15 Temmuz 2018 Pazar

BAKARA SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim. 

2- İşte sana bu kitap ki onda belirsizlik yoktur, korunanlar için yol göstericidir.

3- O korunanlar ki, duyularla algılanamayana inanırlar ve kulluk görevlerini* ayakta tutarlar ve onları rızıklandandırdığımız şeylerden dağıtırlar. 

* Bu ayete bütün mealler (istisnalar hariç) Namazı dosdoğru kılarlar şeklinde anlam vermiş olmaları, Salat kavramının geniş bir anlama sahip olması gerçeğini bir kenara itmektedir. Bu kavram namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğu için, bu anlamın genişliğini meale yansıtmaya çalıştık. Yukimunessalate kelimesine verdiğimiz bu anlamı, Meryem s. 59. ayetini dikkate alarak tercih ettik. Ayrıca Mekke döneminde inen ayetlerde geçen Salat kavramının müşrikler tarafından içinin boşaltılmış olmasını haber veren ayetler, böyle bir anlamı vermemizdeki etkenlerden birisidir.

4- Ve o kimseler ki sana indirilmiş olana ve senden önceki indirilmiş olana da inanırlar. Ve onlar sonrakine de şüphe duymadan inanırlar.

5- İşte onlar, Efendilerinden bir yol göstericilik üzerindedirler. Ve işte onlar, arzuladığına kavuşturulacakların ta kendileridir.

6- Şüphesiz ki (gerçeği) örtenleri uyarsan da uyarmasan da, onlar için eşittir. Onlar inanmazlar.

7- Allah onların kalplerinin ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir. Görmelerinin üzerinde ise bir kaplama vardır. Ve büyük azap onlar içindir. *

* 6. ve 7. ayetlerde bahsedilen inkâr edenlerin, Medine'de belirli bir gurup olduğu genelleme içermediğine dikkat edilmelidir. 

8- (Medine'deki) insanların bazıları, "Biz Allah'a ve sonraki güne inandık" diyorlar. Oysa onlar inananlar değildir.

9- Allah'ı(n elçisini)* ve inanmış olanları aldatıyorlar. Oysa benliklerinden başkalarını aldatmıyorlar ve bunun farkında değiller. 

* 9. ayette (elçisini) şeklinde açtığımız parantezin gerekçesi; Aldatma fiilinin Allah'a nispet edilerek kullanılmasının nedeni Allah'ın elçisine edilen muamelenin Allah'a edilmiş gibi olmasından ötürüdür. Ayrıca Fetih s. 10. ayetinde Allah'ın elçisine yapılan biatın Allah'a yapılmış gibi beyan edilmesi bu parantezi açmamızın gerekçelerinden birisidir (Nisa s. 80). 

10- Kalplerinde bozukluk vardır. Bundan dolayı Allah da onların bozukluğunu artırmıştır. Yalanlamaları sebebiyle acı azap onlar içindir.

11- Ve onlara, "Bu topraklarda bozuculuk yapmayın" denildiği zaman: "Biz ancak ve ancak  düzelticileriz" derler.

12- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar bozucuların ta kendileridir. Fakat bunun farkında değiller.

13- Ve onlara, "(İnanmış) insanların inandığı gibi siz de inanın" denildiği zaman: "Ahmakların inandığı gibi mi inanalım?" derler. Dikkat edin, şüphesiz ki onlar ahmakların ta kendileridir. Fakat (böyle olduklarını) bilmezler.

14- Ve inananlarla karşılaştıkları zaman, "Biz inandık" derler. Ve şeytanları ile yalnız kaldıkları zaman ise, "Şüphesiz ki biz sizin beraberinizdeyiz, biz ancak ve ancak onlarla alay edicileriz" derler.

15- Allah, alay etmelerinin karşılığını onlara verecektir*. Taşkınlıkları içinde bocalamalarına el uzatmaktadır.

*15. ayette geçen Allahü yestehziu bihim cümlesinin bir çok mealde motamot bir tercüme ile, Allah onlarla alay eder şeklinde çevrilmesine karşılık, bizim bu şekilde çevirmemizin gerekçesi, Arapların işlenen bir suça verdikleri karşılığı aynı kelime ile ifade etmek bir üsluba sahip olmalarındandır. Arap şair Amr Bin Külsüm'ün şu beyitinde olduğu gibi: Dikkat edin kimse bize karşı bir cahillik etmesin, bu sefer cahillerin cahilliklerinden daha fazla cahillik ederiz. Şura s. 40 ayeti olan Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür, Arapların kullandığı bu üslubun ayete yansımış halidir. 

16- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı satın almışlardır. Artık bu ticaretleri onlara fayda sağlamamış ve doğru yolu bulamamışlardır.

17- Onların örneği, ateş yakmak isteyen birinin örneği gibidir. (Ateş)  çevresinde olanı aydınlattığında, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklara bıraktı. Onlar göremezler.

18- Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. İşte onlar artık dönmezler.

19- Veya (onların örneği) içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan, gökten boşalan yağmura tutulmuş, çakan yıldırımlardan dolayı ölümün çekincesine kapılarak, parmaklarını kulaklarına tıkayanlar(ın örneği) gibidir. Allah (gerçeği) örtücüleri çevreleyicidir.

20- Şimşek neredeyse onların görmelerini kapıp götürüverecek. (Şimşek) onları her aydınlattığında, on(un aydınlığın)da yürürler. Üzerlerine karanlık çökertildiği zaman ise, dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine ölçü koyucudur.
 
21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri takdir eden Efendinize kulluk edin ki korunasınız.

22- O, sizin için yeryüzünü döşek, gökyüzünü tavan* haline getiren ve gökten su indirip te onunla ürünlerden size rızık olarak çıkarandır. Artık sizler bilmekte olduğunuz halde Allah'a denkler kılmayın.

* Tavan anlamını verme gerekçemiz, Enbiya s. 32. ayetine istinadendir. 

23- Ve eğer kulumuza indirdiğimizden belirsizlik içinde iseniz, haydi siz de eğer doğru söyleyenlerden iseniz onun örneğinden olan bir sure getirin ve Allah'ın aşağısından olan tanıklarınızı da çağırın.

24- Eğer bunu yapmadıysanız ki asla yapamazsınız, artık yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun ki o, (gerçeği) örtücüler için hazırlanmıştır.

25- Ve inanan ve düzgün işler işleyenlere, onlar için mutlaka, altından nehirler akar cennetlerini müjdelendir. Her ne zaman rızık olarak oradaki üründen faydalandırılsalar, "Bu önceden faydalandırıldığımızdandır" derler. (Bu ürün) onlara (dünyada tattıklarına) benzer olarak verildi. Oradaki tertemiz eşler onlar içindir. Ve onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

26- Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği de ondan (küçüklük bakımından) daha üstün olanını da örnek olarak ortaya koymaktan utangaçlık duymaz. İnananlara gelince, onlar hemen bilirler ki şüphesiz o (örnek) Efendilerinden bir gerçektir. Ve (gerçeği) örtenlere gelince ise, hemen onlar "Allah bu örnekle ne istedi?" derler. Allah bununla çoklarını saptırır ve çoklarını da doğru yola iletir. Bununla itaatten çıkanlardan başkasını saptırmıyor.

27- O(itaatten çıka)nlar ki, Allah'ın antlaşmasını yeminle bağlanmasının arkasından bozarlar ve Allah'ın, ona bitiştirilmesini buyurduğunu keserler ve yeryüzünde bozuculuk yaparlar. İşte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir.

28- Allah'ı (n gerçeğini) nasıl örtebiliyorsunuz? Sizler ölüler iken size yaşam verdi. Sonra sizi öldürecek sonra size yine yaşam verecek, sonra O'na döndürüleceksiniz.

29- O, yeryüzünde olanları topluca sizin için takdir edendir. Sonra göğe yönelerek onu yedi gök olarak düzenlendirdi. Ve O her şeyi bilicidir.

30- Ve bir zaman senin Efendin meleklere: "Ben yeryüzünde birbirinin ardından gelecek olanı*  var edeceğim" demişti de (melekler): "Biz seni övgünle her türlü eksikten uzak tutmakta ve seni kutsallaştırmakta iken, orada bozuculuk yapacak ve orada kanlar akıtacak olanı mı var edeceksin?" demişlerdi. (Allah): "Şüphesiz ki ben sizin bilemeyeceklerinizi en iyi bilenim" demişti.

(*)- 30 ayette geçen Halifeten kelimesine, Birbirinin ardından gelmek anlamını verme sebebimiz için bakınız Yunus s. 14-73, Araf s. 69- 74. Bu ayetlerde geçen kelime, helak edilenlerin yerine geçenler için kullanılmaktadır. Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere dikkat ettiğimizde, helakı hak eden toplumların yerine, başka toplumlar geçmiştir. Sünnetullah gereği, kan döken ve bozuculuk yapan bir topluluk mutlaka helak edilir ve yerine bir başka topluluk gelir.

31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretmiş ve sonra o(isimlere sahip ola)nları meleklere sunarak: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bana şunların isimlerini haber verin" demişti.

32- (Melekler): "Sen her türlü eksikten uzaksın, biz de senin öğrettiğinden başka bilgi yoktur, şüphesiz ki sen her şeyi bilicisin en bilgesin" demişlerdi.

33- (Allah): "Ey Adem onlara, onların isimlerini haber ver" demişti de, (Adem) onlara isimleri haber verdiğinde (Allah meleklere): "Ben size, 'göklerin ve yerin duyularla algılanamayanını şüphesiz ki ben en iyi bilenim, her ne açığa vuruyorsunuz ve her ne gizliyorsunuz şüphesiz ki ben en iyi bilenim' dememiş miydim?" demişti.

34- Ve bir zaman meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik. Onlar da iblis dışında hemen boyun eğmişlerdi. O, direnmiş ve büyüklenmek istemiş ve (gerçeği) örtücülerden olmuştu.

35- Ve (Adem'e): "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş ve ikiniz orada dilediğiniz yerden bolca yeyin ve ikiniz bu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde ikiniz de haksızlık yapanlardan olursunuz" demiştik.

36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde oldukları yerden çıkarmış, ve biz de: "Birbirinize düşman halde olarak inin. Ve sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar kararlaşma ve yararlanma vardır" demiştik.

37- Bunun üzerine Adem, kendisinin Efendisinden (öğretilen) kelimeleri karşılamış, böylelikle Rabbi de ona (lütuf ile) dönmüştü. Çünkü O, son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet edicidir.

38- (Biz de onlara): "Toplu halde oradan inin, eğer benden bir yol gösterici gelir de kim benim doğru yoluma uyarsa, artık onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir" demiştik.

39- Onlar ki (gerçeği) örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

40- Ey İsrailoğulları, size lûtfettiğim nimetimi hatırlayın. Ve benim antlaşmamı tastamam yerine getirin ki, ben de sizin antlaşmanızı tastamam yerine getireyim ve yalnızca bana karşı çekinin.

41- Ve sizin beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğime inanın ve onu (kitabı) örtücü öncü olmayın. Ve ayetlerimi az bedele satmayın ve yalnızca bana karşı korunun.

42- Ve gerçeğe gerçek olmayan elbisesi giydirmeyin. Bilmekte olduğunuz halde gerçeği saklamayın.

43- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Ve eğilenlerin beraberinde eğilin.

44- Kitabı peşi sıra okuyor olduğunuz halde, insanları erdemli olmayı buyurup ta benliğinizi unutuyor musunuz? hala bağ kurmaz mısınız?

45- Ve direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmak suretiyle yardım isteyin. Şüphesiz ki bu saygı duyanlardan başkasının üzerine ağır gelir.

46- O gönülden saygı besleyenler ki, Efendileriyle karşılaşacaklarına ve O'na dönücüler olduklarına kanaat getirirler.

47- Ey İsrailoğulları, sizi nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben Firavun  askerlerinin üzerine sizi üstünleştirmiştim.

*- 47. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve askerleri şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.
 
48- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) bir benliğin kendi benliğinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan eşlikçilik de kabul edilmez ve ondan denklik bedeli de tutulmaz ve onlar yardım da edilmezler.

49- Ve bir zaman, oğullarınızı boğazlamak ve kadınlarınıza yaşatmak suretiyle sizi azabın kötüsüne süren Firavun yoldaşlarından sizi kurtarmıştık. Ve işte bunda size Efendinizden büyük bir yıpratma vardı.

50- Ve bir zaman, denizi sizin için ayırmış, böylelikle sizi kurtarmış ve Firavun askerlerini siz onlara bakmakta iken batırmıştık.

51- Ve bir zaman, Musa ile kırk geceliğine sözleşme yapmış, sonra onun arkasından sizler buzağıya (ilah olarak) tutunarak haksızlık yapanlar olmuştunuz.

52- Sonra bunun arkasından (pişman olup döndüğünüzde) şükredersiniz diye siz(i yok etmek)den geçmiştik.

53- Ve bir zaman Musa'ya, doğru yolu bulmanız için (doğru ile yanlışın arasını) ayıranı vermiştik.

54- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, şüphesiz ki sizler buzağıyı (ilah olarak) edinmek sureti ile benliğinize karşı haksızlık yaptınız. Haydi sizi en güzel şekilde yaratanınıza (itaatle) dönün, (itaatle) dönmeyenlerinizi öldürün*. İşte bu sizin için sizi en güzel şekilde yaratanınızın yanında daha hayırlıdır. Allah size (lütufla) döndü. Çünkü O, son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet edicidir" demişti.

*- 54. ayete böyle bir anlam verme gerekçemiz, ayet içinde geçen Faktülü (öldürün) kelimesinin, Kur'an içinde geçtiği hiç bir ayette mecazi anlamda kullanılmamış olmasıdır. Hakiki anlamı dikkate alınarak verilen bir mealde Kendinizi öldürün olarak ortaya çıkan anlamın düşük olması bizi, bazı tefsirlerde geçen yorumları dikkate almaya yönelterek, kelimeye mecazi bir anlam vermememize, ve tevbe edenlerin tevbe etmeyenleri öldürmesi gerektiği şeklinde bir anlam vermeye yöneltmiştir. Her mealin neticede bir yorum olduğu hata ve yanlıştan uzak olmadığı unutulmamalıdır. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

55- Ve bir zaman Musa'ya: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görünceye kadar biz sana asla inanmayacağız" demiştiniz de, bundan dolayı siz bakmakta iken sizi yıldırım çarpmıştı.

56- Sonra ölümünüzün arkasından, şükredersiniz diye sizi harekete geçirmiştik.

57- Ve üzerinize bulutu gölge yapmış, üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirmiş: "Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar haksızlığı bize yapmadılar, fakat onlar haksızlığı ancak benliklerine yapıyorlardı.

58- Ve bir zaman: "Şu şehre girin, orada dilediğiniz yerden bolca yeyin, kapısından boyun eğerek girin ve -Günahlarımızı üzerimizden düşür- deyin ki, biz de sizin yanılgılarınızı bağışlayalım. Ve  güzel davrananlara (karşılığını) artıracağız" demiştik.

59- Fakat haksızlık yapanlar, onlara denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, buna karşılık biz de o yanlış yapanların üzerine itaatten çıkmaları sebebiyle gökten sarsıntı indirmiştik.

60- Ve bir zaman Musa, topluluğunu suvarmak istemişti de ona: "Değneğini taşa vur" demiştik. Böylece ondan oniki göze halinde su fışkırmış, (topluluğundan olan) bütün insanlar su içeceği yerlerini kesinlikle bilmişti. (Onlara): "Allah'ın rızkından yeyin ve için ve yeryüzünde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" (demiştik).

61- Ve bir zaman: "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla direnç gösteremeyiz. Bizim için hemen Efendine çağrı yap ta yerin bitirmekte olduğu sebzesinden ve salatalığından ve sarmısağından ve mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz de, (Musa): "Daha hayırlı olanı daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Mısır'a inin şüphesiz ki sorduğunuz sizin için vardır" demişti. (Nankörlüklerinden dolayı) üzerlerine aşağılanma ve beceriksizlik vuruldu ve Allah'tan bir hiddete yerleştiler. İşte bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve Habercileri gerçek (bir neden) olmaksızın öldürmeleri nedeniyledir. İşte bu, karşı çıkmaları ve sınırı aşıyor olmaları nedeniyledir.

62- Şüphesiz ki İnananlar ve Yahudiler ve Hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah'a ve sonraki güne inanır ve düzgün iş işlerse, artık onların ödülleri Efendilerinin yanındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

63- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiş: " Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve onda bulunanı hatırınızda tutun ki korunasınız" (demiştik).

64- Sonra siz bu sözünüzün arkasından (başka tarafa) yönelmiştiniz. Eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, o takdirde kesinlikle ziyan edenlerden olurdunuz.

65- And olsun ki içinizden dinlenme (günün)de sınırı aşmış olanları bildiniz. Bundan dolayı onlara: "Azarlanıp kovalanan maymunlar olunuz"demiştik.

66- Böylece bunu önündekilere ve ardından gelenlere ibret verici bir karşılık ve korunanlar için öğüt olarak yapmıştık.

67- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Şüphesiz ki Allah size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti de (onlar): "Bizi alaya mı alıyorsun?" demişler, (Musa'da): "(Alay ederek) bilgisizce hareket edenlerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
 
68- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın" demişler, (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne toprağı yarmış ve ne de körpe, ikisinin arasında bir sığırdır, diyor. Buyurulduğunuzu hemen yerine getirin" demişti.

69- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap ta onun rengi nedir bize açıklasın" demişler, (Musa da):  " Şüphesiz ki O, bakanların içine ferahlık veren sarı bir sığırdır, diyor" demişti.

70- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın. Şüphesiz ki inekler bizce birbirine benzeşiyor. Ve şüphesiz ki eğer Allah dilerse, kesinlikle doğru yolu bulanlardan oluruz" demişlerdi.

71- (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne boyunduruk vurulmuş, ne  toprak sürmüş ne de ekin suvarmış, sarıdan başka renge sahip olmayan kusursuz bir sığırdır, diyor" demişti de (onlar): "Şimdi bize gerçeği getirdin" demişler ve onu boğazlamışlardı. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

72- Ve bir zaman bir benliği öldürmüştünüz de, suçu üzerinizden savuşturmaya çalışmıştınız. Ve Allah gizlemekte olduklarınızı ortaya çıkarandır.

73- Bunun üzerine biz de: "Onun (sığırın) bir parçasını ona (öldürülen şahsa) vurun" demiştik. İşte böyle Allah ölülere yaşam verir ve size ayetlerini size gösterir ki bağ kurasınız. 

74- Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı. Artık o (kalpleriniz) taşlar gibi, hattâ katılıkta (taştan) daha şiddetli haldedir. Şüphesiz ki taşlardan öylesi vardır ki ondan nehirler fışkırır. Ve onlardan öylesi vardır ki, bölünerek ondan su çıkar. Ve onlardan öylesi vardır ki, Allah'ın endişesinden dolayı aşağı yuvarlanır. Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

75- Durum bu iken size inanacaklarını halâ umuyor musunuz? Muhakkak ki onlardan bir kısım vardı ki Allah'ın kelâmını işitirler, sonra onu bağ kurmalarının arkasından onu bile bile kaydırırlardı.

76- Ve inananlarla karşılaştıkları zaman: "Biz inandık" derler. Birbirleri ile yalnız kaldıklarında ise:"Allah'ın size açtığını, Efendinizin yanında onu size karşı tartışmak için getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz, halâ bağ kurmaz mısınız?" derler.

77- Onlar, şüphesiz ki Allah onların ne saklıyorlar ve ne açığa vuruyorlar bilmekte olduğunu bilmezler mi?

78- Ve içlerinde anasından doğduğu gibi olanlar (okuma bilmeyenler) vardır ki onlar kitabı bilmezler, (bildikleri) ancak boş beklentilerdir. Ve onlar kanaat getirmekten başka bir şeyde bulunmuyorlar.

79- Artık yazıklar olsun o kimselere ki elleri ile kitabı yazarlar, sonra da onu az bedele satmak için "Bu Allah'ın yanındandır" derler. Artık yazıklar olsun onlara elleri ile yazdığından dolayı ve yazıklar olsun kazanmakta olduklarından dolayı. 

80- Ve: "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacaktır" dediler. De ki: "Allah'ın yanından bir antlaşmaya mı tutundunuz? Eğer öyle ise Allah asla antlaşmasına aykırı davranmaz. Yoksa Allah'ın üzerine (doğruluğunu) bilmediğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?"

81- Hayır, kim bir kötülük kazanmış ve bu yanılgısı onu çevrelemiş (halde ölmüş) ise, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

82- Ve onlar ki inandılar ve düzgün işler işlediler. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

83- Ve bir zaman İsrailoğulları'ndan: "Allah'tan başka kimseye kulluk etmeyin ve anne babaya ve yakınlığın sahiplerine ve yetimlere ve düşkünlere güzel davranın ve insanlara güzel söz deyin ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin" diye, yeminle bağlanmış söz almıştık. Sonra içinizden pek azınız hariç (başka tarafa) yönelmiştiniz. Ve sizler de halâ buna kayıtsız kalanlarsınız.

84- Ve bir zaman; "Kanlarınızı akıtmayın, benliklerinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye sizden yeminle bağlanmış sözünüzü almış, siz de süreklilik sözü vermiştiniz. Ve sizler de halâ buna tanıklarsınız.

85- Sonra sizler onlarsınız ki, benliklerinizi öldürüyor ve içinizden bir kısım onlara karşı günah ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkarak yurtlarından çıkarıyorsunuz. Ve eğer size esirler olarak gelirlerse onlardan kurtulmalık alıyorsunuz. Halbuki onların (yurtlarından) çıkarılması size yasaklanmıştı. Yoksa siz kitabın (kurtulmalık almayı serbest kılan) bir kısmına inanıyorsunuz da, (birbirinizi yerinizden çıkarmanızı yasak kılan) bir kısmını örtüyor musunuz? Artık içinizden kim işte böyle yaparsa karşılığı şimdiki yaşamda rezilliktir. Ve kalkış'ın gününde ise azabın en şiddetlisine geri döndürüleceklerdir. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

86- İşte onlar sonrakine karşılık şimdiki yaşamı satın almışlardır. Artık azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de yardım edilir.

87- Ve and olsun ki Musa'ya kitabı verdik ve onun arkasından elçileri peşine düşürdük. Ve Meryem oğlu İsa'ya da apaçık delilleri verdik ve onu Kutsal'ın esintisi (vahy) ile güçlendirdik. Her ne zaman bir elçi size benliklerinizin hoşlanmadığı bir şeyi getirmiş olsa büyüklendiniz, bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyordunuz.

88- Ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) muhafazalıdır" dediler. Aksine, (gerçeği) örtmelerinden ötürü Allah onları dışlamıştır. Bundan dolayı pek azı inanır.

89- Ve onlara Allah'ın yanından onların beraberinde olan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap geldiğinde, ki önceden örtücü (Arap)ler üzerine açılış istiyorlardı. Fakat tanıdıkları onlara geldiğinde (bu sefer de) onu (kitabı) örttüler. Artık Allah'ın dışlaması (kitabı) örtücülerin üzerinedir.

90- Allah'ın, kullarından dilediği kimsenin üzerine lütfundan (kitap) indirmesine saldırganlık yaparak, Allah'ın indirmekte olduğunu örtmekle, karşılığında benliklerini ona sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Bu yüzden hiddet üzerine hiddete yerleştiler. (Gerçeği) örtücüler için küçük düşürücü azap vardır.

91- Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiği zaman, onlar: "Biz, bize indirilmiş olana inanırız" derler ve onun arkasındaki(indirile)ni (ret ederek) örterler. Halbuki o, onların beraberinde olanı doğrulayan bir gerçektir. De ki: "Eğer inananlar iseniz önceden Allah'ın habercilerini ne için öldürüyordunuz?"

92- Ve and olsun ki Musa size apaçık delilleri getirmiş, onun (Tur'a çıkmasının) arkasından haksızlık yapanlar olarak buzağıya tutunmuştunuz.

93- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiş: "Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin" (demiştik). (Bu emre rağmen) "İşittik ve karşı çıktık" demişler ve (gerçeği) örtmeleri nedeniyle kalplerine buzağı (sevgisi) içirilmişti. De ki: "Eğer inananlar iseniz inancınız size ne sıkıntılı şey buyuruyor."

94- De ki: "Eğer sonraki yurt Allah'ın yanında (Yahudi olmayan) insanların dışında sadece size özgü ise, öyleyse eğer doğru söyleyenlerden iseniz hemen ölüm beklentinizi dile getirin."

95- Fakat ellerinin sunduğu nedeniyle, onu ebedi olarak asla dile getirmezler. Allah haksızlık yapanları bilicidir.

96- Ve onları kesinlikle, yaşama karşı insanların en isteklisi olarak bulacaksın. Ve ortaklaştıranların bazılarından her biri de bin sene ömür verilmesini arzu eder. Halbuki ömür verilmesi onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

97- De ki: "Kim Cibril'e düşmansa, şüphesiz ki o önündekini doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjdeci olanı Allah'ın duyumuyla senin kalbine indirmiştir."

98- Kim, Allah'a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e düşmansa, artık şüphesiz ki Allah'ta (gerçeği) örtücülere düşmandır.

99- Ve and olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları itatten çıkanlardan başkası örtmüyor.
 
100- Her ne zaman bir antlaşma yaptılarsa onlardan bir kısmı onu atmadı mı? Hayır, onların hiçbiri inanmazlar.

101- Ve onlara Allah'ın yanından onların beraberinde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, kitap verilmiş olanlardan bir kısmı sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attı.

102- Ve o (insan) şeytanların Süleyman'ın hükümranlığı üzerine peşi sıra okumakta olduklarına uydular. Oysa Süleyman (gerçeği) örtmemiş, fakat o (insan) şeytanlar (gerçeği) örtmüşlerdi. Onlar insanlara, sihri ve Babil'de güç sahibi* iki olan Harut ve Marut'un üzerine indirilmiş olanı öğretiyorlardı. Ve o ikisi "Biz ancak ve ancak denemeyiz sakın (gerçeği) örtme" deyinceye kadar bir kimseye dahi hiçbir şey öğretmiyorlardı. O ikisinden onunla karı ve kocanın arasını ayrıştıran şeyleri öğreniyorlardı. Allah'ın duyumu olmadıkça onlar, onunla bir kimseye dahi zora sokacak değillerdi. Onlar kendilerine zora sokacak, fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. And olsun ki onlar (insan şeytanlar) kim onu (sihri) satın alırsa onun sonrakinde (güzel) bir takdiri olmayacağını bildiler. Benliklerini onunla sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Keşke biliyor olsalardı. 

(*)-102. ayet içinde geçen Melekeyn  kelimesine Elçi anlamı verme gerekçemiz, Harut ve Marut'un bildiğimiz anlamda iki melek anlamı verildiğinde ortaya çıkan problemlerin, bu ayetin Kur'an içinde birbirinden çok farklı biçimde anlaşılan bir ayet durumuna düşürmesidir. Bu konu ile ilgili açıklama dipnot olarak değil, ayrı bir makale halinde blogumuzda mevcuttur.

103- Ve eğer onlar inanmış ve korunmuş olsalardı, Allah'ın yanındaki ödülü daha hayırlı olurdu. Keşke biliyor olsalardı.

104- Ey inananlar, "Bize çobanlık et" demeyin, "Bize bak" deyin ve dinleyin. Ve (gerçeği) örtücüler için acı azap vardır.

105- Ne kitabın halkından olan (gerçeği) örtenler ve ne de ortaklaştıranlar, size Efendinizden üzerinize bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Oysa Allah kitap ve elçiliğini* dilediği kimseye özel kılar. Ve Allah büyük lütuf sahibidir. 

* Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

106- Ondan daha hayırlısını veya bir örneğini getirmedikçe, ayetten bir hükmü yürürlükten kaldırmaz veya unutturmayız. Şüphesiz ki Allah'ın herşeyin üzerine ölçü koyucu olduğunu bilmedin mi?

107- Göklerin ve yerin hükümranlığının şüphesiz ki Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Sizin için onun aşağısından ne bir yönelen ne de bir yardımcı vardır.

108- (Ey Yahudiler) yoksa siz önceden Musa'ya sorulduğu gibi (size gönderilen) elçinizede mi soruyorsunuz? Ve kim inanmayı (gerçeği) örtme ile değiştirirse, artık kesinlikle yolun dümdüz olanından sapmıştır.

109- Kitabın halkından olanların çoğu, onlara doğru ve gerçek apaçık belli olmasının arkasından, benliklerindeki çekememezlikten ötürü inanmanızın arkasından (gerçeği) örtücüler olarak sizi geri döndürmeyi arzu etti. Artık Allah buyruğunu getirinceye kadar (şimdilik) onlara karşılık vermekten geçin ve müsamaha gösterin. Şüphesiz ki Allah herşeyin üzerine ölçü koyucudur.

110- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Benliğiniz için hayırdan ne sunarsanız, Allah'ın yanında onu bulursunuz. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

111- Ve (Yahudiler) "Cennete Yahudilerden (başkası)", (Hristiyanlar da cennete): "Hristiyanlardan başkası asla giremez" dediler. İşte bu, onların boş beklentileridir. (Onlara) de ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz sağlam kanıtınızı getirin."

112- Hayır, kim güzel davranan olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, artık onun ödülü kendisinin Efendisinin yanındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

113- Ve Yahudiler: "Hristiyanlar hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Ve Hristiyanlar: "Yahudiler hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Oysa onlar kitabı peşi sıra okuyorlar. (Kitap) bilmez (müşrik)ler de onların sözlerinin örneğini dedi. Artık Allah hakkında ayrışıyor oldukları konularda kalkışın gününde aralarında karar verecektir.

114- Ve Allah'ın boyun eğilen yerlerinde onun isminin hatırlanmasından alıkoyan ve onların harap olması için koşan kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? İşte onlar için oralara ancak kaygılananlar olarak girmekten başkası yoktur. Şimdikinde rezillik onlar içindir. Ve sonrakinde ise büyük azap onlar içindir.

115- Ve doğu da batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz ki Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

116- Ve: "Allah çocuk sahibi oldu" dediler. O, her türlü eksikten uzaktır. Aksine, göklerde ve yerde olanlar O'nundur, hepsi O'na gönülden bağlıdırlar.

117- Göklerin ve yerin örnek bir model olmadan yaratıcısıdır. Ve bir buyruk yerine geleceği zaman, artık ona ancak ve ancak ""Ol" der, o da oluverir.

118- Ve (kitap) bilmez (müşrik) ler, "Allah bizimle konuşmalı veya bize (gözle görülen) bir ayet gelmeli değil miydi?" dedi. Kendilerinden önceki kimseler de onların sözlerinin örneğini dedi. Kalpleri birbirine benzeşti. Şüphe duymadan inananlar topluluğu için biz ayetlerimizi mutlaka açıkladık.

119- Şüphesiz biz seni bir gerçek (bir neden) üzerine müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Şiddetli ateşin arkadaşlarından sorulmayacaksın.

120- Ve ne Yahudi ne de Hristiyanlar, onların ortak değerlerine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmaz. (Onlara) de ki: " Şüphesiz Allah'ın doğru yolu, asıl doğru yolun ta kendisidir." Ve and olsun ki eğer, sana gelen bu bilginin arkasından, onların keyfi arzularına uyacak olursan, Allah'tan sana ne bir yönelen ve ne de bir yardımcı vardır.

121- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu izleyerek, onu gerçek olarak peşi sıra okurlar. İşte onlar ona inanmakta olanlardır. Ve kim onu (kitabı) örterse, işte onlar ziyan edenlerin ta kendileridir.

122- Ey İsrailoğulları, size nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben Firavun ve ordusunun üzerine sizi üstünleştirmiştim.

*- 122. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve ordusu şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. Bu surenin 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.

123- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) kişinin benliğinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan denklik bedeli kabul edilmez ve ona eşlikçilik fayda vermez ve onlar yardım da edilmezler.

124- Ve bir zaman Efendisi, İbrahim'i bir takım kelimeler(den oluşan emirlerle denemek sureti) ile yıpratmış, o da onları (yerine getirerek) tamamlamıştı. (Rabbi ona) "Şüphesiz ki ben seni insanlara önder yapıcıyım" demişti. (İbrahim) "Soyumdan da (önderler yap)" demişti. (Rabbi de ona) "Benim antlaşmam haksızlık yapanlara kavuşmaz" demişti.

125- Ve bir zaman Ev'i (Kâbe'yi) insanlar için ödül alınacak bir yer ve güvenli bir yer yapmış ve (insanlara): "İbrahim'in konumundan ( kulluk ve elçiliğinden dolayı vazifelerine siz de) kulluk görevi olarak tutunun" (demiş), İbrahim ve İsmail'e: "Evimi, etrafında dönerek yürüyenler ve kapananlar ve eğilip boyun eğenler için temiz tutun" diye antlaşma yapmıştık.

126- Ve bir zaman İbrahim: "Ey Efendim burayı güvenli bir yöre yap, ve halkını onlardan Allah'a ve sonraki güne inananları ürünlerden rızıklandır" demiş, (Rabbi de): "Kim (gerçeği) örterse onu da pek az yararlandırır, sonra da onu ateşin azabına zorlarım. Ve ne sıkıntılı dönüştür" demişti.

127- 128- 129- Ve bir zaman İbrahim, Ev'den (Kabe'den) temelleri: "Efendimiz bizden kabul et, şüphesiz ki sen her şeyi işiticisin her şeyi  bilicisin.Efendimiz ikimizi sana teslim olanlardan yap ve soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum yap ve bize kulluk hacc görevi yerlerimizi göster ve bize (lütuf ile) dön. Şüphesiz ki sen son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet edicisin. Efendimiz onlara içlerinden senin ayetlerini peşi sıra okuyacak ve onlara kitabı ve bilgeliği öğretecek ve onları arındıracak bir elçi harekete geçir. Şüphesiz ki sen güçlüsün doğru karar vericisin." (diyerek) yükseltiyor ve İsmail'de (yükseltiyordu).

130- Ve İbrahim'in ortak değerinden, benliğini ahmak hale getirenden başka kim ilgisini keser? And olsun ki biz onu şimdikinde seçkinleştirdik, sonrakinde ise o kesinlikle düzgünlerdendir.

131- Bir zaman Efendisi ona "Teslimiyet göster" demiş, o da "Alemlerin Efendisine teslimiyet gösterdim" demişti.

132- Ve İbrahim bunu oğullarına da önerdi ve Yakup ta (oğullarına aynı şekilde): "Ey oğullarım şüphesiz ki Allah size bu itaat sistemini seçkinleştirdi, artık siz teslim olanlardan başka bir halde ölmeyin" (diye öğütledi).

133- Yoksa siz (Ey Yahudi ve Hristiyanlar), ölüm Yakub'un hazırında olduğu zaman tanıklar mıydınız? Oğullarına, "Benim arkamdan kime kulluk edeceksiniz?" demişti de, (oğulları): "Senin tanrına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın tanrısına, tek tanrıya kulluk edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.

134- İşte o toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından sorulmazsınız.

135- Ve (Yahudiler): "Yahudi (olun ki)" (Hristiyanlar da): "Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" dediler. De ki: "Aksine, yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine (uyarak doğru yolu buluruz. Ve o ortaklaştıranlardan değildi."

136- (Onlara): "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara indirilmiş olana ve Musa'ya ve İsa'ya ve habercilere Efendilerinden verilmiş olana inandık.Onlardan birinin bile arasını ayrıştırmayız. Ve biz O'na teslim olanlarız" deyin.

137- Eğer O'na sizin inandığınızın örneği gibi inanırlarsa, o takdirde doğru yolu bulmuşlardır. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, onlar ancak ve ancak bölünme içindedirler. Allah onlara karşı sana yeterlidir. Ve O, her şeyi işiticidir her  şeyi bilicidir.

138- Allah'ın boyası, boyası Allah'tan daha güzel olan kimdir? Ve biz O'na kulluk edenleriz.

139- Ve O, bizim de Efendimiz, sizin de Efendiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Ve bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz ise sizedir. Ve biz O'na özgülenenleriz.

140- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar) yoksa siz; "Şüphesiz ki İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunları, Yahudi veya Hristiyandır" mı diyorsunuz? De ki: "Siz mi en iyi bilensiniz yoksa Allah'mı?" Yanındaki bir tanıklığı Allah'tan gizlemiş olandan daha haksızlık yapan kimdir? Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

141- İşte o toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından sorulmazsınız.

142- İnsanlardan bazı ahmaklar: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden ne (başka tarafa) yönellti?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır.O, dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir."

143- Ve işte böyle sizi insanların üzerine tanıklar olmanız için dengeli bir toplum yaptık. Ve Elçi de sizin üzerinize tanık olsun. Senin üzerinde bulunduğun (Kabe'yi), elçiye uyan ile iki ökçesi üzerinde çevrileni bilmekten başka nedenle kıble yapmadık. Ve bunu yapmamız Allah'ın doğru yolu üzerinde olanlardan başkalarının üzerine ağırdır. Allah sizin inanmanızı (n karşılığını) kayba uğratacak değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı kesinlikle çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

144- Biz senin yüzünün göğe çevrildiğini kesinlikle görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Yasak Mescit tarafına yönelt. Her nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına yöneltin. Ve şüphesiz ki kitap verilmiş olanlar bunun Efendilerinden  bir gerçek olduğunu kesin olarak biliyorlar. Allah onların işlemekte olduklarından duyarsız değildir.

145- Ve and olsun ki eğer kitap verilmiş olanlara bütün delilleri getirmiş olsan, yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uyacak değillerdir. Ve and olsun ki eğer sana gelmiş olan bu bilginin arkasından onların keyfi arzularına uyacak olursan, o takdirde şüphesiz ki sen de kesinlikle haksızlık yapanlardansın.

146- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Yasak Mescid'in kıble olduğunu)* oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ve şüphesiz ki içlerinden bir kısmı, kesinlikle gerçeği bilmekte oldukları halde gizliyorlar. 

(*) Bu ayeti bir çok meal (Muhammed'i) şeklinde bir parantez açarak çevirmesine rağmen, ayetin bağlamı kıble konusu ile alakalı olduğu için o şekilde açılan parantezlerin bağlama uymadığını düşünmekteyiz.

147- Gerçek senin Efendindendir. Artık sakın tereddüte düşenlerden olma.

148- Herkes için bir yüzünü çevirdiği yer vardır, o ona yönelendir. Öyleyse hayırlarda koşuşun. Nerede olursanız Allah sizi (kalkış gününde) toplu halde bir araya getirecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine ölçü koyucudur.

149- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Yasak Mescit tarafına yönelt. Çünkü o senin efendinden bir gerçektir. Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

150- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Yasak Mescit tarafına yönelt. (Yahudilerin) içlerindehaksızlık yapanlardan başka insanların size karşı tartışma yapmaması için nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Doğru yolu bulmanız ve sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlamam için onlardan endişe duymayın benden endişe duyun.

151- Bunun için içinizden size, ayetlerimizi peşi sıra okuyan ve sizi arındıran ve size kitabı ve bilgeliği öğreten size bilmediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik.

152- Artık beni hatırlayın ki ki bende sizi hatırlayayım ve bana şükredin sakın beni(m kitabımı) örtmeyin.

153- Ey inananlar, direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmakla (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah, direnerek mücadele edenlerin beraberindedir.

154- Ve Allah'ın yolunda öldürülen kimse için "Ölüler" demeyin. Aksine onlar yaşamaktadırlar, fakat siz bunun farkında değilsiniz.

155- Ve sizi, kaygıdan ve açlıktan ve mallardan ve benliklerden ve ürünlerden eksiltme ile mutlaka yıpratacağız. Direnerek gayret edenleri müjdelendir.

156- Onlar ki, kendilerine bir erişme eriştiği zaman, "Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz ki biz ona dönücüleriz" derler.

157- İşte onlara Efendilerinden destekler ve rahmet vardır. Ve işte onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir.

158- Şüphesiz ki Safa ve Merve, Allah'ın farkındalıklarındandır. Kim Ev'i (Kabe'yi) hacc veya umre yaparsa, bu ikisini yürümesinde onun üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve kim gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz ki Allah şükrün karşılığını vericidir her şeyi bilicidir.

159- Şüphesiz ki apaçık delillerden ve doğru yoldan indirdiğimizi, bizim onu insanlara kitapta açıklamamızın arkasından gizleyenler var ya, Allah işte onları dışlar ve dışlayıcılar da onları dışlar.

160- Ancak (itaatle) dönmüş, (durumunu) düzeltmiş ve (kitabı) açıklamış olanlar, işte onlara bende (lütufla) dönerim. Ve ben son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet ediciyim.

161- Şüphesiz ki onlar (gerçeği) örttüler ve (gerçeği) örtücü oldukları halde öldüler. Allah'ın ve meleklerin ve (inanan) insanların topluca dışlaması onlaradır. 

162- Orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar. Azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de bakılır.

163- Ve sizin tanrınız, tek kulluk tanrıdır. O'ndan başka tanrı yoktur. O, çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

164- Şüphesiz ki  göklerin ve yerin takdir edilişinde, gece ve gündüzün ayrışmasında ve insanların menfaatini sağlayan (yüklerle) denizde akar gemilerde ve Allah'ın gökten indirerek ölümünün arkasından onunla yeryüzüne yaşam verdiği su da ve her canlıyı orada yaymasında ve rüzgârları evirip çevirmesinde ve yer ile gök arasındaki boyun eğdirilmiş bulutlarda, bağ kuranlar topluluğu için kesinlikle işaretler vardır.

165- Ve insanlardan bazıları, Allah'ın aşağısından denklere tutunarak onları Allah'ı sever gibi severler. Ve inananlar ise Allah'a sevgice daha bağlıdır. O haksızlık yapanlar azabı gördüklerinde topluca kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu keşke görseydi.

166- Kendilerine uyulmuş olanlar, uymuş olanlardan uzaklaşmış, azabı görmüşler ve onlarla olan bağları kestirilmiştir.

167- Ve uymuş olanlar: "Keşke bizim için bir kere daha (dönüş) olsa da, onların bizden uzaklaştığı gibi biz de onlardan uzaklaşsak" dedi. İşte böylece Allah onlara bu işlediklerini pişmanlıklar olarak gösterir. Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir.

168- Ey insanlar, yeryüzünde olanlardan serbest temiz olması şartıyla yeyin. Ve şeytana ayak uydurmayın. Çünkü o size apaçık düşmandır.

169- O size ancak kötülüğü ve hayasızlığı, (doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üzerine söylemenizi buyurur.

170- Ve onlara "Allah'ın indirdiğine uyundenildiği zaman,  "Aksine, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız" derler. Ataları bağ kurmayan ve doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?

171- Ve (gerçeği) örtenlerin örneği, çağırma ve seslenmeden başka bir şey işitmeyen haykıran  (hayvan) ın örneği gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. İşte onlar artık bağ kurmazlar.

172- Ey inananlar, sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yeyin. Ve eğer yalnızca O'na kulluk ediyorsanız Allah'a şükredin. 

173- Size ancak ve ancak ölü hayvanı ve kanı ve domuzun etini ve (kesilirken) Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi yasaklamıştır. Artık kim (açlık sebebi ile) zorlanırsa, saldırganlık yapmamak ve sınırı aşmamak şartı ile ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

174- Şüphesiz ki Allah'ın kitaptan indirdiğini gizleyenler ve onu pek az bedele satanlar var ya; İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar. Kalkışın gününde Allah onlarla ne konuşacak ve ne de onları arındıracaktır. Ve acı azap onlar içindir.

175- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Onlar ateşin üzerinde ne de dirençlidirler.

176- İşte bu Allah'ın kitabı gerçeklikle indirmesindendir. Ve şüphesiz ki kitap üzerinde ayrışanlar, kesinlikle uzak bir bölünme içindedirler.

177- Yüzünüzü doğuya ve batıya yöneltmeniz erdemlilik değildir. Fakat erdemlilik, kişinin Allah'a ve sonraki güne ve meleklere ve kitaba ve habercilere inanması ve mala karşı olan sevgisine rağmen onu yakınlığın sahiplerine ve yetimlere ve düşkünlere ve yolun oğluna (yolda kalmışa) ve soruculara ve boyunduruk altındakilere vermesi ve kulluk görevlerini ayakta tutması ve arınmayı yerine getirmesi ve antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını tastamam yerine getirmeleri ve sıkıntıda ve zorlukta ve  sıkıntılı (savaş) vaktinde dayanarak mücadele etmesidir. İşte onlar doğru sözlü olanlardır. Ve işte onlar, korunanların ta kendileridir.

178- Ey inananlar, (cinayetle) öldürülenler hakkında suça denk karşılık vermek, sizin üzerinize yazıldı. Hür hüre ve köle köleye ve kadın kadına karşılıktır. Kime (öldürülenin) kardeşi tarafından bir şey (denk karşılıktan) geçilmişse, benimsenene uymak ve güzel şekilde ona ödemek vardır. İşte bu, Efendinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bunun arkasından kim haddi aşarsa, ona acı azap vardır.

179- Ve suça denk karşılık vermekte sizin için yaşam vardır. Ey temiz akıl sahipleri umulur ki korunursunuz.

180- Ölüm birinizin hazırında olduğu zaman eğer bir mal bırakıyor ise, ana babaya ve yakınlık bağı olanlara benimsenen bir şekilde öneride bulunması, korunanların üzerine bir gerçek (vazife) olarak yazıldı.

181- Artık kim bunu işitmesinin arkasından değiştirirse, şüphesiz ki bunun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah her şeyi işitici her şeyi bilicidir.

182- Fakat bir kimse, öneride bulunanın (haksızlığa) meyletmesinden veya günahtan kaygılanarak (aralarını) düzeltirse, artık ona bir günah yoktur. Hiç şüphesiz  Allah çok bağışlayıcı  çok merhamet edicidir.

183- Ey inananlar, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, korunmanız için size de  yazıldı.

184- Sayılı günlerdir. Artık içinizden kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca (tutar). Ve (oruca) zorlukla dayananların üzerine ise bir düşkün yemeği kurtulmalık vardır. Fakat kim gönüllü olarak hayır işlerse, artık o kendisi için daha hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, insanlar için yol gösterici olan ve doğru yolu kapsayan açıklamaları ve (doğru ile yanlışı birbirinden) ayıran Kur'an, onda indirildi.  Artık içinizden kim o aya tanık olursa onu tutsun. Ve kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor ve sizin için zorluk istemiyor. (Bu ruhsat), sayıyı eksiksiz yapmanız ve sizi doğru yola ilettiği için onu yüceltirsiniz ve ona şükredersiniz diyedir.

186- Ve kullarım sana benden sorduğu zaman, (bilsinler ki) şüphesiz ben onlara yakınım. Beni çağırdığı zaman çağrıcının çağrısına cevap veririm. Öyleyse onlar da bana cevap versinler, bana inansınlar ki erginliği bulmuş olsunlar.

187- Orucun gecesinde kadınlarınız ile cinsel ilişki kurmanız size serbestleştirildi. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah sizin benliğinize karşı ihanet edebileceğinizi bildi böylelikle size (lütuf ile) döndü ve siz(e zorluk vermek)den geçti. Artık şimdi onlarla (oruç gecelerinde de) temasta bulunun ve Allah'ın sizin üzerinize yazdığının peşine düşün. Ve beyaz iplik siyah iplik size şafaktan açıkça belli oluncaya kadar yeyin ve için, sonra orucu geceye tamamlayın. Ve boyun eğilen yerlerde kapananlar halinde olduğunuzda ise onlarla temasta bulunmayın. İşte bu, Allah'ın sınırlarıdır, sakın ona yaklaşmayın. Allah işte böylece insanlara korunmaları için ayetlerini açıklıyor.

188- Ve mallarınızı aranızda gerçek olmayan yollarla yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını günahla yemek için biliyor olduğunuz halde onu karar vericilere sarkıtmayın.

189- Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: "O insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir." Ve evlere arkalarından gelmek (işi usulüne göre yapmamak) erdemlilik değildir. Erdemlilik, ancak kişinin korunmasıdır. Ve evlere kapılarından gelin (işi usulüne göre yapın). Ve arzuladığınıza kavuşturulmanız için Allah'a karşı korunun.

190- Ve sizinle savaşanlarla siz de Allah'ın yolunda savaşın ve sınırı aşmayın Şüphesiz ki Allah sınırı aşanları sevmez. 

191- Ve onları ele geçirdiğiniz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Kargaşa çıkarmak öldürmekten daha şiddetlidir. Ve onlar sizinle Yasak Mescit yanında savaşıncaya kadar, siz de onlarla orada savaşmayın. Eğer onlar sizinle savaşırlarsa, artık siz de onları öldürün. (Gerçeği) örtücülerin karşılığı işte böyledir.

192- Eğer onlar vazgeçerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

193- Ve kargaşa olmayıncaya ve itaat da Allah'a oluncaya kadar, onlarla savaşın. Eğer onlar vazgeçerlerse, artık haksızlık yapanlardan başkasına düşmanlık yoktur.

194- Yasak ay yasak aya karşılıktır. Ve yasaklar da denklik esası üzerinedir. Kim size karşı sınırı aşarsa, siz de size karşı sınırın aşılma örneği kadar ona sınırı aşın. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah korunanların beraberindedir.

195- Allah'ın yolunda dağıtın. Ve ellerinizle kendinizi yok oluşla karşılaştırmayın. Ve güzel davranın. Şüphesiz ki Allah güzel davrananları sever.

196- Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer kısıtlanırsanız kolayınıza gelen bir kurbanlık hediye (gönderin). Kurbanlık hediye kesim yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta veya onda başından bir rahatsızlığı olan kimse oruç, bağış veya kurbanlıkdan ibaret bir kurtulmalık ödemesi gerekir. Artık güvende olduğunuz zaman, kim hacc zamanına kadar umre ile yararlanacak olursa, artık ona da kolayına gelen bir kurbanlık hediye (gerekir). Şayet bulamazsa, hac vaktinde üç gün ve hacdan döndüğünüz zaman ise yedi gün oruç vardır. Bu eksiksiz on (oruç)dur. Bu, ev halkı Yasak Mescit'in hazırında olmayan içindir. Ve  Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırmasının şiddetlidir.

197- Hacc bilinen aylardır. Artık kim onlarda haccı kendisi için belirlerse, artık hacda ne cinsel ilişki ve ne yoldan çıkma ve ne de tartışma vardır. Ve hayırdan ne yapıyorsanız, Allah onu bilir. Ve azık edinin, şüphesiz ki azığın hayırlısı korunmaktır. Ey temiz akıl sahipleri benden korunun.

198- (Hac aylarında ticaret yapmak sureti ile) Efendinizden bir lütfun peşine düşmenizde üzerinize bir sorumluluk yoktur. Artık Arafat'tan aktığınız zaman, artık Meşar-ı Haram (Müzdelife) yanında Allah'ı size doğru yola ilettiği gibi hatırlayın. Ve şüphesiz ki siz bundan önce sapkınlardan idiniz.

199- Sonra insanların aktığı yerden siz de akın ve Allah'ın bağışlamasını isteyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

200- Hacc görevinizi yerine getirdiğiniz zaman, artık Allah'ı atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta ondan daha şiddetli bir hatırlamayla hatırlayın. İnsanlar içinde: "Efendimiz bize şimdikinde ver" diyen vardır. Bu kimseye sonrakinde ise bir takdir yoktur.

201- Ve içlerinden kimi de: "Efendimiz bize şimdikinde de güzellik, sonrakinde de güzellik ver ve bizi ateşin azabından koru" der.

202- İşte onlar için, kazandıklarından hisse vardır. Ve Allah hesabı hızlı görendir.

203- Ve Allah'ı sayılı günlerde hatırlayın. Kim (Mina'dan Mekke'ye dönmeyi) iki günde hızlandırırsa, artık ona günah yoktur. Ve kim sonralarsa, korunan kimse için artık ona da günah yoktur. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin ki O'na sürülüp toplanacaksınız.

204- Ve insanlardan bazıları vardır ki, şimdiki yaşama dair sözleri seni şaşırtır, ve kalbindekine Allah'ı tanık getirir. Halbuki o çekişenin en azılısıdır.

205- Ve (başka tarafa) yöneldiği zaman ise yeryüzünde orada bozuculuk yapmak, ekinin ve neslin (iktisadi ve sosyal düzenin) yok etmek için koşar. Ve Allah bozucuları sevmez.

206- Ve ona "Allah'tan korun" denildiği zaman, güçlülük gururu onu günah ile tutar. Artık ona cehennem yeterlidir ve ne sıkınıtlı bir yataktır.

207- İnsanlardan kimisi vardır ki Allah'ın rızasının peşine düşmek için benliğini feda eder. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

208- Ey inananlar, el birliğiyle barış ve selâmete girin, ve şeytana adımlarına uymayın. Çünkü o sizin için apaçık düşmandır.

209- Eğer size apaçık deliller gelmesinin arkasından kayacak olursanız, artık bilin şüphesiz ki Allah çok güçlü en bilgedir.

210- Onlar (inanmak için) Allah'ın ve meleklerin bulut gölgelerinin içinden gelmesini ve buyruğun yerine getirilmesinden başka bir şeye mi bakıyorlar? Ve işler Allah'a döndürülür.

211- İsrailoğullarına sor, onlara apaçık delilden nicesini verdik. Kim Allah'ın nimetini, kendisine gelmesinin arkasından değiştirirse, artık şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir.

212- (Gerçeği) örtenlere şimdiki yaşam süslendi. Ve onlar inananlardan bir kısmını gülünç duruma düşürüyorlar. Oysa Allah'a karşı gelmekten korunan bu kimseler kalkışın gününde onların üstündedirler. Ve Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. 

213- İnsanlar tek toplumdu (fakat zaman içinde ayrıştılar). Bunun üzerine Allah, müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak habercileri harekete geçirdi. Ve insanlar arasındaki aykırılığa düştük konuda karar vermesi için onların beraberinde kitabı gerçek (bir neden)le indirdi. Ve onlara apaçık deliller gelmesinin arkasından aralarındaki saldırganlık yüzünden ayrışanlar, o kendilerine (kitap) verilmiş olanlardan başkası olmadı. Böylece Allah, kendi duyumu ile inananları, onların üzerinde ayrıştıkları doğru ve gerçeğe iletti. Ve Allah dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir.

214- Yoksa sizden önceki gelip geçenlerin başlarından geçenlerin (sıkıntılarının) örneği sizin de başınızdan geçmeden, cennete girivereceğinizi mi hesab ettiniz? Sıkıntı ve zorluk onlara öylesine dokundu ki, elçiler ve onun beraberindeki inananlar: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sarsıldılar. Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır.

215- Sana, neyi (kime) dağıtacaklarını soruyorlar. De ki: "Hayırdan dağıtacağınız mal anne baba ve yakınlık bağı olanlara ve yetimlere ve düşkünlere ve yolun oğluna (yolda kalmışa) olmalıdır. Ve iyilikten ne yapıyorsanız artık şüphesiz Allah onu bilicidir."

216- Onu çirkin görmüş olsanız da savaş sizin üzerinize yazıldı. Ve sizin çirkin gördüğünüz bir şey, umulur ki sizin için daha hayırlıdır. Ve sizin sevdiğiniz bir şey ise, umulur ki sizin için şerdir.Ve  Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

217- Sana, yasak ayda onda savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük (günah)tır. Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, O'nu (n gerçeğini) örtmek, Yasak Mescit'ten uzaklaştırmak ve oranın halkını çıkarmak, Allah'ın yanında ondan daha büyüktür. Ve kargaşa çıkarmak öldürmekten daha büyüktür." Eğer onların güçleri yetecek olsa, sizi itaat sisteminizden geri döndürünceye kadar, sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim itaat sisteminden geri döndürülür de (gerçeği) örtücü olarak ölürse, işte onların işledikleri şimdikinde ve sonrakinde boşa gitmiştir. Ve işte bu kimseler ateşin arkadaşları olacaktır. Onlar orada ölüm görmemek üzere kalıdırlar.

218- Şüphesiz ki inanan ve Allah'ın yolunda göç eden ve güçlerini kullananlar var ya, işte onlar Allah'ın rahmetini bekleyebilirler. Ve Allah çok bağışlayacıdır çok merhamet edicidir.

219- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: "İkisinde de büyük günah ve insanlar için faydalar vardır. Ancak bu ikisinin günahı, faydasından daha büyüktür." Ve sana neyi dağıtacaklarını soruyorlar. De ki: "(İhtiyaçtan) geçileni." İşte böylece Allah düşünesiniz diye ayetlerini açıklıyor.

220- Şimdikinde ve sonrakinde. Ve sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: "Onların (durumlarını) düzeltmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla birbirinize karışırsanız artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah bozuculuk yapan ile, düzelteni bilir. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle sizi sıkıntıya sokardı Şüphesiz ki Allah güçlüdür en bilgedir.

221- Ve Allah'a ortaklaştıran kadınlar ile, onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. İnanan bir cariye, sizi (dış görünüşü ile) şaşırtmış bile olsa ortaklaştıran (hür) bir kadından daha hayırlıdır. Ve  ortaklaştıran erkekleri de onlar  inanıncaya kadar (inanan kadınlarla) evlendirmeyin. İnanan bir erkek köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtmış bile olsa ortaklaştıran (hür) bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar ateşe çağırırlar. Ve Allah ise kendi duyumu ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. Ve insanlar hatırlasınlar diye ayetlerini böylece açıklar.

222- Ve sana hayızdan soruyorlar. De ki: "O bir rahatsızlık halidir. Artık hayızda kadınlardan uzaklaşın ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın (cinsel ilişki kurmayın). Temizlendikleri zaman, artık Allah'ın size buyurduğu yerden, onlara gelin (cinsel ilişki kurun). Allah şüphesiz ki (itaatle) dönenleri sever ve temizlenenleri de sever."

223- Kadınlarınız sizin için (nesillerinizin devamını sağlayan) tarladır. O halde tarlanıza (Allah'ın emrettiği yerden) dilediğinizce gelin ve benliğniz için sunum hazırlayın ve Allah'a karşı korunun, ve bilin ki O'nunla karşılaşacaksınız. Ve inananları müjdelendir.

224- Ve erdemli olmaya ve korunmaya ve insanlar arasını düzeltmeyi, yeminlerinizden dolayı Allah'ı, kayıtsız kalma vesilesi kılmayın. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

225- Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı (sorumlu) tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığından dolayı (sorumlu) tutar. Ve Allah çok bağışlacıdır çok yumuşak davranıcıdır.

226- Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler, dört ay beklerler. Eğer (uzaklaşma yemininden)  dönerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

227- Ve eğer evlilik bağını çözmeye kesin karar verirlerse de, şüphesiz ki Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

228- Evlilik bağı çözülmüş kadınlar üç hayız müddeti benliklerini (evlenmeden) bekletirler. Eğer Allah'a ve sonraki güne inanıyorlar ise, rahimlerinde Allah'ın takdir ettiğini gizlemeleri onlara serbest olmaz. Ve (onları boşayan) kocaları eğer arayı düzeltmek istedikleri takdirde onları geri döndürmeye daha hak sahibidirler. Ve kadınların  hakları olduğu gibi benimsenen şekilde sorumlulukları da vardır. Ve adamlar onların üzerinde (hakları) bir kademe daha fazladır. Ve Allah çok güçlüdür en bilgedir.

229- Evlilik bağının çözülmesi iki defadır. Artık (sonrasında ise) benimsenen şekilde sıkıca tutmak veya iyilik ederek salıvermek vardır. (Boşadıktan sonra) onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız size serbest olmaz. Ancak her ikisinin Allah'ın  sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygı duymaları hariç. Eğer siz de bu ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygı duyarsanız, artık kadının onu kurtulmalık olarak vermesinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Bu Allah'ın sınırlarıdır, artık bunu aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar haksızlık yapanların ta kendileridir.

230- Eğer kadının (üçüncü defa) evlilik bağını çözerse, artık o kadın onun arkasından ondan başka bir eş ile evleninceye kadar (tekrar) ona serbest olmaz. Eğer (evlendiği kişi) o kadının evlilik bağını çözerse, eğer o ikisi de Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarına kanaat getirirlerse, artık birbirlerine dönmelerinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. İşte bu Allah'ın sınırlarıdır, bilenler topluluğu için onu böyle açıklıyor.

231- Ve kadınların evlilik bağını çözdüğünüz zaman, onlar (bekleme) süre sonlarına ulaştıklarında, artık onları benimsenen şekilde sıkıca tutun, veya benimsenen şekilde salıverin. Onları, zora sokmak ve sınırı aşmak amacı ile sıkıca tutmayın. Ve kim böyle yaparsa, artık kesinlikle benliğine haksızlık yapmıştır. Ve Allah'ın ayetlerini alaya  tutmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size onunla hatırlatmak için kitap ve bilgelikten indirdiğini hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah her şeyi bilicidir.

232- Ve kadınların evlilik bağını çözdüğünüz zaman onlar (bekleme) süre sonlarına ulaştıklarında, artık aralarında karşılıklı hoşnutluk ve benimsenen şekilde anlaştıkları zaman, koca(aday)ları ile evlenmeleri konusunda sertlik göstermeyin. İçinizden Allah'a ve sonraki güne inananlar bununla öğütleniyor. Sizin için böylesi daha arınmış ve daha temizdir. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

233- Ve (evlilik bağı çözülmüş) anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını eksiksiz iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Ve onların yiyecek ve giyeceklerinin temini, hoşlanılan şekilde babaya aittir. Bir benlik genişliğinden başkasıyla yükümlü değildir. Ne anneye çocuğu sebebiyle ve ne de babaya çocuğu sebebiyle zora sokulmasın verilmesin. Varis olana da aynı örnek davranış vardır. Ve eğer ikisi karşılıklı hoşnutluk ve danışma sonucunda çocuğu iki yıldan önce (sütten) ayırmak isterlerse, artık ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz (emzirme ücretini)  benimsenen şekilde teslim ettiğiniz zaman, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın işlemekte olduklarınızı görücüdür.

234- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakanların eşleri, benliklerini benimsenen şekilde dört ay on gün bekletirler. Artık bu süre sonuna ulaştıkları zaman, benlikleri için benimsenen şekilde yaptıkları (evlilik anlaşmaları)ndan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

235- (Bekleme sürelerini doldurmamış) Kadınlarla evlenmek isteğinizi onlara sözlü olarak sunmanızdan, veya benliğinizde korunaklı tutmanızdan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur.  Çünkü Allah, sizin onları hatırlayacağınızı bilmektedir. Fakat benimsenen şekilde söz söyleme haricinde, onlarla saklı olarak sözleşme yapmayın. Ve yazılı olan süre sonuna ulaşıncaya kadar onlarla evlenme bağlılığına karar vermeyin. Ve Allah'ın benliğinizdekini bilmekte olduğunu bilin o halde O'ndan sakının. Ve bilin şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır yumuşak davranıcıdır.

236- Ve eğer kadınların, onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) veya onlara herhangi bir (mehir) belirleme yapmadan evlilik bağını çözecek olursanız, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve onları yararlandırın. Genişte olanın üzerine  ölçüsünce, darda olanın da üzerine ölçüsünce benimsenen şekilde onları yararlandırması vardır. (Bunu yapmak) güzel davrananların üzerine bir gerçek (vazife)dir.

237- Ve eğer onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) önce, ve onlar için (mehir) belirlemiş olarak evlilik bağını çözecek olursanız, artık belirlediğinizin yarısı vardır. Ancak kadınların (mehiri almaktan)  geçmeleri, veya evliliğin bağlılığını elinde tutanın (yarısını vermekten) geçmesi başkadır. Ve eğer (yarısını vermekten) geçerseniz (tamamını verirseniz) bu korunmaya daha yakındır. Ve aranızda lütfu unutmayın. Şüphesiz ki, Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

238- Kulluk görevlerini koruyun ve en ortadaki kulluk görevinizi (namazı da koruyun). Ve Allah'a gönülden bağlılar olarak ayağa kalkın.

239- Eğer (güvenliğinizden) kaygı duyarsanız, artık yaya veya binekli halde iken de (koruyun). (Güvenliğinizden) artık emin olduğunuz zaman, bilmediklerinizi size öğrettiği gibi Allah'ı hatırlayın.

240- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakacak olanlar, eşleri için evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl geçimlerini temin edecek şekilde yararlanmalarını önersinler. Eğer onlar (kendi istekleri ile) çıkacak olurlarsa, benliklerinin benimsenen şekilde yaptıklarından dolayı, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah çok güçlüdüren bilgedir.

241- Ve evlilik bağı çözülmüş kadınlara benimsenen şekilde fayda sağlamak,  korunmak isteyenlerin üzerine bir gerçek (vazife)dir.

242- Allah, bağ kurmanız için size ayetlerini böylece açıklıyor.

243- Binlerce oldukları halde ölüm sakınması ile yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün"dedi, sonra onları yaşama döndürdü. Şüphesiz ki, Allah insanların üzerine kesinlikle çok lütufkardır, fakat insanların çoğu şükretmezler.

(*) Buradaki Ölün emrinin, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanım olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

244- Ve Allah'ın yolunda savaşın ve şüphesiz ki Allah'ın her şeyi işitici her şeyi bilici olduğunu bilin.

245- Kim ki Allah'a güzel ödünçle ödünç verirse, artık Allah'ta onu kendisi için kat kat artırır. Ve Allah sıkar  ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.

246- Musa'nın arkasından İsrail oğulları'ndan ileri gelenleri görmedin mi? Bir zaman habercilerinden birine: "Bize bir hükümdar harekete geçir de Allah'ın yolunda savaşalım" demişlerdi. (Haberci de onlara): "Savaş sizin üzerinize yazılır da, savaşmamanız sizden umulur mu?demiş. (Onlar da) " Bize ne oluyor ki yurtlarımızdan ve oğullarımızdan çıkarılmış olduğumuz halde, biz Allah'ın yolunda neden savaşmayalım?" demişlerdi. Fakat savaş üzerlerine yazıldığında ise, onlardan pek azı hariç olmak üzere (başka tarafa) yöneldiler. Ve Allah haksızlık yapanları bilicidir.

247- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki Allah size Talut'u hükümdar olarak harekete geçirdi" demiş, (Onlar ise): "Biz hükümdarlığa ondan daha hak sahibi, ve ona mali yönden de bir genişlik verilmemiş iken, onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olabilir?" demişlerdi. (Nebileri de): "Şüphesiz ki Allah onu sizin üzerinize hükümdar olarak seçkinleştrdi, onun bilgi ve beden genişliğini artırdı. Allah hükümranlığını dilediğine verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir" demişti.

248- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki onun hükümdarlığının delili, size meleklerin taşıdığı sandığın gelmesidir ki, onda Efendinizden bir sakinlik ve Musa ailesi ve Harun ailesinin bıraktığı kalıntı bulunmaktadır. Eğer İnananlar iseniz şüphesiz ki işte bunda sizin için kesinlikle bir delil vardır" demişti.

249- Talut askerleri ile (sefer için) ayrıldığında: " Şüphesiz ki Allah, sizi bir nehir ile bir yıpratacaktır. Kim o nehrin suyundan içerse, artık benden değildir. Ve kim ancak eliyle bir avuç almak dışında tatmaz ise, artık şüphesiz ki o bendendir" demişti. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere, ondan içtiler. Onu, o ve onun beraberindeki kendisine güvenenler ile geçtiğinde, (Talut'a güvenmemiş olan geride kalanlar): "Bugün Calut ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok" demişler, Allah ile karşılaşacaklarına kanaat getiren (Talut'la beraber geçen) ler ise: "Askeri birlikten, pek az halde olan nicesi vardır ki, Allah'ın duyumu ile çok halde olan askeri birliğe karşı üstün gelmiştir. Ve Allah direnerek gayret edenlerin beraberindedir" demişti.

250- Calut ve askerlerine belirdiklerinde, "Efendimiz üzerimize direnç ve gayret boşalt, ayaklarımızı kalıcılaştır, (gerçeği) örtücüler topluluğunun üzerine bize yardım et demişlerdi.

251- Sonunda onları Allah'ın duyumu ile hezimete uğrattılar ve Davut Calut'u öldürdü ve Allah ona hükümdarlık ve bilgelik verdi ve ona dilediğinden olduğundan öğretti. Ve Allah'ın insanların birbirleri  ile defetmesi olmasaydı, o takdirde yeryüzü kesinlikle bozulurdu. Ancak Allah, insanların üzerine lütuf sahibidir.

252- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onu sana gerçek (bir neden)le peşi sıra okuyoruz. Ve şüphesiz sen gönderilmişlerdensin.

253- İşte bu elçiler, onların bir kısmını bir kısmının üzerine üstünleştirdik. İçlerinden bir kısmı ile Allah konuşmuş ve bir kısmını da kademelerle yükseltmiştir. Ve Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik ve onu Kutsal'ın esintisi ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra onların arkasından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat içlerinden kimi inanmak ve içlerinden kimi (gerçeği) örtmek suretiyle ayrıştılar. Ve eğer ayet Allah dilemiş olsaydı, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.

254- Ey inananlar, onda ne alış verişin ne dostluğun ve ne de eşlikçiliğin olmayacağı gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden dağıtın. (Gerçeği) örtücüler haksızlık yapanların ta kendileridir.

255- Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O, yaşayandır (yarattıkları üzerinde her an) ayaktadır. O'nu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. O'nun duyumu olmadan, O'nun yanında eşlikçilik edecek kimmiş? O, onların önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve dileğinden başka O'nun ilminden hiç bir şeyi çevreleyemezler. O'nun tahtı gökleri ve yerden geniştir. Bu ikisinin korunması O'na ağır gelmez. Ve O, yücedir büyüktür

256- İtaat sisteminde zorlama yoktur. Erginlik, azgınlıktan apaçık belli olmuştur. Kim taşkınlık yapanı (n taşkınlığını) örter ve Allah'a inanırsa, artık kesinlikle kırılması olmayan sağlam kulba sıkıca tutunmuştur. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

257- Allah, inananların yönelenidir. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır. (Gerçeği) örtenlerin yöneleni ise taşkınlık yapandır. Onları ışıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar

258- Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, kendisinin kendisinin Efendisi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Efendim yaşatan ve öldürendir" demiş, (tartışan da):  "Ben de yaşatır ve öldürürüm" demişti. İbrahim: "Şüphesiz ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir" demiş, o (gerçeği) örtücü birden dehşete düşmüştü. Ve Allah haksızlık yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

259- Veya çatıları üzerine çökmüş haldeki bir şehre uğrayan kişiyi (görmedin mi). "Allah buraya ölümünün arkasından nasıl yaşam verecek?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah ona) "Ne kadar kaldın?" demiş, o da: "Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Aksine yüz yıl kaldın, yemeğine ve içeceğine bak hiç bozulmamış. Ve eşeğine de bak, seni insanlara böylece delil yapmak için. Ve  kemiklere de bak onları nasıl ayaklandırıyor, sonra et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) apaçık belli olduğunda: " Biliyorum şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine ölçü koyucudur" demişti.

260- Ve bir zaman İbrahim: "Efendim, ölülere nasıl yaşam veriyorsun bana göster" demiş, (Rabbi de ona): "Yoksa inanmıyor musun?" demiş. (İbrahim de): "Hayır (inanıyorum) fakat kalbim rahatlasın" demişti. (Rabbi ona): "Kuş'tan dört tanesini tut, onları kendine alıştır, sonra da onları parça halinde her dağın üzerine bırak, sonra onları çağır koşarak sana gelirler. Ve bil şüphesiz ki Allah çok güçlüdür en bilgedir" demişti. 

261- Mallarını Allah'ın yolunda dağıtanların örneği, her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren tanenin örneği gibidir. Ve Allah dilediği kişi için kat kat artırır. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

262- Mallarını Allah'ın yolunda dağıtıp, sonra ne iyiliği çok görmeyi ve ne de rahatsızlık vermeyi dağıttıklarının arkasına takmayanlar var ya,  onların ödülleri Efendilerinin yanındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

263- Benimsenen bir söz ve bağışlama, arkasına rahatsızlık vermek takılan bağıştan daha hayırlıdır. Ve Allah zengindir yumuşak davranıcıdır.

264- Ey inananlar, Allah'a ve sonraki güne inanmadığı halde, malını insanlara gösteriş olsun diye dağıtan kimse gibi, bağışlarınızı başa kakmak ve rahatsızlık vermek sureti ile gerçeksizleştirmeyin. Böylesinin örneği, üzerinde toprak olan, kuvvetli bir yağmur eriştiğinde ise üzerindeki toprağı selin sürükleyerek onu çıplak halde bıraktığı kayanın örneği gibidir. (Bu kimseler) kazandıklarından hiç bir şey elde edemezler. Allah (gerçeği) örtücüler topluluğunu doğru yola iletmez.

265- Ve mallarını, Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek, benliklerinde olanı kalıcılaştırmak için dağıtanların örneği, yüksek bir tepede bulunan, bol yağmur eriştiğinde yemişini iki kat veren, bol yağmur erişmese dahi çisentisi düşen bahçe gibidir. Ve Allah işlemekte olduklarınızı görücüdür.

266- Sizden biriniz, hurmalık ve üzümlüklerden oluşan, altından nehirler akar, içinde her türlü ürünün yetiştiği bir bahçesi olsun da, kendisine yaşlılık erişmiş ve onun soyu da zayıf kimseler olsun, o böyle bir durumda iken bahçesine ateşli bir kasırga erişerek yanmasını arzu eder mi? Allah, düşünmeniz için ayetlerini size böyle açıklıyor.

267- Ey inananlar kazandıklarınızın temiz  olanlarından, ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan dağıtın. Size verilse ona gözünüzü yummadan alamayacağınız murdar olanı dağıtmaya yönelmeyin. Ve bilin şüphesiz ki Allah zengindir övgüye layıktır.

268- Şeytan size, fakirlik sözü verir ve hayasızlığı buyurur. Ve Allah ise size kendisinden bağışlama ve lütuf  sözü verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

269- Bilgeliği dilediğine verir, kime bilgelik verilmişse, artık ona kesinlikle çokça hayır verilmiştir. Ve temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamıyor.

270- Ve dağıtımdan yaptığınız her dağıtmayı, ve adakdan yaptığınız her adağı, şüphesiz ki Allah onu bilir. Ve haksızlık yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur.

271- Eğer bağışlarınızı açığa vurursanız o ne güzeldir. Ve eğer onu gizli olarak fakirlere öyle verirseniz, artık o kendiniz için daha hayırlıdır. Ve kötülüklerinizden bir kısmını sizden örter (kaldırır). Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

272- Onları doğru yola iletmek senin üzerine değildir. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Ve maldan ne dağıtıyorsanız, benliğiniz içindir. Ve siz ancak Allah'ın yüzünün peşine düşmekten başka bir amaçla dağıtmıyorsunuz. Ve maldan ne dağıtıyorsanız karşılığı size tastamam ödenir,  ve size haksızlığa uğratılmazsınız.

273- (Yapacağınız yardımlar) Şu fakirler içindir, kendilerini Allah'ın yolunda kısıtlamışlardır. Yeryüzünde dolaşarak (rızık teminine) güç yetiremezler. İffetlerinden ötürü, bilgisizler onların zenginler olduğunu hesap ederler. Sen onları çehrelerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey sormazlar. Ve maldan ne dağıtıyorsanız, şüphesiz ki Allah onu bilicidir.

274- Mallarını gece ve gündüz, saklı olarak veya açık olarak dağıtanlar, onların ödülleri Efendilerinin yanındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

275- Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytanın dokunarak çarptığı kimsenin kalkışından başka bir şekilde kalkmazlar. Bu onların: "Alışveriş te faiz  gibidir" demiş olmalarındandır. Halbuki Allah alışverişi serbestleştirmiş ve faizi ise yasaklaştırmıştır. Kim, ona Efendisinden bir öğüt gelir de, artık vazgeçerse geçmişteki kendisinin ve onun buyruğu  Allah'a aittir. Ve her kim geri dönerse,  işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

276- Allah, faiz (kazancın)i  mahveder ve bağışları (n kazancını) ise artırır. Ve  Allah bütün azılı (gerçeği) örtücü günahkârı sevmez.

277- Şüphesiz ki, inanan, düzgün işler işleyen ve kulluk görevlerini ayakta tutan ve arınmayı yerine getirenler ise, onların ödülleri Efendilerinin yanındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

278- Ey inananlar, Allah'a korunun ve eğer inananlardan iseniz faizden geri kalan(alacaklar)ı bırakın.

279- Eğer bunu yapmazsanız,  artık Allah ve elçisinden açılan harbi artık duyun. Eğer (itaatle) dönerseniz (faiz bulaşmamış olan) mallarınızın başları  sizindir. Böylece ne siz yanlış yapmış olursunuz, ve ne de siz haksızlığz uğratılmış olursunuz.

280- Ve eğer (borçlu) zorluk sahibi ise, artık borcunu kolayca ödeyebilene kadar bakmak vardır. Ve eğer bilirseniz (borcunu) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. 

281- Ve öyle bir güne karşı korunun ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra her benliğe kazandığı tastamam ödenir ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 

282- Ey inananlar, isimlenmiş bir süre sonuna kadar ödemek üzere bir borçla borçlandığınız zaman, artık onu yazın. Ve aranızdan bir yazıcı onu denk şekilde yazsın. Ve yazıcı da Allah'ın ona öğrettiği şekilde yazmaya direnmesin ve üzerinde (alacaklısının) hakkı olan da (borçlu da) dikte ettirsin, Efendisi olan Allah'a korunsun borcundan hiç bir şeyi düşük tutmasın. Eğer (borçlu) ahmak veya aciz veya borcunu dikte ettirmeye gücü yetmiyorsa, o takdirde yöneleni borcu denk şekilde dikte ettirsin. Ve (bunu yaparken) adamlarınızdan iki kişiyi de tanık bulundurun. Eğer iki adam olmazsa, o takdirde hoşnut olacağınız tanıklardan bir adam ve kadınlardan biri unuttuğunda sonrakinin ona hatırlatması için iki kadını (tanık) bulundurun. Ve tanıklar (tanıklık için) çağrıldıkları zaman direnmesinler. Ve (borç) küçük veya büyük olsa da onun süresinin sonunu yazmaya üşenmeyin, sizin için böylesi Allah'ın yanında hakkaniyete daha uygun, tanıklık bakımından daha sağlam ve (borç konusunda) herhangi bir belirsizliğe düşmemenize daha yakındır. Ancak aranızda hazır (peşin) ticaret olarak idare ettiğinizi kayıt altına almamanızda size herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve birbiriniz ile alışveriş yaptığınız zaman tanık bulundurun. Ne yazıcı ve ne de tanık zora sokulmasın. Ve eğer böyle yaparsanız, artık şüphesiz ki bu sizin için yoldan çıkmak olur. Ve Allah'a karşı korunun. Ve Allah size (ticari hayatta nasıl davranacağınızı) böyle öğretiyor. Ve Allah her şeyi bilicidir.

283- Ve eğer yolculukta iseniz ve yazıcı da bulamadıysanız, o takdirde (borç karşılığında) alıkonulmuş rehinler yeter. Eğer (borçlu ve alacaklı olarak) birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse artık emanetini ödesin ve Efendisi olan Allah'a korunsun. Ve tanıklığı sakın gizlemeyin. Ve kim onu gizlerse, muhakkak ki onun kalbi günahkâr olmuştur. Ve şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz her şeyi bilicidir.

284- Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve eğer benliğinizde olanı açıklasanız da veya onu gizleseniz de, Allah sizi onunla hesaba çeker. Artık dilediğini bağışlar ve dilediğini de azaplandırır. Ve Allah her şeyin üzerine ölçü koyucudur.

285- Elçi, kendisine Efendisinden indirilmiş olana inandı ve inananlar da. (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve elçilerine inandı. (İnananlar dediler ki): "O'nun elçilerinden hiçbiri arasını (Yahudiler gibi) ayrıştırmayız." Ve: "İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz senin bağışlamanı isteriz. Ve dönüş yalnız sanadır" dediler.

286- Allah bir benliği genişliğinden başkasıyla yükümlü tutmaz. (Kişinin) kazandığı kendisine, kazandırdığı (kötülük) da aleyhinedir. Efendimiz, unutur veya yanılgıya düşersek bizi sorumlu tutma. Efendimiz, üzerimize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Efendimiz, bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Biz (e ceza vermek)den geç ve bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim yönelenimizsin artık (gerçeği) örtücüler topluluğunun üzerine bize yardım et. 


5 Haziran 2018 Salı

Bakara s. 249. Ayetindeki Bir Çeviri Sorunu: "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" Diyenler Kimler?

Bakara s. 249. ayetini Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okuyan bir kimsenin kafasında, bu ayet içinde geçen "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" diyenlerin kimler olduğuna dair bir takım soru işaretleri oluşacaktır. Çünkü yapılan bir çok çeviri maalesef, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğini meale yansıtmamış (bazı meallerde yansıtıldığını görmekteyiz) bunun neticesinde ise, bu sözü söyleyenlerin Talut'un emrine itaat eden gurup olduğu gibi bir durum ortaya çıkarak, bir çeviri sorunu oluşturmuştur. 

Yazımızın konusu, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğinin çeviriye yansıtarak, okuyucuların kafasında oluşabilecek soru işaretlerinin giderilmesine yönelik olacaktır.

 فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ

Ayetin çevirileri genellikle şu şekilde yapılmaktadır:

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki: İddiamız, bu ayetin yapılan çevirilerinin hatalı olduğu değil, okuyucunun kafasında bir takım soru işaretleri belirecek şekilde yapılmış olmasıdır. Oluşabilecek soru işaretlerinin, ayet içine parantez açılmak sureti ile giderilmesi mümkündür.

Şimdi ayeti bir kaç parçaya bölerek okumaya çalışalım.

"Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi"

Ayetin bu cümlesi Talut'un, ordusunu bir güven ve itaat testine tabi tuttuğunu göstermektedir. Geçecekleri yol üzerinde olan ırmağın suyundan içip içmemeleri, ordunun Talut'a karşı ne derece itaatkar olduğunun göstergesi olacaktır.

" Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler."

Bu cümle Talut'un ordusu içinde büyük bir kesimin onun emrine itaat etmediğini göstermektedir.

Talut'un ordusunu tabi tuttuğu bu deneme, aynı zamanda ordu içinde bir ayrışıma da sebep olacaktır. Çünkü bir komutanın, kendisine itaat etmeyen askerler ile çıkacağı bir sefer, kendi sonunu eli ile hazırlamasına sebep olacaktır. Talut'un söylediği "ondan içen benden değildir" sözü, nehrin suyundan içen askerlerin orduya artık dahil olmayacağını ordu dışında kalacağını göstermektedir.

Burada dikkate alınması gereken önemli bir husus, ordunun iki kısma ayrılmış olmasıdır. Ayetin bundan sonraki kısmında bu ayrışımın ortaya çıkarılması önemlidir.

"Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince"

Talut artık sadece kendisine itaat eden askerler ile kalmış, diğerleri ordudan ayrılmış, yola kendisine itaat eden askerlerle devam etmektedir. Cümle içinde geçen آمَنُوا kelimesinin, "İnananlar, İman edenler" şeklinde çevrilmesine karşın bu kelimenin çevirisine, kelimenin sözlük anlamlarından biri olan Güven anlamının verilmesinin daha uygun olacağını burada hatırlatmak isteriz.

"Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok dediler

Bu cümle ayetin çevirisinde sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz cümledir. Çünkü bu sözü sanki bir önceki cümledeki  "Kendisi ve kendisiyle olan inananlar" olarak bahsedilen kimselerin söylemiş olduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Halbuki ordu içinde ayrışım meydana gelmiş, itaat etmeyenler ordudan ayrılmış, itaat edenler ise Talut ile yola devam etmektedir. Talut'a itaat eden askerlerin ise "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" sözünü söylemiş olmaları pek mümkün değildir.

Bu sözü, Talut'a itaat etmeyerek ordudan ayrılanların söylemiş olması, daha makul bir yaklaşımdır. Bu durumun çeviriye parantez açılmak sureti ile yansıtılması, okuyucuda oluşması muhtemel olan soru işaretlerini ortadan kaldıracaktır.

"
Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler."

Bu sözü söyleyenler ise, Talut'a itaat ederek orduda kalan askerlerdir. Burada iki gurubun birbiri ile karşılıklı olarak bir konuşması söz konusudur.

Talut'a itaat etmeyen ordudan ayrılanlar= Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.
Talut'a itaat eden ordu içinde kalanlar=    Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız çeviri örneği şu şekildedir:

Bakara s. 249- Talut ordusu ile sefere çıktığında (ordusuna), "Allah, (bana itaat edip etmediğiniz ve güven duyup duymadığınız hususunda) sizi bir nehir ile imtihan edecek, kim o nehrin suyundan içerse (bana itaat etmemiş ve bana güven duymamış olduğu için) benden değildir. O nehrin suyundan bir avuç almak müstesna olmak üzere tatmayan ise (bana itaat etmiş ve güven duymuş olduğu için) bendendir." dedi. Talut'un bu emrine rağmen ordusundan az bir kısmı müstesna olmak üzere, o nehrin suyundan içti (ona itaat eden ve etmeyenler, güven duyan ve duymayanlar böylece birbirinden ayrılmış oldu). Nehri, kendisine itaat eden ve güven duyanlar ile birlikte geçtiğinde, (Talut'a itaat etmeyen ve güven duymayan geride kalanlar) "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Rablerine kavuşacaklarını kesin olarak bilen (Talut'a güven duyan ve itaat eden) ler ise, "Nice sayıca az olan topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile sayıca çok olan topluluğa karşı galip gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dedi.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

4 Haziran 2018 Pazartesi

Bakara s. 243. Ayeti: Allah İsrailoğullarını Öldükten Sonra Nasıl Diriltti?

Arapça orjinal metni, أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللَّهُ مُوتُوا ثُمَّ أَحْيَاهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ olan, Türkçeye yapılan çevirileri ise, "Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez." olarak yapılan Bakara s. 243. ayeti, içinde Ölüm ve Diriliş kelimelerini barındırmasından dolayı, bu kelimelerin hakiki anlama mı, yoksa mecazi anlama mı sahip oldukları konusunda üzerinde düşünülmesi gereken bir ayettir. 

Bu ayeti okuyan bir kimse, ayet içinde geçen ölüm ve dirilişin keyfiyetini merak edecek, bu olayın nasıl gerçekleştiği konusundaki sorularına cevap arayacaktır.

Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Ölüm ve Diriliş kelimelerinin hakiki anlamlara sahip olduğu şeklindeki yorumlar ağırlık kazanmakta, fakat bu ayeti tek bir ayet olarak okuyup anlamaya çalışmak yerine, devam eden ayetlerde anlatılan Talut kıssası ile birlikte bütüncül olarak okuduğumuzda, bu kelimelerin hakiki anlamdan ziyade, mecazi bir anlam taşıdığı görülecektir. 

[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Nebilerinden birine: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.

Bakara s. 243. ayetinde geçen, binlerce oldukları halde ölüm korkusu ile yurtlarından çıkanları, 246. ayet ile birleştirerek okuduğumuzda, binlerce kişinin yurtlarından çıkma sebebinin, düşmanlarının onlara karşı galip gelmesi neticesinde olduğunu görmekteyiz. 243. ayette onların bu durumları Ölüm olarak tasvir edilmektedir. Talut kıssasını okuduğumuzda ise, İsrailoğullarının Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak, yeniden yurtlarına döndüklerini görmekteyiz. Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak galip gelen İsrailoğullarının yurtlarına geri dönmesi ise Diriliş, yani yeniden hayata dönüşleri olarak tasvir edilmektedir.

243. ayeti Talut kıssası ile bağlantılı okuduğumuzda, ayet içinde geçen Ölüm kelimesini Esaret, Diriliş kelimesini ise Özgürlük ile eşitlemenin daha isabetli bir yaklaşım olduğu kanaatindeyiz.

Bakara s. 243. ayetinde topluluğun adının zikredilmemiş olmasına rağmen, bu topluluğun İsrailoğulları olması, ilerleyen ayetler ile bağını kurmaya çalıştığımızda daha muhtemel olduğu görülmektedir. Fakat ayetlerin daha önemli tarafı ise, olayın sadece tek bir topluluğu değil, geçmiş ve gelecek olan bütün toplumları ilgilendirmesidir. Çünkü ayetler, düşmanları tarafından esaret altına alınan bir topluluğun özgürlüklerine nasıl kavuşabileceğini, yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğullarının başlarından geçen bir olay üzerinden anlatmaktadır. Bu kıssa aynı zamanda, tüm zamanlarda bu durum ile karşılaşacak olan topluluklara bir mesaj vermektedir.

Bütüncül bir okuma sonucunda Bakara s. 243. ayetinin, Talut kıssasının sonuç ayeti olduğu görülmektedir. Ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin ise bu bağlamada mecazi bir anlama sahip olduğu daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. 

Bakara s. 243. ayetine verilecek olan anlamın, Talut kıssası dikkate alınmak sureti ile yapılmaya çalışılması, ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin üzerinden verilmek istenilen mesajın daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız anlam çalışması şu şekildedir:

Bakara s. 243- Binlerce kişilik kalabalık topluluk olmalarına rağmen (düşmanları ile savaşmanın verdiği) ölüm korkusu ile yerlerinden yurtlarından çıkanları görmedin mi?. (Düşmanları ile savaşmaktan korkmalarından dolayı yerleri yurtları istila edilerek zelil duruma düştükleri için) Allah onlara Ölün * dedi, sonra onları (düşmanlarına karşı galip getirmek sureti ile yeniden kaybettikleri yurtlarını geri kazandırarak) hayata döndürdü. Allah insanlara lütufkar olmasına rağmen, insanların çoğu buna karşı nankörce davranırlar.

(*) Buradaki Ölün emri, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanımdır. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

Sonuç olarak: Düşmanları tarafından galebe çalınarak yerlerinden ve yurtlarında çıkarılmak sureti ile esaret altına alınan yani ölen bir topluluğun özgürlüğüne kavuşmasının, yani dirilmesinin yegane yolu, düşmanlarına karşı savaşarak galip gelmek sureti ile olacaktır. Esaretin ölüm ile eşitlendiğini dikkate aldığımızda, bugün İslam coğrafyasının bazı bölgelerinin işgal altında olmasının ne kadar acı bir durum olduğu da ortaya çıkacak, bu esaretten kurtuluşun Kur'an'da verilen reçetesi ise, tatbik edilecek günleri beklemektedir.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Bakara s. 233. Ayetinde Geçen " izâ sellemtüm mâ âteytüm bil ma’rûfi" Cümlesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Bakara s. 233. ayeti içinde geçen "iza sellemtüm ma ateytüm bil marufi" cümlesinin çevirisini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, bu cümlenin çevirisinin iki farklı şekilde meallere yansıdığını görecek, ve hangi çevirinin daha doğru konusunda tereddüte düşecektir. Yazımızda bu cümleye yapılan farklı çevirilerden hangisinin daha doğru olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili cümlenin iki farklı çevirisi şu şekilde yapılmaktadır:

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ

1- Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh yoktur.

2-Eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla size bir günah yüklenmez.

1. guruptaki çevirilerin anlamı, çocuğu emzirecek olan süt anneye çocuk için vereceği bu hizmete karşılık bir ücret ödenmesi ile ilgili iken, 2. guruba dahil olan çevirilerin anlamı, süt anneye teslim edilecek olan çocuğun güvenliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu iki farklı çevirinin sebebini araştırdığımızda ayet ile ilgili kıraat farklılıkları karşımıza çıkmakta, cümle içinde geçen bir kelimenin farklı okuyuşları bu anlam farklılığını doğurmaktadır. Kıraat farklılıkları ile ilgili görüşleri merak edenler, Zemahşeri, Razi, Kurtubi, Taberi gibi müfessirlerin bu ayet ile ilgili olarak yaptıkları tefsirlere bakabilirler. 

Biz ayet içi bütünlüğe dikkat ederek farklı çevirilerin hangisinin daha isabetli olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşacağız. Ayet içindeki şu cümle, bu konuda bize yardımcı olacaktır.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir.

Bu cümle eşinden ayrılan emzirme çağında çocuğu olan bir kadının, bu çocuğu emzirme süresince kendisi ve çocuğun maddi ihtiyaçlarının baba tarafından karşılanması gerektiğini beyan etmektedir. Her iki cümle içinde geçen بِالْمَعْرُوفِ kelimesi ortak payda olarak alınmak sureti ile, konumuz olan cümlenin hangi çevirisinin daha uygun olabileceğini bulmak mümkündür.

Emziren anne ve emzirilen çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması maruf ölçülerde babaya ait ise, çocuğu kendi annesinin emzirmemesi nedeniyle süt anneye verilmesi neticesinde, çocuğu emzirecek olan süt annenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması da yine maruf ölçülerde süt anneye verilen çocuğun babasına ait olmalıdır. Konumuz olan cümlenin böyle bir durumu beyan etmiş olması, kanaatimizce daha makuldür. 

Dolayısı ile konumuz olan cümlenin iki farklı çevirisinden daha isabetli olanı kanaatimizce, 1. şıktaki şekilde yapılan çevirilerdir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, isabetli olmadığını düşündüğümüz 2. şıktaki çevirinin yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmediğimizdir.

Buna göre Bakara s. 233. ayetinin tamamının çevirisi şu şekilde olmalıdır:

Bakara s. 233- (Boşanmış) Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir. Hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklenmez. Anne ve baba çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Çocuğun babası ölecek olursa annenin ihtiyaçlarını karşılamak) aynı şekilde mirasçıların üzerine vazifedir. Eğer anne ve baba karşılıklı rıza ile yaptıkları istişare sonucunda, çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, anne ve babaya herhangi bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt annelerine) emzirtmek isterseniz, emzirme ücretini uygun ölçüler dahilinde verdiğiniz takdirde, size bir günah yoktur. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 238. Ayetindeki "Hafizu Ales Salavati" İfadesine Farklı Bir Anlam Denemesi

Arapça orjinal metni حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ  olan, Bakara s. 238. ayetinin, Türkçeye yapılan çevirileri, büyük çoğunlukla "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." şeklinde yapılmaktadır. Biz, böyle yapılan bir çevirinin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde geçenحَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ  ifadesinin anlamını, aynı surenin 157. ayetinde geçen "Salavatün" kelimesinin anlamını dikkate alarak, farklı bir anlam denemesi yapmaya çalışacağız.

Ayetin حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesinin,  "Namazlara ve orta namaza devam edin" şeklinde yapılan çevirilerinde, farklı görüşler ortaya atılan ve hangi namaz olduğu hususunda ortak bir fikir birliği olmayan "Orta Namaz" deyiminin, diğer namazlara göre daha önemli olduğu gibi bir anlam uyandırmış olmasına karşın, bu sefer de diğer namazların orta namaza göre daha önemli olmadığı gibi anlam ortaya çıkarabileceği, bizi bu konuda farklı bir anlam çalışması yapmaya iten nedenlerden birisidir.

Bu ayetin o şekilde yapılan çevirilerinde, bazı zihinlere takılması muhtemel olan bu tür soru işaretlerinin, yapacak olduğumuz anlam denemesi ile giderilebileceğini düşünmekteyiz.

Bakara s. 155- Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihana tabi tutarız. Başlarına gelenlere karşı dayanma ve mücadele gücüne sahip olanları müjdele.

Bakara s. 156- Onlar ki, böyle sıkıntılı durumlar ile karşılaştıklarında (asla isyan etmezler)"Bizim her şeyimiz Allah'a aittir, biz ona döneceğiz" dediler.

Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde, Allah (c.c) kullarını yaşadıkları hayat içinde bir takım sıkıntılı durumlar ile sınayacağını bildirmekte, bu sınamalara karşı isyan etmeden dayanan ve bu sıkıntılardan kurtulmak için mücadele edenleri övmektedir. 157. ayette ise bu kimselere Allah (c.c) tarafından verilecek olan ödülden bahsedilmekte, bu ödül ise ayet içinde "Salavatün" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bakara s. 157. ayeti içinde geçen bu kelime, bizi surenin 238. ayetinde geçen aynı kelimenin anlamı ile aralarında bir bağ kurulabileceği düşüncesine sevk etmiştir.

Bakara s. 157- İşte onlara Rablerinden destek ve bağışlama vardır, ve onlar doğru yol üzerindedirler.

Dikkat edilirse 157. ayet içinde geçen kelime, namaz anlamında değil, destek ve bağışlanma anlamında kullanılmakta, ve 155. ve 156. ayetler ile bir bağlam dahilindedir. Yine dikkat edilirse, Bakara s. 226. ayetten beri süregelen boşanma ile ilgili hüküm ayetlerinin sonuna geldiğinde حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ buyurulmakta, bu buyruktaki الصَّلَوَاتِ kelimesine verilebilecek anlamın, önceki ayetlerde geçen boşanma ile ilgili hükümler arasında bir bağının kurulabileceğini akla getirmektedir. 

Hatırlayacak olursak, Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde başa gelen sıkıntılara, kullar tarafından verilen olumlu karşılıkların ödülü, Allah(c.c) den salavat üzere olmaktır. Öyleyse Bakara s. 238. ayetinde geçen حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesine, "Salavat üzerinde olmayı gözetin" şeklinde, taslak bir anlam vermek mümkündür. Bu taslak anlamdan sonra anlamı biraz daha açarak ayete yansıtabiliriz.

Malum olduğu üzere, Allah (c.c) 226. ayetten beri süregelen, insanların yaşamları içinde karşılaşabilecekleri ailevi durumlar ile ilgili hükümleri sıralamakta, ve bu hükümlere riayet etme konusunda titizlik gösterilmesini istemektedir. Allah (c.c) kulları ile ilgili hükümlerine riayet edenlere ve etmeyenlere vereceği karşılığı ise müteaddit ayetlerinde beyan etmektedir.

Kulları için sıraladığı hükümlere riayet edenlere vereceği karşılığı, Bakara s. 157. ayette Salavatün kelimesi ile bildiren Rabbimiz, aynı surenin 238. ayetinde, Allah'ın koyduğu hükümlere riayet etmek sureti ile, yine bu karşılığı almaya özen gösterilmesini istemektedir.

Bütün bunları dikkate alarak, Bakara s. 238. ayetine şu şekilde bir anlam vermek mümkündür.

Bakara s. 238- (Sizin için koyduğumuz bu hükümlere riayet etmek sureti ile Rabbinizden) Bağışlama ve destek üzere bir hayata ve (sizi kötülüklerden alıkoyacak olan) namaza özen gösterin. Allah'a itaat için ayağa kalkın.

Mevdudi, Tefhim-ül Kur'an adlı eserinde, konumuz olan ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır. Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir. Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir."
Mevdudi, dikkat edilirse bu ayet ile ilgili olarak yazdıklarında daha önceki ayetler ile bir bağ kurmakta, Allah'ın hükümlerine riayet etmek ile namaz arasında bir bağ kurmaktadır. Biz bu ayete verdiğimiz anlamda Ankebut s. 45. ayeti ile parantez içinde bağ kurmaya çalıştık.

Tevbe s. 99. ayetine baktığımızda Salavat kelimesi o ayette de karşımıza çıkmakta, ve o ayette de dua ve destek anlamında kullanılmaktadır. 

[009.099]  Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Resulün dualarına (salavüttürresul) nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

Sonuç olarak: Bakara s. 238. ayeti içinde geçen Salavatün ve Salat kelimeleri bir çok mealde Namaz olarak verilmesine karşın, biz sadece Salat kelimesine namaz anlamı vererek, diğer kelimeye Bakara s. 157 ve Tevbe s. 99. ayetlerinde geçen anlamlar doğrultusunda bir anlam vermeye çalıştık. 

Kur'an üzerinde yapılan her yorumun kişisel görüşler olduğunu, doğru veya yanlış olma ihtimalini hiç bir zaman unutmadığımızı hatırlatarak, bu ayetin yapılan çevirilerine sadece katılmadığımız, fakat o çevirileri yanlış, bizim yaptığımız anlam çalışmasını doğru olarak göstermeye çalışmadığımız bilinmelidir. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

22 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 232. Ayetine Verilen Çelişkili Mealler Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı, Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, Bakara s. 232. ayetini karşılaştırmalı okuduğunda, karşısına bu ayet ile ilgili olarak birbirinden farklı mealler çıkacak, haklı olarak bu meallerden hangisinin doğru olduğu konusunda karar vermekte zorlanacaktır. Yazımızda bu ayet ile ilgili yapılan mealleri ele almaya, hangi mealin daha doğru olduğu konusundaki görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bakara s. 232. ayetinin Arapça metni şu şekildedir:

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۗ ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Bakara s. 232. ayeti, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta, eşlerini boşamış olan erkeklerin, boşadığı eşlerinin yeniden bir başka erkekle evlenmeleri hususunda, onlara mani olmamalarını emretmektedir.

Fakat bu ayet ile ilgili yapılan bazı meallere baktığımızda bu durumu yansıtmadıklarını görmekteyiz. Erişme imkanı bulduğumuz mealleri 1- Anlamı tam olarak yansıtamamış, 2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış, 3- Anlamı doğru olarak yansıtmış mealler başlığı altında, 3 bölümde incelemeye çalışacağız.

                                       1- Anlamı tam olarak yansıtamayan mealler.

---Abdulbaki Gölpınarlı: 
Kadınları boşadınız da zamanlarını geçirdiler mi aralarında güzellikle uzlaşırlarsa kocalarına varmalarına engel olmayın. Bu, içinizde Allah’a ve son güne inananlara verilmiş bir öğüttür. Bu, sizin için daha hayırlıdır, daha temiz bir iştir. Siz bilmezsiniz ama Allah bilir.

---Abdullah Parlıyan: 
Ve eşlerinizi boşadığınızda, bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan, herbiriniz için bir uyarıdır. Bu sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.

Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin--Ali Bulaç: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.

---Bekir Sadak: 
Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ermişse, kocaları ile birbirleriyle güzellikle anlaşmışlarsa evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse bundan ibret alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Celal Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda şer’î bekleme süresi sona erince aralarında örfe uygun iyilik ölçüleri içinde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bununla sizden Allah’a ve Âhiret gününe inananlara öğüt veriliyor. Bu sizin için daha uygun ve daha pâk ve nezîhtir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Edip Yüksel: 
Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın. İçinizden ALLAH’a ve ahiret gününü onaylayan kimseler bundan öğüt alır. Bu sizin için daha arı ve daha sağlıklıdır. Siz bilmeseniz de ALLAH bilir.

---Elmalılı Hamdi Yazır: 
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

---Gültekin Onan: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini (ecele) de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Tanrı’ya ve ahiret gününe inananlara bununla (böyle) öğüt verilir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Tanrı bilir de siz bilmezsiniz.

---Harun Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda iddetlerinin sonuna ulaştıklarında aralarında örfe uygun olarak anlaştıkları takdirde artık onları kocalarıyla nikahlanmaktan alıkoymayın! İşte bu içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere kendisiyle verilen bir öğüttür. İşte bu, sizin için daha faydalı ve daha temizleyicidir. Şüphesiz Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.

---Hasan Basri Çantay: 
Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru’ bir suretde anlaşdıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın, işte içinizden Allaha ve âhiret gününe îmân etmekde olan (lar) a bununla öğüd veriliyor. Bu sizin için daha fazıyletli ve daha temizdir. (Ondaki maslahatı) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Kadri Çelik: 
Kadınları boşadığınızda, böylece bekleme müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları zaman, kendi aralarında güzellikle anlaşmaları durumunda, evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Şaban Piriş: 
Kadınları boşadığınız vakit, onlar da bekleme sürelerini bitirince aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere, bununla öğüt veriliyor. Bu, sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

---Ümit Şimşek: 
Kadınları boşadığınız zaman, iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru şekilde anlaşacak olurlarsa kocalarına dönmelerine engel olmayın. Sizden Allah'a ve âhiret gününe inanmış olanlara verilen öğüt işte budur. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temiz bir iştir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki, ayetin çevirisi ile ilgili  problem olarak gördüğümüz kısım, ayetin وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesidir, ve bu cümle yukarıdaki meal örneklerinde "Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın." şeklinde çevrilmektedir. Yukarıda verdiğimiz meallerde gramer yönünden herhangi bir çeviri hatası bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayetin bu şekilde yapılan bir çevirisi, okuyucu tarafından net bir şekilde anlaşılmayacaktır şöyle ki:

Dikkat edileceği üzere ayet, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta ve onlara seslenerek, eşlerini boşamış olan erkeklere, boşadıkları eşleri tekrar evlenmek istedikleri zaman, onlara engel olmamalarını emretmektedir.

Buradaki asıl önemli nokta, eşleri tarafından boşanmış olan kadınların, evlenecekleri erkeklerin eski eşleri mi, yoksa başka erkekler mi olduğudur. Ayet içinde bu durum biraz kapalı şekilde,  أَزْوَاجَهُنَّ kelimesi ile ifade edildiği, ve bu kelime ayet içinde "kadınların kocalarına" anlamına geldiği için, yukarıdaki örnek mealler anlamı daha açık ve net olarak yansıtmaktan kaçınarak, motamot bir çeviri yaparak yanlış bir çeviri yapmış olmaktan kurtulmuş olmalarına karşın, anlamı tam olarak yansıtamama durumuna düşmüşlerdir. Çünkü böyle bir çeviri, okuyucu tarafından boşanan kadınların evlenecekleri erkeklerin kimler olduğu sorusunun sorulmasına sebep olmakta, ve bu sorunun cevabı ayet içinde bulunamamaktadır.

                                    2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış olan mealler.


Bu gurupta vereceğimiz mealler, Bakara s. 232. ayetinin anlamını yanlış olarak yansıtan meallerdir. 

---Adem Uğur: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Bayraktar Bayraklı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayınız! İşte bununla, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız, kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---Cemal Külünkoğlu: 
Kadınları boşayıp da bekleme sürelerini doldurdukları zaman eğer daha önceki kocaları ile örfe uygun (meşru) bir biçimde anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın! Bununla içinizden Allah`a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah (neyin sizin için hayırlı olacağını) bilir, siz bilmezsiniz. 

---Diyanet İşleri: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Diyanet Vakfı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Sadık Türkmen: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında örfe uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, (eski) eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel çıkarmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Süleyman Ateş: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.

---Yaşar Nuri Öztürk: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikahlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah’a ve âhıret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir, Allah bilir ama siz bilmezsiniz. 

---Ali Fikri Yavuz: 
Kadınları (Ric’î talâkla) boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşrû bir şekilde anlaştıkları takdirde, ey veliler, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın. Bu anlatılanlar, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olanlara verilen bir öğüttür. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah sizin menfaatinizi bilir, siz bilemezsiniz.

---Hayrat Neşriyat: 
Hem kadınları (ric`î, dönüşü mümkün bir boşama ile) boşadığınızda, bekleme müddetlerini de bitirdiklerinde, artık aralarında meşrû` olarak anlaştıkları takdirde, bu durumda kocalarıyla (tekrar) evlenirler diye onlara mâni` olmayın! Bu, içinizden Allah`a ve âhiret gününe îmân etmekte olan kimselere, kendisiyle nasîhat olunan(bir e mir)dir. Bu, sizin için daha hayırlı ve da ha temizdir. Çünki (sizin için neyin daha hayırlı olduğunu, ancak) Allah bilir, siz bilmezsiniz.


---Ömer Nasuhi Bilmen: 
Ve kadınları boşadığınızda, onlar da iddetlerini sonuna erdirince onların kendi aralarında maruf veçhile karşılıklı rızayla kocaları ile tekrar evlenmelerine mani olmayınız. Sizden Allah’a ve Ahiret gününe inanmış olanlara işte bununla öğüt verilir. Bu husus sizin için daha faydalı ve daha temizdir ve Allah Teâlâ bilir, siz bilmezsiniz. 


---Suat Yıldırım: 
Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın. Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bu ayetlerle öğüt verilir. Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Bu guruptaki meallere baktığımızda bu meallerin ortak paydaları, ilgili cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermiş olmalarıdır. Bu şekil bir anlam maalesef doğru bir anlam değildir. Şöyle ki:

Ayetin muhatabı, bilindiği gibi eşlerini boşamış olan erkeklerdir. Muhatabın, eşlerini boşayan erkekler olduğu bir cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermek çelişkili bir anlamdır. Çünkü ayet hem eski kocaya hitap edecek, hem de eski kocaya hitaben "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın."  yani "Sizinle evlenmelerine engel olmayın" diyecek, bu anlamın kabul edilebilir olmaktan uzak olduğu aşikardır.

Bu şekil hatalı bir meal verme gerekçelerinden bir tanesi de, ayetin boşanmış olan kadının velisine hitap ettiği düşüncesidir ki, Ali Fikri Yavuz tarafından yapılan mealde, bu anlayışı görmekteyiz. Ayet içinde "Ey veliler" şeklinde anlam verilecek herhangi bir ibare bulunmamasına rağmen, maalesef bu ibare ayet içinde var gibi parantez dahi açılmadan konulmuştur. 

Ayetin boşanan kadınların velisine hitap ettiği düşüncesi, maalesef mezhebi kaygılardan dolayı ortaya çıkmıştır. Yani ayet mezhebi görüşler doğrultusunda çevrilmeye çalışılmıştır, yani mezheplerin bu konuda sahip olduğu görüşleri, ayete söyletmek adına böyle bir çeviri yapılmış, yapılan bu iş ise ancak "Kitaba uymak değil, kitabına uydurmak" deyimi ile ifade edilebilir. 

Çünkü ayet içindeki طَلَّقْتُمُ ve فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ  kelimelerinin muhatabı, eşlerini boşayan erkekler olup, boşanan kadınların velisi olarak anlamlandırılabilecek olan herhangi bir kelime ayet içinde yoktur. Suat Yıldırım tarafından yapılmış olan meal, bu garip durumu en net bir şekilde ortaya koyan bir meal örneğidir.

                                    3. Anlamı doğru olarak yansıtan mealler.

Bu gurupta vereceğimiz meal örnekleri, Bakara s. 232. ayetinin anlamını doğru olarak yansıtan meallerdir. 

---Ahmet Varol: 
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerini tamamlarlarsa, aralarında iyilik üzere anlaşmaları durumunda (kendileriyle evlenmeye niyetlendikleri) eşleriyle nikahlanmalarını engellemeye çalışmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edene öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha elverişli ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---İlyas Yorulmaz: 
Kadınlarınızı boşadığınız ve bekleme süreleri dolduğu zaman, başka erkeklerle evlenmek için örfe uygun aralarında anlaşırlarsa, onların evlenmelerine engel olmayın. Sizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseler için verilen öğüt budur. Böylece sizin için en temiz ve en güzel yolda budur. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

Muhammed Esed:
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 
---Muhammed Esed: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 


---Mustafa İslamoğlu: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, aralarında münasip bir biçimde anlaştıkları takdirde, eş(namzet)leriyle evlenmelerine engel çıkarmayın! Bu, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan herkese bir uyarıdır; işte bu sizin için en yararlı ve en temiz olandır. Allah her şeyi bilir ve fakat siz bilemezsiniz. 


---Erhan Aktaş: 
Boşadığınız kadınlar, bekleme sürelerini tamamlayınca; aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde; onların eşleriyle1 evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere yapılan bir öğüttür. Bu sizin için daha iffetli, daha temiz bir yoldur. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

1- Evlenmeye karar verdikleri kimselerle. Bu kimseler, boşanılan kimseler yani eski eşler değil, evlenmeye uygun görülen kimselerdir.

---Süleymaniye Vakfı Meali:
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa, koca adaylarıyla[1*] marufa uygun olarak anlaştıkları taktirde evlenmelerine engel olmayın[2*]. Bu, içinizden Allah'a ve Ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Sizin için iyi ve temiz[3*] olan budur. Bunları bilen Allah'tır siz bilemezsiniz.

[1*] Kadın kocasıyla zaten evli olacağı için ayetteki eşleri ifade mecazdır, koca adayı anlamında kullanılmıştır. 

[2*] Kadın eşini kendi seçer. Yaptığı seçim sadece marufa uygunluk açısından denetlenir. 


[3*] Buradaki kelimelere ism-i tafdil anlamı uygun olmadığı için sıfat-ı müşebbehe anlamı verilmiştir.


Bu guruptaki mealler, erkeğin boşadığı kadının bir başka erkekle evlenmek istediğinde, eski eşin ona engel olmaması gerektiği yönünde yapılmış, ve anlamı doğru olarak yansıtmaktadır. Erhan Aktaş ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çeviride, dipnot ile bu durumun izah edilmiş olması, okuyucu tarafından ayetin daha net ve doğru şekilde anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.

Mealleri karşılaştırmalı olarak vermemizin amacı, bir ayeti mezhebi ön kabul ile çevirmek ile, herhangi bir ön kabul olmadan çevirmenin farkını göstermektir.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

Ali Bulaç:
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin

28 Nisan 2018 Cumartesi

İman Nedir Mümin Kimdir? Küfür Nedir Kafir Kimdir?

Yazımıza konu etmeye çalışacağımız kavramlar, Kur'an içinde sıkça geçen ve büyük bir öneme haiz kavramlardan olmasına rağmen, bu kavramların anlam alanı konusunda farklı mülahazaların bulunduğu, her fırkanın bu kavramları kendi anlayışları çerçevesinde tarif etmeye çalıştığı da bir gerçektir. 

Bu kavramlar hakkında yazılabilecek bir çok şey olmasına rağmen, biz yazımızı, bu kavramların anlam alanı üzerinde sınırlı tutarak, özellikle Mümin Kimdir? sorusu üzerinde durmaya çalışacağız. Bu kavram üzerinde durmaya çalışırken, bazı kimseler tarafından ortaya atılan, Müslüman bir kimliğe sahip olmadığı halde insanlık için faydalı işler yapan kişilerin ahiretteki durumlarının ne olduğu sorusuna da cevap vermeye çalışacağız.

[004.124] Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.

[016.097] Kadın, erkek, mümin olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.

[017.019] Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.

[020.112]  Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.

[021.094] Artık kim mü'min olarak yararlı işlerden bir iş yaparsa, onun çalışmasına nankörlük edilmeyecek; şüphesiz Biz onun hesabına yazarız.

[040.040]  Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak salih amel işlerse işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.

Yukarıdaki ayet meallerine baktığımızda, ayetlerdeki ortak noktanın cennete girme şartının "Mümin olarak salih amel işlemek" şartına bağlandığını görmekteyiz. Böyle bir durum, mümin olmayan fakat salih amel işleyenlerin durumlarının ne olduğu sorusunu beraberinde getirmektedir. Bu sorunun cevabı için öncelikle Mümin  kavramının anlamı üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu kavramın Müslümanlar arasındaki yaygın olan tarifinin, kanaatimizce pek doğru olmadığını düşündüğümüzü baştan söyleyerek, bu kavrama bir çok kimse için sıra dışı olarak görülebilecek bir tarif getirmenin, bu konuda oluşan bazı sorulara daha kolay cevap bulunabilmesi açısından gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

Kanaatimizce Mümin kavramının anlam alanını tespit edebilmek için insanları, 1- Vahiy ile muhatap olanlar, 2- Vahiy ile muhatap olmayanlar olarak ikiye ayırmak gerekmektedir. Ne yazıktır ki böyle bir ayrımın yapılmaması neticesinde ortaya konulan Mümin, Kafir kavramlarının tarifi, bir çok insanın kafasında oluşmuş olan sorulara cevap verememekte, haşa Allah (c.c) nin adaletinin kullar tarafından sorgulanmasına sebep olmaktadır.

Vahiy ile muhatap olan bir kimseye Mümin denilebilmesi için, o kişinin vahiy tarafından ortaya konulan bütün dini esaslara kayıtsız şartsız inanması gerekmektedir. Kendisine vahiy ile ulaşmış olan bilgiyi anlayarak ve bilerek ret eden bir kimsenin mümin olarak görülmesi mümkün değildir. 

Vahiy ile muhatap olan kişilerin yaşadığı bölgeler, genel olarak islam coğrafyası olup, bu coğrafyada yaşayan insanların hemen hemen tamamı bir şekilde vahiy ile muhatap olmuş, ve onların vahiy ile muhatap olmuş olmaları, onları Kur'an içindeki hükümlerle aynı zamanda sorumlu kılmaktadır.

Fakat bir de bu coğrafya dışında yaşayan insanların bulunduğu, onların da bizler tarafından Kafir olarak görüldüğü bir gerçeği vardır. Bu durumda bir kişinin kafir olarak görülmesinin kriterinin ne olması gerektiği gündeme gelmektedir. Bizler tarafından kafir olarak görülen insanlara herhangi bir şekilde vahyin ulaşıp ulaşmadığı, ve onların kendilerine ulaşan vahyi ret ettiği konusunda kesin bilgi sahibi olmadan, o kişinin kafir olduğuna hükmetmek doğru bir karar olmayacaktır. Maalesef bir çok Müslümanın zihnindeki kafir portresi, İslam coğrafyası dışında yaşayan bütün insanları kapsamakta, İslam coğrafyası dışındaki insanların tamamı kafir olarak görülmektedir.

Bu meyanda dünyanın İslam coğrafyası dışında yaşayan ve İslam dini dışındaki dinlere tabi olan, fakat bir çok Müslümandan daha dürüst, daha erdemli, insanlığa daha faydalı olanların cehenneme mi gideceği sorusu, bir çok insanın zihninde cevap aramaktadır.

İslam coğrafyası dışında yaşayan bütün toplulukların, ve o topluluklarda yaşayan bütün fertlerin hepsinin kafir olduğunu düşünmek veya  iddia etmek, kanaatimizce doğru bir yaklaşım değildir. Bu topluluklar içinde yaşayan, fakat Mümin olan insanlarında var olabileceği, maalesef bir çok Müslümanın aklının ucundan dahi geçmemektedir.

Bizim böyle bir düşünce ortaya atmış olmamız, Müslüman olmayan bir toplumda yaşayan bir insanın, nasıl mümin olarak görülebileceği sorusunu da beraberinde getirecektir.

Burada, İslam toplumu içinde doğmuş olan bir insan ile, ineğe, taşa, tahtaya tapan, yani müşrik bir toplumda doğan insanın fıtri olarak eşit şartlarda dünyaya geldiklerini bilmek, ve hesap gününde insanların kendilerine ulaşan bilgiden sorumlu tutulacaklarını dikkate almak önemli bir husustur. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında toteme tapan bir toplumda doğan çocuk ile, Mekke'nin göbeğinde doğan çocuğun fıtratı eşit düzeyde olup, bu şartlarda doğan çocuklar ahirette kendilerine ulaşan bilgi kadar sorumlu olacaklardır. 

Mekke'nin göbeğinde doğan çocuk, vahiy ile muhatap olmuş bir toplumda doğduğu için, dolayısı ile ilerleyen yaşlarında o da vahiy ile muhatap olacak, ve vahyin kendisini sorumlu tuttukları ile hayatına yön vermek zorunda kalacak, ahirette ise kendisine ulaşan vahiy ile sorumlu tutulacaktır.

Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında toteme tapan bir toplumda doğan çocuk, vahiy ile muhatap olmadığı için, bu çocuğun ahiretteki durumu, fıtratına yüklenmiş olan bilgi ile sınırlı kalacak, vahyin ona yüklediği hac, oruç, namaz, içki yasağı, domuz eti yasağı v.s gibi görevleri yerine getirip getirmediğinden sorulmayacaktır. 

"Peki bu kişi ahirette hangi konulardan sorumlu olacaktır" diye sorulduğunda bunun cevabını Araf s. 172. ve 173. ayetlerde bulmaktayız. 

[007.172-173] Hem Rabbin Ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine karşı şahit tutarak: «Rabbiniz değil miyim?» diye şahit gösterdiği zaman «Evet Rabbimizsin, şahidiz !» dediler. Kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu!» demeyesiniz,Yahut, «Ancak, atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik; şimdi o batılı tesis edenlerin yaptıklarıyla bizi helak mı edeceksiniz?» demeyesiniz diye.

Bu ayetler bizlere dünyaya gelen insanların fıtratına, Allah'ı rab olarak tanıma bilgisinin konulduğunu haber vermektedir. Buna göre hiç bir şekilde vahyi bilgi ile buluşmamış bir kişiye ahirette sadece Allah'a başka bir şeyi ortak koşup koşmadığından sorulacak, şayet bu kişi hayatında kavminin tapmış olduğu totemi, İbrahim (a.s) ın Enam suresi içinde geçen kıssasında gördüğümüz gibi, "Bunları da bir yaratan var" diyerek ret etmiş ise, bu kişi hayatında namaz hac, oruç gibi vahyi bilgileri yerine getirMEmiş olsa da bu kişi MÜMİNdir. 

Şimdi acaba hangimiz, bugün müşrik toplumda yetiştiği, ve sadece adı yabancı bir isim olduğu için bir kimseye kafir veya müşrik diyebiliriz?.

El cevap= Bu kimselerin bilerek ve isteyerek Allah'a ortak koştukları konusunda elimizde kesin bilgiler şayet varsa bu kimselere kafir veya müşrik diyebiliriz, aksi takdirde elimizde herhangi kesin bir bilgi olmadan, bu kimseler sadece İslam coğrafyası dışında yaşıyor diye bu kimleri toptan kafir ve müşrik olarak görmek sadece zanna tabi olmaktır. Dolayısı ile bu kimselerin direk cehenneme gideceklerini iddia etmek hatalı olacaktır.

Sonuç olarak: Mümin kavramının anlam alanına sadece İslam coğrafyası dahilinde yaşayan insanların girdiği düşüncesi kanaatimizce doğru bir düşünce değildir. Mümin kavramının anlam alanını kendisine vahiy ulaşmış, ve ulaşmamış olarak ikiye ayırmanın daha sağlıklı bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.

Bir kimsenin mümin veya kafir olarak görülmesinin kriterinin, o kişinin yaşadığı toplumun ağırlıklı inancı ile değerlendirilmesi isabetli bir yaklaşım değildir. İslam coğrafyası içinde yaşayan mümin olmayan kişiler olabileceği gibi, İslam coğrafyası dışında yaşayan müminlerde olabilir. Bu kişilerin, Hans, George, Michael, Barbara v.s gibi yabancı isimler olsa da, fıtratları bozulmamış ise bunlara kafir demek doğru olmayacaktır. Belki onlar bu isimlerle gayri müslim bir toplulukta yaşasalar dahi, mensup oldukları topluluğun yaşadığı inancı sahiplenmemekle bile içlerinde doğru bir Allah inancı olabileceği mümkündür.

Kendisine vahiy ulaşmamış fakat fıtratında mevcut bulunan Allah'ı rab olarak tanıma yetisini kullanarak puta tapan bir toplumda yetişen, fakat o putlara tapmayı ret ederek onların da bir yaratıcısı olduğuna inanan her bireyin de bir MÜMİN olduğu unutulmamalıdır.

Bu sebepten dolayı bazı kimseler tarafından sorulan "Edison cehenneme mi gidecek?, Rachel Corrie cehenneme mi gidecek" gibi soruların cevabını, bizler değil onları yaratan en doğru, en adil şekilde verecektir. Çünkü bizler o gibi kimselerin kafir veya müşrik olduğu konusunda şayet kesin bir bilgi sahibi değilsek ki çoğumuz değiliz, bundan dolayı bizlerden onların ahiretteki durumları konusunda herhangi bir cevap beklenemez.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


15 Nisan 2018 Pazar

Bakara s. 134. ve 141. Ayetlerinin Bize Dönük Mesajı Üzerine

Kur'an ayetlerinin Medine'de inen büyük bir kısmı, Yahudi ve Hristiyanları muhatap almakta, onların yaptıkları yanlışlara dikkat çekerek, yanlışın yerine doğruyu ikame etmektedir. Onlar ile ilgili ayetlerin sadece ilk muhataplar ile sınırlı olduğunu düşünmek, eksik bir anlama yöntemi olacaktır. Şayet o ayetlerin onlara ne dediği doğru anlaşılacak olursa, onların düştüğü aynı hatalara Müslümanlar olarak bizlerin de düştüğünü görebilir, o ayetler ile bizlerin de muhatap olduğunu anlayabilir, hatalarımızı yeniden gözden geçirmek ihtiyacını duyabiliriz.

Yazımızda, birbirinin aynısı olan Bakara s. 134. ve 141. ayetlerini ele alarak, bu ayetlerden bizlere ne gibi mesajlar çıkarılabileceği üzerinde düşünmeye çalışacağız.

تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ ۖ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْ ۖ وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Bu ayetlerin son cümlesi olan وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ibaresinin çevirisinin ekseriyetle "Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz" şeklinde yapıldığını, fakat bu çevirinin bağlam ile pek uyuşmadığına, bundan önceki bir yazımızda değinmeye çalışmış, aşağıdaki şekilde bir anlam vermeye çalışmıştık. Bu yazının konusu ise, ilgili ayetlerin mesajı üzerinde durmaya çalışmaktır.

---Bakara s. 134-141  Onlar bir topluluktu geldi geçti. Onların kazandıkları sadece kendileri içindir, sizin kazandıklarınız da sadece kendiniz içindir. Siz onların yapmış oldukları amellerden (hesap gününde) herhangi bir pay sahibi olmayacaksınız.

Ayet içindeki Onlar ifadesinden, ayetin önceki ayetler ile bir bağlantısı olduğu anlaşılmakta, ve ayetlerin bu bağlantı dikkate alınarak okunması gerekmektedir. Yahudi ve Hristiyanların İbrahim (a.s) ve onun neslinden gelen elçileri sahiplenerek onların kendilerinden oldukları iddiaları bu ayetler ile yakından alakalıdır.

Bakara 132- İbrahim, sahip olduğu bu inancı oğullarına da öğütleyerek, aynı yolu takip etmelerini tembihledi. (İbrahim'in yolunu izleyen torunu) Yakup'ta aynı şekilde bu inancı oğullarına öğütleyerek, "Ey oğullarım Allah muhakkak sizin için bu dini seçti, siz asla ona teslim olmuşlardan başka bir inanca sahip olarak can vermeyin(diye oğullarını tembihledi).

---Bakara 133- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar) Yoksa siz Yakub'un ölümü anında onun yanında mı idiniz? (de onun sizin gibi inandığını söylüyorsunuz). Yakup oğullarına "Ben öldükten sonra da kime kulluk etmeye devam edeceksiniz?" dediğinde, oğulları ona "Senin ilahına, ve ataların İbrahim, İsmail, İshak'ın ilahına, bir tek ilah olarak onu tanıyarak ona kulluk etmeye devam edecek, ve sadece ona teslim olacağızdediler.

---Bakara 134- Onlar bir topluluktu geldi geçti. Onların kazandıkları sadece kendileri içindir, sizin kazandıklarınız da sadece kendiniz içindir. Siz onların yapmış oldukları amellerden (hesap gününde) herhangi bir pay sahibi olmayacaksınız.

---Bakara 135- (Yahudiler ve Hristiyanlar) "Yahudi ve Hristiyan olun ki, doğru yolu bulmuş olasınız"  dediler. (Onlara) De ki: Hayır söyledikleriniz doğru değil, Doğru yolu bulmak Hanif ve Allah'a ortak koşmayan İbrahim'in tabi olduğu yaşam tarzına uymak ile mümkündür.

---Bakara 136- (Sizi kendilerine çağıran Yahudi ve Hristiyanlara) Şöyle deyin: Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve Nebilere Rablerinden verilenlere inandık. Onların aralarında (sizin yaptığınız gibi) ayrım yapmayız (hepsine inanırız). Bizler Allah'a teslim olanlarız.

---Bakara 137- Onlar Allah'a, sizin inandığınız gibi inanırlar ise, doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer (böyle inanmak yerine) yüz çevirecek olurlarsa size muhalefet etmişlerdir. (Sana düşmanlık edecek olurlarsa) Allah, onların düşmanlıklarına karşı sana kafi gelecektir. O işiten ve bilendir.

---Bakara 138- Allah'ın dini, dini Allah'tan daha güzel olan kimdir?. Biz sadece ona kulluk edenleriz (deyin).

---Bakara 139- (Yahudi ve Hristiyanlara) De ki: Allah sizin de bizim de Rabbimiz olduğu halde, onun (elçilerini kimlerden seçeceği) hakkında mı tartışıyorsunuz?. Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarınızın karşılığı sizedir. Biz dinimizi sadece ona has kılanlarız.

---Bakara 140- Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları Yahudi veya Hristiyan idi mi diyorsunuz?. (Onlara) De ki: (Onların ne olduklarını) siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah'mı (daha iyi biliyor)?. Kendisinde mevcut olan saklanmaması gereken bir bilgiyi, Allah'tan gizleyen bir kimseden daha zalim kim olabilir?. 

---Bakara 141- Onlar bir topluluktu geldi geçti. Onların kazandıkları sadece kendileri içindir, sizin kazandıklarınız da sadece kendiniz içindir. Siz onların yapmış oldukları amellerden (hesap gününde) herhangi bir pay sahibi olmayacaksınız.


Yahudi ve Hristiyanlar, İbrahim (a.s) ve onun zürriyetinden gelen elçilerin, kendileri ile aynı inanca sahip olduklarını iddia etmekte, fakat Allah (c.c) Yahudi ve Hristiyanların, o elçilerin taşıdıkları inanç ile alakaları olmadığını bildirmektedir. Bu topluluklar sahip oldukları yanlış inanca bu elçileri ortak ederek, bir şekilde onlara iftira atmakta idiler. 

Çünkü bir yanlışı insanlara empoze edebilmenin en etkili yollarından birisi, o yanlışa o toplumun sevdiği ve saygı duyduğu insanların da sahip çıktığı şeklinde yapılan propagandadır. Cahil halk kesimi, bu tür propagandalara çabuk inanmakta, "Onlar inanıyorsa veya öyle diyorsa vardır bir bildikleri" diyerek, yanlışa kolayca teslim olmaktadır.

Ayetler, Yahudi ve Hristiyanların bu elçilere sözde tabi olduklarını iddia ederek, özde tabi olunmamasını eleştirmekte, göstermelik bir tabi olmanın, ahirette herhangi bir getirisi olmayacağını, elçilerin yaptıklarının kendilerine hayır getireceğini, bu elçilerin yaptıklarından kendilerine herhangi bir pay olduğuna inananların, bu inançlarının boşa çıkacağını hatırlatmaktadır. Ahirette iyi bir paya sahip olmanın yolunun, elçilerin kendilerinden oldukları gibi sözlerle avunmaktan değil, o elçilerin yolunu takip etmekten geçtiği özellikle vurgulanmaktadır.

Ayetler, elçileri sahiplenmenin doğru adresini kendi indi kabulleri doğrultusunda değil, Allah'ın gösterdiği doğrular olarak göstermektedir. Elçileri kuru kuruya sahiplenmenin kimseye bir faydası olmadığı, onlara tabi olmanın, onların gönderiliş amaçlarına uygun olarak şekillenmesi gerektiğini bildirmektedir. Ayetlerde zikri geçen ve geçmeyen bütün elçilerin ortak paydası, insanları yalnız Allah'ı İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmeye çağırmaları, ve onlara bu konuda önderlik yapmalarıdır. Bu önderlikleri dikkate alınmayan elçilere tabi olduğunu iddia etmek, kuru laftan başka bir anlam taşımayacaktır. 

İbrahim (a.s) ın müşrik olmadığının bir çok yerde hatırlatılması, elçilerin gerçek inancı ile onları sahiplenenler arasında bir alaka olmadığına dikkatleri çekmeyi amaçlamakta, asıl olanın elçilerin sahip olduğu inancı benimsemek olduğu özellikle vurgulanmaktadır.

Hülasa, Yahudi ve Hristiyanların eleştirilen yönleri, elçileri örnek alan bir hayatı tercih etmeleri gerekirken, elçilerin geliş amaçlarını boşa çıkaran bir hayatı tercih etmeleridir. 

Bu ayetlerin Müslüman hayatındaki yeri nedir? sorusu sorulduğunda ise, şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır;

Bilindiği üzere hadis literatürümüzde Uydurma Hadis olarak bildiğimiz bir hadis türü vardır. Bu kategoride değerlendirilen hadislerin Muhammed (a.s) a ait olmadığı, onun adına yalan olarak uydurulduğu bilinmektedir. Bu konuda asıl mesele Müslümanların neden böyle bir yalan üretmek ihtiyaç hissettiği, yani neden Muhammed (a.s) ın adını kullanarak yalanlarına onu da alet ettikleridir.

Malum olduğu üzere Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında bir takım saikler sonucunda Müslümanlar farklı fırkalara bölünmüş, birbirleri ile kanlı bıçaklı olmuşlardır. Bu fırkaların her biri kendisinin haklı olduğunu ileri sürmekte, bu haklılığının ise dini bir temele dayandırarak insanları ikna etme yoluna gitmekteydi. Her fırka kendi haklılığına, düşman fırkanın ise haksızlığına, dini bir kılıf uydurmak amacıyla Muhammed (a.s) ı alet ederek, onun adına bir takım sözler uydurmuştur. 

Bu durumun konumuz olan ayetleri ile ilgisi nedir? diye sorduğumuzda, fırkaların Muhammed (a.s) a tabi olmak yerine, Muhammed (a.s) ı kendilerine tabi kılmak gibi bir düşünce içinde oldukları cevabını verebiliriz. Bu durum ise, konumuz olan ayetlerdeki Yahudi ve Hristiyanların elçilere karşı takındıkları tavır ile eşdeğerdir. Nasıl ki Yahudi ve Hristiyanlar, elçilere tabi olmak yerine, elçileri kendilerine tabi kıldırmak yolu ile onları istismar etmek yolunu seçmişlerse, Müslümanlarda aynı yolu izleyerek, Muhammed (a.s) ı sanki kendi fırkalarının mensubu bir kişi olarak göstermişler, aynı yöntem bugün de sürmektedir.

Bugün de günümüzde Müslümanların fırka fırka oldukları bir gerçektir. Bu fırkaların hemen hemen tamamının, Kur'an'a ve Muhammed (a.s) a iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen, Kur'an ve Muhammed (a.s), maalesef Müslümanların hayatında olması gerektiği yerde değildir. Özellikle Muhammed (a.s) bu fırkaların tamamı tarafından sahiplenilmekte, her fırka Muhammed (a.s) ı görmek istediği şekilde görerek, mensup olduğu hizbin sanki bir ferdi haline sokmaktadır.

Muhammed (a.s) ile ilgili sohbetler bütün fırkaların meclislerinde başı çekmekte, fakat bu fırkaların sohbetlerindeki peygamber, ömrü boyunca şirke karşı sanki hiç mücadele etmemiş, hayatı namaz kılmak ile geçmiş, işi gücü mucize göstermek olan, ümmetine nasıl bevl edeceğini, yemeği hangi elle yiyeceğini, sarığı, sakalı, misvağı öğreten bir şahsiyet haline getirilmiştir. 


Bugün bir çok Müslümanın zihninde yer etmiş olan böyle bir peygamber algısının, gerçek Muhammed (a.s) ile zerre kadar alakası yoktur. Bugün onun menkıbeleri ile vakit geçirerek onu andıklarını, onun yolundan gittiklerini zannedenler maalesef, geçmişte Yahudi ve Hristiyanların uğradığı eleştirilerin birebir muhatabıdır.

Gerçek Muhammed (a.s) yaşamı boyunca şirke karşı mücadele eden, insanların sadece Allah'ı İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmelerini tebliğ eden ve bu yönde onlara örneklik eden bir kişidir. Onun bu kişiliği maalesef gündem edilmemekte, suya sabuna dokunmamış bir peygamber kişiliği öne çıkarılmak sureti ile örnekliği buharlaştırılmaktadır.

Eğer bugün Muhammed (a.s) konuşulacak ise onun Nebi Resul kimliği yaptığı ve bize dair örneklik taşıyan yaptıkları konuşulmalı, ve bu konuşmaların amacı ise onu yüceltmek amacına değil, onun örnekliğini içselleştirmeye dair olmalıdır. Aksi takdirde Yahudi ve Hristiyanların düştüğü durumdan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.

Sonuç olarak: Allah (c.c) elçilerini bizlere doğru yolu göstermeleri için göndermiş olmasına rağmen , insanlar onların öğretileri terk ederek, o elçileri kendi ürettikleri indi düşünceleri doğrultusunda yürüyen kişiler haline getirmiştir. Kur'an, Yahudi ve Hristiyanları bu yaptıklarından ötürü eleştirmekte, aynı hataya bizlerin de düşmüş olabileceği çoğumuzun aklına dahi gelmemektedir. Şu anda bir çok Müslümanın zihninde yaşayan peygamber portresi maalesef Kur'an'ın peygamberi değil, fırkaların ürettiği masal kahramanı bir peygamber portresidir.

Böyle bir peygamber portresinin asla kabul edilebilir olmadığını, Kur'an Yahudi ve Hristiyanların elçilere karşı yaptığı yanlış tasarruflar üzerinden göstermekte, bizleri de aynı yanlışa düşmememiz konusunda uyarmaktadır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.