kimliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kimliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mart 2018 Cumartesi

Bakara s. 102. Ayeti: Harut ve Marut'un Kimliği Hakkında Bir Düşünce Denemesi

Bakara s. 102. ayeti ile ilgili araştırma yapanların karşısına çıkan en büyük sorunlardan bir tanesi, ayet içinde geçen Harut ve Marut'un kim oldukları konusunda yapılan açıklamalardır. Söylemek gerekirse, Kur'an içinde Bakara s. 102. ayetinden başka bir ayet ile ilgili olarak, böylesine birbirine taban tabana zıt yorumları görmek pek mümkün değildir. Ayet içinde geçen "Ma" edatının hangi anlamda kullanılacağı bile ihtilaf konusu olan bu ayet içinde geçen isimlerin kimler olduğu üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmak bu yazının konusu olacaktır.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki; Böylesine ihtilaflı yorumların olduğu bir ayet hakkında söz söylemek, gerçekten zordur. Bizim de bu ayet hakkında söylemeye çalışacağımız sözler, kendi yorumumuzdan öteye geçmeyecek, eksik ve hata barındırmaktan ari olmayacaktır. Konu hakkında ortaya koyacağımız iddiaların, her yazımızda olduğu gibi tarafımızdan kesin doğrular olarak lanse edilmeye çalışılmadığı bilinmelidir.

Ayet Bakara s. 40. ayetinden itibaren başlayan, İsrailoğulları ile ilgili anlatımların bağlamına dahildir. Ayetin üzerinde cümle cümle durmaya çalışarak, bir sonuca varmaya çalışacak, ondan sonra ayetin mealini vermeye çalışacağız.

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُو الشَّيَاطِينُ عَلَىٰ مُلْكِ سُلَيْمَانَ ۖ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَٰكِنَّ الشَّيَاطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ ۚ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّىٰ يَقُولَا إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ ۖ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ ۚ وَمَا هُمْ بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ ۚ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ۚ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

-----Bakara s. 101- Onlara Allah katından bir resul, beraberlerinde olan kitabı onaylayıcı olarak (bir kitap ile) geldiğinde, kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir gurup, yanlarında olan kitaptaki Allah'ın bu konudaki hükmünü (bildikleri halde) hiç bilmiyormuş gibi arkalarına attılar (gelen elçi ve kitabı inkar ettiler).

Konunun ilk muhataplarının Medine'li Yahudiler olduğunu dikkate almak durumunda olduğumuz hatırlatarak, ayette kendilerine yanlarında kitabı onaylayan bir kitapla gelen bir elçiyi kabul etmeleri gerekirken onları ret eden Medineli Yahudilerin, bu konudaki tutumları anlatılmaktadır.

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُو الشَّيَاطِينُ عَلَىٰ مُلْكِ سُلَيْمَانَ
-----(Onlar Allah'ın hükmüne tabi olmak yerine insan) Şeytanların Süleyman'ın sahip olduğu hükümdarlık konusunda söylediklerine (onun bir sihirbaz olduğu yalanına) uydular. 

Burada ayet içinde geçen "Mülk" kelimesinin üzerinde durularak anlamının tesbit edilmesi, sonra gelecek olan "Melekeyn" kelimesine verilebilecek anlamın tespit edilmesinde rol oynayacaktır.

El Mülkü "Emir ve yasaklar ortaya koymak sureti ile, varlıkların zapt altına alınması ve onlar üzerinde tasarrufta bulunulması" anlamındadır. 

Mülk; "Yönetmeye, idare etmeye, muktedir olmaya sağlayan kuvvet" , Melik ise, bu güce sahip olan kimse demektir. 

وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَٰكِنَّ الشَّيَاطِينَ كَفَرُوا
-----(Bu şeytanlaşmış insanlar Süleyman'ın sihir yaparak kafir olduğunu iddia etmelerine rağmen) Süleyman kafir değil, o şeytanlar kafirdi. 

Ayetin bu cümlesi, Süleyman (a.s) ın sihir yaptığı iftirasını ret etmekte, asıl kafirlerin ona böyle bir iftira atanların olduğunu söylemektedir.

 يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ 
 -----(Bu şeytanlaşmış insanlar) Babil'de insanlara sihri ve, iki güç sahibi elçi olan Harut ve Marut'a indirileni (şeytanlık karıştırarak) öğretiyorlardı.

Ayetin bu cümlesinde geçen Melekeyni kelimesine neden İki Melek değil de, İki  güç sahibi elçi anlamı verdiğimiz elbette merak konusu olacak ve cevabı istenecektir. Ayetin bu cümlesinin çevirilerine baktığımızda meallerde bu kelimenin çoğunlukla İki Melek şeklinde çevrildiği görülmektedir. Az da olsa bazı meallerde bu kelimeye İki güç sahibi şeklinde anlamın verildiği görülmektedir. Bu ayetin üzerinde konuşulması en zor ayetlerinden biri olması hasebiyle, bazı ilk tefsircilerce bu kelime Melikeyni (iki melik) şeklinde okunmuş, bazı meallerde gördüğümüz İki güç sahibi şeklindeki anlamın dayanağı, kelimenin bazı eski tefsirlerde bu şekilde yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

Ayet ile ilgili olarak karşılaşılan müşkilin en başta gelen sebepleri, iki meleğin yeryüzünde ne işinin olduğu, onlar insana vahiy indirmek durumunda iken onlara neden bir şeyler indirildiği (ayet içinde geçen "Ma" edatı bazıları tarafından olumsuzluk eki olarak anlaşılmakta, ayetin ayetin anlamı meleklere birşey indirilmediği öynünde oluşmaktadır) ,meleklerin insanlar ile nasıl birebir ilişki kurabildiğidir. Ayetin bu cümlesinde geçen Ünzile (indirildi) kelimesinin geçişlerine baktığımızda, bu kelimenin yeryüzündeki beşer elçilere indirilen vahiy ile alakalı olarak kullanıldığı görülecektir. Bu noktanın dikkate alınması bizce elzemdir.

[017.095] De ki: «Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara semadan resul olarak bir melek gönderirdik.» 

Allah'ın elçi gönderme sünnetinin, insana kendi cinsinden olan elçi olduğuna göre, indirilme olgusu ile muhatap olanların Kur'an içinde Elçi olarak vasıflandırılmış olmaları, Harut ve Marut'un kim olabilecekleri hususunda bizlere ip ucu verebilir.

Şimdi ayet içindeki cümlede geçen Melekeyni kelimesinin geçtiği başka bir ayeti ele almaya çalışarak, bu kelimenin muhtemel anlamını tespit etmeye çalışalım. Bu kelime karşımıza bir başka yerde daha, Adem ve İblis kıssasının geçtiği Araf s. 20. ayetinde karşımıza çıkmaktadır.

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْآتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَٰذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
[007.020] Fakat şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: «Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin iki melek veya ölümsüz hayata kavuşanlar olmanızı önlemektir» dedi.

Araf s. 20. ayetinde de geçen Melekeyni (iki melek) kelimesi üzerinde de geçmişte aynı kıraat tartışmaları yapılmış, bazı tefsirciler bu kelimeyi Melikeyni (iki melik) olarak okumuşlardır. Fakat pek rağbet görmeyen bu kıraati destekleyecek olan bir başka ayet, Aynı kıssanın Taha s. 120. ayetinde karşımıza çıkmaktadır. 

[020.120]  Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülk sana yol göstereyim mi ?».

Yazımızın başında, Mülk kelimesinin Melekeyn kelimesinin anlamının tespit edilmesinde rolü olacağını hatırlatmıştık. Taha s. 120. ayetinde İblis'in Adem'e verdiği vesveseye dikkat ettiğimizde, ona güç ve kuvvet sahibi olmanın yolunu göstereceğini söylemektedir. Araf s. 20. ayetinde ise İblis, Adem ile eşine ağaca yaklaşmamaları emrinin sebebi olarak, onların Melekeyn olmamaları yani güç ve kuvvet sahibi olmamaları için olduğu vesvesesini vermektedir.

Bunları göz önüne alarak, Melekeyn kelimesinin anlamının, GÜÇ VE KUVVET SAHİBİ İKİ KİŞİ olması kuvvet kazanmaktadır. Dikkat edilirse Araf s. 20. ayetinde geçen Melekeyni kelimesine verdiğimiz anlamın delilini, Taha s. 120. ayetinde geçen Mülk kelimesinin anlamından çıkarmaktayız.

Tabi şimdi burada mütevatir kıraat olan Melekeyn şeklinde okumanın yerine, şaz kıraat olarak görülen Melikeyn şeklindeki kıraati tercih ettiğimiz gibi durum anlaşılabilir. 

Hayır, ayetin yine mütevatir olan MELEKEYN şeklindeki kıraatini tercih ettiğimizin altını özellikle çiziyoruz. Ancak bu kelimenin anlamını İki Melek şeklinde verdiğimizde ortaya çözülmesi güç problemler çıkmakta, bu problemlerin çözümü için, bu kelimeye bildiğimiz anlamda gaybi varlıklar olan melekler anlamını yüklemek yerine, gaybi anlamda kullanılan melek kelimesinin, yine Allah'ın gücünün ve kuvvetini temsil etme anlamından dolayı bu kelime ile ifade edilmiş olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Yani Melek kelimesinin gaybi anlamdaki varlıklar şeklindeki tarifinden önce, onların bu kelime ile ifade edilmiş olmasının dikkate alınması gerekmekte, ve onların bu kelime ile isimlendirilmiş olması, güç ve kuvvet sahibi oldukları içindir. 

MELEK ve MELİK kelimeleri kök olarak güç ve kuvvet sahibi olmak bakımından aynı anlama, fakat kullanım alanında işaret ettikleri varlık cinsleri farklıdır. Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu yasa gereği, Allah (c.c) ile kulları arasındaki iletişimi onlara melek elçi ile vahyettiği beşer elçiler ile sağladığı herkesçe malumdur. Melek elçinin bir beşer ile iletişim sağlaması için, o kişinin elçilik görevine sahip olması gerekmektedir.

Bu durumun, İbrahim'in misafirleri kıssasında melek elçilerin onun karısı ile konuşması, veya Meryem'e gelen elçinin beşer kılığında bir melek olması gibi istisnaları olmakla birlikte, genel teamül meleğin beşer elçiler ile iletişim kurması şeklindedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insanlar ile muhatap olanlar yine onlarla aynı varlık cinsinden olanlar, yani beşer elçiler olduğuna göre, Harut ve Marut'un beşer cinsinden iki elçi olmaları daha ağır basmaktadır.

Buraya kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak; Bakara s. 102. ayetinde geçen Harut ve Marut'un bildiğimiz gaybi anlamda melekler değil, beşer cinsinden olan, ve ellerinde hem yönetim gücü hem de elçilik gücü bulunan iki kişi diyebiliriz. Bu iki kişinin kim olabileceğini düşündüğümüzde, İsrailoğularının tarihinde önemli role sahip olan ve Kral Peygamber olarak bilinen baba DAVUD (a.s) ve onun oğlu olan SÜLEYMAN (a.s) olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Davud ve Süleyman (a.s) ların kıssasında baktığımızda, onlara mülk, yani insanlar üzerinde yönetim ile tasarruf etme hakkı verilmiş olduğunu görmekteyiz.

Ayetin bu cümlesi meallerde "Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı" şeklinde çevrilmektedir. Bu çevirilerin, Harut ve Marut'un Babil şehrinde ikamet ediyor gibi bir anlamı çağrıştırmasından dolayı, sıhhatli bir çeviri olduğunu söylemek güçtür. Cümleye verilecek anlamın sihirbazların bu işi Babil'de yapıyor olduklarına dair bir anlamı çağrıştırarak verilmesi gerektiği düşünmekteyiz.

يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّىٰ يَقُولَا إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ ۖ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ

-----Halbuki bu iki elçi kendilerine indirilenleri, "Bizim size öğrettiklerimiz sizin için bir denemedir, sakın bunları yanlış yönde kullanarak kafir olmayın" diyerek insanlara tebliğ ettikleri halde bu şeytanlaşmış insanlar o bilgileri istismar ederek, karı kocanın arasının bozulmasını sağladılar. 


Ayetin bölümü, Harut ve Marut'un insanlara sihir öğretirken sanki, "Biz size bu sihri öğretiyoruz ama sakın bunu yanlış kullanmayın" dedikten sonra insanlara sihir öğrettiği gibi anlayış hakimdir. Elçiler, vazifeleri gereği sadece kendilerine indirilenleri insanlara tebliğ ederler. Allah'ın insanlara olan emir ve yasaklarını onlara bildirmek için gelen bütün elçiler, insanlar için bir imtihan vesilesidir.

[044.017] And olsun ki, biz onlardan önce Firavun kavmini de denemiştik. Onlara çok kıymetli bir resul gelmişti. 

Burada önemli bir noktayı hatırlatmak yerinde olacaktır; İmtihan için yaratılmış olan insanlara tarih boyunca gelen elçiler, o insanlara inanmak veya inanmamak noktasında bir imtihana tabi tutulduklarını unutmamalarına dair Rablerinin beyanını iletmişler, ve onlara Allah' karşı inkarcı olmamalarını öğütlemişlerdir. Ancak elçilerin bu öğütleri birçok insan tarafından ret edilmiş, pek azı tarafından kabul görmüştür. Harut ve Marut tarafından sanki karşılarındaki birisine söylüyorlarmış gibi anlaşılan bu ifadeler, vahyin bütün insanlara çağrısı olan, "İman edin inkar etmeyin" sözünün, onlar üzerinden anlatılması diyebiliriz.

Fakat insanların bir kısmı diğer insanların üzerinde tahakküm sağlayabilmek için, dini değerleri kullanmış hala da kullanmaktadır. Samiri örneğinde görülebileceği gibi, elçinin öğretilerine bir avuç katarak kendi şirk öğretilerini insanlara bu yolla empoze etmeye çalışmak, şeytanlaşmış insanların kullandığı kadim bir yol olup, Bakara s. 102. ayetinde de bu durumu görmekteyiz. 

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Şeytanlaşmış insanların kullandığı önemli silahlardan bir tanesi, insanların zihnine sokmak istedikleri şeytanlıklarını o insanların güvenilir olarak gördüğü ve bildiği insanları kullanarak yapmalarıdır. İnsanların güvenini kazanmış kişilerin söylediği iddia edilen sözlerin yani onlara atfen uydurulan iftiraların, o insanlar tarafından kabul görmesi daha kolay olup, şeytanlaşmış insanların halen kullandıkları bir yoldur. Harut ve Marut'un insanlar üzerindeki olan güveni, insan şeytanlarının bu isimleri istismar ederek, insanlar üzerinden çıkar sağlamalarına sebep olmuştur.

Karı kocanın arasının nasıl bozulduğuna gelince, olayı sadece bir karı koca anlaşmazlığı olarak değil, bunu insan şeytanlarının yaptıkları ile diğer insanlara verdikleri zararın boyutunu anlatan bir ifade olarak okumak mümkündür.

وَمَا هُمْ بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ
-----O şeytanlar yaptıkları sihir ile bir kimseye zarar vermiş olmasınlar ki, Allah bunu bilmesin.

Ayetin bu cümlesi genellikle, "Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi"  şeklinde çevrilmektedir. Ayetin bu cümlesinin, şeytanların yaptığı sihrin Allah (c.c) tarafından bilindiği, yani işledikleri bu cürmün cezasız kalmayacağını haber verecek bir anlama sahip olduğu şeklinde çevirmenin daha uygun olduğunu düşünmekteyiz.

وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ
-----Onlar (bu şeytanlıkları yapmakla) kendilerine fayda vermeyecek, zarar verecek olanı öğreniyorlar. 

وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
-----And olsun ki bu şeytanlar sihri satın alanın ahirette (cennetten) bir payı olmayacağını bilmektedirler.

Onlara yaptıklarının yanlış olduğunu, yaptıkları bu yanlışın onlara ileride pahalıya mal olacağı bildirilmesine rağmen, bu yanlışta ısrar ediyorlardı.

وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
-----Kendilerini (cehennem) karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi.

Bakara s. 102-- (Onlar Allah'ın hükmüne tabi olmak yerine insan cinsinden olan) Şeytanların Süleyman'ın sahip olduğu hükümdarlık konusunda söylediklerine (onun bir sihirbaz olduğu yalanına) uydular. (Bu şeytanlar Süleyman'ın sihir yaparak kafir olduğunu iddia etmelerine rağmen) Süleyman kafir değil, o (insan cinsinden olan) şeytanlar kafirdi. (Bu şeytanlar) Babil'de insanlara sihri ve, iki güç sahibi elçi olan Harut ve Marut'a indirileni (şeytanlık karıştırarak) öğretiyorlardı. Halbuki bu iki elçi kendilerine indirilenleri, "bizim size öğrettiklerimiz sizin için bir denemedir, sakın bunları yanlış yönde kullanarak kafir olmayın" diyerek insanlara tebliğ ettikleri halde bu şeytanlar o bilgileri istismar ederek, karı kocanın arasının bozulmasını sağladılar. O şeytanlar yaptıkları sihir ile bir kimseye zarar vermiş olmasınlar ki, Allah bunu bilmesin. Onlar (bu şeytanlıkları yapmakla) kendilerine fayda vermeyecek, zarar verecek olanı öğreniyorlar. And olsun ki bu şeytanlar sihri satın alanın ahirette (cennetten) bir payı olmayacağını bilmektedirler. Kendilerini (cehennem) karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi.

103- Eğer onlar iman etmiş ve sakınmış olsalardı, Allah katında alacakları karşılık daha hayırlı olurdu, keşke bunu bilselerdi.

Ayetin ilk muhataplarına olan mesajı konusunda şunları söyleyebiliriz:

Medine'de ikamet eden Yahudilerin, yanlarında olan Tevrat'ı onaylayıcı olarak gelen Muhammed (a.s) a şeksiz şüphesiz iman etmeleri gerekirken bunu yapmayıp, insanları saptırmayı amaç edinen ve nedenle "Şeytan" olarak vasıflandırılan insanların sözlerine tabi oldukları, bu insanların sahip olduğu söylemin, Süleyman (a.s) hakkında yalan yanlış iftiralar uyduranlar olduğu bildirilmektedir.

Bu şeytanların insanlara Harut ve Marut'a indirileni öğretmelerine gelince: Bu konudaki ayet içinde geçen "Ma" edatının iki farklı anlamda kullanıldığı meallere rastlamaktayız. Kanaat olarak bu edatın ismi mevsul anlamını taşıdığını düşünenlere  katılmakla birlikte, olumsuz anlamda kullananlara karşı herhangi bir söz söylemek hakkımız olmadığını da bilmekteyiz. Neticede herkes ayet hakkında yorum yapmakta, ve bu yorumu yaparken isabet etme veya edememe durumuna da düşebilmektedir.

Harut ve Marut'un kim oldukları konusunda tefsirlerde izahların olduğu, konu ile ilgili araştırma yapanların malumudur. Harut ve Marut'un Davut ve Süleyman (a.s) lar olduğu şeklinde ortaya attığımız iddia, dikkat edilirse bazı Kur'an ayetlerinin delaleti iledir. Bizim ortaya attığımız bu düşüncenin kesin doğrular olduğunu iddia etmediğimizin bilinmesi gerektiğini tekrar hatırlatmak isteriz.

Çünkü bu konuda bir çok kimsenin kafasında doğru olarak bildiği bir düşünce mevcut bulunmaktadır. Yine bir çok kimse bizim bu konuda yazdıklarımızı da kendi sahip oldukları doğrular çerçevesinde değerlendirecektir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


27 Mart 2014 Perşembe

Hüdhüd ve Elçilerin Kimliği

Hüdhüd ismini neml suresinde Süleyman as ın kıssasının anlatıldığı ayetlerde, kuşların denetimi sırasında onun orada olmaması neticesinde Süleyman as ın onu sorması sonucunda kur'anda görmekteyiz. Hüdhüd'ün bir kuş olması ve ayetlerde geçen konuşmalarının bir kuş'un bunları konuşmasının mümkün olmadığı düşüncesinden yola çıkılarak , Hüdhüd'ün olsa olsa kuş flamalı orduların başı olduğu yani neticede insan olduğu sonucuna varılmaya çalışıldığı, konu üzerinde araştırma yapanların rastladığı bir düşüncedir.

Gelenekteki kur'an okuma metodu, bir kısım modernizm taraftarının kur'an okuması , iki tarafında kur'anı mesaj içerikli okumama gibi bir ortak noktada buluşturmuştur. Gelenekteki literal okuma mülk suresinin 16.17. ayetlerinde geçen "semada olanın" şeklindeki ibareden hareketle, mücessime ekolu "Allah semadadır" gibi bir anlam çıkarmış olup bunu kabul etmeyi imanın şartı haline getirmiştir. Aynı şekilde modernizm taraftarı bir kısım insan'da özellikle kıssalarda anlatılan sıra dışı olayları aklileştirerek olayın mesaj içerikli olmasını öteleştirmiş geleneksel yanlışın öteki ucu olarak onları red etme yoluna gitmiştir.  

Neml suresinde anlatılan Süleyman as kıssasında Hüdhüd adlı kuş'un konuşmasına takılarak , kuş'un konuşmasının imkansız olduğu bunun olsa olsa insan olabileceği şeklinde itirazlara baktığımızda bu itiraz sahiplerininde bir tür modern mücessime olarak görmek mümkündür. Batı ve doğu edebiyatında örneklerini gördüğümüz adına "fabl" denilen , hayvanların konuşturulması yöntemi ile yazılan hikayeleri okurken hiç kimse "yahu hayvan konuşurmu" diye bir itirazda bulunmadan o hayvanın konuşması üzerinden verilen mesajı anlamaya çalışmasına rağmen , kur'anın bu metodu kullanması bazılarımıza acaip gelmektedir. 

Allah cc nin insanlara elçi göndererek mesajını onlara iletme ve o  mesaja muhatap olan inkarcı insanların, gelen elçilerin kimliği üzerinden onları red etme girişimleri kuran'ın bir çok ayetinde görülmektedir.  

[021.003]  Kalbleri hep oyunda hem onlar o zalimler şu gizli fısıltıyı sirleştiler: bu sırf sizin gibi, bir beşer artık göre göre sihire mi gidiyorsunuz?
[023.024]  Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: «Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.» [023.033-4] Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı: «Bu,» dediler, «sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, büyük bir kayba ve hüsrana uğrarsınız.»
 [026.154]  Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen
 [026.186]  Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.
 [036.015]  Siz, dediler: bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz, hem Rahman hiç bir şey indirmedi, siz sırf yalan söylüyorsunuz
 [064.006]  (O azabın sebebi) şu ki, onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, hamde lâyıktır.
[011.027]  Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.»[023.047] Onun için biz, dediler, bizim gibi iki beşere iyman mı ederiz? Halbuki onların kavmi bize kulluk ediyor
[011.012]  Şimdi belki de sen, onların: «Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!» demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.
 [025.007]  Ve dediler ki: «Bu Resûl için ne var ki, yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık O'nunla beraber bir korkutucu olsa idi!»

Bu konu ile ilgili olarak kur'anda bir çok ayet daha mevcut olmasına rağmen, Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin mesajını öteleyerek kimlikleri üzerinde takılı kalınması öteden beri gelen bir durum olup bu duruma müslümanlar'da düşüp geleneksel peygamber algıları bunun örneğidir.   

Süleyman as kıssasında Hüdhüd ile ilgili ayetleri önce okuyup sonra nasıl bir mesaj verilmek isteniyor onu görelim.  

[027.020]  Bir de kuşları denetledi ve: «Bana ne oluyor, Hüdhüd'ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?
[027.021]  Elbette ona şiddetli bir azâb ederim veya boynunu keserim, yâhud da bana her halde açık, kuvvetli bir bürhan getirir
[027.022]  Derken bekledi çok geçmeden geldi, ben, dedi: senin ihata etmediğin bir şey ihata ettim ve sana Sebe'den sağlam bir haber getirdim
[027.023]  Çünkü ben bir kadın buldum, onlara meliklik ediyor, kendisine her şeyden verilmiş, azametli bir tahtı da var
 [027.024]  Onu ve kavmini buldum ki Allaha değil, Güneşe secde ediyorlar, Şeytan onlara amellerini yaldızlamış, bu suretle kendilerini yoldan sapıtmış da doğru gidemiyorlar
[027.025]  Allâha secde etmemeleri için o Allaha ki Göklerde ve Yerde gizliyi çıkarır ve neyi saklıyorlar, neyi açıklıyorlarsa bilir
[027.026] Allah, başka ilâh yok ancak o, o azîm Arşın sahibi o 
[027.027]  Bakalım, dedi: sadık mısın yoksa yalancılardan mı oldun?
[027.028]  Şu mektubumu (kitabımı)götür bırak onlara, sonra dön kendilerinden de bak ne neticeye varacaklar
 

Buraya kadar olan  okuduğumuz ayetleri sadece literal ve "kıssa içinde dönüp durma" metodu  ile okuyup mesaj içerip içermediği gibi bir düşünce ile okuduğumuz zaman ilk takılacağımız yer haliyle " bu nasıl bir kuş'muş konuşuyor" deyip bunun üzerinde yorumlar yaparak "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali parmak'ta takılır kalırız.

Süleyman as ın kimliğine baktığımız zaman onun hükümdar bir elçi olduğunu görürüz. Onun bu kimliği üzerinden verilmek istenen mesaj ile Allah cc nin kendisini hükümdar benzetmesi üzerinden verdiği mesajı paralel olarak düşünmek gerekmektedir'ki Hüdhüd üzerinden verilmek istenen mesaj doğru olarak kavranabilsin.  

Allah cc , kendisinin mesajlarını iletmeleri için insanlar içinden seçmiş olduğu bazı kişileri görevlendirmiş ve onlara "KİTAB" verdiğini bildirmiştir. Kitab kelimesinin Süleyman as ın sebe hükümdarına elçi olarak göndermiş olduğu Hüdhüd'e vermiş olduğu mektup için kullanılması bizlere Allah cc ile Süleyman as ın elçi göndermesini bir paralellik içinde düşünmemizi gerektirir.

Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ayet meallerine bakacak olursak, iman etmeyenlerin kendilerine gelen elçileri red etme gerekçelerinden birisi onların " beşer" olduklarıdır. Elçi , "bir hükümdarın mesajını ileten kimse" demek olduğuna göre normal olan durum elçinin getirmiş olduğu mesajın içeriği ile ilgilenmeyi gerektirip elçinin kimliği ile ilgilenmek gibi bir duruma düşülmemesidir.

Hüdhüd'ün getirmiş olduğu mesaja sebe hükümdarının verdiği tepki, bizlere örnek olarak elçinin kimliği ile değil, getirmiş olduğu mesaj ile ilgilenilmesinin gerektiği mesajını vermektedir. 

[027.029]  Kadın dedi ki: «Ey ileri gelenler bana KERİM BİR KİTAB bırakıldı.

Hükümdar kendisine bırakılan mesajı "KERİM KİTAB" olarak niteleyerek bunu kimin bıraktığı şeklinde bir soru sorma ihtiyacı hissetmeden mesajın içeriği hakkındaki fikirlerini söylemesi, bizlere mesaj içerikli olarak elçilerin kimliğinin ikinci planda olduğu, birinci planda göz önüne alınması gereken şeyin mesajın ihtiva ettiği şeyler olması gerektiğidir.  

Neml suresi 28. ayetinde Süleyman as ın Hüdhüd'e , kitabı bıraktıktan sonra ne yapacağına dair olan emri arapça metinde " sümme tevelle anhüm fenzür ma ze yerciune" ( sonra kendilerinden dön bak ne neticeye varacaklar) şeklindeki ibarenin kur'anın değişik yerlerinde "tevelle anhüm" şeklinde geçen ayetleri , Allah cc nin Muhammed as a bir emri şeklinde karşımıza çıkmaktadır.(37.174-178/ 51.54/ 54.6) ayetlerinde tebliğ görevini yerine getirmekle vazifeli olan elçinin kişilerin iman edip etmeme noktasında onlara herhangi bir zorlama yapmaması istenmekte olup bu durumun benzeri ayetler kur'anın bir çok ayetinde " sen ancak müjdeleyici ve korkutucusun" veya, "onların iman edip etmemesi senin üzerine değildir" buyurularak elçinin görevi hatırlatılır, aynı durumu Süleyman as ın Hüdhüd'e verdiği emirdede görmemiz ,Allah cc nin elçilerinin görevi ile Süleyman as ın elçisi arasındaki anlatım benze rliğini görmek açısından bir örnektir. 

Elçinin kimliğine takılıp mesajı öteleme geleneksel din algısının en sıkıntılı düşüncelerinden birisi olup, bu düşüncenin tezahürlerini bir çok alanda görmekteyiz. Kur'anı geleneksel algının dışında anlama iddiasında olan bir kısım kişilerin özellikle kur'an kıssalarındaki bu tür anlatımları geleneğin paralelinde okumaları neticesinde bu tür tartışmalar içine düşmesi elçilerin kimliğine takılmanın bir tezahürüdür.

Kur'anı mesaj içermesini öne  çıkarıp kıssalardaki bu tür sıradışı anlatımlardaki mesaja yönelenlerin Hüdhüd'un kuş mu insan'mı olduğu gibi kısır tartışmaları bırakarak Hüdhüd adlı kuş üzerinden, onun elçiliğinin öne çıkarılarak getirdiği mesajın önemi ve kimliğinin ikinci planda kalması gerektiğini anlarlar.  

Özellikle hadis konusunda hassas davranıp kur'anın dışındaki bilgilerin hepsinin atılması gerektiğini savunup Hüdhüd'ün kimliğini tarihi belgeler üzerinden yorumlamaya çalışarak onun kuş değil insan olduğu, ve kuş flamalı orduların başı olduğu gibi iddiaları'da modernist okuma taraftarlarının bir çelişkisi olarak gördüğümüzü ifade edelim.

Sonuç olarak; Allah cc nin elçi gönderme sünnetine uygun olarak insanların kendi içlerinden seçilen elçilerin beşer olmaları , kendileri gibi beşer olan inkarcı muhatapları tarafından öne çıkarılarak getirdikleri mesaj ötelenmeye çalışılmıştır. Süleyman as kıssası içinde Hüdhüd adlı kuş üzerinden verilmek istenen mesaj , elçilerin kimliği değil getirdikleri mesajın öne çıkarılması olmasına rağmen, modernist okumalar sonucu kimlik tartışmaları içinde kıssanın mesajı es geçilmeye çalışılmaktadır. Kur'anı kiralık okuma metodları ile değilde yine kendi içinden çıkarılan okuma metodu ile anlamaya çalışıldığı takdirde bu tür tartışmaların ne kadar faydasız ve gereksiz olduğu , asıl olanın anlatımlar üzerinden verilmek istenen mesajın olduğu , kıssalardaki şahısların kimliklerinin geçici olduğu ama o şahıslar üzerinden verilmek istenen mesajın evrensel olduğu unutulmamalıdır. Bu mesaj geleneksel islam anlayışındaki peygamber algısının yanlışlığını anlamak bakımından güzel bir örnek arz etmekte olup özellikle Muhammed as ın şahsını öne çıkarıp mesajı ikinci plana atmak şeklinde ortaya çıkan elçi anlayışının değiştirilip yerine mesajı öne çıkaran anlayışın oturtulmasına yardımcı olacaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR