16 Ağustos 2015 Pazar

Bizim Peygamberimiz Kim ?

Biz Müslümanların yapmış olduğu en önemli hatalardan birisi , Peygamberler arasında ayrım yapmaktır. Bu cümleyi okuyan birisi hemen , " Sen ne demek istiyorsun kardeşim bizim amentümüz de bütün peygamberlere iman etme esası var bizde bütün peygamberlere iman ediyoruz" diyerek itiraz edecektir. Amentümüz de "Bütün peygamberlere iman" esası vardır , ancak bu iman esası "Bizim peygamberimiz" deyiminin dilimizde yerleşmiş olduğundan hareketle i fiiliyatta pek dikkate alınmadığını söylemek istiyoruz. 

"Bizim Peygamberimiz" deyimi, biz Müslümanlar tarafından Muhammed (a.s) için kullanılır ve bu ifadenin arka planında , bilmeyerek te olsa Peygamberler arasında bir ayrım yapmak yatmaktadır. Bu deyimi kullanan birisine şunu sorabiliriz ; Muhammed (a.s) şayet bizim peygamberimiz ise , İsa , Musa (a.s) ve diğerleri bizim Peygamberimiz değil mi ? . 

Peygamberler arasında ayırım yapma hastalığının temelinde , Hıristiyanların İsa (a.s) a karşı aşırı bir sevgi besleyerek onu ilahlık makamına yükseltmelerinin yattığını düşünmekteyiz. "Peygamberleri yarıştırma hastalığı" diyebileceğimiz bu durum, Hıristiyanların İsa sı varsa bizimde Muhammedimiz var diyerek ortaya çıkmış ve Hıristiyanların İsa (a.s) ı sahiplenmelerine karşın Müslümanların  Muhammed (a.s) ı sahiplenmeleri ve ona aşırı bir değer yüklemeleri neticesinde bu günlere gelinmiştir. 

Bizim Peygamberimiz Kim ? .

[002.136]  Biz; Allah'a, bize indirilmiş olana, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub 'a, ve torunlarına indirilmiş olanlara, Musa'ya, İsa'ya verilenlere, peygamberlere Rabbları tarafından verilmiş olanlara iman ettik. Onların hiçbirinin arasını diğerinden ayırmayız. Biz ona teslim olmuşlardanız, deyin.

[002.285]  Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. «Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.» dediler.

[003.084]  De ki; Allah 'a, bize indirilen kitaba; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilen ilahi mesajlara; Musa'ya, İsa'ya ne diğer peygamberlere Rabbleri tarafından verilenlere inandık; onlar arasında ayırım yapmayız, biz O'na teslim olmuşuz;

[004.150]  Doğrusu Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler, bir kısmına inanır, bir kısmını da inkar ederiz, diyerek bu ikisinin arasında yol tutmak isteyenler;
[004.151]  İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
[004.152]  Buna karşılık Allah'a ve peygamberlerine inananlara ve peygamberler arasında ayırım yapmayanlara gelince, Allah onların mükafatını ilerde verecektir. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir, merhametlidir.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin delaleti ile " Bizim peygamberimiz kim?" sorusunun cevabını ; "Allah (c.c) nin Adem (a.s) dan , Muhammed (a.s) a kadar gönderdiği ve adedini sadece kendisinin bildiği bütün peygamberler bizim peygamberimizdir" şeklinde verebiliriz. 

İslam düşüncesinde yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi peygamber anlayışı olup , bu yanlış anlayış neticesinde Muhammed (a.s) a diğer peygamberlere nazaran farklı bir ayrıcalık yüklenerek , Hıristiyanlara nazire yapılmaya çalışılmıştır. Bu durum farkında olmadan peygamberler arasında ayrım yapılmasını doğurmuş ve İsa (a.s) ı Hıristiyanların , Musa (a.s) ı Yahudilerin peygamberi olarak görmeyi beraberinde getirmiştir. 

İsa veya Musa (a.s) için Kur'anda "Mucize" diyebileceğimiz olağan dışı görsel ayetlerin Muhammed (a.s) da görülmemiş olması , Müslümanlar tarafından sanki bir eksiklik olarak görülmüş , Muhammed (a.s) adına yüzlerce mucize uydurularak diğer elçilerden geri kalmaması !! sağlanmıştır.

Allah (c.c) nin elçileri aracılığı ile gönderdiği din'in tek adı vardır o da "İslam" dır. İsimlerinin önlerinde prof , doç gibi ünvanlar bulunan ilahiyatçı sıfatına sahip olan bir takım kimselerin bile "3 ilahi din" terimini kullanarak , Allah (c.c) nin sanki Hıristiyanlık ve Yahudilik adı altında İslam dan ayrı 2 din daha göndermiş olduğu düşüncesi maalesef yaygın bir düşünce olup , bu düşünce şuur altında Muhammed (a.s) haricindeki elçilere karşı bir dışlama düşüncesi doğurmuştur. 

"Bizim peygamberimiz" terimi , altında art niyet taşımasa bile Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) haricindeki elçiler ile ayrı bir din göndermiş olduğu zannının dilimize pelesenk olmuş bir yansımasıdır. 

Kur'anda adı geçen ve kıssaları anlatılarak bizlerin örnek alması istenen elçilerin tamamı bizim peygamberimizdir. "İzlenen yol" anlamındaki "Sünnet" kelimesinin maalesef sadece "Muhammed (a.s) ın sünneti" olarak anlaşılmış olması , Kur'an da adı geçen diğer elçilerin izlediği yol yani "Sünnet" leri yokmuş gibi bir durum meydana getirmiştir. Yollarını yani sünnetlerini izlememiz gereken elçi sadece Muhammed a.s) olmayıp zikri geçen bütün elçilerdir.

Sonuç olarak; Yüzlerce yıldır süregelen yanlış peygamber algısı , bizlerin şuur altında, Muhammed (a.s) ile diğer peygamberler arasını ayırmak anlamına gelen "Bizim peygamberimiz" deyimini üretmiştir. Bu deyimi kullananlar peygamberler arasında ayrım amacına matuf olarak bunları yapıyor iddiasında olmamakla birlikte , yanlış peygamber algısının bir ürünü olan bu deyimi kullanmanın yanlış olduğunu söylemek istiyoruz. Bizim peygamberimiz sadece Muhammed (a.s) değil , Allah (c.c) nin göndermiş olduğu bütün peygamberlerdir. Bizler sadece Muhammed (a.s) ı değil , Kur'anda zikir geçen bütün elçilerin örnekliğini okuyarak , o örneklikleri içselleştirip hayata pratize etmek zorundayız. Aksi takdirde , Muhammed (a.s) ı öne çıkarıp diğer peygamberleri ötekileştirmek şeklinde ortaya çıkan ve Kur'anın yasakladığı ayırımcılık yanlışına düşmekten kurtulamayız. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

14 Ağustos 2015 Cuma

Müzzemmil Suresi İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması

Müzzemmil suresi Mekke de nazil olmaya başlayan Kur'anın ilk inen surelerinden olup , Muhammed (a.s) a nasıl bir yol izlemesi gerektiğini beyan eden , bizlere de aynı yolda yürürken nasıl bir yol izlememiz noktasındaki bilgileri ihtiva eden bir suredir. Bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir tefekkür çalışması yapmaya gayret edeceğiz. 

 [073.001]  Ey o örtünen (Müzzemmil)!

Surenin ilk ayeti Muhammed (a.s) a hitaben başlamakta ve ona "Müzzemmil" şeklinde bir hitapta bulunulmaktadır. 

Müzzemmil" kelimesi ; " Bir şeyi taşımak kaldırmak , yüklenmek , gizlemek" gibi anlamları olan "Ze-me-le" kelimesinden türemiştir. 

Surenin ana teması , önemli bir görevi yüklenmiş olan Muhammed (a.s) a, o ana kadar açıktan açığa yapmadığı tebliğ görevini  Allah (c.c), bundan sonra açıkça yapmaya başlamasını emretmektedir.  Bu başlangıcın nasıl yapılması gerektiği konusunda yol haritası çizilmekte ve bu yol haritası , temelleri yeni atılan bir hareketin başlangıcının nasıl olması yönündeki bilgileri ihtiva etmektedir.

Rivayetlere baktığımızda , Alak suresinin ilk 5 ayetini kendisine nazil olduğunda , ne yapacağını bilmeyen Muhammed (a.s) hemen evine koşarak Hatice validemize "Beni örtünüz , beni örtünüz" demiş, akabinde "Ey örtüsüne bürünen" ayeti nazil olmuştur. Bu tür rivayetler, inen ayetlerin inşa süreci ile alakasını kurmaktan ziyade, olayı hikayeleştirmek gibi bir hava oluşturması açısından güvenilirliği yoktur. Sure içindeki ayetlerde Muhammed (a.s) ı muhatap alarak verilen emirleri , sadece onunla sınırlı olarak değil bizlere dönük emirler olarak okunması gerektiğini , ayetleri okurken sanki bize inmişçesine bir okuma yapmanın daha doğru olduğunu öncelikle hatırlatmak isteriz. 

[073.002]  gece kalk, pek azı hariç,
[073.003]  yarısı, yahut ondan biraz eksilt
[073.004] Veya onun üzerine artır ve Kur'an'ı güzelce tertil ile açıkça oku.

 Bu ayetlerde Allah (c.c) kulu ve elçisi olan Muhammed (a.s) a vermiş olduğu görevi yerine getirmeye nasıl bir yol izleyerek başlaması gerektiğini beyan etmektedir. Gece kalkışında , kendisine bundan sonra vahyedilmeye başlanacak olan Kur'anın "Tertil" üzere okunması emredilmektedir. "Bundan sonra vahyedilmeye başlanacak olan" cümlesini özellikle kullandığımızı hatırlatmak isteriz , bu ayeti okuyanlar tarafından , "Bu sure hem ilk inen surelerden olduğu için öncesinde inen kaç tane sure varki böyle bir emir verilmekte" şeklinde sorular akla gelmektedir. Bu sorulara cevaben ayetin , "Şimdiye kadar inen ayetlerle birlikte bundan sonra inecek olanları da tertil üzere oku" şeklinde anlaşılmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Bu tür bir okuma ne anlama gelmektedir ?. 

"Tertil" kelimesi ; "Bir nesnenin cüzlerinin bir araya toplanarak bir cüzü aralıksız , kesintisiz ve diğerini takip edecek şekilde , düzenli ve doğru bir istikamet izlemesi , doğru ve düzgün bir şekilde yerleştirilmesi , sıraya konması , dizilmesi ve düzenlenmesi" anlamına gelen "Ra-te-le" den türemiştir. Dişleri birbiri üztüne binmeyip düzgün bir şekilde dizilmiş olan adam için söylenen " Raculun ratlul isnani" sözü kelimeyi anlamakta yardımcı olacaktır. 

"Tertil" ise ; "Kelimeyi ağızdan kolaylıkla , müstakim , doğru düzgün bir şekilde çıkarmak telaffuz etmek" anlamındadır.

 Kur'anın "Tertil" üzere okunması demek , onun tecvid kurallarına uygun olarak okunması şeklinde anlaşılmasından çok , ayetlerin mesajının bir bütünlük içinde okunması demek olup , birbirinden kopuk bir okumanın doğru bir anlam sağlayamayacağının bilinmesi demektir. 

Kur'anın "Tertil" üzere okunmasının ne kadar önemli olduğu , bağlamdan kopuk , Kur'an bütünlüğü hesaba katılmadan yapılan okumalardan çıkarılmış olan, "Trajikomik" olarak ifade edebileceğimiz çıkarımları gördükçe daha iyi anlamaktayız. 

Kur'an okumalarında yapılan en önemli yanlışın , Kur'anın indi düşüncelere bir payanda yapılmak istenmesi olduğunu, daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Kur'an ayetleri birbiri ile ayrılmaz bir bütün olup , herhangi bir konuda Kur'andan bilgi sahibi olmak için o konu ile alakalı bütün ayetlerin ele alınması gerekmektedir. Tertil üzere okumak demek böyle bir metod takip etmek anlamına gelmekte olup , bunun dışında yapılan okumalardan çıkarılan sonuçlara baktığımızda, bektaşinin Kur'anda "Namaza yaklaşmayın" ayetini namaz kılmama gerekçesi olarak göstermesine benzer sonuçların çıkarılarak, "Ben yaptım oldu" mantığında düşünceler ortalıkta kol gezmektedir. 

[073.005]  Muhakkak biz senin üzerine  kavlen sakilen ilka edeceğiz.

5. Ayette'ki "Kavlen sakılen" ibaresini arapça orjinal metindeki gibi bırakma sebebimiz, bu ibarenin çevirilerde "Ağır bir söz"olarak çevrilmesine katılmadığımız içindir. Arapların , duyulması ve işitilmesi hoş olmayan söze "sekulel kavli" demelerinden hareketle , Muhammed (a.s) üzerine ilka edilecek vahyin, Mekke nin müşrik ileri gelenlerince hoş karşılanmayan bir söz olarak karşılanacağı ve ilerleyen ayetlerde bu vahye karşı verilen müşrik tepkisi dikkate alındığında bu ayetin çevirisinin ,"Muhakkak biz senin üzerine (müşriklerce) hoş karşılanmayacak bir söz ilka edeceğiz" şeklinde yapılmasının daha uygun olacağını düşünmekteyiz.

[073.006]  Muhakkak gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır.
[073.007]  Muhakkak sana gündüzleri birçok meşguliyet vardır

Yeni bir oluşum için hareket planı olarak okuyabileceğimiz surenin bu 2 ayeti , gece yapılan çalışmanın gündüze göre daha etkili olacağını , gündüz bu çalışmayı engellleyebilecek uğraşıların olacağı hatırlatılarak , herkesin işini gücünü bıraktığı ve dinlenmeye çekildiği bir zaman aralığında yapılacak faaliyetlerin düşman gözünden daha uzak olacağı , muhatapların bu vakit aralığında yapılacak olan çağrıya daha dikkatli kulak verebileceğini anlamak mümkündür. Gündüz her türlü hayat meşgalesi içinde olan kişiler bu tür bir çağrıya kulak vermek , hem de bu tür bir çağrıyı yapabilmek bakımında yeterli vakti ve rahatlığı bulamayabilir , dolayısı ile yeni bir oluşumun başlangıç aşamasında gözlerden ırak zamanların seçilmesinin uygun olduğu görülmektedir.

[073.008] Rabbının adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel.

Allah (c.c) nin  Elçisine her şeyi bırakması emri , Allah (c.c) nin Rabliğine ve İlahlığına aykırı olarak yapılan bütün amellerin terkedilerek sadece ona yönelinmesini kapsamaktadır. 

[073.009] Doğunun ve Batının Rabbıdır. O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse onu vekil edin.

Her şeyi terkederek sadece ona yönelinmesi istenen , doğunun ve batının Rabbı olup ondan başka İlah olmayan Allah (c.c) sadece kendisinin vekil edinilmesini istemektedir. 

"Vekil" kelimesi ; "Güvenmek ve kendi yerine geçirmek" anlamında bir kelime olup , Allah (c.c) nin yetki alanına giren şeylerde sadace ona güvenilmesi , hayatı ile ilgili belirleyicilik konusunda sadece onu yetkili kılması demektir. Kişinin Allaha güvenmemesi , hayatı ile ilgili konularda hevasına veya başka belirleyicilere tabi olması Allah'ı yetkili kılmayarak onun dışındakileri yetkili kılması yani şirk koşması anlamına gelir.  

[073.010]  Onların söylediklerine sabret ve yanlarından güzellikle ayrıl.

Allah (c.c) nin yegane Rab , İlah, vekil olduğunu tebliğe başlayan Elçinin karşısına başka rab , ilah , vekiller ihdas etmiş olan Mekkelilerin bunları bırakmama konusunda itirazları yükselmeye başlamış , bu itirazlara karşı Rabbi Muhammed (a.s) onları güzellikle terk etmesini öğütlemektedir.

Bu tert etme öğüdü , yapılan tebliğe karşı red edici bir tavır içine girenlere karşı sert bir uslup kullanmaması , onları zorlamaması şeklinde anlaşılacağı gibi , müşriklerin inandıklarına karşı hiç bir şekilde onlara meyletmemesi ve araya keskin bir çizgi çizerek onlara karşı tavizkar bir tutum izlememesi olarak anlaşılabilir. Mekke döneminin ilk devrelerinde nazil olan Kalem suresinin ilk ayetleri , müşrikler ile araya nasıl bir mesafe konulması gerektiği noktasındaki öğütleri içermektedir.

[073.011]  O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver.

Muhammed (a.s) dan önceki Elçilere karşı çıkanların öncülüğünü , o beldenin varlıktan şımarmış "Mütref" , "Mele" , "Müstekbir" olarak tanımlanan kişiler yapmış , aynı tanıma giren kişiler Muhammed (a.s) ın çağrısına, karşı olanca güçleri ile karşı koymaya çalışmaktadırlar.

[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023]  Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları(mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[023.024]  Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri (elmeleu)şöyle dediler: «Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.»
[007.075] Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler ki: Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar da Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inananlarız, dediler.

[073.012]  Muhakkak ki katımızda, ağır boyunduruklar ve cehennem var.
[073.013]  Ve boğaza tıkanıp duran bir taam ve pek acıklı bir azap vardır.
[073.014]  O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır, dağlar gevşek kum yığınlarına dönüşür.

11. ayette vahyi yalanlayarak müstekbir bir tavır takınanlara verilen mühletin sonunda , bu tip insanları nelerin beklediği ve nasıl bir azab ile karşılaşacakları haber verilmektedir.

[073.015]  Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir elçi gönderdik.
[073.016]  Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.

Allah (c.c) , geçmişte göndermiş olduğu Elçileri yalanlayan Firavun'u örnek göstererek , onun Elçileri yalanmasının akıbetini hatırlatarak, aynı yolu izledikleri takdirde onların da sonlarının helak olabileceğini haber vermektedir. Burada Firavun örneği üzerinden verilen örnek dikkat çekicidir. Önceki Elçilerin düşmanları gibi , Muhammed (a.s) ın düşmanları da, o beldenin varlıktan şımarmış mütref tabakası olup , ellerindeki güç ve servetin kendilerini koruyacağı zannına kapılmışlardır. Allah (c.c) bir çok ayette "Sizden kat be kat güç ve servet sahibi olanlara bile gücümüz yetti siz onların karşısında çok fakir kalırsınız" diyerek onların zenginliklerine asla güvenmemelerini hatırlatmaktadır.

[073.017] Eğer inkar ederseniz, gençleri ihtiyarlatan günden nasıl korunursunuz?
[073.018]  O günün şiddetiyle gök bile parçalanır. O'nun sözü yerine gelir.

14 , 17 , 18. ayetlerde , herkesin yaptığının karşılığını alacağı günü hatırlatan rabbimiz , o günü şiddeti hakkında bilgi vererek , kendisinden sakınılmasını istemektedir.

[073.019]  İşte bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.

Rabbimiz , bu ve benzeri sureler içindeki ayetlerle kullarına doğru yolun hangisi olduğunu hatırlatmaktadır. Seçim yapma konusunda Allah (c.c) kulları üzerinde herhangi bir baskıda bulunmayıp , onlara verdiği serbest  irade ile seçimlerini yapma hürriyetini vermiştir. 

 [073.020]  Gerçekten Rabbin biliyor ki sen, muhakkak gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçiriyorsun, beraberinde bulunan bir grup da (böyle yapıyor). Oysa geceyi, gündüzü Allah takdir eder. Sizin bundan ötesini başaramayacağınızı bildiği için size lütuf ite muamelede bulundu. Bundan böyle Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun; O, içinizden hastaların olacağını, diğer bir kısmının Allah'ın lütfundan bir kar aramak üzere yeryüzünde yol tepeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda cihad edeceğini bilmektedir; O halde o (Kur'an)dan kolayınıza geleni okuyun; salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a güzel borç verin! Kendi hesabınıza hayır olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu Allah yanında daha hayırlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin! Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Müzzemmil suresinin son ayeti diğer ayetler ile birlikte değil , bir kaç senelik bir sürenin ardından nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bu ayetin Medine de nazil olduğu yolunda rivayetler olmasına karşın , nerede nazil olduğundan çok , tek başına yola çıkan Muhammed (a.s) ın takip ettiği yol ile belirli bir sayıya gelmiş olduğunun anlaşılmasıdır. 

 2-3 ve 4. ayetlerde, tek başına yola çıkarak  Rabbinin kendisine öğütlediği yolu takip eden ve Kur'anı "Tertil" üzere okuyarak muhataplarına ulaştıran Muhammed (a.s) ,uyguladığı bu metod sayesinde kendisine tabi olan bir topluluğa sahip olmuştur. Ayet içindeki "beraberinde bulunan bir grup" ifadesinden bu durum anlaşılmaktadır.

Yazımızın başında söylediğimiz gibi Müzzemmil suresi , yeni bir yapılanmanın nasıl bir yol takip edilerek yapılması gerektiğini hatırlatan bir sure olup , bu yapılanma süreci içinde bu yolda yürüyenlerin belirli bir çoğunluğa ulaşıncaya kadar daha sıkı ve gayretli bir biçimde çalışması gerektiğini anlamaktayız. Bunu söylerken , "İlerleyen zamanlarda belirli bir çoğunluğa ulaştıktan sonra işi gevşetebiliriz" demek istemediğimizi hatırlatalım. İlerleyen zamanlarda, topluluğa tabi olan bazı kişilerin yüksek çalışma temposuna ayak uydurmayacakları hesaba katılarak tedrici bir şekilde hareket edilmelidir.

Allah (c.c) nin ilk ayetlerde Muhammed (a.s) a verdiği emri , 20. ayette hafifletmesi nesh olarak değil , tüm zamanlar içinde Müslümanlar tarafından meydana getirilecek yeni oluşumların ve hareketlerin nasıl bir tedrici yol izlemesi gerektiği şeklinde okunması gerektiği olarak düşünmek daha doğru olacaktır. 

20. ayet içinde , farklı yaş , iş ve cinsiyet guruplarından oluşmuş insanların bir araya gelerek oluşturduğu topluluğun aynı güç , beceri ve gayrete sahip olamayacağı dikkate alınarak ona göre bir yol haritası çizilmesi gerektiği çıkarılabilir. Ayrıca kişilerin takat ve maişetlerini temin için çalışma zorunlulukları her zaman aynı tempoda çalışmalarının güçlüğünü ortaya koymaktadır. Çünkü bir eylem ve hareket içinde olanlar, hayatlarını idame ettirmek için bazı çalışmalar içinde olma mecburiyetleri vardır , 20. ayet bu durumu dikkate alan bir ayet olarak karşımızdadır.

 20. ayet içindeki " fetabe aleyküm" ibaresi üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bu ibare meallerin çoğunda "Tevbenizi kabul etmiştir" şeklinde çevrilmiştir. Bu ibarenin anlaşılması için , surenin 2.3.4. ayetlerinde Muhammed (a.s) a verilen emirleri dikkate almak gerekmektedir. Bu ayetlerde yeni bir oluşum için tek başına başlangıç yapan Muhammed (a.s) zaman içinde kendisine tabi olan bir guruba sahip olmuştur. Allah (c.c) bu gurubun çoğalması neticesinde ,daha önce 2.3.4. ayetlerde vermiş olduğu emri hafiflettiğini yani bundan geri döndüğünü beyan etmektedir. Geri dönme sebebi olarak "O, içinizden hastaların olacağını, diğer bir kısmının Allah'ın lütfundan bir kar aramak üzere yeryüzünde yol tepeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda cihad edeceğini bilmektedir" buyurulmaktadır. Netice olarak Allah (c.c) daha önce vermiş olduğu emirden geri döndüğünü "Fetabe aleyküm" yani "Yüküm­lülüğün ağırlığından onu hafifletmeye, zorluktan kolaylığa olmak üzere si­zin lehinize döndü" buyurmaktadır. 

Burada , "Allah (c.c) verdiği emirden dönermi?" şeklinde bir sorunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Müzzemmil suresini yeni bir oluşum için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği yönündeki emirler olarak olarak okuduğumuz zaman , tedricilik şeklinde bir yol izlendiği önce daha sıkı bir çalışma gerektiği , ilerleyen zamanlarda çoğunluk nedeniyle ve bu çoğunluğun içindeki herkesin aynı şartlara sahip olmaması nedeniyle bazı yükümlülüklerin o çoğunluk lehine hafifletilebilmesi gerektiğinin beyanı olarak okumak mümkündür.

" O halde o (Kur'an)dan kolayınıza geleni okuyun; salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a güzel borç verin! Kendi hesabınıza hayır olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu Allah yanında daha hayırlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin! Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir."

"Kur'andan kolay olanı okumak" demek namazlarda kısa sureler okumak anlamında olduğu düşünülmemelidir. Kur'anda zor olan bir emir olmasını düşünmek , kişinin gücünü aşan konuların ona emredilmiş olmasını beraberinde getirmesi açısından bir takım problemleri beraberinde getirir. Kur'anın bütün emir ve nehiyleri , kulun taşıma kapasitesi kadar olduğu için bu noktada bütün emirler kolay ve uygulanabilir bir seviyededir. Salatın ikame edilmesi , zekatın verilmesi , Allaha güzel bir borç verilmesi gibi emirler kolay olan emirler olup "Okumak" şeklinde verilen emir sadece yazılı bir metni okumaktan ziyade , yazılı bir metinde olan emirleri okumak ve hayata geçirmek şeklinde anlaşılmalıdır.

Sonuç olarak  ; Allah (c.c) kulları içinden seçmiş olduğu Elçisi Muhammed (a.s) a vahyederek , bizlerin nasıl bir hayat yaşaması gerektiği yönündeki emirleri ve yasaklarını ona indirdiği Kitap ile bildirmiştir. Resulu inşa süreci ile ilgili öğütler diyebileceğimiz Müzzemmil suresi ayetlerinde tek başına yola çıkan bir kişinin, Rabbinin ona öğütlediği metodu takip etmesi neticesinde kendisine tabi olan çekirdek bir kadro oluşturduğunu görmekteyiz. Bu kadronun oluşması için gerekli olan yol haritası sure içinde beyan edilmiş olup , bizlere dönğk örneklik mesajları da taşımaktadır. Bizlerin çıktığı yolda nasıl bir yol izlemesi gerektiği bu sure içinde beyan edilmiş olup , izlenen yolun doğru olmasının başarıyı da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Kavlen Leyyinen : Firavuna Dahi Kullanılması Gereken Hitap Tarzı

Kur'an bizlere her konuda olduğu gibi , karşımızdaki bir kişi ile yapacağımız tartışmada kullanmamız gereken uslubun nasıl olması gerektiğini de öğretmektedir. Allah (c.c) , Musa ve Harun (a.s) lara hitaben, Firavuna karşı kullanacakları hitap tarzının "Kavlen Leyyinen" (Yumuşak Söz) olması gerektiğini öğütlemiştir. Kendisine yapılan bu öğüdü tutan Musa (a.s) , Firavun tarafından kendisine sorulan sorulara yumuşak bir uslup ile cevap vermiştir.

Bu öğüt sadece onlara has değil , evrensel bir geçerliliği olan öğüttür ve bizlere dönük mesajları da ihtiva etmektedir. Bu öğüt'ün anlamını ve gerekliliğini , bu gün bazı konularda farklı düşünen Müslümanların, birbirlerine karşı en ağır ifadeleri kullanmakta olduklarını gördüğümüzde daha iyi anlamaktayız. 

Allah (c.c) , Firavun gibi bir müstekbire karşı dahi yumuşak söz ile hitap edilmesini emrederken, bize ne oluyor ki karşımızdaki insan sadece biz gibi düşünmediği gerekçesi ile onu hakaretvari ifadeleri kullanmaktan çekinmiyoruz. 

Peki Müslümanlar olarak karşımızdaki biz gibi düşünmeyen birisine karşı nasıl bir uslup ile konuşmak ve davranmak gerekir ?. 

Öncelikle karşımızdaki kişinin bizim canımıza , malımıza kast etmiş bir düşman olmadığı, sadece bizim gibi düşünmeyen biri olduğu düşüncesini aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Karşımızdaki kişinin yanlış olduğunu iddia ettiğimiz düşüncesine karşı onu alçaltıcı ifadeler ile değil , onu ikna edebilecek ifadeler kullanarak düşüncemizi aktarmak zorunda olduğumuz bilinci asla akıldan çıkarılmaMAlıdır.

 Dini konular üzerinde tartışan kişilerin , tartıştıkları konularda  o Dinin kendilerine tavsiye ettiği tartışma metoduna uygun davranmalarını, savundukları Din kendilerine öğretmektedir. Din adına bir tartışan kişilerin , o Dinin yasakladığı bir yöntem kullanarak yaptıkları tartışmalar traji komik bir durum ortaya çıkarmaktan başka bir şeye yaramaz.

Olayı kafamızda şöyle resimlemeye çalışalım; İki Müslüman ihtilaf ettikleri bir konuda tartışma yapıyorlar ve , küfür , hakaret ve en ağır ifadelerle birbirlerine hitapta bulunuyorlar , yanlarında bu tartışmadan bir şeyler öğrenmek isteyen ve İslam hakkında herhhangi bir bilgisi olmayan kişi bulunmakta , acaba bu kişinin İslam hakkındaki düşünceleri ne olacaktır?. Karşısında iki tane Müslüman olduğunu iddia eden kişi var ve birbirlerine küfür ve hakaretler yağdırıyorlar , üçüncü kişinin tepkisi herhalde " Siz nasıl bir Müslümansınız ?" şeklinde olacaktır.

Müslümanlar birbirleri ile olan tartışmalarında , karşı tarafa galebe çalmak amacı ile değil sadece doğru bildiklerini paylaşmak amacı taşımaları gerekmektedir. Elçilerin muhataplarına karşı kullandıkları metod bu olup , Kur'anın pek çok yerinde "Sen onlara karşı bir zorlayıcı değilsin" buyurulmaktadır. Bu tür ayetleri içinde barındıran Kitaba iman ettiklerini iddia edenlerin , birbirlerine düşüncelerini zorla kabul ettirmeye çalışmaları savundukları Dinin, tebliğ metodu ile ilgili söylediklerini kulak arkası etmeleri anlamına gelmektedir.

Allah (c.c) bir çok ayetinde bizlere , birlik ve beraberliği zedeleyici amellerden uzak durmamızı , kardeşlik hukuku içinde hareket etmemizi emretmektedir. Aramızdaki ihtilaflar hakkında en doğru kararı hesap günü vereceğini beyan eden Rabbimizin bu vaadini, yaptığımız tartışmalarda hiç akıldan çıkarmamamız gerekmektedir.

Yapılan tartışmalarda en önemli faktör, doğru düşüncenin tesbitinin neye göre yapılacağı meselesi olup , bugün bir çok konudaki ihtilafların temelinde, herkesin birbirinden farklı doğru tesbit aracı bulunmaktadır. Farklı düşünceyi savunan her iki taraf mutlaka kendisinin doğru olduğunu savunmaktadır . 

Olaya Musa (a.s) ve Firavun tarafından ayrı ayrı baktığımızda, her iki tarafta kendisinin haklı olduğunu savunmaktadır. Firavun, halkının mutluluğu için kendi ilah ve rabliğinin daha uygun olduğunu iddia ederken , Musa (a.s), Allah (c.c) nin İlah ve Rabliğinin daha uygun olduğunu savunmaktadır. Musa (a.s) davasında ne kadar samimi ise , Firavun da aynı şekilde davasında samimidir. 

Aynı durumu günümüzdeki Müslümanların açısından değerlendirdiğimizde durum bundan farklı değildir. Örneğin bir Müslüman şefaatin hak olduğunu veya Allah (c.c) ye sesimizi duyurmak için araya bazı önemli şahsiyetlerin konulması gerektiğini çok samimi ve içten savunurken , bir başka Müslüman bunların yanlış olduğunu aynı içtenlikle savunmaktadır. 

Bu durum "Peki doğru olanın tesbiti nasıl yapılmalıdır?" şeklinde bir sorunun sorulmasını beraberinde getirmektedir. 

El cevab= Doğru olanın tesbiti , en yüce bir varlığın ortaya koyduğu bilgi kaynağının gösterdiği yol üzerinde ittifak sağlamakla mümkün olacaktır. 

"Peki bu kaynak nedir?" dediğimiz zaman cevabımız "Kur'an" olacaktır.

Pek çok ayet, ihtilaflarda "Allah ve Resulunun" hakem tayin edilmesini beyan etmesine rağmen , bu ayetler sanki Allah ile Resulunun ayrı bir teşri kaynağı olduğu zannına kaptırarak , Allaha itaat Kur'ana , Resule itaat Hadise olmalı şeklinde bir iki başlılık oluşturulmuştur. 

Bu iki başlılık Müslümanları öyle bir hale sokmuştur ki , Resul'un söylediği iddia edilen sözler , Kur'anla çelişse dahi bu çelişki ilgili ayetler rivayete uygun olarak te'vil edilmeye çalışılmış ve Kur'an ile çelişse dahi rivayetlerin tercih edildiği bir din algısı meydana getirilmiştir.

Müslümanlar arasındaki ihtilafların kaynağı, işte bu çift başlı durumdur. Bu ihtilafların en aza inmesi ise çift başlı bir hüküm kaynağı yerine tek başlı bir hüküm kaynağı üzerinde birlik sağlamaktır. Bunu derken Resule ait örnekliklerin atılmasını kast etmediğimizi hatırlatmak yerinde olacaktır. Din adına hangi bilgi nereden ve kimden gelirse gelsin tek başlı bir hüküm kaynağına yani Kur'ana arz edilmediği müddetçe , Müslümanlar arasındaki ihtilafların sonu gelmeyecektir. Sonu gelmeyen bu ihtilaflar , sonu gelmeyen düşmanlıklara sebeb olacak ve birbirimizi tek düşman olarak görerek esas düşmanın bize verdiği vesveseler ile birbirimizi kıyamete kadar yemeye devam etmekten kurtulamayız.

Sonuç olarak ; Bizlere her konuda yol gösterici olan Kur'an, karşı fikirlere sahip olanların birbirlerine karşı olan davranışlarını Elçiler üzerinde yaşanmış örneklerle bizlere anlatarak , bu konudada yol göstericiliğini yapmaktadır. Maalesef din adına konuşanlar bu örneklikler yerine Şeytanın fısıltılarına kulak vererek , Müslümana yakışmayacak ifadeler ile birbirlerine karşı en ağır ifadeleri ve davranışları kullanmaktan çekinmemektedirler. Bu davranışlar neticesinde ortak bir noktada buluşamayan Müslümanlar düşünce ayrlıkları içinde bocalamaktan kurtulamamaktadırlar. 

Bu durumdan kurtulmanın çaresi ortak bir paydada buluşmak ve ortak paydanın verdiği hükme razı olmaktır. Farklı kaynakların ortaya koyduğu doğrular yerine tek kaynağın ortaya koyduğu doğruların tercih edilerek , diğer bütün kaynak olduğu iddia edilen verilerin , bu tek kaynağa göre değerlendirilmediği müddetçe aradaki ayrılıklar bırakın azalmaya artan bir biçimde sürüp gidecektir. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Kitapları Tek Bir Kitap'mı Yaptı , Yürüyün Buhari'yi , Müslim'i v.s yi Asla Terk etmeyin

İslami konularda medya üzerinden yapılan bazı etkinlikler nedeniyle , Müslümanlar arasındaki fikir ayrılıkları tekrar gündeme gelmekte ve bu etkinlikler, aradaki uçurumun dahada açılmasına sebeb olmaktadır. Geçen hafta içinde bir televizyon kanalında , Mustafa İslamoğlu , prof. Mehmet Okuyan , prof Caner Taslaman'ın katıldığı bir program ile ilgili olarak bu kişilerin savundukları düşüncelere karşı çıkanların, başta dr İhsan Şenocak olmak üzere, rahatsızlıkları yeniden ayyuka çıkmıştır. 

Sayın dr İhsan Şenocak, adı geçen kişileri "Sünnet ve Hadis inkarcısı" olarak niteleyerek tartışmaya davet etmektedir. İhsan Şenocak'ın daveti şayet karşılık bulursa bu kişiler ile neyi tartışacağı malum olup , meydan okuduğu kişilerin öncellediği kitaba karşı kendi öncellerini savunmaya çalışacaktır. 

Sayın İhsan Şenocak ve Ebubekir Sifil hocaların, Abdülaziz Bayındır hoca ile televizyon ve Ensar vakfı salonunda yapmış oldukları tartışmaları izleyenler (izleyenler içinde ben de vardım), bu tartışmaların herhangi bir sonuçtan ziyade futbol maçına dönüştüğü , izleyecilerin de holigan bir taraftar havası içinde, tuttukları hocaları desteklediği görülmüştür. Tartışma sonrası çıkışta neredeyse kavgaya dönüşecek karşılıklı sataşmaların olması, tartışma ahlakı noktasında daha yolun başında bile olmadığımız hatta km lerce geride olduğumuz noktasındaki düşüncelerimizin yanlış olmadığını maalesef göstermiştir.

 Sayın İhsan Şenocak'ın hocaları tartışmaya davet uslubu doğru yapılmış bir davet uslubu değildir , siz  tartışmaya davet ettiğiniz kişilere "Hadis ve Sünnet inkarcıları" deyip hakaret edeceksiniz, sonra onlar tartışma davetine cevap vermedikleri için "Korkak" olacaklar. Sayın hoca dan destek alan holigan taraftarlar ise karşılarındaki düşmana !!! veryansın ederek aradaki düşmanlıkların körüklenmesine destek olacaklardır. Tabi bu noktada İhsan Şenocak hocanın taraftarlarına karşı Kur'anı öncellediklerini iddia edenlerin kullandıkları uslup onlardan geri kalan bir uslup olmadığını söyleyelim.

Şuna inanıyorum ki ; Şayet taraflar tartışmayı kabul edecek olsalar netice olarak ortaya herhangi bir sonuç çıkmadan sadece var olan düşmanlıklar daha da körüklenecek ve saflar daha da açılarak düşmanlıklar törpülenecektir. 

Sayın dr İhsan Şenocak'ın bu kişilerle ne gibi bir sorunu var ?. 

Adı geçen kişileri öncelikle kutsamadığımızı ve onların din anlayışlarını sonuna kadar desteklemek gibi bir düşünce içinde olmadığımızı hatırlatarak onlarla ortak paydamız ; "Dinde belirleyeci olan kitap sadece Kur'an olmalıdır" düşüncelerine sonuna kadar katılmamızdır.

Olayı sayın dr İhsan Şenocak üzerinden yürütmüş olmamız onun şahsı ile alakalı bir durum olmayıp, savunduğu düşüncenin bayraktarlığını yapma gereği duyması ve kendisini sanki bir kurtarıcı olarak görüp "Ehli sünnet vel cemaat" akidesini, Kur'ancı sapkınların!! elinden kurtarmak gibi bir misyon içinde göstermeye çalıştığı içindir.

Dr İhsan Şenocak'ın savunduğu düşüncenin temeli nedir ?. 

Sayın hoca , düşünce tarihimizde "Hadis ehli" olarak tanımlanan bir düşünce ekolunun taraftarı olup, dini düşüncesini özellikle kutsal kabul edilen Buhari , Müslim gibi kitaplarda ki rivayetlerin asla eleştirilemez olduğu düşüncesi üzerine oturtmuştur. 

Kur'ancı sapık!! olarak nitelenenler ise öncelliğin bu kitaplarda değil, Kur'anda olması gerektiğini savunmaktadırlar. Sayın hoca, bu konuda bazı ifrat düşünceleri örnek vererek bu düşünceyi kendi lehine olarak mahkum etmeye kalkmış olması onun bu konuda objektif bir tutum sergilemediğinin kanıtıdır.  

Vermiş olduğu vaazlarında devamlı Kur'ancı sapıklar!! üzerinde durarak , kendisinin bunlara meydanı bırakmamak adına yola çıktığını vurgulamış olması onun bu konudaki düşmanca tutumunun bir göstergesidir. Kur'ancı sapık !! olduğunu iddia ettiği kişilerin genel olarak Kur'anın belirleyici olması üzerine konuşarak kendilerine düşman bir düşünce olarak karşıt düşünceyi hedef alarak konuşmadıklarını gördüğümüzü söylemek tarafgirlik değildir. Bu noktada İhsan Şenocak'ın çağrısının bu kişiler tarafından cevap bulmamış olması onların Şenocak'tan korktuğu değil , sayın Şenocak'ın ilmi usluba uygun olmayan meydan okumalarına karşı edepli bir tavır olarak cevap verme gereği bile duyulmayacak kadar önemsiz olarak görüldüğü içindir.

 Sayın dr İhsan Şenocak'ın şahsında ortaya çıkan "Ehli hadis" düşüncesi bizlere Kur'an içindeki bazı ayetlerin sadece müşriklere hitaben ve onlarla ilgili olmadığını hatırlatmıştır. 

Allah (c.c) göndermiş olduğu bütün Elçilerini sadece kendisinin İlah ve Rab olarak kabul edildiği bir sistemi tebliğ etmeleri için göndermiştir. Muhammed (a.s) aynı misyonu yüklenerek gelen son Elçidir. Onun Mekkeli muhatapları , daha önce ibadet etmiş oldukları putlarına karşı bir red  içinde olduğunu gördükleri zaman feryadı basmışlardır , Kur'an Mekkeli müşriklerin feryat örnekleri ile doludur. 

[038.004]  Aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşırdılar. İnkârcılar; «bu yalancı bir sihirbazdır» dediler.
[038.005]  İlahları bir tek ilah mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak birşey, çok tuhaf! 
[038.006]  Onlardan bir gürûh, «Yürüyünüz ve ilâhlarınızın üzerine sabrediniz, şüphe yok ki, irâde edilmiş şey budur,» diye çıkıp gittiler. 
[038.007]  «Biz bunu başka bir dinde işitmedik, bu mutlaka bir uydurmadır.»

Bu tür ayetleri sadece indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayanlar ile ilgili olduğu zannı ile okuduğumuz için bize dair bir mesajı olup olmadığı düşünülmemektedir.Nuh (a.s) kıssasını okuduğumuz zaman, aynı feryadı onu kavminin de bastığını görmekteyiz.

[071.023]  «Ve dediler ki: -Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Ye'ûk'u ve ne de Nesr'i.»

Nuh (a.s) ın kıssasında bahsedilen bu isimler evrensel bir değer taşımakta olup , her devirde insanları tek ilaha kulluk etmekten alıkoyan her çeşit kişi , kuruluş ,izm , sistem , fikir akımı v.s nin yerine bu isimleri koymak mümkündür. 

Peki bu isimleri, Müslümanların Kur'an dışı bilgi kaynaklarına vermiş olduğu aşırı değer için kullanamazmıyız ?.  

Dün , "Vedd'i , Suva'ı,Yeğus'u , Yeuk'u , Nesr'i asla bırakmayın" sözüne karşılık,
Bugün " Buhari'yi ,Müslim' ,Kafi'yi , Risalei nur'u , falan adamı , filan tarikatı asla bırakmayın" diyen tiplerin türemiş olduğu hepimizin malumudur. 

Asla bırakmamak için inat edilenlerin karşısında ise tek ilahın kitabı Kur'an vardır. 

[009.031] Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.
  
Bu ayetin günümüz Müslümanlarına dönük mesajı ise "Onlar Allahın kitabını bırakıp , Buhari , Müslim , Kafi , Risale , falan adam , filan tarikatın öğretilerini Kur'an karşısında öncellediler" şeklinde olacaktır. 

Bu örnekleri verme sebebimiz kimseyi müşrik olmakla suçlamak amacına dönük olmadığını hatırlatarak , amacımızın sadece savunulan mantığın nasıl çarpık bir yönü olduğuna dönüktür.

                                                   "Buhari çökerse İslam çöker" 

Bu söz , söyleyen kişinin din algısının boyutlarını ne kadar korkunç olduğunu göstermesi açısından ibretamiz bir sözdür. Dinin ayakta kalması bir beşer tarafından toplanan hadis rivayetlerine bağlı ise vay o dinin haline. Buhari , Müslim v.s gibi kitaplar , Muhammed (a.s) ın söylediği iddia edilen sözlerin toplandığı hadis külliyatı olup bunlara aşırı bir değer yüklemek kişinin din algısının ne kadar yanlış olduğunu gösterir.

Sayın dr İhsan Şenocak, adı geçen kişilere meydan okuyarak , Buhari , Müslim v.s gibi kitapların öğretisi üzerine kurmuş olduğu ve içinde Kur'anla uyuşmayan rivayetleri ihtiva eden hadis kitaplarını Kur'ana karşı savunmak için tartışmaya davet etmektedir.  

Bu kişiler ise, sayın hocanın örnek vereceği rivayetler şayet Kur'an ile çelişiyorsa o rivayetin Kur'anla çeliştiğini söyleyecekler . Bu hocaların adı, "Hadis ve sünnet inkarcısı" olacak , İhsan hocanın Kur'ana rağmen savunduğu rivayetler sayesinde adı ,"Ehli sünnet müdafii" olacak. 
 
Sonuç olarak; Yüzyıllardır Müslümanların arasında bitip tükenmeyen ihtilaflar bu günde aynı hızıyla devam etmektedir. Bu ihtilafların en büyük sebebi dinde belirleyici olan kaynağın hangisi olacağı noktasında olup farklı belirleyiciler edinenler kendi yanındakiler ile yetinmesi neticesinde bir çok konuda fikir ayrılıkları doğmaktadır. Kur'anın sadece adına iman edildiği bir toplumda onun söz sahibi olmaması kadar yanlış bir düşünce olamaz. Peygamber (a.s) adına söylendiği rivayet kitaplarının öne çıkarılarak , Kur'anın bu kitaplardaki bilgiler kanalıyla okunmaya çalışılması neticesinde Kur'an sadece rivayetleri onaylayan bir noter haline dönüştürülmüştür. 

Kur'anın belirleyici olmasını savunanlar her zaman olduğu gibi , rivayetlerin belirleyici olduğu din algısını savunanlar tarafından "Hadis ve sünnet inkarcısı" olarak yaftalanarak kendilerinin "Kur'an inkarcısı" olduklarını örtmeye çalışmaktadırlar. Her düşünce akımı içinde yanlış ve hatalı kişilerin bulunması doğal bir durum olup ,bu kişilerin yanlışlarını öne çıkarıp bazı düşünceleri mahkum etmeye çalışmanın günesi balçıkla sıvama çalışmalarına benzediğini ifade etmek isteriz. Sayın dr İhsan Şenocak'ın şahsında herkese Kur'anın belirleyici bir din algısının o kişiyi Dünya ve Ahirette mutluluğa götüreceğini bunu tersi durumun akıbetinin vahim olduğunu bir kez daha hatırlamak isteriz. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.                           

9 Ağustos 2015 Pazar

Ahmet Tekin : Kendisini Kaf Dağında Gören Bir Kur'an Çevirmeni

"Kur'anı Mümince Anlamak" düşüncesi ile çıktığımız yolda aynı adı verdiğimiz blogumuzda, herhangi bir hizbe , kişiye , cemaate , tarikata bağlı olmadan , Kur'anı doğru anlama yolunda yazılar paylaşmaktayız. Bu yazılarda, bazı kimselerin yapmış oldukları Kur'an çevirilerine katılmadığımızı beyan ederek, nerede yanlış yaptıklarını ve doğru olduğunu düşündüğümüz çevirinin nasıl olması gerektiği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalıştık ve paylaşmaya devam ediyoruz. 

Kişileri eleştirirken, edep ve ahlak dahilinde ve onları rencide etmeden saygı çerçevesinde yapmaya çalıştığımız ilgili yazıları okuyanlar tarafından da takdir edilen bir durumdur. Bu saygı ve edebimiz maalesef kendisini eleştirdiğimiz bir kişi tarafından aynı şekilde karşılık bulmamış ve bizim kendisini eleştirecek ilmi düzeyimiz olmadığı gerekçesi ile hakkında yazdığımız yazıyı kaldırmam aksi takdirde beni mahkemeye vermek ile tehdit etmiştir. 

Olayın başı " http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2012/11/kuran-meali-yapmak-icin-sadece-arapca.html başlıklı bir yazıda sayın kişinin , Kasas s. 46 , Secde s. 3 , Yasin s. 6. Ayetlerine yapmış olduğu çevirinin doğru bir çeviri olmadığını ,doğru olduğunu düşündüğümüz çevirinin nasıl olması gerektiğini Kur'an bütünlüğünü gözeterek ve ilgili ayetleri delil göstererek ifade etmeye çalıştığımız yazının kendisine ulaşması ile başlamıştır. 

Sayın kişi , kendi sitesinde bu konudaki görüşlerini kaleme aldığı bir yazıyı bana da göndererek doğru çevirinin kendisinin yaptığı şekli ile olmasını gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca bana telefon ile ulaşarak doğru çevirinin nasıl olması gerektiği yolundaki düşüncelerini iletmeye çalışmıştır. Bunları söylerken kendisinin Kur'an hakkında konuşmaya yetkili olduğu , benim bu konuda bir yetkim olamayacağı , demir hafız olduğu , küçük yaştan beri Kur'an ile hemhal olduğu gibi sözlerle beni ezmeye çalışarak kendisini kaf dağında zanneden bir Kur'an çevirmeni edasında konuşmuştur. 

Kendisi ayrıca bana mail yolu ile , ilgili ayetlerin başka tefsirciler tarafından yapılmış ve kendi görüşlerini destekleyen tefsirlerini göndererek kendi haklılığını ispat etmeye çalışmıştır. Kendisine bu tefsirlerin kişisel yorumlar olduğunu , yanlış olma ihtimalini göz ardı etmemesini ,sadece kendi görüşünü desteklediği için doğru olması gibi bir düşüncenin doğru olmadığını , ve benim kendi çevirilerinin yanlış olduğunu kişilerin görüşlerini baz alarak değil Kur'an ayetlerini baz alarak yaptığımı defalarca hatırlattığım halde maalesef kendisinin yanlış bir çeviri yaptığını kabul ettiremedim. 

 Ben kendisine edep dahilinde , yaptığı çevirilere katılmadığımı ifade etmeme ve çeviriyi düzeltmesi gereken kişinin ben değil kendisi olduğunu ikaz etmeme rağmen, kendisi bir kaç defa beni telefonla arayarak yazıyı geri çekmemi, aksi takdirde beni mahkemeye vermekle tehdit etmiştir. En son telefon görüşmemizde beni mahkeme ile tehdit edince, kendisine tağut önünde muhakeme edilmek isteyen bir müşrik olduğunu ve yapmış olduğu çeviride bir çok hatalı çeviri olduğunu kendisine hatırlatarak, sadece İsra s. 1. ayetine nasıl böyle bir anlam verdiğini sorduğumda bana cevap olarak Alimleri bu konuda baz aldığını ifade etmiştir. 

Kendi sitesinde bana karşı yazdığı en son yazı şu şekilde olup kendisini kaf dağında gören kibir sahibi birisi olduğunu kendi yazısı ile ifade etmektedir.   

 "http://www.ahmettekin.net/?hz.-muhammed-s.a.-in-atalari-uyarildigi-halde-gafletleri-devam-eden-kavimleri-uyarmasi,160" bu linkte sayın kişinin kendisine yaptığım eleştiriye karşı yazdığı ilk cevap bulunmaktadır. 

Bu yazı sayın kişinin , en son telefon görüşmemizden sonra kaleme alınmış bir cevap yazısıdır.

 “Kur’anı Mü’mince anlamak”  ana başlığı altında, İsmail  Hakkı Başdağ, Ahmet Tekin  ve ilgili ayetleri anlayış konusunda boyundan büyük yanlış laflar etmektedir. Kendisini  telefonla  ikaz ettim ve  36/6, 28/46, 32/3 ayetleriyle ilgi  Kur’anın nahvi tahlilini yapan Halebiden, ilmi tahlilinini yapan Kurtubi, Âlusi,  Ebussuud  merhumlardan ilgili sayfaların fotokopisini çekip maille kendisine gönderdim. Arapça bilmediği için gönderdiğim sayfaların muhtevalarını anlamadığını söyledi. Kur’an meallerine dayalı okuduklarıyla meal veye tefsir tenkidi yapılamayacağı gün gibi aşikarken  bu zat  durmadan tenkit kılıcı sallamaktadır. Ahmettekin.net de kendisine doğru manaların ne olduğunu yazarak cevap verdiğim halde yazdıklarımı da anlamamış. 34/44 ayetinde  Hz. Muhammed s.a. e iman edilmeyeceği ve putlara tapmadıkları takdirde cezalandırılacakları konusunda vahye dayalı bir bilgi olmadığı halde, siz nasıl oluyor da Hz. Muhammedi inkar ediyorsunuz, nasıl oluyor da putlara tapıyorsunuz fikri işleniyor. Bu türlü menfi görevlerle kitaplar, peygamberler gelmedi denilmek isteniyor. Peygamberler ve ilahi kitaplar  hiç gelmedi denilmiyor.

Facebookuma kayıtlı arkadaşlardan biri  yanlışlarla dolu bu tenkidi ortak sayfamıza koymuş. Yapılan iş doğru olsaydı eğer, tenkidi yapanın da, ortak sayfamıza koyanın da ellerinden öper, yanlışımı düzeltirdim. Yanlış anlayışlarını “Kur’anı mü’mince anlamak”  şeklinde takdim edenler, kasten bunu yapıyorlarsa hıyanetlerine, safiyetlerinden bunu yapıyorlarsa ahmaklıklarına, cehaletlerine hükmedilir.Hadlerini bilmeyenlere, Allah ıslah etsin demekten başka bir söz söylemeyeceğim.


İsmail Hakkı Başdağ olarak , blogumda kişiselerin Kur'an ayetlerine verdiği çeviriler ile ilgili  eleştiriler yazılarımı, kişisel haklara saygı ve hesap gününü düşünerek yazdığımı tekrar hatırlatmak isterim. Sayın kişinin yapmış olduğu "Anlam yorum" tarzı meallerin , Kur'an ayetlerinin çevirilerinde kişisel yorumların öne çıkmasını beraberinde getirdiği için doğru bir yöntem olmadığını kendisine de ilettim . 

Sayın yazarın yapmış olduğu Kur'an mealinin nasıl bir meal olduğunuve kendisinin ne kadar Kur'ana vakıf olduğunu !!!! sadece İsra s. 1. ve 60 ayetleriine yaptığı çeviriyi örnek vererek siz sayın okuyucuların takdirine bırakıyorum. 

 Ahmet Tekin :
Bir gece, kulu Muhammedin Mescidi Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya, en yüce makama vuslatını gerçekleştiren, huzurunda secdesini sağlayan Allah’ı tesbih, tenzih ve takdis ederiz. Kudretimizin açık delillerinden olan o evrensel peygamberi ins-ü cinne, bütün kainata tanıtalım; kainat ve ötesinin, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bir kısmını ona müşahede ettirelim diye bu MİRACI gerçekleştirdik.Şüphesiz Rasulü Muhammedin, kainat ve ötesinin duyduklarını ve gördüklerini duyuran ve gösteren Odur.

Ahmet Tekin
Hani sana:
'Rabbin geçmiş ve gelecek bütün insanları, insanların hayatlarını, davranışlarını ilmiyle kudretiyle çepeçevre kuşatmıştır' demiştik. Mirac gecesi çıplak gözle sana gösterdiğimiz rüya gibi görüntüleri ve Kur’ân’da rahmetten uzak kılınan ağacı, kaktüsü yalnızca insanları imtihan ve deneme vesilesi olarak düzenleyip hazırladık. Biz insanlara korku veren uyarılarda bulunuyoruz, bu onlarda büyük azgınlıklardan, azgınlıklarını artırmaktan başka bir şey sağlamıyor.

 İki satırlık metne,  6 satır meal yapan ve Kur'anın onaylamadığı bir düşünce olan MİRAÇ düşüncesini, Kur'ana onaylatmaya çalışarak kitabı TAHRİF etmeye yeltenen ve , neden böyle bir çeviri yaptığı sorusuna sadece "Eski alimler" in görüşlerini baz aldığını ifade eden bir kişinin yaptığı Kur'an çevirisini ne kadar güvenilir olacağını yine siz okuyucuların takdirine bırakıyorum.

 Sayın Ahmet Tekin'e buradan açık ve net bir şekilde çağrı yapıyorum....

Beni tehdit ettiğiniz mahkeme celbini hala bekliyorum. T.C mahkemelerinde belki beni mahkum ettirebilirsiniz. Ben bu mahkumiyetten para veya hapis cezası ile kurtulurum. Ama siz yaptığınız TAHRİFKAR çeviriyi düzeltmeden ve tevbe etmeden öldüğünüz takdirde ilahi mahkemenin vereceği cezadan ne para ile ne de belirli bir süre yanıp çıkacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz demektir. Arapçayı benden daha iyi bilmeniz veya demir hafız olmanız sizi hesap gününde kurtarmayacaktır. Hesap gününde sizi kurtaracak olan yanlışlarla dolu olan mealinizi ya toptan piyasadan çekmeniz ya da yanlışlarını düzeltmeye çalışmak olacaktır. Arapçayı iyi bilmenin Kur'an meali yapmak için yeterli olmadığını maalesef yapmış olduğunuz Kur'an çevirinizde bol örneklerini vermişsiniz , sizin falan alimin dediği , filan kitabın yazdığını delil göstermenize karşılık ben size Kur'andan örnekler getirdim . Bu durumda ben CAHİL bir münekkid siz ALİM bir Kur'an çevirmeni oluyorsanız vay yaptığınız Kur'an çevirisinin haline    Vesselam.


8 Ağustos 2015 Cumartesi

Nuh Tufanı Bölgesel mi Yoksa Küresel mi idi ?

Nuh (a.s)  Kur'an da zikri geçen Elçilerden olup  kavmi, onun uzun yıllar süren çağrısına olumsuz cevap vermesi üzerine helak edilmiştir. Tefsirler de  genellikle Nuh (a.s) ın kavmini helake götüren sebebler üzerinde değil , helak'ın kapsamı konusunda tartışmaların yapıldığını görmekteyiz. Yapılan tartışmalar ne kadar bir alanı kapsadığından çok, kimleri kapsadığı yönünde yapılsaydı farklı düşüncelerin ortaya çıkması mümkün olmazdı diye düşündüğümüzü ifade etmek istiyoruz. 

Nuh (a.s) ın yaşamış olduğu zaman dilimine baktığımız zaman , Kur'anda zikri geçen Elçiler içinde Adem (a.s) dan sonra ikinci olarak geldiği görülecektir. Mü'minun suresi içinde anlatılan kıssası içindeki 23-44. ayetler arasını okuduğumuzda bunu net bir şekilde görmekteyiz. 

Nuh suresi içindeki Ayetlere baktığımızda , 26. ve 27. ayette Nuh (a.s) ın "Ey Rabbim, yeryüzünde (yurt sahibi) hiç bir kimse bırakma!. Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar" şeklinde yaptığı duasını görmekteyiz. 


Enbiya suresi 76. ve 77. ayetlerinde ise , "Nuhu da, önceden nidâ etmişti, biz de duâsını kabul ettik de kendisini ve ehlini büyük bir sıkıntıdan kurtardık. Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden 'ona yardım edip-öcünü aldık.' Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, biz de onların tümünü suya batırıp boğduk." buyurulmaktadır. 

Bu ayetler çerçevesinde düşündüğümüz zaman,  Nuh (a.s) Rabbine yeryüzünde bir tek kafir bırakmaması için dua ediyor ve Rabbi onun bu duasını kabul ederek yeryüzünde bir tek kafir bırakmadan hepsini suda boğuyor. 

Bu ayetlerden şunu anlamak mümkündür; Boğulan kafirler yeryüzünün hangi bölgesinde ikamet etmiş olursa olsun suda boğulmaktan kurtulamamıştır. 

 Bu noktada , "Nuh (a.s) ın yaşadığı devir içinde insanlar nerelerde hayat sürmekte idiler ?" sorusunun cevabının bulunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Nuh (a.s) ın yaşadığı zaman diliminin Adem (a.s) sonrası olması nedeniyle nüfus sayısı bakımından fazla olmadığı ve insanlığın bu gün olduğu gibi 5 kıtaya yayılmış bir şekilde yaşamakta olmasının pek mümkün olmadığını söylemek doğru bir tesbit olacaktır. Çünkü insanlığın şimdiki gibi bir alana yayılmış olduğunu düşündüğümüz takdirde , Dünya coğrafyasında yaşayan insanlara ulaşmak için gemi kullanması gerekmektedir. Geminin yapılmaya başlanma aşaması artık kimsenin iman etmeyecek olması üzerine gerçekleşmeye başlamıştır . Nuh (a.s) ın Hud suresi içinde anlatılan kıssasının 36-38. ayetlerinde bu durumu anlamak mümkündür. 

[011.036]  Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.
[011.037] Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
[011.038] Gemiyi yapmaya başladı. Kavminin ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla eğlenirlerdi. O da dedi ki: Bizimle alay ediyorsunuz ama, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.

Nuh (a.s) ın tebliğinin kendi zamanı içinde yaşayan bütün insanlara ulaştığını söylemek bu noktada yanlış olmayacaktır , çünkü yeryüzündeki bütün kafirlerin helak edilmesini istemesi bütün insanlara çağrısının ulaştığı ve bu çağrıya karşılık "Küfür" ile karşılık verdikleri anlaşılmaktadır.

İsra ve Meryem surelerinde hitap edilen ve zikri geçen insanlar için "Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın soyu" denilmesi, Nuh (a.s) ın insanlığın ikinci atası olarak bilinmesinin yanlış olmadığını göstermektedir.

[017.003]  Ey Nuh ile birlikte (gemiye) yüklediğimiz kimselerin soyundan olanlar! O doğrusu çok şükredici bir kuldu.

[019.058]  İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan kuşakların) dan, İbrahim ve İsrail (Yakup) in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah') ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanıverirler.

Sonuç olarak; Nuh (a.s) kıssası ile ilgili olarak tartışılan konulardan birisi olan , tufanın bölgesesl yoksa küresel mi olduğu konusundaki tartışmaların, yanlış sorulan bir sorunun cevabının aranması sonucunda yapıldığını söylemek mümkündür. Doğru sorunun Nuh tufanının hangi bölgeyi kapsamı içine aldığı değil "kimleri kapsamı içine aldığı" olması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Bu sorunun cevabı net bir biçimde Kur'an içinde bulunmakta olup , Nuh (a.s) ın uzun yıllar süren tebliğinin sonucunda onun bu tebliğine olumsuz cevap veren herkes suda boğulmak sureti ile helak edilmiştir. Helak edilen bu insanların nerede yaşadığının önemi yoktur , İsra ve Meryem surelerindeki ayetler insanlığın yeniden çoğalmasının Nuh (a.s) ile birlikte gemide taşınanlardan türemiş olduğunu görmekteyiz. 

Tefsirlerde tartışılması gereken asıl konu , Nuh (a.s) ın kavmini helaka götüren en baştaki sebebin yani "Şirk" in gündem edilerek bu helak olayından ibretler çıkarılması ve şirk'in toplumların Dünya hayatı içinde helak olmasına sebeb olan en büyük unsur olduğu yönünde kıssaların okunması gerektiği düşünmekteyiz. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

6 Ağustos 2015 Perşembe

Nisa s. 136. Ayeti : İman'ın Esasları

"İman" kelimesi ; "Emene" kökünden türeyen ve "Nefsin mutmain olması ve korkunun ortadan kalkması" anlamında olup , güvenmek anlamını da kapsamaktadır. Bu kelime , Kur'anın anahtar kavramlarından birisi olup hayatın temellendirilmesi gereken ana ilkeleri ihtiva etmektedir. Bu bağlamda Nisa s. 136 ve benzeri Ayetler, bizlere bu ilkeleri beyan etmektedir. 

Muhammed (a.s) ın vefatı sonrası ortaya çıkan siyasi ayrışmalar , beraberinde bu siyasi ayrışmaların dini bir temele oturtularak insanlar üzerinde bir baskı aracı olmasını getirmiştir. Atalarından gelen kabilevi düşmanlıklarını , Müslüman olduktan sonra da sürdürmek isteyenler, bu düşmanlıklarını itikadi alana taşıyarak farklı görüşler altında toplanmışlar ve bunları kendileri açısından "İman esasları" haline getirmişler veya Kur'anın belirlediği esasların arasına sokuşturma çabalarına girişmişlerdir. Bu bağlamda "Kader inancı" adı altında oluşturulan itikadi düşünceyi , Kur'anın belirlediği esaslar arasına ,"Cibril hadisi" adı altında ilave etme çabaları hepimizin malumudur. Bu konuyu "  http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/08/cibril-hadisi-uzerine-bir-degerlendirme.html " adlı bir yazıda değerlendirmeye çalışmıştık. 

Nisa s. 136. Ayetinin meali şöyledir; 

 [004.136]  Ey iman edenler, Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.

Ayete baktığımız zaman iman esasları olarak ;

1- Allah'a ,
2-Resulune,
3-Kitaba ve önceki Kitaplara,
4-Meleklere,
5-Ahiret gününe, iman şeklinde bir sıralama karşımıza çıkmaktadır. 

Klasik ilmihal kitaplarında , imanın tarifi "Kalb ile tasdik , dil ile ikrar" şeklinde yapılmaktadır. Ancak Kur'ana baktığımız zaman bize  böyle bir iman önermesi yapılMAmakta, aksine bu esasların içinin "Salih Amel" teriminin ifade ettiği anlam dahilinde doldurulması gerektiği bildirilmektedir. 

Bu ve benzeri ayetler , itikadımızı nelerin belirlemesi gerektiği noktasında bizleri aydınlatmaktadır. Maalesef bu ayetlere rağmen başka belirleyiciler ihdas edilerek , Kur'an harici iman esasları belirlenmiş ve bu belirlemeler neticesinde fırkalaşmaların önü alınamaz olmuştur. 

[029.002-3]  And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İMAN ETTİK» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.

5 iman esasına baktığımız zaman , hayatın bu esaslar üzerine kurulması gerektiği hatırlatılmakta olup bu kurulmanın keyfiyeti üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu esaslar yaşam içinde pratize edilmek sureti ile iman etmenin sadece dil ile ikrar kalp ile tasdikten ibaret olmadığını , bunlarla birlikte yaşam içinde amel şeklinde hayata aktarılması gerektiği Kur'anın pek çok ayetinin beyanıdır.

ALLAH'A İMAN; 

Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve tek hakimi olarak, kendisini bizlere "İlah" ve "Rab" olarak tanıtarak, bizler için en doğru olanı seçtiğini ve bunların bizler için tek ve nihai doğrular olduğunu bir çok ayette beyan ederek , başka doğrular aramanın "Sapkınlık" olduğunu bildirmektedir. Bu noktada güvenilmesi gerekenin sadece kendisi olduğunu defaatle hatırlatarak , başka güvenli merciler bulduklarını zannedenlerin , buldukları mercilerin Allah (c.c) karşısında ne kadar aciz ve güçsüz kaldıklarını örneklerle hatırlatarak , bizlerin Ahiret hayatımızı berbat etmememizi haber vermektedir.

AHİRETE İMAN ; 

Kur'anın en önemli çağrısı , İnsanların ölüm ile yeniden , esas olan bir hayata başlangıç yapacak olmaları , ölüme kadar yaşadığımız ve adına "Dünya Hayatı" denilen yaşamın, geçici olduğu ve "Ahiret Hayatı" olarak bildirilen hayatın ölümsüz bir hayat olduğu bir çok ayette bildirilmektedir. Dünya hayatı içinde yapılan amellerin , hiç eksiltilmeden , haksızlık yapılmadan ve  unutulmadan karşılığının verileceği yine Kur'an ve önceki Kitaplar içinde yer alan en önemli mesajlardır. 

Ahirete iman esasını , içselleştirerek Dünya hayatı içindeki yaşantısını bu eksen içinde devam ettiren bir insanın , kendisini Ahiret hayatında zora sokacak herhangi bir ameli yapması kolay kolay mümkün değildir. Bu insan Allah (c.c) nin nehyettiği bir şeyin kendisine Ahirette "Ateş azabı" olarak geri döneceği bilinci içinde yaşar. Ahirete iman ile bilgiler bize Allah (c.c) nin seçmiş olduğu beşer cinsinden olan insanlar ile ulaşmaktadır. 

Herkesin başına bir polis dikmek mümkün değildir , ancak "Vicdan" dediğimiz olguyu harekete geçirerek , yapılan amellerin bu süzgeçten geçirilerek yapılmasını sağlamak ve kişilere asla kaçamayacağı bir hesap yeri ve zamanı olduğunu bilerek bir hayat sürmesini sağlamak, herkesin kendi polisi olmasını sağlamaktadır.

RESULLERE İMAN; 

Allah (c.c)  yaratmış olduğu biz kullarına, yaşadığımız Dünya hayatı içindeki emir ve  nehiylerini , biz gibi insanlardan seçmiş olduğu bir takım insanlar aracılığı ile bildirmiştir. Bu insanlara "Resul Nebi" adı vererek , yaşadığımız hayat içindeki tabi olmamız gereken kuralları onlara "Vahiy" yolu ile bildirmiştir. Bu Elçiler Allah (c.c) den aldığı vahyi eksiltmeden , ilave etmeden muhataplarına aktarmıştır. Bu aktarma sırasında çok büyük tepkilerin geldiği yine Kur'an içinde ayetlerde bizlere anlatılmaktadır. Aynı tepki Muhammed (a.s) a da gösterilmiş olup onun yalancı , mecnun , kahin , sihirbaz v.s olduğu iftiraları atılarak mesajının rağbet görmemesi yoluna gidilmeye çalışılmıştır. Allah (c.c) müşriklerin bu iftiralarına karşı , Elçisine indirmiş olduğu vahye halel getirecek mecnunluk gibi arızaların Elçisine asla yaklaşamayacağını bir çok ayette bildirmiştir. 

Resuller , Allah (c.c) nin kulları ile konuşmasının bir aracısı olması bakımından önemli bir mevkiye sahiptirler. Şura s. 51. de beyan edildiği üzere , Elçi göndermek sureti ile kulları ile konuşmaktadır. Resuller aldıkları vahyi muhataplarına aktarma ve yaşama bakımından önemli bir göreve sahip oldukları için , onların aldıkları vahyi pratize etme şekilleri bizler için önemli örnekliklerdir. Bu bağlamda Kur'an sadece Muhammed (a.s) ın değil zikri geçen Elçilerin hayatlarından kesitler sunarak onlarında bizlere nasıl örnek olabilecekelerini göstermiştir.

Vahyin Resuller ile olan bağı etle tırnağın bağı gibidir ki, birbirinden ayrılması mümkün değildir. İslam düşüncesinde yüzyıllardır yapılan en önemli hatalardan birisi , Hıristiyanlara öykünerek , zımnen de olsa "Sizin İsa nız varsa bizimde Muhammed'imiz var" denilerek aşırı yüceltmeci bir Elçi anlayışı oturtulmasıdır. 

Bu durumun Kur'an ile sağlaması yapıldığında, kesinlikle red edilmiş olması bazı çevrelerde ifrata karşı tefrit düşüncesini doğrurarak , Elçi anlayışını tamamen red etme yolunun seçilmesine sebeb olmuştur. Başkalarının yanlışını red etmek üzerine kurulmuş düşüncelerin  ve yanlışın başka bir yanlışla kapatılmasının sağlıklı bi düşünce doğurmayacağı bu düşünceyi savunanlara baktığımızda maalesef acı örnekleri ile görülmektedir.  

Bu noktada "Resullere iman" şartının ne olduğu ve nasıl olması gerektiği yine Kur'an içinde bulunmaktadır. Resullere iman demek, onların gönderiliş amacı olan sadece Allah (c.c) nin İlah ve Rab olarak kabul edilmesi üzerine bina edilmiş bir hayat sisteminin tebliğini yapmış olmalarının idraki içinde olarak , onların aynı mücadele yolunu izlemek demektir. Bunun aksi bir iman anlayışı olarak , sakalına , terliğine , hırkasına v.s eşyalarına karşı yapılan hürmet gösterilerinin  Resullere iman ile alakası yoktur. 

KİTAPLARA İMAN ; 

Allah (c.c) beşer içinden seçmiş olduğu Elçilerini "Kitap" ile birlikte gönderdiğini buyurmaktadır. Son Elçi ile ile birlikte gönderilen Kitabın , kendisinden öncekileri tasdik etmesi bütün Elçilerin aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Farklı kaynaklardan beslenmiş olsalar herkes kendi kaynağını sahiplenir diğer kaynağı red etmek durumunda olurdu , ancak böyle bir durum asla sözkonusu değildir. 

Bütün Kitapların temel çağrısı Allah (c.c) nin birliği ve tek İlah olması üzerine kuruludur. Allah (c.c), gerçek bir imana sahip olmak için göndermiş olduğu Elçi ve Kitaplar arasında ayrım yapılmadan hepsine iman edilme şartını koymuştur. Kur'anın bir çok Ayeti Elçiler arasında ayrım yapmanın küfür olduğunu buyurarak böyle bir ayrımın yapılmamasını istemektedir. 

Elçilerin beşer olması onların ebedi olmamasını beraberinde getirdiği için , kalıcı olması nedeniyle gelen bilgilerin Kitap haline getirilmiş olması önemli bir faktördür. 

"Kitaplara iman" şartı sadece iki kapak arasındaki ve adına "Mushaf" denilen sayfalara iman etmek anlamına gelmez. Allah (c.c) nin yaratmış olduğu her şeye "Ayet" adını vermiş olması , "Kainat" dediğimiz şeyin aynı zamanda "Kitap" olması anlamına gelmektedir. Müslümanlar olarak en büyük eksiğimiz , Kitap denilince sadece Kur'anı hatırımıza getirip, buna iman ettiğimiz takdirde Cenneti garantilediğimiz inancıdır. Olması gereken her iki Kitabı yani hem Mushafı , hem de Kainat Kitabını birlikte okuyarak doğru bir imana sahip olunmasıdır.

"Kainat Kitabı" denilen , Allah (c.c) nin Mushaf haricindeki Ayetlerini , Elçiler aracılığı ile gönderilmiş Kitaba iman etmeyenler okuduğu bir Dünyada yaşadığımız bir gerçektir. Kur'an adı verilen Elçi ile gönderilmiş olan Kitap , Kainat Ayetlerini nasıl okumak gerektiği yönündeki bilgileri de ihtiva etmekte olup, bu iki Kitap asla birbirinden ayrı okunamaz. 

Bu iki Kitabın Mushaf olanının Müslümanlar tarafından , Kainat kitabı olanının Müslüman olmayanlar tarafından okunumş olması Dünyayı maalesef kan ve gözyaşına boğmuştur. Kainat kitabının bir nevi kullanma klavuzu olan Kur'an bu Ayetleri nasıl kullanmamızı gerektiğini öğretmektedir. Bu öğretileri göz ardı ederek Kainat kitabını okuyanlar ellerine geçirdikleri güç ve kuvvet ile Ahiret bilincinden yoksun bir hayat sürerek Dünyayı zulme boğmaktadırlar. 

Allah (c.c) nin Resuller aracılığı ile gönderdiği bilgiler , o Resullere "Melek Elçi" vasıtası ile gönderilmektedir. 

MELEKLERE İMAN ; 

"Melek" kavramı , bizim göz ile şahid olmadığımız bir alana ait bir olgudur . Allah (c.c) bu varlıklar aracılığı ile İnsanlara vahyini ilettiğini (Hacc s. 75 / Nahl s.2) , İnsanların canlarını bu Melekler aracılığı ile aldığını (Nisa s. 97/En am s. 61/ Enfal s. 50 ) , İnsanların işlediklerini bu melekler ile kayıt aldığını (Yunus s. 21 / Rad s. 11 /Zuhruf s. 80 ) ,  Cehennemde insanlara azab ile görevlendirildikleri (Tahrim s. 6) gibi bilgiler bulunmaktadır.

"Meleklere iman" şartı ,  Allah'a , Elçilerine ve Kitaplarına iman şartı ile birlikte düşünüldüğünde, birini birinden ayırdığımızda, iman halkasından telafisi imkansız bir kopma meydana gelmektedir. Allah (c.c) nin bizler için sıralamış olduğu iman şartları , 1- kendisine, 2- kendisinin bizlere dair emir ve nehiylerini kapsayan bilgileri gönderdiği Elçilere, 3- Elçiler ile gönderdiği Kitaplara, 4- O Kitapları getiren Melek Elçilere, 5- Melek Elçi aracılığı ile beşer Elçiye gönderilen ve içinde Ahiret ile ilgili bilgileri kapsamış olması kombine bir durum arz etmektedir. 

 Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin bizlere "İman şartı" olarak belirlemiş olduğu şartlar, sadece dil ile ikrar kalp ile tasdik etmekle sınırlı değildir. Geçici bir platform olan Dünya da , ebedi bir hayat süreceğimiz olan AHİRETteki mutlu bir yaşantının nasıl olacağını bizlere MELEK aracılığı ile beşer RESULLERE indirmiş olduğu KİTAPLARDA beyan eden ALLAH (c.c) bu iman şartını kombine bir halde birbirine bağlı bir şekilde vaaz etmiştir. Bu sıralamadan herhangi bir kopukluk meydana getirmek iman noktasında bizi sıkıntıya sokacak durumlar meydana getirecektir. 

Bu bağlamda, Allah (c.c) nin vaaz etmiş olduğu bu listeye herhangi bir ilavede bulunmak kimsenin haddine değildir. Siyasi kavgalar sonucu oluşturulmuş olan itikadi fırkaların , kendi haklılıklarını iddia etmek amacı ile Kur'ana yapamadıkları ilaveler , rivayetlerin Kur'an ile aynı derecede olduğu şeklinde üretilmiş düşüncelerle rivayetler sayesinde düşünce dünyamıza ilave edilmiş ve birleşilebilmesi neredeyse imkansız fırkalaşmaları doğurmuştur. Bu fırkalaşmanın en aza indirilebilmesi, sadece Kur'anın akide konusunda baz alınması ve ondaki bilgilerin akide konusu olarak kabul edilmesi ile mümkün olacaktır. 

Bu esaslar bizlere Din konusunda belirleyici olarak Kur'anın baz alınmasını emretmekte olup bunun dışındaki belirleyicelerin bizleri yanlış yollara sürükleyeceği müteaddit defalar haber verilmektedir. Müslümanlar olarak aramızdaki farklı düşüncelerin en önemli sebebi , farklı kaynaklardan beslenerek o kaynaklara Din de belirleyici olarak yapışmaktan kaynaklanmaktadır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Talut Kıssasını Medine Müslüman'larının Gözü İle Okumak

Bundan önceki Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda , bu kıssaların muhataplarına mesaj amacı taşıyan ve kendilerinden önceki yaşantılardan ibret alarak , hayatlarına pratize etmeleri amacına dayalı olduğunu hatılatmaya çalışarak , ele aldığımız kıssanın bize dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda da , Bakara s. Ayetleri içinde yer alan Talut kıssasının öncelikle Medine'deki ilk muhataplar açısından nasıl okunduğu ve nasıl hayata pratize edildiği konusunu, Bedir ve Uhud  savaşları örneğinde ele almaya sonrada bize dönük mesajını okumaya çalışacağız. Kur'anın ilk muhatapları olan "Örnek Nesil" dediğimiz Muhammed (a.s) ve ashabı, kendilerine inen Ayetlerin ihtiva ettiği konuların, hayata dair mesajlar olduğu bilincinden hiç bir zaman uzaklaşmayarak , Ayetlerin ihtiva ettiği mesajı hayatlarına pratize etmişler ve yaşamışlardır. 

 [002.243] Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.

Talut kıssasının başlangıcı olarak okuyabileceğimiz bu Ayet ,Medine de indiği zaman ilk muhataplar olan Ashap tarafından "Bize dönük nasıl bir mesaj veriyor?" sorusu sorularak cevabı aranmaya çalışılmıştır. Bu Ayeti anlamak için Medine Müslümanlarının durumunu kısaca hatırlamak gerekmektedir.

Medinede ki  Müslümanların, özellikle Mekke den hicret etmiş olanlarına baktığımız zaman çoluğunu çocuğunu , evini barkını , herşeyini terketmiş bir vaziyette Medineye hicret etmiş olduklarını görmekteyiz. Sahabe bu Ayet nazil olduğu zaman, çoğu tefsirlerde gördüğümüz yorumlar gibi onların gerçekten ölüp ölmediğini tartışmamışlardır. Bu Ayetten kendilerinin Mekke den hicret edilmek zorunda bırakıldıktan sonra Mekke ye dönmenin mümkün olduğunu, fakat bu mümkünlüğün ilerleyen Ayetlerde anlatılan Talut kıssası içindeki mesajda olduğunu anlamışlardır.

[002.244]  Allah yolunda savaşın; bilin ki Allah işitir ve bilir.
[002.245]  Allah'a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır; O'na döneceksiniz. 

Allah (c.c) ye "Karzen hasenen" (güzel bir ödünç) şeklinde verilen Allah yolunda savaşmanın karşılığı bir çok Ayette ebedi Cennet olarak beyan edilmiş ve herşeyi elinden alınarak , yerinden yurdundan sürülmüş , bir nevi ÖLÜ durumuna düşen mazlumların ,yeniden DİRİLMEK için güçlerini seferber etme gerektiği hatırlatılmaktadır.

[002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? nebilerine, «Bize bir hükümdar gönder Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız?» demişti. «Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?» demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz cevirdiler. Allah zalimleri bilir. 

Allah (c.c) Medine deki Müslümanlara , içlerinde bulundukları durumu çağrıştıran bir başka durumu Musa (a.s) sonrası bir olayı anlatarak örnek vermektedir. Evlerinden barklarından uzaklaştırılan İsrailoğulları , eski düzenlerini geri kazanmak için başlarına bir komutan isteyerek savaş isteklerini Nebilerine dile getirirler , fakat Nebileri onların bu istekleri kabul edildiğinde yan çizebileceklerini hatırlatmaktadır. Bu yan çizme durumu onların insan olmalarının bir sonucu olup aynı durum Muhammed s. 20. Ayetinde Müslümanlar arasında da başgöstererek , her toplumda böyle yan çizmeler olabileceği gürülmekle birlikte,  insiyatifin bu yan çizenlere bırakılmaması önemli bir noktadır.

[047.020]  İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır

[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir. 

Başlarına bir komutan isteyen İsrailoğulları , gönderilen bu komutanı beğenmemişlerdir. Burada verilmek istenen mesaj , Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen kim olursa , muhatapların bunu red etmek , beğenmemek , başka birini istemek gibi bir seçenekleri olmayıp, gönderilen kim olursa olsun ona tabi olması gerektiğidir. Mekke'de nazil olan Ayetler de aynı itiraz Muhammed (a.s) içinde yapılarak başka Elçi , başka Kitap isteklerine karşı bu Elçi ve Kitaba iman dışında bir seçenek olmadığı hatırlatılmaktadır.

[002.248] Nebileri onlara dedi ki; 'Talut'un hükümdarlığının belirtisi, size meleklerin taşıdığı bir sandığın gelmesidir. Bu sandıkta Rabbinizden size yönelik bir huzur ile birlikte Musa ve Harun ailelerinin geride bıraktıkları bazı önemli eşyalar vardır. Eğer mümin kimseler iseniz, bu sizin için kesin bir belirtidir. 

İnsanların bir konu hakkında sağlam bir inanca sahip olmaları için, o inanca davet edenlerin bir takım delil sunma gerekleri vardır. Talut'un komutan olarak tayin edilmesinin bir delili olarak İsrailoğullarının güvendiği bir şeyin sunulması Talut'un komutanlığı konusundaki çekinceleri ortadan kaldırmıştır. Bu durum gelecek Ayet içinde belli olmakta ve artık Talut ordunun başına geçerek komutayı eline almıştır.

[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler. 

249. Ayet müstakil bir yazı başlığı değerlendirilerek üzerinde çok şey söylenebilecek bir Ayet olup, yazının hacmini büyültmemek amacı ile kısaca bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

Bu Ayeti Nisa s. 59. Ayet ile birlikte tefekkür etmek yerinde olacaktır.

[004.059]  Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan EMİR SAHİPLERİNE itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir. 

Bir düşünce , inanç , fikir üzerinde buluşmuş olan toplulukta olmazsa olmazlardan birisi o topluluğu idare eden bir önder olmasıdır. Kur'an bu öndere itaatı Allah ve Elçisine itaat ile birlikte zikrederek bunun önemini vurgulamıştır.  Başlarındaki öndere itaat etmeyen bir topluluğun başına gelecek olanlar Enfal s. 46. Ayetinde şu şekilde beyan edilmiştir. Medinede ki Müslümanlar , kendilerine Allah (c.c) tarafından gönderilen Elçi ve aynı zamanda Komutan olan Muhammed (a.s) a bağlılığı bu gibi Ayetler ile öğrenmişlerdir.

[008.046] Allah'a ve Peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.  

Toplululuğun başında olan komutan , komutası altındakilerin kendisine ne denli itaatkar olduğu noktasında onları denemeye tabi tutabilir. Allah (c.c) nin birçok Ayetinde bizleri denemeye tabi tutmasını bu noktadan değerlendirmek gerektiğini düşünmekteyiz. Talut , birlikte savaşacağı askerlerinin kendisine ne kadar sadık olduğunu ölçmek ihtiyacı hissederek onları bir şekilde imtihan etmektedir. Bir ordunun başarısı başındaki komutana tabi olmakla mümkün olacaktır. Aksi takdirde her asker kendi başına komutan kesilmeye kalktığı takdirde bu başı bozukluk yenilgiye sebeb olacak en büyük faktördür, Uhud örneği bu durumun yaşanmış canlı bir örneğidir.

Talut tarafından sınanan ordunun büyük çoğunluğu sadakat sınavını geçememiş ancak küçük bir bölümü bu sınavı başarmıştır. Talut'un sınamasından geçemeyenler moral ve motivasyon bozukluğuna düşerek karşılarındaki ordunun gücü karşısında ümitsizliğe düşmüşler ve korkmaya başlamışlardır. Başlarındaki Komutana güvenemeyen bir ordu , karşısındaki düşmana karşı galip gelme konusunda elbette ümitsizliğe düşecektir. Ancak başlarındaki komutana güvenen bir ordu , karşısındaki düşman kuvveti ne kadar çok olursa olsun onlardan korkmazlar ve galip gelecekleri konusunda ümitlerini asla kaybetmezler. 

Niceliğin değil niteliğin önemli olduğu Enfal suresinde şöyle beyan edilmektedir.

[008.065-66] Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 

Talut kıssası ve özellikle Bakara s. 249. Ayetinin Medine Müslümanları tarafından nasıl içselleştirildiği Bedir ,  içselleştirilMEdiği ise Uhud savaşları örneğinde görülmektedir. Bedir savaşında kendilerinden fazla olan müşrik ordusuna karşı , komutanlarının emri doğrultusunda hareket eden Müslümanlar "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»" 250. Ayette olduğu gibi " «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden millete karşı bize yardım et»" Diyerek Bedir de müşrik ordusunu hezimete uğratmışlardır. 

Aynı Müslüman ordusu Uhud da , komutanları tarafından verilen nehirden tatmama veya bir avuçluk bir tatma emrine riayet etmeyerek ganimet peşine düşmüşler ve bu itaatsizlikleri onların bu sefer müşrik ordusu karşısında hezimete uğramalarına sebeb olmuştur. Bedir ve Uhud savaşları siyer kitaplarında genellikle kahramanlık destanı şeklinde kişisel kahramanlıklar bazında ele alınmış ve bu savaşlardaki "Sünnetullah" faktörü pek akla getirilmemiştir. 

Bedir'de savaşan Müslümanlar kendilerinden öncekilerinin başlarından geçen aynı durumu unutmadan emir komuta zincirine riayet ederek Allah dayanmışlar , Aynı Müslümanlar bu sefer Uhud'da şartlara riayet etmemdikleri için bozguna  uğramışlardır. Bu savaşlardaki sonuçlar "Sünnetullah" olgusunun bir sonucu olup aynı şartlar bu günde geçerlidir. Bedir örneğinde Müslümanların yolunu izlersek karşılık Bedir gibi galibiyetler , Uhud örneğindeki Müslümanların yolunu izlersek karşılık Uhud gibi mağlubiyetler olacaktır.

 [002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır. 

Neticede Talut ordusu, Calut ordusuna karşı galip gelmiş ve bu savaşta Davud adlı bir başka kişi sahneye çıkmış ilerleyen zamanlarda Allah (c.c) ona Mülk ve Hikmet vererek İsrailoğullarının başına geçmesini sağlamıştır. 

Talut ve Davud, İsrailoğullarının içinden çıkmış iki kişi olup , İsrailoğulları içinden böyle iki değerin sivrilmiş olması bize şunları hatırlatmaktadır; Toplumlar kendilerini , siyasi , iktisadi , askeri ve ekonomik bakımdan geliştirecek kişilere ihtiyaç duyarlar. Toplumlar kendilerinin yükselmesi için gerekli olan kadroyu oluşturamadığı müddetçe , bu kadroları oluşturmuş olanların tahakkümü altında kalmaktan kurtulamazlar. 

Müslüman coğrafyasına baktığımızda bu eksikliği ziyadesi ile görmüş olmanın ezikliğini yaşamaktayız. Kendi içlerinden yetiştiremediği kadroları dışardan ithal etmek veya kendi dışımızdaki insanların ürettiklerini almak zorunda kalarak bir bakıma onlara göbekten bağlı olmamız, bizim elimizi kolumuzu bağlamaktadır. Talut kıssası , toplumların içlerinden çıarmış oldukları önderlerin kendi toplumlarını başarıya götürmesini okumak açısından önemli bir yere sahiptir. 

251. Ayet içindeki " Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır" cümlesi ile Allah (c.c) bizlere, Arz üzerine koymuş olduğu bir yasalardan bir tanesini bizlere hatırlatmaktadır. Zulme uğrayanlar bu zulmü ortadan kaldırmak için zalimlere güç ile karşı koyamadığı müddetçe , zulmün tasallatundan asla kurtulamazlar. Allah (c.c) hiç bir zalimi gökten taş yağdırarak mağlup etmez. Bu mağlup edilmeyi , zulme uğrayanların o zalimlere karşı koyması şeklinde bir yasaya bağlamıştır. 

Bu gün Müslümanlar olarak çoğumuz bu yasadan habersiz olduğumuz için ellerimizi semaya açıp "Allahım bu kafirlere ebabil ile helak et" şeklinde dualar ettiğimiz halde bu duaların kabul olmadığını görmekteyiz. Allah (c.c) kullarına yardım etmesini bir yasaya bağlayarak bu yasanın işlemesi için önce kulların güçlerinin sonuna kadar çalışmasını şart koşmuştur. Kulun bittiği yerde Allah (c.c) yardıma koşacaktır Musa (a.s) kıssası örenğinde denizin yarılması örneğinde olduğu gibi.

[002.252]  İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz ki sen elçilerdensin. 

Bu Ayetleri sana okuyoruz ki senden öncekilerden örneklik çıkar ve onların hayatları sana örnek olsun. Sende Talut gibi örnek bir komutan ol , emrindekileri onun gibi yönet ve başarıya ulaş. 

Sonuç olarak ; İlk muhataplar olan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı , kendilerinden önce yaşayanlar üzerinden verilen örnekleri kendi yaşantılarında pratize ederek başarıya ulaşmışlardır. Bizler hem kıssa yolu ile verilen örnekleri , hem de kıssa yolu ile verilen örnekleri hayatlarına pratize ashabın bu örnekliğini Kur'an içinden okuyarak yolumuzu çzimek zorundayız. Allah (c.c) indirmiş olduğu Kitabının içindeki yaşanmışlıkların bizlerin hayatı için bir örnek olması gerektiği için bizlere anlatmaktadır. 

Dün Muhammed (a.s) ve ashabı, Talut kıssasını okuyarak evinden barkından çıkarılanların tekrar yurtlarına geri dönmelerinin yolunu, Talut kıssası içinde yaşanmışlık örneği olarak aktararak  Medineli Müslümanlara zımnen, Mekke ye geri dönüşün yolunu göstermiştir. Talut ve benzeri kıssaları hayatlarında pratize edilmesi gereken örneklikler olarak okuyan Müslümanlar , çıkarıldıkları Mekke'ye zafer kazanmış olarak geri dönmüşlerdir. Bu gün bizler Talut kıssası ve bu kıssa ve benzerlerini okuyarak zulme karşı koyanların örnekliklerini kendi yaşamımızda pratize etmek sureti ile , evinden barkında , yurdundan çıkarılmışların yurtlarına nasıl geri dönebileceğini okumaktayız. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Felak ve Nas : Akidemizi Belirleyen İki Sure

Kur'anın temel çağrısı , sadece Allah (c.c) yi Rab , İlah ve Melik olarak kabul etmek üzerine kurulmuş bir çağrı olup , gönderilmiş bütün Elçilerin amacı, bu bilgilerin yeniden onlar aracılığı ile yeniden hatırlatılmasıdır.  Muhammmed (a.s) ve Kur'an bu çağrıyı tekrarlayan en son hatırlatıcılar olmasına rağmen , Kur'an hakkındaki yanlış okumalar bu iki sure ile ilgili tekrarlanmış olup, üfürükçülere karşı bir alternatif üfürükçülük suresi olarak tefsirlerimizde yapılan ağırlık yorumlarda bu merkezli bir okumaya tabi tutulmuştur. 

"Muavvizeteyn" yani iki sığınma suresi olarak adlandırılan bu iki sure maalesef bu isme uygun bir okuma yerine büyü ve sihirden korunmak için okunan ve anlamı üzerinde pek düşünülme gereği duyulmayan iki suredir. 

Tefsirlere baktığımızda , surelerin iniş mekanı olarak "Mekke" veya "Medine" olduğu yönünde görüşlere rastlamaktayız. Surelerin uslubunun Mekke de inen surelerin benzeri olması , Mekke de inmiş olması düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Medine de indiğini iddia eden düşüncenin, bu surelerin Muhammed (a.s) a sihir yapılması üzerine indiği yönündeki düşünceleri göz önüne alarak iddia etmiş olması düşüncesine katılmadığımızı söylemek isteriz. Muhammed (a.s) büyü yapıldığı iddiaları , karizmatik bir yapıya büründürülmüş olan "Müslim" in sahihi gibi hadis kitaplarında yer almasına rağmen , büyü ile ilgili rivayetler ilk dönem hadisçiler tarafından dahi red edilerek Müslim de yer alan bu rivayetin doğru olmadığı ifade edilmiştir.

Her iki sure "Qul euzu" (De ki sığınırım) diye başlamakta ve devam eden Ayetlerinde sığınmanın kime ve kimden olması gerektiği beyan edilmektedir. Burada ortaya çıkan önemli bir nokta , insanın sığınmaya muhtaç bir fıtrat üzerine yaratılmış olduğu vurgusu olup bu sığınma ihtiyacının yanlış adreslerde giderilme arzusu "Şirk" dediğimiz olguyu ortaya çıkarmıştır. Bir çok Ayette olduğu gibi , bu iki sure içindeki  Ayetler sığınılması gereken doğru adresi göstermektedir.

Mekke toplumunun düşünce ve inanç arka planına baktığımızda adına "Şirk" denilen ve Allah (c.c) nin dışında sığınılacak merciler arandığını görmekteyiz.Mekke toplumundaki bu yanlış adres , Cin s. 6. Ayetinde şu şekilde anlatılarak konumuz olan surelerin çağrısının muhatapları olanların düşünce arka planı göz önüne serilmektedir.

[072.006]  «Gerçekten, bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı.» 

Surelerde, Kur'anın temel kavramları olan Rab , Melik , İlah  kelimelerinin anlam alanları üzerinde biraz düşündüğümüzde , bu kelimeler ile ifade edilen anlamların Allah (c.c) ye hasredilme sebebi anlaşılacaktır. 

"Rab" kelimesi ; "Bir nesneyi kemal ve olgunluk sınırına ulaşıncaya kadar , aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütmek , yetiştirmek" anlamına gelir.

"Melik" kelimesi ; "İnsanlar arasında emrederek , buyurarak , ve nehyederek , yasaklayarak tasarrufta bulunmak" anlamında olup , özellikle akıl sahiplerinin yönetilmesi ile ilgili olarak kullanılır. 

"İlah" kelimesi ;"Kulluk edilen şey" anlamındadır.

"Alemlerin Rabbi" terkibi şeklinde kullanımın Kur'anın bir çok yerinde tekrar edilmiş olması, yarattığı her şeyin üzerinde besleyip , büyütmesi onların üzerinde belirlenmiş bir ecele kadar hüküm sahibi olması anlamına gelir.  

İnsanların Rabbi , Meliki , İlahı olması demek onlar ile ilgili olan herşeyi sadece onun vaaz yetkisinin olması ve yegane sığınılacak mercinin sadece o olması gerektiği anlamına gelmektedir. 


İnsanlar fıtri olarak , kendilerinden daha üstün bir güç karşısında boyun eğmek itiyadında yaratılmış olan varlıklardır. Allah (c.c) bu üstünlüğün sadece kendisinde olduğunu beyan ederek , kendisinden başkasına yapılan üstün görme şeklindeki tazim'in "Şirk" olduğunu ve cezasının ebedi Cehennem olduğun beyan etmiştir.


Allah (c.c) insanlar üzerinde hükmetmek yetkisine sahip olmak için , onları ve onların dışındaki her şeyi yaratmak gibi bir vasfa sahip olunması gerektiğini bir çok Ayette vurgulayarak , bu vasıflara sahip olanın sadece kendisi olduğu , dolayısı ile kulları üzerinde hüküm sahibi olmak yetksinin sadece kendisinde olması gerektiğini haber vermektedir.


Ancak insanlar Allah (c.c) nin Rabliği ve İlahlığını red ederek , kendileri gibi yaratılmış olanları Rab ve İlah olarak  benimseme yoluna giderek sapmışlar ve bun sapkınlıkları düzeltmek için , bir çok Elçi göndererek gerçek İlah ve Rabbın kendisi olduğunu bizlere bildirmiştir. 

"Karanlığın şerrinden" sığınılması gerekenin kendisi olduğunu Felak suresi içinde beyan eden rabbimiz , "Karanlık" kelimesini Kur'anın bir çok yerinde mecaz anlamda kullanarak , bu karanlıktan kurtulmanın adresini "Nur" olarak ifade ettiği Kur'an olarak göstermiştir. Karanlığı doğru yolu bulamamak , yolda kaybolmak , doğru yoldan sapmak olarak tarif eden Rabbimiz , Aydınlığı yani Nur'u doğru yolu bulmanın bir aracı olarak beyan etmiştir.


Felak s. 4. Ayeti olan " Ve min şerrinneffesati fil ukadi" cümlesini , "Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden" şeklinde meallendirildiğini görmekteyiz. Bu şekil bir mealin anlamı tam olarak ifade edemediğini  söyleyebiliriz. Sureleri alternatif bir karşı üfürükçülük olarak okumanın bir yansıması olduğunu düşündüğümüz bu tür çeviriler, anlamı daraltarak verilmek istenen mesajın yansıtılamamasına sebeb olmaktadır. Ayet içinde geçen kelimeleri tahlil ettiğimiz zaman verilmek istenen mesajın daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

"El akdü" kelimesi ; "Bir şeyin uçlarını bir araya toplamak" anlamındadır. "Ukad" kelimesi , "Ukdetün" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime Bakara s. 235. ve 237. Ayetlerde "Ukdetünnikahi" (Nikah bağı sözleşmesi) şeklinde geçmektedir . Bu kelimeye "Sözleşme" anlamı vermenin yanlış  olmayacağını düşünüyoruz. "Akide" kelimesi dilimizde inanç kuralları olarak bilinen bir kelimedir.

"Neffasat" kelimesinin türediği "Ennefsü ( S harfi "sin" değil peltek s dir) ; "Tükürmek" anlamındadır , yılanın zehir atması bu kelime ile ifade edilmektedir. 

Bu anlamları toparlayacak olursak "Sözleşmelere tükürenlerin şerrinden" olarak anlamlandırabileceğimiz 4. Ayet'te , Allah (c.c) ile olan iman sözleşmemizi yani akidemizi bozarak bizi "Şirk" bataklığına sürükleyen her şeyin şerrinden , Rabbimiz olan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği hatırlatılmaktadır. 

Bu sığınma onun Muhammed (a.s) ile indirmiş olduğu Kitabın muhteviyatına tabi olmak ile gerçekleşeceği muhakkaktır. Bu sığınmanın, sureleri sağımıza solumuza üfleyerek gerçekleşeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Rabbimiz bizlere "De ki" şeklinde bir emir buyurmuş olması bu demenin sadece lafzi bir tekrar ile değil bu lafızlardaki Ayetlerin hayat içinde pratize edilmesi ile anlamını bulur. 

Felak s. 1 - De ki yaran Rabbe sığınırım. 

Peki Rabbimiz neyi yarar ?

[026.063]  Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.
[006.095] Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?
[006.096]  Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. Geceyi dinlenmeniz, güneş ve ayı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, azîz ve alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen) Allah’ın takdiridir. 

Denizi , taneyi , çekirdeği , karanlığı yarmak Allah (c.c) den başkasının asla güç yetiremeyeceği şeyler olupböyle bir kudrete ondan başkasının sahip olmayacağı vurgusu yapılarak sığınılması gereken tek merci nin Allah (c.c) olduğu beyan edilmektedir.

Yaran Rabbe nelerden ve kimlerden sığınacağız ? . 

2-  Yarattıklarının şerrinden.

3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. 

Burada "Şer" olarak ifade edilen şey gecenin kendisi değil gece yapılan işlerden ve "Gece" ve "Karanlık" olarak ifade edilen mecazi bir terim olarak insanların yollarını kaybederek küfür ve isyan karanlığına düşmesi olarak anlamak mümkündür. 

4- Sözleşmelere tükürenlerin şerrinden. 

Rabbimiz ile yaptığımız "İman" sözleşmesini bozmaya çalışarak onun yerine "Şirk" i ikame etmeye çalışanların şerrinden.Allah (c.c) ile yaptığımız iman sözleşmeşmesini bozmaya çalışanlar , bizler de  onun yaratmış olduklarına kul olmak ve onlara sığınmak şeklinde bir akide ve inanç yerleştirmeye çalışarak bizleri "Şirk" e davet edenlerdir. Bu davetin özellikle "İslam" kisvesi altındaki kişilerden gelmiş olması bizler için en büyük tehlike olup bu tür kişilerden gelecek olan şirk davetlerine karşı uyanık olmak gerekmektedir.

5- Hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden. 

"Hased" kelimesi ; "Bir nimeti onu hak eden kimsenin elinden gitmesini arzulamak , o nimeti kaldırmaya yönelik bir çaba içinde olmak" anlamındadır. 

Hasedçinin hased ettiği nimet nedir ?. 

[002.109]  Ehl-i kitaptan birçokları kendilerine hak tebeyyün ettikten sonra nefislerindeki hasetten dolayı sizi imânınızdan sonra kâfirler haline döndürmeyi temenni etmiştir. İmdi siz Allah'ın emri gelinceye kadar affediniz, serzenişte bulunmayınız. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeye kemaliyle kâdirdir.  

İman nimetine nail olmamız nedeni ile bu imanımızı çekemeyerek bizleri kendileri gibi olmamız için ellerinden geleni yapmaya çalışanların bu amaçlarını boşa çıkarmak için iman var gücümüzle sarılmak hasedçinin şerrinden Rabbe sığınmak anlamına gelecektir.  

Nas suresi 1- De ki İnsanların Rabbine sığınırım.

2- İnsanların Melikine. 

3-İnsanların İlahına . 

Sığınılması istenen varlık öyle bir varlıktır ki , kendisi İnsanların Rabbi , Meliki , İlahı olup onun üzerinde hiç bir şekilde güç sahibi yoktur. Bunun dışında olan herhangi bir varlığa veya nesneye yapılacak sığınmanın adı "Şirk" olacaktır. 

4- Vesvese veren Hannas ın şerrinden. 

"Vesvese" kelimesi ; " Gizli ve alçak sesle fısıldayarak akla bozuk ve kötü fikirler getirmek" anlamındadır. 

"Hanese" kelimesi ; "gizlenen , saklanan" anlamındadır. 

5- O (hannas) ki İnsanların suduruna gizlice fısıldar . 

6-  (O hannas) Cin den ve İnsan dan olur. 

De ki , "Cin veya İnsan olup gizlice fısıldayarak , İnsanların aklına şirk ve tuğyan düşüncelerini sokarak onların ayağını Cennet ten kaydırıarak , Cehenneme girmelerini sağlayan şeytanların şerrinden İnsanların Rab , Melik , İlahı olan Allah (c.c) ye sığınırım".   

Sonuç olarak ; Kur'anın temel çağrısı olan "Tevhid" in Felak ve Nas surelerinde , bizlerin şirk bataklığından bu iki surenin muhteviyatını hayata pratize ederek nasıl kurtulabileceğimiz öğretilmektedir. "De ki" diye başlaması, Ayetlerin sadece dil ile tekrarlanması anlamında değil hayat içinde uygulama alanına geçirilmesi neticesinde doğru yolun bulunacağı bilinmesi gerekmektedir. 

Bu sureler maalesef akideyi belirleyen sureler olarak okunmaktan ziyade üfürükçülük gayesi ile okunarak hayata pratize edilmesi hatıra bile gelmeden okunan sureler veya kısa olduğu için alelacele namazlarda okunan sureler olarak hayatımızda pratize edilmiş olması düşündürücüdür. 

Allah (c.c) den başkasını Rab , Melik , İlah olarak tanımanın ve bu tanımayı hayata aktarmanın adının "Şirk" olduğu maalesef biz Müslümanlarda ki en büyük bilgi eksikliğidir. Müslüman kisvesi altında bizleri başka Rab ve İlahlara boyun eğmeyi empoze eden sahtekarlar maalesef içimizde dolaşmakta olup bunların sahtekarlıklarının ortaya çıkması sadece Kur'anın rehber olduğu bir belirleyici ile mümkün olacaktır.


                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.