içindeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
içindeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Lokman Örneğinde İnsana Verilmiş Olan Hikmet'in Hayat içindeki Yansıması

Kur'an'ın bizlere vermek istediği mesajlarını aktarmakta kullandığı yöntemlerden bir tanesi, geçmişte yaşamış olan kişi ve toplulukların yaşadıkları hayatlardan kesitler anlatmak sureti ile, o hayatlardan örnek alınmasını sağlamak şeklindedir. Lokman ismi, geçmişte yaşamış bir kimse, ve oğluna verdiği bir takım öğütler üzerinden Kur'an içinde yerini almış, bizler tarafından Lokman'ın oğluna verdiği o öğütler üzerinden insan hayatının nasıl şekillenmesi gerektiği yönünde örnekler çıkarılması gerekirken, onun ismi  genellikle elçi olup olmadığı yönünde tartışmalar arasında oğluna verdiği öğütler buharlaşıp gitmiştir.

Yazımızda, aynı adı taşıyan sure içindeki ayetlerde, Lokman'ın oğluna verdiği öğütlerin, bizim hayatımıza nasıl yansıması gerektiği üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[031.012] Biz Lokmana «Allah’a şükret» diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim nankörlük ederse bilsin ki Allah müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.

Lokman'ın elçi olup olmadığı, onun ile ilgili olarak yapılan tartışmalardandır. Onun elçi kimliğine sahip olup olmadığının bizim için herhangi bir önemi bulunmamakta, bizim için öneme haiz olan asıl konu, onun yaşadığı hayatın örnek bir hayat olmasıdır. Surenin 12. ayetinde, Lokman'a Hikmet verildiğinden bahsedilmektedir. Bu kelime, Kur'an'ın anahtar terimlerinden bir tanesi olup, üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılarak hadis ve sünnet'in vahiy olduğu yönündeki çıkarımlara mesnet olarak kullanılmak istenilmektedir.

Hikmet; Islah etmek, düzeltmek amacı ile men etmek engellemek anlamına gelen Hakeme kelimesinden türemiştir.

Hikmet kelimesini Lokman bağlamında düşündüğümüz, ve Lokman'ın bir beşer olduğunu dikkate aldığımızda, hikmet sadece belirli kimselere verilmiş bir özellik olarak değil, bütün insanlara doğuştan verilmiş, yaşamının ilerleyen yıllarında insanın beslendiği yaşam kaynağı her ne ise, ona göre şekillenen doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın asıl meselesi, işte kendisinde bulunan hikmeti nasıl kullanması gerektiğidir. Çünkü insanda bulunan hikmet, çeşitli yönlendirmeler neticesinde yolundan sapmaya müsait olan yani Şeytan'ın emri altına girebilen bir özelliğe sahiptir.

Tarih boyunca gelen elçiler, muhataplarına insanda var olan hikmetin, vahyin doğrultusunda yönlenmeleri için çalışmışlardır. Yapılan bütün kavgalar insanda var olan bu hikmetin neye göre yönlenmesi gerektiğinde düğümlenmiş olup Lokman, kendisine verilen hikmeti vahyin doğrultusunda kullanan örnek bir şahsiyet olarak bizlere sunulmaktadır.

Ayet, insanın kendisinde olan bu hasletin doğru yönde kullanmasının faydasının kendisine olduğunu, yanlış yönde kullanılan hikmetin zararının da yine insanın kendisine olduğunu, Allah (c.c) nin insana vermiş olduğu tüm emirlerin yerine getirilmesine kendisinin ihtiyacı olmadığını beyan etmektedir.

Allah'ın kendisine verdiği hikmeti , nankörlük yönünde değil şükür yönünde kullanan Lokman oğluna şunları söylemektedir. Lokman'ın oğluna söylediği sözler, aynı zamanda bilginin insanlar nasılda nasıl yayıldığını da göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İnsan sahip olduğu bilgiyi kendisinden öncekilerinin edindiği tecrübi bilgilerin bir başkasına devredilmesi şeklinde öğrenmektedir.

[031.013] Hani Lokman; oğluna öğüt vererek demişti ki: Oğulcuğum; Allah'a şirk koşma, doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.

Lokman oğluna nasihat vermeye, Allah'a şirk koşulmaması gerektiğinden başlamaktadır. Çünkü insan yaşamı sadece Allah'a kulluk etmek temeline dayalı bir sistem üzerinde olması gerekmektedir. Şirk'in ne olduğunu ifade etmek için kullanılan Zulüm kelimesi üzerinde duracak olursak şunları söyleyebiliriz;

Kelime, ışığın yokluğu yani Karanlık anlamına sahip olduğu gibi, bir şeyi eksilterek veya artırarak, zaman veya mekanından saptırarak kendine ait olmayan bir yere koymak anlamına gelmektedir.

Şirk kavramının tarifinin Zulüm kelimesi ile yapılmış olmasının anlamını, Kur'an içinde geçen Nur, Zulümat gibi kelimelerin geçtiği ayetleri alt alta koyarak okuduğumuzda daha net bir şekilde anlayabiliriz. Ayrıca kelimenin diğer anlamını dikkate aldığımızda, tevhid'in fıtri bir durum, şirk'in ise arızi yani dış etkenler nedeniyle oluşan bir durum olduğunu anlayabiliriz. 

Bir insanın bilmesi gereken en önemli şey, kimin kulu olması gerektiği olup, yaşamını insanların tek ilahı rabbi olan Allah (c.c) buyrukları doğrultusunda yönlendirmek bütün insanların asli görevidir. Allah (c.c) dışındakilere kul olmak yolu ile şirk batağına düşmenin dünya ve ahiret sonuçları, Kur'an'ın bir çok yerinde yaşanmış hayatlar örneğinde anlatılmaktadır.

Lokman oğluna öğüt olarak bunları söylerken, bu öğütten bizim çıkaracağımız ders şu olabilir; Sorumlu bir anne baba olarak önce kendimiz tevhit üzere kaim olan bir hayat sürmeye çalışmak, sonra bu hayatı çocuklarımıza örnek olarak sunmak zorundayız. Örnekliğini sunmadığımız bir hayatı başkalarına tavsiye etmek, bu tavsiyelerin tutulmamasına sebep olacaktır.

[031.014] Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana'dır.

[031.015]  Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Lokman s. 14. ve 15. ayetleri her ne kadar Lokman'ın oğluna verdiği nasihatlerin arasına girmiş cümleler gibi görünse de, insanın ana ve babasına iyilik yapması Allah (c.c) nin ona verdiği emirlerdendir. Ayetler insanın anne karnındaki ve sonraki haline dikkat çekerek, anne ve babanın insan üzerindeki hakkını hatırlatmaktadır. Ancak itaat konusuna sınırlama getirilerek, işin içine Allah'a isyan girdiğinde anne babaya bu konuda itaat edilmemesi gerektiği bildirilmektedir.

Her ne kadar itaat edilmese dahi, anne ve baba ile iyi geçinilmesi emredilerek, onların yaşamlarındaki ihtiyaçlarını karşılama noktasında geri durulmaması da bilhassa hatırlatılmaktadır.

[031.016] Oğulcuğum; işlediğin şey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirir. Muhakkak ki Allah; Latif'tir, Habir'dir.

İnsanın yaptığı iyilik ve kötülüklerin karşılığını göreceğini bilmesi, ve bu bilgiyi hayatına pratize etmesi, hele hele bu karşılığın ahiret hayatında olacağını bilerek ona göre yaşam sürmesi, onu dünya hayatında Allah'ın istediği bir kul haline getirecektir. Yaptıklarının hesabını yüce bir merciye vereceğine inanmayan insanların binlerce yıldır dünyayı nasıl bir fesat ortamına soktuğunu hatırlayacak olursak, Allah'a hesap verme inancının insan ve toplumların hayatında ne kadar önemli olduğu görülecektir.

Bu noktada ahirete iman ettiklerini iddia eden birçok Müslüman'ın ahiret inancına sahip olmayanlar gibi yaşamaları, bu inancı gereği gibi içselleştirmemiş olmaları anlamına gelmektedir.

[031.017] « Oğulcuğum, salatı ayakta tut, ma'ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet eden (musibetler) e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.

Lokman oğluna insan yaşamı için gerekli olan ve Evrensel Doğrular olarak ifade edebileceğimiz nasihatlerine devam etmektedir. Kuran içinde geçtiği yerlerde genellikle Namaz olarak çevrilen Salat kelimesi, namazı da içine alan geniş bir anlam alanına sahiptir. Bu kavramı, kulun kendisine çizilen daire içinde bir hayat sürmesi şeklinde anlamlandırdığımız zaman, insan hayatı içinde yapılan Allah (c.c) tarafından tasdik edilen tüm doğrular bu kavram içine girmektedir. 

Maruf olanın hayata geçirilmesi ve başkasına da tavsiye edilmesi, münker olanın yaşamdan uzaklaştırılarak, başka yaşamlardan da uzaklaştırılması için tavsiyelerde bulunulması, bizim için sıkıcı ve dayanılmaz olarak görebileceğimiz durumlar karşısında sabır edilerek isyan moduna geçilmemesi, yine Allah (c.c) katından bize emredilmektedir. 

İnsanların dünya hayatında maruf üzere, ve münkerden sakınan bir hayat sürmesi, ve bunun bütün inanlar tarafından hayata geçirilebildiğini hayal olsa da düşünmek, yaşadığımız dünyanın cennete dönüşmesini sağlayacaktır.

[031.018]  «İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.»

18. ayet, İnsanların birbirleri ile aralarındaki davranışları düzenlemektedir. İnsan olmak ortak paydasına sahip olanların, birbirleri ile aralarında sosyal ve ekonomik yönden farklılıkların olması kaçınılmazdır. Asıl olan bu farklılıkların öne çıkarılarak, kendisi gibi aynı duruma sahip olmayan diğer insanları küçümsemek, onlara karşı tepeden bakan bir tavır takınarak onlara karşı her fırsatta "Ben sizden farklıyım" mesajı vermeye çalışanları, başta Allah olmak üzere kimse sevmez.

[031.019]  «Yürüyüşünde iktisatlı ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.»

Yürüyüşünde bile gurur ve kibir bulunan, sesi ile insanlar arasında farklılık mesajı vermeye çalışanların, diğer insanlardan nasıl bir farka sahip olduğunu ayet bildirmektedir. Sesini yükselterek diğer insanlara hitap edenlerin sesleri, insanlar arasında hoşlanılmayan bir sese sahip olan eşeğin sesine benzetilmektedir. 

Eşeğin sesinin çirkin olarak bildirilmesinin, bazı kimselerin kafasında, Madem sesi çirkin Allah eşeği neden güzel sesli olarak yaratmadı? sorusuna sebep olabilir. Eşeğin sesi için böyle bir ifadenin kullanılmış olması, bu sesin Allah katında çirkin olduğu için değil, insanların gözünde böyle bir algıya sahip olduğundan ötürüdür. Sesi beğenilmeyen bir kimse için sesinin eşek sesi gibi olduğu şeklinde ifadeler, bilindiği üzere insanlar arasında kullanılan deyimlerdendir.

Sonuç olarak; Kur'an yaşanmış hayatlar üzerinden bize kesitler sunarak, bizim hayatlarımızın ona göre şekillenmesini tavsiye etmektedir. Lokman rol model bir şahsiyet olarak Kur'an'da yerini almış, onun oğluna yaptığı tavsiyeler, Evrensel Doğrular olarak tüm zamanlara dair mesajlar ihtiva etmektedir. 

Lokman'ın oğluna söylediği sözler, aynı zamanda bilginin insanlar arasında nasıl yayıldığını da anlamak açısından dikkat çekicidir. İnsanlar yaşadıklarını bildiklerini ve öğrendiklerini kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara sözlü bilgi şeklinde aktarmak sureti ile, yayılmasını sağlamaktadırlar.

İnsan olarak hem bizi yaratana, hem de diğer insanlara karşı yapacağımız doğru davranışlar, bizleri dünya ve ahirette mutlu ve mesut bir yaşam sürmemizi sağlayacaktır. Lokman'ın oğluna yaptığı tavsiyeler ile, bugün bizlerin o tavsiyeler karşısında nasıl bir durumda olduğumuzu düşündüğümüz zaman, neden dünyanın her tarafından fesat kazanlarının kaynadığını anlamak zor olmayacaktır.

Lokman adlı kişi üzerinden anlatılanlara, İdeal bir insan nasıl olmalıdır? sorusunun cevabı olarak bakıldığında, bizlere çok şeyler anlatmış olduğu görülecektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Temmuz 2014 Cuma

Truva Atının İçindeki Samiriler

Truva atı, tarih içinde yaşanan bir savaşta kaleyi kuşatma ile zaptedemeyen bir ordunun içten zaptetmek için kullandığı bir tahta at maketi olup sembolleşmiş bir objedir. Samiri ise kur'anda geçen bir isimdir , bu isim ise din adına insanları kandırmak için yanlışları bir avuç doğru katarak sunan tiplerin sembol adı olmuştur. Bugün bu iki sembol bir araya gelerek özellikle din alanında kendini göstermekte , müslüman dünyasında faaliyet gösterip fesadı yaygınlaştırmak için var güçleri ile çalışmaktadır. Kaleyi içten fethetmek savaşarak fethetmekten daha kolay bir yol olup , bu tür taktiği müslümanları içten yıkmak konusunda gayretleri olanlar kullanmaktadırlar. Truva atlarının içlerine doldurdukları çağdaş samiriler ile bu işi yapmaya çalışmakta oldukları gözden kaçmayan bir husus olup dikkatli olunması gerekmektedir.

Çağdaş samirileri , 1-geleneksel islam inancı içindekiler 2- geleneksel islam inancına karşı olanlar ,şeklinde ayırmak mümkündür. Bu yazımız, 2. başlık altında toplanan samirilerin kaleyi içten çökertme planları konusunda olacaktır. Geleneksel islam inancındaki yanlışları görerek sorgulamaya başlayan insan önce bu dinin kitabını araştırmaya başlar , bu hayırlı eylemi şerli bir eyleme dönüştürmek isteyenler iş başına geçerek hedef saptırma yöntemi ile kur'anın esas mesajını anlamamaları için kur'an hakkında 1- onun orjinal şekilde elimizde olup olmadığı , 2- türkçeye çevrilmiş meallerde hata olduğu gibi yollarla zihinleri bulandırmaya çalıştıklarına şahid olmaktayız. 

Kur'anın tahrif olup olmadığı konusu truva atı içindeki samirilerin zihin bulandırma yöntemlerinden birisi olup bu konu etrafında suni gündemler yaratarak müslümanların tek dayanakları olan kur'an hakkındaki düşüncelerini ifsad ederek eldeki tek dayanağı yıkarak şüphe içinde bırakmak ve daha sonra hedeflerindeki kişilere , "eldeki tek dayanak bu haldeyse bizim güvenecek bir şeyimiz yok" dedirtmeyi başardıktan sonra amaçlarına kavuşmuş olmaktadırlar. Bu şekil bir gündemi ortaya atanlar hans , corc , albert gibi isimler olsa hemen,  "bunlar zaten kafir ve islam düşmanı böyle bir düşünce içinde olmaları normaldir" denilebilir, ancak bu düşüncelerinin kendi isimleri altında kabul görmeyeceğini çok iyi bilenler bu düşüncelerini bizim gibi ahmet ,mehmet , hasan gibi isimler taşıyanlara yaptırarak masum bir düşünce olarak lanse etme yoluna gitmişler ve bir kısım insanda bunlara kanmıştır. 

Kur'anın farklı dillere çevrilmiş olması ,arap dilini bilmeyenlerin kur'anı okumak ve anlamak için faydalandıkları bir yöntemdir. Geleneksel düşüncede özellikle rivayet merkezli din anlayışının hakim olması meal ve tefsirlere yansımış rivayetlerin kur'ana onaylatılması gibi bir durum hasıl olmuştur. Bu onay işlemi, ayet aralarına gerekli parantezler açılarak yapılmaya çalışılmış ,o düşünce kur'andanmış gibi gösterilmeye çalışılmış ve kur'andan olmayan bir çok düşünce kur'andan sanılır olmuştur. 

 Bu taktiğin başarılı olduğunu görenler aynı taktiği geleneksel islam inancına karşı olma adına uygulamaya giderek "bütün mealler hatalı" sloganı ile yola çıkarak kendi meallerini sunmaya çalışmışlardır. Türkiyede yapılmış meallerin belki hiçbiri hatadan beri değildir ancak toptancı bir mantıkla "hepsi hatalı" demek doğruyu ortaya koyarken , hatalı meallere rahmet okutturacak hatalar yapmak bu hataları gündeme getirenlerin ne kadar samimi!! olduklarının göstergesidir. Hatalı olduğu iddia edilen meallerin yapıcılarının bir çoğu bu hatalarını herhangi bir art niyet taşımadan yapmalarına karşın , meallerin hatalarını düzeltme iddiasında !! olanların yaptıkları hataları masum görmek mümkün değildir.İsrailoğullarının kendi kitaplarına yaptığı muameleden daha beter bir şekilde kelimelerin yerlerini değiştirerek farklı anlamlar yükleyerek "doğrusu budur" demeleri bu tür anlamların bir kısım insan tarafından kabul görmesine sebeb olmuştur, onların bu işi samiri edası ile ,yani yanlışların içine bir avuç doğru katarak yapmış olmalarından dolayı, her gördüğünü araştırmadan kabul eden bir takım saf insanların kabulleri haline gelmiştir. 

Geçmişimizin rivayet merkezli bir din algısı temeline oturtularak, kur'anın ikinci plana itilmiş olması kara bir leke olarak önümüzde olduğu açık bir gerçektir. Rivayetleri dinin ana kuralları haline getirmeye çalışanlara karşı, bu rivayetlerin sadece yaşanmışlık hakkında bilgi kaynağı olabileceği düşüncesi hakim olması gerekirken hepsini atalım şeklinde geliştirilen mantık samimi bir yaklaşım gibi görünsede istismara açık bir alan olması truva atı içindeki samirilerin iştahını kabartmış ve geçmişte yapılan bu hatalar üzerinde geliştirmeye çalıştıkları "hepsini at" düşüncesi bir kısım kur'an ehli olduğunu iddia edenler tarafından kabul görülmüştür.

Kur'an bilindiği gibi yaşayan bir toplum içinde 23 senede nazil olan bir kitaptır. 23 senelik bu nuzül süreci içindeki yaşanmışlıklar bizlerin bu kitabı anlaması açısından önemli bir veridir. Yaşanmışlığı göze almadan okunan bir kitap, bizlerin o kitap doğrultusunda  yol izleme noktasında bir takım bilgiler vermekten uzak sadece ütopik bilgiler ile donanmış bir kitap haline getirecektir. Yaşanmışlığı olmayan bir kitap haline gelen kur'an müslümanlar için yol gösterici olmaktan çıkarak sadece çerez durumuna düşen bir kitap haline gelecek ve bundan fayda görecek kesim bu doğrultudaki düşünceleri "sadece kur'an" sloganı ile kitlelere sunmaktadır. 

Sadece kur'an söylemi kişiyi mushafperest olmaktan ileriye götürmeyen bir söylem olarak karşımızda durmaktadır. İlk bakışta kulağa hoş gelen bir söylem gibi görünmesine rağmen yaşanmışlıktan kopan bir kitap içindeki bazı emirler sanki  bugün bize inmiş gibi kendi bakış açımızla yorumlanmaya başlanıp samirilerin hoşuna gidecek şekilde hayattan çıkarılmıştır. 

Kur'an, kıssa yollu anlatım ile geçmişlerin yaşamış olduğu tecrübeleri bizlere anlatır, bu tecrübeler bize yaşadığımız hayat içinde ışık tutar. Kıssaların mesajını ötelemeye yönelik yorumlar ile birlikte okunan bir kuran bu kıssaları eskilerin masalları haline getirip bize faydası olmayan metinler haline getirecektir. 

Hadis ve sünnet meselesi en baştan beri tartışılan bir mesele olup bu tartışmanın boyutu değişerek, atalım mı atmayalım mı tartışmasına dönüşmüştür. İnsanlık kendinden öncekilerin yaşamış oldukları hayat içinde elde ettikleri tecrübi bilgilerin üstüne kendi bilgisini ilave ederek gelişim gösterir , bu gelişim fizik , kimya, tıp vs gibi bilim dallarında olduğu dini bilgi alanında da geçerlidir. Bizden öncekilerin dini tecrübeleri bizler için olumlu veya olumsuz örneklikler açısından değerlendirilir. Özellikle hadis konusunda geleneğin açmış olduğu yanlış yol bugün samiri türü insanlar tarafından istismar edilerek toptan atılması yönünde düşünceler geliştirilmeye çalışılmıştır, uydurma rivayetlerin bile geçmişteki olumsuz yaşantı örnekleri hakkında bilgi vermesi açısından değer taşıdığı göz önüne alınacak olursa geçmiş bilgi kazanımlarını kaldırıp atmak bu kitabın yaşanmış bir örneği olmadığını dolayısı ile hayat dair bir şey söyleyemeyeceği düşüncesini oluşturur.

Yaşanmış örneklikten koparılan bir kitap içinde özellikle tevatüren gelen namaz , hacc gibi yaşanmış örnekler geçmişten kopuk olarak anlaşılmaya çalışıldığında geçmiş örnekler bir tarafa atılıp okuyanın anlayışına göre bir şekil aldığında, her okuyanın ayrı bir anlam bindirmesi şeklinde kendini göstermektedir. Kur'anın nazil olduğu elçi bile bu tür ibadetleri kendinden önceki örnekleri uygulayarak yapmış olması onlar için hiç bir değer ifade etmemekte, elçi Muhammed as ın örnekliği ile ilgili ayetler hiçe sayılarak haşa adam yerine bile konmamaktadır.  

Namaz , hacc gibi ritüel ibadetler sosyal boyutları olan ve insanların birlik beraberlik açısından kaynaşmalarını sağlaması açısından önemlidir , bu önemi müslümanlardan daha iyi farkedenler beraberliği bozmanın yolu olarak bu ritüeller üzerinde şüphe tohumları atarak ortadan kaldırma girişimlerini kur'anın önceki yaşanmışlığını red ederek gerçekleştirmek istemektedirler.  

Allah cc insanları sadece kendisini tek ilah olarak kabul etmelerini istemektedir. Bu durum tarih boyunca gelen elçilerin ve son elçi Muhammed as ın hayatında açıkça görülür. Kıssaları mesaj içerikli okumaktan çıkarıp masal olarak okuma ve Muhammed as ın yaşantısı hakkındaki yanlış anlamalar kalkan edinilerek red edilmesi sonucu tarih boyunca süren muvahhid ve müşrikler arasındaki mücadeleler ve onların örnekliği arkaya atılmıştır. Tağutları red ederek Allah cc yi tek ilah kabul etme esasına dayanan muvahhidlik, atamız İbrahim as ın kırdığı putlar önünde saygı durmak şekline dönüşmüş ve başka ilahlara kul olmanın şirk olduğu unutulmuş müşriklik sadece tarikat ehli insanlara hasredilmiştir.

Allah cc yi tek ilah olarak bilme esasına dayanan muvahhidliği ters çevirenler , muvahhid olmak demeyi hadis ve sünneti red etmek olarak anlamışlar ve kur'anın yaşanan hayata dair olan şirki yok etme tek ilahın otoritesine hakim kılma inancı hepten unutulmuş , böyle bir kitap , böyle bir müslüman tipi müstekbilerin korkulu rüyası olmaktan çıkmış en sevdikleri tipler olmuştur. 

Tumturaklı isimler ile faaliyet gösteren bir çok internet sitesine baktığımızda kur'anın yaşantıya dair herhangi bir emrini gündeme getirmeyip , sadece eskilerin hadis ve sünnet üzerinde yaptıkları yanlışları kalkan edindikleri görülür. Hadis ve sünnet anlayışları konusundaki yanlışları düzeltmek tabi ki gerekmektedir ki temiz bir kur'an anlayışı gündeme gelsin , ancak istisnaları olmakla birlikte kur'anı bütüncül olarak görmeyip sadece belli ayetleri üzerinden (onları da doğru anlayıp anlamadıkları tartışılır) hadisleri red etmek ön kabulu ile okunan ayetler kişiyi saf bir kur'an algısından uzaklaştırıp tarikatçı mantığı içinde kur'ana yaklaşmaktan başka bir işe yaramaz.

Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler olarak görüp kainat ayetlerini görmemezlikten gelmek şeklinde tezahür eden düşünce kur'anı öncelleme iddiasında olan kişiler içinde geçerlidir. Özellikle enam s. 38. ayetindeki "biz kitab'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" cümlesini kur'an zannetmeleri, Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannederek mushafperest bir kimliğe bürünenlerin en büyük açmazı olarak karşımızda durmaktadır. Halbuki kitap terimini yaratılmış olan her şeyin içinde bulunduğu kainat olarak anlayıp , bu kitap içindeki her şeyin bir kurala bağlanarak başıboş bırakılmadığı anlaşılır ve kitap konusunda böyle bir yanlışa düşülmezdi.

Kur'an iman için gerekli olan bilgilerin tümünü toplaması noktasında eksiksiz bir kitap'tır , ancak hayatın değişen dinamiklerine çare bulmak noktasında sadece kur'an içinden çare bulmaya kalktığımızda işler karışacaktır. Kur'an 1500 sene önce yaşayan bir toplumun yaşamı içinde nazil olmuş ve bir takım hükümler o toplumun standartları çerçevesinde nazil olmuştur. Kur'an bugün hayat içinde uygulanacak bir kitap olduğu takdirde yaşanan hayat standartlarının değişmesi ile ilgili hükümlerin bir çoğunun kur'anda olmadığı görülecektir. Bunun çaresi yine insana düşmektedir, insanlar yaşadıkları toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak kur'anın ana hükümleri çerçevesinde alt hükümler ihdas ederek kitabı yaşanır hale getireceklerdir. Ancak kur'anı hayat kitabı olarak değilde sadece hadisi ve sünneti red etmemizi emreden ayetlerin olduğu bir kitap olduğunu zannedenler için zaten böyle bir gereklilik söz konusu olmayıp , kur'anın yaşanan her zamana ait sözü olduğu ve bu sözü insanların kur'anı baz alarak genel hükümler üzerinden özel hükümler çıkarması gerektiği akla bile gelmemektedir.

Truva atı içine girmiş samiriler kaleyi içten fethetmek için her zaman olacaklardır, bizim vazifemiz onları iyi tanımak ve bu oyunlara gelmemektir, bunun için önce hiç bir şahsa körü körüne bir bağlanmadan hata yapma payı bırakmak ve kitabı kimsenin yönlendirmesi olmadan okumaya çalışmaktır. Özellikle anti tez şeklinde karşı çıkmak noktasından olaya girenlerin doğruyu ikame etme adına uyguladıkları metod iyi anlaşılmalıdır. Hepimiz bir şekilde yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şeyi eleştirip yerine doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi koymaya çalışıyoruz, bunu yaparken tek doğrunun biz olduğunu iddia ettiğimiz zaman bu iddianın arkasında yatan bir hinlik aranmalıdır. 

Hata aralığı bırakmadan sadece "tek doğru budur" şeklinde sunulan her görüşün arkasında kişinin şahsi yorumu olup yanlış payıda içermektedir. Kişi eğer böyle yanlışa düşmekten kendisini beri görüyorsa bu görüşü ya Allah tan aldığı bir vahye dayanıyor olmalı ki bu mümkün değil yada art niyetini gizlemek için kişileri kendi düşüncesine esir etmek karizmatik bir yapıya bürünüyordur, bu tür taktikler tarikat şeyhlerinin taktikleri olup, modern şeyhlerde bu taktiğin faydalarını gördükleri için onlarda böyle bir sistem  uygulama yoluna gitmekte ve eski tarikatlara küfreden yeni nesil tarikat müritleri türetmişlerdir.

Sonuç olarak; kişinin söylemi ve eylemi niyetini açığa vurur düşüncesinden hareketle , kur'an ile ilgili söz söylemek iddiasında olan bir takım zevatın , gelenekteki bazı yanlış düşüncelerin arkasına sığınarak onları eleştirmeleri , kur'an meallerindeki hatalardan hareketle yanlışın yerine doğruyu koymak iddiaları şeklinde tezahür bir takım eylemleri yanlışlıkla suçladıklarına rahmet okutturacak durumdadır. Kelimeleri asıl anlamlarından değiştirerek hevalarına göre anlam yüklemeleri sonucunda bir takım kur'an ayetlerini eğio bükmeleri bu kişileri truva atı içine sokulmuş olan samiriler durumuna düşürmüştür. Bu türlerin oyunlarına karşı dikkatli olunmalı ve söz kimden gelirse gelsin doğruluğu kur'an ölçeğinde araştırılmadan kabul edilmemelidir.  

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.