Yarattığı insanlara dünya hayatlarında uyması gereken kuralları, elçi ve kitapları vasıtası ile bildiren Allah (c.c), koymuş olduğu kurallara uymanın veya uymamanın, insanlara dünya ve ahiret hayatlarında nasıl bir karşılık ile döneceğini de kitapları ile kullarına haber vermiştir.
İnsanların ve toplumların dünya hayatlarında yaptıklarının karşılığını belirli yasalara bağlayarak, bu yasalar dahilinde kişi ve toplum ayrımı yapılmadan karşılığının verilmesine "Sünnetullah" denilmektedir.
Sünnetullah adı verilen toplumsal yasaların nasıl işlediği, hem kural olarak, hem de gerçek hayat içinde bu kuralın nasıl vaki olduğu bizlere Kur'an içinde haber verilmektedir. Rad s. 11 ve Enfal s. 53. ayetleri, bu kuralı bize bildiren ayetlerdendir.
[Rad s.11] Ardından ve önünden takib edenler vardır. Allah'ın emriyle onu
gözetirler. Şüphesiz ki bir kavim , kendisini değiştirmedikçe , Allah ta o kavmi değiştirmez. Ve Allah, bir kavimin fenalığını dileyince; artık onun önüne
geçilemez. Allah'tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz.
[Enfal s. 49] Hani münafıklar, kalblerinde hastalık bulunanlar: Bunları,
dinleri aldattı, diyorlardı. Halbuki kim Allah'a tevekkül ederse; muhakkak ki
Allah, Aziz' dir, Hakim'dir.
[Enfal s. 50] Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı
cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir
görseydin!
[Enfal s. 51] İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara
zulmedici değildir.
[Enfal s. 52] Firavun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Allah'ın
ayetlerini yalanladılar da Allah onları günahlarından ötürü yoketti. Allah
kuvvetlidir, cezalandırması şiddetlidir.
[Enfal s. 53] Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye
kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz
işitendir, bilendir.
Allah (c.c) bu ayetlerde, bir insan veya topluluğun, menfi veya müspet yönde bir değişime uğramasının, insan veya toplumların yaptıkları sonucunda gerçekleşeceğini bildirmektedir. Yani değişimi Allah (c.c) değil , insan veya toplumlar başlatmakta, Allah (c.c) bu değişim isteğine göre koyduğu yasaları işleyiş alanına sokmaktadır.
[Ahzab s. 62] (Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın
sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.
Allah (c.c) toplumsal işleyiş yasasının (Sünnetullah) kuralını koyduktan sonra, bu işleyişin geçmişteki yaşanan hayatlarda nasıl gerçekleştiği örneğini, yaşanmış kıssalar vasıtası ile bizlere bildirmektedir.
[Enfal s. 54] Firavun hanedanıyla, onlardan öncekilerin gidişi gibi.
Rabblarının ayetlerini yalanlamışlardı da, Biz de günahlarından dolayı onları
helak etmiş ve Firavun hanedanını suda boğmuştuk. Hepsi de zalimlerdi.
Bilndiği üzere Musa (a.s) kıssası, Kur'an'da en fazla yer tutan bir kıssa olarak dikkat çekmektedir. Onun Firavun ve kendi kavmi ile olan mücadelesi, sadece geçmişte yaşanmış bitmiş olaylar değil, toplumsal yasaların gerçek hayat içinde nasıl işlediğinin gösterilmesine yönelik anlatımlardır. Enfal s. 53. ayetinde toplumsal yasaların kuralından bahsedildikten sonra, bu yasaların Firavun örneğinde işlemiş olduğu hatırlatılmaktadır.
Firavun ve ordusunun denizde boğulmasına kadar geçen ayetleri kronolojik olarak alt alta koyup okuduğumuzda, elinde insanları yönetme ve iktidar gücü olanların ,bu gücü nasıl kullanmaMAsı gerektiği güç ve iktidar nimetini gereği gibi kullanmayanların, sonlarının nasıl olacağı hatırlatılmaktadır.
Firavun ve ordusunun karşı karşıya kaldığı son, sadece onlara özel bir durum değil, tarih boyunca elinde gücü halkını ezmek ve sömürmek için kullananların karşılaşacağı toplumsal bir yasa, yani Sünnetullah olarak okunmalı ve onların sonundan ibret alınmalıdır.
"Firavun ve ordusunu helaka götüren sebepler ne idi ?" sorusuna verilecek cevaplar, aynı yolun izlendiği takdirde, tüm zamanlardaki güç ve iktidar sahiplerinin başlarına gelecek olan kaçınılmaz sonu da gösterecektir.
[Kasas s.4] Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş (ala) ve oranın
halkını birtakın fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten
düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o,
bozgunculardandı.
[Naziat s.24] «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.
[Şuara s. 29] (Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek
olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»
[Zuhruf s.51-54] Firavun kavmine şöyle seslenip dedi ki: «Ey kavmim, Mısır mülkü
ve şu altından akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?«Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu
adamdan daha hayırlı değil miyim?»«Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli
değil mi?» Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten
onlar, fasık olan bir kavimdi.
Elinde yönetim ve iktidar gücü bulunduranların bilmesi gereken ilk şey, kendisinin ve elinin altında bulunan insanların tek sahibinin Allah (c.c) olduğudur. Bunu bilmeyen ve kendisini ülkenin tek hakimi , insanların ilahı ve rabbi olarak gören yönetim sahipleri, toplumsal yıkım yasasının ilk basamağını atlayarak, yıkıma bir adım yaklaşmış sayılırlar.
[Neml s. 15] Biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar da: «Bizi mümin
kullarının çoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun» dediler.
Davud ve Süleyman (a.s) lar, elinde güç , servet ve iktidar bulunduran kimselere örneklik teşkil eden iki hükümdar olması açısından okunması ve anlaşılması gereken iki elçidir. Bu elçilerin kıssalarının merkezinde, tek ilah ve rab olarak Allah (c.c) yi bilmek ve tanımak , icraatlarını bu esas üzerine kurmaları yatmaktadır.
Allah (c.c) nin insanların tek ilahı ve rabbi olmasını ret eden bir yönetim sahibi, yaptıklarının hesabını kimseye vermeyeceğini zannederek, ahireti inkar eden bir yönetim örneği sergilerler. Ahiret inancı olmayan kişi ve toplumlar , "Ne yapsak kardır" mantığı içinde hareket ederek, dünyayı fesada boğmaktan korkmayan bir yaşam sürdürür, bunun sonucunda ise toplumsal işleyiş yasaları gereğince helak edilirler.
Kendisini halktan biri olarak değil, ayrı bir konumda görüp, özel bir statüye sahip olduğunu zannederek, halkı zulme dayanan esaslara göre yönetmenin sonu, Firavun misali yıkıma uğramaktır. Yönetimi altında yaşayanların, ırk, renk, kabile, mezhep, meşrep, din v.s gibi alt kimliklerini dikkate alan bir yönetim uygulaması, zaman içinde o topluluklarda huzursuzluğun asıl nedenini oluşturarak, toplulukların güçsüz düşmesine sebep olacak ve beraberinde yıkımı getirecektir.
Firavun, kendisinin yönetimi altındaki etnik unsur olan İsrailoğullarına her türlü zulmü reva görürken, Süleyman (a.s) ise elinin altındaki etnik unsurları sosyal ve ekonomik ayrım gözetmeden yönetmeyi başaran bir hükümdar örneği olarak karşımızda durmaktadır.
Irk, soy, kabile gibi insan ile ilgili unsurlar, dünya hayatının bir gerçeğidir. Bu gerçekler, yönetimi elinde bulunduranların elinde bir zulüm aracı olarak asla kullanılmamalıdır. Bir devletin çatısı altında mutlaka farklı ırk, kabile ve soylara bağlı etnik unsurlar mutlaka bulunmaktadır. Bir devletin gücü ve devamlılığı, bu unsurları birbirine bağlı tutmayı başardığı müddetçe sürecektir. Devletler bu etnik unsurlar arasında ayrım yapan bir politika gütmeye başladığında ise, Firavun misali güçten düşecek ve yıkım gerçekleşecektir.
Yaşadığımız dünyada yakın geçmişte ve şu anda yapılan savaşlara baktığımızda , farklı etnik unsurlara sahip olanların kışkırtılması sonucunda çıkarılmış savaşlar olduğunu görebiliriz. Bu savaşların verdiği zararlar ile dünyanın her tarafı yangın yerine dönüşmüştür. Bu savaşların yaşandığı ülkeler zaman içinde güçten düşerek, yıkıma mutlaka uğramıştır.
İnsanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını beyan eden Hucurat s. 13 ve diğer ayetler, insanlar arasındaki yakınlığın anlatılması açısından okunması gereken ayetlerdir. Bir erkek ve bir dişiden yaratılan insanların kardeş olması, kardeşler arasında olması gereken birlik , beraberlik ve dayanışmayı da beraberinde getirmesi açısından okunarak, bir insanın diğer insana karşı olan üstünlüğünün, bizlerin belirlediği kriterlerin değil , Allah (c.c) nin belirlediği kriterlerin dikkate alınması , "Üst Kimlik" dediğimiz olguyu gündeme getirerek , "Alt Kimlik" dediğimiz ve insanlar arasında ayrımcılığı körükleyen unsurları da gündemden düşecektir.
Üst kimliğin esas alındığı bir toplum düzeni, ancak Allah (c.c) nin ilah ve rab olarak bilindiği bir sistem içinde gerçekleşebilir. İnsanların ilahlık ve rabliğe soyunduğu bir sistemde, üst kimliğin esas alındığı bir toplum düzeninin kurulması asla mümkün değildir. Bu durum ise toplumların kendi içinde çatışmasını beraberinde getirecek, ve toplumları güçten düşürerek yıkılmalarına sebep olacaktır.
Firavunun ilahlık ve rablik iddiası , yönetim ile ilgili kuralları koyma hakkını kendisinde görmesi , koyduğu kuralların ise yanlış olması sonucunda, Sünnetullah'ın tecelli ederek onun iktidarının yıkımını getirmiştir. Onun ilahlık ve rablik iddiası, halkını küçümsemesini ve bölmesini, bir bölümünü soykırıma tabi tutmak sureti ile kendi iktidarını daha da sağlamlaştıracağı zannı, onun sonunu getirmiştir.
Sünnetullah'ı aşağıdaki dizeler kadar veciz bir şekilde anlatmaktadır.
"Kadermiş!" öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin Allah da verdi... doğrusu bu ya
Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin (İrade) sana zulmetmek ihtimâli mi var?
(Mehmet Akif Ersoy)
Rad s. 11 ve Enfal s. 53. ayetlerinde belirlenen kurala göre Firavun sahip olduğu iktidar nimetini , kendisini ilah ve rab olarak görmek , halkı küçümsemek , halkın bir bölümünü soy kırıma uğratmak sureti ile kötüye kullanarak , değişim yasalarının kendisi aleyhinde gerçekleşmesini talep etmiş, Allah (c.c) ise bu değişim isteğinin karşılığını vermiştir.
Firavunluk sadece yönetim kademesindeki insanlar ile ilgili bir durum değil , kişisel olarak ta bu durum yaşanabilir. Önemli olan Firavun karakteri üzerinden verilen örnekleri üzerimizde taşımamak gerektiğidir. Firavun karakterine sahip olan bir kişi evin reisi olsa, bu zulmü aile bireyleri üzerinde, öğretmen olacak olsa talebeleri üzerinde uygulamaktan geri durmayacaktır.
Sonuç olarak : Kitabında koyduğu toplumsal yasalarda kıyamete kadar bir değişme olmayacağını beyan eden Allah (c.c) (İsra s.77 - Ahzab s.62 - Fetih s.23- Kehf s.55) , bu yasaların nasıl işleyeceğini yine kitabında beyan ederek , nasıl işlediğini ise kıssalar yolu ile canlı örneklerle göstererek, bizlerin bu anlatımlardan ibret almasını istemektedir.
Firavun, Sünnetullah'ın tecelli etmesinin en önemli örneği olarak , tarih boyunca gelecek yönetimlerin aynı yolu izlediği takdirde başına gelecek sonu gösteren son derece önemli bir aktördür. Onun denizde boğulması, iktidarının son bulması açısından okunması gereken bir son olup, tüm iktidar sahiplerinin denizde boğulması gerektiği gibi bir son akla gelmemelidir.
Elindeki yönetim gücünü kötüye kullananların bu gücü her ne surette olursa olsun kaybetmiş olmaları , toplumsal yasaların (Sünnetullah) işlemesinin bir gereği olduğu , ve bu işleyişin kıyamete kadar süreceği hatırdan çıkarılmamalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
53. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
53. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Kasım 2016 Çarşamba
6 Mayıs 2016 Cuma
Hud s. 53. Ayeti : Hud (a.s) Kavmine Beyyine İle Gelmedi mi ?
"Müşkilül Kur'an" , tefsir usulü ile ilgili kitaplarda yer alan , ayetler arasında çelişki olduğu gibi bir durum oluşmasına sebep veren bazı durumlarda , bu durumun nasıl çözülebileceğine dair bilgileri kapsayan bir bölümdür. Kur'an ayetleri arasında bir çelişki olmadığına göre (4.82) , çelişki gibi görünen ayetlerin arasındaki işkal'in nasıl giderilebileceği , bu bölüm altında verilen bilgiler ile anlatılmaktadır.
Bu yazımızda böyle bir işkal olduğunu düşündüğümüz Hud s. 53. ayetini ele alarak , ayette ki işkal'in nasıl giderilebileceği üzerine düşüncemizi paylaşacağız.
Bu yazımızda böyle bir işkal olduğunu düşündüğümüz Hud s. 53. ayetini ele alarak , ayette ki işkal'in nasıl giderilebileceği üzerine düşüncemizi paylaşacağız.
[011.053] «Ey Hûd» dediler. «Sen bize bir beyyine ile gelmiş
değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de
değiliz.»
Kavmi Hud (a.s) a bu ayette beyyine getirmediği için , ilahlarını terke etmeyecekleri söylemektedirler. Oysa başka ayetlerde Ad kavmine beyyine gelmiş olduğunu haber vermektedir.
[009.070] Onlara, kendilerinden öncekilerin Nuh, AD, Semud kavminin,
İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi
mi? ONLARA RESULLERİ BEYYİNELER İLE GELMİŞLERDİ. Demek ki Allah, onlara
zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmetmektelerdi.
[014.009] Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, AD ve Semud ile onlardan sonra
gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah'tan başkası bilmez. RESULLERİ ONLARA BEYYİNELER İLE GELMİŞLERDİ de, ellerini ağızlarına
götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: «Tartışmasız, biz sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırmakta
olduğunuz şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.»
Hud s. 53. ayetinde Ad kavminin Hud (a.s) a "Bize beyyine ile gelmedin" demelerine karşılık , Tevbe s. 70. ve İbrahim s. 9. ayetlerinde Ad kavmine de beyyine geldiği haber verilmektedir. Dikkatli bir okuyucunun, bu ayetlerde ortaya çıkan durumu nasıl okumak gerektiğine dair kafa karışıklığı yaşaması muhtemeldir
Tefsir usulünde "İşkal" olarak isimlenerek ortaya çıkan durum , bir ayette beyyinenin gelmediği , diğer ayette ise beyyinenin geldiğinin verilmiş olması ile ortaya çıkan çelişkili durumdur.
Kur'andan çelişki asla olmayacağına göre Hud s. 53. ayetindeki işkal nasıl çözülebilir ?.
Kur'an okumalarında en önemli husus olan , bir konu ile ilgili ayetlerin Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek okunması, burada önem kazanmaktadır.
Hud s. 53. ayetini , Enfal ve İbrahim surelerindeki Ad kavmine beyyinenin gelmiş olduğunu dikkate alarak okumak gerekmektedir.
Hud s. 53. ayeti , konu ile alakalı olan diğer iki ayet dikkate alınarak nasıl okunabilir ?.
Enfal ve İbrahim surelerinde kendilerine beyyine gelmiş olduğunu öğrendiğimiz Ad kavmi , elçileri olan Hud (a.s) a söyledikleri "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" sözünü , aslında Ad kavmine beyyinenin gelmiş olduğu , fakat Ad kavminin kendilerine gelmiş olan bu beyyineyi "Yok" hükmünde sayarak kabul etmediklerini ifade etmek için kullandıkları şeklinde okumak gerekmektedir.
Hud s. 53. ayeti , konu ile alakalı olan diğer iki ayet dikkate alınarak nasıl okunabilir ?.
Enfal ve İbrahim surelerinde kendilerine beyyine gelmiş olduğunu öğrendiğimiz Ad kavmi , elçileri olan Hud (a.s) a söyledikleri "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" sözünü , aslında Ad kavmine beyyinenin gelmiş olduğu , fakat Ad kavminin kendilerine gelmiş olan bu beyyineyi "Yok" hükmünde sayarak kabul etmediklerini ifade etmek için kullandıkları şeklinde okumak gerekmektedir.
Yani Hud (a.s) Ad kavmine beyyine ile gelmiş , fakat Ad kavmi kendilerine gelen bu beyyineyi onun elçiliğinin bir kanıtı olarak kabul etmedikleri için kabul etmemişler , Hud (a.s) ile kendilerine gelmiş olan beyyineyi kabul etmediklerini ifade etmek için "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" demektedirler.
Sonuç olarak ; Kur'an okumalarında önemli bir usul olan Kur'an bütünlüğünü gözeterek okumak prensibi uygulandığında , iki ayet arasında çelişki gibi bir görünün durumun nasıl çözülebileceğine örnek olması için Hud s. 53. ayetini ele almaya çalıştık. Şurası unutulmamalıdır ki , ayetler arasında çelişki gibi görünebilen bir durumda , çelişkiyi çözmek için Kur'anın bütününe hakim olan bir okuma yapmak gereklidir. Bütünlük gözetilmeden yapılan okumalarda, bazı işkallerin ortaya çıkması muhtemel olup , bu işkaller konu ve Kur'an bütünlüğü ile kolayca çözülebilir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Sonuç olarak ; Kur'an okumalarında önemli bir usul olan Kur'an bütünlüğünü gözeterek okumak prensibi uygulandığında , iki ayet arasında çelişki gibi bir görünün durumun nasıl çözülebileceğine örnek olması için Hud s. 53. ayetini ele almaya çalıştık. Şurası unutulmamalıdır ki , ayetler arasında çelişki gibi görünebilen bir durumda , çelişkiyi çözmek için Kur'anın bütününe hakim olan bir okuma yapmak gereklidir. Bütünlük gözetilmeden yapılan okumalarda, bazı işkallerin ortaya çıkması muhtemel olup , bu işkaller konu ve Kur'an bütünlüğü ile kolayca çözülebilir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)