İnsana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Lokman Örneğinde İnsana Verilmiş Olan Hikmet'in Hayat içindeki Yansıması

Kur'an'ın bizlere vermek istediği mesajlarını aktarmakta kullandığı yöntemlerden bir tanesi, geçmişte yaşamış olan kişi ve toplulukların yaşadıkları hayatlardan kesitler anlatmak sureti ile, o hayatlardan örnek alınmasını sağlamak şeklindedir. Lokman ismi, geçmişte yaşamış bir kimse, ve oğluna verdiği bir takım öğütler üzerinden Kur'an içinde yerini almış, bizler tarafından Lokman'ın oğluna verdiği o öğütler üzerinden insan hayatının nasıl şekillenmesi gerektiği yönünde örnekler çıkarılması gerekirken, onun ismi  genellikle elçi olup olmadığı yönünde tartışmalar arasında oğluna verdiği öğütler buharlaşıp gitmiştir.

Yazımızda, aynı adı taşıyan sure içindeki ayetlerde, Lokman'ın oğluna verdiği öğütlerin, bizim hayatımıza nasıl yansıması gerektiği üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[031.012] Biz Lokmana «Allah’a şükret» diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Kim nankörlük ederse bilsin ki Allah müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.

Lokman'ın elçi olup olmadığı, onun ile ilgili olarak yapılan tartışmalardandır. Onun elçi kimliğine sahip olup olmadığının bizim için herhangi bir önemi bulunmamakta, bizim için öneme haiz olan asıl konu, onun yaşadığı hayatın örnek bir hayat olmasıdır. Surenin 12. ayetinde, Lokman'a Hikmet verildiğinden bahsedilmektedir. Bu kelime, Kur'an'ın anahtar terimlerinden bir tanesi olup, üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılarak hadis ve sünnet'in vahiy olduğu yönündeki çıkarımlara mesnet olarak kullanılmak istenilmektedir.

Hikmet; Islah etmek, düzeltmek amacı ile men etmek engellemek anlamına gelen Hakeme kelimesinden türemiştir.

Hikmet kelimesini Lokman bağlamında düşündüğümüz, ve Lokman'ın bir beşer olduğunu dikkate aldığımızda, hikmet sadece belirli kimselere verilmiş bir özellik olarak değil, bütün insanlara doğuştan verilmiş, yaşamının ilerleyen yıllarında insanın beslendiği yaşam kaynağı her ne ise, ona göre şekillenen doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın asıl meselesi, işte kendisinde bulunan hikmeti nasıl kullanması gerektiğidir. Çünkü insanda bulunan hikmet, çeşitli yönlendirmeler neticesinde yolundan sapmaya müsait olan yani Şeytan'ın emri altına girebilen bir özelliğe sahiptir.

Tarih boyunca gelen elçiler, muhataplarına insanda var olan hikmetin, vahyin doğrultusunda yönlenmeleri için çalışmışlardır. Yapılan bütün kavgalar insanda var olan bu hikmetin neye göre yönlenmesi gerektiğinde düğümlenmiş olup Lokman, kendisine verilen hikmeti vahyin doğrultusunda kullanan örnek bir şahsiyet olarak bizlere sunulmaktadır.

Ayet, insanın kendisinde olan bu hasletin doğru yönde kullanmasının faydasının kendisine olduğunu, yanlış yönde kullanılan hikmetin zararının da yine insanın kendisine olduğunu, Allah (c.c) nin insana vermiş olduğu tüm emirlerin yerine getirilmesine kendisinin ihtiyacı olmadığını beyan etmektedir.

Allah'ın kendisine verdiği hikmeti , nankörlük yönünde değil şükür yönünde kullanan Lokman oğluna şunları söylemektedir. Lokman'ın oğluna söylediği sözler, aynı zamanda bilginin insanlar nasılda nasıl yayıldığını da göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İnsan sahip olduğu bilgiyi kendisinden öncekilerinin edindiği tecrübi bilgilerin bir başkasına devredilmesi şeklinde öğrenmektedir.

[031.013] Hani Lokman; oğluna öğüt vererek demişti ki: Oğulcuğum; Allah'a şirk koşma, doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.

Lokman oğluna nasihat vermeye, Allah'a şirk koşulmaması gerektiğinden başlamaktadır. Çünkü insan yaşamı sadece Allah'a kulluk etmek temeline dayalı bir sistem üzerinde olması gerekmektedir. Şirk'in ne olduğunu ifade etmek için kullanılan Zulüm kelimesi üzerinde duracak olursak şunları söyleyebiliriz;

Kelime, ışığın yokluğu yani Karanlık anlamına sahip olduğu gibi, bir şeyi eksilterek veya artırarak, zaman veya mekanından saptırarak kendine ait olmayan bir yere koymak anlamına gelmektedir.

Şirk kavramının tarifinin Zulüm kelimesi ile yapılmış olmasının anlamını, Kur'an içinde geçen Nur, Zulümat gibi kelimelerin geçtiği ayetleri alt alta koyarak okuduğumuzda daha net bir şekilde anlayabiliriz. Ayrıca kelimenin diğer anlamını dikkate aldığımızda, tevhid'in fıtri bir durum, şirk'in ise arızi yani dış etkenler nedeniyle oluşan bir durum olduğunu anlayabiliriz. 

Bir insanın bilmesi gereken en önemli şey, kimin kulu olması gerektiği olup, yaşamını insanların tek ilahı rabbi olan Allah (c.c) buyrukları doğrultusunda yönlendirmek bütün insanların asli görevidir. Allah (c.c) dışındakilere kul olmak yolu ile şirk batağına düşmenin dünya ve ahiret sonuçları, Kur'an'ın bir çok yerinde yaşanmış hayatlar örneğinde anlatılmaktadır.

Lokman oğluna öğüt olarak bunları söylerken, bu öğütten bizim çıkaracağımız ders şu olabilir; Sorumlu bir anne baba olarak önce kendimiz tevhit üzere kaim olan bir hayat sürmeye çalışmak, sonra bu hayatı çocuklarımıza örnek olarak sunmak zorundayız. Örnekliğini sunmadığımız bir hayatı başkalarına tavsiye etmek, bu tavsiyelerin tutulmamasına sebep olacaktır.

[031.014] Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana'dır.

[031.015]  Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Lokman s. 14. ve 15. ayetleri her ne kadar Lokman'ın oğluna verdiği nasihatlerin arasına girmiş cümleler gibi görünse de, insanın ana ve babasına iyilik yapması Allah (c.c) nin ona verdiği emirlerdendir. Ayetler insanın anne karnındaki ve sonraki haline dikkat çekerek, anne ve babanın insan üzerindeki hakkını hatırlatmaktadır. Ancak itaat konusuna sınırlama getirilerek, işin içine Allah'a isyan girdiğinde anne babaya bu konuda itaat edilmemesi gerektiği bildirilmektedir.

Her ne kadar itaat edilmese dahi, anne ve baba ile iyi geçinilmesi emredilerek, onların yaşamlarındaki ihtiyaçlarını karşılama noktasında geri durulmaması da bilhassa hatırlatılmaktadır.

[031.016] Oğulcuğum; işlediğin şey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirir. Muhakkak ki Allah; Latif'tir, Habir'dir.

İnsanın yaptığı iyilik ve kötülüklerin karşılığını göreceğini bilmesi, ve bu bilgiyi hayatına pratize etmesi, hele hele bu karşılığın ahiret hayatında olacağını bilerek ona göre yaşam sürmesi, onu dünya hayatında Allah'ın istediği bir kul haline getirecektir. Yaptıklarının hesabını yüce bir merciye vereceğine inanmayan insanların binlerce yıldır dünyayı nasıl bir fesat ortamına soktuğunu hatırlayacak olursak, Allah'a hesap verme inancının insan ve toplumların hayatında ne kadar önemli olduğu görülecektir.

Bu noktada ahirete iman ettiklerini iddia eden birçok Müslüman'ın ahiret inancına sahip olmayanlar gibi yaşamaları, bu inancı gereği gibi içselleştirmemiş olmaları anlamına gelmektedir.

[031.017] « Oğulcuğum, salatı ayakta tut, ma'ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet eden (musibetler) e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.

Lokman oğluna insan yaşamı için gerekli olan ve Evrensel Doğrular olarak ifade edebileceğimiz nasihatlerine devam etmektedir. Kuran içinde geçtiği yerlerde genellikle Namaz olarak çevrilen Salat kelimesi, namazı da içine alan geniş bir anlam alanına sahiptir. Bu kavramı, kulun kendisine çizilen daire içinde bir hayat sürmesi şeklinde anlamlandırdığımız zaman, insan hayatı içinde yapılan Allah (c.c) tarafından tasdik edilen tüm doğrular bu kavram içine girmektedir. 

Maruf olanın hayata geçirilmesi ve başkasına da tavsiye edilmesi, münker olanın yaşamdan uzaklaştırılarak, başka yaşamlardan da uzaklaştırılması için tavsiyelerde bulunulması, bizim için sıkıcı ve dayanılmaz olarak görebileceğimiz durumlar karşısında sabır edilerek isyan moduna geçilmemesi, yine Allah (c.c) katından bize emredilmektedir. 

İnsanların dünya hayatında maruf üzere, ve münkerden sakınan bir hayat sürmesi, ve bunun bütün inanlar tarafından hayata geçirilebildiğini hayal olsa da düşünmek, yaşadığımız dünyanın cennete dönüşmesini sağlayacaktır.

[031.018]  «İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.»

18. ayet, İnsanların birbirleri ile aralarındaki davranışları düzenlemektedir. İnsan olmak ortak paydasına sahip olanların, birbirleri ile aralarında sosyal ve ekonomik yönden farklılıkların olması kaçınılmazdır. Asıl olan bu farklılıkların öne çıkarılarak, kendisi gibi aynı duruma sahip olmayan diğer insanları küçümsemek, onlara karşı tepeden bakan bir tavır takınarak onlara karşı her fırsatta "Ben sizden farklıyım" mesajı vermeye çalışanları, başta Allah olmak üzere kimse sevmez.

[031.019]  «Yürüyüşünde iktisatlı ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.»

Yürüyüşünde bile gurur ve kibir bulunan, sesi ile insanlar arasında farklılık mesajı vermeye çalışanların, diğer insanlardan nasıl bir farka sahip olduğunu ayet bildirmektedir. Sesini yükselterek diğer insanlara hitap edenlerin sesleri, insanlar arasında hoşlanılmayan bir sese sahip olan eşeğin sesine benzetilmektedir. 

Eşeğin sesinin çirkin olarak bildirilmesinin, bazı kimselerin kafasında, Madem sesi çirkin Allah eşeği neden güzel sesli olarak yaratmadı? sorusuna sebep olabilir. Eşeğin sesi için böyle bir ifadenin kullanılmış olması, bu sesin Allah katında çirkin olduğu için değil, insanların gözünde böyle bir algıya sahip olduğundan ötürüdür. Sesi beğenilmeyen bir kimse için sesinin eşek sesi gibi olduğu şeklinde ifadeler, bilindiği üzere insanlar arasında kullanılan deyimlerdendir.

Sonuç olarak; Kur'an yaşanmış hayatlar üzerinden bize kesitler sunarak, bizim hayatlarımızın ona göre şekillenmesini tavsiye etmektedir. Lokman rol model bir şahsiyet olarak Kur'an'da yerini almış, onun oğluna yaptığı tavsiyeler, Evrensel Doğrular olarak tüm zamanlara dair mesajlar ihtiva etmektedir. 

Lokman'ın oğluna söylediği sözler, aynı zamanda bilginin insanlar arasında nasıl yayıldığını da anlamak açısından dikkat çekicidir. İnsanlar yaşadıklarını bildiklerini ve öğrendiklerini kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara sözlü bilgi şeklinde aktarmak sureti ile, yayılmasını sağlamaktadırlar.

İnsan olarak hem bizi yaratana, hem de diğer insanlara karşı yapacağımız doğru davranışlar, bizleri dünya ve ahirette mutlu ve mesut bir yaşam sürmemizi sağlayacaktır. Lokman'ın oğluna yaptığı tavsiyeler ile, bugün bizlerin o tavsiyeler karşısında nasıl bir durumda olduğumuzu düşündüğümüz zaman, neden dünyanın her tarafından fesat kazanlarının kaynadığını anlamak zor olmayacaktır.

Lokman adlı kişi üzerinden anlatılanlara, İdeal bir insan nasıl olmalıdır? sorusunun cevabı olarak bakıldığında, bizlere çok şeyler anlatmış olduğu görülecektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Şubat 2017 Salı

HUCURAT S. 13 : İnsana Üst Kimliğini Hatırlatan Bir Ayet

Dünyaya gelen her insan , bir anne babaya ,coğrafi bir bölgeye , ırka , kavme , dine mensup olarak doğar. Sayılan bu unsurlar, insan için kim olduğunu bilmesinde , kimliğini belirlemesinde önemli rol oynamaktadır. Ancak bu unsurlar, fesada meyilli olan insanlar tarafından istismar edilerek, diğer insanların kanını , canını , malını , ırzını ve namusunu çiğnemek için ortaya atılan bahanelere dayanak teşkil ederek , binlerce yıldır insan kanı dökülmektedir.

"Üst Kimlik - Alt Kimlik" tartışmalarının daha çok seslendirilmeye başlandığı son yıllarda , bu konuda alemlere rahmet ve hidayet olan Kur'an ne diyor diye baktığımız zaman, karşımıza Hucurat s. 13. ayeti çıkmaktadır. Bu ayet insana kimliğini hatırlatarak , diğer insanlara karşı olan bakış açısının kriterlerini belirlemesinde ona yol göstermektedir. 

Üst kimlik ; Bir insanın diğer insanlara bakış açısını , onlar ile olan ilişkisini düzenleyen en geniş ortak paydasıdır.

[049.013]  Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için siz halklar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en kerim olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, haber alandır.

Hitabın Ey insanlar şeklinde başlaması dikkat çekicidir. Devam eden cümle, insanın diğer insanlarla olan ortak bağını hatırlatmaktadır. Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık cümlesi , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde dikkate alınması gereken en geniş ortak paydayı beyan etmektedir. 

Kur'an bilindiği üzere insanlığın üremesini bir erkek ve bir dişi üzerinden başlatmaktadır (Nisa s. 1). Kur'an'ın insanlığın başlangıcını bu noktadan başlatmış olması , bu başlangıçtan anlaşılması gereken mesaj yerine , insanlığın ensest ilişki ile çoğalıp çoğalmadığı konusundaki tartışmaların açılmasına sebep olmuş , bir kısım Müslüman ilahiyatçı ise , itirazlara sebep olan bu başlangıcın böyle olmadığı , daha farklı bir şekilde insanlığın çoğaldığını iddia ederek, ensest ilişki yolu ile çoğalma olmadığını ispat etmeye çalışmaktadır.

Kur'an elbette bir biyoloji kitabı değildir. Bu kitap içinde biyoloji bilimini ilgilendiren konular ile alakalı ayetler aramaya çalışmak, eziklik psikolojisinin bir ürünüdür. Kur'an insana Allah'a nasıl iyi kul olunacağını öğreten bir kitap olup , muhteviyatında olan ayetlerin, bu noktanın merkeze alınarak okunması, onun mesajının daha doğru ve kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.

Kur'an'ın insanlığın bir erkek ve bir dişiden çoğaldığını beyan eden ayetleri okurken aklımıza gelen nokta , ensest ilişki yolu ile çoğalıp çoğalmadığımız olduğunda, kısır döngüden çıkmak mümkün değildir. Kur'an'ın insanlığın başlangıcını bir erkek ve bir dişiden başladığını beyan eden ayetlerini mesaj içerikli okuduğumuzda ise şunları söylemek mümkündür ;

Bir erkek ve bir dişiden doğan insanların ortak paydası birbirleri ile kardeş olmalarıdır. Birbirleri ile kardeş olan insanlar ise aralarındaki yakınlığın en üst seviyesinde olup, ilişkilerinde bu noktayı dikkate alacaklardır. Hucurat s. 13. ayetinde bir erkek ve bir dişiden yaratıldığımızın beyan edilmiş olması , insanlar ile olan ilişkilerimizde dikkate almamız gereken en geniş ortak paydaya yani üst kimliğe işaret etmektedir.

Bütün insanlarla aramızdaki ortak paydanın aynı erkek ve kadından yaratılmış olduğunu bilmek , bütün insanlarla aramızdaki ilişkilerde temel alınması gereken en tepe noktadır. Karşımızdaki insana bakış açımız , ona olan hitabımız, onun önce bizim gibi bir insan olduğunu bilerek şekillendiği zaman , bize karşımızdaki insanın en az bizim kadar saygın olduğunu düşündürecek, ve ona yapacağımız muamelede bu bakış açısı kilit rol oynayacaktır. 

İnsanlar arasındaki ilişkilerin temelinde, sahip olduğumuz üst kimlik olan, hepimizin bir erkek ve bir dişiden türeyen insanlar olduğumuz alındığında, insanların birbirlerine olan bakışları değişecek ve birbirimiz ile olan ortak bağımızın, ÖNCE İNSAN olduğumuz dikkate alındığında birbirimize karşı daha saygın davranmanın önü açılacaktır. Kendisine yapılmasını istemediği muameleyi başkasına yapmaktan kaçınan insanların hakim olduğu dünyanın nasıl bir şekil alacağı herkesçe malumdur. 

Bütün insanlar ile ortak noktamızın kardeş olmamız demek , ilişkilerimizde temel alınması gereken en geniş çerçeveyi gösterir. Bu düşüncemiz Kur'an'ın kafirler ile olan ilişkilerimizi düzenleyen ayetleri ret ettiğimiz, veya o ayetleri hevamıza göre anlamlandırmaya çalıştığımız anlamına gelmemelidir. Kur'an bizlere , kafirler ile Velayet kavramının anlam alanına giren konularda ilişkiler kurulmamasını emretmektedir. 

Kafirler ile onlar bize karşı herhangi bir kötülükte bulunmaya çalışmadıkları müddetçe onlar ile insani ilişkiler kurulmasında herhangi bir mahzur yoktur. Maide s. 5. ayetinde Ehli Kitap olarak belirtilen kafirlerin yemeğini yemekte ve kadınları ile evlenilmesinde herhangi bir mahzur olmadığının beyan edilmiş olması , onlarla insani sınırlar dahilinde iyi ilişkiler kurulabileceğini göstermektedir.

Hucurat s. 13. ayetinin devamında , Birbiriniz ile tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık buyurulmuş olması , Alt kimlik dediğimiz unsura dikkat çekmektedir.

İnsanların farklı halk , ırk, renk , dil ve kabilelere ayrılmış olması , insanın kendi iradesi dışında meydana gelmektedir. İnsanlar arasındaki bu farklılıklar, Alt Kimlik dediğimiz unsurun oluşmasına sebep olmaktadır. Alt kimliği biraz daha genişletecek olursak farklı din , mezhep , meşrep , tarikat , parti , dernek , vakıf gibi oluşumlar, yine insanın alt kimliğinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

İnsanlar arasındaki kavgaların temelinde, üst kimlik olan insan olmak yerine , alt kimliği oluşturan unsurların öne çıkarılması , dünyayı fesada boğan savaşlara , katliamlara , milyonlarca kişinin kan ve gözyaşı selinde boğulmasına yol açmaktadır.

İnsanların farklı alt kimliklere sahip olması bir realitedir. Bu farklılıkları kimse yok sayamaz veya ortadan kaldırılmasını isteyemez. Asıl olanın bu farklılıklara rağmen barış ve huzur içinde yaşamayı becerebilmek olmalıdır. Allah (c.c) , insanlar arasındaki bu alt kimliklerin onların birbirleri ile savaşarak kanlarını dökmeye değil , birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarına vesile olmasını istemektedir. 

Alt kimliklerin gurur ve kibir kaynağı olarak kullanılarak , diğer insanlara karşı üstünlük vesilesi olarak görülmesinin önü, Allah (c.c) tarafından " Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en kerim olanınız, takvaca en ileride olanınızdır" buyurulmak sureti ile kesilmektedir Allah (c.c) insanları ayırma konusunda ölçü sahibinin sadece kendisinin olduğunu beyan etmek sureti ile , biz insanlar tarafından konulacak olan indi ölçüleri ret etmektedir. 

İnsanların alt kimliklerini oluşturan en temel unsurlardan bir tanesi Din dir. İnsanlar birbirleri ile olan ilişkilerini aynı din ve inanca mensup olmaları nedeniyle kurmakta , ve bu ortak paydaları, birbirleri arasında sevgi ve saygı unsurunun oluşmasına sebep olmaktadır.

Olayı biz Müslümanlar açısından değerlendirmeye çalıştığımız zaman , ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır ; 

En üst kimlikleri insan olmak, ve alt kimlik olarak aynı dine mensup olmak olan biz Müslümanların bir çoğu, bu kimlik yerine daha alt kimlikler oluşturmak sureti ile bölük pörçük bir hale düşmüşler , dahası sahip oldukları alt kimlikleri en üst seviyeye çıkararak , karşılarındaki insanları sahip oldukları bu kimliklere göre değerlendirmek yanlışına düşmüşlerdir.

[041.033]  Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Kendisinin Müslüman olduğunu iddia eden, fakat bu isminin yanına ilave isimler alarak sonradan oluşturulmuş fırka , mezhep , meşrep , tarikat v.s hiziplere kendisini ait görerek tanıtan Müslümanlar , bugün dünyanın birbirleri ile kavgalı olan topluluklarının başında gelmektedir. 

İnsan üst kimliğine ve Müslüman alt kimliğine sahip bir kimse ile arasında kardeşlik ilişkisi kurması gerekmesine rağmen , sadece kendi hizbi ,tarikatı , mezhep , meşrep , dernek , ve vakfına mensup olmadığı için, karşısındaki kimseye kin ve nefret duyan Müslüman tipi, 1400 küsur senedir, en büyük sıkıntımız olarak halen yaşatılmaya çalışılmaktadır. Sahip oldukları alt kimliklerin en doğru yol olduğunu dini temellere dayandırmak isteyen Müslümanlar, meşhur!! 73 fırka hadisi ile kendilerini fırka-i naciye (kurtulan fırka) ilan ederek , herkesi kendi fırkalarına  çağırmaktadırlar.

Halbuki karşısındaki insana önce kendisi gibi bir insan olduğu için saygı duyması gereken bir çok Müslüman , bir başka Müslümanı sadece kendi hizbine , meşrebine , mezhebine , tarikatına v.s mensup olmadığı gerekçesi ile insan olarak dahi görmemektedir. Kendi aralarındaki farklılıklarından dolayı yüzlerce yıldır birbirinin kanını dökmeyi Cihad olarak gören , kendisi gibi düşünmeyen bir Müslümanı tekfir etmeyi imanın ilk şartı sayan bir Müslüman tipinin artık İslam adına verdiği zararların acilen son bulması gerekmektedir. 

İnsana önce insan olduğu için değer veren , bırakın kendi hizbinden olmadığı için bir başka Müslümana düşmanlık göstermeyi , kendi dininden olmayan birine dahi Kur'an tarafından belirlenen kriterleri dikkate alarak düşmanlık gösteren bir Müslüman tipine dünyanın acilen ihtiyacı vardır. 

Müslümanların içinde bulunduğu karanlık durum , iman iddiasında bulundukları kitabın kendilerine gösterdiği yolu terk ederek , başka belirleyiciler tarafından gösterilen yollara gitmeleridir. Bu yollar Müslümanları karanlığa götürdüğü gibi , dünyanında karanlığa gömülmesine sebep olmuştur. Bu karanlıktan çıkışın çaresi Nur'a yani Kur'an'a yeniden yönelmektir.

Bu yöneliş, kitabın bizlere İnsanlar ile iletişim nasıl kurulur ? sorusunun cevabını veren ayetlerini okumak ve yaşamak ile olmalıdır. İnsanlar ile konuşmayı bilmeyen , onlar ile düzgün iletişim kurmasını bilmeyen topluluklar , kendilerini ifade etmekte sıkıntı çekecek , başkalarının kendilerini yanlış tanımalarına sebep olacaklardır.

Bu noktada Muhammed (a.s) ve diğer elçilere önerilen tebliğ metodu ve müşrikler ile olan ilişkilerinde, onlara önerilen yolun öğrenilmesi önemlidir. Şurası asla unutulmamalıdır ki , insanların gönüllerinin İslama ısındırılması onları zorla kılıç yolu ile boyun eğdirmek ile değil , onların gönüllerini İslama ısındıracak söz ve fiillerle olacaktır. 

Müslümanlar birbirlerine ve kendileri dışındaki insanlara karşı olan davranışlarında önce insan olmayı öne çıkaran davranışlar sergilemeye başladıkları, zaman dünyanın çehresi bile değişmeye başlayacaktır. 

Bir insan Müslüman olabilir ama önce insandır . Bir insan Hristiyan , Yahudi , Mecusi v.s olabilir ama önce insandır. Bir insan Türk , Kürt , Arap , Alman v.s ırka mensup olabilir ama önce insandır. İnsanlar dinlerini , ırklarını , kavimlerini üst kimlik olarak görerek , asıl üst kimliklerini unuttukları zaman , en iyi , en doğru , en hakiki , en güzel olarak sadece kendi mensup oldukları alt kimlikleri görecek , kendi dışındakileri ise yaşamaya hakkı olmayan sefil mahluklar olarak görmek sureti ile katletmek yoluna gidecektir. 

Kimlik arayışındaki insanın önce sahip olması gereken kimlik, kendisinin diğer insanlar gibi bir insan olduğunu ve herkesle eşit derecede haklara sahip olduğunu bilmesidir. Bu kimliğe sahip olduğunun şuuruna vakıf olan bir insan , kendi dini , kavmi , ırkı ve rengine mensup olmayanların da en az kendisi kadar dünya yüzünde yaşamaya hak sahibi olduğunu bilecek ve onların haklarını gasp etmek yoluna gitmeyecektir.


Sonuç olarak ; Kur'an bize her konuda yol gösterdiği gibi , dünya yüzünde yaşayan insanlara karşı nasıl bir bakış açımız olması gerektirdiği konusunda da yol göstermektedir. Hucurat s. 13. ayeti bu konuda bizlere önemli bilgiler vermektedir. 

Ayet bütün insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığın beyan etmekle herkese bir üst kimlik vermektedir. Bu üst kimliğin altındaki insanın sahip olduğu bir takım ırk , kavim , renk gibi özellikleri ise alt kimlik olarak nitelemek mümkündür. 

Ayet bizlere sahip olduğumuz alt kimliklerimizin birbirimize karşı övünç vesilesi olarak görülemeyeceği , insanlar arasında derecelendirme yapma yetkisinin sadece Allah (c.c) ye ait olduğunu beyan ederek , herhangi kimsenin veya toplumun sahip olduğu alt kimliğiyle diğer insanlara karşı üstünlük taslamasının önünü kesmektedir. 

Dünyanın fesat içinde olduğunu , her geçen gün yeni insanlık felaketlerinin yaşandığını dikkate aldığımızda , bu fesadın sebeplerinin alt kimliklerin öne çıkarılmak sureti ile diğer insanlara zulüm edilmesinin meşru hak ve vazifeleri  olduğuna inanan insan ve toplumlar olduğunu görebiliriz.

Eğer insanlar birbirlerine karşı bakışlarını ve düşüncelerini sahip oldukları üst kimlik olan önce insan oldukları şuuruna vakıf bir halde yapacak olsalar , bırakın bir insanın diğer bir insanın canına kast etmesi , bir karıncanın dahi incitilmesi insanı yaralayacaktır. 

Yaşadığı arz üzerinde yaşama hakkına sahip olan canlı türünün sadece , kendi ırkı , kavmi , rengi , dini , mezhebine mensup olanlar değil , hangi ırk ,kavim ,renk , din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar , herkesin arz üzerinde yaşama hakkına sahip olduğunu düşünen insanlar çoğalmaya başladığı zaman dünyanın çehresi değişmeye başlayacaktır.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.