15 Şubat 2018 Perşembe

Bakara s. 61. Ayeti: Tek Çeşit Yemeğe Katlanamayan İsrailoğulları'nın Karşılaştığı Toplumsal Yasanın Bize Dönük Mesajı üzerine

Bakara s. içinde geçen bazı ayetlerde, Firavun zulmünden kurtulan İsrailoğulları'nın yaşadıkları hayattan bazı kesitler sunulmaktadır. Kur'an içinde İsrailoğulları ile ilgili olarak yapılan bu anlatımlar, sadece tarihi bir olayı anlatmayı değil, toplumsal yasaların yeryüzünde nasıl işlediğini canlı örnekler olarak görmemizi ve ibret almamızı amaçlamaktadır.

Bakara s. 61. ayetinde İsrailoğulları'nın tek çeşit yemeğe dayanamayacaklarını Musa (a.s) a şikayet ederek, ondan başka yiyecekler vermesi için Allah'a dua etmesini istediklerini, bu isteklerinin sonucunda onların ZİLLET ve MESKENET olarak beyan edilen bir duruma düştüklerini görmekteyiz. Onların düştükleri bu durumun dikkatlice irdelenmesi, aynı zamanda biz Müslümanların bugün içinde bulunduğu durumun sebebinin de ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

Çünkü İsrailoğulları'nın düştüğü durum, SÜNNETULLAH olarak bildiğimiz, Allah'ın yeryüzüne koyduğu değişmez toplumsal yasaların bir sonucu olup, bu yasalar sadece özel bir toplum için değil, bütün toplumlar için geçerlidir. 

İsrailoğulları'nın Firavun zulmünden kurtulduktan sonra yerleştiği coğrafyanın nasıl olduğunu yine Bakara suresi içindeki ayetlerinden öğrenmek mümkündür.

----Bakara s. 57- (Güneşin yakıcılığından koruması için) bulutu üzerinize gölge yaptık. Kudret helvası ve Bıldırcın ikram ettik. Size rızık olarak verdiğimiz bu güzel ve hoş şeylerden yiyin (dedik). (Verdiğimiz bunca ikrama karşılık şükretmek yerine nankörlük etmeyi seçtiklerinde) yaptıkları yanlış bize değil, kendilerine karşı yaptıkları bir yanlış oldu.

----Bakara s. 60- Bir zaman Musa kavminin su ihtiyacını temin etmek istemişti. Ona, "Asanı kayalığa vurdedik. Bunun üzerine on iki gözeden su fışkırdı. Kavminin on iki kola ayrılmış olan insanları su içecekleri yeri bildi. Allah'ın size verdiği rızık olarak (çıkan suyun yetiştirdiklerinden) yiyin ve için, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın.

Bu ayetleri dikkate aldığımızda, İsrailoğulları'nın yerleştiği topraklar, güneşin yakıcı sıcağının bol, ve suyun kıt olduğu bir konuma sahiptir. 

Bakara s. 60. ayetinde İsrailoğulları'nın suya nasıl kavuştuğu anlatılmakta, bu kavuşmalarının ise, Musa (a.s) ın asasını kayalara vurması neticesinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. İlk bakışta asanın sihirli bir değnek vazifesi gördüğü gibi bir anlayış ortaya çıksa da, asanın sembolik anlamını dikkate aldığımızda, su arayışının bir gayret ve çalışma neticesinde olduğu anlaşılabilir şöyle ki;

Asa olarak bildiğimiz obje, herkesin malumunca yönetim sahiplerinin elinde bulunmakta ve onların gücüün temsil etmektedir. Musa (a.s) bulunduğu toplumun lideri olması nedeniyle toplumunu su bulmak için yönlendirmekte, su arayışı için onların çalışmasını sağlamaktadır. Bu durumu dikkate aldığımızda, suyun bulunmasının Musa (a.s) ın liderliğinde o toplumun bireylerinin su için toprağı kazmaları neticesinde olduğu anlaşılacaktır.

Suyun kıt olduğu bir zamanda buldukları Men ve Selva olarak isimlendirilen yiyeceklere ilaveten, suyun bol olduğu topraklarda yetişen sebzeleri yetiştirebilme imkanına kavuşan İsrailoğulları, bu imkanı kullanmak yerine tembellik ederek, bu yiyecekleri kendilerine Allah'ın vermesini istemekle toplumsal bir yasanın üzerlerinde işlemesine sebep olmanın adımını atmaktadırlar.

----Bakara s. 61- Bir zaman, "Ey Musa, biz her gün (Kudret helvası ve Bıldırcın gibi) aynı yiyecekleri yemeye asla tahammül edemeyiz, Rabbine bizim için dua et de toprakta yetişen sebze, salatalık, sarımsak, mercimek ve soğan (gibi yiyecekler) çıkarsın" demiştiniz. (Musa bu isteğinize karşılık size), "Daha hayırlı olan (özgürlüğü), daha aşağı olan (esaret, soykırım ve zulüm) ile mi değiştirmek istiyorsunuz?. (Esaret, soykırım ve zulüm gördüğünüz) Mısır'a geri dönün orada bu istediklerinizi bulabilirsiniz" Dedi. (Yaptıkları bu nankörlüğün ve tembelliğin karşılığı olarak) onlar aşağılık ve fakir hale düşerek, düşmanlarının esareti altında yaşamaya mahkum ve Allah'ın gazabına layık bir duruma düştüler. Çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar, nebileri haklı bir gerekçeye dayanmadan öldürüyorlardı.

Halbuki asıl yapmaları gereken şey, toprağı gereği gibi ekip biçmek sureti ile istedikleri yiyecekleri kendilerinin yetişmeleri iken, bunu yapmayarak tembellik etmeleri ve bu isteklerinin Allah tarafından karşılanmasını istemeleri, onların Allah'ı haşa IRGAT olarak görerek, büyük bir hata işlemelerine sebep olmuştur.

Allah (c.c) yeryüzüne koyduğu yasa, toprağın ekip biçilerek insanların yiyeceklerini kendilerinin temin etmeleridir. Allah (c.c) sadece bu iş için gerekli olan suyu onlara gökten indirmek sureti ile yardım eder. Kendisi inerek kulları için asla ırgatlık yapmaz. Misal gerekirse, unu yağı şekeri kullarının önüne koyar, helva yapmalarını onlardan ister, kendisi kulları için helva yapmaz. 

İsrailoğullarının yaşadığı bu olay sadece tarihte geçmiş yaşanmış bitmiş olay olarak bizlere anlatıldığı sanılıyor ise, Kur'an'ın yaşanan hayatlara dair olan mesajı gereğince anlaşılmamış olacaktır. Kur'an bizlere böyle bir olayı anlatmakla zımnen, "Sizler de böyle yapmayın Allah'ı ırgat ve yanaşma olarak görmeyin, onun size sunduğu imkanları kullanarak çalışın gayret edin bu yolla başarıya ulaşın" demektedir.

Bizler bu olayı okuyarak şöyle bir mesajı çıkarmak, ve bu mesajı hayatımız ile ilgili bütün durumlarda uygulamak zorundayız.

Allah (c.c), içinde bulunduğumuz bazı sıkıntılı durumlardan kurtulmamız için, çalışmayı ve gayret etmeyi şart koşmuştur. Sadece el açıp kuru kuru dua etmek, içinde bulunduğumuz sıkıntılardan kurtulmamız için yeterli değildir. Öncelikle Fiili Dua olarak niteleyebileceğimiz çalışmak ve gayret etmek, sonrasında ise Kavli Dua yapılmalıdır.


                                 "Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;
                                  Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? 
                                                                                      Mehmet Akif Ersoy

Fiili duayı terk ederek sadece kavli duaya yönelmenin karşılığı Kur'an içinde ZİLLET ve MESKENET olarak bildirilmektedir. Bugün biz Müslümanların düştüğü durumun nedenlerine dikkat ettiğimizde, geçmişte tembellik ederek Allah'ı ırgat olarak gören İsrailoğulları'nın düştüğü durumun nedenlerinin aynısının yattığını görebiliriz.

Yine Mehmet Akif Ersoy'un şu dizeleri içinde bulunduğumuz içler acısı durumu veciz biçimde anlatmaktadır;

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!(… hizmetçin iken)
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! (Senin işlerini yapan Allah değil mi…)
Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir!(Onun nimetler hazinesi senin veznendir)
Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek! (… kâfirleri yerle bir edecek)
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
” Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O´na âid: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; (….. veznedarın O)
Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. (Aile doktoru, …)
Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu!Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete… Ha?
Kur'an eğer iman edenlerin hayatlarını yönlendiren bir kitap olarak görülse idi, bizden önceki nesillerin başlarına gelen olaylar masal olarak değil, ibretli yaşam gerçekleri olarak görülür, ve ona göre bir yol haritası çizilebilirdi. Fakat öyle olmamış, Kur'an raflara çıkarılmış belirli gün ve gecelerde hayata dair ne söylediği umursanmayacak bir kitap haline düşürülmüştür.

Bugün Müslümanların bir çoğu, içinde bulunduğu sıkıntılı durumlardan kurtulmanın yolunun Allah'ın bir ırgat ve yanaşma gibi görülen bir kişi mesabesine konulmasından geçtiğini zannederek, yattığı yerden ona emretmektedir. Kalın kalın dua kitaplarını, cüppeli sakallı din baronlarının sırlı, zırhlı, meşhur dualar olarak söylediği duaları okumak maalesef hiç bir fayda sağlamamakta, sadece bu kitapları basanlar için maddi bir sömürü aracı olmaktadır.

İçinde bulunduğumuz zillet ve meskenet durumundan kurtulmanın yolu, Sünnetullah denilen toplumsal yasaların bütün kişi ve toplumlar üzerinde eşit olarak işlediğinin, kimliğimizin Müslüman olmasının bizlere, Allah katında torpilli kul muamelesi yapılmasını gerektirmediğinin bilinmesi, atılacak adımların ilki olmalıdır.

Sonuç olarak;  
ZİLLET ve MESKENET olarak beyan edilen sosyal, siyasal, iktisadi, askeri ve ekonomik yönden zayıf duruma düşmek, kişi ve toplumların yaptığı yanlışların sonucu olup, dün İsrailoğulları üzerinde işleyen yasalar, bugün biz Müslümanlar üzerinde işlemektedir. İçinde bulunduğumuz sıkıntı ve ihtiyaçlarımızın giderilmesinin yolu, o sıkıntıların giderilmesi yolunda adımlar atmaktan başka değildir. Adım atmadan sadece oturduğumuz yerden Allah'ın yardımını talep etmek, beyhude bir yorgunluktan başka bir şeye yaramayacaktır.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder