25 Eylül 2018 Salı

Bakara Suresi Son İki Ayetinin Miraç'ta Verildiği İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Muhammed (a.s) ın miraca çıktığı iddiası, Kur'an'dan onay almamasına rağmen kökleşmiş bir inanç olarak, bir çok Müslüman tarafından kabul görmektedir. Hatta bu olayın vaki olmadığını düşünmek dahi küfür alameti olarak sayılmaktadır. Bu olay esnasında Muhammed (a.s) a bazı hediyeler !! verildiği, bu hediyeler arasında da Bakara suresi son iki ayetinin de olduğu, konuyu bilenler tarafından malumdur. Yazımızda sadece bu konu üzerinde durmaya, ve bu ayetlerin iniş zamanı ile, miraç hadisesinin vaki iddia edilen zaman ile aralarındaki uyumsuzluğu ortaya koymaya çalışacağız.

Şurası bir gerçektir ki, İslam tarihinde olduğu iddia edilen bir olayın gerçekliği, tarihi olaylarla arasında uyum olup olmadığı dikkate alınarak bilinebilir. Özellikle bazı hadis rivayetlerinin sahih olup olmadığı, tarihi gerçekliklerle uyum sağlayıp sağlamadığına bakılmak sureti ile öğrenilebilmektedir.

Gerçekleştiği iddia edilen miraç hadisesinin yer ve tarih olarak, Mekke şehrinde ve nübüvvetin 6. yılında vaki olduğu söylenmektedir. 

Kur'an'ın Mekke ve Medine şehirlerinde inen ayetleri, bazı özellikleri bakımından birbirinden ayırt edilebilmektedir. Medine'de inen ayetlerin bariz özelliklerinden bir tanesi, Kitap Ehli olarak tanıtılan Yahudi ve Hristiyanların yanlış inançlarını muhatap alması, ve bu yanlışları düzeltmeye yönelik beyanlarda bulunmasıdır. Bakara suresinin son iki ayetinin miraç hadisesi esnasında verilip verilmediğini öğrenmenin yollarından bir tanesi, Medeni ayetlerdeki bu özelliği dikkate almaktan geçmektedir.

Bakara s. son iki ayetinin meali şu şekildedir: 

285- Resul, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, inananlar da (Rablerinden indirilene inandı). (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine inandı. (İnananlar derler ki) Resullerin arasında (Yahudiler gibi) hiç bir ayrım yapmayız. Dediler ki: "İşittik ve inandık, senden bağışlama isteriz Rabbimiz dönüş yalnız sanadır".

286- Allah, kişiyi ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar. Herkesin yaptığı iyilik kendi lehine, yaptığı kötülükte kendi aleyhinedir. Rabbimiz, unutur veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz bize gücümüzün yetmeyeceği yükü yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim mevlamızsın, inkarcı topluma karşı bize yardım et. 

Bu iki ayet Medine'de inen ayetlerdendir. 285. ayete dikkat ettiğimizde ise, Yahudi ve Hristiyanlarda mevcut bulunan elçiler arasındaki ayrımı konu almaktadır. Mekke'de inen bir ayetin o şehirde bulunmayan Yahudi ve Hristiyanların resuller arasındaki ayrım inancını dikkate aldığını söylemek, ve bu ayetin Mekke'de indiğini iddia etmek abesle iştigal olacaktır. 

[004.150] Allah'ı ve resullerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
[004.151] İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
[004.152] Allah'a ve resullerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Nisa suresindeki bu ayetler, Yahudi ve Hristiyanların resuller arasındaki ayrım yapmaya yönelik olan inançlarını, ve bu inanca sahip olanların akıbetlerini konu almaktadır.

286. ayete baktığımızda "Rabbimiz bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme" şeklinde yapılan duanın, Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında yine İsrailoğulları ile ilgili olduğu görülecektir. Ayet içinde geçen Isran kelimesi, burada anahtar bir konuma sahiptir. Aynı kelime Araf s. 157. ayetinde de karşımıza gelecektir. Fakat önce Araf s. 157. ayeti ile bağlantılı olan ayetlerin okunması gerekmektedir.

Peki İsrailoğullarına yüklenen ağır yükler ne idi?.

Burada Ağır Yük olarak belirtilen şey, İsrailoğullarına daha önce helal iken, yaptıkları bazı yanlışlar nedeni ile haram kılınan şeylerdir. Bu durumu şu ayetlerden öğrenmekteyiz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-161]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan men etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

İsrailoğullarına kılınan bu haramların bir kısmı İsa (a.s) ile kaldırılmıştır. Bu durumu şu ayetten öğrenmekteyiz.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

İsrailoğullarına daha önce helal iken, yaptıkları bazı yanlışlar sonucu kılınan haramların tamamı Muhammed (a.s) ile kaldırılmıştır. Onu da Araf s. 157. ayetinden öğrenmekteyiz. Araf suresinin bir kısım ayetleri Mekke'de indiği gibi, bir kısım ayetleri de Medine'de inmiştir. 

[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Bakara s. 286. ayetinde geçen Isr kelimesinin, Araf s. 157. ayetinde de geçmesi dikkat çekicidir. 

Bütün bunları alt alta koyarak, Bakara suresi son iki ayetinin miraç hadisesi esnasında verilmiş olduğu iddiaları hakkında şunları söyleyebiliriz:

Mekke'de vaki olduğu iddia edilen bir olaydaverildiği söylenen ayetlerin, Medine'de inen ayetlerin üslup özelliklerin taşıması, akla bu bu olayın inandırıcılığı konusunda şüpheleri getirmelidir. Bakara suresindeki son iki ayetin miraç esnasında verilmiş olması, bu iki ayetin Medeni ayetlerin üslup özellikleri taşıması bakımından, inandırıcı olmaktan uzaktır. Bütün bunları dikkate alarak, ya miraç hadisesi esnasında böyle bir ayetin verilmiş olabileceğini kabul etmeyeceğiz, ya da böyle çelişkili iddialar ile dine yamanmaya çalışılan miraç hadisesinin hiç bir şekilde vaki olmadığını kabul edeceğiz. 

Yazının konusunun sadece Bakara suresindeki son iki ayetin miraçta verildiği iddiası üzerinde olduğunu tekrar hatırlatırız. Miraç konusunda iddia edilen diğer delillerin de elle tutulur bir tarafı olmadığı, bundan önceki bazı yazılarımızda hatırlatılmaya çalışılmıştır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Salavat Zinciri Kampanyaları ve Muhammed (a.s) dan Medet Beklemek

Son yıllarda sosyal medya üzerinden iletişim imkanlarının gelişmesi, biz Müslümanlar arasındaki haber alış verişini de hızlandırdığı malumdur. Birbirimiz ile daha rahat haberleşme imkanlarına da kavuşmuş olmamız, bazı dini kampanya ve etkinliklerin sosyal medya üzerinden yürütülmesini de beraberinde getirmiştir. 

"Salavat zinciri" adı ile oluşturulan, ve sıkıntılı zamanlardan kurtulmak için belirli sayılarda okunması istenilen, ve hiçbir sahih kaynağı ve dayanağı olmayan salavat kampanyaları yapmak, sosyal medyanın gelişmesi ile daha da yaygınlaşmış etkinliklerden bir tanesidir. Müslümanların oluşturdukları bu tür zincirler sadece salavat  ile kalmamakta, akla gelen her türlü zincir oluşturularak, sıkıntılardan kurtuluş yolu aranmaktadır.

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed (Allah'ım büyüğümüz Muhammed'e yardım et) şeklinde,  belirli sayılarda okunması istenilen salavat kampanyaları, bir çok kimse tarafından dini bir etkinlik ve görev olarak algılanmasına rağmen, bu tür bir söz söylemek sureti ile, bazı sıkıntılardan kurtulmak istemenin, itikadi açıdan sakıncaları barındırdığı hiç kimsenin aklına dahi gelmemektedir. Gelmediği gibi, okunmasında sakınca olduğu yönünde ikaz yapanlar ise, sapık ve peygamber düşmanı olarak yaftalanmaktadır. 

Müslümanların bir çoğunun dilinde dolaşan salavat adında söylenen sözlerin, sahih olarak nitelenebilecek hiç bir kaynağı ve dayanağı yoktur. Muhammed (a.s) a atfen söylenen ona salavat getirilmesi hakkındaki rivayetlerin tamamı uydurma olduğu gibi, ona atılmış iftiradan başka bir şey değildir.

[Ahzab s. 56] Muhakkak ki Allah ve melekleri nebiye salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin.

Salavat olarak bildiğimiz sözün Kur'an'i dayanağı, bilindiği üzere Ahzab s. 56. ayetinden çıkarılmaktadır. Bu ayette Allah ve meleklerinin Muhammed (a.s) a destek olduğu bildirilmekte, iman edenlere de nebiye aynı desteği vermeleri istenilmektedir.

Bu ayetin, Muhammed (a.s) diri ve hayatta iken iman edenlerin ona vermeleri gereken destek ve yardımı konu almasına yani kendi tarihselliği içinde anlaşılması gerekmesine rağmen, geçen zaman içinde bu desteğin Allah tarafından nebiye vermesi istenir olmuştur. Halbuki Allah (c.c) bu ayette, hayatta olan bir elçiye iman edenlere yani ashaba seslenerek, iman edenlerin nebiye destek vermelerini istemektedir. Fakat bugün salavat adı verilen söz söylendiği zaman, Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) yardım ve destek vermesi istenilmekte, fakat ölmüş olan bir elçinin artık nasıl yardım ve desteğe ihtiyacı olabileceği hiç hesaba katılmamaktadır. 

Muhammed (a.s) ın artık ölü olduğunu söylemiş olmamız, bazı kimseleri rahatsız etmiş olsa da maalesef realite bu dur ve Muhammed (a.s) artık ölü ve diğer ölüler gibi mezarında her şeyden habersiz vaziyette, yeniden dirileceği günü beklemektedir.

Hasılı kelam, bugün onun için okunan salavatların dini bir dayanağı olmadığı gibi, artık gereği de yoktur.

Olayın itikada zarar veren bir başka boyutu ise, salavat zinciri kampanyalarının herhangi bir sıkıntı zamanında oluşturulmasıdır. Bu salavat zincirleri ile Allah (c.c) den sıkıntıların giderilmesi istenilmekte, fakat işin garip tarafı araya salavat okumak yolu ile Muhammed (a.s) ın aracı kılınmış olmasıdır.

Şirk denilen kavramın, Allah ile araya aracılar koymak şeklinde gerçekleşerek, bunun kesinlikle yasaklanmış olmasına, kendisinin kullarına yakın olduğunu bildirmesine rağmen, maalesef aracılık hizmetleri şeklinde ortaya çıkan şirk, Müslüman hayatında önemli yer tutmakta, hatta böyle bir inanç dinin bir gereği gibi görülmektedir.

Muhammed (a.s) ı araya koyarak ortaya çıkan ve adına Salavat Zinciri denilen etkinliğin, itikadi yöndeki zararı, işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. 

Salavat okumak ile mevcut sıkıntının giderilmesini istemek demek, Muhammed (a.s) ı araya koyarak Allah'tan istemek anlamına gelmektedir ki böyle bir isteğin literatürdeki adı ŞİRKtir.
Çünkü elçi de olsa Muhammed (a.s) bir beşerdir, ve bir beşer Allah ile araya aracı olarak asla konulamaz.

Salavat zincirleri oluşturularak Allah'tan yardım istenilmesi, Sünnetullah'a ters olması bakımından da yanlış bir uygulamadır. Allah'ın kullarına yardım etmesinin yolu o kulların böyle zincir kampanyaları düzenlemesi ile değil, sıkıntının aşılması için gerekli olan uygulamaların hayata geçirilmesi ile mümkün olmaktadır. Bunun böyle olduğu özellikle Kur'an kıssalarında yaşanmış olaylar olarak bizlere anlatılmıştır. 

Allah (c.c) hiç bir kuluna yattığı yerden yardım etmemekte, şayet etmiş olsaydı bugün biz Müslümanlar dünyanın önde gelen topluluklarından bir tanesi olabilirdik. Çünkü en kolay yol olan yattığımız yerden Allah'a emretmek şeklindeki istekler, maalesef biz Müslümanlardan sadır olmaktadır. Halbuki Allah'ın yardımının gerçekleşmesi önce fiili dua ile gerçekleşmekte, kavli dua etmek, fiili dua olmadan hiç bir işe yaramamaktadır.

Sonuç olarak: Salavat Zinciri adı altında oluşturulan sıkıntılardan kurtulmak amacı ile belirli sayılarda okunan salavat denilen sözler bir kaç açıdan mahzurludur. 

1- Salat adı ile Ahzab s. 56. ayetinde iman edenlere emredilen şey, Muhammed (a.s) a destek verilmesi ve yardım edilmesidir. Bu isteğin doğal olarak onun hayatta iken iman edenler tarafından pratiğe geçirilmiş olması gerekmektedir. Bu istek sonradan Salavat okumak şeklinde değiştirilerek, kaynağı olmayan ve tamamen uydurmalara dayanan rivayetlerle belirli sözleri tekrarlamak şekline dönüştürülmüştür.

Şu anda ölmüş olan bir kişi için, salavat adı verilerek tekrarlanan sözlerin, dini açıdan hiçbir hükmü olmayıp, tamamen gereksiz olan, hatta şirke varan ifadeleri de barındıran boş sözlerden başka bir şey olmadığı bilinmelidir.

2- Salavat zinciri adı ile oluşturulan kampanyalarda tekrarlanan sözler, kendisi ile araya aracı konulmasını istemeyen Rabbimizin emrine ters düşen bir uygulama olup, bu uygulamanın literatürdeki adı şirktir. Çünkü düzenlenen bu kampanyalar ile mevcut olan bir sıkıntıdan kurtuluş istenilmekte, bu kurtuluş için okunan salavatlar ise, Muhammed (a.s) ın araya konulması anlamına gelmektedir. Çünkü okunan salavatlar ile onun yüzü suyu hürmetine sıkıntıların giderilmesi istenilmektedir. 

3- Salavat zincirleri ile yapılan etkinlikler Sünnetullah'a aykırı olması açısından da sakıncalıdır. Çünkü Allah (c.c) herhangi bir sıkıntıdan kurtuluşun şartını önce fiili dua yani çalışıp gayret etmek şeklindeki yol ile göstermiştir. Salavat okumak zaten bir dua olmayıp, dua niyetine okunan boş sözlerden başka bir şey olmadığı için kavli dua yerine dahi geçmemektedir.

Muhammed (a.s) neticede artık bugün ölü bir kimse olup, ölüden medet ummak gibi bir yanlış içine düşerek, Allah (c.c) nin bizi içine düştüğümüz sıkıntılardan kurtarmasını beklemek kadar absürt bir inanç olamaz.

8 Ağustos 2018 Çarşamba

Yusuf Kıssasından Bir Devletin Takip Etmesi Gereken İktisadi Sistem Örnekliği

Kur'an, kıssa yollu anlatım üslubu ile geçmişte yaşamış bazı elçi ve kavimlerin başlarından geçenleri bizlere anlatarak, o anlatımlardaki mesajlardan ibretler almamızı istemektedir. İbret almak için okunan Kur'an kıssaları, geçmişlerin masalları olmaktan çıkarak, yaşanan hayatlara dair mesajları ihtiva etmiş olduğu bu şekilde anlaşılabilecektir.

Kur'an'ın Ahsen'el Kasas (Kıssaların en güzeli) olarak beyan ettiği Yusuf kıssasını okuduğumuz zaman, bu kıssa içindeki bazı ayetlerde Yusuf (a.s) tarafından uygulanan, bir devlet yöneticisinin takip etmesi gereken iktisadi sistemin örnekliklerini görmekteyiz. Bu iktisadi sistem ilk defa Yusuf  (a.s) tarafından uygulama alanına sokulmuş bir sistem değil, tüm zamanlarda geçerli olan evrensel bir iktisadi modeldir. 

Yusuf (a.s) zindanda iken ülkenin yöneticisi bir rüya görür ve bu rüyayı  Yusuf (a.s) şu şekilde yorumlar. 

[012.046]  (Zindana gidip:) «Yusuf, ey doğru (sözlü insan) .. Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüya) konusunda bize fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını) öğrenmiş olurlar.»

[012.047] Dedi ki: «Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın.»

[012.048]  Sonra bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir, sakladığınız az bir miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip bitirecektir.»

[012.049] Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp-sağacaklar.»

Yukarıdaki ayet meallerine baktığımızda, tüm zamanlar için geçerli olan ekonomik yönetim modelini görmekteyiz. Bu ekonomik modeli en kısa ve öz olarak özetleyecek olursak hepimizin bildiği fakat uygulama alanına sokmadığı bir atasözümüz akla gelmektedir.    

Sakla samanı gelir zamanı 

Bu atasözünün verdiği mesaj, iki kişilik bir aileyi yöneten için de, milyonlarca nüfusa sahip olan bir ülkeyi yöneten kişi için de geçerlidir. Buradaki asıl nokta gelir ve gider arasındaki dengenin korunmasıdır. Çünkü bir ülkenin iktisadında çıkışlar ve inişler olması değişmez bir yasa olup, tüm ülkeler için geçerlidir. Önemli olan bu çıkışları ve inişleri doğru yönetebilmektir.

Yusuf (a.s) bu evrensel ilkeyi bilmekte, bir ülkenin iktisadi yaşantısının inişli çıkışlı bir grafik izlediğini iyi bilmektedir. Yusuf (a.s) ülke ekonomisinin çıkışlı bir grafik izlediği zamanda Har vurup harman savurmak şeklinde gerçekleşen bir yönetim modeli yerine, Bollukta biriktirip darlıkta harcamak şeklinde bir yönetim modeli uygulamak sureti ile, ülkesinde baş gösteren kıtlığı şimdiki tabiri ile ekonomik krizi başarı ile yönetmiş, ülkesinin düze çıkmasını sağlamıştır. 

Yusuf (a.s) kıssası içinde anlatılan bu olayın biz sadece rüya yorumlamak kısmını okuyacak olursak, bize dair bir mesajı olduğu akla dahi gelmeyecektir. Bu olayın bize bakan asıl yönü rüya yorumundan ziyade, Yusuf (a.s) tarafından uygulanan iktisadi sistemdir ve bu sistem tüm zamanlarda geçerli olan ve tüm ülkelerin uygulaması gereken iktisadi bir sistemdir. 

Bu sistemi uygulamak yerine, Varlıkta har vurup harman savurmak, darlıkta ise borç bulmak peşinde koşmak şeklinde gerçekleşen bir iktisadi sistem uygulandığında bir ülkenin akıbeti ne olur?.

Bu sorunun cevabı, dünya tarihinde yaşanan bazı olaylara baktığımızda gayet kolay verilebilecektir. Lüks ve ihtişam içinde bir yaşam sürebilmek için devlet kasasını boşaltan ülkeler, başka ülkelerden borç almaya yönelmekte, fakirleşen ülkelere borç veren hiç bir ülke ise borcu babasının hayrına vermemekte, borç verdiği ülkeye karşı kendi menfaatine uygun yaptırımları sıralayarak, borç verdiği ülkeyi kölesi haline getirmektedir.

Ülkelerin helak olması, artık günümüzde gelir gider dengelerini denk tutamayan ülkeler için, ekonomik krize girmek şeklinde gerçekleşmekte, bu helak neticesinde ise, bir ülkenin ve halkının geleceği yıllarca ipotek altına alınmakta, ağır borç faizleri altında ülkeler ezilmektedir.

Borç yiyen kesesinden yer.

Bir ülke için asıl olan ekonomik yönden kendisine yetebilmesi ve güçlü olmasıdır. Güçlü ve kendisine yetebilen bir ekonomiye sahip olan ülkeler, başkalarından borç almaya yönelmeyecek, dolayısı ile borç aldığı ülkeler tarafından baskı altına da alınamayacaktır.

Yusuf (a.s) kıssasından alınacak mesajlardan bir tanesi de üretimin teşvik edilmesine yönelik bir iktisadi sistemin kurulmasını teşvik etmiş olduğudur. Kendi kendine yetebilen ve dışa bağımlı olmayan bir sistem ile yönetilen ülkelerin beka sorunu olmayacak, dış etkilerden zarar görme oranı en aza inecektir.

Ekonomisini dışa bağımlı olmaktan kurtaramamış olan ülkelerin, dış güçlerin kendilerine zarar vermeye çalıştığı yönündeki şikayetleri de sadece kendi hatalarını örtme, veya günü kurtarma  çabasından ileri gidemeyecektir. Çünkü yaşadığımız dünya bir kurtlar sofrası olup, bu sofrada güçlü olan, güçsüz olanı mutlaka yemeye çalışacaktır. Asıl olan şikayet etmek değil, kurtlar tarafından yenilmeyecek bir sisteme sahip olmaya çalışmak olmalıdır. Bunun yolu ise önce lüks ve israfın önüne geçmekle başlayacaktır.

Ülkemize baktığımızda ise üretimin değil tüketimin teşvik edildiği, ülkenin refah seviyesinin sanki, halkın bankalara ne kadar çok borçlu olması ile orantılı olması gerekiyormuşçasına, ülke halkı bankalara borçlanmaya teşvik edilmektedir. Bir aylık tatil için 12 ay faizli kredilerin alındığı, dini bir vecibenin ifası için dahi bankaların faizli kredi verme yarışına girdiği bir ülkenin geleceğinin aydınlık olduğunu söylemek, yalan söylemek veya hayal görmekten başka bir şey değildir.

Bir ülkenin ekonomik yönden helak olmasının önüne geçilmesi için, ülke halkına ve yönetimdekilere büyük görevler düşmektedir. Yönetim sahipleri, ülke kaynaklarını ölçülü biçimde yönetmek, lüks ve israftan kaçınmak, gelebilecek olan ekonomik krizin hasarsız bir biçimde atlatılabilmesi için gerekli önlemleri, halkın hoşuna gitmese dahi almak zorundadır. 

Yönetimdeki kişilerin israfı önleyici tedbirler almaları, iş başında gelecek seçimlerde de kalabilmeleri açısından bazı riskler oluşturduğu için, maalesef bu tür tedbirleri almak istememekte, hatta gelecek seçimlerde daha fazla oy almak için halkın hoşuna gidecek israf olarak görülebilecek bazı tavizler dahi verebilmektedir. Halkın hoşuna giden bu tavizler belki belirli bir süre için onları iktidarda tutmaya yarayabilir, fakat ilerisi için gelecek ekonomik felaketleri asla önleyemez.

Ülke yönetiminde olanların ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma hesapları yaparak, ülke kaynaklarını feda etmesi yerine, ülkenin geleceği için faydalı olacak önlemler almaya çalışmaları, halkın hoşuna gitmese dahi, ülkenin geleceği için aydınlık günlerin gelmesine vesile olacak, onların tarih önünde saygı ile anılmalarını sağlayacaktır. Ülkelerini iktidarda daha fazla kalabilmek uğruna felakete sürüklemiş olan yöneticilerin tarihte nasıl anıldığı ise herkesçe bilinmektedir. 

6 Ağustos 2018 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde "Katele" Fiiline Verilen "İtibarsızlaştırma" Anlamı Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an içinde geçen bir kelimenin hakiki veya mecaz anlama sahip olup olmadığına, o kelimeye verilen hakiki veya mecaz anlamın, aynı konudaki diğer ayetlerle çelişki arz edip etmediğine göre karar verilebilir. Aynı konuya sahip olan ayetler içinde geçen bir kelimeye bir yerde hakiki, diğer bir yerde mecaz anlam verilmeye kalkıldığında hatalı bir yol izlenmiş olacak, yapılan çeviri,  Kur'an kendi içinde anlam sağlamasını yapan bir kitap olduğu için Ben yanlışım diye bağıracaktır. 

Bu düşüncemize, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Al-i İmran suresi 21. ayeti içinde geçen Ve yeqtülune kelimesine verilen İtibarsızlaştırma şeklindeki anlamı örnek olarak verebiliriz.

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الَّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

İlgili ayete vakıf tarafından verilen anlam şöyledir:

--- Al-i İmran s. - Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnenlere, haklı bir gerekçeye dayanmadan nebîlerini[1*] itibarsızlaştıranlara[2*] ve ilahi kıstaslara (Allah’ın kitabındaki hükümlere) uygun davranılmasını isteyenleri de itibarsızlaştırmaya çalışanlara acıklı bir azabın müjdesini ver. 

İlgili ayete vakıf tarafından yapılan dip not şu şekildedir:


[1*] “…nebîlerini haksız yere …öldürenlere müjde ver.” emrinin ilk muhatabı Muhammed aleyhisselamdır. Onun karşısında nebîsini öldürmüş bir tek kişi yoktu. Kendisini de öldürmediklerine göre buradaki “öldürme”, “nebîliği öldürme” anlamında mecazdır. Önceki nebîlere inananların, son nebîye de inanmaları zorunlu olduğu için (bkz. Al-i İmran 3/81) Muhammed aleyhisselamın Allah’ın nebîsi olduğunu anladıktan sonra onu nebî olarak kabul etmeyenler, önceki nebîlerin nebîliğini de öldürmüş olurlar. Bir sonraki notta görüleceği gibi “itibarsızlaştırma” öldürme fiilinin anlamlarındandır.
[2*] Katele= قتل fiilinin kök anlamı itibarsızlaştırma ve öldürmedir(Mekâyîs). Ayette hem nebîler hem de ilahi kıstaslara uygun davranılmasını isteyen insanlara karşı yapılan davranışın  yektülûn = يَقْتُلُونَ/itibarsızlaştırırlar-öldürürler şeklinde geniş zaman kipi ile ifade edilmesi, bu işin sürekli yapıldığını gösterir. Son nebî olan Muhammed aleyhisselam öldürülmemiştir. Ancak nebi ve resul kelimelerinin anlamı başka taraflara çekilerek onun nebi sıfatıyla söylediği sözler, resul sıfatıyla tebliğ ettiği ayetler seviyesinde gösterilerek İsa aleyhisselam gibi ilahlaştırılmıştır. Muhammed aleyhisselam, Ebubekir ve Ömer döneminde bir devlet politikası olarak yasak olan hadis yazma işi daha sonra serbest bırakılmış bu gibi insanların önü açılmıştır. Bu, Nebîmiz için en büyük itibarsızlaştırmadır. Allah Teala onun ahirette şöyle diyeceğini bildirmektedir: “Rabbim! Benim halkım bu Kur’ân’ı kendilerinden uzak tuttu.” (Furkan 25/30) Bunu Nebîmiz şöyle açıklamıştır: Ahirette ashabımdan bir grup sol tarafa alınacak, bende: “Ashabım! Ashabım!” diyeceğim. Allah Teâlâ diyecek ki; “Bunlar, senin ayrılmandan sonra sürekli geriye gittiler.” Ben de salih kul İsa’nın dediği gibi diyeceğim: “... İçlerinde bulunduğum sürece onları görüyordum. Beni vefat ettirince gören yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. Eğer azab edersen, onlar senin kullarındır. Bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, doğrusunu yaparsın.” (Maide 5/117-118) (Buhari, Enbiya, 8)
Nebîlerin ve Allah’ın kitabına uygun davranılmasını isteyen insanların itibarsızlaştırılma gayretleri, günümüzde de devam etmektedir.

Dipnotta, "Nebilerini haksız yere öldürenlere müjde ver" emrinin ilk muhatabı Muhammed (a.s) olduğu ve onun karşısında nebilerini öldürmüş bir topluluk olmadığı için, ayet içinde geçen Katele fiilinin hakiki anlama sahip olmadığı, mecaz anlama sahip olduğu iddia edilmektedir. Ancak burada ilk muhatap olarak Yahudilerin de olduğu maalesef gözden kaçırılmıştır. Dikkate alınması gereken ilk muhataplar burada Yahudiler ve Muhammed (a.s) dır.

Kur'an, kendi içinde anlam sağlamasını yapan bir kitap olduğu için, bir ayet içindeki kelimeye verdiğiniz anlam şayet hatalı ise, bu hata bir diğer ayette karşımıza çıkacak, dolayısı ile çelişkili bir meale imza atılmış olacaktır. 

Ayet metninde geçen Ennebiyyine kelimesi, dikkat edilirse çoğul bir kelimedir. Şayet bu kelime ayet içinde mecaz anlam olarak Muhammed (a.s) için kullanılmış olsaydı, çoğul olarak değil tekil olarak kullanılması gerekirdi. Çünkü ortada tek bir nebi vardır ve o da Muhammed (a.s) dır. Vakıf, kelimeye mecazi bir anlam yüklemekle, ortada birden fazla nebi olduğu gibi bir durum yaratarak ilk hatayı yapmaktadır. 

Kur'an'a baktığımızda, Yahudilerin kendilerine gönderilmiş olan bazı elçileri öldürdüklerine dair ayetleri görmekteyiz. Bu ayetlerin meallerini  Süleymaniye vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinden alıntı yaparak vermek istiyoruz. 

---Bakara s. 61- Bir ara şöyle demiştiniz: “Musa! Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız; Rabbine (Sahibine) yalvar da bize toprak ürünlerinden sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan bitirsin!” O da “Üstün olanı alt seviyede olanla değişmek mi istiyorsunuz? [1*] İnin bir şehre, istediğiniz şeyler orada var!” dedi. Başlarına sefillik ve çaresizlik çökmüş, Allah’ın öfkesiyle yıkılmışlardı. Öyle olmuştu; çünkü Allah’ın âyetlerini görmezlikten geliyor ve nebîlerini [2*] haksız yere öldürüyorlardı. Öyle olmuştu; çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı. 

---Bakara s. 87- Musa’ya o kitabı vermiş, ardından da onun izinden giden elçiler göndermiştik. Meryem oğlu İsa’ya da açık belgeler (mucizeler) vermiş, onu Kutsal Ruh (Cebrail) ile güçlendirmiştik. Hoşunuza gitmeyen bir şeyle gelen her elçiye kafa mı tutmalıydınız? Kimini yalancı sayıp, kimini de öldürmeli miydiniz?

---Bakara s. 91- Onlara, “Allah’ın indirdiğine inanıp güvenin!” denince, “Biz bize indirilene güveniriz!” der, gerisini görmezlikten gelirler. Hâlbuki o, tümüyle gerçektir ve yanlarındakini onaylayıcı özelliktedir. De ki “Kitabınıza inanıyordunuz da şimdiye kadar Allah’ın nebîlerini ne diye öldürüyordunuz?” 

---Al-i İmran s. 21- Allah'ın ayetlerini görmezlikte direnenlere, haklı bir gerekçeye dayanmadan nebîlerini[1*] itibarsızlaştıranlara[2*] ve ilahi kıstaslara (Allah’ın kitabındaki hükümlere) uygun davranılmasını isteyenleri de itibarsızlaştırmaya çalışanlara acıklı bir azabın müjdesini ver. 

---Al-i İmran s.112-Allah’ın ipine (Kitabına[1*]) veya[2*] insanların uzattığı ipe sarılanlar[3*] hariç bulundukları her yerde üzerlerine alçaklık çöker ve Allah’ın gazabına uğrarlar. Üzerlerine çaresizlik de çöker. Çünkü Allah'ın âyetlerini görmezlikte direnir ve nebîlerini haksız yere öldürürler[4*]. Bu ceza, yaptıkları isyana ve aşırı davranışlarına karşılıktır. 

---Al-i İmran s. 181- "Allah fakir, biz zenginiz!" diyenlerin sözünü, Allah elbette dinledi. Söyledikleri bu sözü, nebîlerini haksız yere öldürme suçuna ekleyecek[*] ve şöyle diyeceğiz: “Şu yakıcı ateş azabını tadın bakalım! 

---Al-i İmran s. 183- O sözü söyleyenler (Yahudiler) şöyle dediler: “Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban[*] getirmedikçe bir elçiye inanmama görevi yükledi.” Onlara de ki: “Benden önce birçok elçi hem açık belgelerle, hem de bu dediğiniz şeyle gelmişti. Samimiyseniz anlatın bakalım, onları niçin öldürdünüz?” 

---Nisa s. 155- Sözlerinden caymaları, Allah'ın ayetlerini görmezlikten gelmeleri (kâfirlik etmeleri), nebileri haksız yere öldürmeleri ve "Bizim gönüllerimiz tok!" demeleri[*] yüzünden (cezalarını buldular). Hayır! Ayetleri görmezlikten gelmeleri sebebiyle Allah, kalplerinde bir huy oluşturmuştur. Artık pek az inanırlar.

Yahudilerin kendilerine gelen elçileri öldürmeleri konusu ile ilgili ayetleri alt alta koyup bir bütünlük dahilinde okuduğumuzda, ortada hakiki anlamda bir öldürme olduğu görülmektedir. Bundan dolayı öldürme fiilinin bir ayette hakiki anlamda bir başka ayette mecaz anlamda kullanılmış olduğu iddiası, pek makul bir iddia olmayacaktır. Hatta Katele fiilinin geçtiği Kur'an içindeki tüm ayetlerde bu fiilin hiç bir yerde mecazi anlamda kullanılmamış olduğu da görülecektir.

Vakıf, Al-i İmran s. 21. ayetinde geçen Ve yeqtülune kelimesine İtibarsızlaştırma anlamını verme gerekçesi olarak, Muhammed (a.s) ın karşısında nebilerini öldürmüş olan tek kişi olmamasını göstermektedir. Vakıf tarafından öne sürülen bu gerekçeye istinaden, yukarıda meallerini verdiğimiz, Yahudilerin elçilerini öldürmeleri ile ilgili ayetler gurubundaki bazı ayetlerde, nebilerini öldürmüş olan tek bir Yahudi olmamasına rağmen, bu ayetlerde geçen Katele fiiline hakiki anlamda öldürme anlamı verilmiş olması, vakfın düştüğü çelişkinin açık bir örneğidir.

Bu ayetler hangileridir? diye soracak olursak: 

Bakara s. 87, 91, Al-i İmran s. 183 gibi ayetleri, vakfın ortaya koyduğu gerekçeyi kabul ederek okuduğumuzda ortada nebilerini öldürmüş tek bir Yahudi olmamasına rağmen, o ayetlerde geçen Katele fiiline mecazi anlam değil, hakiki anlam verilmiştir. Halbuki Al-i İmran s. 21. ayetinin altına konulan dipnotun gerekçesi bu ayetler içinde geçerlidir, ve bu ayetlere de ortaya konulan gerekçeye istinaden, tutarlı olmak açısından mecazi anlamın verilmesi gerekmektedir.

İddiamız kısaca şu dur: Vakıf, Al-i İmran s. 21. ayetinde geçen Katele fiiline İtibarsızlaştırma anlamı verirken, bu anlamı bir gerekçeye dayandırmakta, fakat aynı gerekçelerin işletilmesi gereken Bakara s. 87. ve 91. , Al-i İmran s. 183. ayetlerinde, bu gerekçeleri göz ardı ederek bu ayetlerde geçen ilgili kelimeye hakiki anlam vermektedir. Tutarlı olmak açısından ya bu ayetlerde geçen kelimeye de mecaz anlam yüklemesi, ya da hakiki anlamı Al-i İmran s. 21. ayetine de vermesi gerekmektedir. 

Bakara s. içinde geçen Yahudiler ile ilgili ayetlere bakıldığında (Bakara s. 49-50-51-55-56-57-58-61-63) o ayetlerde geçen olayların geçmişte yaşanmış olmasına, yani vakfın gerekçesinin tabiri ile, ortada o olayları yaşamış bir tek Yahudi olmamasına rağmen, o olayları yaşayanlar sanki o günkü Yahudilermiş gibi bir anlatım yapılmaktadır. Vakıf şayet Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir anlam çalışması yapmış olsaydı, Al-i İmran s. 21. ayetinde düştüğü hataya düşmezdi.

Vakıf hocaları da çok iyi bilmektedir ki, bir kelimeye öncelikle taşıdığı hakiki anlam verilir. Şayet kelimeye verilen hakiki anlam herhangi bir problem teşkil ediyorsa, o kelimenin mecazi bir anlam taşıdığına karar verilebilir. İlgili kelimede böyle bir problem olmadığı için, kelimeye mecaza hamletmek kanaatimizce isabetli değildir.

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı tarafından hazırlanan Kur'an mealinde, Al-i İmran s. 21. ayetinde geçen Ve yeqtülune kelimesine, bu kelime her ne kadar böyle bir anlama da sahip olmuş olsa da, İtibarsızlaştırmak şeklinde verilen anlamın hatalı olduğunu düşünmekteyiz.

Ayet içinde geçen Ennebiyyine kelimesi çoğul bir kelimedir. Şayet iddia edildiği gibi bu kelime ile Muhammed (a.s) kast ediliyor ise, kelimenin çoğul değil, tekil olarak kullanılması gerekirdi.

İlgili ayetlerin muhatabı sadece Muhammed (a.s) değil, aynı zamanda ayetlerin indiği şehirde yaşayan Yahudilerdir. İlgili ayete bu durum dikkate alınarak anlam verilmiş olsa idi, ilgili fiilin mecazi değil, hakiki anlama sahip olduğu kolayca anlaşılabilirdi. İlgili fiile mecazi anlam vermekteki gerekçeler, aynı gerekçelerin de kullanılması gereken başka ayetlerde göz ardı edilmiş, dolayısı ile çelişkili bir anlam ortaya çıkmıştır.

Vakfa tavsiyemiz, Al-i İmran s. 21. ayeti içinde geçen Ve yeqtülune kelimesine verdikleri mecazi anlamı tekrar gözden geçirmeleri olacaktır.

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


3 Ağustos 2018 Cuma

Ölmediğine İnanılan Bir Elçi İle Zümer s. 30. Ayetindeki Elçi Arasında Seçim Yapmak

Bugün İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşayan Müslümanların ekseriyetinde yerleşik bulunan elçi inancı, Kur'an'ın ortaya koyduğu elçi inancı ile taban tabana zıt bir durum arz etmektedir. İsa (a.s) ı ilah konumuna yükselten Hristiyanlara dahi parmak ısırttıracak şekilde aşırılık içeren elçi inancı maalesef Müslümanlarda itikadi sorunlar oluşturmaktadır. Bu yazımızda, yine Kur'an ile zıtlık arz eden bir inanç olan, Muhammed (a.s) ın ölmediği, kabrinde diri olduğuna dair olan inancı ele almaya çalışacağız. 

Bugün din hakkındaki bilgilerini Kur'an'dan değil de, bazı kişilerin anlattıkları hurafelerden veya rivayet kitaplarından alan kişilere şayet, "Muhammed (a.s) ölü mü dür yoksa diri mi dir?" şeklinde bir soru sorulacak olsa, alınacak cevap onun ölü olmadığı diri olduğu yönünde olacaktır. Çünkü peygamber sevgisi adına, Muhammed (a.s) ın ölü olduğunu söylemeye dilleri varmamakta, onun ölü olduğunu söylemenin kişiyi sanki ona küfür ve hakaret etmek gibi bir duruma düşüreceği zannedilmektedir.

Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizden umre ve hac ibadeti için gidenlere verilen siparişlerin başında, onun diri olduğuna inanan Müslümanlarca Muhammed (a.s) a selam söylenmesi gelmektedir. Gönderilen bu selam, maalesef onun ölü olmadığı inancının bir yansımasıdır. Özellikle "Ehli sünnet itikadi" adı altında anlatılan Muhammed (a.s) ın ölü olmadığına dair iddialar, bizim buraya alıntı yapmaya dahi haya edebileceğimiz derecede çirkinlik arz etmekte, fakat bu çirkinlikler özellikle tasavvuf kesiminde bir hayli alıcı bulmaktadır.

Biz, bu konuda Kur'an'ın söyledikleri üzerinde düşünmeye davet ederek, bazı kimselerin içinde bulundukları yanlışa dikkat çekmeye çalışacağız. Din konusunda bizlere yol göstermesi ve hakem olması gereken yegane kaynağın Kur'an olmalıdır. Şayet din konusunda gelen bir bilgi Kur'an tarafından onay almıyorsa, o bilginin hiçbir değeri olamaz.

[Al-i İmran s.144] Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce de resuller geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.

[Enbiya s.034]  Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?

[Ankebut s.057] Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.

[Zümer s.030] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.

Konuyu, bu ayetler ışığında düşündüğümüzde, "Muhammed (a.s) da ölmemiştir kabrinde diridir" gibi sözler etmek, Kur'an tarafından artık onay almayacaktır. Ancak yine Kur'an tarafından onaylanmayan bir düşünce olan kabirlerdeki insanların ceza veya mükafat gördüğü inancını kabul edenler tarafından, bu ayetler maalesef kabul görmeyecek, "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde itirazlar yükselecektir.

Muhammed (a.s) ın diri olduğu iddiası, Bakara ve Al-i İmran surelerinde geçen, Allah yolunda öldürülmüş olanlar ile ilgili ayetler ile desteklenmek istenilmektedir. 

[Bakara s.154] Allah yolunda öldürülenlere «Ölüler» demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.

[Al-i İmran s.169] Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.

"Mecaz, cahilin elinde hakikate dönüşür" sözüne bir kelime ilave ederek, "Mecaz, cahilin ve ön yargılı olanın elinde hakikate dönüşür" şeklinde söylediğimizde, bu ayetlere istinaden Muhammed (a.s) ın ölmediğini iddia etmek, ancak ön yargılı bir düşüncenin eseri olabilir. Çünkü Muhammed (a.s) ın vefatı bilindiği gibi yatağında ölmek şeklinde gerçekleşmiştir, yani Allah yolunda öldürülmek gibi bir durumu yoktur. Ancak bu duruma da bir kılıf bulunmuş, Hayber'de yediği yemekten dolayı zehirlenmiş olduğu ve bu durumun onun vefatına sebep olduğu iddiası, onun Allah yolunda öldürülmüş olduğuna kanıt olarak sunulmaktadır. 

Allah yolunda öldürülmüş olanların ölü olmadığı, diri olduğu şeklindeki beyan, hakikat değil mecaz bir ifadedir. Bu beyan Allah yolundaki ölümün boşa gitmediği, ve bu şekildeki ölümün teşvik edildiği şeklinde anlaşılması daha makul bir yaklaşımdır. Şayet bu ifadenin hakiki olduğunu düşündüğümüzde, bu şekilde öldürülmüş olan bir kişi şayet evli ise, onun geride bıraktığı eşi halen onunla evli sayılacak, ve başka birisi ile asla evlenemeyecektir. Çünkü kocası ölü değil diridir ve kocası ölmemiş birisinin başka birisi ile evlenmesi onu boşamadığı sürece asla mümkün değildir.

Muhammed (a.s) ın ölmediği kabrinde diri olduğu iddiası bilindiği gibi tasavvuf ekolünde daha fazla rağbet görmektedir. Bunun sebebi ise, türbelerde bulunan ölülerden medet ummak gibi bir şirk içine düşmüş olanların türbelerde yatan bu kişilerin diri olmaları gerektiği düşüncesine binaen, önce Muhammed (a.s) ın diri olması gerektiğidir. Yani önce onun diri olması gerekmektedir ki, sonra türbelerde yatan kişilerin de ölü olmadığı inancı daha kolay alıcı bulabilsin.  

"Esselamu aleyke ya resulullah" şeklinde yapılan hitap,  ölmemiş olduğuna inanılan elçiye karşı yapılan bir hitap olarak, bir çok Müslümanın dilinde dolaşmaktadır. Namazlarda okunan tahiyyat duasında geçen bu hitabın yerine, "Esselamu alennebiyyü" veya "Esselamu alel enbiyai" sözlerini kullananın daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca minarelerden okunan selalardaki ölmemiş elçiye yapılan hitap tarzı, itikadi açıdan büyük sıkıntılar doğurmasına rağmen, sanki İslami bir şiar gibi muamele görmektedir.

Muhammed (a.s) ın bugün nasıl bir durumda olduğu şayet Kur'an kaynaklı bir bakış açısı ile değerlendirilmiş olsaydı, bugün onun ölü mü yoksa diri mi olduğu gibi tartışmalar asla olmayacak, bu türden ihtilaflar gündemde bile olmayacaktı. Ancak aşırı yüceltmeci peygamber anlayışının bir ürünü olan bu gibi düşünceler Müslümanlar arasında yer etmiş olduğu için, bu gibi düşünceler yaygın olarak kabul görebilmektedir.

Bu konuda da Müslümanlar iki yoldan birisini seçmek durumundadır.

Bazı kimseler Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı şeklindeki Kur'an ile çelişen düşünce ile, Kur'an tarafından beyan edilen Muhammed (a.s) ın ölü olduğu beyanı arasında tercih yapmak durumundadır. Çünkü Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı iddiası beraberinde akidevi sorunları da getirmektedir. Çünkü o atfedilen bazı özellikler onu Allah ile denk bir duruma getirmekte, bu denklik iddiası ise, iddia sahiplerini şirk batağına düşürmektedir.

Muhammed (a.s) a sevgi adına yapılan bu tür aşırılıklar, Allah'ı kulun seviyesine indirmek, veya kulu Allah'ın seviyesine indirmek anlamına gelmektedir. Onun beşer oluşu gerçeği hiç bir zaman gözden ırak tutulmamalı, onu beşer üstüne çıkarmanın akidevi sorunları da beraberinde getirdiği gerçeği asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Muhammed (a.s) bir beşerdir ve her beşer gibi ölümü tatmış, yine her beşer gibi kabrinde yeniden dirileceği günü beklemektedir. Bu süreç zarfında hiçbir şeyden haberi yoktur, ne kabrine gelenleri, ne de kendisine gönderilen selamları işitir. Hele hele Allah (c.c) ile bizim aramızda aracılık yapması gibi bir durumu da yoktur. Kim ki böyle bir inanç içindedir, bu inancın literatürdeki adı apaçık şirktir.

                                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


23 Temmuz 2018 Pazartesi

Bakara s. 284. Ayeti: Allah (c.c) Kulunu İçinden Geçirdiklerinden Ötürü Hesaba Çeker mi?

Bakara s. 284. ayetinde mealen, "Göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. İçinizde olanı açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Allah'ın her şeye güç yetirendir." buyuran Rabbimizin bu buyruğu içinde geçen, "İçinizde olanı açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker" cümlesi bazı kimselerde, Allah (c.c) içimizden geçen bazı kötü duygular sebebi ile de mi bizi cezalandıracak?" şeklinde sorulara kapı aralamakta, hatta bazı kimselerde psikolojik sorunlara dahi yol açabilmektedir. Çünkü insan olarak hepimizin içinden istemediğimiz halde bazı kötü duygular geçebilmekte, bu duygular ise bir çok kimsede, bu yüzden kendisinin azaba uğrayacağı korkusunu beraberinde getirmektedir.

Yazımızda ayetin bu cümlesi üzerinde durmaya çalışacağız.

[003.182] Bu, sizin ellerinizin takdim ettiği şey sebebiyledir. Ve şüphe yok ki, Allah kullarına zulümkar değildir.

[008.051] Bu, işte ellerinizin takdim ettiği şey yüzündendir. Ve şüphe yok ki Allah kulları için zulümkar değildir.

 Yukarıda mealini verdiğimiz ayetler ışığında düşündüğümüzde, hesap gününde bir kimsenin cehennem azabı görme sebebinin, yaşadığı hayat içinde yaptığı somut ameller olduğu görülmektedir. Allah (c.c) nin kulunu, fiile dökmediği sadece içinden geçirdiği bir şeyden ötürü azaplandırması söz konusu olamaz. 

Konumuz ile ilgili cümle dikkat edilirse "Yuhasibküm" dür. Şayet Allah (c.c) kullarının içinden geçirdiklerinden dolayı onları cezalandıracağını haber vermiş olsaydı bu kelime yerine,  "Yuahiziküm" (sizi cezalandırır) kelimesininin kullanılması gerekirdi. 

Öyleyse konumuz ile ilgili olan cümlenin, Allah'ın kullarına yapacağı azap yönünden değil, başka  bir yönden okunması daha sağlıklı neticeler verecektir.

[003.029] De ki: «İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Allah her şeye Kadir'dir».

[033.054] Siz bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de şüphe yok ki, Allah herşeyi bilir.

[006.003] O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı da bilir.

[021.110] «Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir.»

[064.004]  Göklerde ve yerde olanları bilir; gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir; Allah, kalblerde olanı da bilendir.

Yazımıza konu ettiğimiz ayet içinde geçen cümleyi, Allah (c.c) nin kullarının her hali hakkında bilgi sahibi olması açısından baktığımızda herhangi bir sıkıntı kalmamaktadır. Allah (c.c) nin hesaba çekmesi demek kulunu azaplandıracağını haber vermesi anlamında değil, o kulunun yaptıkları konusunda bilgi sahibi olduğunu haber vermesi anlamındadır.

Konuyu bu açıdan düşündüğümüzde, bazı kimselerde neredeyse psikolojik vakalara varan endişeler ortadan kalkacak, Allah (c.c) bir kulunu azaplandırması veya mükafatlandırması için, o kulunun ortaya somut ameller ortaya koyması gerektiğini haber veren ayetler bize bu konuda rehber olacaktır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Ateşten Kurtardığına İnanılan Bir Elçi İle Zümer s. 19. Ayetindeki Elçi Arasında Seçim Yapmak

Bugün Müslümanların ekseriyetinin sahip olduğu elçi anlayışının Kur'an tarafından değil, riayet kitapları tarafından inşa edildiği bir gerçektir. Bu gerçek, rivayet kitaplarının oluşturduğu elçi anlayışına sahip olanlara anlatılmaya çalışıldığı zaman, büyük bir tepki çekmekte, Kur'an'ın anlattığı elçi portresi maalesef bir çok Müslüman tarafından kabul görmemektedir. Kabul görmediği gibi, Kur'an'ın tarif ettiği elçinin kabul görmesini isteyenler, "Elçi Düşmanı, Zındık" v.s gibi isimlerle yaftalanmaktadır.

Yine bilinmektedir ki, Kur'an'ın şefaat konulu ayetleri ile, rivayetler tarafından oluşturulmuş şefaat inancı, birbiri ile taban tabana zıttır. Kur'an, şefaat inancını müşriklerin sahip olduğu bir inanç olarak değerlendirirken, rivayetler ise şefaati bir İslam inancı olarak görmektedir. Yine rivayetler tarafından öğretilen şefaat inancında Muhammed (a.s) baş rolü oynamakta ve birçok Müslüman onun hesap gününde ümmetine şefaat ederek kendilerini ateşten kurtaracağına inanmaktadır. 

Aşağıda yaptığımız örnek alıntılar, bu yanlış inancın bir tezahürü olarak kitaplarda ve birçok internet sitesinde yer almaktadır.

"Allah Resûlü (asm), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!"diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!"deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!"diye inleyecektir."

"Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ / Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.”"

Yukarıda bulunan iki paragrafta yazılanlar, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaatçi olacağına dair genel geçer algının bir yansıması olup, ateşten kurtarma yetkisine sahip olduğuna inanılan bir elçi inancını yansıtmaktadır.

Rivayetler tarafından örülen ATEŞTEN KURTARAN ELÇİ inancının ne derece doğru olabileceği konusunda Zümer s. 19. ayeti bize yol gösterecektir.

أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِ

[039.019]  Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?

Zümer s. 19. ayetinde Muhammed (a.s) a hitaben söylenilen bu sözler, bize onun hesap günündeki konumunu da anlatmaktadır. Bu ayete bakıldığında Muhammed (a.s) ın kimseyi ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı görülmektedir.

Burada, "Muhammed (a.s) ın ateşten kurtaramayacağı insanlar kafir olan kimselerdir. Onun ateşten kurtarma yetkisi Müslümanlar için olacaktır" şeklinde bir itirazın gelmesi de muhtemeldir.

Bu itiraza karşı şunları söyleyebiliriz: 

Bu ayet içinde dikkat edilmesi gereken cümle, "Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse" cümlesidir. Allah (c.c) nin hakkında azap hükmü verdiği bir kişi Müslüman da olsa (ki bu düşünce yine problemlidir) elçisi olan bir kulu için bu sözünü değiştireceği düşüncesi, itikadi açıdan sakıncalar doğurmaktadır. Allah'ın sözünün üzerine söz söyleyebileceğine inanılan bir kişinin Allah'a denk sayıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Allah'a denk görülen her şeyin ona ortak koşmak anlamına gelmektedir. 

Hasılı kelam, Muhammed (a.s) ın hakkında azap hükmü kesinleşmiş olan Müslümanları ateşten kurtaracağı iddiası, yine bu ayet ile ret edilmektedir.

Şimdi burada Müslümanlar, rivayetler aracılığı ile anlatılan bir insanı ateşten kurtaracağına inanılan elçi portresi ile, Kur'an tarafından anlatılan kimseyi ateşten kurtarma yetkisi olmayan elçi arasında seçim yapmak durumundadır.

                                             AYET VAR DİYORSUN AMA HADİS VAR KARDEŞİM

Bu söz, rivayetler tarafından gelen ve Kur'an ile çelişki arz eden bilgiye karşı getirilen bir karşı itiraz olarak, bir çok Müslümandan maalesef duyulmaktadır. Yine bu söz Kur'an'ın bazı Müslümanlar nezdindeki yerini göstermesi açısından acı bir örnektir. Çünkü bu gibi sözleri sarf edebilen kişiler, Kur'an ile rivayet arasında tercih yapılması gerektiğinde, Kur'an'ın değil rivayetlerin tercih edilmesi gereğine inanan, hatta bunu imanın bir gereği olarak görmektedirler.

"Hadis İnkarcısı" deyimini dillerine dolayan bazı kimselerin, bu deyim ile kast ettikleri insanlar, dinde rivayetlerin değil Kur'an'ın belirleyici olması gerektiğini savunanlardır. Muhammed (a.s) ın Kur'an'a aykırı en ufak bir söz dahi söylemeyeceği üzerinde, bütün Müslümanların ittifak etmiş olmasına rağmen, bu ittifak pratiğe çıkmamakta, Kur'an ile çakışan bir rivayetin Muhammed (a.s) tarafından asla söylenemeyeceği maalesef dile getirilmekten korkulmaktadır. Bu korkunun en büyük sebebi ise, bu gibi Kur'an ile çelişen rivayetlerin bulunduğu kitaplara dokunulmazlık zırhının giydirilmiş olmasıdır.

Bugün bir rivayet şayet Buhari, Müslim v.s gibi rivayet kitaplarında varsa, veya makbul olarak görülen bir kişinin ağzından çıkmış ise, bazı Müslümanlar tarafından Kur'an ayetinden daha sağlam olarak görülmekte, bu rivayetin güvenilir olup olmadığı konusunda en küçük bir şüphe dahi duyulmamaktadır.

Halbuki olması gereken, Kur'an'ın dinde belirleyici olması, üzerine dokunulmazlık zırhı giydirilmiş kitaplarda geçse dahi Kur'an ile çelişip çelişmediğine bakılması, kim söylemişse söylesin doğruluğu kişilere göre değil, Kur'an'a göre değerlendirilmesidir. Maalesef bu yapılmamakta, yapılmadığı gibi de bu yöntemi savunanlar en ağır ithamlara layık görülmektedir. Halbuki bu kimseler, Kur'an ile çelişen rivayetleri ret etmeyerek Hadis İnkarcısı olarak görülmemek için, KUR'AN İNKARCISI olmayı göze alabilmektedir. 

Sonuç olarak: Muhammed (a.s) hesap gününde diğer insanlar gibi hesaba çekilecek (Araf s. 6), bu hesabın sonunda karşılığını alacaktır. Onun hesap gününde başkalarını ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı gibi, ona böyle bir yetkinin verildiğine inanmak itikadi açıdan sakıncalar içermektedir. 

Genel geçer İslam düşüncesindeki elçi inancı Kur'an tarafından belirlenmediği için bu gibi sorunlar ortaya çıkmakta, Müslümanlar arasında fikir ayrılıklarının başını Muhammed (a.s) ın sahip olması gereken konum oluşturmaktadır. Şayet her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da Kur'an belirleyici bir kitap olarak görülmüş olsaydı, bugün Müslümanlar arasındaki ayrılıklar büyük ölçüde giderilmiş olabilirdi. 

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Temmuz 2018 Pazar

BAKARA SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Elif, Lâm, Mim. 

2- Bu, kendisinde hiçbir belirsizlik olmayan o kitap'tır, o korunanları bir doğruya iletendir.

3- O kimseler ki, o algılanamayanana inanırlar ve o kulluk görevini* ayağa kaldırırlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (doğru yolda) harcarlar. 

* Bu ayete bütün meallerin (istisnalar hariç) Namazı dosdoğru kılarlar şeklinde anlam vermiş olmaları, Salat kavramının geniş bir anlama sahip olması gerçeğini bir kenara itmektedir. Bu kavram namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğu için, bu anlamın genişliğini meale yansıtmaya çalıştık. Yukimunessalate kelimesine verdiğimiz bu anlamı, Meryem s. 59. ayetini dikkate alarak tercih ettik. Ayrıca Mekke döneminde inen ayetlerde geçen Salat kavramının müşrikler tarafından içinin boşaltılmış olmasını haber veren ayetler, böyle bir anlamı vermemizdeki etkenlerden birisidir.
 
4- Ve o kimseler ki, sana indirilmiş olan şeye ve senden önceki indirilmiş olan şeye de inanırlar ve onlar o son (yaşam)a da kesinkes inanırlar.

5- İşte onlar, Efendilerinden bir doğruya iletenin üzerindedirler. Ve işte onlar, o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

6- Şüphesiz ki o gerçeği örtmüş olan kimseleri uyarsan da yahut uyarmasan da onlara denktir, onlar inanmazlar.

7- Allah, onların kalplerinin üzerini ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir. Ve onların görmelerinin üzerinde de bir kaplama vardır. Ve bir büyük azap onlar içindir. *

* 6. ve 7. ayetlerde bahsedilen inkâr edenlerin, Mekke veya Medine'deki belirli bir grup olduğu, genelleme içermediğine dikkat edilmelidir.

8- Ve (Medine'deki) o insanlardan kimi: "Biz Allah'a ve o son güne inandık" diyor. Oysa onlar inananlar değildir.

9- Allah'ı(n elçisini)* ve inanmış olan kimseleri aldatıyorlar. Oysa kendi benliklerinden başkasını aldatmıyorlar ve bunu da fark etmiyorlar. 

* 9. ayette (elçisini) şeklinde açtığımız parantezin gerekçesi; Aldatma fiilinin Allah'a nispet edilerek kullanılmasının nedeni Allah'ın elçisine edilen muamelenin Allah'a edilmiş gibi olmasından ötürüdür. Ayrıca Fetih s. 10. ayetinde Allah'ın elçisine yapılan biatın Allah'a yapılmış gibi beyan edilmesi bu parantezi açmamızın gerekçelerinden birisidir (Nisa s. 80). 

10- Onların kalplerinde bir bozukluk vardır. Bundan dolayı Allah da onları bozukluk olarak artırmıştır. Yalan söylemekte oldukları nedeniyle, bir acı azap onlar içindir.

11- Ve onlara: "Bu yerde bozuculuk yapmayın" denildiği zaman: "Biz ancak ve ancak düzelticileriz" diyorlar.

12- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar o bozuculuk yapanların ta kendileridir, fakat fark etmezler.

13- Ve onlara: "O(inanmış olan) insanların inandığı gibi siz de inanın" denildiği zaman: "Biz o ahmakların inandığı gibi inanır mıyız?" diyorlar. Dikkat edin, şüphesiz ki onlar o ahmakların ta kendileridir, fakat bilmezler.

14- Ve inanmış olan kimselerle karşılaştıkları zaman, "Biz inandık" diyorlar. Ve şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman: "Şüphesiz ki biz sizin beraberinizdeyiz, biz (inananlarla) ancak ve ancak alay edicileriz" diyorlar.

15- Allah onlarla alay etmekte ve kendi taşkınlıkları içinde bocalamalarını uzatmaktadır.

16- İşte onlar o kimselerdir ki, o doğruya ileteni o sapkınlığa değişmişlerdir. Ne var ki onların ticaretleri fayda sağlamamış ve doğruya iletilenler de olmamışlardır.

17- Onların örneği, bir ateş tutuşturmak isteyenin örneği gibidir. (Ateş) kendi çevresinde olan şeyleri aydınlattığında, Allah onların ışıklarını gideriverir ve onları karanlıkların içinde bırakıverir, artık göremezler.

18- Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar dönmezler.

19- Veya (onların örneği) onun içinde karanlıklar ve bir gök gürlemesi ve bir şimşek bulunan, gökten boşalan yağmura tutulmuş, çakan o yıldırımlardan dolayı o ölümün sakınması ile parmaklarını kulaklarının içine tıkayanlar gibidir.  Ve Allah, o gerçeği örtücüleri kuşatıcıdır.

20- O şimşek neredeyse onların görmelerini kapıverecek. (Şimşek) onları her ne zaman aydınlatsa, on(un aydınlığın)da yürürler. Ve üzerleri karartıldığı zaman, dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dileseydi, onların işitmelerini ve görmelerini kesinlikle giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.
 
21- Ey o insanlar, korunmanız için sizi ve sizden önceki kimseleri takdir etmiş olan Efendinize kulluk edin.

22- O ki, o yeri sizin için bir döşek, o göğü de bir tavan yaptı ve o gökten bir su indirdi de onunla size o ürünlerden bir rızık çıkardı. Artık bilmekte olduğunuz halde Allah'a benzerler edinmeyin.

23- Ve eğer kulumuzun üzerine indirdiğimiz şeyden bir belirsizlik içindeyseniz, haydi siz de onun örneğinden bir sure getirin. Ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah'ın aşağısından tanıklarınızı da çağırın.

24- Eğer bunu yapamadıysanız ki asla yapamayacaksınız, artık onun yakıtı o insanlar ve o taşlar olan, o gerçeği örtücüler için hazırlanmış o ateşten korunun.

25- Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olan kimselere, onlar için, onların altından o nehirler akar bahçeler olduğunu müjdele. Her ne zaman onlardan bir üründen bir rızık olarak rızıklandırılmış olsalar: "Bu, önceden rızıklandırıldığımızdır" derler. (Bu ürün) onlara (önceden tattıklarına) bir benzeşen olarak verilmiştir. Ve ondaki temizlenmiş eşler onlar içindir. Ve onlar, onda sürekli kalıcıdırlar.

26- Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği de ondan (küçüklük bakımından) daha üstün olanını da bir örnek olarak ortaya koymaktan çekinmez. İnanmış olan kimselere gelince, onlar hemen şüphesiz ki onun Efendilerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Ve gerçeği örtmüş olanlara gelince, onlar hemen "Allah, bir örnek olarak bununla neyi istedi?" derler. Allah, onunla birçoğunu saptırıyor ve onunla birçoğunu da doğruya iletiyor. Ve onunla o itaatten çıkanlardan başkasını da saptırmıyor.

27- O kimseler ki, Allah'ın antlaşmasını, onun yeminle bağlanmasının arkasından bozarlar ve Allah'ın, ona iliştirilmesini buyurduğu şeyi keserler ve o yerde bozuculuk yaparlar. İşte onlar, o ziyan edenlerin ta kendileridir.

28- Nasıl Allah'a karşı gerçeği örtebiliyorsunuz? Siz ölüler idiniz de sizi yaşattı. Sonra sizi öldürecek, sonra sizi yine (kabirlerden kaldırarak) yaşatacak, sonra O'na döndürüleceksiniz.

29- O ki, o yerde olan şeyleri toplu olarak sizin için takdir etmiş, sonra göğü denkleştirmeye yönelmiş, böylece onu yedi gök olarak denkleştirmiştir. Ve O, her bir şeyi en iyi bilicidir.

30- Ve bir zaman senin Efendin o meleklere: "Ben o yerde bir ardıl* oluşturucuyum" demişti de (melekler): "Onda bozuculuk yapacak ve onda o kanları akıtacak olan kimseyi mi oluşturacaksın? Oysa biz seni övgünle her türlü eksiklikten uzak tutuyor ve seni kutsallaştırıyoruz." demişlerdi. (Allah): "Şüphesiz ki ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri en iyi bilenim" demişti.

(*)- 30 ayette geçen Halifeten kelimesine, Bir ardıl anlamını verme nedenimiz için bakınız Yunus s. 14-73, Araf s. 69- 74. Bu ayetlerde geçen kelime, helak edilenlerin yerine geçenler için kullanılmaktadır. Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere dikkat ettiğimizde, helakı hak eden toplumların yerine, başka toplumlar geçmiştir. Sünnetullahı ve bu surenin Yakuboğulları genelindeki bağlamını merkeze aldığımızda kan döken ve bozuculuk yapan bir topluluk mutlaka yok edilir ve yerine bir başka topluluk gelir.

31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretmiş ve sonra o (isimlere sahip ola)nları o meleklere sunarak: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bana bunların isimlerini haber verin" demişti.

32- (Melekler de): "Sen her türlü eksiklikten uzaksın, bizde senin öğrettiğinden başka hiçbir bilgi olmaz, şüphesiz ki sen, o en iyi bilicinin, o en bilgenin ta kendisisin" demişlerdi.

33- (Allah): "Ey Adem, onların isimlerini onlara haber ver" demişti de, (Adem) onların isimlerini onlara haber verdiğinde (Allah meleklere): "Ben size, 'şüphesiz ki ben o göklerin ve o yerin algılanamayanını en iyi bilenim ve ben belli etmekte olduğunuz şeyleri ve gizlemekte olduğunuz şeyleri de en iyi bilenim' dememiş miydim?" demişti.

34- Ve biz bir zaman o meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik de iblis hariç onlar hemen boyun eğmişlerdi. O, direnmiş ve büyüklük taslamış ve o gerçeği örtücülerden olmuştu.

35- Ve biz (Adem'e): "Ey Adem, sen ve eşin o bahçede durul ve ikiniz ondan nereden dilediyseniz bol bol yeyin ve ikiniz şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz de o haksızlık yapanlardan olursunuz" demiştik.

36- Derken o şeytan ikisini ondan (ağaca yaklaşmama buyruğundan) kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde oldukları şeyden çıkarmış, ve biz de: "Bir kısmınız bir kısma bir düşman olarak inin. Ve o yerde belirli bir vakte kadar bir sabitleşme yeri ve bir yarar, sizin içindir" demiştik.

37- Bunun üzerine Adem, kendisinin Efendisinden (öğretilen) bir takım kelimeleri karşılamış, böylelikle (Efendisi de) ona lütufla dönmüştü. Şüphesiz ki O, o lütufla çok dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

38- Biz de: "Toplu olarak ondan inin, eğer benden size bir doğruya ileten gelir de kim benim doğruya iletenime takılırsa, artık onlara hiç bir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler" demiştik.

39- Ve o kimseler ki, gerçeği örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar, o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

40- Ey Yakub'un oğulları, sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Ve benim(le yaptığınız) antlaşmamı tastamam yerine getirin ki, ben de sizin(le yaptığım) antlaşmanızı tastamam yerine getireyim ve yalnızca benden ürkün.

41- Ve sizin beraberinizde olan şeyi bir doğrulayıcı olarak indirdiğim şeye inanın ve onu örtücünün ilki olmayın. Ve benim ayetlerimi bir az bedele değişmeyin ve yalnızca benden korunun.

42- Ve bilmekte olduğunuz halde o gerçeğe o geçersizliği giydirmeyin ve o gerçeği de saklamayın.

43- Ve o kulluk görevini ayağa kaldırın ve o arınmayı yerine getirin. Ve o saygıyla eğilenlerin beraberinde saygıyla eğilin.

44- O kitabı peşi sıra okumakta olduğunuz halde, o insanlara erdemli olmayı buyurup da kendi benliklerinizi unutuyor musunuz? Hiç bağ kurmaz mısınız?

45- Ve o direnip gayret etmekle ve o kulluk görevini ayakta tutmakla destek isteyin. Şüphesiz ki o, saygı duyanlardan başkasının üzerine kesinlikle ağır gelir.

46- O kimseler ki, Efendileriyle karşılaşıcı olduklarına ve O'na dönücü olduklarına (kesin) kanaat getirirler.

47- Ey Yakub'un oğulları, sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştım.

48- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) bir benlik (başka) bir benlikten bir şey karşılık görmez. Ve ondan bir eşlikçilik de kabul edilmez ve ondan bir eşitlik bedeli de tutulmaz ve onlar yardım da edilmezler.

49- Ve bir zaman, oğullarınızı boğazlayarak ve kadınlarınızı yaşatarak, sizi o azabın kötüsüne süren Firavun'un hanedanından kurtarmıştık. Ve sizin için bunda Efendinizden bir büyük yoklama vardı.

50- Ve bir zaman size o su kütlesini ayırmış, böylece sizi kurtarmış ve siz bakarken Firavun'un hanedanını batırmıştık.

51- Ve bir zaman, Musa ile kırk geceliğine sözleşmiş, sonra onun arkasından siz  haksızlık yapanlar olarak o buzağıyı (tanrı olarak) sahiplenmiştiniz.

52- Sonra bunun ardından (pişman olup döndüğünüzde) şükretmeniz için sizden (hatalarınızı) silmiştik.

53- Ve bir zaman Musa'ya, doğruya iletilmeniz için o kitabı ve o (doğru ile yanlışı) ayıranı vermiştik.

54- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, şüphesiz ki sizler o buzağıya (tanrı olarak) sahiplenmekle kendi benliklerinize haksızlık yaptınız. Haydi, sizin kusursuz var edeninize (itaate) dönün, (itaate dönmeyen) benliklerinizi de öldürün*. Bu sizin için kusursuz var edeninizin yanında daha hayırlıdır. Böylece size lütufla döndü. Çünkü O, o lütufla çok dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir" demişti.

*- 54. ayete böyle bir anlam verme gerekçemiz, ayet içinde geçen Faktülü (öldürün) kelimesinin, Kur'an içinde geçtiği hiçbir ayette mecazi anlamda kullanılmamış olmasıdır. Hakiki anlamı dikkate alınarak verilen bir mealde Kendinizi öldürün olarak ortaya çıkan anlamın düşük olması bizi, bazı tefsirlerde geçen yorumları dikkate almaya yönelterek, kelimeye mecazi bir anlam vermememize, ve tevbe edenlerin tevbe etmeyenleri öldürmesi gerektiği şeklinde bir anlam vermeye yöneltmiştir. Her mealin neticede bir yorum olduğu hata ve yanlıştan uzak olmadığı unutulmamalıdır. Allahu alem.

55- Ve bir zaman Musa'ya: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görünceye kadar, sana asla inanmayacağız" demiştiniz de, siz bakarken o yıldırım hemen sizi tutmuştu.

56- Sonra ölümünüzün arkasından, şükretmeniz için sizi harekete geçirmiştik.

57- Ve o bulutu üzerinize gölgelendirmiş ve üzerinize o kudret helvasını ve o bıldırcını indirmiş: "Sizi rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar bize haksızlık yapmadılar, fakat onlar kendi benliklerine haksızlık yapmakta idiler.

58- Ve biz bir zaman: "Şu kasabaya girin de, ondan nereden dilediyseniz bol bol yeyin ve o kapıdan boyun eğerek girin ve 'Günahlarımızı üzerimizden düşür' deyin, biz de sizin yanılgılarınızı bağışlayalım. Ve o iyilik edenlere (karşılığını) artıracağız" demiştik.

59- Buna karşılık haksızlık yapmış olan kimseler, bir sözü kendilerine denilmişin başkasıyla değiştirmişler, bunun üzerine biz de o haksızlık yapmış olan kimselerin üzerine, itaatten çıkmakta olmaları nedeniyle gökten bir titreten azap indirmiştik.

60- Ve bir zaman Musa, topluluğunu suvarmak istemişti de, biz de ona: "Değneğini o taşa vur" demiştik. Böylece ondan oniki göze fışkırmış, (topluluğundan olan) bütün insanlar su içecek yerlerini kesinlikle bilmişti. (Onlara): "Allah'ın rızkından yeyin ve için ve bu yerde bozuculuk yapanlar olarak karışıklık çıkarmayın" (demiştik).

61- Ve bir zaman: "Ey Musa, biz bir tek çeşit yiyeceğe asla direnç gösteremeyeceğiz. Bizim için hemen Efendine çağrı yap da, bizim için o yerin bitirmekte olduğu şeylerden onun sebzesinden ve salatalığından ve sarmısağından ve mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz de, (Musa): "O daha hayırlı olanı o daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Mısır'a inin şüphesiz ki sorduğunuz şey sizin için (orada) vardır" demişti. (Nankörlüklerinden dolayı) üzerlerine o aşağılanma ve o durgunluk vuruldu ve Allah'tan bir hiddete yerleştiler. Bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmekte ve o habercileri o gerçek olmaksızın öldürmekte olmaları nedeniyledir. Bu, karşı çıkmış ve sınırı aşmakta olmaları nedeniyledir.

62- Şüphesiz ki inanmış olan kimselerden ve dönen (Yahudi)* ve o yardımcı (Hristiyan)* ve o sabii kimselerden Allah'a ve o son güne inanır ve bir düzgün iş işlerse, artık Efendilerinin yanındaki iş karşılıkları onlar içindir. Ve onlara hiçbir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler. 

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönenler" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

63- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u sizin üstünüze yükseltmiş: "Korunmanız için size verdiğimiz şeyi kuvvetlice tutun ve onun içinde olan şeyi hatırlayın" (demiştik).

64- Sonra bunun ardından siz (başka tarafa) yönelmiştiniz. Eğer Allah'ın lütfu ve şefkati sizin üzerinizde olmasaydı, kesinlikle o ziyan edenlerden olurdunuz.

65- Ve ant olsun ki içinizden o dinlenme (günün)de sınırı aşmış olan kimseleri bilmişsinizdir. Bundan dolayı biz onlara: "Azarlanıp kovalanan maymunlar olunuz"demiştik.

66- Böylece bunu önündekilere ve ardıllarına bir ibret verici karşılık ve o korunanlar için bir öğüt yapmıştık.

67- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Şüphesiz ki Allah size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti de (onlar): "Bizi alaya mı tutuyorsun?" demişler, (Musa): "O düşüncesizlerden olmamdan Allah'a sığınırım" demişti.
 
68- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap da o şeyi bize açıklasın" demişler, (Musa): "Şüphesiz ki O, 'O (sığır), (toprağı) yaran değildir ve körpe de değildir, bunun arasında bir ortancadır' diyor. Hemen buyurulmakta olduğunuz şeyi yapın" demişti.

69- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap da onun rengi nedir bize açıklasın" demişler, (Musa):  " Şüphesiz ki O, 'O bir sapsarı parlayan, onun rengi o bakanların içine ferahlık veren bir sığırdır' diyor" demişti.

70- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap da o nasıl (yaşlı ve körpe olmayan sapsarı bir sığır)dır bize açıklasın. Çünkü (o yaşlı ve körpe olmayan sapsarı) o sığırlar bizce birbirine benzeşiyor. Ve şüphesiz ki biz eğer Allah dilerse, kesinlikle doğruya iletilenlerden oluruz" demişlerdi.

71- (Musa): "Şüphesiz ki O, 'O, o yerin (toprağını) savurmasıyla aşağılanmamış ve o ekini suvarmamış, (bu gibi işleri yapmaktan) azad edilmiş, onda (sarıdan başka) hiçbir renk olmayan bir sığırdır' diyor" demişti de (onlar): "Şimdi bize o gerçeği getirdin" demişler ve hemen onu boğazlamışlardı. Ama neredeyse yapmıyorlardı.

72- Ve bir zaman bir benliği öldürmüştünüz de, onu (öldürmenin suçunu) birbirinize savmaya çalışmıştınız. Ve Allah gizlemekte olduğunuz şeyleri ortaya çıkarıcıdır.

73- Bunun üzerine biz de: "Onu (sığır boğazlamayı) onun bazısına (öldürme olaylarına) uygulayın" demiştik. Böylece Allah o ölüleri yaşatır ve bağ kurmanız için kendi (gözle görülen) ayetlerini size gösterir. 

74- Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı. Artık onlar o taşlar gibi, hattâ katılıkça (taştan) daha çetindir.  Ve şüphesiz ki onlardan öylesi vardır ki ondan o nehirler fışkırır. Ve onlardan öylesi vardır ki, (ortasından) ayrılır da ondan o su çıkar. Ve onlardan öylesi vardır ki, Allah'ın endişesinden dolayı aşağı yuvarlanır. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeylerden duyarsız değildir.

75- Artık size inanacaklarına hala umutlanıyor musunuz? Muhakkak onlardan bir bölük vardı ki Allah'ın kelâmını işitirler, sonra ona bağ kurmalarının arkasından bilmekte oldukları halde oynatırlardı.

76- Ve inanmış olan kimselerle karşılaştıkları zaman: "Biz inandık" diyorlar. Ve onların bir kısmı bir kısmı ile yalnız kaldıkları zaman ise: "Allah'ın size açtığı şeyi, Efendinizin yanında onu size karşı tartışmak için getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz? Hiç bağ kurmaz mısınız?" diyorlar.

77- Onlar bilmezlermi ki Allah onların saklamakta olduğu şeyleri ve açığa vurmakta olduğu şeyleri biliyor.

78- Ve onlardan bir kısmı anasından doğduğu gibidir ki, boş dilekte bulunma dışında o kitabı bilmezler. Ve onlar (yanlış) kanaatten başka bir şeyde bulunmuyorlar.

79- Artık yazıklar olsun o kimselere ki o kitabı elleri ile yazarlar, sonra da onu bir az bedele değişmek için: "Bu, Allah'ın yanındandır" derler. Artık elleri ile yazdığı şeylerden dolayı yazıklar olsun onlara ve kazanmakta oldukları şeylerden dolayı da yazıklar olsun onlara. 

80- Ve: "O ateş sayılanmış günlerin dışında bize asla dokunmayacaktır" dediler. De ki: "Allah'ın yanından bir antlaşmayı mı sahiplendiniz? Eğer öyle ise Allah antlaşmasına asla aykırı davranmayacaktır. Yoksa Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

81- Hayır, kim bir kötülük kazanır ve bu yanılgısı onu kuşatmış (olarak ölür) ise, artık işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

82- Ve o kimseler ki, inandılar ve o düzgün işleri işlediler, işte onlar o bahçenin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

83- Ve bir zaman Yakub'un oğulları'ndan: "Allah'tan başka kimseye kulluk etmeyin ve anne babaya ve o en yakınlığın sahiplerine ve o yetimlere ve o durgunlara bir iyilikle (davranın) ve o insanlara bir iyi söz söyleyin ve o kulluk görevini ayağa kaldırın ve o arınmayı yerine getirin" diye, yeminle bağlanmış söz almıştık. Sonra içinizden bir azı dışında (başka tarafa) yönelmiştiniz. Ve sizler de hâlâ buna kayıtsız kalanlarsınız.

84- Ve bir zaman; "Kanlarınızı akıtmayın ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye, sizden yeminle bağlanmış sözünüzü almış, siz de sabitleş(me sözü ver)miştiniz. Ve sizler de buna hâlâ tanıklarsınız.

85- Sonra sizler onlarsınız ki, birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir bölük onlara karşı o günah ve düşmanlıkta sırt sırta vererek onları yurtlarından çıkarıyorsunuz. Ve eğer size esirler olarak gelirlerse de, onlardan kurtulmalık alıyorsunuz. Oysa onların çıkarılması size yasaklanmıştı. Yoksa siz o kitabın (kurtulmalık almayı serbest bırakan) kısmına inanıyorsunuz da, (birbirinizi yerinizden çıkarmayı yasaklayan) kısmını örtüyor musunuz? Artık içinizden bunu kim yaparsa karşılığı, bu şimdiki yaşamda bir rezillikten başkası değildir. Ve o kalkışın günü ise o azabın en çetinine geri döndürüleceklerdir. Ve Allah işlemekte olduğunuz şeylerden duyarsız değildir.

86- İşte onlar o kimselerdir ki, o son (yaşam)ı bu şimdiki yaşama değişmişlerdir. Artık o azap onlardan hafifletilmez ve onlar yardım da edilmezler.

87- Ve ant olsun ki Musa'ya o kitabı verdik ve onun arkasından elçileri peşine düşürdük ve Meryem oğlu İsa'ya da o apaçık delilleri vermiş ve onu o kutsal'ın esintisi ile güçlendirdik. Her ne zaman bir elçi benliklerinizin hoşlanmayacağı şeyi size getirse, büyüklük taslayarak bir bölüğünü yalanlayacak ve bir bölüğünü de öldürecek misiniz?

88- Ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) kılıflıdır" dediler.  Aksine, (gerçeği) örtmeleri nedeniyle Allah onları dışlamıştır. Bundan dolayı bir azı inanırlar.

89- Ve onlara Allah'ın yanından onların beraberinde olan şeyi doğrulayıcı olan bir kitap geldiğinde, ki önceden gerçeği örtmüş olan* kimseler (Araplar) üzerine fetih istiyor idiler. Fakat tanıdıkları şey onlara geldiğinde (bu sefer de) onu (kitabı) örttüler. Artık Allah'ın dışlaması o gerçeği örtücülerin üzerinedir.

*Arapları kendi inançlarına uymadıkları için kafir olarak görüyorlardı.

90- Allah'ın, kullarından kime dilerse kendi lütfundan (kitap) indirmesine karşı bir hadsizlik yaparak, Allah'ın indirdiği şeyi örtmekle, karşılığında kendi benliklerini ona değiştikleri şey ne sıkıntılı şeydir. Bu yüzden hiddet üzerine hiddete yerleştiler. Ve o gerçeği örtücülere bir alçaltıcı azap vardır.

91- Ve onlara: "Allah'ın indirmiş olduğu şeye inanın" denildiği zaman: "Biz, bize indirilmiş şeye inanırız" diyorlar ve onun ötesinde olan şeyi (reddederek) örtüyorlar. Oysa o, onların beraberinde olan şeyi doğrulayıcı olan bir gerçektir. De ki: "Eğer inananlar iseniz, önceden Allah'ın habercilerini niçin öldürüyordunuz?"

92- Ve ant olsun ki Musa size o apaçık delilleri getirmiş, sonra onun (Tur'a çıkmasının) arkasından haksızlık yapanlar olarak o buzağıyı sahiplenmiştiniz.

93- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü almış ve Tur'u sizin üstünüze yükseltmiş: "Size verdiğimiz şeyi kuvvetlice tutun ve işitin" (demiştik). (Bu emre rağmen) "İşittik ve karşı çıktık" demişler ve gerçeği örtmeleri nedeniyle kalplerine o buzağı (sevgisi) içirilmişti. De ki: "Eğer inananlar iseniz, inancınızın size onu buyurmakta olduğu ne sıkıntılı şeydir."

94- De ki: "Eğer o son yurt Allah'ın yanında (sizden olmayan) o insanların aşağısından sadece size bir özellik idiyse, eğer doğru söyleyenler iseniz hemen o ölüm dileğinde bulunun."

95- Ve ellerinin öncelediği nedeniyle onu sonsuz olarak asla dilemeyeceklerdir. Allah, o haksızlık yapanları bir en iyi bilicidir.

96- Ve onları kesinlikle, yaşama karşı o insanların en isteklisi, hattâ ortaklaştırmış olan kimselerden de (daha istekli) olarak bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlenmeyi arzu eder. Oysa o (ömürlenmesi) o azaptan onu uzaklaştırıcı değildir. Ve Allah onların işlemekte olduğu şeyleri bir en iyi görücüdür.

97- De ki: "Kim Cibril'e bir düşman olursa, artık şüphesiz ki o, önünde olan şeyi bir doğrulayıcı ve o inananlara bir doğruya ileten ve bir müjde olarak, Allah'ın onayıyla onu senin kalbine indirmiştir."

98- Kim, Allah'a ve O'nun meleklerine ve O'nun elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e bir düşman olursa, artık şüphesiz ki Allah da o gerçeği örtücülere bir düşmandır.

99- Ve ant olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Ve o itatten çıkanlardan başkası onları örtmüyor.
 
100- Her ne zaman bir antlaşmayla antlaştılarsa, onlardan bir bölük onu fırlatıp atmadı mı? Hayır, onların hiçbiri inanmazlar.

101- Ve onlara Allah'ın yanından onların beraberinde olan şeyi  doğrulayıcı olan bir elçi geldiğinde, o kitap verilmiş olan kimselerden bir bölük sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının ötesine fırlatıp attı.

102- Ve o (insan) şeytanların Süleyman'ın hükümranlığı üzerine peşi sıra okumakta oldukları şeye takıldılar. Oysa Süleyman gerçeği örtmemiş, fakat o (insan) şeytanlar gerçeği örtmüşlerdi. O insanlara, o sihri ve Babil'deki o iki güç sahibi* Harut'a ve Marut'a indirilmiş olan şeyi öğretiyorlardı. Ve o ikisi "Biz ancak ve ancak bir denemeyiz, artık sakın gerçeği örtme" deyinceye kadar hiçbirine öğretmiyorlardı. O ikisinden onunla, adam ile eşinin arasını ayrıştıran şeyi öğreniyorlardı. Oysa onlar Allah'ın onayı olmadıkça, onunla hiçbirine zarar vericiler değillerdi. Ve onlar kendilerine zarar verecek, fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Ve ant olsun ki onlar (insan şeytanlar) kim onu (sihri) satın almışsa onun için o son (yaşam)da (güzel) bir takdir olmayacağını bilmişlerdir. Kendi benliklerini onunla sattıkları şey kesinlikle ne sıkıntılıdır. Eğer biliyor olsalardı. 

(*)-102. ayet içinde geçen Melekeyn  kelimesine Elçi anlamı verme gerekçemiz, Harut ve Marut'un bildiğimiz anlamda iki melek anlamı verildiğinde ortaya çıkan problemlerin, bu ayetin Kur'an içinde birbirinden çok farklı biçimde anlaşılan bir ayet durumuna düşürmesidir. Bu konu ile ilgili açıklama dipnot olarak değil, ayrı bir makale halinde blogumuzda mevcuttur.

103- Ve eğer onlar inanmış ve korunmuş olsalardı, Allah'ın yanındaki ödül kesinlikle daha hayırlı olurdu. Eğer biliyor olsalardı.

104- Ey inanmış olan kimseler, "Bize çobanlık et" demeyin, "Bizi gözet" deyin ve dinleyin. Ve bir acı azap, o gerçeği örtücüleredir.

105- O kitabın halkından olan gerçeği örtmüş olan kimseler ve o ortak koşanlar, Efendinizden sizin üzerinize hiçbir hayır indirilmesini arzu etmiyor. Oysa Allah, şefkatini kime dilerse özel kılar. Ve Allah, o büyük lütuf sahibidir. 

106- Biz herhangi bir ayetten hükmü kaldırır veya onu unutturursak, ondan daha hayırlısını veya onun örneğini getiririz. Allah'ın her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucu olduğunu bilmedin mi?
 
107- Allah'ı o göklerin ve o yerin hükümranlığının Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Ve sizin için Allah'ın aşağısından hiçbir yönelen ve hiçbir yardımcı yoktur.

108- (Ey Yahudiler) yoksa siz önceden Musa'ya sorulduğu gibi (size de gönderilen) elçinizi mi sorgulamak istiyorsunuz? Ve kim o inancı o gerçeği örtme ile değiştirirse, artık kesinlikle o yolun denk olanından sapmıştır.

109- O kitabın halkından olanların birçoğu, kendilerine doğru ve gerçeğin apaçık belli olmasının arkasından, kendi benliklerinin yanındaki bir çekememezlikten ötürü, inanmanızdan sonra gerçeği örtenler olarak sizi geri döndürmeyi arzu etti. Artık Allah buyruğunu getirinceye kadar (hatalarını) silin ve müsamaha gösterin. Şüphesiz ki Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.

110- Ve o kulluk görevini ayağa kaldırın ve o arınmayı yerine getirin. Ve benlikleriniz için hayırdan ne öncelerseniz, onu Allah'ın yanında bulacaksınız. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi görücüdür.

111- Ve "O bahçeye, bir dönen (Yahudi)* olmuş veya yardımcılar (Hristiyan)* olmuş kimselerden başkası asla giremeyecektir" dediler. Bu, onların boş dilekleridir. De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi sağlam kanıtınızı getirin."

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönen" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

112- Hayır, kim bir iyilik eden olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, artık onun iş karşılığı kendisinin Efendisinin yanındadır. Ve onlara hiç bir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler. 

113- Ve o dönen (Yahudi)ler: "O yardımcılar (Hristiyanlar) bir şey üzerinde değildir" dedi. Ve o yardımcılar (Hristiyanlar): "O  dönen(Yahudi)ler bir şey üzerinde değildir" dedi. Oysa onlar o kitabı peşi sıra okuyorlar. (Kitap) bilmez (müşrik)kimseler de onların sözünün örneğini dedi. Artık Allah, aykırı düşmekte oldukları şeyler hakkında o kalkışın günü onların arasında karar verecektir.

114- Ve Allah'ın boyun eğilen yerlerini O'nun isminin onların içlerinde hatırlanmasından alıkoyan ve onların harap olması için koşan kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? İşte onlar için onlara ancak kaygılananlar olarak girmekten başkası yoktur. Bu şimdiki (yaşam)da bir rezillik onlar içindir. Ve o sonraki (yaşam) da ise bir büyük azap onlar içindir.

115- Ve o doğu ve o batı, Allah'ındır. Nereye yönelirseniz, Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi) bir kapsayıcıdır, bir en iyi bilicidir.

116- Ve: "Allah bir çocuğu sahiplendi" dediler. O, her türlü eksiklikten uzaktır. Aksine, o göklerde ve o yerde olan şeyler O'nundur. Her biri O'na gönülden bağlananlardır.

117- O göklerin ve o yerin bir örneği olmadan takdir edicisidir. Ve bir buyruk yerine geleceği zaman, ona ancak ve ancak "Ol" der, o da hemen oluverir.

118- Ve (kitap) bilmez (müşrik) kimseler: "Allah bizimle konuşmalı veya bize (gözle görülen) bir ayet gelmeli değil miydi?" dedi. Onlardan önceki kimseler de onların sözünün örneğini demişti. Kalpleri birbirine benzeşti. Kesinkes inanan bir topluluk için biz o (gözle görülen) ayetleri kesinlikle açıkladık.

119- Şüphesiz ki biz seni o gerçekle bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. O şiddetli ateşin arkadaşlarından sen sorulmazsın.

120- Ve o dönenler (Yahudiler) ve o yardımcılar (Hristiyanlar), onların inanç sistemine takılıncaya kadar senden asla hoşnut olmayacak. De ki: " Şüphesiz ki Allah'ın iletmesi, o doğruya iletmenin ta kendisidir." Ve ant olsun ki sana gelmiş olan o bilgiden sonra eğer onların keyfi arzularına takılırsan, Allah'tan sana  hiçbir yönelen ve hiçbir yardımcı yoktur.

121- Kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler, onu izlemenin hakkını vererek izlerler. İşte onlar ona inananlardır. Ve kim onu (kitabı) örterse, işte onlar o ziyan edenlerin ta kendileridir.

122- Ey Yakub'un oğulları, sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştım.

123- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) bir benlik (başka) bir benlikten bir şey karşılık görmez ve ondan bir eşitlik bedeli kabul edilmez ve ona bir eşlikçiliğin de faydası olmaz ve onlar yardım da edilmezler.

124- Ve bir zaman Efendisi İbrahim'i bir takım kelimeler(den oluşan buyruklar)la yoklamış, o da onları (yerine getirerek) tamamlamıştı. (Efendisi): "Şüphesiz ki ben, seni o insanlara bir önder yapıcıyım" demişti. (İbrahim): "Soyumdan da (önderler yap)" demişti. (Efendisi): "Benim antlaşmam o haksızlık yapanlara kavuşmaz" demişti.

125- Ve bir zaman o ev'i (Kabe) o insanlar için bir ödül yeri ve bir güvenli yer olarak yapmış ve (insanlara): "İbrahim'in (tevhidi) duruşunu bir kulluk görevi olarak sahiplenin" (demiş), İbrahim'e ve İsmail'e: "O evimi, o etrafında dolaşanlar ve o kapananlar ve o saygıyla eğilip boyun eğenler için (putlardan) temiz tutun" diye antlaşma yapmıştık.

126- Ve bir zaman İbrahim: "Ey Efendim, burayı bir güvenli yöre olarak yap, ve onun halkını onlardan Allah'a ve o son güne inananlarını o ürünlerden rızıklandır" demiş, (Efendisi): "Ve gerçeği örten kimseyi de bir az yararlandırır, sonra da onu o ateşin azabına zararlandırırım. Ve ne sıkıntılıdır o dönüş" demişti.

127- 128- 129- Ve bir zaman İbrahim, o ev (Kabe) den o temelleri: "Ey Efendimiz, bizden kabul et. Şüphesiz ki sen o en iyi işiticinin o en iyi bilicinin ta kendisisin. Ey Efendimiz, ikimizi sana teslim olanlardan ve bizim soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum yap ve bize (hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı kulluk görevlerimizi göster ve bize lütufla dön. Şüphesiz ki sen o çok lütufla dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisisin. Ey Efendimiz, onların içinde senin ayetlerini onlara peşi sıra okuyacak ve onlara o kitabı ve o bilgeliği öğretecek ve onları arındıracak, onlardan bir elçi harekete geçir. Şüphesiz ki sen o en güçlünün, o en doğru karar vericinin ta kendisisin." (diyerek) yükseltiyor ve İsmail'de (yükseltiyordu).

130- Ve İbrahim'in inanç sisteminden, kendi benliğini ahmak hale getirenden başka kim ilgisini keser? Ve ant olsun ki biz onu bu şimdiki (yaşamda) seçmiştik. Ve şüphesiz ki o, o sonraki (yaşamda) kesinlikle o düzgünlerdendir.

131- Bir zaman Efendisi ona "Teslim ol" demiş, o da "O tüm insanların Efendisine teslim oldum" demişti.

132- Ve İbrahim onu oğullarına da önermiş ve Yakup da (oğullarına): "Ey oğullarım, şüphesiz ki Allah, sizin için bu inanç sistemini seçti, artık siz sakın teslim olanlardan başkası olarak ölmeyin" (diyerek öğütlemişti).

133- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar), o ölüm Yakub'a hazır olduğu zaman yoksa siz tanıklar mıydınız? Hani oğullarına, "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti de, (oğulları): "Senin tanrına ve ataların İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın tanrısına, bir tek tanrı olarak kulluk edeceğiz. Ve biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.

134- Bu, gelip geçmiş bir toplumdu. Onun (o toplumun) kazandığı kendisine ve sizin kazandığınız sizedir. Ve siz onların işlemekte oldukları şeylerden sorulmazsınız.

135- Ve: "Bir dönen (Yahudi)* veya yardımcılar(Hristiyan)* olun ki, doğruya iletilesiniz" dediler. De ki: "Aksine, (doğruya iletilmek fıtrat yasalarına) bir meyleden olan İbrahim'in inanç sistemiyledir. Ve o, o ortak koşanlardan değildi."

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönen" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

136- (Onlara): "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olan şeye ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve o torunlara indirilmiş olan şeye ve Musa'ya ve İsa'ya verilmiş olan şeye ve o habercilere Efendilerinden verilmiş olan şeye inandık. Onlardan hiçbirinin arasını ayrıştırmayız. Ve biz O'na teslim olanlarız" deyin.

137- Eğer O'na sizin inandığınızın örneği gibi inanırlarsa, kesinlikle doğruya iletilmişlerdir. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, onlar ancak ve ancak bir ayrışma içindedirler. Allah, onlara karşı sana yetecektir. Ve O, o en iyi işiticidir, o en iyi bilicidir.

138- Allah'ın boyası. Ve boya bakımından Allah'tan daha iyi olan kimdir? Ve biz O'na kulluk edenleriz.

139- Ve de ki: "O, bizim de Efendimiz ve sizin de Efendiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Ve bizim işlediklerimiz bize ve sizin işledikleriniz de sizedir. Ve biz O'na özgülenenleriz."

140- Yoksa siz; "Şüphesiz ki İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve o torunlar, bir dönen (Yahudi) veya bir yardımcı (Hristiyan) dı" mı diyorsunuz? De ki: "Siz mi en iyi bilensiniz yoksa Allah mı?" Ve yanındaki bir tanıklığı Allah'tan gizlemiş kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeylerden duyarsız değildir.

141- Bu, gelip geçmiş bir toplumdu. Onun (o toplumun) kazandığı kendisine ve sizin kazandığınız sizedir. Ve siz onların işlemekte oldukları şeylerden sorulmazsınız.

142- O insanlardan kimi o ahmaklar: "Onları üzerinde oldukları (şimdiki) kıblelerinden ne yönellti?" diyecekler. De ki: "O doğu ve o batı, Allah'ındır. Kimi dilerse bir dosdoğru yola iletir."

143- Ve böylece sizi o insanların üzerine tanıklar olmanız ve o elçinin de sizin üzerinize bir tanık olması için bir dengeli toplum yaptık. Senin onun üzerinde olduğun (Kabe'yi), o elçiye uyan kimse ile, iki ökçesi üzerinde çevrilen kimseyi bilmekten başka nedenle kıble yapmadık. Ve şüphesiz ki bunu yapmamız Allah'ın doğruya ilettiği kimselerden başkası üzerine kesinlikle ağır gelir. Allah sizin inanmanızı kesinlikle kayba uğratacak değildir. Şüphesiz ki Allah, o insanlara kesinlikle çok acıyıdır, çok merhamet edicidir.

144- Biz senin yüzünü o gökde çevrilip durduğunu kesinlikle görüyoruz. Şimdi seni ona hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü o yasak mescit tarafına yönelt. Ve nerede olursanız, artık yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Ve şüphesiz ki o kitap verilmiş olan kimseler, bunun Efendilerinden  bir gerçek olduğunu kesinlikle biliyorlar. Ve Allah onların işlemekte olduğu şeylerden duyarsız değildir.

145- Ve ant olsun ki eğer o kitap verilmiş olan kimselere her bir ayeti getirmiş olsan, yine de senin kıblene takılmaz. Sen de onların kıblesine takılan değilsin. Onların bir kısmı bir kısmının kıblesine de takılan değillerdir. Ve ant olsun ki sana gelmiş olan o bilgiden sonra eğer onların keyfi arzularına takılırsan, o takdirde şüphesiz ki sen de kesinlikle o haksızlık yapanlardansın.

146- Kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler, onu oğullarını tanımakta oldukları gibi onu tanıyorlar. Ve şüphesiz ki içlerinden bir bölük gerçeği bilmekte oldukları halde kesinlikle gizliyorlar. 

147- O gerçek, senin Efendindendir. Öyleyse sakın o tereddüte düşenlerden olma.

148- Ve her birinin yüzünü çevirdiği yeri vardır, o ona yönelicidir. Öyleyse o hayırlarda öne geçin. Nerede olursanız Allah sizi (kalkış gününde) toplu olarak getirecektir. Şüphesiz ki Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.

149- Ve nereden çıkarsan, yüzünü o yasak mescit tarafına yönelt. Ve şüphesiz ki o, senin efendinden bir gerçektir. Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

150- Ve nereden çıkarsan, yüzünü o yasak mescit tarafına yönelt. Onlardan haksızlık yapmış olan kimseler dışında o insanların size karşı bir tartışması olmaması için, nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Ve sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlamam ve doğruya iletilmeniz için, sakın onlardan endişelenmeyin benden endişelenin.

151- Bunun için size içinizden, bizim ayetlerimizi peşi sıra okuyan ve sizi arındıran ve size o kitabı ve o bilgeliği öğreten ve size biliyor olmadığınız şeyleri öğreten, sizden bir elçi gönderdik.

152- Artık beni hatırlayın ki ki bende sizi hatırlayayım ve bana şükredin ve bana nankörlük etmeyin.

153- Ey inanmış olanlar, direnip gayret etmekle ve o kulluk göreviyle (Allah'tan) destek isteyin. Şüphesiz ki Allah, o direnip gayret edenlerin beraberindedir.

154- Ve Allah'ın yolunda öldürülen kimseler için de "Ölüler" demeyin. Aksine, yaşayanlardır, fakat siz fark edemezsiniz.

155- Ve sizi, biraz o kaygıdan ve o açlıktan ve biraz da o mallardan ve o benliklerden ve o ürünlerden bir eksiltme ile kesinlikle yoklayacağız. O direnip gayret edenleri müjdele.

156- O kimseler ki, kendilerine bir hoş olmayan durum onlara eriştirildiği zaman: "Şüphesiz ki biz Allah'a aidiz ve şüphesiz ki biz O'na dönücüleriz" derler.

157- İşte onlara Efendilerinden sahip çıkmalar ve bir şefkat vardır. Ve işte onlar o doğruya iletilenlerin ta kendileridir.

158- Şüphesiz ki Safa ve Merve, Allah'ın farkındalıklarındandır. Artık kim o ev'i (Kabe) hacc veya umre yaparsa, bu ikisini dolaşmasında onun üzerine hiç bir sorumluluk olmaz. Ve kim gönüllü bir hayır işlerse, artık şüphesiz ki Allah, bir şükredicidir, bir en iyi bilicidir.

159- Şüphesiz ki o kimseler, o apaçık delillerden ve o doğruya iletenden indirdiğimizi, o kitapta bizim onu o insanlara açıklamamızın arkasından gizliyorlar, işte onları Allah dışlar ve dışlayıcılar da onları dışlar.

160- Ancak itaate dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş ve (kitabı) açıklamış olan kimseler var ya, işte onlar, bende onlara (lütufla) dönerim. Ve ben, o çok lütufla dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisiyim.

161- Şüphesiz ki onlar, gerçeği örttüler ve gerçeği örten kimseler oldukları halde öldüler, işte Allah'ın ve o meleklerin ve o (inanan) insanların toplu olarak dışlaması onların üzerinedir. 

162- Onda (o dışlamada) sürekli kalıcıdırlar. O azap onlardan hafifletilmez ve onlar bakılmazlar da.

163- Ve sizin tanrınız, bir tek tanrıdır. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O, o çok şefkatlidir, o çok merhamet edicidir.

164- Şüphesiz ki o göklerin ve o yerin takdir edilişinde, o gece ve o gündüzün aykırı düşmesinde ve insanlara fayda veren şeylerle o su kütlesinde akar o gemilerde ve Allah'ın o gökten bir su indirip de o yeri onun ölümünden sonra onunla yaşatmasında ve her bir canlıdan onda yaymasında ve o gök ve o yer arasında boyun eğdirilmiş o rüzgârları ve o bulutları evirip çevirmesinde, bağ kuran bir topluluk için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

165- Ve o insanlardan kimi, Allah'ın aşağısından benzerlere sahiplenir de, Allah'ın sevgisi gibi onları severler. Ve inanmış olan kimselerin Allah'a olan sevgisi daha çetindir. Eğer o haksızlık yapmış olan kimseler o azabı görecekleri zaman o kuvvetin toplu olarak Allah'a ait olduğunu ve şüphesiz ki Allah'ın o azabının ne kadar çetin olduğunu (önceden) görseydi (onları sevmezlerdi).

166- O zaman kendilerine takılınmış olan kimseler, kendilerine takılmış olan kimselerden beri durmuş, o azabı görmüşler ve onlarla o bağlar büsbütün kesilmiştir.

167- Ve takılmış olan kimseler: "Eğer bizim için bir tekrar daha (geri dönüş) olsa, onların bizden beri durdukları gibi biz de onlardan beri dururduk" dedi. İşte böyle Allah, onların işlerini özlemler olarak onlara gösterir. Ve onlar o ateşten çıkıcılar da değillerdir.

168- Ey o insanlar, o yerde olan şeylerden serbest temiz olarak yeyin. Ve o şeytanın adımlarına takılmayın. Şüphesiz ki o, size bir apaçık düşmandır.

169- O size ancak ve ancak o kötülüğü ve o hayasızlığı, bilemeyeceğiniz şeyleri Allah'a karşı demenizi buyurur.

170- Ve onlara: "Allah'ın indirdiği şeye takılındenildiği zaman: "Hayır, atalarımızı onun üzerinde bulduğumuz şeye takılırız" derler. Eğer ataları bir şeye bağ kuramazlar ve doğruya iletilmezler olsa da mı (onlara uyacaklar)?
 
171- Ve gerçeği örtmüş olan kimselerin örneği, çağırma ve seslenmeden başka bir şey işitmez haykıran  (hayvan) ın örneği gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar bağ kuramazlar.

172- Ey inanmış olan kimseler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin. Ve Allah'a şükredin, eğer yalnızca O'na kulluk ediyorsanız

173- Size ancak ve ancak o ölü hayvanı ve o kanı ve o domuzun etini ve (kesilirken) ona Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi (Allah'tan başkasının adı anlımış) yasaklamıştır. Artık kim (açlık sebebi ile) zarar görürse, haddi aşmaksızın ve saldırganlık yapmaksızın (yemesinde), artık ona hiç bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

174- Şüphesiz ki o kimseler, Allah'ın o kitaptan indirdiği şeyi gizliyorlar ve onu bir az bedele değişiyorlar. İşte onlar, karınlarında o ateşten başkasını yemiyorlar. O kalkışın günü Allah onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve bir acı azap onlar içindir.

175- İşte onlar o kimselerdir ki, o doğruya ileteni o sapkınlığa, o bağışlanmayı da o azaba değişmişlerdir. Onlar o ateşin üzerinde ne de dirençlidirler.

176- Bu (azap), şüphesiz ki Allah'ın o kitabı o gerçekle indirmesi nedeniyledir. Ve şüphesiz ki o kitap üzerinde aykırı düşmüş olan kimseler, kesinlikle bir uzak ayrışmanın içindedirler.

177- O erdem, yüzlerinizi o doğu ve o batı yönüne yöneltmeniz değildir. Fakat o erdem, Allah'a ve o son güne ve o meleklere ve o kitaba ve o habercilere inanmış ve o malın kendisine olan sevgisine rağmen onu o en yakınlığın sahiplerine ve o yetimlere ve o durgunlara ve o yolun oğluna (yolda kalmışa) ve o soruculara (dilencilere) ve o boyunduruk altındakilere vermiş ve o kulluk görevini ayağa kaldırmış ve o arınmayı yerine getirmiş ve antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını tastamam yerine getirmiş ve o sıkıntıda ve o zararda ve  o sıkıntılı (savaş) vaktinde o direnip gayret etmiş olan kimselerinkidir. İşte onlar, doğru sözlü kimselerdir. Ve işte onlar, o korunanların ta kendileridir.

178- Ey inanmış olan kimseler, o (cinayetle) öldürmelerde o suça denk karşılık, sizin üzerinize yazıldı. O özgür o özgüre ve o köle o köleye ve o kadın o kadına (karşılıktır). Fakat kime (öldürülenin) kardeşi tarafından (denk karşılık hakkından) bir şey silinirse, artık o benimsenene uygun olarak takılmak ve iyilikle ona bir ödeme yapmak vardır. Bu, Efendinizden bir hafifletme ve bir şefkattir. Kim bundan sonra haddi aşarsa, artık bir acı azap onadır.

179- Ve o suça denk karşılıkta, sizin için bir yaşam vardır. Ey o temiz akıl sahipleri, umulur ki (cinayetlerden) korunursunuz.

180- O ölüm sizden birine hazır olduğu zaman, eğer bir mal bırakıyor ise ana babaya ve o en yakınlara, o benimsenene uygun olarak öneride bulunması, o korunanların üzerine bir gerçek (vazife) olarak yazıldı.

181- Artık kim onu işittikten sonra onu değiştirirse, şüphesiz ki onun günahı ancak ve ancak onu değiştiren kimselerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

182- Fakat kim öneride bulunan kimsenin bir (haksızlığa) meyletmesinden veya bir günah işlemesinden kaygılanır da onların aralarını düzeltirse, artık ona hiç bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

183- Ey inanmış olan kimseler, o oruç sizden önceki kimselere yazıldığı gibi, korunmanız için size de yazıldı.

184- Sayılanmış günlerdir. Artık içinizden kim hasta veya bir sefer üzerinde, (tutamadığının) sayısınca diğer günlerden (tutsun). Ve ona (zorlukla) güç yetiren kimselerin üzerine ise, artık bir durgun yiyeceği bir kurtulmalık vardır. Fakat kim gönüllü bir hayır işlerse, artık o onun için daha hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz orucu tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, o insanları bir doğruya ileten ve o doğruya iletenden açıklamalar ve (doğru ile yanlışı birbirinden) ayıran bu okunan (Kur'an) onda indirildi.  Artık içinizden kim o aya tanık olursa, o (ayın orucu)nu tutsun. Ve kim bir hasta veya bir sefer üzerinde olursa, (tutamadığının) sayısınca diğer günlerden (tutsun). Allah size o kolaylığı ister ve size o zorluğu istemez. (Bu kolaylık), o sayıyı eksiksiz yapmanız ve sizi doğruya ilettiği şeye karşılık Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

186- Ve kullarım sana benden sorduğu zaman, şüphesiz ki ben (onlara) yakınım. Beni çağırdığı zaman, o çağırıcının çağırısını cevaplandırırım. Öyleyse olgunluğa erişmeleri için onlar da beni cevaplandırsınlar, bana inansınlar.

187- O orucun gecesi kadınlarınıza o cinsel ilişki size serbestleştirildi. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah, sizin benliğinize karşı ihanet etmekte olduğunuzu bildi de size lütufla döndü ve sizden (hatalarınızı) sildi. Artık şimdi onlarla (oruç gecelerinde de) temasta bulunabilir ve Allah'ın sizin üzerinize yazdığının peşine düşebilirsiniz. Ve o şafaktan o beyaz iplik o siyah iplikten size apaçık belli oluncaya kadar yeyin ve için, sonra o orucu o geceye tamamlayın. Ve o boyun eğilen yerlerde kapananlar iken, onlarla temasta bulunmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah o insanlara korunmaları için kendi ayetlerini işte böyle açıklıyor.

188- Ve mallarınızı aranızda o geçersiz nedenle yemeyin. Ve insanların mallarından bir bölümünü o günahla yemek için bilmekte olduğunuz halde onları o karar vericilere sarkıtmayın.

189- Sana o hilâllerden soruyorlar. De ki: "Onlar, o insanların o hacc ve vakit ölçüleridir." Ve o erdem o evlere onların sırtlarından gelmeniz (işi usulüne göre yapmamak) değildir. Fakat o erdem, kişinin korunmasıdır. Ve o evlere onların kapılarından gelin (işi usulüne göre yapın). Ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'a karşı korunun.

190- Ve sizinle öldürüşen kimselerle, siz de Allah'ın yolunda öldürüşün ve sınırı aşmayın. Şüphesiz ki Allah, o sınırı aşanları sevmez. 

191- Ve onları nerede ele geçirdiyseniz öldürün ve onlar sizi nereden çıkardılarsa siz de onları çıkarın. Ve o kargaşa (yı çıkarmak) o öldürmekten daha çetindir. Ve onlar sizinle o yasak mescidin yanında öldürüşünceye kadar, siz de onda onlarla öldürüşmeyin. Eğer onlar sizinle öldürüşürlerse, artık siz de onları öldürün. O gerçeği örtücülerin karşılığı, işte böyledir.

192- Eğer onlar vazgeçerlerse, artık şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

193- Ve bir kargaşa olmayıncaya ve o yaşam sistemi Allah'a ait oluncaya kadar, onlarla öldürüşün. Eğer onlar vazgeçerlerse, artık o haksızlık yapanlardan başkasına hiçbir düşmanlık olmaz.

194- O yasak ay o yasak aya karşılıktır. Ve yasaklar da suça denk karşılık esası üzerinedir. Kim size karşı sınırı aşarsa, size karşı sınırın aşılma örneği kadar siz de ona karşı sınırı aşın. Ve Allah'a karşı korunun ve Allah'ın, o korunanların beraberinde olduğunu bilin.

195- Ve Allah'ın yolunda harcayın. Ve ellerinizle kendinizi o yok oluşla karşılaştırmayın. Ve iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, o iyilik edenleri sever.

196- Ve o haccı ve o umreyi Allah için tamamlayın. Eğer kısıtlanırsanız, artık o hediyeden kolayınıza geleni (gönderin). O hediye kesim yerine ulaşıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden kimin bir hastalığı veya onun başından bir rahatsızlığı varsa, oruçtan veya bağıştan veya kurbanlıktan bir kurtulmalık vardır. Artık güvende olduğunuz zaman, kim hacc zamanına kadar o umre ile yararlanacak olursa, artık ona da o hediyeden kolayına gelen vardır. Kim de (kurbanlık) bulamadıysa, o hacda üç gün ve döndüğünüz zaman ise yedi gün oruç vardır. Bu, eksiksiz on (oruç)dur. Bu, ev halkı o yasak mescit'in hazırında olmayan kimse içindir. Ve  Allah'a karşı korunun ve Allah'ın o sonuçlandırmasının çok çetin olduğunu bilin.

197- O hacc bilinmiş aylardır. Kim onlarda o haccı kendisi için belirlerse, artık o hacda cinsel ilişki ve yoldan çıkma ve söz dalaşı olmaz. Ve hayırdan ne yaparsanız, Allah onu bilir. Ve (hacc için) azıklanın, şüphesiz ki o azığın en hayırlısı o korunma bilincidir. Ey o temiz akıl sahipleri benden korunun.

198- (Hacc aylarında ticaret yaparak) Efendinizden bir lütfun peşine düşmeniz sizin üzerinize bir sorumluluk değildir. Artık Arafat'tan akın akın döküldüğünüz zaman, artık Meşar-ı Haram'ın (Müzdelife) yanında Allah'ı hatırlayın. Ve sizi doğruya ilettiği gibi O'nu hatırlayın. Ve şüphesiz ki siz onun öncesinden kesinlikle o sapkınlardan idiniz.

199- Sonra o insanların döküldüğü yerden siz de dökülün ve Allah'ın bağışlamasını isteyin. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

200- (Hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı kulluk görevinizi yerine getirdiğiniz zaman, artık atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta ondan daha çetin bir hatırlamayla Allah'ı hatırlayın. O insanlardan kimi: "Ey Efendimiz, bize bu şimdiki (yaşam)da ver" der. Ve o sonraki (yaşamda) ona hiçbir takdir (edilmiş nimet) yoktur.

201- Ve onlardan kimi de: "Ey Efendimiz, bize bu şimdiki (yaşam)da da bir iyilik ve o sonraki (yaşam)da da bir iyilik ver ve bizi o ateşin azabından koru" der.

202- İşte onlar var ya, kazandıkları şeylerden bir hisse onlar içindir. Ve Allah, o hesabı çok hızlı görendir.

203- Ve sayılanmış günlerde Allah'ı hatırlayın. Kim (Mina'dan Mekke'ye dönmeyi) iki günde çabuklaştırırsa, artık ona hiç bir günah yoktur. Ve kim sonralarsa, artık ona da hiçbir günah olmaz. (Bu) korunan kimse içindir. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki siz O'na sürülüp toplanacaksınız.

204- Ve o insanlardan kimi vardır ki, bu şimdiki yaşam hakkındaki sözleri seni şaşırtır ve kalbindekine Allah'ı tanıklandırır. Oysa o çekişenlerin en azılısıdır.

205- Ve (iktidara) yöneldiği zaman ise, o yerde onda bozuculuk yapmaya o ekini ve o nesli (iktisadi ve sosyal düzeni) yok etmeye koşar. Ve Allah o bozuculuğu sevmez.

206- Ve ona "Allah'a karşı korun" denildiği zaman, o güçlülüğü onu o günah ile tutar. Artık ona cehennem yeterlidir ve kesinlikle ne sıkıntılıdır o döşek.

207- Ve o insanlardan kimi de vardır ki Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek için kendi benliğini (cennet karşılığı) satar.  Ve Allah, o kullara karşı çok acıyıcıdır.

208- Ey inanmış olan kimseler, topyekün barış ve selâmete girin ve o şeytanın adımlarına takılmayın. Şüphesiz ki o, size bir apaçık düşmandır.

209- Eğer size o apaçık delillerin gelmesinin arkasından kayarsanız, artık Allah'ın bir çok güçlü, bir en bilge olduğunu bilin.

210- Onlar (inanmak için) Allah'ın ve o meleklerin o buluttan gölgeler içinde gelmesine ve o buyruğun yerine getirilmesine mi bakıyorlar? Ve o işler Allah'a döndürülür.

211- Yakub'un oğullarına sor, onlara apaçık ayetten kaçını verdik. Ve kim Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra değiştirirse, artık şüphesiz ki Allah, o sonuçlandırması çok çetindir.

212- Gerçeği örtmüş olan kimselere bu şimdiki yaşam süslendi de bu yüzden onlar inanmış olan kimselerden bir kısmını maskaraya alıyorlar. Oysa korunmuş olan bu kimseler o kalkışın günü onların üstündedirler. Ve Allah, kime dilerse bir kısıtlama olmaksızın rızık verir. 

213- O insanlar (yaratılış ayarı olarak) bir tek toplumdu (aralarında ayrıştılar). Bunun üzerine Allah, o habercileri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak harekete geçirdi. Ve hakkında ayrıştıkları şeylerde o insanların arasında karar vermesi için o kitabı da onların beraberinde o gerçekle indirdi. Ve kendilerine o apaçık deliller geldikten sonra kendi aralarında bir hadsizlik yaparak onda aykırı düşmüş olanlar, kendilerine o (kitap) verilmiş kimselerden başkası da olmadı. Böylece Allah, inanmış olan kimseleri kendisinin onayıyla, onda aykırı düştükleri o gerçeğe iletti. Ve Allah, kimi dilerse bir dosdoğru yola iletir.

214- Yoksa siz, sizden önceki gelip geçen kimselerin (sıkıntılarının) örneği size de gelmeden, o bahçeye girivereceğinizi mi hesab ettiniz? O sıkıntı ve o zarar onlara öylesine dokunmuştu ki, o elçi ve onun beraberindeki inanmış olan kimseler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sarsılmışlardı. Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır.

215- Sana, neye harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Bir hayırdan ne harcarsanız, anne baba ve o en yakınlar ve o yetimler ve o durgunlar ve o yolun oğlu (yolda kalmış) içindir. Ve hayırdan ne yapıyorsanız, artık şüphesiz ki Allah onu bir en iyi bilicidir."

216- Sizin için bir çirkinlik olduğu halde, o öldürüşme sizin üzerinize yazıldı. Ve ola ki size çirkin gelen bir şey, o sizin için daha hayırlıdır. Ve ola ki size sevimli gelen bir şey ise, o sizin için daha şerdir. Ve  Allah bilir siz bilmezsiniz.

217- Sana, o yasak aydan (yani) onda öldürüşmekten soruyorlar. De ki: "Onda öldürüşmek büyük bir (günah)tır. Ve Allah'ın yolundan uzaklaştırmak ve O'na nankörlük etmek ve o yasak mescit'ten (uzaklaştırmak) ve onun halkını ondan çıkarmak, Allah'ın yanında daha büyük (günah)tır. Ve o kargaşa(yı çıkarmak) o öldürmekten daha (günah)tır." Eğer onların gücü yetse, sizi kendi yaşam sisteminizden geri döndürünceye kadar sizinle öldürüşmeye son vermezler. Ve içinizden kim kendi yaşam sisteminden geri döndürülür de gerçeği örten olarak ölürse, işte onların işledikleri bu şimdiki (yaşamda) ve o sonraki (yaşamda) boşa gitmiştir. Ve işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

218- Şüphesiz ki o kimseler, inandılar ve onlar Allah'ın yolunda göç ettiler ve güçlerini kullandılar, işte onlar Allah'ın şefkatini bekleyebilirler. Ve Allah, bir çok bağışlayacıdır, bir çok merhamet edicidir.

219- Sana o şarap ve o kumardan soruyorlar. De ki: "İkisinde de bir büyük günah ve o insanlar için faydalar vardır. Ve bu ikisinin günahı, ikisinin faydasından daha büyüktür." Ve sana neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "(İhtiyaçtan) o silineni."Allah, bu şimdiki (yaşam) ve o son (yaşam) hususunda düşünmeniz için o ayetleri işte böyle açıklıyor.

220- Ve sana o yetimlerden de soruyorlar. De ki: "Onların (durumlarını) düzeltmek daha hayırlıdır. Ve eğer onlarla birbirinize karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah o bozuculuk yapanı, o düzelticiden (ayırt etmeyi) bilir. Ve eğer Allah dileseydi, sizi kesinlikle şiddetli sıkıntıya sokardı Şüphesiz ki Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

221- Ve Allah'a o ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. Ve bir inanan kadın köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtsa bile, bir ortak koşan (hür) kadından daha hayırlıdır. Ve o ortak koşan erkekleri onlar  inanıncaya kadar (inanan kadınlarla) evlendirmeyin. Ve bir inanan erkek köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtsa bile ortak koşan (hür) bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar o ateşe çağırıyorlar. Ve Allah ise kendisinin onayıyla o bahçeye ve bağışlamaya çağırıyor. Ve o insanlara hatırlamaları için kendi ayetlerini açıklıyor.

222- Ve sana o hayızdan soruyorlar. De ki: "O, bir rahatsızlıktır. Artık o hayızda o kadınlardan uzaklaşın ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın (cinsel ilişki kurmayın). Temizlendikleri zaman, artık Allah'ın size buyurduğu yerden onlara gelebilirsiniz (cinsel ilişki kurabilirsiniz). Allah şüphesiz ki o çokça itaate dönenleri sever ve o temizlenenleri de sever."

223- Kadınlarınız sizin için (nesillerinizin devamını sağlayan) bir tarladır. Haydi siz de tarlanıza (Allah'ın emrettiği yerden) nasıl dilediyseniz gelin ve benlikleriniz (için hayrı) önceleyin ve Allah'a karşı korunun. Ve O'nunla karşılaşıcı olacağınızı bilin. Ve o inananları müjdele.

224- Ve erdemliliğinize ve korunmanıza ve o insanların arasını düzeltmenize Allah'ı yeminlerinizle bir kayıtsızlık vesilesi kılmayın. Ve Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

225- Allah sizi yeminlerinizdeki o amaçsız sözden dolayı (sorumlu) tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığı nedeniyle (sorumlu) tutar. Ve Allah, bir çok bağışlacıdır, bir çok yumuşak davranıcıdır.

226- Kadınlarından uzaklaşmaya (ila) yemin eden kimseler, dört ay beklerler. Eğer (iladan) dönerlerse, artık şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

227- Ve eğer evlilik bağını çözmeye kesin karar vermişlerse, artık şüphesiz ki Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

228- Evlilik bağı çözülmüş o kadınlar, üç hayız müddeti benliklerini (evlenmeden) bekletirler. Eğer Allah'a ve o son güne inanıyorlarsa, rahimlerinin içinde Allah'ın takdir ettiğini gizlemeleri onlara serbest olmaz. Ve (onları boşayan) kocaları eğer bir düzgünlük isterlerse onları (kendilerine) geri döndürmeye daha hak sahibidirler. Ve (kocaların) onların hakları olduğu gibi kadınların da o benimsenene uygun olarak hakları vardır. Ve o adamların onların üzerindeki (hakları) bir kademe daha fazladır. Ve Allah bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

229- Evlilik bağının çözülmesi, iki defadır. (Sonrasında ise) benimsenene uygun olarak sıkıca tutmak veya bir iyilikle salıvermek vardır. Ve onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız size serbest olmaz. Ancak her ikisinin Allah'ın sınırlarını ayağa tutamayacaklarından kaygılanmaları hariç. Eğer siz de ikisinin Allah'ın sınırlarını ayağa tutamayacaklarından kaygılanırsanız, artık kadının onu kurtulmalık olarak vermesinde ikisinin üzerine hiçbir sorumluluk olmaz. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, artık onları aşmayın. Ve kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar o haksızlık yapanların ta kendileridir.

230- Eğer (kocası) onun (üçüncü defa) evlilik bağını çözerse, artık o kadın onun arkasından ondan başka bir eş ile evleninceye kadar (tekrar) ona serbest olmaz. Eğer o (evlendiği kişi) kadının evlilik bağını çözerse, eğer (önceden ayrılan) o ikisi de Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarına (kesin) kanaat getirirlerse, artık birbirlerine dönmelerinde ikisinin de üzerine hiç bir sorumluluk olmaz. Ve bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, bilmekte olan bir topluluk için onları böyle açıklıyor.

231- Ve o kadınların evlilik bağını çözdüğünüz zaman, (bekleme) sürelerine ulaştıklarında, artık onları ya benimsenene uygun olarak sıkıca tutun, veya benimsenene uygu olarak salıverin. Onlara, bir zarar vererek sınırı aşmanız için sıkıca tutmayın. Ve kim bunu yaparsa, artık kesinlikle kendi benliğine haksızlık yapmıştır. Ve Allah'ın ayetlerini bir alay konusu olarak sahiplenmeyin. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini ve size onunla öğüt vermek için o kitap ve o bilgelikten indirdiği şeyi hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun ve Allah'ın, her şeyi en iyi bilici olduğunu bilin.

232- Ve o kadınların evlilik bağını çözdüğünüz zaman, (bekleme) sürelerine ulaştıklarında, artık kendi aralarında karşılıklı hoşnutlukla ve o benimsenene uygun olarak anlaştıkları zaman, koca(aday)ları ile evlenmelerine sertlik göstermeyin. Bu, içinizden Allah'a ve o son güne inanan kimseye bununla verilen öğüttür. Bu sizin için, daha arınmış ve daha temizdir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.

233- Ve (evlilik bağı çözülmüş) anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen kimseler (babalar) için, çocuklarını eksiksiz iki yıl emzirirler. Ve (emzirme süresince) onların (annelerin) rızıkları, ve giyimleri o benimsenene uygun olarak o doğmuş kendisinin üzerinde olana aittir. Bir benlik kendi kapasitesi haricinde yükümlendirilemez. Ne anneye çocuğu nedeniyle ve ne de doğmuş kendisine ait olana çocuğu nedeniyle zarar verilmesin. O mirasçı üzerine de bunun örneği vardır. Ve eğer ikisi karşılıklı hoşnutlukla ve danışmayla çocuğu (iki yıldan önce sütten) ayırmak isterlerse, artık ikisinin de üzerine hiçbir sorumluluk olmaz. Ve eğer çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz (emzirme ücretini) benimsenene uygun olarak teslim ettiğiniz zaman, artık sizin üzerinize hiç bir sorumluluk olmaz. ve Allah'a karşı o korunun ve Allah'ın işlemekte olduklarınızı bir en iyi görücü olduğunu bilin.

234- Ve içinizden ömürleri tamamlanan ve geriye eşler bırakan kimseler(in eşleri), benliklerini dört ay on gün bekletirler. Artık sürelerine ulaştıkları zaman, benliklerinin o benimsenene uygun olarak yaptıkları şeylerde, sizin üzerinize herhangi hiçbir sorumluluk olmaz. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi haber alıcıdır.

235- Ve (bekleme sürelerini doldurmamış) o kadınlarla evlenmek isteğinizi onu sözlü olarak sunduğunuz, veya kendi benliklerinizde kamufle etttiğiniz şeyden dolayı, sizin üzerinize hiçbir sorumluluk olmaz. Allah, sizin onları hatırlayacağınızı bildi. Fakat bir benimsenen söz demeniz haricinde, onlarla saklı olarak sözleşme yapmayın. Ve o yazılı süreye ulaşıncaya kadar o evliliğin bağını karar vermeyin. Ve Allah'ın kendi benliklerinizdeki şeyi şüphesiz ki bilmekte olduğunu bilin de O'ndan sakının. Ve  Allah'ın, bir çok bağışlayıcı, bir çok yumuşak davranıcı olduğunu bilin.

236- Ve eğer o kadınların evlilik bağını, onlara dokunmadan veya onlara bir (mehir) belirleme yapmadan çözerseniz, sizin üzerinize hiçbir sorumluluk olmaz. Ve onları yararlandırın. O kapsayıcılığı geniş olanın üzerine ölçüsünce, o darlığı olanın da üzerine ölçüsünce, o benimsenene uygun olarak bir yararlandırma vardır. (Böyle yapmak) o iyilik edenlerin üzerine bir gerçek (vazife)dir.

237- Ve eğer onlara dokunmanız öncesinden onların evlilik bağını çözer ve onlar için bir (mehir) belirleme yapmışsanız, artık belirlediğiniz şeyin yarısı vardır. Ancak onların (kadınların o mehri) silmeleri veya o evliliğin bağı kendisinin elinde olanın (yarısını vermeyi) silmesi başkadır. Ve (yarısını vermeyi) silmeniz (ve tamamını vermeniz) o korunma bilincine daha yakındır. Ve aranızdaki lütfu unutmayın. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi görücüdür.

238- O kulluk görevlerini kollayın ve o en orta o kulluk görevini (namazı da). Ve Allah'a gönülden bağlananlar olarak ayağa kalkın.

239- Eğer (güvenliğinizden) kaygılanırsanız, artık yaya olarak veya binekli olarak (koruyun). Artık (güvenliğinizden) emin olduğunuz zaman, bilmekte olmadığınız şeyleri size öğrettiği gibi artık Allah'ı hatırlayın.

240- Ve içinizden ömürleri tamamlanan ve geriye eşler bırakan kimselere, eşleri için (evlerinden) çıkarılmaksızın bir yıl bir yarar önermesi vardır. Eğer onlar (istekli olarak) çıkarlarsa, benliklerinin o benimsenene uygun olarak yaptıkları şeylerde, sizin üzerinize hiçbir sorumluluk olmaz. Ve Allah bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

241- Ve o evlilik bağı çözülmüş kadınlara o benimsenene uygun olarak bir yararlandırma, o korunanların üzerine bir gerçek (vazife)dir.

242- Allah, bağ kurmanız için kendi ayetlerini size böyle açıklıyor.

243- Görmedin mi o kimseleri ki, binlerce oldukları halde o ölümün sakınması ile yurtlarından çıkmışlardı? Allah onlara "Ölün" *  dedi, sonra onları yaşattı. Şüphesiz ki Allah, o insanların üzerine kesinlikle bir lütuf sahibidir. Fakat o insanların daha çoğu şükretmezler.

* Allah'ın 'ölün' deyip, sonra onları yaşatması, dünyada iken gerçek bir ölüm sonrası diriltme değildir. Bir toplumun saldırganlık karşısında can vermesinin önlenmesinin nasıl olacağını Talut kıssasında anlatmaya başlamasının bir ön ayetidir.

244- Ve Allah'ın yolunda öldürüşün ve Allah'ın bir en iyi işitici, bir en iyi bilici olduğunu bilin.

245- Kimdir ki o Allah'a bir iyi ödünçle ödünç verir de, O'da onu kendisi için bir katlamayla pek çok katlandırır. Ve Allah, sıkar ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.

246- Musa'dan sonraki Yakub'un oğulları'ndan o doluları görmedin mi? Bir zaman kendilerinin bir habercisine: "Bize bir hükümdar harekete geçir de Allah'ın yolunda öldürüşelim" demişlerdi. (Haberci): "Eğer o öldürüşme sizin üzerinize yazılırsa, öldürüşmemeniz sizden umulur mu?demiş. (Onlar) " Bize ne oluyor ki yurtlarımızdan ve oğullarımızdan çıkarıldığımız halde, Allah'ın yolunda neden öldürüşmeyelim?" demişlerdi. O öldürüşme üzerlerine yazıldığında ise, içlerinden bir azı dışında (başka tarafa) yönelmişlerdi. Ve Allah o haksızlık yapanları bir en iyi bilicidir.

247- Ve onların habercisi onlara: "Şüphesiz ki Allah size Talut'u kesinlikle bir hükümdar olarak harekete geçirdi" demiş, (Onlar): "Onun bizim üzerimize o hükümdarlığı nasıl olabilir? Oysa biz o hükümdarlığa ondan daha hak sahibi durumdayız ve ona o maldan da bir kapsayıcılık verilmemiştir" demişlerdi. (Haberci): "Şüphesiz ki Allah sizin üzerinize hükümdar olarak onu seçti, ona kapsayıcılığı o bilgi ve o bedende artırmıştır. Allah hükümranlığını kime dilerse verir. Ve Allah (her şeyi) bir kapsayıcıdır, bir en iyi bilicidir" demişti.

248- Ve onların habercisi onlara: "Şüphesiz ki onun hükümdarlığının bir delili, içinde Efendinizden bir durgunluk ve Musa ailesi ve Harun ailesinin bıraktığı şeylerden bir kalıntı olan o meleklerin yüklendiği o sandığın size gelmesidir. Eğer İnananlar iseniz şüphesiz ki bunda sizin için kesinlikle (gözle görülen) bir ayet vardır" demişti.

249- Talut o askerleri ile (sefer için) ayrıldığında: "Şüphesiz ki Allah, sizi bir nehir ile yoklayıcıdır. Kim ondan içerse, benden değildir. Ve kim ancak eliyle bir avuç olarak avuçlama dışında tatmadıysa, şüphesiz ki o bendendir" demişti. Buna rağmen içlerinden pek azı dışında, ondan içmişlerdi. Onu (nehri), o ve onun beraberindeki inanmış olan kimseler ile geçtiğinde, (nehri geçmeyip geride kalanlar): "Bugün Calut ve onun askerlerine karşı hiç bir gücümüz yok" demişler, Allah ile karşılaşıcı olduklarına (kesin) kanaat getiren (nehri geçen) kimseler ise: "Askeri birlikten, bir az halde olan kaçı vardır ki, bir çok  halde olan askeri birliği Allah'ın onayıyla yenmiştir. Ve Allah o direnip gayret edenlerin beraberindedir" demişti.

250- Calut ve onun askerlerine karşı meydana çıktıklarında: "Ey Efendimiz, üzerimize bir direnç ve gayret boşalt, ayaklarımızı sabitleştir, o gerçeği örtenler topluluğuna karşı bize yardım et demişlerdi.

251- Sonunda Allah'ın onayıyla onları hezimete uğratmışlar ve Davut Calut'u öldürmüş ve Allah ona o hükümdarlığı ve o bilgeliği vermiş ve ona dileyeceği şeylerden öğretmişti. Ve eğer Allah'ın o insanların bir kısmını bir kısmı  ile savması olmasaydı, o yer kesinlikle bozulurdu. Fakat Allah, o tüm insanların üzerine bir lütuf sahibidir.

252- Bu (olaylar), Allah'ın ayetleridir. Onları sana o gerçekle peşi sıra okuyoruz. Ve şüphesiz ki sen kesinlikle o gönderilmiş olanlardansın.

253- Bu (anlatılan), o elçiler ki onların bir kısmını bir kısmın üzerine lütuflandırdık. İçlerinden kimi ile Allah konuştu ve onların bir kısmını da kademelerle yükseltti. Ve Meryem oğlu İsa'ya o apaçık delilleri verdik ve onu o kutsal'ın esintisi ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dileseydi, onlardan sonraki kimseler kendilerine o apaçık deliller geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat aykırı düştüler de içlerinden kimi inandı ve içlerinden kimi gerçeği örttü. Ve eğer ayet Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah ne isterse yapar.

254- Ey inanmış olan kimseler, onda bir alışverişin ve bir dostluğun ve bir eşlikçiliğin olmayacağı gün gelmesi öncesinden, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın. Ve o gerçeği örtücüler, o haksızlık yapanların ta kendileridir.

255- Allah, O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O yaşayandır o ayaktadır ( her an yönetimdedir). O'nu bir uyuklama ve bir uyku tutmaz. O göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler O'nundur. O'nun onayı olmadan, O'nun yanında eşlikçilik edecek kimdir? Onların önlerinde olan şeyleri ve artlarında olan şeyleri bilir. Ve dilediği şey dışında O'nun bilgisinden hiçbir şeyi kuşatamazlar. O'nun kürsisi o gökleri ve o yeri kapsamıştır. Bu ikisinin kollanması O'na ağır gelmez. Ve O, o çok yücedir, o çok büyüktür.

256- O yaşam sisteminde hiç bir zorlama olmaz. O olgunluk, o azgınlıktan kesinlikle apaçık belli olmuştur. Kim o taşkınlık yapanı( reddederek) örter ve Allah'a inanırsa, kopması mümkün olmayan o dayanıklı kulpa kesinlikle sıkıca tutunmuştur. Ve Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

257- Allah, inanmış olan kimselerin yönelenidir. Onları o karanlıklardan o ışığa çıkarır. Ve gerçeği örten kimselerin yöneleni ise o taşkınlık yapandır. Onları o ışıktan o karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

258- Görmedin mi o kimseyi ki, Allah kendisine o hükümdarlığı verdi diye, kendisinin Efendisi hakkında İbrahim ile tartışmıştı? Hani İbrahim: "Benim Efendim yaşatır ve öldürür" demişti de, (tartışan):  "Ben de yaşatırım ve öldürürüm" demişti. İbrahim: "Şüphesiz ki Allah o güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu o batıdan getir" demişti de, o gerçeği örtücü birden dehşete düşmüştü. Ve Allah o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

259- Veya tavanları onun üzerine çöken haldeki bir kasaba üzerinden geçip gitmiş kimse gibisini (görmedin mi?) "Allah bunu ölümünden sonra nasıl yaşatacak?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah) "Kaç (zaman) kaldın?" demiş, (o da): "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Hayır yüz yıl kaldın, şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak hiç bozulmamış. Ve eşeğine bir bak, o insanlara böylece seni bir ayet yapmak için ve o kemiklere de bir bak onları nasıl ayaklandırıyor, sonra onlara bir et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) kendisine apaçık belli olduğunda: "Allah'ın her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucu olduğunu biliyorum" demişti.

260- Ve bir zaman İbrahim: "Ey Efendim, o ölüleri (yeniden) nasıl yaşatıyorsun bana göster" demiş, (Efendisi): "Yoksa inanmadın mı?" demiş. (İbrahim): "Hayır (inandım) fakat kalbimin rahatlaması için (sordum)" demişti. (Efendisi): "Hemen o kuştan dördünü tut da onları kendine alıştır, sonra da her bir dağın üzerine onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır, koşarak sana gelecekler. Ve Allah'ın bir çok güçlü bir en bilge olduğunu bil" demişti. 

261- Mallarını Allah'ın yolunda harcayan kimselerin örneği, her başağında yüz dane olan yedi başak bitiren bir danenin örneği gibidir. Ve Allah kime dilerse katlandırır. Ve Allah (her şeyi) bir kapsayıcıdır, bir en iyi bilicidir.

262- O kimseler ki, mallarını Allah'ın yolunda harcarlar, sonra harcadıkları şeyin arkasına bir iyiliği çok görmeyle ve bir rahatsızlık vermeyle takılmazlar. Efendilerinin yanındaki iş karşılıkları onlar içindir. Ve onlara hiç bir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

263- Bir benimsenen söz ve bir bağışlama, onun arkasına bir rahatsızlık vermek takılan bir bağıştan daha hayırlıdır. Ve Allah, bir çok zengindir, bir çok yumuşak davranıcıdır.

264- Ey inanmış olan kimseler bağışlarınızı, Allah'a ve o son güne inanmaz, malını o insanlara gösteriş için harcayan kimse gibi, o iyiliği çok görmekle ve o rahatsızlığı vermekle geçersizleştirmeyin. Onun örneği, üzerinde bir toprak olan, bir kuvvetli yağmur eriştirildiğinde üzerindekini selin sürükleyerek onu çıplak olarak bıraktığı bir kayanın örneği gibidir. Kazandıkları şeylerden hiç bir şey elde edemezler. Ve Allah, o gerçeği örtenler topluluğunu doğruya iletmez.

265- Ve mallarını, Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek ve kendi benliklerindekini sabitleştirmek için harcayan kimselerin örneği, bir tepede bulunan, bol yağmur eriştirildiğinde yemişini iki kat veren, bol yağmur eriştirilmese de çisentisi düşen bir bahçe gibidir. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi görücüdür.

266- Sizden biriniz arzu eder mi ki, kendisinin hurmalıklardan ve üzümlüklerden oluşan, onun altından o nehirler akar,  onda kendisi için her türlü ürünlerden yetişen bir bahçesi olmasını, ona (yaşça) o büyüklük eriştirilmiş ve onun zayıf kimseler olan bir soyu olsun onu da içinde ateş olan bir kasırga eriştirilerek yakıp kül etsin? Allah, düşünmeniz için o ayetleri size işte böyle açıklıyor.

267- Ey inanmış olanlar kazandığınız şeylerin temizlerinden ve sizin için o yerden çıkardığımız şeylerden harcayın. Ve size verilse gözünüzü yummadan onu tutucu olamayacağınız murdarı harcamaya yeltenmeyin. Ve Allah'ın bir çok zengin, bir övgüye çok layık olduğunu bilin.

268- O şeytan size o muhtaçlığı söz veriyor ve o hayasızlığı buyuruyor. Ve Allah ise size kendisinden bir bağışlama ve bir lütuf  söz veriyor. Ve Allah (her şeyi) bir kapsayıcıdır, bir en iyi bilicidir.

269- O bilgeliği kime dilerse verir. Ve o bilgelik kime verilmişse, artık ona kesinlikle bir çok hayır verilmiştir. Ve bunu o temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamıyor.

270- Ve bir zorunlu harcamadan ne harcarsanız veya bir adakdan da ne adarsanız, şüphesiz ki Allah onu bilir. Ve o haksızlık yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.

271- Eğer o bağışları (başkalarına) belli ederseniz o ne güzeldir. Ve eğer onları (başkalarından) gizlerseniz ve o muhtaçlara öyle verirseniz, o sizin için daha hayırlıdır. Ve sizden kötülüklerinizden bir kısmını örter. Ve Allah işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi haber alıcıdır.

272- Onları doğruya iletimi senin üzerine değildir. Fakat Allah kimi dilerse doğruya iletir. Ve bir maldan ne harcarsanız, benlikleriniz içindir. Ve siz ancak Allah'ın yüzünün peşine düşmek dışında (bir amaçla) harcamıyorsunuz. Ve bir maldan ne harcıyorsanız, size tastamam verilir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

273- (Harcamalarınız) kendilerini Allah'ın yolunda (olmaya) kısıtlamış, o yerde dolaşarak (rızık teminine) güç yetiremez o muhtaç kimseler içindir. O düşüncesizler, onların o iffetlerinden ötürü zengin olduklarını hesap ederler. Sen onları çehrelerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek o insanlardan bir şey sormazlar. Ve maldan ne harcıyorsanız, şüphesiz ki Allah onu bir en iyi bilicidir.

274- O kimseler ki, mallarını o gece ve o gündüz, saklı olarak ve açık olarak harcarlar. Efendilerinin yanındaki iş karşılıkları onlar içindir. Ve onlara hiç bir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

275- O kimseler ki, o faizi yiyorlar, onlar o şeytanın dokunuşundan dolayı onu çarpan kimsenin ayağa kalkmasından başka bir şekilde (kabirlerinden) ayağa kalkmazlar. Bu, onların (yaşarlarken): "O alışveriş de ancak ve ancak o faiz gibidir" demiş olmaları nedeniyledir. Oysa Allah o alışverişi serbestleştirmiş ve o faizi ise yasaklaştırmıştır. Artık kim Efendisinden ona bir öğüt gelir de hemen vazgeçerse, artık geçmişte olan şey kendisinin ve onun buyruğu da Allah'a aittir. Ve kim tekrar dönerse, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

276- Allah, o faiz (kazancın)i  mahveder ve o bağışları (n kazancını) ise artırır. Ve Allah her bir azılı gerçeği örtücü günahkârı sevmez.

277- Şüphesiz ki o kimseler, inandılar ve o düzgün işleri işlediler ve o kulluk görevini ayağa kaldırdılar ve o arınmayı yerine getirdiler, Efendilerinin yanındaki iş karşılıkları onlar içindir. Ve onlara hiç bir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

278- Ey inanmış olan kimseler, Allah'a karşı korunun ve eğer inananlar iseniz faizden kalan şeyi bırakın.

279- Eğer bunu yapmadıysanız, artık Allah'tan ve O'nun elçisinden (açılan) bir harbi artık duyun. Eğer itaate dönerseniz, artık mallarınızın başları  (sermayeniz) sizindir. Böylece siz haksızlık yapmamış ve haksızlığa da uğratılmamış olursunuz.

280- Ve eğer (borçlu) bir zorluk sahibi ise, artık bir kolaylığa kadar bakmak vardır. Ve eğer bilenler iseniz (borcu silerek) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. 

281- Ve öyle bir güne karşı korunun ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra her bir benliğe kazandığı tastamam verilecek ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

282- Ey inanmış olan kimseler, bir isimlenmiş süreye kadar bir borçla borçlandığınız zaman, artık onu yazın. Ve aranızdan bir yazıcı da onu o eşitlikle yazsın. Ve o yazıcı da Allah'ın ona öğrettiği şekilde yazmaya direnmesin hemen yazsın. Ve üzerinde (alacaklının) hakkı olan da dikte ettirsin ve Efendisi Allah'a karşı korunsun ve ondan hiçbir şeyi düşük tutmasın. Eğer üzerinde (alacaklının) hakkı olan, bir ahmak veya bir zayıf veya borcunu dikte ettirmeye onun gücü yetmiyorsa, o takdirde onun yöneleni borcu o eşitlikle dikte ettirsin. Ve (bunu yaparken) adamlarınızdan iki kişiyi de tanık bulundurun. Eğer iki adam olmadıysa, o takdirde hoşnut olacağınız o tanıklardan bir adam ve kadınlardan biri şaşıracak olursa o diğerinin ona hatırlatması için iki kadını (tanık yapın). Ve o tanıklar çağrıldıkları zaman direnmesinler. Ve (borç) küçük veya büyük olsa da onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu sizin için Allah'ın yanında daha hakkaniyetli, o tanıklıkça daha sağlam ve (borç konusunda) herhangi bir belirsizliğe düşmemenize en yakındır. Aranızda hazır (peşin) ticaret olarak onu idare etmekte olmanız hariçtir, onu yazmamanız sizin üzerinize bir sorumluluk değildir. Ve birbiriniz ile alışveriş yaptığınız zaman, tanık bulundurun. Ve yazıcıya da ve tanığa da zarar verilmesin. Ve eğer böyle yaparsanız, şüphesiz ki o sizin için bir yoldan çıkıştır. Ve Allah'a karşı korunun. Ve Allah size öğretiyor. Ve Allah her bir şeyi bir en iyi bilicidir.

283- Ve eğer bir sefer üzerinde iseniz ve bir yazıcı da bulamadıysanız, o takdirde (borç karşılığında) alıkonulmuş rehinler yeter. Eğer (borçlu ve alacaklı olarak) bir kısmınız bir kısma güvenirse, kendisine güvenilen kimse artık emanetini ödesin ve Efendisi Allah'a karşı korunsun. Ve o tanıklığı sakın gizlemeyin. Ve kim onu gizlerse, muhakkak ki onun kalbi günahkâr olmuştur. Ve şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi bilicidir.

284- O göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler, Allah'ındır. Ve eğer kendi benliklerinizdeki şeyi belli ederseniz de veya onu gizlerseniz de, Allah sizi onunla hesaba çeker. Artık kimi dilerse bağışlar ve kimi dilerse azaplandırır. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.

285- O elçi, Efendisinden kendisine indirilmiş olan şeye inandı ve o inananlar da. Her biri, Allah'a ve O'nun meleklerine ve O'nun kitaplarına ve O'nun elçilerine inandı. (O inananlar): "O'nun elçilerinden hiçbirinin arasını ayrıştırmayız." Ve: "İşittik ve itaat ettik, Ey Efendimiz senin bağışlamanı isteriz. Ve o dönüş yeri sanadır" dediler.

286- Allah, bir benliği kendi kapasitesi dışında yükümlendirmez. Kazandığı şey (iyilik) lehine, kazandığı şey (kötülük) de aleyhinedir. Ey Efendimiz, eğer unutur veya yanılırsak, bizi sorumlu tutma. Ey Efendimiz, bizim üzerimize bizden önceki kimselere yüklediğin gibi bir ağır görev yükleme. Ey Efendimiz, bize kendisine gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Bizden (hatalarımızı) sil ve bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim yönelenimizsin, artık o gerçeği örtenler topluluğuna karşı bize yardım et.