Allah (c.c) bir çok ayette , dara düştüğünde kendisine yalvaran , darlıktan kurtulduğunda ise kendisini unutan insan tiplerinden örnekler vererek , böyle bir kul tipi istemediğini beyan etmektedir. İnsanın yaşadığı hayat içindeki her türlü durumunun imtihan olarak değerlendirilerek , bu imtihanı başarılı olarak geçmek için gayreti sarf etmesi gerektiğini hatırlatan Rabbimiz , imtihanı geçemeyen kullarının başlarına gelenleri ve gelecek olanları hatırlatarak , bizlere nankör bir kul olmaktan sakınmayı tavsiye etmektedir.
[002.155-156] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan,
ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, «Biz Allah içiniz ve biz
nihâyet ona döneceğiz,» derler.
Zümer s. 49. ve 52. ayetler arasında , nankör bir insan portresi çizilmekte olup , daha önce yaşamış bu gibi insanların başlarına gelenler gösterilerek , söylediklerinin onlara neye mal olduğu hatırlatılmakta , aynı akıbetin bu yolu izleyen insanların da başlarına geleceği tehdidi yapılmaktadır.
[039.049] İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine
tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, «Bu bana ancak bilgimden dolayı
verilmiştir» der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.
[039.050] Bunu onlardan öncekiler de söylemişti, ama kazandıkları şeyler
onlara fayda vermedi.
[039.051] Netîcede kazandıklarının fenalıkları başlarına geçti,şunlardan o zulmedenlerin
de kazandıklarının fenalıklarına geçecektir onlar da atlatacak değillerdir.
[039.052] Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, dilediğine rızkı
genişletip-yayar ve (dilediğine) kısar da. Şüphesiz bunda, iman etmekte olan bir
kavim için gerçekten ayetler vardır.
Zümer s. 49. ayetinde zarara uğradığı zaman Allah'a kendisini bu zarardan kurtarması için dua eden , fakat Allah onu bu zarardan kurtardığında, ona karşı nankörlük eden bir insan tipi görmekteyiz. 50. ayette ise , bu sözlerin öncekiler tarafından da söylenmiş olduğu beyan edilerek , öncekilerden hata yapanların başlarına gelenler haber verilerek , sonraki gelenlerden hata yapanların da aynı akıbete uğrayacakları haber verilmektedir.
"Bu sözleri acaba kim söylemiştir?" diye düşündüğümüz zaman, bu sorunun cevabını Kasas suresinde bulmaktayız.
Bu insanın zarardan kurtulduğu zaman söylediği , 49. ayetteki "İnnema ütiytuhu ala ılmin" (Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir) sözünün benzeri , Kasas suresinde anlatılan kıssasında , Karun'un ağzından dökülmektedir.
[028.078] Dedi ki: «Bu, ancak bende olan ilim sebebiyle bana verilmiştir(İnnema ütiytuhu ala ılmin indi). O
bilmedi mi ki, Allah ondan evvelki nesillerden daha kuvvetli ve daha ziyâde
cemiyetli kimseleri helâk etmiştir ve mücrimler günahlarından sorulmaz.
Karun, içinde bulunduğu hayatın kendisi için bir imtihan olduğunu ret eden bir hayat tarzı sürmüş , sahip olduğu malın kendisine Allah tarafından verildiğini değil, kendi emek ve bilgisi sayesinde kazandığını iddia etmiş , ve neticede helak edilerek , tüm zamanlarda gelecek mal ve servet sahiplerine , aynı yolu izledikleri takdirde , onların da başlarına gelecek akıbeti gösteren bir kıssanın baş aktörü olarak , tüm zamanlarda anılacak sembol bir isim haline gelmiştir.
"Bundan öncekiler" derken , Karun'un başına gelenler hatırlatılarak , yaşamları Karun gibi olanların , sonlarının da Karun gibi olacağı hatırlatması yapılarak, "Karun gibi olmayın" denilmektedir.
51. ayet , bu gibi insanları "Zalim" olarak nitelemekte , ve bu zalimlerin kazandıklarının karşılıkları olan hazin son dan kurtulamadıkları , başkalarının da aynı yolu izledikleri takdirde onların da hazin son dan asla kurtulamayacakları beyan edilmektedir.
Yeri gelmişken Zümer s. 51. ayetinin meali üzerinde durmak istiyoruz. Ayetin Arapça metni şu şekildedir ;
"Fe esabehum seyyiatu ma kesebu vellezine zalemu min heulai seyusibuhum seyyiatü ma kesebu ve ma hum bimucizine"
Bu ayetin bazı meallerde "Bunun için, işledikleri kötülükler başlarına geldi. Bunlar içinde zulmedenlerin
de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı aciz
bırakamazlar." şeklinde yapılmış olduğunu görmekteyiz.
Ayetin son cümlesi olan "Bu hususta Allah'ı aciz bırakamazlar" şeklinde yapılan çevirinin , Arapça metindeki karşılığı "Ve ma hum bimucizine" cümlesidir. Fakat ayetin Arapça metni ile meali karşılaştırdığımızda, konu bütünlüğüne dikkat edilmeyen bir anlam verilmiş olduğunu görmekteyiz. Mealdeki "Allah" kelimesi, Arapça metinde bulunmamasına rağmen , meal içine konularak , Arapça metin ile meal arasında uygunluk olmayan (yanlış olduğunu iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz)bir anlam verilmiştir.
Bu ayete merhum Elmalılı Hamdi Yazır tarafından verilmiş olan , "Netîcede kazandıklarının fenalıkları başlarına geçti,şunlardan o zulmedenlerin
de kazandıklarının fenalıklarına geçecektir onlar da atlatacak değillerdir" şeklindeki mealin, konu bütünlüğüne daha yakın bir anlam olduğunu söyleyebiliriz.
51. ayet , 49. ve 50. ayetlerde, kendisine dokunan zarardan sonra feraha çıkarak nankörleşen "Bu, ancak bende olan ilim sebebiyle bana verilmiştir" sözünü söyleyenlerin, kendilerinden önce aynı sözü söyleyerek, bu yönde amel işleyenlerin düştükleri akıbete düşecekleri beyan edildikten sonra , bu gibi kimselerin başına işlediklerinin sonuçlarının isabet ettiğini haber vermekte , ve ilk muhataplar olan Mekkeli müşriklerin varlıktan şımarmış mütreflerini tehdit etmektedir.
"Min heulai" (Şunlardan) ibaresi , ilk muhataplar olan Mekkeli müşriklere işaret etmektedir. Ellerindeki mal ve çocuklarına güvenerek , Allah'a ve elçisine kafa tutmaya kalkan Karuncukların , önceki atalarının başlarına gelen ile cezalanacaklarını haber vererek , bu cezanın öncekilerin başına nasıl geldi ise , bunlara da uğrayacağı haber verilmektedir. Yani Karun'un başına gelen son , Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların işleyişi sonucunda olmasından dolayı , aynı yasalar işleyişini sürdürerek , Mekkeli Karuncuklar için de işleyecektir.
51. ayetin sonundaki "bimucizine" kelimesi , "Bir şeyden geride arkada olmak , bir nesneyi yapmada eksik gelmek , aciz kalmak , güç yetirememek anlamında olan "Aczün" kelimesinden türemiştir.
Mekkeli müşrikler için söylenen "Seyusibuhum seyyiatu ma kesebu" sözü , kazandıkları kötülüklerin cezasının onlara mutlaka isabet edeceğini beyan etmekte , "Ve ma hum bimucizine" ifadesi ise , bu cezanın onlara isabet etmesinde herhangi bir eksiklik , acizlik , güçsüzlük olmayacağını , değişmez yasanın işleyeceğini beyan etmektedir.
Sebebin hususi olması , hükmün umumi olmasına engel değildir.
Bu ayetlerin ilk muhatapları Mekkelilerdir. Fakat bu ayetlerin hükmü Mekkeliler ile sınırlı kalmayacaktır. Her insanın başına, yaşadığı hayat içinde bir takım sıkıntılar gelebilir. Sağlığı sıhhati yerinde olan bir kimse sağlığını , işi gücü yerinde olan bir kimse ise, işini gücünü kaybederek muhtaç duruma düşebilir.
Sıhhatimizi ve işimizi gücümüzü yeniden kazanmak için yaptığımız her türlü sözlü veya fiili amel "Dua" yerine geçecektir. Sıkıntılı zamanlarımızda , bizleri bu sıkıntılardan kurtulmamız için dua ettiğimiz Allah (c.c) ye karşı , bizim sıkıntılarımızı giderdiği andan sonra, eğer tekrar nankörlük yapacak olursak, öncekilerin cezası ile karşılık bulacağımız kaçınılmaz bir gerçektir.
Hasta bir kimse hastalığından ilaçlar ile gördüğü tedavi sonrasında kurtulur iken , işini gücünü kaybetmiş bir tüccar , işlerinin yeniden açılması ile sıkıntıdan kurtulabilir. İnsanlar sıkıntılardan kurtulduktan sonra sanki hiç sıkıntıya düşmemiş gibi , bir hayat sürdükleri takdirde , imtihanı kaybetmiş olacak ve önceki nankörlerin akıbetine uğrayacaktır.
[017.067] Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, Allah'tan başka
yalvardıklarınız kaybolup gider, fakat O sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz
çevirirsiniz. Zaten insan pek nankördür.
[017.068] Onun karada da, sizi yere batırmasından veya başınıza taş
yağdırmasından güvende misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da
bulamazsınız.
[017.069] Yoksa sizi tekrar denize döndürüp, üzerinize ortalığı yıkan bir
fırtına gönderip, inkarlarınızdan ötürü sizi suda boğmasından güvende misiniz? O
zaman bize soru soracak bir yardımcı da bulamazsınız.
Yukarıda meallerini verdiğimiz İsra suresi ayetleri , nankör insan tipini canlandırmaktadır.İsra s. 69. ayet özellikle , sıkıntı sonrası nankörlüğe dönenlere bir hatırlatma yaparak , "Yaşadığınız hayat içinde her an yeniden sıkıntılar ile karşı karşıya kalabilirsiniz , bir sıkıntıdan kurtulmuş olmanız , sizin tekrar başka bir sıkıntı içine düşmemeniz anlamına gelmez" şeklinde bir mesaj vermektedir.
Allah işi bozuk tüccar kuluna gökten para yağdırmak sureti ile yardım etmez. O kuluna ticaret hayatının kuralları gereğince yardım ederek o kulunun işlerinin açılması sureti ile sıkıntılarını giderir. Kul eğer Karun misali "Ben sıkıntılarımı işlerimin açılması ile giderdim" dediği anda Karunlaşmış olacak , ve içinde bulunduğu imtihanı kaybetmiş olacaktır.
Veya hasta bir kul , sağlığına kavuştuğu anda , "Ben X ilaç sayesinde , veya X doktor sayesinde sağlığımı kazandım" dediği anda o da imtihanı kaybederek Karunlaşmış olacaktır. Allah (c.c) kendisi inerek o kulunu elbette tedavi etmeyecek , ona ilaç veya doktorlar ile tedavi imkanı sunarak , iyileşmesini sağlayacaktır.
52. ayetteki , Allah (c.c) nin rızkı dilediğine yayıp , dilediğine kısması , rızk konusunda hiç bir kulun Allah'tan bağımsız olmadığını , mülkün tamamının Allah'ın elinde olduğunu hatırlatmaktadır. Aynı sözleri Karun kıssasının anlatıldığı Kasas s. 82. ayetinde de görmekteyiz.
[028.082] Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: «Demek Allah kullarından dilediğinin
rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı,
bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar başarıya eremezler» demeye
başladılar.
Sonuç olarak ; Kur'an , dünya hayatı içinde sahip olunan imkanların , kişilere Allah tarafından verilmiş olan bir imtihan vesilesi olduğunu bir çok ayetinde hatırlatmaktadır. Aynı Kur'an bu imtihan konusunda yaşanmış örnekler vermek sureti ile örnek ve nankör davranışlar sergileyenleri bizlere anlatarak , hangi tercihte bulunursak , tercihlerimizin karşılığının dünya ve ahirette bizlere verileceğini beyan etmektedir.
Dara düştüğünde Allah hatırına gelerek ona yalvaran , dardan kurtulduğunda ise onu unuturak nankörlüğe geri dönen tipleri bir çok yerinde örnekler vererek , bizlere "Onlar gibi olmayın" mesajı veren Kur'an , onlar gibi olunduğunda ne gibi durumlarla karşılacağımızı da haber vererek sakınmamızı öğütlemektedir.
Salih bir kul için asıl olan , elindekinin kendisine Allah tarafından verilmiş bir imtihan vesilesi olduğunu bilen ve nankörlük yapmayan bir hayat sürmesi olup , bu kullar için de ne gibi karşılıklar olduğu yine bir çok yerde haber verilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
İmtihan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İmtihan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ocak 2017 Cuma
29 Aralık 2016 Perşembe
Neml s. 40. Ayeti : Süleyman (a.s) Örneğinde Allah (c.c) Mülk Sahiplerini Nasıl İmtihan Eder ?
Yaşadığımız dünya hayatı, zengin veya fakir kim olursa olsun , herkes için bir imtihan alanıdır. Fakir olan kimse ,elindeki imkansızlıklar ile imtihan olurken , zengin olan kimse ise, elindeki maddi ve manevi imkanlar ile imtihan olmaktadır. Kur'an, bazı kimseler üzerinden yaşanmış örneklikler ile , yaşanılan hayat içindeki imkanlara ve imkansızlıklara karşı, bizlerin nasıl bir davranış sergilememiz gerektiğini bizlere öğreten bir kitaptır.
Süleyman (a.s), kendisine mülk verilmiş bir hükümdar , ve Kur'an içinde kıssası geçen hükümdar bir elçi olarak , elinde maddi ve manevi güç bulunduranların örnek alması gereken bir kimsedir. Onun kıssası, maalesef kendisinden sonra gelecek olan güç sahiplerine örneklik olarak değil , kerameti müritlerinden menkul bazı kimselerin, uçtu kaçtı masallarına mesnet teşkil etmek üzere okunarak buharlaştırılmak sureti ile, bin bir gece masalları haline dönüştürülmüştür.
Süleyman (a.s) ın kıssasının anlatıldığı Neml s. 40. ayeti içinde geçen olay , tarikat şeyhlerinin kerametlerine ve hızır masallarına dair delil ihtiva etmesi üzerinden okunarak , bazı kimselerin insanlar üzerinde hegemonya kurmasına alet edilmektedir. Halbuki bu ayet, mülk sahiplerine mesaj içermesi açısından okunduğunda, istismar edilmekten çıkarılmış olacak, ve kıssaların anlatım amacına uygun olarak anlaşılacaktır.
[027.040] Kitabın ilmi yanında olan kimse ise, «Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm» dedi. (Süleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanıbaşına yerleşivermiş görünce, «Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir.»
Ayet içindeki konunun siyak ve sibakı , Sebe hükümdarının tahtını Süleyman (a.s) a en hızlı biçimde kimin getireceği ile alakalıdır. 40. ayette "Kitabın ilmi yanında olan kimse" nin kim olduğu üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılmak sureti ile Hızır masalları uydurulmuş , ve konu mitolojik bir hale büründürülmüştür. Sebe hükümdarının tahtını kimin getirdiği konusunda, bundan önce bir çalışmamız olduğu için , bu konuyu burada tekrarlamayacağız.
Kıssaların anlatım amacının, muhataplarına dönük mesajlar vermesi olduğunu düşündüğümüzde , kıssalar bizler için daha gerçekçi bir hale gelecektir.
[038.035] (Süleyman) Dedi ki«Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.»
Kıyamete değin , hiç bir kula nasip olmayacak maddi ve manevi bir güce sahip olan Süleyman (a.s) ın elinde böyle bir gücü bulundurmasına karşın şımarmaması , büyüklenmemesi onun kıssasının en önemli mesajı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Aynı surede geçen ayetlerde , Karınca vadisinden ordusu ile geçerken meydana gelen olay sonucu söylediği, "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" (Neml s. 19) sözü , aynı şekilde onun nasıl şükreden bir kul olduğunu göstermesi açısından okunması gerekmektedir.
Karınca vadisinden geçerken , meydana gelen olayların anlatıldığı ayetler, bize dönük herhangi bir mesajı olmayan biçimde okunarak , onun karıncalarla konuştuğu şeklinde yorumlara sebep olmuştur. Burada önemli olan nokta , onun karıncaların konuşmalarını anlamış olmasının üzerinden, sahip olduğu gücün erişilmezliğine işaret edilmiş olmasıdır.
40. ayet içinde bizim için asıl önemli nokta "Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir." şeklindeki cümlelerdir.
Kıyamete kadar kimseye nasip olmayacak bir güce sahip olan Süleyman (a.s) , Sebe hükümdarının tahtını bir anda yanında görünce , en küçük bir kibre kapılmadan , ona bu gücü vereni hatırlayarak , imtihan içinde olduğunun idrakinde olarak şükrünü ifa etmiştir. Bizim için asıl önemli taraf burası olup , elinde güç bulunduranların özellikle ibret alması gereken bir kıssadır.
Dünya tarihine baktığımızda , geçmişte ve günümüzde meydana gelen fesat olaylarının baş müsebbibleri , "Mütref" , "Müstekbir" gibi terimler ile ifade edilen , elinde bulundurdukları servet ve mülk sayesinde, kendilerini ilah ve rab olarak gören , mazlumlar üzerinde hak sahibi olduklarını iddia ederek , onların yurtlarını talan etme hakkını kendilerinde bulanlardır.
Firavun örneği , bu kimselerin akıbetinin canlı örneğini sergilemesi bakımından önemli bir hatırlatmadır. Kendilerini erişilmez bir güç sahibi olduklarını zannederek , her şeyin üzerinde güç sahibi olduklarını iddia edenler , denize karşı güç yetiremeyerek , onun sularında boğulup gitmişlerdir.
Bir çok ayet , insanların elinde bulundurdukları güç ve servetin geçici olduğu , bu güç ve servet ile Allah'a karşı kafa tutmamaları gerektiği , böyle bir hataya düşenlerin başlarına dana önce neler geldiğini hatırlatarak , ellerindeki gücü Allah'ın istediği biçimde kullanmalarını öğütlemektedir.
Süleyman (a.s) kıssası , içinde geçen bazı anlatımlardan dolayı , diğer elçi kıssalarından daha farklı bir görünüm arz etmektedir. Kıssa içinde Hüdhüd adlı kuştan bahsedilmesi , karıncaların konuşmalarını anlaması , emrinde cin ve şeytanların bulunması , rüzgarın emrinde olması , melikenin tahtının bir anda yanında olması gibi anlatımlar , diğer elçilerin kıssalarında bulunmayan anlatımlardır.
Bu anlatımlarda esas alınması gereken nokta , kıssa içinde zikri geçen konuların bize dönük olarak neler ifade edebileceği olması gerekmektedir ki kıssa bir masala dönüşmesin. Kıssa içinde geçen bu anlatımlar konusunda, farklı zamanlarda yaptığımız çalışmalar mevcut olup , bu çalışmalarda esas aldığımız nokta , kıssa içindeki anlatımların bize dönük neler söylemiş olabileceği üzerinedir.
Sonuç olarak ; Süleyman (a.s) kıssasında geçen bazı anlatımlar eğer bize dönük mesajlar ihtiva etmesi üzerinden okunmayacak olursa , kıssa masala dönüşecektir. Karıncalar ile konuşan Süleyman (a.s) artık ölmüş, ve bir daha dünyaya gelmeyecektir. Sebe hükümdarının tahtını bir anda yanında bulabilecek güce sahip olan Süleyman (a.s) artık ölmüş , ve bir daha dünyaya gelmeyecektir. Ancak Süleyman (a.s) ın mülk ve güç sahibi bir hükümdar elçi olarak tüm zamanlara olan mesajı ölmeyecek ve daima yaşayacaktır.
Onun kıssasının mesajı da , elindeki güç ve servetin onun ile kıyaslanması mümkün bile olmayan bazı kimselerin , ellerindeki gücü onlara Allah (c.c) nin verdiğini unutarak , Allah'a kafa tutmaya kalkmamaları gerektiği , Süleyman (a.s) gibi elinde bulundurduğu güce kıyamete kadar kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığı bir kimsenin bu gücü karşısında en küçük bir kibre dahi kapılmamış olmasını dikkate alarak , onun yolundan gitmeleri gerektiğidir.
Kulun imtihanı sadece fakirlik hastalık gibi şeylerle yapılmaz , güç , servet , ihtişam gibi insanlara çekici gelen şeyler de kullar için bir imtihan olup , fakirlikten daha zor bir imtihan biçimidir. Bu imtihanı başarılı ve başarısız olarak geçenler hakkında yapılan anlatımlardan bizler kendimize dönük mesajlar çıkararak , olumlu ve olumsuz örnekler üzerinden hayatımızı yönlendirmek durumundayız.
Ellerinde güç ve servet bulunan kimseler , ellerinde bulunanların kendilerine geçici bir süre için verilmiş imtihan aracı olduğu bilincinde bir yaşam sürdükleri müddetçe , kıyamet günü bu gücü en iyi biçimde kullanan bir elçi olarak Süleyman (a.s) ile birlikte olacaklardır. Bunun aksi yönünde davranışlar sergileyenler ise , Firavun , Haman ve Karunlar ile birlikte olacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Süleyman (a.s), kendisine mülk verilmiş bir hükümdar , ve Kur'an içinde kıssası geçen hükümdar bir elçi olarak , elinde maddi ve manevi güç bulunduranların örnek alması gereken bir kimsedir. Onun kıssası, maalesef kendisinden sonra gelecek olan güç sahiplerine örneklik olarak değil , kerameti müritlerinden menkul bazı kimselerin, uçtu kaçtı masallarına mesnet teşkil etmek üzere okunarak buharlaştırılmak sureti ile, bin bir gece masalları haline dönüştürülmüştür.
Süleyman (a.s) ın kıssasının anlatıldığı Neml s. 40. ayeti içinde geçen olay , tarikat şeyhlerinin kerametlerine ve hızır masallarına dair delil ihtiva etmesi üzerinden okunarak , bazı kimselerin insanlar üzerinde hegemonya kurmasına alet edilmektedir. Halbuki bu ayet, mülk sahiplerine mesaj içermesi açısından okunduğunda, istismar edilmekten çıkarılmış olacak, ve kıssaların anlatım amacına uygun olarak anlaşılacaktır.
[027.040] Kitabın ilmi yanında olan kimse ise, «Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm» dedi. (Süleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanıbaşına yerleşivermiş görünce, «Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir.»
Ayet içindeki konunun siyak ve sibakı , Sebe hükümdarının tahtını Süleyman (a.s) a en hızlı biçimde kimin getireceği ile alakalıdır. 40. ayette "Kitabın ilmi yanında olan kimse" nin kim olduğu üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılmak sureti ile Hızır masalları uydurulmuş , ve konu mitolojik bir hale büründürülmüştür. Sebe hükümdarının tahtını kimin getirdiği konusunda, bundan önce bir çalışmamız olduğu için , bu konuyu burada tekrarlamayacağız.
Kıssaların anlatım amacının, muhataplarına dönük mesajlar vermesi olduğunu düşündüğümüzde , kıssalar bizler için daha gerçekçi bir hale gelecektir.
[038.035] (Süleyman) Dedi ki«Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.»
Kıyamete değin , hiç bir kula nasip olmayacak maddi ve manevi bir güce sahip olan Süleyman (a.s) ın elinde böyle bir gücü bulundurmasına karşın şımarmaması , büyüklenmemesi onun kıssasının en önemli mesajı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Aynı surede geçen ayetlerde , Karınca vadisinden ordusu ile geçerken meydana gelen olay sonucu söylediği, "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" (Neml s. 19) sözü , aynı şekilde onun nasıl şükreden bir kul olduğunu göstermesi açısından okunması gerekmektedir.
Karınca vadisinden geçerken , meydana gelen olayların anlatıldığı ayetler, bize dönük herhangi bir mesajı olmayan biçimde okunarak , onun karıncalarla konuştuğu şeklinde yorumlara sebep olmuştur. Burada önemli olan nokta , onun karıncaların konuşmalarını anlamış olmasının üzerinden, sahip olduğu gücün erişilmezliğine işaret edilmiş olmasıdır.
40. ayet içinde bizim için asıl önemli nokta "Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir." şeklindeki cümlelerdir.
Kıyamete kadar kimseye nasip olmayacak bir güce sahip olan Süleyman (a.s) , Sebe hükümdarının tahtını bir anda yanında görünce , en küçük bir kibre kapılmadan , ona bu gücü vereni hatırlayarak , imtihan içinde olduğunun idrakinde olarak şükrünü ifa etmiştir. Bizim için asıl önemli taraf burası olup , elinde güç bulunduranların özellikle ibret alması gereken bir kıssadır.
Dünya tarihine baktığımızda , geçmişte ve günümüzde meydana gelen fesat olaylarının baş müsebbibleri , "Mütref" , "Müstekbir" gibi terimler ile ifade edilen , elinde bulundurdukları servet ve mülk sayesinde, kendilerini ilah ve rab olarak gören , mazlumlar üzerinde hak sahibi olduklarını iddia ederek , onların yurtlarını talan etme hakkını kendilerinde bulanlardır.
Firavun örneği , bu kimselerin akıbetinin canlı örneğini sergilemesi bakımından önemli bir hatırlatmadır. Kendilerini erişilmez bir güç sahibi olduklarını zannederek , her şeyin üzerinde güç sahibi olduklarını iddia edenler , denize karşı güç yetiremeyerek , onun sularında boğulup gitmişlerdir.
Bir çok ayet , insanların elinde bulundurdukları güç ve servetin geçici olduğu , bu güç ve servet ile Allah'a karşı kafa tutmamaları gerektiği , böyle bir hataya düşenlerin başlarına dana önce neler geldiğini hatırlatarak , ellerindeki gücü Allah'ın istediği biçimde kullanmalarını öğütlemektedir.
Süleyman (a.s) kıssası , içinde geçen bazı anlatımlardan dolayı , diğer elçi kıssalarından daha farklı bir görünüm arz etmektedir. Kıssa içinde Hüdhüd adlı kuştan bahsedilmesi , karıncaların konuşmalarını anlaması , emrinde cin ve şeytanların bulunması , rüzgarın emrinde olması , melikenin tahtının bir anda yanında olması gibi anlatımlar , diğer elçilerin kıssalarında bulunmayan anlatımlardır.
Bu anlatımlarda esas alınması gereken nokta , kıssa içinde zikri geçen konuların bize dönük olarak neler ifade edebileceği olması gerekmektedir ki kıssa bir masala dönüşmesin. Kıssa içinde geçen bu anlatımlar konusunda, farklı zamanlarda yaptığımız çalışmalar mevcut olup , bu çalışmalarda esas aldığımız nokta , kıssa içindeki anlatımların bize dönük neler söylemiş olabileceği üzerinedir.
Sonuç olarak ; Süleyman (a.s) kıssasında geçen bazı anlatımlar eğer bize dönük mesajlar ihtiva etmesi üzerinden okunmayacak olursa , kıssa masala dönüşecektir. Karıncalar ile konuşan Süleyman (a.s) artık ölmüş, ve bir daha dünyaya gelmeyecektir. Sebe hükümdarının tahtını bir anda yanında bulabilecek güce sahip olan Süleyman (a.s) artık ölmüş , ve bir daha dünyaya gelmeyecektir. Ancak Süleyman (a.s) ın mülk ve güç sahibi bir hükümdar elçi olarak tüm zamanlara olan mesajı ölmeyecek ve daima yaşayacaktır.
Onun kıssasının mesajı da , elindeki güç ve servetin onun ile kıyaslanması mümkün bile olmayan bazı kimselerin , ellerindeki gücü onlara Allah (c.c) nin verdiğini unutarak , Allah'a kafa tutmaya kalkmamaları gerektiği , Süleyman (a.s) gibi elinde bulundurduğu güce kıyamete kadar kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığı bir kimsenin bu gücü karşısında en küçük bir kibre dahi kapılmamış olmasını dikkate alarak , onun yolundan gitmeleri gerektiğidir.
Kulun imtihanı sadece fakirlik hastalık gibi şeylerle yapılmaz , güç , servet , ihtişam gibi insanlara çekici gelen şeyler de kullar için bir imtihan olup , fakirlikten daha zor bir imtihan biçimidir. Bu imtihanı başarılı ve başarısız olarak geçenler hakkında yapılan anlatımlardan bizler kendimize dönük mesajlar çıkararak , olumlu ve olumsuz örnekler üzerinden hayatımızı yönlendirmek durumundayız.
Ellerinde güç ve servet bulunan kimseler , ellerinde bulunanların kendilerine geçici bir süre için verilmiş imtihan aracı olduğu bilincinde bir yaşam sürdükleri müddetçe , kıyamet günü bu gücü en iyi biçimde kullanan bir elçi olarak Süleyman (a.s) ile birlikte olacaklardır. Bunun aksi yönünde davranışlar sergileyenler ise , Firavun , Haman ve Karunlar ile birlikte olacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)