)'den olduğu, kahin, şair veya mecnun olmadığı yönünde onun gönlünü ferahlatacak bilgiler verilmiş olması, yaşadığı zaman ve mekanda genel geçer olan anlayışa uygun olan bir tarzda ona anlatılarak, şair ve kahinlerin sahip olduğu bilgilerin kaynağı ile onun sahip olduğu bilgilerin kaynağının aynı olmadığı ona haber verilmektedir.
Şair ve kahinlere geldiği iddia edilen bilgiler şeytan menşeli iken, ona gelen bilginin menşei Allah(c.c)'den olup, bu bilgi ona melek elçi ile verilmektedir. Ona meleğin inmiş olması, şeytanın inmemiş olmaması anlamına gelmektedir.
[026.193] Onu Ruh el-Emin indirmiştir.
[026.194] Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin üzerine;
[026.195] Apaçık Arapça bir dille.
[026.196] O, şüphesiz öncekilerin kitaplarında da var.
[026.197] Beni İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil mi?
[026.210] Onu (Kur'ân'ı) şeytanlar indirmedi.
[026.211] Bu, onlara düşmez de, buna güçleri de yetmez.
[026.212] Doğrusu onlar (vahyi) dinlemekten uzak tutulmuşlardır.
[026.221] Şeytanların kime indiğini size bildireyim mi?
[026.222] Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler.
[026.223] Bunlar şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar.
[026.224] O şairlere gelince; onlara azgınlar uyar.
[026.225] Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip durmaktadırlar;
[026.226] Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylemektedirler.
Yukarıdaki ŞUARA Suresi'nden verdiğim ayet mealleri, demek istediklerimizin daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.
Muhammed(a.s)'ın okuduğu sözler, Arap insanının bilgisi dahilinde olan kahin ve şairlerin şeytanlardan aldığı ilham değil, Allah(c.c)'nin melek aracılığı ile ona indirmiş olduğu sözlerdir. Şairlerin ve kahinlerin okudukları sözlerin kaynağı kötülüğün temsili olan ŞEYTAN iken, Muhammed(a.s)'ın okuduğu sözler TEKVİR Suresi 19. ayette "Kerim Elçi" olarak tabir edilen MELEĞİN sözleridir. Elbette bu melek ona Allah(c.c)'den aldığı sözleri aktarmaktadır.
[081.019] Şüphesiz o şerefli bir elçinin sözüdür.
[081.020] (Bu elçi,) Bir güç sahibidir; arşın sahibi katında şereflidir.
[081.021] Kendisine uyulandır, emindir.
Yine tekrar ediyoruz; bu meleğin ontolojik mahiyeti bizim için ilgi alanı dahilinde değildir, olmaması da gerekir. Bizim ilgi alanımıza neden böyle bir yol kullanılmış olduğu girmeli ve onun dışına çıkmamalıdır. Geleneksel din anlayışında vahiy meleği ile neredeyse her gün buluşan, onunla muhabbet eden, ondan Kur'an haricinde de sözler alan bir elçi anlayışı, maalesef bizleri vahiy meleğini red etme noktasına getirmiştir.
Vahyin melek aracılığı ile inmiş olmasını red etmenin ne gibi zararları olabilir?
Öncelikle böyle bir yol ile indirdiğini beyan eden ayetleri inkar etmek anlamına gelecektir. Kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak ifade eden bazı kimselerin, "deizm" akımına kapılmalarının altında yatan sebeplerden bir tanesi, Kur'an hakkında edinmiş oldukları bazı yanlış bilgilerdir.
Kur'an'ın Muhammed(a.s)'ın ilhamı olarak dile getirilmiş olan sözler olarak görmeye başlayan bu kimselerin, bu tür düşünceler içine girmelerinin sebeplerinden bir tanesi; Kur'an'ın melek elçi ile indirilmiş olduğunu beyan eden ayetleri doğru okuyamamaları neticesinde, bu sözlerin Allah(c.c)'nin kelamı değil, Muhammed(a.s)'ın sözleri olduğuna inanmalarıdır. Muhammed(a.s) bu sözleri Allah'ın ona vahyetmesi ile değil, içine doğan bazı ilhamlar neticesinde dile getirdiği iddiası, eski Kur'an'cı yeni deist veya deist olmaya aday bazı kimselerin dile getirdiği iddialardandır.
Muhammed(a.s)'ı kahin ve şairlerden ayıran nokta; onun okuduğu sözlerin ona melek elçi ile vahyedilmiş olduğudur. Bu noktayı göz ardı ettiğimizde Muhammed(a.s)'ın şair veya kahinden bir farkı olmadığı iddiası zımnen de olsa dile gelmiş veya bu kapı aralanmış olacaktır.
BAKARA Suresi 97. ayete verdiği anlamın tahrifat olduğunu iddia ettiğimiz kişinin başı çektiği düşüncenin böyle bir tehlikesi bulunmaktadır. Düne kadar onun eserlerini okuyarak dini öğrenen bazı kimselerin, bugün deizm akımına dahil olmasının altında yatan sebeplerden bir tanesi, bu kişinin ortaya attığı bazı yanlış düşüncelerdir.
BAKARA SUresi 97. ve 98. ayetlerde dile getirilen Cibril'e düşmanlık, bağlam olarak İsrailoğulları tarafından yapılan bir düşmanlık olup, vahyi red etmek anlamında yapılan bir düşmanlıktır. Bu düşman olmayı Allah(c.c) küfür olarak nitelemektedir. Müslüman kesimin bir kısmında ortaya çıkan Cibril'in farklı şekilde yorumlanarak red edilme yoluna gidilmesi, bugün değilse ilerleyen zamanlarda vahyin red edilmesine yani küfre kapı aralayan bir düşünce olması nedeniyle, yazımıza böyle bir başlık atmayı uygun bulduk. Yazının amacının, Cibril konusunda bazı kimselerin söylediklerini doğru kabul ederek yanılgı içinde olan kimseleri, kafir olarak nitelemek amaçlı olmadığını hatırlatmak isteriz.
Sonuç olarak; Allah(c.c) Muhammed(a.s)'a indirdiği vahyi HAC 75 ve diğer ayetlerde beyan ettiği üzere meleklerden seçtiği elçi ile indirdiğini beyan etmektedir. Vahyin böyle bir yol izleyerek inişini anlamak için, Arap cahiliyesi arka plan düşüncesinin anlaşılması önemli bir rol oynamaktadır.
Kahin ve şairlerin gaybdan haber aldıklarını iddia ettikleri topraklarda, Allah(c.c)'den vahiy aldığını iddia eden Muhammed(a.s)'ın aldığı vahyin kahin ve şairlerden farklı olduğunu ifade etmek için kullanılan "melek elçi" vasıtası ile ona vahyedilmiş olduğunu red etmenin yolunu, bu konu ile ilgili ayetleri tahrif etme yoluna giderek bulmaya çalışanların yaptıkları şey, ön yargılarını Kur'an'a kabul ettirme yöntemli bir okumadır.
Yapılan Kur'an okumaları; metin dahilindeki anlatımlar baz alınarak, anlaşılmaya çalışılmaya, işimize gelmediği yerde metin içindeki bazı ibareleri görmezden gelmeye çalışarak, kendi düşüncemizi Kur'an'a onaylatma ameliyesi içinde olmamalıyız.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.