29 Haziran 2024 Cumartesi

TEVBE SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Allah'tan ve O'nun elçisinden, o ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız kimselere bir ilişik kesme bildirisidir.

2- Artık o yerde dört ay dolaşın ve Allah'ı başarısız bırakıcılar olmadığınızı bilin ve şüphesiz ki Allah, o gerçeği örtücüleri rezil edicidir.

3- Ve Allah'tan ve O'nun elçisinden o büyük hacc günü o insanlara bir duyurudur: Şüphesiz ki Allah o ortak koşanlardan beridir ve O'nun elçisi de. Eğer itaate dönerseniz, artık o sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer (başka tarafa) yönelirseniz, artık Allah'ı başarısız bırakıcılar olmadığınızı bilin. Ve gerçeği örtmüş olanları bir acı azapla müjdele.

4- O ortak koşan kimselerden antlaşma yaptığınız, sonra (sözleşmelerinden) size karşı hiçbir şeyi eksik yapmamış ve size karşı bir kimseyle sırt sırta vermemiş olanlar, bunun dışındadır. Artık onların antlaşmalarını son uzatmalarına kadar tamamlayın. Şüphesiz ki Allah, o korunanları sever.

5- Artık o yasak aylar sıyrıldığı zaman, o ortak koşanları nerede bulursanız öldürün ve onları tutun ve kısıtlayın ve onlar için her gözlem yerine oturun. Eğer itaate dönerler ve o kulluk görevini ayağa kaldırırlar ve o arınmayı yerine getirirlerse, artık onlara yollarını (serbestçe dolaşmaları için) boş bırakın. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

6- Ve o ortak koşanlardan biri eğer senden himaye isterse, sen de Allah'ın kelâmını işitene kadar, onu himaye et sonra da onu güvende olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmezler topluluğu olmaları nedeniyledir.

7- O yasak mescitin yanında antlaşma yaptığınız kimseler dışında, o ortak koşanların Allah'ın yanında ve O'nun elçisinin yanında nasıl bir antlaşması olabilir? Onlar size karşı dosdoğru olurlarsa, artık siz de onlara karşı dosdoğru olun. Şüphesiz ki Allah, o korunanları sever.

8- Nasıl (bir antlaşma olabilir ki)? Ve eğer sizin üzerinize üstün gelselerdi, sizin hakkınızda bir yakınlık bağı ve bir anlaşma yükümlülüğü gözetmezlerdi. Onlar ağızları ile sizi hoşnut ederler ve onların kalpleri ise direnir ve onların tamamı itaatten çıkanlardır.

9- Onlar, Allah'ın ayetlerini bir az bedele değiştiler de, O'nun yolundan uzaklaştırdılar. Şüphesiz ki onların işlemekte oldukları şeyler ne kötüdür.

10- Bir inanan hakkında bir yakınlık bağı  ve bir anlaşma yükümlülüğü gözetmezlerdi. Ve işte onlar, o sınırı aşanların ta kendileridir.

11-  Eğer itaate dönerler ve o kulluk görevini ayağa kaldırırlar ve o arınmayı yerine getirirlerse, artık o yaşam sisteminde sizin kardeşlerinizdir. Ve biz bilmekte olan bir topluluk için o ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

12- Ve eğer antlaşmalarının arkasından yeminlerini bozarlar ve sizin o yaşam sisteminize dil uzatırlarsa, artık sizde o gerçeği örtenlerin önderleriyle öldürüşün. Çünkü onların yeminleri(nin geçerliliği) olmaz. Umulur ki onlar (düşmanlıktan) vazgeçerler.

13- Yeminlerini bozmuş olan ve o elçiyi (Mekke'den) çıkarmaya eğilim göstermiş olan ve sizinle (öldürüşmeye) ilk defa (kendileri) başlamış olan bir toplulukla öldürüşmeyecek misiniz? Yoksa onlardan endişeleniyor musunuz? Eğer inananlar iseniz, artık Allah kendisinden endişelenmenize daha hak sahibidir.

14- 15- Onlarla öldürüşün ki, Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın ve onları rezil etsin ve onlara karşı size yardım etsin ve inananlar topluluğunun göğüslerini iyileştirsin. Ve onların kalplerindeki kini gidersin. Ve Allah kime dilerse lütufla döner. Ve Allah, bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir.

16- Yoksa Allah içinizden güçlerini kullanmış olan ve Allah'tan ve O'nun elçisinden ve o inananların aşağısından başka bir sırdaş sahiplenmemiş olan kimseleri bilmeden bırakılacağınızı mı hesap ettiniz? Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi haber alıcıdır.

17- O gerçeği örtmelerine kendi benlikleri tanıklık edenler iken, o ortaklaştıranların Allah'ın boyun eğilen yerlerini onarmaları (doğru) değildir. İşte onların işledikleri boşa gitmiştir. Ve onlar, o ateşin içinde sürekli kalıcıdırlar.

18- Allah'ın boyun eğilen yerlerini ancak ve ancak, Allah'a ve o son güne inanmış ve o kulluk görevini ayakta tutmuş ve o arınmayı yerine getirmiş olan ve Allah'tan başkasından endişelenmeyen kimseler onarabilir. İşte bunların o doğruya iletilenlerden olması umulur.

19- Yoksa siz o hacılara suvarmayı ve o yasak mesciti onarmayı, Allah'a ve o son güne inanmış ve Allah'ın yolunda gücünü kullanmış kimse(nin yaptığı) gibi (aynı) mi saydınız? Bunlar Allah'ın yanında denk olmazlar. Ve Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

20- O kimseler ki, inandılar ve göç ettiler ve Allah'ın yolunda mallarıyla ve benlikleriyle güçlerini kullandılar. (İşte onların) Allah'ın yanındaki kademeleri daha büyüktür. Ve işte onlar, o başaranların ta kendileridir.

21- 22- Efendileri onları kendisinden bir şefkat ve bir hoşnutluk ve onda sürekli nimetler olan, onda sonsuz olarak kalıcı olacakları bahçeler ile müjdeliyor. Şüphesiz ki Allah, bir büyük iş karşılığı O'nun yanındadır.

23- Ey inanmış olan kimseler, eğer o gerçeği örtmeyi o inancın üzerine tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi yönelenler olarak sahiplenmeyin. İçinizden kim onlara yönelirse, işte onlar o haksızlığı yapanların ta kendileridir.

24- De ki: "Eğer babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve eşleriniz ve oymağınız ve onları gayret ederek kazandığınız mallar ve kendisinin durgun gitmesinden endişelenmekte olduğunuz bir ticaret ve kendisinden hoşlanmakta olduğunuz durulma yerleri, size Allah'tan ve O'nun elçisinden ve O'nun yolunda bir güç kullanmaktan daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu getirinceye kadar bekleyin. Ve Allah, o itaatten çıkanlar topluluğunu doğruya iletmez."

25- Ant olsun ki Allah pek çok savaş meydanlarında ve Huneyn gününde size yardım etmişti. Hani çokluğunuz sizi şaşırtmış, fakat bu sizden bir şeyi zenginleştirmemiş ve o yer tüm genişliğine rağmen size dar gelmiş, sonra arka dönenler olarak (başka tarafa) yönelmiştiniz.

26- Sonra Allah, elçisinin üzerine ve o inananların üzerine durgunluğunu indirmiş ve sizin kendilerini  göremediğiniz bir ordu indirmiş ve gerçeği örtmüş olan kimseleri azaplandırmıştı. Ve bu, o gerçeği örtücülerin karşılığıdır.

27- Sonra Allah bunun ardından kime dilerse lütufla döner. Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

28- Ey inanmış olan kimseler, o ortak koşanlar ancak ve ancak pisliktir. Artık bu yıllarından sonra o yasak mescide yaklaşmasınlar. Ve eğer bir yoksulluktan kaygılanırsanız, Allah dilerse sizi ileride kendi lütfundan zenginleştirir. Şüphesiz ki Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

29- O kitap verilmiş olan kimselerden, Allah'a ve o son güne inanmaz ve Allah ve  O'nun elçisinin yasakladığı şeyi yasaklamaz ve o gerçek yaşam sistemini (kendileri için de) yaşam sistemi edinmez kimselerle, onlar küçülenler olarak elden o (maddi savaş) karşılığını verinceye kadar, öldürüşün.

30- Ve dönenler* (Yahudiler), "Uzeyr Allah'ın oğludur" dedi. Ve o Yardımcılar* (Hristiyanlar) da "Mesih Allah'ın oğludur" dedi. Bu, ağızlarının dedikleridir. Önceki gerçeği örtmüş olan kimselerin sözünü taklit ediyorlar. Allah onları öldürsün nasıl da çarptırılıyorlar.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönen" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

31- Hahamlarını ve rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Allah'ın aşağısından efendiler olarak sahiplendiler. Oysa bir tek tanrıya kulluk etmekten başkasıyla buyurulmamışlardı. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O, onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden uzaktır.

32- Ağızları ile Allah'ın ışığını söndürmek istiyorlar. Ve eğer ki o gerçeği örtücüler çirkin görse de Allah ancak ışığını tamamlamaktan kaçınmıyor.

33- O ki, eğer o ortak koşanlar çirkin görse de, yaşam sisteminin tamamını ona sırtlatmak için elçisini o doğruya ileten ve o gerçeğin yaşam sistemi ile gönderdi.  

34- Ey inanmış olan kimseler, şüphesiz ki o hahamlardan ve o rahiplerden birçoğu, o insanların mallarını kesinlikle o geçersiz nedenle yerler ve Allah'ın yolundan uzaklaştırırlar. Ve o kimseler ki o altını ve o gümüşü yığarlar ve onları Allah'ın yolunda harcamazlar, artık onları acı bir azabla müjdele.

35- O gün, onların (yığdıklarının) üzeri cehennem ateşinde kızdırılır ve onlarla, onların alınları ve yanları ve sırtları: "Bu benlikleriniz için yığdığınız şeydir, öyleyse yığmakta olduğunuz şeyleri tadın" (denilerek) dağlanır.

36- Şüphesiz ki Allah'ın o gökleri ve o yeri takdir ettiği gündeki yazgısında, o ayların sayısı Allah'ın yanında ay olarak onikidir. Onlardan dördü, yasaklıdır. Bu, o dimdik duran yaşam sistemidir. Öyleyse bunlarda  benliklerinize haksızlık yapmayın ve o ortak koşanlarla onların sizinle topyekün öldürüştüğü gibi, sizde onlarla topyekün öldürüşün. Ve Allah'ın o korunanların beraberinde olduğunu bilin.

37- O (yasak aylarda) geriye öteleme, ancak ve ancak o gerçeği örtmede bir artırmadır ki onunla gerçeği örtmüş olan kimseler saptırılır. Onu bir yıl serbestleştiriyorlar ve bir yıl yasaklaştırıyorlar ki Allah'ın yasaklaştırdığı şeyin sayısına ayak uydursunlar, böylece Allah'ın yasaklaştırdığı şeyi serbestleştirsinler. Kötü işleri onlara süslü gösterildi. Ve Allah, o gerçeği örtenler topluluğunu doğruya iletmez.

38- Ey inanmış olan kimseler, size ne oluyor ki, size: "Allah'ın yolunda sefere çıkın" denildiği zaman o yere ağırlaştınız. Yoksa o son (yaşam) dan (vazgeçip) bu şimdiki yaşama mı hoşlandınız? Oysa bu şimdiki hayatın yararı, o sonrakine göre pek azdan başka değildir.

39- Eğer siz sefere çıkmazsanız, bir acı azapla sizi azaplandırır ve sizi başka bir toplulukla değiştirir ve siz de O'na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.

40- Eğer siz ona (elçiye) yardım etmezseniz, gerçeği örtmüş olan kimseler ikinin ikincisi olarak onu çıkardığı zaman da Allah ona kesinlikle yardım etmişti. Hani ikisi o çukurda iken arkadaşına: "Üzülme, şüphesiz ki Allah bizim beraberimizdedir" diyordu. Bunun üzerine Allah onun üzerine durgunluğunu indirmiş ve sizin kendilerini göremediğiniz bir orduyla onu güçlendirmiş ve gerçeği örtmüş olan kimselerin kelimesini en aşağı yapmıştı. Ve Allah'ın kelimesi ise, o en yüksektir. Ve Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

41- Zor da gelse kolay da gelse, sefere çıkın ve mallarınız ve benlikleriniz ile Allah'ın yolunda gücünüzü kullanın. Bu, eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.

42- Eğer bir yakın sunum ve bir orta mesafeli sefer olsaydı, kesinlikle sana takılırlardı. Fakat o meşakkatli sefer onlara uzak geldi. Ve "Eğer gücümüz yetseydi, kesinlikle senin beraberinde çıkardık" diye Allah (adın)a yemin edecekler. Onlar (böyle demekle) kendi benliklerini yok ediyorlar. Ve Allah onların kesinlikle yalancılar olduğunu biliyor.

43- Allah senden (hatanı) sildi. Doğru söylemiş olan kimseler sana apaçık belli oluncaya ve sen o yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara onay verdin?

44- Allah'a ve o son güne inanmakta olan kimseler, mallarıyla ve benlikleriyle güçlerini kullanmaları konusunda senden (savaşa çıkmamak için) onay istemezler. Ve Allah, o korunanları bir en iyi bilicidir.

45- Senden ancak ve ancak, Allah'a ve o son güne inanmaz ve kalpleri belirsizliğe düşmüş, belirsizlikleri içinde bir oraya bir buraya geri döndürülüp duran kimseler onay ister.

46- Ve eğer o (savaşa) çıkmak isteselerdi, kesinlikle onun için bir hazırlık hazırlarlardı. Fakat Allah onların (savaş için) harekete geçmelerini çirkin gördü böylece onları (kararlarında) sebatlandırdı ve onlara: "O oturanların beraberinde oturun" denildi.

47- Eğer sizin içinizde (savaşa) çıksalardı, size bir bozgundan başkasını  artırmazlar ve sizi o kargaşaya düşürmek için kesinlikle aranıza sokulurlardı. Ve onlara kulak verenler sizin içinizdedir. Ve Allah, o haksızlık yapanları bir en iyi bilicidir.

48- Ant olsun ki önceden de o kargaşa peşine düşmüşler ve senin için (arkandan) o işleri çevirmişlerdi. Nihayet o gerçek gelmiş ve onlar çirkin görenler oldukları halde Allah'ın buyruğu üstün gelmişti.

49- Ve içlerinden kimi: "Bana (savaşmamak için) onay ver ve beni fitneye düşürme" der. Dikkat edin, onlar o fitneye düşmüşlerdir. Ve şüphesiz ki cehennem, kesinlikle o gerçeği örtücüleri kuşatıcıdır.

50- Eğer sana bir iyilik eriştirilirse, bu onları üzer. Ve eğer sana bir hoş olmayan durum eriştirilirse: "Biz önceden işimizi kesinlikle (sağlam) tutmuştuk" derler ve sevinenler olarak (başka tarafa) yönelirler.

51- De ki: "Bize, Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla eriştirilmeyecektir. O, bizim yönelenimizdir. Ve o inananlar artık yalnızca Allah'a dayansın."

52- De ki: "Siz bizim için, o iki iyiliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Ve biz sizin için, Allah'ın kendi yanından veya bizim elimizle size bir azabı eriştirmesini bekliyoruz. Artık bekleyin şüphesiz ki biz de sizin beraberinizde bekleyenleriz."

53- De ki: "İsteyerek veya istemeyerek harcayın, sizden asla kabûl edilmeyecektir. Şüphesiz ki siz, itaatten çıkanlar topluluğu oldunuz."

54- Ve onlardan harcamalarının kabûl edilmesini, onların Allah'ı ve O'nun elçisini (ret ederek) örtmüş olmaları ve o kulluk görevine üşenenlerden başka halde gelmemeleri ve harcamayı çirkin görenlerden başka halde yapmalarından başka birşey alıkoymadı.

55- Artık onların malları da ve çocukları da sakın seni şaşırtmasın. Allah onlarla ancak ve ancak, bu şimdiki yaşamda onları azaplandırmak ve benliklerinin onlar gerçeği örtücü oldukları halde perişan olmasını istiyor.

56- Ve onlar şüphesiz ki sizden olduklarına dair yemin ediyorlar. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar ayrılmakta olanlar topluluğudur.

57- Eğer onlar bir sığınacak bir yer veya çukurluklar veya girebilecek bir delik bulabilselerdi, kesinlikle dolu dizgin olarak ona yönelirlerdi.

58- Ve içlerinden kimi o bağışlar konusunda seni karalar. Eğer onlardan kendilerine verilirse, hoşnut olurlar ve eğer onlardan verilmezse, onlar birden kızarlar.

59- Ve eğer onlar Allah'ın ve O'nun elçisinin onlara verdiği şeye hoşnut olsalar ve: "Allah bize yeter, Allah yakında bize lütfundan verecektir ve O'nun elçisi de, şüphesiz ki biz sadece Allah'a ilgi duyanlarız" deselerdi (onlar için daha hayırlı olurdu).

60- O bağışlar, Allah'tan bir belirleme olarak ancak ve ancak, o muhtaçlara ve o durgunlara ve onun üzerinde (görevli olarak) çalışanlara ve o kalpleri kaynaştırılacak olanlara ve o boyunduruk altındakilere ve o borç altındakilere ve Allah'ın yoluna ve o yolun oğluna (yolda kalmışa) dır. Ve Allah, bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir.

61- Ve içlerinden (bazı) kimseler de o haberciyi rahatsız ediyor ve: "O bir kulaktır"* diyorlar. De ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır ve o inananlara güvenir. Ve içinizden inanmış olan kimseler için bir şefkattir." Ve o kimseler ki,  Allah'ın elçisini rahatsız ediyorlar, bir acı azap onlar içindir.

*Her duyduğu şeyi onaylayan ve herkesin sözünü kabûl eden kişi.

62- Sizi hoşnut etmek için Allah (adın)a yemin ediyorlar. Eğer inananlar iseler Allah ve O'nun elçisi, kendisini razı etmelerine daha hak sahibidir.

63- Daha şu gerçeği bilmediler mi? Kim Allah'a ve O'nun elçisine sınır koyarsa, şüphesiz ki ona onda sürekli olarak kalıcı olacağı cehennem ateşi vardır. Bu, o büyük rezilliktir.

64- O ikiyüzlüler, kalplerindeki o şeyi onları haberlendirecek bir surenin onlara indirilmesinden sakınır. De ki: "Alay edin. Şüphesiz ki Allah, sakınmakta olduğunuz şeyi (ortaya) çıkarıcıdır."

65- Ve eğer onlara (alaylarının sebebini) sorsan, sana kesinlikle: "Biz ancak ve ancak (lâfa) dalmıştık ve (ciddi bir amacımız olmadan) oynuyorduk" diyeceklerdir. De ki: "Allah ile ve O'nun ayetleri ile ve O'nun elçisi ile alay etmekteydiniz?"

66- Hiç özür beyan etmeyin, inanmanızdan sonra kesinlikle gerçeği örttünüz. Eğer içinizden bir ekipten (döndükleri için hatalarını) silsek bile, bir ekibi (dönmedikleri için) onları suç işleyenler olmaları nedeniyle azaplandıracağız.

67- O ikiyüzlü erkekler ve o ikiyüzlü kadınlar bir kısmı bir kısmındandır, o yadırgananı buyururlar ve o benimsenenden vazgeçirirler ve (cimrilik yaparak) ellerini sıkarlar. Onlar Allah'ı unuttular, buna karşılık O'da onları unuttu. Şüphesiz ki o iki yüzlüler, o itaatten çıkanların ta kendileridir.

68- Allah, o ikiyüzlü erkeklere ve o ikiyüzlü kadınlara ve o azılı gerçeği örtücülere, onda sürekli kalıcılar olarak  cehennem ateşini söz verdi. O, onlara yeterlidir. Ve Allah onları dışlamıştır. Ve bir sürekli azap, onlar içindir.

69- Sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden kuvvet bakımından daha sert ve mallar ve çocuklar bakımından da daha çoktu. Onlar kendi paylarınca yararlandılar. Sizler de, sizden önceki kimselerin kendi paylarınca yararlandıkları gibi, sizde kendi paylarınızca yararlandınız ve o kimselerin daldıkları gibi siz de (şimdiki hayata) daldınız. İşte onların işledikleri bu şimdiki (yaşamda) ve o son (yaşamda) boşa gitmiştir. Ve işte onlar, o ziyan edenlerin ta kendileridir.

70- Onlardan önceki Nuh ve Ad ve Semud topluluğu ve İbrahim topluluğu ve Medyen arkadaşları ve o çarpılan şehirlerin onlara haberi gelmedi mi? Elçileri onlara o apaçık delillleri getirmişti. Demek ki Allah onlara haksızlık yapıyor değildi. Fakat onlar kendi benliklerine haksızlık yapıyorlardı.

71- Ve o inanan erkekler ve o inanan kadınlar bir kısmı bir kısmın yönelenleridir. O benimsenene uygun olanı buyururlar ve o yadırganandan vazgeçirirler ve o kulluk görevini ayağa kaldırırlar ve o arınmayı yerine getirirler ve Allah'a ve O'nun elçisine itaat ederler. İşte onlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz ki Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

72- Allah, o inanan erkeklere ve o inanan kadınlara onda sürekli kalıcılar olarak onların altından o nehirler akar bahçeler ve Adn bahçelerinde güzel durulma yerleri söz verdi. Ve Allah'tan bir hoşnutluk ise daha büyüktür. Bu, o büyük başarının ta kendisidir.

73- Ey o haberci, o azılı gerçeği örtücülere ve o ikiyüzlülere karşı güç kullan ve onlara karşı sert davran. Ve onların sığınağı cehennemdir. Ve o ne sıkıntılı dönüş yeridir.

74- Demediklerine dair Allah (adın)a yemin ediyorlar. Ve ant olsun ki onlar o gerçeği örtmenin kelimesini demişler ve teslim olmalarından sonra gerçeği örtmüşler ve kavuşamadıkları şeye eğilim göstermişlerdir. Onlar Allah'ın ve O'nun elçisinin Allah'ın lütfundan onları zenginleştirmesinden başka (bir nedenle) öç almadılar Eğer itaate dönerlerse, kendileri için daha hayırlı olur. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, Allah onları bu şimdiki (yaşamda) ve o son (yaşamda) bir acı azapla azaplandırır. Ve onlar için bu yerde hiçbir yönelen ve hiçbir yardımcı yoktur.

75- Ve içlerinden kimi: "Eğer kendi lütfundan bize verirse, biz de kesinlikle bağış vereceğiz ve kesinlikle o düzgünlerden olacağız" diye Allah'a antlaşma yapmıştı.

76- Onlara kendi lütfundan verdiğinde ise, onunla cimrilik ettiler ve kayıtsız kalanlar olarak (başka tarafa) yöneldiler.

77- Allah'a karşı O'na verdikleri söze aykırı davranmaları ve yalanlamakta olmaları nedeniyle, O'nunla karşılaşacakları güne kadar ikiyüzlülüğü kalplerinde onlara bir sonuç yaptı.

78- Allah'ın onların saklılarını ve başbaşa konuşmalarını bilmekte olduğunu ve Allah'ın o algılanamayananların en iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi?

79- O kimseler ki, o inananlardan o bağışlarda gönüllü davrananlara ve güçlerinden başkasını bulamaz kimselere dil uzatarak maskaraya alıyorlar. Allah onları maskara yapmıştır ve bir acı azap onlar içindir.

80- Onlar için bağışlanma iste veya onlar için bağışlanma isteme. Eğer onlar için yetmiş defa bağışlanma istesen de, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve O'nun elçisini (ret ederek) örtmüş olmaları nedeniyledir. Ve Allah, o itaatten çıkanlar topluluğunu doğruya iletmez.

81- O arkada kalanlar, Allah'ın elçisine aykırı düşerek (evlerinde) oturmalarına sevindi ve mallarıyla ve benlikleriyle Allah'ın yolunda güçlerini kullanmayı çirkin gördüler ve: "Bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi, sıcaklıkça daha serttir." Eğer kavrayabilir olsalardı...

82- Artık kazanmakta oldukları şeylere bir karşılık olarak biraz gülsünler birçok ağlasınlar.

83- Eğer Allah seni onlardan bir ekibe döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden onay isteyecek olurlarsa artık onlara de ki: "Benim beraberimde sonsuz olarak asla çıkamayacaksınız ve benim beraberimde bir düşmanla asla öldürüşemeyeceksiniz. Çünkü siz ilk defasında o oturmaya hoşnut oldunuz. Artık o arkada kalanların beraberinde oturun."

84- Ve onlardan ölen birine sonsuz olarak sahip çıkma ve onun kabrinin üzerinde de durma. Çünkü onlar Allah'ı ve O'nun elçisini (ret ederek) örttüler ve itaatten çıkanlar olarak öldüler.

85- Ve onların malları da ve çocukları da seni şaşırtmasın. Allah bunlarla onlara ancak ve ancak bu şimdikinde azap etmek ve onlar gerçeği örtücüler oldukları halde benliklerinin perişan olmasını istiyor.

86- Ve: "Allah'a inanın ve O'nun elçisinin beraberinde gücünüzü kullanın" diye bir sure indirildiği zaman, o uzunluk (maddi güç) sahipleri senden onay istemiş ve: "Bizi bırak o oturanların beraberinde olalım" dediler.

87- O arkada kalan kadınların beraberinde olmaya hoşnut oldular ve kalplerinin üzerine damga vuruldu, artık onlar kavramazlar.

88- Fakat o elçi ve onun beraberinde olan inanmış olan kimseler, mallarıyla ve benlikleriyle güçlerini kullandılar. Ve işte onlar için o hayırlar vardır. Ve işte onlar, o başarıya eriştirilenlerin  ta kendileridir.

89- Allah, onlar için onda sürekli kalıcılar olarak onların altından o nehirler akar bahçeler hazırlamıştır. Bu, o büyük başarıdır.

90-Ve o bedevilerden (geçerli bir özürleri olmadığı halde) o özür beyan edenler kendilerine (savaşmamak için) onay verilmesi için geldi de, Allah'a ve O'nun elçisine yalan söylemiş olan kimseler (hiçbir özür beyan etmeden) oturdu. Onlardan gerçeği örtmüş olan kimselere bir acı azap eriştirilecektir.

91- O zayıfların üzerine ve o hastaların üzerine ve (savaşa çıkmak için) harcayacak birşey bulamaz kimselerin üzerine, Allah'a ve O'nun elçisine karşı içtenlikle samimi oldukları sürece bir burukluk yoktur. O iyilik edenlerin üzerine de hiçbir yol (sorumluluk) yoktur. Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

92- Ve onları (bir bineğe) yüklemen için sana geldikleri  zaman: "Sizi onun üzerine yükleyecek birşey bulamıyorum" dediğinde, harcayacak birşey bulamamalarından ötürü üzüntülü bir halde o yaştan dolayı gözleri dolarak (geriye) yönelen kimselerin üzerine de (sorumluluk) olmaz.

93- O yol (sorumluluk) ancak ve ancak, zengin oldukları halde senden onay isteyerek o arkada kalan kadınların beraberinde olmaya hoşnut olan kimselerin üzerinedir. Ve Allah onların kalplerinin üzerine damga vurmuştur, artık onlar bilmezler.

94- (Sefer bitip) onlara geri döndüğünüz zaman size özür beyan ediyorlar. De ki: "Hiç özür beyan etmeyin, size asla inanmayacağız. Allah bize durumlarınızdan kesinlikle haber vermiştir. Ve işlediğinizi Allah görecek ve O'nun elçisi de (görecek) sonra o algılanamayananın ve o tanık olunanın bilicisine döndürüleceksiniz, artık işlemekte olduğunuz şeyleri sizi haberlendirecektir."

95- (Sefer bitip) onlara çevrildiğiniz zaman onlar(ı sorgulamak)dan kayıtsız kalmanız için size Allah (adın)a yemin edecekler. Artık onlardan yana kayıtsız kal. Çünkü onlar bir pisliktir. Ve kazanmakta oldukları şeylere bir karşılık olarak onların sığınağı cehennemdir.

96- Onlardan hoşnut olmanız için size yemin ediyorlar. Eğer siz onlardan hoşnut olsanız da, artık şüphesiz ki Allah, o itaatten çıkanlar topluluğundan hoşnut olmaz.

97- O bedeviler gerçeği örtmek bakımından ve ikiyüzlülük bakımından daha sert ve Allah'ın, elçisinin üzerine indirdiği şeyin sınırları bilmemeye daha yatkındırlar. Ve Allah, bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir.

98- Ve o bedevilerden kimi harcamakta olduğu şeyleri bir maddi yıkım olarak sahiplenir ve sizin için o (kötü) devirleri gözetler. Devrin o kötüsü onların üzerine olsun. Ve Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

99- Ve o bedevilerden kimi Allah'a ve o son güne inanır ve harcamakta olduğu şeyleri Allah'ın yanında yakınlıklar ve o elçinin sahip çıkması olarak sahiplenir. Dikkat edin şüphesiz ki onlar, kendileri için bir yakınlıktır. Allah onları şefkatine girdirecektir. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

100- Ve o göçenlerden ve o yardımcılardan o öne geçen ilkler ve onlara iyilikle takılan kimseler var ya, Allah onlardan hoşnut olmuştur ve onlarda O'ndan hoşnut olmuşlardır. Ve onlara onda sonsuz olarak sürekli kalıcı olacakları altlarından o nehirler akar bahçeler hazırlamıştır. Bu, o büyük başarıdır.

101- Ve çevrenizdeki o bedevilerden ikiyüzlüler de vardır. Ve o şehrin halkından da o ikiyüzlülük üzerinde inat edenler vardır ki sen onları bilmezsin, biz onları biliriz. Onları iki kere azaplandıracağız sonra da bir büyük azaba geri döndürülecekler.

102- Ve bir düzgün işi diğer bir kötüyle karıştırmış olan diğerleri de arkaya takılı suçlarını tanıttılar. Allah'ın onlara lütufla dönmesi umulur. Şüphesiz Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

103- Onların mallarından  bir kısmını bağış olarak tut ki onlarla kendilerini temizleyesin ve arındırasın. Ve onlara sahip çık. Şüphesiz ki senin sahip çıkman, onlara bir durgunluktur. Ve Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

104- Onlar, Allah'ın kullarından o itaate dönüşü kabul edecek olanın ve o bağışları tutacak olanın (sadece) O olduğunu bilmediler mi? Şüphesiz ki Allah, o çok lütufla dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

105- De ki: "(İşleyeceğinizi) işleyin, artık işlediğinizi Allah görecek ve O'nun elçisi  ve o inananlar da (görecek) ve o algılanamayananın ve o tanık olunanın bilicisine geri döndürüleceksiniz. Artık işlemekte olduğunuz şeyleri sizi haberlendirecektir."

106-Ve diğerleri Allah'ın buyruğu için beklemeye bırakılmışlardır. Ya onları azaplandırır ve ya da onlara lütufla döner. Ve Allah, bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir.

107- Ve o kimseler ki, bir zarar vermek ve gerçeği örtmek ve o inananlar arasına ayrılık sokmak ve önceden Allah ve O'nun elçisi ile harp etmiş olan kimselere (destek için) gözlemek için bir boyun eğilen yer sahiplendiler. (Sizi inandırmak için de): "Biz o iyilikten başkasını istemedik" diye yemin ediyorlar. Ve Allah onların kesinlikle yalancılar olduğuna tanıklık eder.

108- Onda asla durma. İlk günden beri o korunma bilinci üzerine temellendirilmiş olan boyun eğilen yer, onda durmana daha hak sahibidir. Onda öyle adamlar var ki temizlenmeyi severler. Ve Allah, o temizlenenleri sever.

109- Öyleyse yapısını Allah'tan bir korunma bilinci ve bir hoşnutluk üzerine temellendirmiş olan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını kösecek bir uçurum kenarına temellendirmiş de onunla beraber cehennem ateşine kösülüp gitmiş kimse mi? Ve Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

110- Yaptıkları yapıları, onların kalpleri parça parça olana kadar kalplerinde bir belirsizlik olarak kalmaya devam edecektir. Ve Allah, bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir.

111- Şüphesiz ki Allah o inananlardan mallarını ve benliklerini o bahçe onların olmak üzere değişmiştir. Onlar Allah'ın yolunda öldürüşürler, öldürürler ve öldürülürler. Tevrat'ta ve İncil'de ve bu okunan (Kur'an)da, (yerine getirmeyi) kendisinin üzerine aldığı bir gerçek söz olarak. Ve antlaşmasını Allah'tan daha eksiksiz yerine getiren kimdir? O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı artık müjdeleşin. Ve bu, o büyük başarının ta kendisidir.

112- (Ki onlar) o itaate dönenler, o kulluk edenler, o övgüde bulunanlar, o (yeryüzünde) dolaşanlar, o saygıyla eğilenler, o boyun eğenler, o benimsenene uygun olanı buyuranlar ve o yadırganandan vazgeçirenler ve Allah'ın sınırlarını kollayanlardır. Ve o inananları müjdele.

113- O haberci ve inanmış olan kimseler için ve eğer ki yakınlık sahipleri olsalar da, onların o şiddetli ateşin arkadaşları olduğu onlara apaçık belli olmasının arkasından, o ortak koşanlar için bağışlanma istemeleri (doğru) değildir.

114- Ve İbrahim'in babası için bağışlanma istemesi, yalnızca ona onu söz verdiği, verilmiş sözden başka değildi. Onun Allah'a bir düşman olduğu, kendisine apaçık belli olduğunda ise o, ondan beri olmuştu. Şüphesiz ki İbrahim, başkaları için çokça üzüntü duyandı, bir yumuşak davranandı.

115- Ve Allah bir topluluğu doğruya ilettikten sonra, korunmaları gereken şeyleri onlara apaçık belli edene kadar, onları saptıracak değildir. Şüphesiz ki Allah, her bir şeyi en iyi bilicidir.

116- Şüphesiz ki Allah, o göklerin ve o yerin hükümranlığı kendisine ait olandır. Yaşatır ve öldürür. Ve sizin için Allah'ın aşağısından hiçbir yönelen ve hiçbir yardımcı yoktur.

117- Ant olsun ki Allah, o haberciye ve içlerinden bir bölüğün neredeyse kalplerinin kaymaya yüz tutması arkasından, o zorluğun saatinde ona takılmış kimseler olan o göçenlere ve o yardımcılara lütufla döndü. Sonra onlara lütufla döndü. Şüphesiz ki O, onlara karşı bir çok acıyıcıdır, bir çok merhametlidir.

118- Ve arkada bırakılmış olan kimselerden üç kişiye de. Nihayet o yer tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmiş ve benlikleri de onlara dar gelmiş ve artık Allah'tan yine kendisinden başka sığınılacak yer olmadığına (kesin) kanaat getirmişlerdi. Sonra onların dönmeleri için (O' da) onlara lütufla döndü. Şüphesiz ki Allah, o çok lütufla dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

119- Ey inanmış olan kimseler, Allah'tan korunun ve o doğru sözlülerin beraberinde olun.

120- O şehrin halkının ve onların çevresindeki o bedevilerden Allah'ın elçisinden arkada kalmaları ve kendi benliklerini onun benliği üzerine ilgi duymaları (doğru) değildir. Bunun nedeni onlara bir susuzluk ve bir yorgunluk ve Allah'ın yolunda bir açlık eriştirilmez ve o azılı gerçeği örtücüleri kızdıracak bir yere ayak basmazlar ve düşmandan bir başarıya kavuşmazlar ki, onunla onlara düzgün iş (işlediği) yazılmış olmasıdır. Şüphesiz ki Allah, o iyilik edenlerin iş karşılığını kayba uğratmaz.

121- Ve küçük ve büyük zorunlu bir harcama yapmamış ve de bir vadiyi kesmemiş (geçmemiş) olsunlar ki, Allah'ın onlara ancak işlemekte oldukları şeylerin en iyisi ile karşılık vermesi için yazılmış olmasın.

122- (Medine haricindeki) o inananların topyekün (Medine'ye) seferber olmaları (doğru) değildir. Onlardan her bölükten bir ekibin yaşam sisteminde anlayış sahibi olmaları ve döndüklerinde topluluklarını sakınmaya uyarmaları için (Medine'ye) seferber olmaları gerekmez miydi?

123- Ey inanmış olan kimseler, o azılı gerçeği örtücülerden size (saldırmaya) yönelmekte olan kimselerle öldürüşün ki sizde bir sert tutum bulsunlar. Ve Allah'ın o korunanların beraberinde olduğunu bilin.

124- Ve bir sure indirildiği zaman içlerinden kimi "Bu, hanginizi inanç bakımından artırdı?" der. İnanmış olan kimselere gelince, (inen sure) onları inanç bakımından artırmış ve onlar müjdeleşmektedirler.

125- Ve kalplerinde bir bozukluk olan kimselere gelince, onların pisliklerini pislik bakımından artırmışlar ve gerçeği örtücüler olarak ölmüşlerdir.

126- Ve onlar her yıl bir kere veya iki kere denenmekte olduklarını görmezler mi? Sonra itaate dönmezler ve onlar hatırla(yıp ders al)mazlar.

127- Ve bir sure indirildiği zaman bir kısmı bir kısmına bakar "Sizi bir kimse görüyormu? (diyerek) çevrilirler. Allah onların kalplerini çevirmiştir. (Bu), onların kavramazlar topluluğu olmaları nedeniyledir. 

128- Ant olsun ki size kendi benliklerinizden (sizin gibi beşer olan) sizin şiddetli sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelen, size karşı istekli, o inananlara karşı ise bir çok acıyıcı, bir çok merhametli bir elçi gelmiştir.

129- Eğer (başka tarafa) yönelirlerse artık onlara de ki: "Allah bana yeterlidir. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O'na dayandım ve O, o çok büyük taht'ın Efendisidir."


13 Haziran 2024 Perşembe

Enfâl s. 33. Ayetinde وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ İfadesinde Kast Edilenler Kimlerdir?

 Enfal s. 33. ayeti ile ilgili daha geniş bilgi sahibi olmak isteyen bir kimse, bu ayet ile ilgili olarak yapılan yorumlara ve meâllere baktığında bağlam ile alakası olmayan bilgiler olduğunu görecektir. Bazı meâl ve yorumlarda yazımıza başlık yaptığımız ifade ile inananların kast edildiği yönünde bilgiler olduğunu gördüğü zaman, "Acaba öyle mi?" sorusunun cevabını arayacaktır. Biz bu yazımızda bu ayetin bağlamı üzerinden bir anlama çalışması yapmaya çalışacağız. 

Ayetin metni şu şekildedir: 

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

Bu ayete verilen meâller genelde şöyledir:

Fakat sen, onların içinde oldukça onları azaplandırmaz ve gene yarlıganma dilerlerken Allah onlara azap vermez.

Oysa (ey Resulüm!) Sen onların içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azaplandıracak değildi. Ve onlar, (tevbe istiğfar edip) bağışlanmalarını dilerlerken de, Allah onları azaplandıran olmayacaktır.

Halbuki sen (Ey Rasûlüm), onların içindeyken Allah onlara azap verecek değildi. İstiğfar ettikleri halde de Allah onlara azap edecek değil...

Oysa sen onların içinde bulundukça Allah, onlara azab edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken (içlerinde istiğfar edenler var iken) de Allah, onlara azab edecek değildi.

Yukarıdaki meâl örneklerini anlamak için 32. ayetten başlayan bir okuma yapmak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Enfâl s. 32----Hani yine onlar, “Allahımız! Eğer bu kitap senin katından gelen gerçek ise, gökten üzerimize taş yağdır veya bize elem verici bir azap ver!” demişlerdi.

Bu ayette Mekke'li müşriklerin Kur'an'a karşı açıkça meydan okumalarını görmekteyiz. Allah (c.c) ayetin devamında, onların bu meydan okumalarına cevap vermektedir. 33. ayetin metnine dikkat ettiğimizde, 32. ayette Kur'an'a meydan okuyan Mekke'liler, burada "Hum" (onlar) zamiri ile ifade edilmektedir. Ayet içinde 4 adet "Hum" zamiri bulunmakta ve hepsi de Mekke'li müşriklere işaret etmektedir.

Fakat 4. zamirin geçtiği وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ifadesi ile ilgili tefsirlere ve bazı meâllere baktığımızda, bu ifade ile inananların kast edildiği yönünde izahlar bulunmaktadır. Arapça gramer kaidelerinde her ne kadar bazı istisnai durumlar olsa da, zamir en yakınındaki isme racidir, şeklinde genel bir kaide vardır. Bu kaideden haberi olan bir kimse, "Acaba neden böyle bir yoruma gidildi? sorusunu haklı olarak soracaktır.

Yorumlar hakkında "Bu düşünce kesinlikle yanlıştır" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak bir okuma yapılsaydı, 33. ayette geçen  وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ifadesi ile yine Mekke'li müşriklerin kast edildiği rahatlıkla anlaşılacak farklı yorumlara da gerek kalmayacaktı. 

Hud s. ilk ayetlerine baktığımızda, Allah'ın elçisinin muhataplarına O'ndan bağışlama istemelerini söylediğini görmekteyiz. 

Hud s. 1--- Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından 'birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış' bir Kitap'tır.

Hud s. 2--- Öyle ki, Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben, sizi O'nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim;

Hud s. 3--- Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım.

Hud s. 3. ayetinde Allah'ın elçisinin muhataplarına bağışlama istemelerini söylenmektedir. Hud suresinin bağlamına baktığımızda, önceki elçilerin de muhataplarına bu doğrultuda mesajlar verdiğini görmekteyiz. 

Konumuz olan ayete dönecek olursak, Allah (c.c.) azap için belirli bir şart koşmaktadır. 1- Elçi onların içlerinde olduğu sürece, 2- Onlar Allah'tan bağışlama istedikleri sürece. 

Ancak bu ayet ile ilgili yapılan meâller, 2. şart ile ilgili olarak, halen bağışlanma isteyenler olduğu şeklinde bir anlam vermişlerdir. Bu anlamı vermenin sebebi ise, Mekke'de halen inananların olmasından ötürü, onların Allah'tan bağışlanma istemekte oldukları şeklinde tefsirlerde yapılan yorumların dikkate alınmış olmasıdır. 

Halbuki ayetin siyak ve sibakında inananlar ile ilgili olarak hiçbir ifade bulunmamaktadır. Biz bu tür yorumların Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmamasının neticesinde yapıldığını düşünmekteyiz. 

Halbuki وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ifadesini, Mekke'li müşriklerin bağışlanma istedikleri takdirde şeklinde anlamış olsalardı, daha isabetli yorum ve anlam vermiş olacaklarını düşünmekteyiz. Yani Allah (c.c.) Mekke'li müşriklerin azap isteklerinin geri çevrilmesini, onların bağışlanma istemeleri şartına bağlamaktadır. Yani 33. ayette Allah (c.c) Mekke'li müşriklere dolaylı olarak şöyle söylemektedir:

"Ey Mekke'li müşrikler siz bana meydan okuyarak sizi helâk etmemi istiyorsunuz, ancak benim sizi helâk etmem iki şarta bağlıdır. 1- Benim elçim sizin yaşadığınız topraklarda olduğu sürece sizi helâk etmem, ancak elçi aranızdan giderse 1. şart gerçekleşebilir. 2- Siz inkarı bırakıp inanmaya dönüp bağışlanma istediğiniz takdirde sizi helâk etmem, ancak bunu yapmayıp inkara devam ederseniz o zaman helâk ederim."

Konu ile ilgili ayeti bağlamı dahilinde okuduğumuzda şöyle bir anlam vermek daha isabetli olacaktır.

Enfâl s. --- 30- Ve bir zaman o inkar edenler, seni kısıtlamaları veya seni öldürmeleri veya seni (Mekke'den) çıkarmaları için sana tuzak kuruyordu. Ve onlar tuzak kuruyorlar, Allah'ta onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah tuzakları boşa çıkaranların hayırlısıdır.

Enfâl s. --- 31- Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, "İşittik, şayet dilemiş olsaydık bunu örneği gibisini biz de deriz. Bu öncekilerin yazdıklarından başka birşey değildir." dediler.

Enfâl s. --- 32- Ve bir zaman, "Ey Allah'ımız, eğer bu senin katından bir hakikat ise, o takdirde üzerimize gökten taş yağdır veya bize acı veren azabı getir" demişlerdi.

Enfâl s. --- 33- Ve sen onların içlerinde olduğun halde iken, Allah onlara azap edecek değildir. Ve onlar bağışlanma istiyor halde oldukları takdirde de, Allah onlara azap edici değildir.

Enfâl s. --- 34- Ve onlar, onun sahip çıkan koruyucuları olmadıkları halde, Mescid-i Haram'dan uzaklaştırmaktalar iken, Allah onlara niçin azap etmesin?  Onun sahip çıkan koruyucuları korunanlardan başkası değildir. Fakat onların hiçbiri bunu bilmezler.

Enfâl s. --- 35- Onların, Ev'in (Kabe'nin) çevresindeki tavafları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka birşey değildir. İnkar etmekte olmanızdan dolayı artık azabı tadın. 

Ayetleri bağlam dahilinde okuduğumuzda "Onlar" olarak ifade edilenlerin hepsinin Mekke'li müşrikler olduğu anlaşılmaktadır. Bağlam ve anlam müsade etmediği halde, araya inananların sıkıştırılmış olmasının, bağlam ve bütünlük gözetilmemesi sonucunda olduğunu düşünmekteyiz.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

12 Haziran 2024 Çarşamba

ENFAL SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Sana (ganimet dışındaki) o fazlalıklardan soruyorlar. De ki: "O fazlalıklar (üzerindeki karar hakkı) Allah'ın ve o elçinindir. Artık Allah'a karşı korunun ve aranızdaki durumu düzeltin. Ve eğer inananlar iseniz, Allah'a ve O'nun elçisine itaat edin."

2- O inananlar ancak ve ancak o kimselerdir ki, Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir ve O'nun ayetleri onlara peşi sıra okunduğu zaman inançları artar ve onlar Efendilerine dayanırlar.

3- O kimseler ki, o kulluk görevini ayağa kaldırırlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.

4- İşte onlar, o gerçek olarak inananların ta kendileridir. Rablerinin yanında kademeler ve bir bağışlanma ve bir değerli rızık, onlar içindir.

5- (Fazlalık taksiminden ötürü o inananlardan bazılarının durumu Bedir'de) senin Efendinin seni evinden o gerçekle çıkardığı durum gibidir. Ve şüphesiz ki o inananlardan bir bölük (Bedir'de savaşı) kesinlikle çirkin görenlerdi.

6- O gerçek ( yani savaşma kararı) apaçık belli olduktan sonra bile, baka baka o ölüme sevk ediliyorlarmış gibi sana karşı üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı.

7- Ve hani Allah size iki ekipten birini "Şüphesiz ki o sizindir" diye söz veriyordu. Siz ise o dikensiz (silâhsız) olanın sizin olmasını arzu ediyordunuz. Ve Allah ise kelimeleri ile o gerçeği gerçekleştirmek ve o gerçeği örtücülerin arkasını kesmek istiyordu.

8- O suç işleyenler çirkin görse de o gerçeği gerçekleştirmek ve o geçersizi de geçersizleştirmek için.

9- Hani siz Efendinizden yana yakıla yardım istiyordunuz da, hemen: "Şüphesiz ki ben, sizi ardı ardına sıralanan o meleklerden bin tanesi ile uzatıcıyım" (diye) cevaplandırmıştı.

10- Ve Allah onu ancak bir müjde ve onunla kalplerinizin rahatlamasından başka nedenle yapmamıştı. Ve o yardım Allah'ın yanından başkasından değildir. Şüphesiz ki Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

11- Hani kendisinden bir güvenlik olarak o hafif uyku sizi kaplıyor ve onunla sizi temizlemek ve o şeytanın titretmesini sizden gidermek ve kalplerinizi bağlamak ve onunla ayaklarınızı sabitleştirmek için, üzerinize gökten bir su indiriyordu.

12- Hani senin Efendin o meleklere: "Şüphesiz ki ben sizin beraberinizdeyim. Artık inanmış olan kimseleri(n ayaklarını) sabitleştirin. Gerçeği örtmüş olan kimselerin kalplerini o korkuyla karşılaştıracağım. Artık vurun o boyunlarının üstüne ve vurun onlardan her bir parmağa" (diye) vahyediyordu.

13- Bu, onların Allah ve O'nun elçisiyle ayrışmış olmaları nedeniyledir. Ve kim Allah ve O'nun elçisiyle ayrışırsa, artık şüphesiz ki Allah, o sonuçlandırması çok serttir.

14- Bu, sizin içindir artık onu tadın. Ve şüphesiz ki o gerçeği örtücülere o ateşin azabı da vardır.

15- Ey inanmış olan kimseler, kalabalık halde iken gerçeği örtmüş olan kimselerle karşılaştığınız zaman, sakın o arkaları yöneltmeyin. 

16- Ve kim o gün savaş (taktiği) için bir tarafa kaydırma hali veya askeri birliğe katılma hali dışında arkasını (başka tarafa) yöneltirse, kesinlikle Allah'tan bir hiddete yerleşmiştir ve onun sığınağı cehennemdir. Ve o ne sıkıntılı dönüş yeridir.

17- Sonuçta onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü. Ve (oku) attığın zaman da sen atmadın fakat (oku) Allah attı. Ve (bunu) o inananları kendisinden bir iyi yoklamayla yoklamak için (yaptı). Şüphesiz ki Allah, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

18- Bu, sizin içindir. Ve şüphesiz ki Allah, o gerçeği örtücülerin plânını yıldırıcıdır.

19- Ve eğer zafer istiyorsanız o zafer kesinlikle size gelmiştir. Ve eğer vazgeçerseniz, artık bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer tekrar dönerseniz, biz de tekrar döneriz. Ve askeri birliğiniz ne kadar çok olsa da, sizi hiçbir şeyle asla zenginleştirmeyecektir. Ve şüphesiz ki Allah, o inananların beraberindedir.

20- Ey inanmış olan kimseler, Allah'a ve O'nun elçisine itaat edin. Ve işitmekte olduğunuz halde iken ondan (elçiden başka tarafa) yönelmeyin.

21- Ve "İşittik" diyenler gibi olmayın, oysa onlar işitmezler.

22- Şüphesiz ki Allah'ın yanında o canlıların en şerlisi, bağ kuramaz o sağırlar ve o dilsizlerdir.

23- Ve eğer Allah onlarda bir hayır bilmiş olsaydı, onlara kesinlikle işittirirdi. Ve eğer onları işittirmiş olsaydı da, onlar kayıtsız kalanlar olarak kesinlikle (başka tarafa) yönelirlerdi.
  
24- Ey inanmış olan kimseler, sizi yaşatacak şeye çağırdığı zaman, Allah'ı ve o elçiyi (olumlu) cevaplandırın. Ve Allah'ın, o kişi ile onun kalbi arasını çevrelemekte olduğunu bilin. Ve gerçek şu ki, O'na sürülüp toplanılacaksınız.

25- Ve bir denemeden korunun, o ki içinizden yalnızca haksızlık yapmış olan kimselere özel olarak eriştirilmez. Ve Allah'ın o sonuçlandırmasının çok sert olduğunu bilin.

26- Ve hatırlayın ki hani siz o yer (Mekke)de zayıf düşürülmüş bir azınlıktınız, o (müşrik) insanların sizi kapıvermelerinden kaygılanıyordunuz da, şükretmeniz için sizi sığındırdı ve kendisinin yardımıyla güçlendirdi ve size o temizlerden rızık verdi.

27- Ey inanmış olan kimseler, Allah'a ve o elçiye ihanet etmeyin. Ve siz bilmekte olduğunuz halde emanetlerinize (Allah ve elçiye karşı olan sorumluluğunuza) ihanet etmeyin.

28- Ve mallarınızın ve çocuklarınızın ancak ve ancak bir deneme olduğunu ve Allah ki, bir büyük iş karşılığının O'nun yanında olduğunu bilin.

29- Ey inanmış olan kimseler, eğer Allah'a karşı korunursanız, size (doğru ile yanlışı) bir ayırma gücü verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Ve Allah, o büyük lütuf sahibidir.

30- Ve hani o gerçeği örtmüş olan kimseler, seni sabitleştirmeleri (hareketini engellemeleri) veya seni öldürmeleri veya seni (Mekke'den) çıkarmaları için sana tuzak kuruyordu. Ve onlar tuzak kuruyorlar, Allah'ta onlara tuzak kuruyordu. Ve Allah, o tuzak kurucuların en hayırlısıdır.

31- Ve bizim ayetlerimiz onlara peşi sıra okunmakta olduğu zaman: "Kesinlikle işittik, eğer dilersek, bunun örneğini kesinlikle biz de diyebiliriz. Bu, o ilklerin söylencelerinden başkası değil." dediler.

32- Ve bir zaman: "Ey Allah'ımız, eğer bu senin yanından o gerçeğin ta kendisi ise, o takdirde üzerimize gökten taşlar yağdır veya bir acı azabı bize getir" demişlerdi.

33- Ve sen onların içinde iken, Allah onları asla azaplandıracak değildi. Ve onlar bağışlanma istiyor oldukları takdirde de, Allah onlara azap edici değildir.

34- Ve Allah onları neden azaplandırmasın? Ve onlar (inananları) o yasak mescitten uzaklaştırıyorlar ve onlar onun yönelenleri de değildir. Onun yönelenleri o korunanlardan başkası değildir. Fakat onların hiçbiri bilmezler.

35- Ve onların, o ev'in (Kabe'nin) yanındaki kulluk görevleri, bir ıslık çalmak ve bir el çırpmaktan başkası değildir. Öyleyse gerçeği örtmekte olmanız nedeniyle o azabı tadın.

36- Şüphesiz ki gerçeği örtmüş olan kimseler mallarını Allah'ın yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Onları (aynı yolda) harcayacaklardır da, sonra (bu yaptıkları) onlara bir özlem olacak, sonra da yenilecekler. Ve gerçeği örtmüş olan kimseler cehenneme sürülüp toplanacaklar.

37- Allah'ın o murdarı o temizden ayırması ve o murdarın bir kısmını bir kısmın üzerine toplu olarak yığarak böylece onu cehenneme atması için. İşte onlar, o ziyan edenlerin ta kendileridir.

38- O gerçeği örtmüş olan kimselere de ki: Eğer vazgeçerlerse, geçmişte olan şey onlara bağışlanacaktır. Ve eğer tekrar dönerlerse, kesinlikle o ilklerin yasası (her zaman uygulamaya) geçmiştir.

39- Ve kargaşa olmayıncaya ve o yaşam sisteminin tamamı Allah'a ait oluncaya kadar, onlarla öldürüşün. Eğer vazgeçerlerse, artık şüphesiz ki Allah, onların işlemekte oldukları şeyleri bir en iyi görücüdür.

40- Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık sizin yöneleninizin Allah olduğunu bilin. Ne güzeldir o yönelen ve ne güzeldir o yardımcı.

41- Ve eğer Allah'a ve o ayırmanın gününde, o iki toplu birliğin karşılaşmasının gününde kulumuzun üzerine indirdiğimize inanıyorsanız, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeyden beşte birinin Allah'a ve o elçiye ve o en yakınlığın sahiplerine ve o yetimlere ve o durgunlara ve o yolun oğluna (yolda kalmışa) olduğunu bilin. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir ölçü koyucudur.

42- Hani siz o yakın vadide ve onlar o uzak vadide ve o binekliler (kervan) sizden daha aşağıda idi. Ve eğer sözleşseydiniz, o verilen söze kesinlikle aykırı davranırdınız. Fakat Allah (her zaman) yapılagelmiş bir buyruğun yerine gelmesi için (böyle yaptı) ki, yok olacak kimse apaçık bir delilden ötürü yok olsun ve yaşayacak kimse de apaçık bir delilden ötürü yaşasın. Ve şüphesiz ki Allah, kesinlikle bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

43- Hani Allah uykunda onları sana az olarak gösteriyordu. Ve eğer onları sana çok olarak gösterseydi, siz kesinlikle yılgınlığa düşer ve o (savaş) buyruğu konusunda kesinlikle birbirinizle çekişirdiniz. Fakat Allah (sizi bu durumlara düşmekten) uzak tuttu. Şüphesiz ki O, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir.

44- Ve hani onlarla karşılaştığınız zaman, Allah (her zaman) yapılagelmiş bir buyruğun yerine gelmesi için onları sizin gözlerinizde az olarak gördürüyor ve onların gözlerinde de sizi azaltıyordu. Ve o işler Allah'a döndürülür.

45- Ey inanmış olan kimseler, bir askeri birlikle karşılaştığınız zaman, artık (yerinizde) sabitleşin ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'ı pek çok hatırlayın.

46- Ve Allah'a ve O'nun elçisine itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, yoksa yılgınlığa düşersiniz ve rüzgârınız (gücünüz) gider ve direnip gayret edin. Şüphesiz ki Allah, o direnip gayret edenlerin beraberindedir.

47- Ve yurtlarından çalım satarak ve o insanlara gösteriş yaparak çıkmış olanlar ve Allah'ın yolundan uzaklaştıranlar gibi olmayın. Ve Allah, onların işlemekte oldukları şeyleri kuşatıcıdır.

48- Ve o zaman o şeytan onların işlediklerini onlara süslemiş ve: "Bugün o insanlardan sizi hiçbir yenici yoktur ve şüphesiz ki ben sizin için himayeciyim" demişti. Fakat o iki askeri birlik birbirini gördüğünde ise, iki ökçesi üzerinde geri kaçmış ve: "Şüphesiz ki ben sizden beriyim. Şüphesiz ki ben sizin göremeyeceğiniz  şeyleri görüyorum. Şüphesiz ki ben Allah'tan kaygılanıyorum" demişti. Ve Allah, o sonuçlandırması çok serttir.

49- O zaman o ikiyüzlüler ve kalplerinde bir bozukluk olan kimseler: "Bunları yaşam sistemleri aldattı" diyordu. Ve kim Allah'a dayanırsa, şüphesiz ki Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

50- Ve o melekler, gerçeği örtmüş olan kimselerin ömürlerini tamamlayacakları zaman yüzlerine ve arkalarına vuruyorlarken: "Ve o yakıp kül edicinin azabını tadın" (derlerken onların halini) eğer ki bir görsen...

51- Bu, ellerinizin öncelediği nedeniyle ve Allah'ın o kullara haksızlık yapıcı olmadığındandır.

52- (Bunların gidişatı) Firavun'un hanedanı ve onlardan önceki kimselerin aynı minval üzere gidişatı gibidir. Onlar Allah'ın (gözle görülen) ayetlerini örtmüşler, bundan dolayı Allah'ta arkaya takılı suçları nedeniyle onları tutuvermişti. Şüphesiz ki Allah, bir çok kuvvetlidir, o sonuçlandırması çok serttir.

53- Bu, Allah'ın bir topluluğun üzerine olan bir nimeti, onlar benliklerindeki şeyi başkalaştırana kadar, (O'nun da) başkalaştırıcı olmaması ve Allah'ın bir en iyi işitici, bir en iyi bilici olması nedeniyledir.

54- (Bunların gidişatı) Firavun'un hanedanı ve onlardan önceki kimselerin aynı minval üzere gidişatı gibidir. Onlar Efendilerinin (gözle görülen) ayetlerini yalanlamışlar bundan dolayı biz de arkaya takılı suçları nedeniyle onları yok etmiş ve Firavun yoldaşlarını batırmıştık. Ve her biri haksızlık yapanlardı.

55- Şüphesiz ki Allah'ın yanında o canlıların en şerlisi, gerçeği örtmüş olan kimselerdir. Artık onlar inanmazlar.

56- O kimseler ki, içlerinden antlaşma yaptığın, sonra da antlaşmalarını her defasında bozanlardır. Ve onlar korunmazlar.

57- Bundan dolayı eğer onları o harpte ele geçirirsen, artık ardılları olan kimselerin hatırlamaları için onlara gözdağı ver.

58- Ve eğer bir topluluğun ihanetinden kaygılanırsan, sende (anlaşmayı) bir denklik üzere onlara fırlatıp at. Şüphesiz ki Allah o hainlik edenleri sevmez.

59- Ve o gerçeği örtmüş olan kimseler (kaçıp) öne geçtiklerini sakın hesap etmesin. Şüphesiz ki onlar (bizi) başarısız bırakamazlar.

60- Ve onlara karşı kuvvetten gücünüzün yettiği şeyi (asker ve silahtan) ve o (eğitilmiş) bağlı atlardan hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını ve sizin düşmanınızı ve bunların aşağısındaki diğerlerini -ki onları siz bilmezsiniz, onları Allah bilir- ürkütürsünüz.  Ve Allah'ın yolunda bir şeyden ne harcıyorsanız, size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

61-Ve eğer o barışa kanat açarlarsa, artık sen de ona kanat aç ve Allah'a dayan. Şüphesiz ki O, en iyi işiticinin, en iyi bilicinin ta kendisidir.

62- Ve eğer seni aldatmak isterlerse, şüphesiz ki Allah sana yeterlidir. O ki, seni kendisinin yardımıyla ve o inananlarla güçlendirdi.

63- Ve onların kalplerinin arasını kaynaştırdı. Eğer o yerde olan şeyleri toplu olarak harcasaydın, onların kalplerının arasını yine de kaynaştıramazdın. Fakat Allah onların arasını kaynaştırdı. Şüphesiz ki O, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

64- Ey o haberci, Allah sana ve o inananlardan sana takılmış kimselere yeterlidir.

65- Ey o haberci, o inananları o öldürüşme üzerinde teşvik et. Eğer içinizden direnip gayret eden yirmi kişi olursa, iki yüz kişiyi yenerler. Ve eğer içinizden yüz kişi olursa, gerçeği örtmüş olan kimselerden bin kişiyi yenerler. (Bu) onların kavramazlar topluluğu olması nedeniyledir.

66-Şimdi Allah sizden hafifletti ve sizde bir zayıflık olduğunu bildi. Artık eğer sizden direnip gayret eden yüz kişi olursa, iki yüz kişiyi yenerler. Ve eğer içinizden bin kişi olursa, Allah'ın onayıyla iki bin kişiyi yenerler. Ve Allah o direnip gayret edenlerin beraberindedir.

67- Hiçbir Haberci için o yerde (savaş meydanında) ağır basana kadar, kendisi için esirleri olması (doğru) değildir. Siz bu şimdiki (yaşamın) sunumunu istiyorsunuz ve Allah ise o son (yaşamı) istiyor. Ve Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

68- Eğer Allah'tan (fidyenin serbestliğine dair) öne geçmiş bir yazgı olmasaydı, tuttuğunuz şeyde, (fidyede) size kesinlikle büyük bir azap dokunurdu.

69- Artık ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerden serbest temiz olarak yeyin ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

70- Ey o haberci, o esirlerden ellerinizdeki kimselere de ki:"Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden tutulmuş olan şeyden daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir." 

71- Ve eğer sana ihanet etmek isterlerse, onlar önceden  kesinlikle Allah'a da ihanet etmişler, O'da (sana) onlardan yana olanak sağlamıştı. Ve Allah, bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir.

72- Şüphesiz ki inanmış ve göç etmiş ve Allah'ın yolunda mallarıyla ve benlikleriyle güçlerini kullanmış olan kimseler ve onları (göçenleri) sığındırmış olan ve yardım etmiş olan kimseler, işte onların bir kısmı bir kısmının yönelenidir. Ve inanmış ve göç etmemişlere gelince, onlar göç edinceye kadar, size onların yöneliminden hiçbir şey yoktur. Ve eğer yaşam sistemi ile ilgili sizden yardım isterlerse, o yardımı etmek sizinle onların arasında yeminle bağlanmış söz bulunan topluluğa karşı olması dışında sizin üzerinizedir. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri, bir en iyi görücüdür.
 
73- Ve gerçeği örtmüş olan kimselerin bir kısmı bir kısmın yönelenleridir. Eğer siz de onu (birbirinize yönelen olmayı) yapmazsanız, o takdirde o yerde bir kargaşa ve bir büyük bozuculuk olur.

74- Ve o kimseler ki, inandılar ve göç ettiler ve Allah'ın yolunda güçlerini kullandılar ve o kimseler ki (göçenleri) sığındırdılar ve yardım ettiler, işte onlar o gerçek inananların ta kendileridir. Bir bağışlanma ve bir değerli rızık onlar içindir.

75- Ve o kimseler ki, sonradan inandılar ve göç ettiler ve sizin beraberinizde güçlerini kullandılar, işte onlar artık sizdendir. O rahmin sahipleri (akrabalar) Allah'ın yazgısında onların bir kısmı bir kısmına daha yakındır. Şüphesiz ki Allah, her bir şeyi en iyi bilicidir.

Enfâl s. 64. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülâhaza

Enfâl s. 64. ayet meâlini karşılaştırmalı olarak okuyan bir kimse, bu ayet ile ilgili olarak birbirinden farklı iki meâle rastlayacaktır. Ancak bu iki farklı meâlden birisinin doğru, diğerinin ise yanlış olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Çünkü irab kaideleri bakımından farklı tercihler, bu ayetin iki farklı şekilde çevrilmesini mümkün kılmaktadır. 

Ayetin Arapça metni ve iki farklı meâli şöyledir: 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟

1. Meâl----Ey peygamber! Allah sana da yeter, sana uyan inanmış kişilere de. 

2. Meâl----Ey Peygamber! Allah ve sana uyan müminler, sana yeter. 

Dikkat edilirse 1. Meâlde, Allah'ın Nebi'ye ve inananlara yeteceği şeklinde bir anlam verilmişken, 2. Meâlde ise, Allah'ın ve inananların Nebi'ye yeteceği şeklinde bir anlam verilmiştir. Bu iki farklı meâlden birisinin doğru, diğerinin ise yanlış olduğunu söylemenin yanlış olacağını yukarıda belirtmiş, bu farklı meâllerin sebebinin ise irab kurallarının tercihlerinden kaynaklandığını söylemiştik.

Ancak bağlama dikkat edersek, hangi anlamın doğruya daha yakın olduğu konusunda bir fikir olmamız mümkün olacaktır. Biz de bağlama riayet ederek bu ayetleri okumaya çalışacağız. Konuyu fazla uzatmamak adına, surenin 62. ayetinden itibaren okumaya başlayacağız.

Konunun daha öncesi müşriklerle savaş ve anlaşmayı bozması ile ilgilidir. 

Enfâl s. 62----- Sana hile yapmak isterlerse, sana Allah yeter. O seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.

Bu ayette Allah'ın elçisini kendi yardımı ve inananlarla desteklediği beyan edilmektedir. Bu nokta 64. ayeti anlamak için bize bir ipucu vermektedir. Allah (c.c.) elçisini hem kendi yardımıyla hem de inananlarla desteklemesi ayetin anlaşılması için önemli bir noktadır. 

Enfâl s. 63----- (Allah) onların kalplerinin arasını birleştirmiştir. [*] Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasını birleştiremezdin fakat Allah onların arasını kaynaştırdı. Şüphesiz ki O güçlüdür, doğru hüküm verendir.

Bu ayette ise Allah (c.c.) inananlarla ilgili olarak, onların daha önce bozuk olan aralarının düzeltilmiş olduğu beyan edilmektedir. 

Enfâl s. 64----- Ey Peygamber! Allah ve sana uyan müminler, sana yeter.

Enfâl s. 64. ayetinin iki farklı şekilde yapılmış meâlinden, bizim tercihimiz 2. meâldir. bunun nedeni ise 62. ayette Allah'ın elçisini inananlarla desteklemiş olduğunu beyan etmesidir Çünkü buradaki anlam 64. ayetin anlamı ile yakından alâkalıdır.

Kur'an ayetleri ile ilgili yorum ve çevirilerde Arapçanın irab kurallarından kaynaklanan farklı yorum ve çeviriler, birçok Kur'an ayetinden rastlamaktadır. Bizler bu farklılıkları doğru veya yanlış olarak ifade etmek yerine, doğruya daha yakın hangisidir? sorusunun cevabını bulmaya çalışmanın daha yerinde olacağını düşünmekteyiz. Bu noktada bağlama dikkat etmek bizi daha doğruyu bulma noktasında önemli bir katkı sağlayacaktır.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

3 Haziran 2024 Pazartesi

Kur'an Çeviri Çalışması İle İlgili Birkaç Söz

Blogda yayınlamaya başladığım çalışma, yıllardır okumaya, anlamaya ve yaşamaya çalıştığım Kur'an'ı daha iyi ve doğru anlamak için yapmaya gayret ettiğim bir çeviri çalışmasıdır. Bu çalışma, "Ben herkesten daha iyi çeviri yaparım" iddiası asla değildir. Ancak çevirilerde görülen bazı aksaklıkları tekrar etmemek üzerine kurulmuş bir düşüncenin pratiğe aktarılmaya çalışılan bir ürünü olma gayretiyle yapılmaktadır.

"Her çeviri kişisel bir yorumdur" düşüncesinin doğru tarafı olmakla birlikte, bu doğruluk "Anlam Yorum" tarzında yapılan mealler için daha geçerlidir. Benim yapmaya çalıştığım "Lafzi Çeviri" tarzı, kişisel yorumu en fazla kısıtlayan ve metne sadakat esasına dayalı bir yöntem olması açısından her türlü eleştiriye açıktır. Anlam yorum tarzında kişisel yorum daha fazla öne çıktığı için eleştiri alanı daha kısıtlıdır.

Çalışmamızda merkeze almaya çalıştığımız en önemli nokta, Kur'an'da eş anlamlı kelimenin olmadığı düşüncesinden yola çıkarak her kelimenin kök anlamı üzerinden bütün geçtiği yerlerde aynı anlamı verme çalışmasıdır. Bu nokta dikkatli bir meal okuyucusunun en önemli sıkıntılarından bir tanesidir.

Kur'an meallerini karşılaştırmalı okuyan bir kimsenin karşılaştığı en büyük sorun, ayet içindeki herhangi bir kelimenin veya ibarenin aynı kelime ve ibarenin geçtiği ayetlerdeki anlam uyumuna pek dikkat edilmemesidir. Kur'an'da bulunan herhangi bir kelimenin anlamı kitabın her yerinde kök anlamına uygun biçimde olduğu kanaatine sahip olduğumuz için, bütün kelimeleri kök anlama uygun biçimde vermeye gayret ediyoruz. 

Böyle bir yöntem izlememizdeki amacımız, Kur'an'ın kendi içindeki bütünlüğünün kelimeler ile sağlanmış olmasından dolayı, bu kelimelere farklı anlamlar verilmesinin bu bütünlüğün meallerde görülmemesine yol açmasıdır.

Kur'an'ı Arapça metninden okuyan bir kimse birçok cümlenin özellikle ayet sonlarının farklı surelerde aynı kalıpta geldiğini görecektir. Fakat aynı kalıpta gelen bu cümle veya kelimeler aynı kişi tarafından farklı şekilde anlam verilmiştir. Çevirmenin yapması gereken şey, mealini bitirdikten sonra sadece tekrar gözden geçirerek aynı şekilde gelen ibarelerin çevirisinde uyum sorunu olup olmadığını kontrol etmektir. Maalesef bu kontrolun pek yapılamadığını okuduğumuz meallerden görmekteyiz.

Biz bu hataya düşmemek adına meali her daim kontrol ederek uyum sorunu olup olmadığı noktasında herhangi bir yanlışı düzeltme cihetine gidiyoruz. Bundan dolayı mealimizde her zaman düzeltme yapmamız sözkonusu olmaktadır. 

Bu çeviri bittiği takdirde Kur'an'ı kırık mealden okuyanlar için, kelimeleri anlamada bir kolaylık sağlayabileceğini düşünmekteyiz. Şöyle ki:

Kırık meal okuyan bir kimse okuduğu mealin sayfa kenarındaki diğer meale baktığı zaman, kırık meal ile arasında kelimelerin anlamı açısından pek uyum bulamamaktadır. Bunun nedeni ise sayfa kenerındaki mealin kırık meali yapan kişi tarafından yapılmaması veya kırık meali yapan kişinin sayfa kenarındaki meal ile kırık meal arasında uyum sağlama zorunluluğu yokmuş bir düşünce içinde meal yapmasından kaynaklanmaktadır.

Bizim yapmaya çalıştığımız çeviri derli toplu bir kırık meal çalışması olup, meal okuyucusu Arapça metinde bulunan her kelime ve edatın anlamının çeviriye yansıtılmaya çalışıldığını görecektir. Çevirimizde parantez kullanmamaya büyük ölçüde özen göstermeye çalıştığımız gözden kaçmayacaktır. Açılan parantezlerin çoğu da hazfedilen ifadeleri göstermek içindir.

Eleştiriler bizim için önemli bir katkı sağlama açısından her zaman dikkate alınacaktır.

Gayret bizden başarı Allah'tandır.

28 Mayıs 2024 Salı

Adem Kıssasında Geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ Emrinin Bazı Meallerdeki Çevirisi Bağlamında Meallerdeki Tutarsızlıklar

Kur'an'ı Türkçe meallerinden okumak durumunda olan bir kimse, birkaç meali karşılaştırmalı olarak okuduğunda bazı ayet meallerin anlamının farklı olarak yapıldığını görecek ve bu durum onu hangi çevirinin doğru olduğu yönünde cevap arayışına yönlendirecektir. Bu okuyucu hele bir de konu merkezli bir meal okuması yapacak olursa aynı konu ile ilgili aynı ibareye sahip ayetlerin bazı meal yapıcıları tarafından tutarsız bir biçimde çevrildiğini maalesef tesbit edecektir.

Sözü fazla uzatmadan ne demek istediğimizi, Adem ve İblis kıssası içinde anlatılan Ademe secde ilgili geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin farklı çevirileri bağlamında anlatmaya, çeviri farklılıkları ile birlikte aynı konu bağlamında ortaya çıkan çeviri tutarsızlıklarına ve meal yapmaya soyunan kimselerin birçoğunda gördüğümüz bu hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.

Adem ve İblis kıssası Kur'an'da 7 ayrı sure içinde geçmektedir. Kıssada geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin meallerde iki farklı anlamda 1- Adem'e secde edin 2- Adem için secde edin şeklinde çevrildiği, karşılaştırmalı meal okuyanların malûmudur. 1. anlam secde emrinin Adem'in kendisine yapılması şeklinde iken, 2. anlam ise Adem'i yarattığı için secdenin Allah'a yapılmasının emredildiği şeklindedir. Biz hangi anlamın daha isabetli olduğunu değil, 2. anlamı tercih eden meal sahiplerinin aynı konu ile ilgili diğer ayetlerdeki tutarsızlıklarına dikkat çekmeye çalışacağız.

Bu farklılığın nedeni ise Lam edatından kaynaklanmaktadır. Bu edat emrin her iki şekilde çevrilebilmesine müsait bir anlam taşımaktadır. Fakat hangi anlamın daha isabetli olabileceği ise, bu kıssanın tamamının Kur'an bütünlüğünde ele alınması ve kıssada geçen bazı ibarelerin çevirisinde tutarlılığa dikkat edilmesi sonucunda ortaya çıkacaktır.

Araştırmamızda kuranmeali.com adlı sitedeki mealleri inceleme fırsatımız olduğu için 2. meal olan Adem için secde edin olarak çeviri yapılan aynı konu ile alakalı mealleri Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalışacağız. 

---Bakara s. 34. ayeti:

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Bahattin Sağlam- Yine bir vakit, meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. Şeytan hariç hepsi secde etti. O büyüklendi ve kâfirlerden oldu.

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Elmalılı (orjinal)Ve o vakit melâikeye «Adem için secde edin» dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi

Erhan Aktaş- Sonra meleklere: “Âdem için secde edin”¹ dedik. İblis² hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O kâfirlerdendi.

İlyas Yorulmaz- Meleklere âdem için (Rabbinize) secde edin demiştik. İblisin dışında, meleklerin tamamı secde ettiler. İblis secde etmemekte diretti ve büyüklendi. Bundan dolayı inkârcılardan oldu.

Mahmut Özdemir- Hani, Melekler’e dedik:
-“Âdem’e secde edin!”.
Hemen secde ettiler; ancak İblîs kaçındı, kibirlendi / büyüklük tasladı, Kafirler’den oldu.

Mehmet Okuyan- Hani meleklere “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişti. İblis hariç. [*] Yüz çevirmiş, kibirlenmiş, kâfirlerden olmuştu.

Mustafa Çavdar- Meleklere “Âdem için secde edin/emre amade olun” demiştik de onlar da hemen emre amade oldular. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

Osman Fırat- Meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve kafirlerden oldu.

Şaban Piriş- Meleklere:-Adem için secde edin, demiştik de onlar da hemen secde edivermişlerdi. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuştu.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Mahmut Özdemir ve Osman Fırat hariç hepsi سْجُدُوا لِاٰدَمَ emrini Adem için secde edin çevirmiştir. Mahmut Özdemir ve Osman Fırat bu ayette Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen fakat aynı ibarenin geçtiği diğer ayetleri aynı şekilde çevirmemiştir. 

---Araf. 11. ayeti:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ

Bahattin Sağlam- Ve andolsun! Biz sizi yarattık, sonra sizi şekillendirdik. Sonra meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. İblis hariç, hepsi de secde ettiler. O iblis secde edicilerden olmadı.

Diyanet Yeni- Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Elmalılı (orjinal)- Hakıkat sizi evvela halkettik, sonra size sûret verdik, sonra da Melâikeye dedik ki «Âdeme secde edin» hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı

Erhan Aktaş- Ant olsun ki sizi Biz yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra meleklere, Âdem'e secde¹ edin dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

İlyas Yorulmaz- Muhakkak ki sizi biz yarattık ve sonra size bulunduğunuz şekli de biz verdik. Sonra meleklere “Âdem için (bana) secde edin” dedik. İblis’in dışındaki tüm melekler secde etti, İblis (Rabbine) secde edenlerden olmadı.

Mahmut Özdemir- And olsun, sizi yarattık; sonra biçimlendirdik!
Sonra da Melekler’e:
-“Âdem için secde edin!” dedik.
Secde Edenler’den olmayan İblis dışında, secde ettiler.

Mehmet Okuyan- Yemin olsun ki sizi biz yaratmış, sonra size biçim vermiş, [*] sonra da meleklere, “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişlerdi. İblis hariç. [*] O, secde edenlerden olmamıştı.

Mustafa Çavdar- Doğrusu sizi biz yarattık sonra sizi biçimlendirdik, sonrada meleklere, ‘Âdem’e secde edin/emrine amade olun’ dedik, İblis hariç, o secde edenlerden

Osman Fırat- Ve sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, "Âdem için secde edin" dedik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler ancak iblis secde edenlerden olmadı.

Şaban Piriş- Sizi yaratmış sonra da şekil vermiştik. Sonra, meleklere: “Adem için secde edin.” dedik. İblis dışında hemen secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Elmalılı orjinale ve Erhan Aktaş'a baktığımızda Bakara s. 34. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmesine rağmen Araf s. 11. ayetini Ademe secde edin şeklinde çevirmiştir. Mahmut Özdemir ise Bakara s. 34. ayetini Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen, Araf s. 11. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmiştir. 

Hicr s. 29-33. ayetleri: Bu ayette ibare "Lehü sacidin" olarak yani 1. anlam Ona secde edin 2. anlam ise Onun için secde edin şeklindedir.

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ

Ahmet Varol- Ben ona şeklini verdiğim ve içine ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secdeye varın."

Ali Fikri Yavuz- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”

Bahattin Sağlam- Onu (ilk çekirdeğini) düzeltip içinde ruhumdan üflediğimde, ona secdeye gidin. (Büyüyüp gelişmesini sağlayın.)

Bayraktar Bayraklı- “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”

Diyanet Yeni- 28,29. Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.

Kur'an Yolu- “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.”

Diyanet Vakfı- «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»

Edip Yüksel- "Onu düzenleyip ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye varın," demişti.

Elmalılı (orjinal)- Binaenaleyh onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan nefheylediğim vakıt derhal onun için secdeye kapanın

Hasan Basri Çantay- «O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın».

İlyas Yorulmaz- “Çamuru insan halinde şekillendirdiğim ve kendi diriliğimden (canlılığımdan/ ruhumdan) ona verdiğim zaman, can verilmiş beşer (insan) için (Rabbinize) secdeye kapanın” demiştik.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- Öyleyse Ben onu düzenleyip de kendi ruhumdan ona üfleyince, onun için secde edeceksiniz."

Mahmut Özdemir- “Onu tesviye ettiğim, ona rûhumdan üflediğim zaman onun için secdeye kapanın!”.

Mehmet Okuyan- “Ona düzgün şekil verip kendisine [rûh]umdan üflediğim zaman onun için (bana) secde edin!”

Mustafa Çavdar- “Ben ona güzel bir şekil verip ona ruhumdan üflediğim de/ona vahiyden bir pay verdiğim de, siz hemen ona secde edecek/onun hizmetine gireceksiniz.”

Osman Fırat- Ve Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen secdeye kapanın...

Ömer Nasuhi Bilmen- «Artık Ben onu tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın.»

Süleymaniye Vakfı- Onu tamamlayıp içine ruhumdan üflediğimde onun için secdeye kapanın.”

Şaban Piriş- 29,30,31. -Onu düzenleyip, canlandırdığım zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. Meleklerin hepsi topluca secde etti. İblis hariç, O, büyüklendi ve secde edenlerle beraber olmadı.

Bu ayette Ahmet Varol, Ali Fikri Yavuz, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleymaniye Vakfı önceki Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetlerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen rağmen burada 2. anlamı tercih etmişlerdirlerdir.

Mustafa Çavdar, Bakara s. 34. ayetinde 2. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29. ayetinde ise 1. anlamı tercih etmiştir.

Osman Fırat, Bakara s. 34. ayetinde 1. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29 ayetinde 2. anlamı tercih etmiştir.

Bahattin Sağlam, Bayraktar Bayraklı, Kur'an Yolu, Diyanet Vakfı, Hasan Basri Çantay Edip Yüksel, İsmail Hakkı Baltacıoğlu Bakara s. 34 ve Araf s. 11. ayetlerinin meallerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen, Hicr. s. 29. ayet mealinde 2. anlamı tercih etmişlerdir.

Hasan Basri Çantay her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayet meallerinde ihtiyat olarak parantez içine (yahud: Âdem için Allaha) şeklinde 2. anlamı vermesine rağmen, tercihinin 1. anlam olduğu anlaşılmaktadır.

Hicr. 29. ayetinde ibare her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetiyle aynı olmasa dahi, bu ayette de "Lam" edatı bulunmaktadır. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta tek olan secde emrinin eğer 2 anlamdan biri tercih edilecekse her 3 ayette de ya sadece 1. ya da sadece 2. anlamın verilmesi gerektiği noktasındadır. Halbuki meallere baktığımızda bu noktada tutarsızlık görülmektedir. Bizim illaki 1. anlam veya illaki 2. anlam tercih edilmelidir şeklinde bir iddiamız yoktur.

Şimdi de aynı surenin 33. ayetine bakalım ve 29. ayete 2. anlamı veren meal yapıcılarının bu ayete nasıl bir anlam verdiklerine bakalım.

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 

Ahmet Varol- Dedi ki: "Ben kuru bir çamurdan, şekillenebilir bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."

Ali Fikri Yavuz- İblîs şöyle dedi: “- Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana, benim secde etmem doğru olmaz.”

Bahattin Sağlam- İblis: “Kokuşmuş bir balçıktan, pişmemiş bir çamurdan yarattığın bir beşere (et parçasına) secde edecek değildim.” dedi.

Bayraktar Bayraklı- İblis, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi.

Diyanet Yeni- İblis dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.”

Kur'an Yolu- Dedi ki: “Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!”

Diyanet Vakfı- (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.

Edip Yüksel- Dedi ki: "Kurumuş, yıllanmış balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim."

Elmalılı (orjinal)- Benim, dedi: bir salsâlden, bir mesnun balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem kabil değildir

Hasan Basri Çantay- «Ben, dedi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım»!

İlyas Yorulmaz- İblis “Senin, toprağın çamurundan, kara yıllanmış balçıktan yarattığın bir insan için secde etmem olanaksız” dedi.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- İblis dedi: "Ben Senin balçıktan, işlenmiş kara topraktan yarattığın ademoğluna secde etmek için var olmadım."

Mahmut Özdemir- -“Mesnûn balçıktan, salsâl’den yarattığın bir beşer için secde edecek değildim” dedi.

Mehmet Okuyan- (İblis de:) “Ben (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değildim!” cevabını vermişti.

Mustafa Çavdar- İblis: “Ben, kurumuş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek biri değilim!” dedi.

Osman Fırat- İblis dedi ki: "Ben, kuru bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem. "

Ömer Nasuhi Bilmen- (Şeytan) Dedi ki: «Kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yaratmış olduğun bir insana ben secde etmek için olmadım.»

Süleymaniye Vakfı- ”Kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattığın beşere secde edemem” dedi.

Şaban Piriş- -Ben, kuru bir çamurdan, olgun bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmek için var olmadım, dedi.

Burada da Hicr s. 29. ayetine 2. anlamı veren meallerden bir çoğunun Diyanet yeni, Hasan Basri Çantay, İlyas Yorulmaz, Mahmut Özdemir haricinde 33. ayete 1. anlamı vererek tutarsızlık içinde olduklarını görmekteyiz. 

Söylemek istediğimiz şu dur: Eğer siz bir kelimeye herhangi bir anlamı tercih etmişseniz, o kelime ile alakası olan ifadenin de onunla uyumlu olması gerekir şöyle ki: Hicr s. 29. ayetinde 2. anlamı tercih etmişseniz, 33. ayetine verdiğiniz anlamın da 29. ayet ile uyumlu olması gerekir. 29. ayetin mealini şayet "Onun için secde ediciler" olarak yapmışsanız, 33. ayetin mealini de ona uygun olarak "onun için secde etmem" anlamını vererek çevirmelisiniz. Yani "Lam" edatına 29. ayette hangi anlamı vermişseniz, 33. ayette de aynı anlamı vermek durumundasınız. Ancak bu uyuma birkaç meal yapıcısından başka dikkat eden olmadığını, birçok mealin 1. anlamı tercih ederek verildiğini görmekteyiz.

İsra s. 61. ayeti: Bu ayette de yine 2 tane olan "Lam" edatının çevirisinde uyumsuzluk yapılan meal örneklerini vereceğiz.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ 

Ali Fikri Yavuz- Yine hatırla ki, bir vakit meleklere: “- Âdem için secde edin.” demiştik de onlar hemen secde etmişlerdi. Fakat, İblis secde etmemiş, şöyle demişti: “- Ben, bir çamur halinde yarattığın kimseye secde eder miyim?

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.

Hasan Basri Çantay- (Şunu da) hatırla ki biz meleklere: «Âdem için secde edin» demişdik ve onlar da secde etmişlerdi de İblîs etmemiş, «Ben bir çamur olarak yaratdığın kişiye secde edermiyim?» demişdi.

Mustafa Çavdar- Hani biz meleklere: “Âdem için secde edin/onun emrine girin!” dediğimizde, İblis dışında hepsi secde etti. İblis: “Çamurdan yarattığın kimseye ben secde mi ederim?” dedi

Bu meal örneklerindeki uyumsuzluğu şu şekilde ifade edebiliriz: Eğer siz "Üscudu li ademe" emrini "Adem için secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığın kimse için secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Yok şayet "Ademe secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığına secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Bu uyuma dikkat eden meal örnekleri de olmakla beraber, dikkat etmeyen meal örnekleri de bulunmaktadır.

Sonuç olarak: Bu yazının amacı Adem ve İblis kıssasında geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin iki farklı çevirisinden hangisinin daha isabetli olduğu konusunda değil (biz her ne kadar 1. anlamın daha isabetli olduğunu düşünüyorsak ta), çeviride takip edilmesi gereken noktalardan birisinin ayetler arasındaki uyum konusundadır. Yukarıda verdiğimiz örnekler maalesef bu noktanın gözden kaçırıldığı yönündedir.

Meal yapıcısı tutarlı olmak bakımından iki farklı anlamdan hangisini tercih ediyorsa diğer ayetlerde de aynı anlamı vermek durumundadır. Konuyu Adem ve İblis kıssasında bağlamında değerlendirdiğimiz zaman, ayet içinde geçen "Lam"edatının farklı anlamlarda kullanılmasını gerektiren herhangi bir durum sözkonusu değildir. Olay tek bir olaydır ve Allah (c.c.) yarattığı beşere meleklerin secde etmesini istemektedir. Eğer meal yapıcısı emri "Adem'e secde edin" anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde, eğer meal yapıcısı emri "Adem için secde edin anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde çevrilmelidir. Tutarlı bir meal yapmak bunu gerektirir. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

20 Mayıs 2024 Pazartesi

Nisa s. 81. Ayeti Örneğinde Kur'an Meallerindeki Hatalar

Kur'an'ı Türkçe meallerinden, birkaç meali karşılaştırmalı olarak okuyan bir kimse, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden olduğunu görecek, bu farklılıklar ise onun kafasını karıştıracaktır. Bu farklılıkların birçok nedeni olmakla birlikle, bir nedeni de çevirinin hatalı yapılmış olmasıdır. Her farklı meal hatalı olmamakla birlikte bazı ayet meallerinde farklı çevirinin nedeni, meal yapıcısının ayeti hatalı çevirmiş olmasıdır.

Bu yazımızda böyle bir çeviri hatasına dikkat çekmeye çalışacağız. Hatalı yapıldığını düşündüğümüz meal Nisa s. 81. ayetidir. Ayetin Arapça metni şu şekildedir:

 وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا 

Ayetin kelime kelime kelime çevirisi ise şu şekildedir:

ve yekulûne ve diyorlar/ taât itaat, bağlılık, kabul etme/ fe o zaman, böylece/ iza berazu ayrıldıkları zaman/ min indi-ke senin katından, senin tarafından, senden /beyyete gece gizlice plân kurdular /taifetun taife, bir grup, topluluk /min-hum onlardan/gayra dışında, başka, olmaksızın /ellezi o ki, ki o /tekulû sen söylüyorsun, söylersin /ve allahu ve Allah /yektubu yazıyor /ma o şeyi ki /yubeyyutune geceleyin gizlice plan kuruyorlar / fe o zaman, böylece /a'rıd yüz çevir /an-hum onlardan /ve tevekkel ve tevekkül et, güven /alâllahi Allah'ın üzerine /ve kefebi ve kâfidir /allahi Allah / vekilen vekil olarak


Aşağıda vereceğimiz Nisa. 81. ayeti hatalı çeviriye bir örnektir.

(O münâfıklar) senin yüzüne karşı, “tamam” derler, fakat senin yanından çıkar çıkmaz, onlardan bir kısmı, sana söylediklerinin tam tersini yaparlar.¹ Allah da onların (bu yaptıklarını) yazar. Sen onlara aldırış etme. Allah’a güven. Koruyucu olarak sana, Allah yeter.

Ayetin çevirisinde yapılan hata, ayetin Arapça metninde geçen tekulû kelimesinin çevirisinde yapılmıştır. Ayet, anlam olarak münafıkların elçinin yanında geldiklerinde "sana itaat edeceğiz" dediklerini, fakat elçinin yanından ayrıldıklarında elçinin onlara söylediği sözün tersine planlar kurduklarını beyan etmektedir. Ayet içinde geçen tekulû kelimesi, anlam olarak senin söylediğinin anlamına gelmesine rağmen, bazı meallerde yukarıdaki meal örneğinde olduğu gibi, sana söylediklerinin şeklinde çevrildiğini görmekteyiz ve böyle bir çeviri hatalıdır. Ayet içinde geçen kelime Arapça gramer olarak müfret müzekker muhatap anlamına sahipken, kelimeye cemi müzekker gaib anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Ayrıca bu ayetin bazı çevirileri ise tekulû kelimesinin muhatap anlamı olan sen kelimesini çevirilere yansıtmayarak okuyucunun kafasında soru işareti oluşturucak şekilde çevrilmiştir ki bu tür çeviri de hatalıdır.

Bu şekilde yapılmış bir meal örneği de şöyledir:

(Sana) 'itaat ettik” derler. Yanından ayrılınca da onlardan bir bölümü söylediklerinin tersini yaparak gecelerler. Allah, onların nasıl gecelediğini kaydediyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a dayan. Vekil olarak Allah yeter.

Bu meal örneğinde ise müfret müzekker mutahap olan tekulû kelimesine, gaip mi yoksa muhatap mı olduğu belli olmayan cemi, yani çoğul anlamı verilmiştir ki bu çeviri de hatalı sayılır.  Çeviride  söylediklerinin şeklinde verilen anlam, elçinin söylediklerinin mi yoksa münafıkların söylediklerinin mi olduğunu, ayetin metninde muhatap "te" si olmasına rağmen açıklığa kavuşturacak şekilde yapılmamıştır. Bu ayeti okuyan bir kişi söylediklerinin şeklinde anlam verilen kelimeyi okuduğunda, kelimeye çoğul anlam verilmesinden dolayı elçinin değil münafıkların söylediklerinin tersini yaptığını anlayacaktır ki bu da ayetin yanlış anlaşılmasına yol açacaktır.

Eğer bu şekil çeviriyi yapan kimse eğer, " Ben tekulû kelimesini böyle çevirmekle, elçinin söylediğini kast etmiştim" demiş olsa  bile ayetin Arapça metninde geçen tekulû kelimesi müfret müzekker yani tekil anlama sahiptir ve bunu çoğul olarak anlam vermek yine hatalıdır.

Ayetin doğru şekilde örneği de şöyledir:

Tamam-kabul' derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Örnek olarak verdiğimiz bu ayet meallerinin kimin tarafından yapıldıklarını vermeme sebebimiz, doğru veya yanlış meallerin kimler tarafından yapıldığını öne çıkarmak değil, yapılan yanlışlığa dikkat çekmektir. Yanlışı veya doğruyu kimin yaptığı değildir. Üzülerek ifade etmek isteriz ki bu kadar basit bir kuralı görmeden yapılan bir meal örneği bilgisizlikten değil, dikkatsizlikten kaynaklanmaktadır. Meal yapıcıları bu konuda daha dikkatli davranmaları gerekirken basit hatalar yapmaları mazur görülemez.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C. BİLİR.

18 Nisan 2024 Perşembe

Bakara s. 36. Ayetinin Çevirisi Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an ayetleri ile ilgili olarak yapılan farklı yorum ve çevirilere baktığımızda, bu farklılıkların pek çok nedene dayandığını görürüz. Bu nedenlerden bir tanesi de "Zamirin Mercii", yani ayet içinde bulunan zamirin hangi isme döndüğü konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır. Bu konuda birçok müstakil eser ve akademik makale bulunmakta olup daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler bu makalelere bakabilirler. 

Biz bu yazımızda ilgili ayet içinde bulunan zamirin, yapılan çevirilerde genel kaide olan, zamirin en yakın isme değil, diğer bir isme döndürülmesinden kaynaklanan anlam farklılığı üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. 

Ayetin Arapça metni ve çevirileri şu şekildedir:

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Ancak şeytan her ikisinin de ayağını ORADAN kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: "Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir" dedik.

Tek bir meal örneği vermiş olmamızın nedeni, öncelikle hedefimizin mealleri yapan kişiler değil, yapılan mealler olmasındandır. Karşılaştırmalı meallerin toplandığı herhangi bir sitede bu ayetin meallerine bakanlar, bütün meallerin anlam olarak aynı olduğunu göreceklerdir.

Yapılan çeviride "oradan" kelimesini altı çizili olarak yazma nedenimiz, sıkıntının bu kelimeye "Oradan" anlamı verilmiş olmasından kaynaklanmasıdır. Arapça karşılığı ANHA olan kelime, tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, CENNET anlamı kast edilerek yazılmıştır. Bizim düşüncemiz ANHA edatı ile CENNET'in değil, Adem ile eşinin yaklaşmaması istenilen AĞACIN kast edilmiş olduğudur. Bu ayette

Bakara s. 35. ayeti metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 

Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin CENNETTE yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu AĞACA yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.'

Bu ayette geçen iki kelime olan "Cennet" ilk, "Ağaç" ise ikinci sıradadır. Genel geçer gramer kaidesi olarak, zamirin dönmesi gereken yer "Cennet" değil, "Ağaç" kelimesi olmalıdır. Çünkü 36. ayette geçen "Ha" zamirinin dönmesi gereken yer kendisine en yakın kelime olan "Ağaç" kelimesidir.

Burada, "Peki Kur'an meali yapanlar bu kadar basit bir kuralı bilmiyorlar mı?" şeklinde bir sorunun akla gelmesi gayet normal, hatta gereklidir.

Peki, Bakara s. 36. ayetindeki ha zamiri neden ağaca değil de cennet kelimesine döndürülmüş?.

Kur'an meali yapanların tamamı, elbette böyle bir kaidenin olduğunu bilmekte ve bu kaideyi göz önüne alarak ayet çevirilerini yapmaktadırlar. Bu soruya bizim verebileceğimiz cevaplardan bir tanesi ise dikkatli bir okuma yapılmamış olmasını düşünmemizdir. Kur'an'ı yüzlerce binlerce kez okuyup ta bazı anlamları yakalayamamak asla bir suç değil, gayet doğal bir durumdur. Çünkü okuyan kişinin bilgi birikimi, onun Kur'an'ı anlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Biz bunu derken "Biz bu işi yalayıp yuttuk" şeklinde asla bir iddia içinde değiliz. Çünkü Kur'an, okundukça kendisini açan bir kitap'tır. Biz de defalarca okumuş olmamıza rağmen bu ayrıntıyı daha önce maalesef fark edemedik.

Bizim düşüncemize göre meal yapıcıları Kur'an'da geçen Adem ve İblis kıssasının şayet dikkatli olarak okumuş olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Şöyle ki:

Eğer 36. ayette geçen "Anha" yerine, kıssanın geçtiği diğer ayetlerde "Cennet" yerine kullanılan edatın hangisi olduğuna bakmış olsalardı daha isabetli bir anlamı yakalayabilirdi.

Bu kıssanın geçtiği, Bakara s. 35, 38, Araf s. 13, 18, Hicr s. 34, Taha s. 123, Sad s. 77. ayetlerine bakıldığında, ayet içinde geçen "minha" edatının cennet yerine kullanıldığı, ve bu kullanımdan hareketle bile, 36. ayette geçen "Anha" edatının cennet yerine değil de ağaç yerine kullanılmış olduğu kolayca anlaşılabilirdi. 

Durum böyle olunca, "Anha" edatını ağaca götürerek bir anlam verecek olursak, Bakara s. 36. ayetinin meali nasıl olabilir?. 

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا "Derken şeytan ikisinin ayağını (anha) ondan kaydırdı."

Dikkat edilirse "Anhaedatına bütün meallerde verilen "Oradan" anlamını değil, "Ondan" anlamını verdik. Bunun nedeni ise 35. ayette geçen وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ "ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" emrinin şeytanın vesvesesi ile çiğnetilmiş olmasıdır. 

Yani şeytan, Adem ile eşine vesvese vererek önce onların emre karşı gelmelerini sağlamış, sonra da cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bizim bu ayete verdiğimiz anlam şu şekildedir:

---Bakara s. 36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde bulundukları yerden çıkarmış, ve biz de "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için (bundan sonra) yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" demiştik.

Meal yapıcıları eğer bu ayeti dikkatli bir biçimde okumuş olsaydı, cennetten çıkarılmanın öncesinde bir emir ihlali yapılmış olduğuna dikkat ederek, sonrasında cennetten çıkarılmanın meydana geldiğini görebilirlerdi.

Burada bazı kimseler, "Peki senden başka kimse böyle bir anlam vermediyse, senin doğru olduğunun kanıtı nedir?" diyebilir. Biz hiçbir zaman Kur'an ile ilgili olarak yaptığımız yorumlarda kendimizi tek doğru olarak asla gösterme cüretinde bulunmadık. Yanlış yaptığımızı iddia eden delilini ortaya koyar biz de bu delile göre hareket ederiz. Burada şunu da ilave etmek isteriz ki bizim bu ayete verdiğimiz anlam türedi bir anlam değildir. Zemahşeri'nin Keşşaf'ında bu ayetin tefsirine bakanlar, orada da böyle bir düşüncenin olduğunu görebilirler. Biz "Zemahşeri ne derse doğrudur" şeklinde bir iddia ile bunu söylemiyoruz. Bizim iddiamız, bu ayet üzerinde üzerinde yapılan böyle bir yorumun daha isabetli olduğu yönündedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Mart 2024 Çarşamba

Al-i İmran s. 13. Ayetinde Hangi Topluluk Karşısındaki Topluluğu Kendilerinin İki Katı Görüyordu?

 Kur'an'ı mealinden okuyan bir kimse, bazı ayet meallerinin anlam yönünden birbirinden farklı olarak yapıldığına, şayet dikkatli bir okuma yapıyorsa, mutlaka şahit olacaktır. Bu durumun birçok farklı sebebi bulunmaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz meal farklığı ise, "Zamirin mercii" olarak bilinen, yani zamirin ibarede hangi isme döndüğü konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır.

Bu durumdan kaynaklanan meal farklılıklarında, gramer konusu yönünden herhangi bir hata yapıldığını söylemek pek mümkün olmamakla birlikte, ayete verilen bazı anlamların Kur'an bütünlüğü noktasından bakıldığında, sanki Kur'an'da bir çelişki varmış gibi bir durumu ortaya çıkarması bakımından, bir takım sıkıntıları doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zamirin hangi isme döndüğü konusunda verilecek olan kararların, sadece ibarenin gramer açaısından tahlili neticesinde değil, aynı zamanda Kur'an bütünlüğü açısından herhangi bir çelişkiye yol açıp açmadığına da bakılarak verilmesi çok önemlidir.

İfade etmek istediğimiz durum, Al-i İmran s. 13. ayetine yapılan meallerde ortaya çıkmaktadır. Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Bu ayete verilen iki farklı meal de şu şekildedir:

 Örnek 1:

İbretti size birbirleriyle karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda savaşmadaydı, öbürüyse kafirdi ve inananları, gözleriyle iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin bir ibret var.

Örnek 2:

Birbirleriyle karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışmaktaydı, diğer topluluk ise kâfirdi. Allah yolunda çarpışanlar ötekileri gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini kendi yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda görebilenler için ibret vardır.

Ayet, Bedir savaşı ile ilgilidir. Ayet meallerine baktığımızda, karşılaşan iki topluluktan bahsedilmekte, bu topluluktan birinin Allah yolunda savaşan yani inanan, diğer topluluğun ise inkarcı topluluk olduğu bildirilmektedir. Bu ayet ile ilgili yapılan meallerde buraya kadar herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. 

Sıkıntı, hangi topluluğun diğerini kendilerinin iki katı olarak gördükleri noktasındadır. 1. örnek mealde, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde bir meal yapılırken, 2. örnek mealde  ise, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde meal yapılmıştır.

Yapılan iki farklı mealin hiçbirinde gramer yönünden hata yapıldığı için bu farklılığın ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Farklılık, zamirin hangi isme dönmüş olabileceği notasındadır. Ayet metninde geçen يَرَوْنَهُمْ ibaresindeki هُمْ zamirinin, inananlara mı yoksa inkarcılara mı raci olduğu noktasından kaynaklanan farklı tercihlerden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Kur'an bütünlüğüne göre hareket edilmesinin bizi doğruya yaklaştıracağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'an çelişkisiz bir kitaptır, ve onun bu çelişkisizliği zamirin mercii konusu gibi farklı anlamalardan kaynaklanan durumlarda, bize en doğru bir hakemliği yapacaktır.

Enfal s. 44. ayeti, bize bu konuda yardımcı olarak anahtar bir ayet mesabesindedir.

وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

Bu ayet yine Bedir savaşı ile ilgili olup, Al-i İmran s. 13. ayetine nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere ışık tutmaktadır şöyle ki:

Enfal s. 44. ayetinde Allah (c.c.), karşılaşan her iki topluluğu da birbirlerinin gözünde az gösterdiğini bildirmektedir. Al-i İmran s. 13. ayetine dönecek olursak, o ayette Allah (c.c.) bir topluluğu diğerinin gözünde iki katı gösterdiğini bildirmektedir. O zaman Al-i İmran s. 13. ayetinde bizim aramamız gereken nokta, hangi toplululuğa hangi topluluğun az gösterilmiş olduğu noktasında olmalıdır. Bunu da bize Enfal s. 44. ayeti sağlayacaktır.

Allah (c.c.) Enfal s. 44. ayetinde her iki topluluğu da birbirlerine karşı az gösterdiğini bildirmiş olmasından hareketle, Al-i İmran s. 13. ayetine inkarcı topluluğun inanan topluluğu kendilerinin iki katı görmüş olmaları yani çok görmüş olmaları, Enfal s. 44. ayeti ile çelişki arz edecektir. 

Yani 1. örnek mealde verdiğimiz, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördükleri yönünde yapılan mealler, Enfal s. 44. ayetini baz alarak düşündüğümüzde isabetli bir çeviri değildir.

Bu durumda 2. örnek mealde verdiğimiz, inanan toplululuğun inkarcı topluluğu kendilerinin iki katı görmeleri nasıl izah edilebilir?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: 

Bu durumda inkarcı topluluğun, inanan topluluğun sayısının iki katından daha fazla bir sayıya olduğunu anlamaktayız. Tarihi verilerde, Bedir savaşında inkarcıların sayısının inananların sayısının 3 katı fazla olduğu yönünde verilen bilgilerin, bu ayete göre doğru olduğu anlaşılmaktadır.

O zaman Al-i İmran s. 13. ayeti bize, Bedir'de kendilerinden 3 kat sayıya sahip olan inkarcı topluluğun, inanan topluluğun gözünde daha az gösterilerek inananların iki katı olarak gösterildiğini beyan etmektedir.

Ayeti bu şekilde anladığımızda Enfal s. 44. ayeti ile Al-i İmran s. 13. ayeti arasında herhangi bir çelişki doğmamaktadır. Yine de "Neden iki katı gösterilmiş olabilir?" şeklinde bir soru aklına gelen kimseye ise, yine Enfal s. 65. ve 66. ayetlerini gösterebiliriz. 

Enfal s. 65--- Ey Nebi! İnananları (Allah için düşmana karşı) savaşa hazırla! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz inkârcıya galip gelir. Eğer sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkârcılardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Enfal s. 66--- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor. Bu durumda, sizden sabretmesini bilen (dirençli) yüz kişi çıkarsa, bunlar iki yüz kişiye galip gelir ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah (zulme karşı) direnenlerle beraberdir.

Enfal s. 66. ayetine dikkat ettiğimizde Allah (c.c), sabırlı bir inanan topluluğunun kendilerinin iki katı olan bir topluluğa karşı galip gelebileceklerini bildirmektedir. Allah (c.c.) inanan topluluğa kendilerinden 3 kat gibi daha fazla olan inkarcı topluluğun sayısını, kendilerinin iki katı bir sayıya düşürerek az göstermek suretiyle onlara moral kazandırmaktadır.

Sonuç olarak: Kur'an meallerinde, zamirin hangi isme döndüğü konusunda doğan farklı anlayışlardan ötürü bazı ayetlerde birbirine zıt yapılmış çevirileri görmek mümkündür. Bu durumdan kaynaklanan farklılıkları Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak çözmek mümkündür. Al-i İmran s. 13. ayetinde gördüğümüz farklı çevirilerden 2. örnekte verdiğimiz şekilde yapılan mealler yani, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördükleri şeklinde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.