Zanneden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zanneden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2017 Pazartesi

Kendilerinin İnsanlar Üzerine Hafiz ve Vekil Olarak Gönderildiklerini Zanneden Müslümanlar

İnsanlar sahip oldukları dini inançlarının diğer insanlar tarafından da kabul edilmesi isteyerek , bu isteklerini çeşitli yollarla diğer insanlara iletmeye çalışırlar. Olayı biz Müslümanlar bazında değerlendirdiğimizde , sahip olduğumuz İslam inancının diğer insanlar tarafından bilinmesi , tanınması ve kabul edilmesi için yaptığımız ameliyenin adına Tebliğ, İslam adına sahip olduğumuz inancın başkaları tarafından kabul edilmesi için kullanılan yönteme ise Tebliğ Metodu denilmektedir.

Kur'an ,tebliğ metodu konusunda özellikle Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde , Muhammed (a.s) a izlemesi gereken yöntemi açık ve net olarak beyan etmiştir. Ona beyan edilen tebliğ yöntemi sadece ona has bir yöntem önermesi değil, bizlerin de uyması gereken yöntemlerdir. 

Muhammed (a.s) a önerilen tebliğ metodunun , İslamdan habersiz veya haberi olup ta ona şiddetle karşı çıkan bir toplum bireyleri için vaz edildiği açıktır. Ancak Kur'an ayetlerindeki bu tebliğ yönteminin, bu gün için bizlerin bırakın İslamdan habersiz toplumları uyarmak için kullanmasını , kendi içimizdeki farklı fikirde olan Müslümanların birbirlerine karşı kullandıkları üslubun yanlışlığını düşündüğümüzde öncelikli olarak kendimize lazım olduğu görülmektedir.

Kendilerinin Müslüman olduğunu iddia eden insanların aralarındaki bazı fikri ayrılık noktaları konusunda yaptıkları tartışmalarda , Kur'an tarafından önerilen yöntemleri değil , holigan bir futbol taraftarına bürünmek sureti ile tartışma yaptıklarını görmekteyiz. Bütün hafta yaşamış olduğu bazı sıkıntıların vermiş olduğu öfkeyi boşaltmak için futbol maçına giden ve orada aklına ve ağzına gelen her türlü küfrü savurmak sureti ile öfkesini boşaltan holiganlar misali , bazı Müslümanlar bu öfkelerini karşıt görüşlere sahip olan diğer Müslümanlar üzerinde boşaltmaya çalışmaktadırlar. 

Allah (c.c)  elçisine (aynı yöntem diğer elçiler için de geçerlidir) kullanması gereken yöntem konusunda yol gösterirken ona , hiç kimse üzerinde baskıcı ve zorba olmaması gerektiğini , insanlar üzerine Hafiz (gözetleyici) ve Vekil olarak gönderilmediğini , görevinin sadece uyarmak olduğunu , üzerine basa basa hatırlatır.

[004.080] Kim peygambere itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine gözetleyici göndermedik.

[006.104] Gerçek şu ki size Rabbinizden basîretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.

[006.107] Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekil de değilsin.

[010.108] De ki: Ey insanlar; size Rabbınızdan hak gelmiştir. Artık kim hidayeti kabul ederse; o, ancak kendi faydası için hidayete ermiş, kim de saparsa; kendi zararına sapmış olur. Ben, sizin başınıza bir vekil değilim.

[011.086] (Şuayb dedi ki) «Eğer mü'minseniz, Allah'ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.»

[039.041] Biz, insanlar için bu Kitab'ı hak ile sana indirdik. Artık kim doğru yola gelirse kendi yararınadır; kim de saparsa kendi zararınadır. Sen onların üzerine vekil değilsin.

[042.006]  Allah'ın dışında birtakım veliler edinenler ise, Allah, onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.

[042.048] Şayet onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık biz seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, biz insana tarafımızdan bir rahmet taddırdığımız zaman, ona sevinç-duyar. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda da insan bir nankör kesiliverir.

İnsanlar üzerinde Hafiz ve Vekil olmak ilaha has bir özellik olup , Allah (c.c) elçisinin böyle bir konuma sahip olmadığını , insanlar üzerinde sadece Beşir  (müjdeci) ve Nezir (korkutucu) olduğunu bir çok keresinde ona hatırlatmak sureti ile, insanlar üzerinde Hafiz ve Vekil olmaya soyunmamasını öğütlemektedir. 

Elçisine böyle bir görevi vermeyen Allah (c.c) nin önerdiği tebliğ metodunu arkalarına atarak , sadece kendi düşünce ve inançlarını insanlar üzerinde baskıcı yollar kullanmak sureti ile kabul ettirmeye kalkmak , elçiye verilmeyen ve sadece ilah olmanın bir gereği olan Hafiz ve Vekil olmaya soyunmak anlamına gelecektir. Bu yöntemin kullanılması yolu ile fikir ve düşüncelerini yaymaya ve kabul ettirmeye çalışmak , maalesef bir çok Müslüman arasında Kur'an'i tebliğ metodundan daha fazla rağbet görmektedir.

İslam adına sahip olduğu inanç ve düşünceyi merkeze almak sureti ile, İslamı sadece kendi düşüncesi ve sahip olduğu inançtan ibaret zanneden bir çok Müslüman, karşısına kendisi gibi düşünmeyen bir başka Müslüman çıktığında sahip olduğu doğrularını , tebliğ dilinin gerekleri dahilinde anlatmaya yanaşmadan , karşısındaki kimseye küfür , hakaret , tekfir gibi her türlü muameleyi reva görmekte , hatta bu muameleyi farz bilmekte , ve bu farzı !! yerine getirdiğinde ise cihat vazifesini tamamlamış bir mücahit edası ile yatağına yatmaktadır.

Müslümanlar arasındaki fikir ayrılıklarının çözülebilmesi, önce karşıt fikirlere sahip olanların birbirleri ile medeni bir şekilde konuşabilme kabiliyetine sahip olmaları ile mümkün olabilir. Birbirleri ile konuşamayan Müslümanlar aralarındaki sorunların çözüme kavuşması şöyle dursun , sorunların kemikleşmesine ve çözümsüzlüğüne sebep olmaktadır. 

Bu sorunlar nasıl çözüme kavuşturulabilir veya sorunlar nasıl en aza indirilebilir ?.

Müslümanların farklı fikir ve görüşlere sahip olması bir realitedir. Herkesin aynı fikre ve görüşe sahip olması gibi bir durumun mümkün olmayacağını düşündüğümüzde , en makul yol farklı fikir ve düşünceleri hazmedebilme , karşıt fikre en az kendi düşüncesi kadar değer verebilme , onu dinleyebilme , kendi düşüncesini merkeze almama , eğer yanlışlık görüyorsa o yanlışları tebliğ dilinin gerekleri dahilinde uyarma yolu olmalıdır.

Müslümanlar arasındaki kavgaların kaynağı, herkesin sahip olduğu düşünceyi merkeze alması , sadece kendisini doğru yolda görmesidir. Sadece kendisini doğru yolda gören bir kimse için , diğerleri artık yanlış yoldadır. Ancak yanlış yolda olduğunu düşündüğü bir kimseyi kendi yoluna davet etmekte ve yanlışlarını ortaya koyabilmekte Müslümanlar arasında büyük bir sıkıntı yaşanmaktadır. 

İlim ve bilgi eksikliği, bu sıkıntıların en başta gelen sebebidir. Yanlış olduğuna inandığı düşüncenin yanlışlarını ilmi bir dil ve nebevi bir üslup ile ortaya koyabilme yeteneğinden mahrum olan Müslümanlar, çareyi küfür ve hakarette bularak , karşısındakileri sindirmek yoluna gitmektedir.

Halbuki ilim ve bilgi sahibi olan bir kimse öncelikle bu bilginin kendisine verdiği ilmi vakar ile karşısındaki fikre saygı duymayı öğrenecektir. Karşı fikri uygun deliller ile çürütmeye çalışan bir kimse ,  öne sürdüğü fikri kabul görmediği takdirde küfür ve hakaret dilini kullanmak gibi yanlışa düşmeyecek , hatta kendisini Hafiz ve Vekil olarak görmeyecek , sadece doğru olduğuna inandığı düşünceyi karşısındaki aktarmak ile yetinecek , karşısındaki kimseden kendi düşüncelerini kabul etmesi yönünde baskıcı bir dil kullanmayacaktır.

Bütün Müslümanlar din adına taşıdıkları düşüncenin doğru olduğuna inanarak görüşlerini savunurlar. Fakat bu doğrularını savunmakta kullandıkları kriterler farklıdır. Kriter olarak Kur'an'ı merkeze aldıklarını iddia edenlerin bile kendi aralarında fikir ve düşünce ayrılıklarına düştüğünü gördüğümüzde durumun vahameti ortaya çıkmaktadır.

Kriter olarak vahyi merkeze aldıklarını iddia edenlerin dahi aralarında fikir ve görüş ayrılıklarını olması , sahip olunan düşüncenin doğruluğunun vahiy ile onaylanmış olmadığını , sahip olunan görüşün, vahyin kişisel yorumunun sonucu olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Durum bu halde iken , hiç kimsenin sahip olduğu düşüncenin vahyin en gerçek ve en doğru yorumu olduğunu , herkesin bu doğruları kabul etmesini istemesi , kabul etmeyenlere ise her türlü küfür , hakaret ve tekfiri caiz görmesi , Müslüman ahlakı ile asla bağdaşmaz. 

Savunduğu görüşleri tek doğru görüş olarak gören insanların bu görüşlerinin doğruluğunu Allah (c.c) nin kitabından almış olmalarını iddia etmiş olmaları , onların doğru olduklarını göstermez. Müslümanların doğru olarak bildikleri ve savundukları , görüşleri sadece kendi doğrularıdır. Bu görüşlerin doğru olma ihtimali olduğu kadar yanlış olma ihtimali de mevcuttur. Doğru veya Yanlış olma ihtimali mevcut olan bir düşünceyi tek ve nihai doğru olarak öne çıkarmak sureti ile , karşı görüşü mahkum etmeye çalışmak , cehaletten başka bir şey değildir.

Müslümanlar birbirleri ile olan ilişkilerinde saygılı olmayı ön plana çıkarmak zorundadırlar. Birbirimize karşı saygılı olmanın kriterini en dar alana hapsetmek sureti ile aynı düşünceye sahip olmak olarak değil , en geniş alana çekerek ÖNCE İNSAN  olmak olarak belirlemek zorundayız. Karşısındaki kişini önce insan olduğunun bilincinde olan bir Müslüman bu ortak payda üzerinden bakış açısı geliştirdiği zaman , daha medeni bir ortamda konuşma imkanı hasıl olacaktır. 

İnsanlara Beşir ve Nezir olarak gönderilen bir elçinin ümmeti olduğunu iddia ederek , insanlara Hafiz ve Vekil olarak gönderilmiş edasında, karşısındaki insanlara karşı muamele edenlerin akıbeti, yine Kur'an tarafından haber verilmektedir. 

[083.029] Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi.
[083.030] Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.
[083.030] Yanlarından geçerken kaş göz hareketleriyle onları küçümserlerdi.
[083.031] Kendi yakınlarına döndükleri zaman da 'sevinç ve neşeyle' dönerlerdi.
[083.032] Onları gördükleri zaman ise: «Bunlar kuşkusuz şaşkın-sapıklardır» derlerdi.
[083.033] Oysa kendileri onların üzerine hafiz olarak gönderilmemişlerdi.

Ayetin bağlamının müşrikler ile ilgili olması , bu ayetin bizi ilgilendirmediği anlamına geldiğini düşünmek bizi aldanışa sürükleyecektir. Ayetler kendi düşüncelerini nihai doğrular olarak gören Mekke müşriklerinin , karşılarındaki insanlara karşı olan muamelerinin onlara neye mal olacağını haber vermektedir. Ayetlerin bize dönük olarak ne söylemiş olabileceği yönünde düşündüğümüzde , kendi doğrusunu merkeze alarak karşısındakini sapık olarak görenlerin ahirette düşmesi muhtemel duruma işaret edilmektedir.

Sonuç olarak ; Müslümanlar din adına sahip oldukları görüşlerin başkaları tarafından kabul edilmesini istemek hakkına elbette sahiptir. Ancak bu hakkı onlardan talep ederken onlara karşı kullandıkları dil önemlidir. Müslümanların birbirlerine karşı olan ilişkilerinde öne çıkarmaya çalışmaları gereken dil Muhammed (a.s) a önerilen tebliğ dili olmalıdır.
Tebliğ dilinin en önemli özelliği , insanlara karşı zorlayıcı bir üslup kullanılmaması noktasındadır. Bir çok ayet elçinin görevinin belirli bir sınırı olduğunu vurgulayarak , ilah olmaya ait olan sınırı geçmemesini özellikle hatırlatmaktadır. 

İnsanlar üzerinde Hafiz ve Vekil olmak, Allah (c.c) nin tekelinde olan ve elçisine vermediği bir yetkidir. Elçiye dahi verilmemiş olan bir yetki bazı Müslümanlar tarafından, sahip oldukları inanç ve düşünceleri tek ve nihai doğru olarak sunularak herkesin bu görüşler üzerinde bir düşünceye sahip olması istenilmekte , bu istekler ise insanlar üzerinde Hafiz ve Vekil olmaya soyunmak anlamına gelmektedir.

Kendilerinin insanlar üzerinde Hafiz ve Vekil olarak gönderildiklerini zannederek , sahip oldukları fikir ve düşüncelerin herkes tarafından kabul görmesini istemek , büyük bir kaosa sebep olmakta ve bugün içinde bulunduğumuz bölünmenin temelini teşkil etmektedir. Eğer Müslümanlar doğru olarak bildiklerini karşısındaki kimselere doğru bir dil ve Kur'an'i bir üslup ile anlatmaya kalktıklarında , kimseyi zorlamaya , küfretmeye , hakaret ve tekfir etmeye hakları olmadığını anlayacak ve daha medeni bir durumda birbirleri ile konuşmayı deneyeceklerdir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

24 Aralık 2016 Cumartesi

Ellerindeki Kitapları ve Başlarındaki Liderleri Kurtarıcı Zanneden Müslümanların Yol Açtığı Tahribatlar


Bir fikir ve inanç etrafında birleşmiş olan insanların, bu fikir ve inançlarını pekiştirmek ve birliklerini kuvvetlendirmek için bir takım ortak paydaları bulunması zaruridir. Ortak paydaları olmayan veya ortak payda etrafında birleşemeyen fikir ve inanç toplulukları, zaman içinde ifsat olmaya ve dağılmaya mahkum olmaktan kurtulamaz. 

Olayı biz Müslümanların açısından değerlendirmeye çalıştığımızda , bizleri birbirimize bağlayan bir takım ortak değerlerimiz bulunmakta, ve bu ortak değerler bizlerin birbirimiz ile daha güçlü bir bağ kurmamızda önemli rol oynamaktadır (Şu anda realite maalesef öyle değildir ama olması gereken bu dur).

Kur'an , biz Müslümanların birbiri ile bağını sağlayan veya sağlaması gereken tek kaynak ve hakem olarak elimizde bulunmasına, ve tek kaynak ve hakem olarak bu kitabın dinde belirleyici olması gerektiğine dair ihtiva ettiği emirlere rağmen , maalesef bu işlevi yerine getirememektedir. Bu durumun en başta gelen sebebi ise , bu kitaba alternatif kaynak ve hakem kitaplar türetilmiş olmasıdır. 

Aynı inancı ve düşünceyi paylaşma iddiasında olan bizlerin , dünyanın en ihtilaflı topluluğu haline, ve bu ihtilaflar neticesinde kafirler topluluğunun şamar oğlanı haline gelmiş olmamız , bizleri köktenci tedbirler alma noktasında herhangi bir düşünceye maalesef sevk etmemektedir. Herkes elindeki kitap ve sahip olduğu lideri ile halinden memnun bir halde sadece "Bize gel" şeklindeki söylemlerle din konuşmakta,  ayrılık ve parçalanmaların bizler üzerinde yaptığı derin etkilerin farkında dahi olmamaktadır. Birleşmek gerektiğini düşünenlerin bir çoğu ise , adres olarak kendi fırkalarını göstererek , bulunduğu yeri terk etmemekte direnç göstermektedirler.

"Fırkacılık hastalığı" olarak niteleyebileceğimiz bu durum , ne acıdır ki Muhammed (a.s) ın söylemiş olduğu iddia edilen bazı rivayetler ile daha da körüklenmiş ve her fırka kendi yanındaki ile sevinir bir hale gelmiş durumda kendisini, "Fırka i Naciye" den olarak niteleyerek, cenneti sadece kendi fırkalarına mensup olanlar için rezerve edilmiş bir mekan olarak görmektedirler. "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" veya Müslümanların 73 fırkaya ayrılacağını ve fırkalardan sadece bir tanesinin cennete gideceği şeklindeki rivayetler ile ,fırkacılığın Muhammed (a.s) a isnat edilen sözlerle körüklenmesi sonucunda geldiğimiz   durum gözler önündedir. 

Ülkemizde geçtiğimiz aylarda yaşadığımız büyük sıkıntıların kaynağını, dini bir cemaatin oluşturmuş olması neticesinde, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin öneminin , bu önemi daha önceden fark edemeyen bazı kimseler tarafından yeniden fark edilerek , Müslümanlar arasındaki hizipleşmenin yanlışlığının ve bizleri nerelere sürükleyebileceği üzerinde yeniden kafa yorulmaya başlanıldığını görmekteyiz. 

Ancak burada yapılan önemli bir yanlışa dikkat çekmek istiyoruz ; Tehlikenin kaynağı olarak sadece Fethullah Gülen ve mensup olduğu Nurculuk hareketi görülmekte , ve sadece bu hareketin yanlışlığı üzerinden fırkacılık aleyhinde gündem oluşturulmak istenilmektedir.
 Halbuki asıl oluşturulması gereken gündem , kaynağını Kur'anın belirlemediği ve Kur'an dışı kaynaklar ve kişilerden beslenen bütün fırkaların zaman içinde böyle bir ihanet içine girme tehlikesinin her zaman mevcut bulunduğu olmalıdır. Böyle bir gündem oluşturulduğu zaman , olay sadece bir fırkanın yanlışlığı üzerinde kördüğüm olmaktan çıkarak daha geniş bir platforma yayılacaktır. 

Eğer bu hareket bugün bir ihanet şebekesi haline gelmemiş olsa idi , Türkiye de böyle bir konu asla gündeme gelmeyecek , hizipler özellikle Fethullah Gülen'in başını çektiği hareket iktidar ile olan karşılıklı tavizkar ilişkisi sürdürecekti. Bu hareket marifeti ile yaşananlar , bizlere ibret olmalı , hizip ve fırkacılık anlayışına dayalı, İslam adına yapılan faaliyetlerin tamamının her türlü yanlışlığa açık olduğu asla unutulmamalıdır.

Bilindiği üzere bu hareket "Said Nursi" adlı kişi tarafından yazılan "Risale i Nur" adlı eserlerin etrafında oluşan kitlenin bir koludur. Bu kişinin kendisi ve yazdığı eser etrafında oluşturulan karizmaya bakıldığında korkunç bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu kitapların muhteviyatında olan bazı bölümler kişileri ŞİRK'e çağıran ve sadece hezeyan olarak nitelenebilecek şeyler olarak görülmesi gerekir iken , bağlıları tarafından direk olarak dile getirilmemiş olsa da dolaylı olarak, Kur'ana alternatif bir eser olarak halen ellerde gezmektedir. Ölmüş nur talebelerinin başlarında, risalelerden parçalar okumak şeklindeki hezeyanlar , bu fırkanın ellerinde kitabı ne dereceye getirdiklerinin acı bir örneğidir.

Başta Said Nursi olmak üzere , onun etrafında oluşturulan uçtu kaçtı hikayeleri ile bu kişi insanüstü bir seviyeye çıkarılmış , hala bu seviyede görülmekte olup , bugün Yaşayan bir lider olarak aynı hezeyanlar, Fethullah Gülen için de uydurulmaktadır. Bulunduğu mekandan herkesi gözlediği düşüncesi bile onun ilah durumuna çıkarılarak , bu düşünce içinde olanların şirk içinde olmaları için yeterli bir sebeptir.

Bu fırka mensuplarının şu anda bile kümelendikleri evlerde, Kur'an meali değil okumak, bulundurmanın bile yasak olmuş olması , bu hareketin nasıl bir zihni yapı içinde olduğunun anlaşılması için yeterlidir. 

Vahiy merkezli din anlayışından koparak kişi merkezli din anlayışının yanlışlarını en ince ayrıntısına kadar gördüğümüz bu hareketin "Hain" olarak görülmesi maalesef yapılan basiretsizlik sonucunda iş işten geçtikten sonra görülebilmiş , ve Türkiye üzerinde büyük bir tahribata yol açmıştır. 

Müslümanlar olarak yüzyıllardır dökülen Müslüman kanının istatistiği yapılacak olursa , bu kanların çoğunun gerçek kafirler ile yapılan savaşlarda değil , birbirimizi kafir olarak görerek aramızda yaptığımız savaşlarda döküldüğü görülecektir. 

Meseleyi sadece Fethullah Gülen veya Nurculuk hareketi üzerine yoğunlaştırarak , fırkacığın zararlarını konuşmak , bu meselenin boyutlarını fazla ciddiye almamak olacaktır. Bu konu maalesef devlet yöneticileri açısından sadece tek taraflı olarak bakılmakta ve olay sadece bu hareketin devlete yaptığı tahribat açısından değerlendirilerek önlemler alınmaktadır. Halbuki bu hareket, aynı devlet yöneticileri tarafından daha düne kadar övücü sözlerle desteklenerek , bağlıları devlet kademelerine yerleştirilmiş , ihanetleri ortaya çıkınca sadece, "Yanıldık Allah bizi af etsin" diyerek özür beyanına gitmektedirler. Bu konu tarihin konusu olup , ilerleyen tarihlerde her şey daha belirgin olarak ortaya çıkacaktır. 

Bizler bu hareketin devlete yapmış olduğu ihanetten ziyade , bu ve benzeri fırkacılık hareketlerinin yüzyıllardır İslama yaptığı ihanet üzerinde konuşmak ve bu durumun önlenmesi için gerekli olan tedbirleri hayata geçirmek zorundayız. Çünkü devlet kendisine zararı olmayan diğer dini cemaatlere bugün dahi ses çıkarmamakta , kendisi ile karşılıklı müdahene içine giren her guruba, şu anda sessiz kalarak tek düşman olarak belirli bir fırkaya savaş açmış durumdadır. 

Kısacası fırkalar ile mücadeleyi devletin kurumlarının yapması asla mümkün değildir , çünkü bu mücadele için yapılması gereken hareket planı sadece Kur'an içinde mevcut olup , Kur'andan kendisini soyutlayanların bu mücadeleyi samimi olarak yürütmeleri imkansızdır. Çünkü, yarın seçimler geldiği zaman oy deposu olarak görülen bu cemaatlerin kapısı siyasi partiler tarafından yine çalınacak , siyasi partilerin önde gelenleri , bu tarikatların başlarındaki kişilerin önünde el etek öperek ,onlarla karşılıklı müdahene içine girecekler, ve onlardan oy dilenmeye devam edeceklerdir. 

Fırkacılık ile mücadeleyi en gerçekçi biçimde , kendisini hiç bir fırkaya ait olarak görmeyen , ve belirleyici ve hakem olarak Kur'anı gören ve fikirleri ve kişileri bu kitaba göre okumaya çalışan insanlardan başkası yapamaz. 

Bugün bir çok fırkanın elinde olan kitaplar ve sahip olduğu liderlerin kendilerini kurtaracağı düşüncesi, maalesef kemikleşmiş bir hale gelmiştir. Elimizde olması gereken kitabın Kur'an olması ve bu kitabın hakemliğinde bir inanç sahibi olmak gerektiği noktasında fikir sahibi olanlara bu konuda büyük bir görev düşmektedir. 

Müslümanlar olarak fırkacılığın bizleri getirdiği noktayı ve düşürdüğü durumları göz önüne aldığımızda , fırka mensuplarının bir çoğunun, elinde bulunan Kur'ana alternatif kitap ve kişileri bırakmasının pek mümkün olmayacağını söylemek, gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. 
İşimizin zorluğu kimseyi umutsuzluğa ve tembelliğe sürüklememelidir. Tebliğ metoduna uygun yaklaşımlarla, bu gibi fırkalar içinde olan kişileri içine düştükleri yanlışı anlatmanın ve çıkış yolu göstermenin , kısa vadede olmasa bile, uzun vadede karşılığı mutlaka alınacaktır. 

Fırkacılığa karşı çıkmak adına üretilen söylemler, eğer başka bir fırkacılığı doğuracak olursa , kaş yapayım derken göz  çıkarmak misali bir duruma dönüşerek , fırkacılığın azalmasına değil artmasına sebep olacaktır. Türkiye geneli olarak düşündüğümüzde , biz Müslümanların en büyük açmazı,  başka fırkalara karşı çıkmayı kendi fırkamızın doğruluğu ve o fırkanın belirlediği kriterler üzerinden yapmaya çalışarak , olayı Kur'an açısından değerlendirememektir 

Yanlış bir yolda olduğunu düşündüğümüz kişinin yanlışını, kendi elimizdeki kitap ve mensubu olduğumuz hareketin liderinin söylemi ve düşüncesi üzerinden görmeye çalışmak yerine , aramızda hakem olması gereken kitap ile dile getirmeye çalışmak, en doğru bir yöntem olacaktır.

Bugün biz Müslümanların en büyük eksiği , yanlış olarak gördüğümüz bir düşüncenin yanlışlarını dile getirmekte kullandığımız dil ve üslup sorunudur. Biz gibi düşünmeyen bir kimsenin yanlışını yumuşak bir üslup ile değil , sert , kırıcı , hakaretvari ve kaba bir üslup ile dile getirmektir. Bizlerin bu yanlış üslubu, diyalog imkanını ortadan kaldırmakta ve yanlış içinde olan kimsenin , yanlışına daha sıkı sarılması ile neticelenmektedir.

Öncelikle Müslümanların "Bedevi" bir dil ve üslubu terk ederek , "Medeni" bir dil ve üslubu kazanmaları,fırkacılık ile yapılacak mücadelenin atılacak ilk adımlardan birisidir. Medeni bir üsluba sahip olanların , birbirleri ile daha kolay diyalog sağlayabilecekleri bir gerçektir. 

Bahsetmeye çalıştığımız şey , zihniyet değişimidir . Elindeki Kur'anı seçmiş olduğu belirleyici kitapların verdiği bakış açısı ile veya mensubu bulunduğu fırkanın liderinin "Bak" dediği yerden bakmaya alışmış olanlar için , bu zihniyetin terk edilmesi kolay değil , hatta imkansız bile denilebilir. Ancak Müslümanların içinde bulunduğu zelil durumun en başta gelen sebebinin yüzyıllardır bitmeyen fırkalar arası sözlü ve silahlı kavgalar olduğu düşünüldüğünde , bu zihniyet değişiminin mutlaka gerçekleşmesi gerekmektedir.

Kur'an dışı kaynakların başta "Hadis" adı ile Muhammed (a.s) dan gelen sözlerin bile Kur'ana eş değer sayıldığı ve bu düşüncenin akide konusu haline geldiği bir inanç sisteminin , bu zihniyeti terk ederek , Kur'anı belirleyici bir kitap olarak görmesi zor, ancak bu zihniyetin değişmesi de mutlaka şart olan bir durumdur.

Bu zihniyetin değişmesi için , herkesin elini taşın altına sokma mecburiyeti vardır. Elini taşın altına koyarak sorumluluk sahibi olmak önce bilgi sahibi olmayı gerektirir. Bilgi sahibi olan bir topluluğun ise sorgulama yeteneği daha da bilenmiş olacaktır. Fırkaların yerleşik mantığında "Sorgulamamak" , "Teslim olmak" gibi terimlerin ifade ettiği anlamların , amentü haline gelmiş olması nedeniyle , bazı şeytani güçlerin fırkaları kullanarak hain emellerine alet etme imkanlarının son derece kolay olduğu, son yaşadığımız olaylar nedeniyle maalesef iyice anlaşılmıştır. Bu gibi ihanetlerin önünün alınması fırkacılık mantığının yok edilmesi ile mümkün olacaktır. 

Sonuç olarak ; Fırkacılık yüzyıllardır İslam dünyasının en büyük sorunu olarak karşımızda eskisi gibi güçlü ve dimdik bir şekilde ayakta durmaktadır. Bu durumun önünün alınması gerektiği , herkes tarafından dile getirilmesine rağmen ellerindeki kitapları ve başlarındaki liderleri terk edemeyenler , birleşmenin adresi olarak kendilerini göstermektedirler. Bu durum ise , bırakın fırkacılığın azalmasını , daha da güçlenmesine sebep olmaktadır. 

Bu durumun önünün alınması , Kur'anın daha ciddiye alınarak bu yönde zihniyet değişimi yapılması ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde çok daha büyük sorunlara gebe olan bir İslam dünyası ile karşı karşıya kalmak kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.