Edin" etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edin" etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2016 Çarşamba

Allah (c.c) "Resule İtaat Edin" Emri İle Bizi Buhari ve Müslim'e mi Mahkum Etti ?

Kur'anın bir çok yerinde Allah (c.c) bizlere, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerin , Muhammed (a.s) hayatta iken anlaşılması ve yaşanmasında, sahabe  tarafından herhangi bir problem teşkil etmemesine karşın , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında bu emirlerin, "Resulüne itaat edin" kısmının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bazı ihtilaflar meydana gelmiş , ve bu ihtilaflar halen sürmektedir. 

"Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması neticesinde , ve bu emirlerin kıyamete kadar geçerli olmasına istinaden , bu emirlerin şu anda hayata geçirilmesi, başta "Buhari" ve "Müslim" olmak üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitaplara iman etmekle yerine getirilmiş olacağı "Hadis Ehli" fırkası mensuplarınca iddia edilmektedir.  

Bu iddia , özellikle son yıllarda Kur'anın öne çıkmasını hedefleyen düşünce hareketine karşı bir söylem halinde daha da hız artırarak , bu kitaplara karşı çıkmanın kişinin imanına halel getireceği , küfre düşüreceği , bu kitaplara iman etmenin haşa Allah (c.c) nin emri olduğu , bunlara iman etmeden gerçek bir Mü'min olmanın imkansız olduğu gibi sözler, daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur. 

Yazımızda , imana halel getiren durumun , Buhari ve Müslim gibi kitaplara iman etmemek değil , bu kitaplara iman etmek ve bunun çığırtkanlığını yapmak olduğunu dile getirmeye çalışarak , bu söylemin kişinin imanında açacağı derin yaralara dikkat çekmeye gayret edeceğiz.

Bu konudaki problemin asıl kaynağı, "Resul" kelimesinin anlam çerçevesinin yanlış anlaşılması veya anlaşılmak istenilmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, eğer bu kelimenin anlamını ilk yıllardan beri doğru olarak anlamış olsalardı, böyle bir kavganın gündemimize oturarak aramızdaki düşmanlığın körüklenmesine sebep kalmazdı.

"Allah VE Resulüne itaat edin" ayetlerindeki "VE" bağlacının, Allah ile Resulünü ayırdığı dolayısı ile , Resulünün Allah tan bağımsız bir yetkiye sahip olduğu düşüncesi , "Resul" kelimesinin anlamına tamamen terstir. Bu düşünce, Allah ile Resulünün arasını ayırmak anlamına gelerek , sadece Allah'ın elçisi olan bir kişiyi, Allah ile dinde ortak bir duruma getirmektedir.

"Resul" kelimesi ; "Bir kimsenin sözünü , başka bir kimseye ileten kişi" anlamında bir kelimedir. Bu kelime, bizlere kendisini "Hükümdar" tasviri içinde tanıtan Rabbimizin emirlerini, bizlere tebliğ etmesi için, bizler içinden seçtiği insanlar için kullanılmaktadır.

"Resul" sıfatını alan kişi , taşıdığı mesajı sadece ve sadece karşısındakilere aktarmakla mükellef olup , bu mesaja İLAVE veya EKSİLTME şeklinde herhangi bir müdahalede bulunamaz. Yeryüzünde yaşayan bir hükümdarın elçisinin bile , aldığı mesaja herhangi bir müdahalede bulunması o elçi için ölüm sebebidir. 

[069.044-6]  Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.

Bu bağlamda Muhammed (a.s) hem mesajın taşıyıcısı , hem de mesajın muhatabı olması nedeniyle o mesajı aktarmak ve yaşamak ile mükellef bir kişi olup onun "Postacı" olduğunu iddia etmek , ona karşı atılmış en büyük yalan ve iftira olacaktır.

Resuller yeryüzünde Allah (c.c) nin sözlerini insanlara aktaran kişiler olup , bunun dışında onların getirdikleri mesaja ilave ve eksiltme yapma yetkisine sahip olduğunu iddia etmek , Allah ve Resulüne yapılmış en büyük bir iftiradır. 

Resullerin görev ve yetki sınırı , Allah (c.c) den aldıkları mesajı YAŞAMAK ve İLETMEK ile sınırlı olup , o mesajın içeriğine İLAVE  veya EKSİLTME gibi müdahalede bulunma hakları asla yoktur. Resulü yüceltmek adına yapılmış böyle bir iddia , Resulü Allah (c.c) ile eşitlemek , yani Resulü ilah konumuna çıkarmak, Allah (c.c) yi ise Resul konumuna yani İlahı kul durumuna düşürmek anlamına gelecektir.

Muhammed (a.s) ın sünnetinin Kur'an ayetini neshedebileceği yani hükmünü kaldırabileceği düşüncesi , "Ehli Hadis" düşüncesi içinde savunulan bir düşüncedir. Bu demektir ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin kendisine indirdiği vahydeki hükümler konusunda muhayyerdir . 

Recm cezası etrafında geliştirilen teori , onun böyle bir yetkisi olduğuna dair olan düşüncenin bir ürünüdür. Kur'anda böyle bir ceza olmamasına rağmen "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" düşüncesi böyle bir cezanın İslam ceza hukuku içinde yer almasını sağlamıştır.

Muhammed (a.s) ın dinde haram helal koyma yetkisi olduğu iddiası, "Ehli Hadis" fırkasının hararetle savunduğu düşüncelerden bir tanesidir. Bu iddia, Allah (c.c) nin dininin eksik olduğu , ve bu eksikliğin Muhammed (a.s) tarafından tamamlandığı iddiasını beraberinde getirmektedir. Hükümde muhayyerlik veya hükümde artırmaya gidebilme yetkisine sahip bir peygamber , Allah (c.c) nin değil kitabının değil , hadis ehlinin oluşturduğu ve Hristiyanlık düşüncesindeki İsa (a.s) ın ilah ve rab olduğu düşüncesinin, Müslümanlar arasındaki yansımasının bir sonucudur.

 Çocukluk çağından beri öğrendiğimiz kelime-i şehadet içindeki, "Muhammed onun KULU ve RESULÜDÜR" kısmı, pratik hayat içinde hadis ehli tarafından , "Muhammed onun DİNDE ORTAĞI ve HÜKÜM KOYUCUSUDUR" şekline dönüştürülmüştür.

"Ehli Hadis" düşüncesinin yaptığı en büyük hata , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininin "İLETENİ ve YAŞAYANI olmaktan yani bir kul olmaktan çıkararak , onu Allah (c.c) nin dininin TAMAMLAYICISI ve HÜKÜM KOYUCUSU yani bir ilah olarak görmesi olmuştur.

"Ehli Hadis" fırkası şemsiyesi altında toplanmış, ve "Selefiyye" olarak bilinen insanların düşüncelerinin temelini oluşturan , Allah (c.c) nin dışındaki kimselerin hüküm koymalarının "Küfür ve Şirk" olduğu düşüncesinden Muhammed (a.s) ı istisna  ederek ona ayrıcalık tanıma düşünceleri  hem çelişki, hem de bu konuda tekfir ettikleri insanlar ile aynı duruma düşmeleri anlamına gelmektedir. 

Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlar "Kul" statüsüne tabi olup , bu statüden kimse istisna edilemez. İsa (a.s) ın bu statüden istisna edilme düşüncesi, nasıl ki Hristiyanları "Küfür ve Şirk" e düşürmüş ise, bu statüden Muhammed (a.s) ı istisna etmek isteyen Müslümanları da aynı şekilde "Küfür ve Şirk" batağına  düşürecektir.

"Biz Muhammed (a.s) ın ilah olduğunu iddia etmiyoruz o beşer bir resuldür" şeklinde gelecek olan bir itiraza cevabımız şu olacaktır ;

[003.079-80]  Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.O, melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?

[009.031]  Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Tevbe s. 31. ayeti ile ilgili tefsirlere baktığımızda Adiyy Bin Hatem adlı eski Hristiyan bir sahabenin "Biz böyle yapmıyorduk" şeklindeki itirazına , Muhammed (a.s) tarafından "Onlara haram ve helal kılma noktasında uyup uymadıkları" sorusuna "Evet" cevabını verdiğinde "İşte Rab edinmek bu dur" dediğini görmekteyiz.

Kendisinden başka Rabler edinmemizi istemeyen Rabbimiz, neden Muhammed (a.s) ı bundan istisna ederek , onun tarafından haram ve helal kılınmasına izin versin ?.

Allah (c.c) nin dışında kim tarafından olursa olsun , Resul konumuna sahip olsa da o kişi önce "Kul" statüsüne tabi olan bir kişi olup , Allah (c.c) nin dininde onun yetki sahibi olduğu iddiası, tekfirciliği bir silah olarak kullanan ve bunu kendilerine amentü haline getirmiş olan "Selefiyye" fırkasına dönerek kendilerinin "Kafir" ve "Müşrik" olduklarına kendileri tarafından şahit olunması anlamına gelecektir.

Resulün dindeki konumu "Şari" yani hüküm koyuculuk değil , konulan hükmü uygulayıcılıktır. Onun bu uygulamaları rivayet kitaplarında yer alabilir , ve bunlar okunabilir bunda herhangi bir mahzur yoktur. Ancak bu kitapların , dinin tamamlayıcısı muamelesine tabi tutulması doğru bir tutum değildir. Bu kitapların İslam dünyasında hükmünün kalkarak Resulün sünnetinin ortadan kalkacağı korkusu , bu kitapların taraftarları tarafından yayılmış bir mahalle baskısı ve korku imparatorluğudur.

Resul bizlere elbette "En güzel örnek" tir, onun bu örnekliğini hiç bir Müslüman inkar edemez.  Ancak bu örnekliğin nerede ve nasıl olduğu ve olması gerektiği konusundaki yaklaşımlarda ihtilaf bulunmaktadır. Onun örnekliğini sahihliği konusunda şüpheler bulunan rivayet kitaplarında aramak , onun gerçek sünnetinin ne olduğunu bizlere asla öğretemez. Kur'an Muhammed (a.s) dahil bütün Resullerin sünnetinin öğrenileceği en doğru kaynak olarak , rivayet kitapları ile örtülmüş olan din algısının bizlerin üzerinden kalkarak onun dinde belirleyici olmasını beklemektedir.

[017.111]  De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

Allah (c.c) nin mülkünde asla ortak edinmeyeceğini beyan eden bir kitaba iman ettiğini iddia eden "Ehli Hadis" fırkası , mülkte ortaklık anlamına gelen Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmesi bu düşünce sahiplerinin "ŞİRK" içine düşmelerine sebep olmaktadır.

Gelelim, böyle yanlış ve şirk içeren düşünceler içinde olan "Ehli Hadis" fırkasının "Resule itaat emrinin hayata geçirilmesi bugün hadis kitaplarına itaat etmek şeklinde olur" tezinin ne derece doğru olabileceği konusuna ; 

Hadisler bilindiği üzere, Kur'an gibi Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı an da yazıya geçmeyen bir müktesebat olup , rivayet ile bu kitapları oluşturan kimselere ulaşmıştır. Elimizde olan bu kitaplardaki rivayetlerin sahihliği,  "Ehli Hadis" fırkasının tercih ettiği, o sözleri rivayet eden kişilerin "Cerh ve Tadil" metoduna göre belirlenmiştir. Yani hadisin metni değil, hadisi rivayet eden kişiler merkeze alınarak , ilgili rivayetin sahih olup olmadığı konusunda kişisel içtihatlar yapılmıştır.

Buhari ve Müslim gibi kitaplardaki rivayetlerin senet zincirinde olan bazı kişiler, daha ilk yıllarda tenkide tabi tutularak , başkaları tarafından güvenilmez olarak görülebilmişlerdir. Kısacası rivayet zincirinde olan kişilerin güvenilirliği, kişisel tercihler neticesinde yapılmış olup , o kitabın derleyicisinin belirlediği şartlar, bu konuda baz alınmıştır. 

Uzun yıllar önce, bugün İslam dünyasında Kur'anın önüne geçen kitaplardaki bazı rivayetler ve bu rivayet zincirindeki bazı kişiler, hadisçiler tenkide tabi tutularak , eleştirel yaklaşımlar getirilmiştir. Bu yaklaşımlar, adı geçen kitapların asla bir dokunulmazlığı olmadığını göstermektedir. İlerleyen zamanlarda değişen algılar , bu kitapları sorgulanamaz bir hale getirmiş , bu konuda müthiş bir mahalle baskısı ile kişiler sindirilmiş , bu kitaplara en küçük bir dil uzatmanın, kişiyi küfre düşüreceği korkusu ile kimse bu kitaplara eleştirel bir yaklaşım getirmeye cesaret dahi edememiştir. 

Bugün Türkiye genelinde yapılan mücadelenin hadis tarafında olanlar , bu kitaplara öyle bir misyon yüklemektedirler ki , bu kitaplar kesinlikle sorgulanamaz ve eleştirilemez. Bu kitaplar, "Ne derse ne yazıyorsa doğrudur" şeklinde bir bakış açısı ile savunulmaktadır. Mücadelenin hadis tarafında olanların, bu kitaplar hakkında söyledikleri akla zarar sözler , konu ile alakalı olanların malumudur.

Buhari ve Müslim gibi rivayet kitapları sadece , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözleri ihtiva eden kitaplar olup , bu kitapların içindeki Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. "Kesinlikle doğrudur" şeklinde bir ifadenin sadece, Allah (c.c) nin kitabı için kullanılabileceğini hatırlatarak , diğer kitaplar için böyle bir ifadenin kullanılması ve böyle bir muamele yapılması , Allah (c.c) kitabına ortak kitaplar ihdas etmek anlamına gelecektir. 

Bu kitaplar içindeki sözlerin üzerinde herhangi bir şüphe duyulmaması noktasında geliştirilen argümanlar , kişileri itikadi yönden sıkıntıya sokacak , bu bu kitapların musanniflerini yüceltmek durumuna getirecektir. 

Allah (c.c) nin, dinini eksik bırakarak bu eksikliğin Muhammed (a.s) ın hadisleri ile doldurulduğu iddiası , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininde ortak bir hale getirmek anlamına nasıl geliyorsa , Muhammed (a.s) ın hadislerinin toplandığı kitaplara iman etmenin farz olduğu iddiası da , aslında Resule değil bu sözleri toplayan kişilere iman edilmesinin farz olduğunu iddia etmek anlamına, yani Buhari ve Müslim gibi kişileri Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelir. 

Çünkü bu kitaplardaki sözlerin Resule aidiyet noktasındaki belirlemesi , o kitapların musannifleri tarafından yapılmış, doğru veya yanlışlığı kişilerin insiyatifine göre belirlenmiştir. Kişinin sahih olarak görerek aldığı bir rivayet sahih olmayabileceği gibi , sahih görmeyerek almadığı bir rivayetinde sahih olabilme ihtimali mevcuttur.

Buhari ve Müslim gibi kitapların Müslümanların hayatında nerede ve nasıl bir yeri olmalıdır?.

Bu kitapların İslam kültürünün bir gerçeği olduğunu unutmadan, bunlara öyle bir yer verilmesi gerekir ki, bu kitapların isimleri duyulduğu ve anıldığı vakit , Müslümanların elleri ve ayakları titremesin, ve yüzlerinin rengi değişmesin. 

Bu kitaplar Müslümanların hayatında, onlara dininin kurallarını vaz eden kitaplar olarak değil , geçmişteki yaşanmışlıklardan kesitler sunan, içinde doğru veya yanlış olma ihtimalini taşıyan bilgileri ihtiva eden, bir siyer kitabı olarak yer almalıdır. 

Allah (c.c) dinini eksik bırakarak resulüne eksikliği doldurması gibi bir yetki vermediği gibi , bizleri bu eksikliği tamamladığı iddia edilen hadis kitaplarına da mahkum etmemiştir. Bu konular açıldığı zaman "Hadi bana Kur'anda namazı göster" , "Hadi bana zekatın kaçta kaç verileceğini göster" hadi bana ..... göster" v.s diyerek , Kur'anın eksik olduğunu ispatlamaya çalışarak , rivayet kitaplarını kutsamak adına , Allah (c.c) nin dininin eksik olduğunu utanmadan söyleyebilmektedirler. 

Namaz, Muhammed (a.s) ile farz olan bir ibadet olmayıp , insanlığın kadim bir ibadet şeklidir. Hadis ehli taraftarları, bu ibadetin Muhammed (a.s) ile farz olduğu gibi bir cehalet içine girerek , miraç masalları ile, haşa Muhammed (a.s) ı Allah (c.c)  ile pazarlığa oturtmaktan haya etmemişlerdir. Zekat miktarı zaman ve zemine göre değişebilen bir miktar olup , rivayet kitaplarında olan miktar, evrensellik arz eden bir miktar değildir . Belirlenen miktar , o zamanın değerlerine göre belirlenmiş olup , toplumun ihtiyaç durumuna göre artar veya eksilebilir.

Bu kitaplar, İslam dünyasında bu hali ile saltanat sürmeye devam ettiği müddetçe , çok başlılığın getirdiği zararlar, biz Müslümanlara daha büyük etkiler yaparak , hala 1400 sene öncesinin din anlayışını savunan ve onun kavgalarını yapan insanlar olarak, yaşanan zamandan uzak bir halde kendimizle kavgaya devam ederek , düşmanlarımıza kendimizi güldürmekten başka bir şey yapmış olmayız. 

Ayrıca bu kitapları Kur'an ile eş tutmanın kişiye verdiği itikadi zararın boyutları ahirete de yansıyarak , telafisi imkansız olan bir duruma sokacaktır. Bu kimseleri, o kitaplarda yazan şefaat masalları veya cehennemde biraz yanıp çıkacağız gibi rivayetler tarafından belirlenmiş din algısı bile kurtaramayacak , dünya hayatında yaptıkları şirk ve küfür amellerinin cezasını ebedi olarak ödeyeceklerdir. 

Sonuç olarak ; Allah (c.c) dinini, Resulü ile bizlere bildirmiş, bu konuda herhangi bir eksik bırakarak , "Buraları Resulüm doldursun" şeklinde kimseye bir yetki vermemiştir. Resulün sözleri olduğu iddia edilen kitaplara bizi mahkum ederek, "Resule itaat Buhari ve Müslime itaat ile gerçekleşir" şeklinde küfür ve şirk içeren sözleri söylememize ve bunları savunmamızı gerektirecek herhangi bir emirde vermemiştir. 

Bugün iyice gün yüzüne çıkmış olan Kur'an-Hadis savaşının , Hadis tarafında olanlar tarafından koparılan yaygaralar , bu kitapların saltanatının sallanmaya ve bu kitaplar üzerinden oluşmuş olan din algısının sorgulanmaya başlanmasından doğan bir rahatsızlığın iyice su yüzüne çıkmış şeklidir.

Allah (c.c) dininde asla eksik bırakarak bu eksiğin giderilmesini , ne elçisine bırakmamış ne de elçisinin sözlerinin yer aldığı rivayet kitaplarına bizi mahkum etmemiştir. Elçinin sünneti, eğer bu kimselerin çok umurlarında ise , o elçinin gerçek sünneti Kur'an içinde ayan beyan ortada durmaktadır. Ancak Kur'an yerine hadis kitaplarını din edinenler için bu gerçek maalesef görülememektedir.


RABBİMİZ BİZLERİ RİVAYET KİTAPLARINA KUL OLMAYA ÇAĞIRAN PEYGAMBER DÜŞMANLARINDAN MUHAFAZA ETSİN.