Analojik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Analojik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Yusuf'un Gömleğinin Babasını Basir Hale Getirmesi İle Kur'anın İnsanları Basir Hale Getirmesi Arasında Analojik Bir Bağ

Kur'anın "Ahsen Elkasas" (Kıssaların en güzeli) olarak beyan ettiği Yusuf kıssası içinde geçen anlatımlarda, Yusuf'un gömleğinin önemli bir yeri olduğunu görmekteyiz. Yakub (a.s) ın yüzüne bırakılması için, oğlu Yusuf tarafından elçi vasıtası ile gönderilen gömleği , Kur'anın teşbihi anlatım üslubu çerçevesinde  okumaya çalıştığımızda , sadece Yusuf'un sırtındaki bir gömlek olmaktan çıkarak , vahyin insanlar üzerinde nasıl bir etki yaptığını anlatan bir mesaja dönüşmektedir.

Bu yazımızda , gömleğin Yakub (a.s) a gidişi ve onun gözlerini açması ile ilgili ayetlerde geçen bazı kelimelerin , Kur'anın diğer ayetlerinde geçen bazı kelimeler ile alakasını kurmaya çalışacak , olayın sadece Yusuf'un bir mucizesi şeklinde okunması neticesinde, tarihsel bir boyutta bırakılmasının hatalı bir okuma olduğu düşüncesinden yola çıkarak , bu olayın evrensel bir mesajı olduğu düşüncesi ile , ilgili ayetler üzerinde tefekkürde bulunmaya gayret edeceğiz.

Bilindiği üzere Yusuf, kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan yıllar sonra kardeşleri ile yeniden yüz yüze gelmiştir. En küçük kardeşini yanında alıkoyan Yusuf'un diğer kardeşleri babalarına giderek durumu anlatmışlar ve babaları bu habere karşı şunları söyler.

[012.083] (Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»

Yakub (a.s) bir elçidir ancak aynı zamanda bir babadır , onun Yusuf'a olan hasreti onu yıpratmış ve büyük bir üzüntüye sevk etmiştir. Onun bu durumu şu şekilde anlatılmaktadır;

[012.084] Ve onlardan yüz çevirdi ve: «Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım» dedi ve gözleri üzüntüsünden  ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu.

Yakub (a.s) oğullarını Yusuf ve kardeşini bulmaları için geri gönderirken söylediği sözlerin içindeki "Ravh" kelimesi , Kur'anın odak kavramlarından birisidir. Ruh kelimesi ile aynı kökten türeyen bu kelime, konumuzu yakından ilgilendirmektedir.

[012.087]  «Ey oğullarım, gidin, Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden (ravhillehi)ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden (ravhillehi)ümit kesmez.»

"Ravh" kelimesi , Kur'anda rüzgara isim olmuş bir kelimedir. Rüzgar ise, beraberinde yağmuru getiren bir esinti olup , bu yağmurun ölü beldeyi canlandırdığını beyan eden ayetleri sadece literalliği dahilinde değil , daha geniş anlamda vahyin ölüleri canlandırmasını ifade etmesi dahilinde de okunması gerektiğini düşünmekteyiz. 

[007.057]  Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah'tır. Rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız.

[035.009]  Rüzgarları gönderip de bulutları yürüten Allah'tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir.

Kardeşleri Yusuf'un yanına geldikten sonra arada geçen konuşmalardan sonra , Yusuf kardeşlerine şunları söyler ; 

İzhebû bikamîsî hâzâ fe elquhu alâ vechi ebî ye’ti basira basîran), ve’tûnî bi ehlikum ecma’în(ecma’îne).

[012.093] Siz benim şu gömleğimi! götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin!»

Yusuf (a.s) gömleğinin babasının yüzüne bırakılması ile onun görür, yani "Basir" hale gelmesinin ,  mesaj içerikli okunması gereken ifadeler olduğunu düşünmekteyiz. Mesaj içerikli olarak okunmadığında bu ifadeler, sadece Yusuf'un bir mucizesi olarak kalacak ve bize dair söylediği bir şey olabileceği noktasında tefekkür imkanı olmayacaktır. İlgili ayetleri okumaya devam ederek , konu bittiğinde bu kelimelerin diğer ayetlerde geçişleri ile bağ kurarak mesajı okumaya çalışacağız.

Ve lemmâ fasalatil’îru kâle ebûhum innî le ecidu riha yûsufe lev lâ en tufennidûn(tufennidûni).

[012.094]  Kafile ayrılınca babaları dedi ki: Bana bunak demezseniz; Yusuf'un kokusunu buluyorum.

Yakub (a.s) ın söylediği "le ecidu riha yusufe" (Yusuf'un kokusunu buluyorum) sözünü , surenin 87. ayetinde geçen "Allah'ın ravh'ından ümit kesmeyiniz" sözü ile birlikte okuduğumuzda, Allah (c.c) den ümit kesmemenin karşılığını almış olmak açısından, daha kolay anlaşılacaktır.

Fe lemmâ en cael beşiru elkahe ale vechihi fertedde basira, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

[012.096]  Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub «Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?» dedi.

Ayet içinde geçen ELBEŞİR  , BASİRAN kelimeleri, konumuzun anahtar kelimeleridir. Anahtar kelime olarak, daha önceki ayetlerde geçen RAVHUN kelimesini de ilave ettiğimizde, bu kelimelerin Kur'an bütünlüğünde ortak yönünü bulmaya çalışarak Yakub (a.s) ın gözünün açılmasının bize dair mesajını okumak kolaylaşacaktır.

Yusuf suresini okuduğumuz zaman , bu sure içinde Kur'an tarafından teknik veya ıstılahi anlam yüklenmiş (Rab , Resul , Dalal , Aziz , Basir, Beşir , Melik v.s gibi) bazı kelimelerin, sözlük anlamlarında kullanıldıklarını görmekteyiz. Bu kullanımlar bize o kelimelerin ıstılahi anlamlarını anlamakta kolaylık sağlamaktadırlar. 

[034.028]  Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci (beşiran) ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.

Kur'ana baktığımızda "Beşir" (müjdeci) kelimesinin , Allah (c.c) nin insanlar içinde seçtiği ve onun mesajını iletmekle yükümlü olan kimselere verilen isimlerden birisi olduğunu görmekteyiz.

[035.019]  Kör ile gören (Basiru) eşit olmaz.
[040.058]  Kör ile gören (Basiru), inanıp yararlı iş işleyenlerle kötülük yapan bir değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz?

Kur'anda bir çok ayet, kör (ama) ile gören (basir) in eşit olmadığını beyan etmektedir. "Ama" ve "Basir" olma halinin , kafalardaki gözlerin görüp görmemesinden daha ziyade, mecazi anlamda kullanılarak , vahye karşı olan inkarcı tavrın bir sonucu olarak, insanlardaki oluşan bir durumu tasvir anlamında kullanıldığını görmekteyiz.

Ayrıca aynı sure içinde "Basiret" kelimesinin kullanılmış olması dikkat çekicidir. 

[012.108]  De ki: «İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ederim, ben ve bana uyanlar; Allah'ı tenzih ederim ve ben ortak koşanlardan değilim.»

"Ravh" (rüzgar) kelimesinden türemiş olan "Ruh" kelimesinin , "İnsanlara hayat veren bir esinti" anlamında kullandığımızda , Allah (c.c) nin BEŞİRLERİ aracılığı ile, AMA (kör) olan insanları , BASİR (görür) hale getirmek için indirdiği vahiy olduğunu anlayabiliriz.

[042.052] İşte böylece Biz; sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz; onu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.

Ayetleri toparlayacak olursak ; Yusuf, seçtiği elçi (El beşir) ile , gözlerine ak düşmüş olan babasına gömleğini göndererek , o gömleğin babasının yüzüne bırakılmasının sonucunda babasının, görür (Basiran) hale geleceğini söylemektedir. 

Yusuf'un gömleği, bu noktada sadece bezden yapılmış bir giysi olmaktan çıkmış , metaforik bir anlama bürünerek , VAHYin insan üzerindeki etkisini anlatmaktadır. 

Yakub (a.s) ın gözlerine ak düşmüş olmasını , gözlerinin açılmaya muhtaç hale gelinmiş olması şeklinde düşündüğümüzde , Yakub (a.s) ın düştüğü durum daha geniş bir anlama bürünerek , bizlere dair mesajı olan bir anlatım haline dönüşecektir. 

Herhangi bir insan, hayatının herhangi bir kesitinde , başına gelen sıkıntılı bir işten dolayı vahyin aydınlatıcılığına ihtiyaç duyabilir. Yakub (a.s) ın durumunu okuduğumuzda bunu anlayabiliriz. Yakub (a.s) elçi bir kuldur fakat , onun gözlerine ak düşmesi , beşer yönünün ağır basarak oğluna olan hasretinin yani sıkıntılı bir duruma düşmesinin sonucudur. 

Yakub'un oğluna olan hasretinin neticesinde gözlerine ak düşmüş olmasının , gömleğin yüzüne bırakılması sonucunda yok olmuş olmasını genelleştirerek , "Bazı insanların içinde bulunduğu sıkıntılı durumun, vahyin ona getireceği çözüm ile son bulacağı" şeklinde okuduğumuzda , Yusuf'un gömleği yani VAHY, nasıl  Yakub'un yüzüne ilka edildiğinde onun gözünü nasıl BASİR hale getirdi ise bizler, içinde bulunduğumuz bir takım sıkıntılara karşı çözümü , VAHYin bizim üzerimize bırakıldığında bulacağımız , yani vahye müracaat ettiğimizde beyan edilmiş olmasını, konumuz ile ilgili ayetleri mesaj içerikli okuduğumuzda anlayabiliriz. 

Bütün bunlardan sonra "Basiret" kelimesinin , Kur'an ve vahy ile ilişkilendirildiği ayetler, anlamını daha kolay bulacaktır.

[012.108]  De ki: işte benim meslekim bu, basıret üzere Allaha da' davet ederim ben ve banan tabi' olanlar, ve Allahı tesbih ile tenzih eylerim ve ben müşriklerden değilim.
[016.108]  İşte Allah'ın kalblerini, kulaklarını ve gözlerini(ebsarihim) mühürlediği kimseler bunlardır. Gafiller de işte bunlardır.
[024.044]  Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Doğrusu, görebilenler için (li ulilebsari) bunda ibretler vardır.
[032.009] Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler (vel ebsare), kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
[038.045]  Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla.
[045.023]   Heva ve hevesini tanrı edinen Allah'ın bir bilgiye dayalı olarak şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü (basarihi) perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hal& anlamıyor musunuz?

[006.104] Hakıkat Rabbınızdan size bir çok basıretler geldi artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir ve o halde ben size karşı muhafız değilim
[007.203]  Ve sen onlara bir âyet getirmediği zaman derib toplasa idin' a dediler, de ki: ben, ancak rabbımdan bana ne vahiy olunuyorsa ona ittiba' ederim bütün bu Kur'an rabbınızdan gelen basıretlerdir ve iyman edecek bir kavm için bir hidayet ve rahmettir
[017.102] [E0] Alimallah dedi: pek âlâ bilirsin ki bunları o Göklerin Yerin rabbı, sırf birer basîret olmak üzere indirdi, her halde ben de seni ya Fir'avn! Helâk olmuş zannediyorum
[028.043] [E0] Celâlim hakkı için biz Mûsâya o kitabı kurûnı ûlâyı ihlâk ettiğimizden sonra nâsın vicdanlarını tenvir edecek basîretler, ve bir hidayet-ü rahmet olmak üzere verdik, gerek ki tezekkür ederler

[045.020]  Bu , insanlar için basiretlerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.

Sonuç olarak ; Yusuf'un gömleğinin babasının üzerine atıldığında onun gözlerinin açılmış olmasını , sadece yaşanmışlığında bırakarak okumak yerine , bizlere dönük mesajlar olabileceği şeklinde bir düşünce çerçevesinde okumaya çalıştığımızda , karşımıza Kur'anın benzetme ,alegori veya metafor dediğimiz anlatım üslubu çıkmaktadır. 

Gömlek , bu noktada sadece bezden yapılmış bir giysi değil , vahyin insanı görür hale getirmiş olmasının gerçek olduğunu bizlere anlatmaktadır. Yani hayatımızın herhangi bir kesitinde karşımza çıkan ve vahyin çözüm getirdiği bir soruna , elimizde olan vahiy ile çözüm bulmaya çalıştığımızda gözlerimiz BASİR hale gelerek , yolumuz aydınlanacaktır. 

Bu çalışmadaki maksadımız , Kur'andaki bazı kavramların insan zihninde kalıcılık ve anlama kolaylığı sağlaması bakımından, kıssalarda geçen kelimeler ile ilişkisini kurmaya çalışmaktır. Kur'anı doğru anlamanın yollarından birisinin kelimelerin Kur'an bütünlüğü dahilinde ilişkisini kurarak okumak olduğunu göstermeye çalışmaktır.

"Basir" , "Beşir" , "Ruh" , "İlka" kelimeleri ve türevlerinin geçtiği ayetleri okuyarak , Yakub (a.s) ın "Basir" hale gelmesini anlamaya çalıştığımızda söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


19 Şubat 2016 Cuma

HUD s. 43. Ayeti:Nuh'un Oğlunun Sığındığı Dağ İle Kur'an Dışında Sığınılanların Arasında Analojik Bir bağ Kurma Çalışması

Kur'an kıssaları , yaşanmış hayatlardan örnekler vererek , yaşanmakta ve yaşanacak olan hayatlara dair mesajlar içeren anlatımlardır. Kur'an içinde anlatılan bir kıssa , içinde bir çok mesajları taşıma kapasitesine sahip anlatımlar olup, bir çok alt başlık halinde okunabilme imkanına sahiptir . Kıssalar ile anlatılan bu yaşanmışlıklar , bizlerin bu anlatımlardan kendi yaşamlarımıza dair mesajlar çıkarmamızı beklemektedir. 

Bu yazımızda , Hud suresi içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasının 43. ayetinde Nuh'un oğlunun, babasının çağrısını ret ederek , "Cebel" e (Dağ) sığınarak helak olmaktan kurtulabileceği zannının ,onu kurtaramadığı konusunu ele almaya çalışarak , bu durumun bize dönük olarak nasıl bir mesajı olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Nuh (a.s), uzun yıllar boyunca kavminin şirkten kurtulup Tevhide dönmesi için çağrılar yapmış , bu uğurda gece gündüz durmadan çalışmasına rağmen , kendisine az bir insan iman etmiştir. Nuh (a.s) Rabbine dua ederek , artık elinden geleni yaptığını bu kafirleri helak etmesini istemiş ve bu  duası Rabbi tarafından kabul edilerek kavmi helak edilmiştir.

Hud s. içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasına baktığımızda , Tufan başladığı zaman oğluna , "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma" şeklinde seslendiğini görmekteyiz (Hud .s 42). 

Babasının bu çağrısına karşı oğlu ona , "Dağa (Cebel) sığınırım, beni sudan(Min el mai) kurtarır" cevabını verir. Ancak oğlunun sığındığı CEBEL yani dağ onu korumamış ve neticede su da boğulmuştur (Hud s. 43).

Bu olayın bize bakan yönünün okunabilmesinin, ayet içinde geçen ve Nuh (a.s) ın oğlunun , kendisini su dan koruyacağını zannederek sığındığı, CEBEL (Dağ) kelimesinin ifade ettiği anlamın güncelleştirilerek mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Bu kelimeden yola çıkarak , farklı kurtarıcılar peşinde koşmanın kişileri su da boğmasının, bizler için nasıl gerçekleşebileceğini okumaya çalışacağız.

Nuh (a.s) kıssasının en önemli objesi GEMİ olup , bu gemiye binenler helak olmaktan kurtulur iken , binmeyenler ise helak olmuşlardır. Kıssaları güncel mesajlar olarak okumanın gereğine binaen , bu gemi sadece Nuh (a.s) kıssası ile tarih sahnesinden silinen veya falan dağ da kalıntısı aranan bir obje olarak görülmeyerek , bize dönük mesajı olan bir obje olarak okunmalıdır.

EL FULKE (Gemi) , Nuh (a.s) a Allah (c.c) tarafından yapılması emredilen bir araçtır. Nuh (a.s) kıssasında "Mü'min" veya "Kafir" ayrımı, kişilerin o gemiye binip binmemesi sonucunda yapılmıştır. Gemiye binen Mü'minler helaktan kurtulmuş , binmeyen kafirler ise helak olmuşlardır. Nuh (a.s) kıssasındaki Gemi artık sadece bir binek aracı olmaktan çıkarak , helaktan kurtuluşun bir yolu olan, evrensel bir sembol haline gelmiş ve bize dönük mesajı olan bir objedir.

GEMİ artık , bir seyahat aracı olmaktan çıkmış , Nuh kavminden iman edenlerin DÜNYA VE AHİRETTE KURTULMALARINA VESİLE OLAN BİR ARAÇ olmuştur . Bu gün bizlerin dünya ve ahirette kurtulmasına sebep olacak olan geminin yani aracın adı ise "KUR'AN" dır. Nuh (a.s) ın oğlu bu gemiye binmeyerek , nasıl dünya ve ahirette helak oldu ise , Kur'anı hayatına rehber edinmeyenler , aynı şekilde dünya ve ahirette helak olacaklardır.

Bu bağlamda Nuh (a.s) ın oğlunun "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" sözü, önem kazanmaktadır. Bu sözü ,bize dönük bir mesaj olarak okuduğumuzda , "CEBEL" (Dağ) kelimesi , GEMİDEN YANİ KUR'ANDAN KAÇANLARIN SIĞINDIKLARI HER TÜRLÜ SIĞINMA ARACININ ADI OLARAK EVRENSEL BİR ANLAM KAZANMAKTADIR. 

Nuh (a.s) ın oğlunun GEMİye binmeye yanaşmayarak , başka bir kurtarıcı olarak CEBELe sığınmayı tercih etmesi , onu kurtaramamış , sonuçta oğlu boğulanlardan olmuştur.

Artık Nuh (a.s) kıssasında bir obje olan CEBEL (Dağ) , evrensel bir anlama bürünerek , Kur'an dışında sığınılan kurtuluş araçlarının yani "Sahte Kurtarıcı" ların ortak bir isim haline gelmiştir.

Nuh (a.s) ın oğlunun helak olmasının bize dönük mesajı , Kur'andan başka sığınaklar olduğunu zannına kapılarak , onlara sığınanlar ve bu sığınakların kendilerini dünya ve ahirette kurtuluş sağlayacağını zanneden her kim olursa olsun bu zannı onu helak olmaktan kurtaramayacak olduğunun yaşanmış bir örnek üzerinden canlı bir biçimde gösterilmesidir. 

Bu noktada , insanları kurtuluşa götürdüğü zannedilen , fakat gerçekte helake götüren "CEBEL" lerin yani "Sahte Kurtarıcı" ların ne veya kimler olabileceği sorusunun cevabı gündeme gelmektedir.

"Kur'an", insanların dünya hayatlarında tabi olacakları kuralları ihtiva eden bir kurallar manzumesi olarak Rabbimizin bizler için indirdiği bir kitaptır. Bu kitabın muhteviyatı , insanların dünya hayatı içinde tabi olacakları kuralların temellerini bizlere beyan eden etmektedir. Bu kitabın ihtiva ettiği beyanları hayatları içinde tatbik edenlerin , dünya ve ahirette kurtuluşa erecekleri Rabbimiz tarafından haber verilmektedir.

Bunun tersi olarak , bu kitabın muhteviyatını hayatlarına tatbik etmeyenlerin ise dünya ve ahirette helak olacakları, geçmiştekilerin yaşanmış örnekleri şeklinde bizlere sunulmaktadır. 

Vahyin haricindeki kurtarıcılar neden sahtedir ?. 

"Kurtarıcı" vasfına sahip olan bir yaşam sisteminin yani "DİN" in, insanlara sadece dünya garantisi değil "Dünya ve Ahiret" garantisini birlikte vermesi gerekmektedir. Çünkü insan sadece dünya hayatını yaşayan, öldükten sonra toprak olan bir canlı değil , öldükten sonra yeniden diriltilerek ebedi bir yaşama devam eden bir canlıdır.

İnsanın ölümle bitmeyen bir hayatı olduğunu göz önünde bulundurarak , ona her iki tarafta mutlu ve mesut bir yaşam garantisini sadece Allah (c.c) nin dini olan İslam, vaat etmektedir.

İslam'ın haricindeki bütün yaşam sistemleri , insanı sadece dünya hayatında yaşayan ve ölen bir varlık olarak görerek , ona bu bakış açısı ile bakarak , onun için bir takım yaşam sistemleri önermektedirler. Bu önermeler insanlara, dünya hayatı içinde mutlu ve mesut bir hayat getirmediği gibi , ahiret hayatında da ebedi olarak cehennem ile cezalandırılmasına sebep olacaktır.

Kur'an ve önceki kitapların tamamının ortak çağrısı , insanı dünya ve ahireti birlikte düşünerek , ona göre bir yaşam biçimi yani dini tercih etmesini tavsiye etmektedir. Kur'an içinde anlatılan kıssalar , tek taraflı bir hayatı tercih ederek dünyaya saplanan ve ahireti hesap etmen bir yaşam sürenlerin akıbetlerini haber vererek , bu tür yaşam sistemlerini tercih edenlerin , dünya hayatlarının helak olmak ile son bulduğunu bizlere bildirmektedir.

Ahiretteki sonsuz yaşamı hesaba katmayarak , sadece dünya hayatı ile ilgili düzenlemeler vaz eden yaşam sistemlerinin ortak adı "Şirk düzenleri" olup , bu düzenler ile yönetilen kavimlerin helak edilme sebepleri , ahireti ötelemeleri sonucunda yaptıklarının hesabını vermek gibi bir kaygı içinde olmadan yaşamalarının getirdiği sonuçlardır . İşte bu yaşamlar sonucunda ortaya çıkan fesat , o kavimlerin helakına sebep olmuştur.

Ved , Suva , Yeuk , Yeğus ve Nesr adlı putlar , Nuh (a.s) ın kavminin bırakmamakta direndiği putlar olup , bu putlar evrensel bir sembol olarak , Allah (c.c) nin dininin dışındaki yaşam sistemlerini temsil etmektedir. 

Dün Nuh kavminde görülen bu isimlerin yerini , Kapitalizm , Liberalizm , Marksizm , Kemalizm v.s gibi sistemler almış olup , dün kavminin müşrik ileri gelenlerinin bu günkü torunları , bu sistemleri bırakmamak için direnmektedirler. Bu düzenler , Nuh'un oğlunun kendisini kurtaracağını zannettiği "Cebel" ler olup , "Gemi" ye yani vahye binmeyen kim olursa olsun , onları boğulmaktan kurtaramayacaktır.

Sonuç olarak ; Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini dünya ve ahirette kurtaracak olan gemiye binmeyi ret ederek , kendisini koruması için dağa sığınmasını bize dönük mesajlar olarak okuduğumuzda , "GEMİ",  insanları dünya ve ahirette kurtuluşa götüren bir araç olarak evrensel bir anlama dönüşerek bu gün yerini KUR'ANA bırakmış olan bir objedir. 

Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini koruyacağını zannettiği "CEBEL" , Kur'an karşısında olan bütün sahte kurtarıcıların ortak adına dönüşerek , Nuh'un oğlunu helak olmaktan nasıl kurtaramadı ise , bu gün "Cebel" e mukabil olan bütün sahte kurtarıcı olan yaşam sistemleri , dün Nuh'un oğluna nasıl bir faydası olmadı ise , bugünde onun torunlarına bir faydası olmayacaktır.  

Dünya ve ahirette helak olmaktan kurtulmanın yolu, Kur'an gemisine binerek hedefe ulaşmaktan geçmektedir. Kur'an gemisine binmeyerek , dağların kendisini kurtaracağını zannedenler Nuh'un oğlu gibi helak olmaktan kurtulamayacaklardır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Kasım 2015 Cumartesi

Hicr s. 89-91. Ayetleri: Semud Kavminin Devesi İle Kur'an Arasında Analojik Bir Bağ Kurma Çalışması


Kur'an'daki kıssa yollu anlatımların maksadı; bizden öncekilerin yaşadıkları hayat içindeki olumlu ve olumsuz örnekleri anlatarak, bu örneklerden bizlerin hisse almasına yöneliktir. Bu amaçla anlatılan Kur'an içindeki kıssalar doğru bir biçimde okunarak, gereken hissenin alınmasını beklemektedir.

Bu yazımızda HİCR 89 ve 91 ayetlerini ele alarak, o ayetlerdeki anlatımlardan Salih(a.s)'ın kavmine gönderilen ayet olan "Dişi Deve" ile Kur'an arasında analojik bir bağ yani benzerlik olduğundan yola çıkarak ve bu ikisi arasındaki bağı okuyarak, kıssadan hisse almaya yönelik anlatımları değerlendirmeye çalışacağız.

"Analoji"; iki farklı şey arasındaki benzerlikten yola çıkarak, birincisi için dile getirilen şeyin, diğeri için de söz konusu olduğunu ifade etmek için kullanılan bir kelimedir.

Ve kul innî enen nezîrul mubîn(mubînu).
[015.089] Ve de ki: «Ben, şüphesiz ben apaçık korkutucuyum.»

Ke mâ enzelnâ alel muktesimîn(muktesimîne).
[015.090] Muktesimlerin (yeminleşenlerin) üzerine indirdiğimiz gibi,

Ellezîne cealûl kur’âne ıdîn(ıdîne).
[015.091] Onlar ki; Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.

Bu ayetler Muhammed(a.s)'ın Mekkeli muhataplarına, kendilerinden önce yaşamış ve kendilerine gelen elçilere karşı çıkarak helak edilmiş kavimleri örnek gösteren ayetler özellikle Salih(a.s)'ın kavmi olan Semud, dikkate alınarak okunduğunda daha kolay anlaşılacaktır.

"Nezir" kelimesi "içinde korkutmanın da olduğu bir haberi veren kimse" anlamında olup bu kelime Allah(c.c)'nin gönderdiği elçiler için kullanılmaktadır.

"Mübin" kelimesi "bir nesnenin örtüsünü kaldırıp açığa çıkarmak" anlamına gelen "beyan" kelimesinden türemiş olup "örtüsü kaldırılıp açığa çıkarılan şey" anlamındadır.

Muhammed(a.s)'a "Nezirün Mübin" olduğunun muhataplarına hatırlatmasının emredilmesi ise, kendisine indirilmiş olan vahye iman edilmemesi neticesinde Mekkelilerin helak edileceği tehdidinin daha önceki kavimlerde vaki olduğunu hatırlatması yani onları korkutması, kendisinden önce gelen elçilere inen vahye iman etmeyen kavimlerin helak edildiği haberinin "Mübin" yani gerçek olarak daha önce vaki olduğunu ona inen vahiy vasıtası haber vermesi anlamındadır.

Kur'an'da kıssaları anlatılan elçilere baktığımızda, onların da aynı şekilde "Nezirün Mübin" olduğunu, yani kavimlerini tehdit ettikleri helak haberinin, kendilerinden önce yaşamış olan kavimler nezdinde gerçekleştiğini, kendileri için aynı helakın gerçekleşmemesi için hiçbir neden olmadığını haber vererek onları imana davet etmişlerdir. Hud(a.s) Nuh(a.s) kavminin helakını (7:69), Salih(a.s) da Hud(a.s) kavminin helakını (7:74) hatırlatarak, kavimlerini tehdit ettikleri helak haberinin gerçek olduğunu hatırlatmışlardır.

[009.070] Onlara kendilerinden öncekilerin: Nuh, Ad ve Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve alt üst olmuş şehirlerin haberi gelmedi mi? Bunların hepsine peygamberleri apaçık delillerle gelmişti. Demek ki Allah, onlara zulmetmiş değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

[014.009] Size, sizden önce gelip geçenlerin haberleri gelmedi mi? Nuh, Ad ve Semüd kavminin ve onlardan sonrakilerin ki, ayrıntılarını ancak Allah bilir! Onlara peygamberleri açık delillerle geldiler de onlar, ellerini ağızlarına ittiler ve: «Biz, sizinle gönderilen şeyi tanımıyoruz ve biz, bizi davet ettiğiniz şeyden kuşkulu bir şüphe içindeyiz.» dediler.

[041.013] Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: «İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım.»

Muhammed(a.s)'a indirilen Kitap'ın içindeki ayetlerden, kendisine iman edilmediği takdirde o kavmin başına gelecek olan tehdit haberinin daha önceki kavimlerin başına geldiğini öğrenmekteyiz.

90. ayette "muktesimin" olarak geçen ve "yeminleşmek" şeklinde çevirdiğimiz kelimenin anlamının meallerde genellikle, bu kelimenin "bölmek, dağıtmak" şeklindeki anlamının dikkate alınarak verildiğini görmekteyiz. Ancak aynı kelimenin "yemin etmek" anlamı da olup 90. ayetteki kelimenin bu anlamın dikkate alınarak "yeminleşmek" şeklinde çevirisinin yapılmasının daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Tetkik ettiğimiz meallerde, sadece Yaşar Nuri Öztürk ve "Ak evler Kur'an meali" adlı bir mealde bu şekil bir çeviri yapıldığını gördük.

"Yeminleşmek" şeklindeki anlamı tercih etme sebebimiz ise, 91. ayette geçen "cealu" kelimesinin geçmiş zaman sigası içinde kullanılmış olmasıdır. Bu kelimenin eğer Mekkeliler ile bir bağı olmuş olsaydı, şimdiki zaman kipi yani muzari sigasında kullanılması gerekirdi. Mazi sigasında kullanılmış olması, bizlere Mekkelilerden önce yaşamış olanlar ile ilgili olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

"Muktesimin" kelimesine "yemin etmek, yeminleşmek" şeklinde bir anlam verdiğimizde 90. ayetin çevirisi şu şekilde olmaktadır;

90 - Tıpkı yeminleşenler üzerine indirdiğimiz gibi.

Burada "yeminleşenler" olarak bahsedilen topluluğun kim oldukları sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Bu sorunun cevabına geçmeden önce 89. ve 90. ayetlerinin anlamını hatırlayalım;

De ki; "Ben sizden önceki, yeminleşen üzerine, elçileri vasıtası ile inen vahiyde olduğu gibi helak tehdidi haberlerinin aynısını getirmiş olan apaçık bir korkutucuyum."

Şimdi "yeminleşenler" adı verilen verilen topluluğun kimler olabileceği üzerinde düşünebiliriz.

Salih(a.s)'ın NEML Suresi içinde geçen kıssasına baktığımızda bu topluluğun "Semud" kavmi olduğunu söyleyebiliriz.

[027.045-52] Andolsun ki; Semud'a da kardeşleri Salih'i; Allah'a ibadet edin, diye gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki grup oluverdiler. Dedi ki: «Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülük konusunda acele davranıyorsunuz? Allah'tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz» Dediler ki: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık: O da: Uğursuzluğunuz Allah katındandır. Belki siz, imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi. Şehirde dokuz kişi vardı ki; yeryüzünde bozgunculuk yapıyor ve ıslah etmiyorlardı. Allah'a YEMİNLEŞEREK (Tekasemu) birbirlerine şöyle dediler: «Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da velisine, 'Biz o ailenin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz' diyelim.» Onlar bir düzen kurdular. Onlar farketmezlerken Biz de bir düzen kurduk. Düzenlerinin sonunun nice olduğuna bir bak. Biz; onları ve kavimlerini toptan yerle bir ettik. İşte zulmetmelerinden dolayı çökmüş, ıpıssız kalmış evleri. Muhakkak ki bunda; bilen bir kavim için ayet vardır.

Salih(a.s) Semud kavmine, şirki terketmeleri için gönderilmiş olan "Nezirün Mübin"lerden bir tanesidir. Salih(a.s) aracılığı ile Semud kavmine, şirki terkedip tevhide dönmeleri için gerekli ikazlar yapılmış olup, Muhammed(a.s) da Salih(a.s) gibi Mekke toplumuna, kendisine iman etmedikleri takdirde Semud kavminin helakının bir benzerinin başlarına geleceğini haber vermektedir (41:13).

Şimdi burada haklı olarak, Semud kavminin Kur'an ile ne alakası olduğu sorusu akla gelecektir. Bu alakayı, Semudlular ile Mekkeliler arasında analojik bir bağ yani benzerlik kurarak anlamanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Kur'an; muhataplarına vermek istediği mesajı anlama kolaylığı sağlamak amacı ile bu tür analojiler kullanmaktadır.

Örneğin; NUH Suresi içinde gördüğümüz ve Nuh kavminin putları olarak sayılan Vedd, Suva, Yeuk, Yeğus ve Nesr adlı putlar, aslında Nuh kavminin putları değil, farklı Arap kabilelerinin tapmış olduğu putların adı olup, Nuh kavminin şirki ile Arap toplumunun şirki arasında analoji yani benzerlik kurularak, tapmış oldukları putların, tıpkı Nuh kavminin şirki ile aynı olduğu, bu sebepten ötürü Nuh kavminin uğradığı akıbetin bir benzerine uğrayabilecekleri tehdit edilmektedir.

Semud kavmine gönderilen ve "ayet" adı verilen "dişi deve"ye, Semud kavminin yaptığı muamele ile, Mekkelilere gönderilen "Kur'an" adlı ayete, Mekkelilerin yaptığı muamele arasındaki benzerliği kurmaya çalışalım.

[011.064-65] «Ey kavmim, size işte bir ayet olarak Allah'ın dişi devesi; onu serbest bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülük (vermek niyetiy) le dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azab sarıverir.» Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman Salih: «Yurdunuzda üç gün daha kalın. Bu, yalanlanmayacak bir sözdür» dedi.

[026.155-157] Dedi ki: İşte şu devedir. Su içme hakkı; belirli bir gün onun ve belirli bir gün sizindir.Sakın ona bir kötülük yapmayın. Yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir.Onlar ise onu kestiler de pişman oldular.

[007.073] Semûd kavmine de kardeşleri Salih Peygamberi, ey kavmim! Dedi: Allaha kulluk edin, ondan başka bir ilâhınız daha yok, işte size rabbınızdan açık bir ayet geldi, bu, Allahın nâkası size bir âyet, bırakın onu Allâhın Arzında otlasın, sakının ona bir fenalıkla dokunmayın ki sonra elîm bir azâba uğrarsınız

Allah(c.c)'nin göndermiş olduğu ayete yani deveye iman etmek zorunda olan Semud kavmi, o ayeti yani deveyi inkar ederek keser, onların bu deveyi kesme fiilleri "Akaru" kelimesi ile ifade edilmektedir.

"Akaru" kelimesi "bir şeyin aslına vurmak, kökünü kazımak" anlamındadır. "Akartunnahle" (Hurma ağacını kökünden kestim), "Akartulbaire" (Deveyi boğazladım).

Semud kavminin kendilerine ayet olarak gönderilen deveyi boğazlamaları, onların Allah(c.c)'nin indirdiği ayete karşı olan cüretlerini göstermektedir. Aynı cüreti Mekkeliler de göstererek, Kur'an'a karşı olan inkarlarını ve elçiye karşı olan kinlerini her fırsatta dile ve fiile getirdiklerini yine Kur'an içindeki ayetlerden öğrenmekteyiz.

[008.030] Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar.

NEML 49 ayetinde gördüğümüz Semud kavminin elçilerinin canına kast etme niyetlerinin, aynısı Mekkeliler tarafından Muhammed(a.s)'a karşı da planlanmaktaydı.

91. ayete baktığımızda; Semud kavminin kendilerine gönderilen elçi ve ayete karşı olan tutumları aynen Mekkelilerin elçi ve ayetlere karşı olan tutumları ile benzeştirilerek anlatılmaktadır.

[015.091] Onlar ki; Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.

Ayetin Arapça metni olan "ellezîne cealûl kur’âne ıdîn(ıdîne)" ibaresindeki "ceale" fiilinin, geçmiş zaman sigasında kullanılması maalesef birçok meal yapıcısı tarafından dikkate alınmayarak, Mekkeliler olarak anlaşılmıştır. Ayetin metnindeki "Kur'an" ifadesinin bu anlamı desteklediği düşünülerek, hiç tereddüt edilmeden Mekkelilerin yaptığı bir işlem olarak anlam verilmiştir. Evet Mekkeliler Elçi ve Kitap'ı inkar etmekteydiler ancak onların bu inkarları, Semud kavminin inkarı ile analojik bir bağ kurularak anlatılmaktadır. Maalesef bu nokta gözden kaçırılmıştır.

91. ayet içinde geçen "Idine" kelimesi "kırıldığı ve parçalandığı anda işe yaramayacak ve kullanılamaz hale gelecek olan değerli nesneler" için kullanılır. Bu kelime ile Semud kavminin ayeti yani deveyi kesmeleri için kullanılan "Akaru" kelimesi arasında "kesmek, parçalamak" anlamında bir anlam bağı vardır.

Aklımıza "neden her iki yerde de aynı kelime kullanılmamış?" şeklinde bir soru gelebilir. Buna cevap olarak "Akaru" kelimesi ile ifade edilen nesnelerin, kesildikten sonra yenilerek işe yaraması söz konusu olabilirken, "Idine" kelimesi ile ifade edilen Kur'an'ın parçalara bölünmesi halinde yani bir kısmına iman edilip, bir kısmına iman edilmemesi sonucunda hiçbir işe yaramayacağı ifade edilmektedir. Kur'an için böyle bir ifade kullanılması, böyle bir parçalamanın bize dönük mesajlarının okunmasını gerektirmektedir.

Buraya kadar yazılanları toparlayacak olursak; Mekkelilerin kendilerine gönderilen Kur'an'ı red etmeleri ile , Semud kavminin kendilerine gönderilen ayeti red etmeleri aynileştirilerek, onların deveyi yani ayeti red etmeleri, Kur'an'ı red etmeleri şeklinde analojik bir bağ ile beyan edilmektedir . Semud kavminin, ayeti yani deveyi red etmeleri sonucunda başlarına gelenler ile, Mekkelilerin ayeti yani Kur'an'ı red etmeleri sonucunda başlarına gelecek olanlar Semud kavmi örneğinde gösterilmektedir.

Buradan şunu anlamak mümkündür; Kur'an parçalanmadan yani hiçbir ayeti ötelenmeden hayat içinde bütüncül bir şekilde pratize edilmesi gereken bir hüküm kaynağıdır. Çoğumuzun yaptığı şekli ile namaz, oruç gibi ibadetleri Kur'an'dan alıp hayat içinde gerekli olan ibadet hükümlerini başka kitaplardan almanın adı, "Kur'an'ı parçalamak" anlamına gelecektir. Bu parçalama Semud kavmine gönderilen ayet olan devenin parçalanması ile aynı olup, devenin parçalanması sonucunda Semud kavminin başına gelen akıbetin benzeri, Kur'an'ı parçalayanların başına gelecektir. Bu konuyu daha etraflı bir biçimde "Semud Kavminin Helakının Örnekliğinde Helakın Evrenselliği" başlıklı bir yazıda ele almaya çalışmıştık.

Allah(c.c) göndermiş olduğu Elçi ve Kitaplar ile dünya hayatında yaşayan insanların tabi olacakları kuralların ana hatlarını belirlemiştir. İnsanlar, şayet bu kuralların yerine başka kurallar hayata geçirmeye kalktığı anda hayatın düzeni bozularak yer yüzünde fesat meydana gelecektir. Yaşanan bu fesat toplumları yıkıma götürerek onların helak olması anlamına gelir.

[017.058] Hiç bir ülke (veya şehir) olmasın ki, kıyamet gününden önce biz onu (ya) bir yıkıma uğratacağız veya onu şiddetli bir azabla azablandıracağız; bu (muhakkak) o kitapta yazılıdır.

Dünya tarihine baktığımız zaman, dünya sahnesine gelen birçok uygarlığın tarih sahnesinden silindiğini görürüz. Bu uygarlıkların tarih sahnesinden silinme sebebi, kendileri için belirlenen ilahi kurallar yerine beşeri kuralları yaşam alanına sokmalarıdır. Bu helak yasası kıyamete kadar geçerli bir yasa olup, beşeri kuralları benimseyerek, ilahi kuralları benimsemeyen bütün toplumlar tarih sahnesinden silinecektir.

Sonuç olarak; Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile bizden önceki yaşamlardan örnekler vererek, kıssadan hisse alınmasını amaçlamaktadır. Konumuz olan ilgili ayetleri bu kıssaların, özellikle Salih(a.s) kıssası içinde geçen anlatımlar örnek alınarak okunmaya çalışılmasının daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz. Yaptığımız çalışma "Deve" ve "Kur'an" kelimelerinin arasındaki ortak payda olan "Ayet" kavramı arasında analojik bir bağ kurarak ilgili ayetleri anlamaya çalışmaktır.

Yapılan meallerin bir çoğunun böyle bir analoji kurularak yapılmadığı için, Semud ile bağı kurulmamış bir halde anlam verilmeye çalışıldığını gördük. "Bizim yaptığımız doğrudur" demek istememekle birlikte, ilgili ayetlerin Salih(a.s) kıssası göz önünde bulundurularak okunduğunda, Kur'an'ın Kur'an ile tefsirinin daha isabetli yorumlar çıkaracağını söyleyebiliriz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.