87. ayeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
87. ayeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2014 Cuma

YUNUS 87 Ayeti ve Firavunlarla Mücadele Yöntemi

Kur’an kıssaları ile ilgili her yazımızda, kıssaların bizlere anlatılma sebebinin yaşanmış olayların bize dönük mesajını kavramak ve hayata aktarmak olduğunu yine vurgulayarak yazıya başlamak istiyoruz. Musa(a.s)’nın Firavun ile olan mücadelesinin bizlere anlatılma sebebi; her zaman ve mekanda ortaya çıkacak olan Firavun ve avanesi ile nasıl bir mücadele yöntemi takip edilmesi gerektiği olup, YUNUS 87 ayeti bu yöntemin ipuçlarını veren bir ayettir; 

Bu Ayeti okumaya başlamadan önce Musa (a.s) ve kavminin, Yunus s. 85.ve 86. Ayetlerindeki duasını anlamak zorundayız. O Ayetlerde Musa (a.s) ve kavmi Rablerine , "Biz de Allah’a dayanıp güvendik. Ey Rabbimiz! Bizi o zalim kimselerin işkenceleri ile imtihan etme ve rahmetinle  o kâfirler güruhundan bizi kurtar" şeklindeki dualarının nasıl kabule şayan olacağı beyan edilmektedir. Allah (c.c) kullarının duasına icabet edeceğine dair olan vaadinin yerine gelme şartı sadece el açıp yalvarmak değil , öncelikle istenilen şeyin kullar tarafından fiili olarak yerine getirilmeye çalışılmasıdır. Allah (c.c) hiç kimseye yattığı yerden ettiği duanın karşılığını vermez.

[012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.

Bu ayet içinde 3 tane emir geçmektedir;
  1. Evler hazırlamak,
  2. Evleri kıble edinmek,
  3. Salatı ikame etmek.
Üç emir sonunda gelen müjde; bu emirlerin doğru olarak yerine getirildikten sonra kurtuluşun geleceği müjdesidir. Bu müjde Allah(c.c)’ın değişmez bir sünneti olarak kıyamete kadar geçerlidir. Bizler Kur’an kıssalarını "eskilerin masalları" olarak okumayıp, "bize dönük evrensel mesajlar" olarak okuduğumuz takdirde; her devirde peydâ olan Firavunların nasıl yıkılacağının ipuçlarını bu ayet içinde görmekteyiz.

Ayet içinde geçen "tebevvea" kelimesi; “bir mekandaki cüzlerin birbirine eşit olması" anlamında kullanılan bir kelimedir. Evlerin bu hale getirilmesinin vahyedilmesinden anlaşılması gereken; bütün İsrailoğulları evlerinin aynı amaç için şuurlanmasının gerektiğidir.

"Evlerin kıble edinilmesi"nin ne anlama geldiği üzerinde de durulması gerekmektedir. "Kıble" kelimesi; "yönelinen ve yüzün dönüldüğü yer" anlamında bir kelimedir. 

İsrailoğulları evlerinin; aynı amaç olan Firavun zulmünden kurtulmak şuuru üzerine tesis edilerek o evlerde yaşayanların, "yüzlerinin birbirlerine dönük olması"nın ne anlama gelmesi gerektiğini, bu deyimin tersi olan "sırtın birbirine dönük olması"nın ne anlama geldiğini bularak anlayabiliriz.
 "Sırtın birbirine dönük olması”; insanların birbirleri ile anlaşmazlık, ihtilaf, düşmanlık şeklinde başgösteren sorunların anlatıldığı bir deyimdir. Bunun tersi olan “yüzün birbirlerine dönük olması”; anlaşmazlık, ihtilaf, düşmanlık gibi sorunların olmamasını anlatan bir deyimdir.

Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c); Firavun zulmü altında inleyen İsrailoğulları’na bu zulümden kurtulabilmeleri için gerekli olan mücadele yönteminin nasıl olmasını gerektiğini beyan etmektedir. Bu yöntem; öncelikle bütün bireylerin tek bir amaç etrafında şuurlanmaları, sonra da bu amaç etrafında kenetlenerek aralarında olan her türlü ayrışmaları ortadan kaldırmaları ve sırtlarını değil, yüzlerini birbirlerine dönmeleri şeklinde olacaktır.

Musa(a.s) kıssasını hatırlayacak olursak; onun Firavun'un sihirbazları yapmış olduğu düello sonucunda sihirbazların yenilerek iman etmeleri sonucunda yeniden bir soykırıma başlayan Firavun zülmüne karşı koymaya güç yetiremeyenlerin Musa(a.s)’ya şunları söylediğini görmekteyiz;

[007.127] Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»

[007.128] Musa, kavmine dedi ki: «Allah'ın yardımını ve lütfunu isteyin ve sabır gösterin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonunda kurtuluş müttakilerindir.»
[007.129]  Kavmi de dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.» Musa dedi ki: «Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı helak edip de sizi yeryüzünde halife kılacaktır ve sizin nasıl işler yaptığınıza bakacaktır.»

Mücadele süreci içinde, bütün insanların aynı kararlılığı göstermesi beklenemez. İnsanların dayanıklılık açısından birbirleri ile farklılık göstermesi; onların yapılarının bir sonucudur. Medine’de inen ayetleri dikkatli okuyacak olursak, özellikle savaşların zikredildiği ayetlerdeki insan tipleri, bizlere bu durumun sadece belli bir ırka has durum değil, genel olarak insana has bir durum olduğunu göstermektedir.

Mücadele sürecinin bazı sıkıntılarına katlanmakta zorlanan insanları dışlamak yerine, onları sürece kazandırmanın yollarını aramanın daha doğru olduğu ARAF 128 ayetinin mesajından anlaşılmaktadır.
 Musa(a.s) kıssasının özellikle sihirbazların imanından sonra, denizin kıyısına varmalarına kadar olan süreci anlatan ayetlerin; masal tadında değil ibret tadında okunması gerekmektedir ki Allah(c.c)’ın câri olan sünnetinin nasıl işlediği anlaşılsın. Denizin yarılma hadisesi noktasında, bu yarılmanın nasıllığından ziyade böyle bir olayın meydana gelmesini gerektirecek olan bir mücadele sürecini başaran İsrailoğulları’nın bu çalışmalarının okunması gerekmektedir ki o olay bizlere ibret mesajı olabilsin.

Allah(c.c); Kitabı’nda "inananlara yardım etmeyi kendi üzerine borç olarak yazdığını" beyan etmektedir. Ancak bu yardımın asla, inananların yatarak, çalışmadan, herhangi bir mücadele göstermeden olmayacağınıda haber vermektedir.

İsrailoğulları ile ilgili ayetlere baktığımızda; Sünnetullah’ın yeryüzünde nasıl pratiğe geçtiğinin anlatıldığı ayetler olarak gözümüze çarpmaktadır. İsrailoğulları’nın olumlu veya olumsuz davranışlarının, Sünnetullah’ı nasıl çalıştırdığının canlı olarak görülmesi bakımından önemli mesajlar taşımaktadır.

Firavun ile olan mücadele sürecinde Sünnetullah’ın yardım için gerekli kurallarını yerine getiren İsrailoğulları için Allah(c.c)’ın yardımı "artık bittik" dedikleri zaman gelmiştir. Yardım zamanı da işte bu andır; kulların var güçleri ile çalışıp artık son hadde gelindiğinde Allah(c.c)’ın yardımı gelir.

[002.214] Yoksa siz, sizden önce geçenlerin örnek olmuş durumları hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler geldi ve öylesine sarsıldılar ki, resul ve beraberindeki iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyeceklerdi. Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır.

BAKARA 214 ayeti yardımın zamanının ve şartının anlatıldığı bir ayet olup, yardımı hakediş dediğimiz zamanı anlatarak bu hakediş zamanına kadar sabır gösterilmesi, azimle mücadeleye devam edilmesinin gerektiğini bildirmektedir.

İsrailoğulları’nın Firavun ile olan mücadele sürecini Allah(c.c)’ın Kitabı’ndan okuyarak, bugün veya yarın tâ kıyamete kadar biz Mü'minlerin, bizlere musallat olan Firavunlar’ın nasıl yıkılacağının ipuçlarını görmekteyiz. Bu ipuçlarını YUNUS 87 ayetindeki üç emri biraz açarak görebiliriz.
 1- EVLER HAZIRLAMAK

"Tebevvea" kelimesi ile ifade edilen bu durum, "evleri aynı seviyeye getirmek" anlamındadır. Evleri aynı duruma getirmek demek; içinde bulunulan durumun farkına varılması ve bu durumun ortadan kaldırılması için ortak bir hareket noktası belirlenmesi demektir.

Bugün kendilerini “müslümanlar" olarak gören insanların, yaşadıkları topraklar üzerindeki yönetimlere ve yöneticilere baktığımız zaman; Firavunvâri bir yönetim ve yöneticilerin işbaşında olduğunu görmekteyiz. Firavun bilindiği gibi kendisini "İlah ve Rab" ilan ederek Mısır halkı üzerinde tasarruf hakkı olduğunu iddia etmekteydi. Halbuki insanlar üzerinde tasarruf etme hakkı sadece ve sadece onları yaratan Allah’a ait bir haktı ve bu hakkı Firavun gasp etmişti. Bu gasp edişin adı "TUĞYAN” idi; buna "sınırı aşmak" deniyor ve bu sınırı aşanların ortak adı "TAĞUT" oluyordu.

Allah(c.c) NAHL 36 ayetinde mealen "Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve Tağuttan sakının!» diye uyaran bir resul gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!" buyurarak gönderdiği elçilerin gönderiliş amacını beyan etmektedir.

Tağutu ve Tuğyanı red ederek, dini sadece Allah’a has kılmak gibi bir vazifemiz olduğu zaman içinde unutularak tıpkı "Stocholm sendromu" misali bir durum içinde girerek, celladına aşık bir topluluk oluşmuş ve içinde bulunulan durumdan bırakın rahatsızlık duymayı, memnuniyet duyan bir topluluk oluşmuştur.

Türkiye örneğine baktığımız zaman; iktidarda muhafazakar bir partinin olması, bazı Kur'an kavramlarının üzerinin örtülmesi gerektiği zannına götürmüştür. Halbuki böyle olmamalıydı; Allah(c.c)’ın dini üzerine kurulu bir sistem için mücadele etmenin, var oluşumuzun ana gayesi olduğu unutulmamalıydı.

Türkiye Müslümanlarının bir çoğunun; Allah, Din, İbadet, Tağut, Müstekbir, Mele gibi kelimeler ile ifade edilen şeylerin ne olması gerektiği yolunda her hangi bir düşünceye bile sahip olmaması; içinde bulunduğumuz durumun ne kadar çukurda olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir.

Yapılacak ilk iş; yukarda verdiğimiz kelimelerin içlerinin Kur’an'î anlamda doldurularak, insanların şuurlandırılması ve her Müslümanın aynı seviyeye (Tebevvea) getirilerek Firavun sisteminden rahatsız olmalarını sağlamak olacaktır.
 2- EVLERİ KIBLE EDİNMEK

Evler aynı şuurda olan insanlarla oluşturulduktan sonra, o insanların aralarındaki farklı fikirler yüzünden birbirlerinden ayrılmalarının önüne geçilmesi gerekmektedir. Kıble kelimesinin "yüzünü dönmek” anlamı; bize evlerin kıble edinilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğini açıklamaktadır. Her ev ferdinin diğer ev ferdinden haberdar olması, bir ev ferdinin diğer ev ferdi ile arasındaki ihtilafı ortadan kaldırarak sadece tek amaç olan Firavunları ortadan kaldırma mücadelesine yönelmesi gerekmektedir.

[028.004] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.

KASAS 4 ayetinde; Firavun'un halkı fırkalara ayırarak onları güçsüz bırakması evrensel bir taktikti ve "böl-parçala-yönet" olarak bilinen taktiği halkına uygulayan bir yöneticiydi. Zalim yöneticilerin en büyük kozları; halkın tek bir yumruk olmasını engelleyerek aralarında sûni ayrılıklar çıkararak onların gücünü kırma yöntemidir. Firavunların tasallutundan kurtulmak isteyen Müstazaflar (zayıflatılmışlar), aralarındaki ihtilafları sıfıra indirerek tek bir amaç olan Müstekbirleri (kibirlenenler, büyüklenenler, Allah’a karşı büyüklenen kafirler) yıkmak üzere olan amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak zorundadırlar.

Allah(c.c)’ın kendileri için layık gördüğü MÜSLÜMAN ismini az görüp önüne veya arkasına ilave isimler ekleyenlerin bırakın müstekbirlere karşı koyabilmeyi, farklı isimler altında toplanmanın onların elinde oyuncak olmaktan başka bir şeye yaramayacağını bilmek zorundadırlar.

3- SALATI İKAME ETMEK

Meallerde "namaz kılmak" şeklinde verilen bu kelimenin ifade ettiği anlam; namazı da kapsayan daha geniş bir anlam örgüsüne sahiptir. Salat kelimesi; "kulun İlahı’na yönelimi, O’nun dinine desteği" anlamına gelen bir kelime olup, Firavunların yeryüzündeki iktidarına son vermeye çalışmakta "SALATIN İKAMESİ”nin içine dahil olan eylemlerdendir. Bu salatın nasıl ikame edileceğini ise birinci ve ikinci şıklardaki emirlerin yerine getirlmesi ile mümkün olacaktır.

MÜ'MİNLERİ MÜJDELE

Sabır ile yapılan mücadelenin sonu mutlaka zafer ile sonuçlanacak olup; bu Allah(c.c)’ın kullarına olan vaadidir. Musa(a.s) örneğinde bu durum canlı olarak yaşanmış ve bizlere kıssa yolu ile ibret almamız için Kur’an vasıtası ile iletilmiştir. Tarihin herhangi bir anında, arzın herhangi bir bölgesinde müstazaflar müstekbirlere karşı YUNUS 87 ayetinde bildirilen yöntemle mücadele ettiği takdirde başarıya ulaşmaları Allah’ın bir vaadidir ve Allah vaadinden asla dönmez.


Sonuç olarak; kıssa yollu anlatımların bizlere örnek olması gerektiği vurgusundan hareketle,YUNUS 87 ayetinden Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s)’a vahyedilen mücedele yöntemi sonunda nasıl başarı geldiyse; Sünnetullah gereği kıyamete kadar bu tür yöntemlerle yapılan mücadeleler her zaman başarıya ulaşacak olup, Musa(a.s) kıssası bu başarının canlı örneğini vermektedir. Kıssaları masal değil örnek olarak okuma gereğine binaen, biz inananlar eğer çağdaş Firavunların zulmünden kurtulmak istiyorsan bu örnekliği uygulamak zorundayız.

En doğrusunu Allah(c.c) bilir.