Müslümanlarının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslümanlarının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2015 Perşembe

Türkiye Müslümanlarının Savrulma Seyri

Allah (c.c) yeryüzünde yaratmış olduğu insanlara sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanımalarını , başka İlah ve Rablere kulluk etmemelerini hatırlatan Elçiler ve Kitaplar göndermiştir. Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olması demek , yarattıkları üzerinde hüküm koyma hakkının kendisinde olması anlamına gelmesi demek olup , bu hakkı sadece kendisinde gören insanlar ile bu hakkın Allah (c.c) nin olduğunu iddia edenler arasındaki savaş ilk İnsan dan beri var olmuş , son insana dek sürecektir. 

Kur'an da anlatılan Elçi kıssaları tarih boyunca yaşanan bu mücadelenin canlı örnekleri olup , özellikle Elçiler ve onlarla birlikte olanlarda ki örneklerin bizler için de dikkate alınması gerekmektedir. Elçiler ve onlarla birlikte olanların bizlere anlatılması , onların ne kadar Kahraman ve Mü'min olduklarının entellektüel sohbetlerde anlatılarak, masal tadında dinlenmesi için değildir. 

Elçiler ve onlarla birlikte olanlar , Müşrik kavimleri ile aralarında keskin bir çizgi oluşturarak onların dinleri ile alakalarını kesmişler sadece Allahın Dinini yaşamak için gayret etmişlerdir. Bu süreç, ta ki Muhammed (a.s) ın Elçiliğinde de böyle gerçekleşmiştir. Kur'an , bütün Elçilere olduğu gibi Muhammed (a.s) a da  DİN YALNIZ ALLAHIN OLANA , FİTNE YERYÜZÜNDEN KALKANA KADAR CİHADA DEVAM hedefi göstererek bu yolda nasıl yürümesi gerektiğini ona ve onunla birlikte olanlara göstermiştir. Muhammed (a.s) dan önceki Elçilerin kıssaları işte burada devreye girerek bu yolda yürüyen öncekilerin mücadeleleri ve çektikleri çileler, o ve onunla birlikte olanların yolunu aydınlatmıştır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlara tavsiye edilen en önemli nokta kimseyle "MÜDAHENE" de, yani  tavizkar bir tutum içinde bulunmaması idi. "Başarıya giden yolda her yol meşrudur" deyip vahyin onayından geçmeyen bir yol izlememesi emri en önemli noktaydı.  

Şurası asla unutulmamalıdır ki , Allah (c.c) Elçilerine ve onlarla birlikte olanlara , İLLAKİ veya NE OLURSA OLSUN veya NEYE MAL OLURSA OLSUN şeklindeki ifadeler le iktidar olmalarının şart olduğunu beyan etmemiştir. Onlara sadece TAVİZSİZ  bir mücadele örneği sergilemelerini ve bu yolda can ve mal ile gayret etmelerini beyan etmiştir.

Türkiye de 1970 li yıllardan sonra yaygınlaşan İslami hareket, özellikle şehid Seyyid Kutub başta olmak üzere nebevi bir metod öneren Alimlerin kitaplarının çevrilmesi ile atağa kalkmıştır. O benzeri Alimlerin çizgisini izleyen bir çok Türkiye li Alim ve yazar bu çizginin devam etmesinde önemli bir rol oynamıştır , hala oynamaktadır Allah (c.c) onlardan razı olsun. 

İlerleyen yıllarda özellikle A.K.P nin iktidar olması bu hareket seyri üzerinde olumsuz etkiler yaparak büyük bir savrulmaya yol açtığı görülmektedir. A.K.P iktidarı öncesi , Anavatan partisi ve Refah partisinin iktidarlarında Dünya hayatının geçici menfaati olan mal , servet , güç ve ihtişam ile tanışmaya başlayan Müslümanlarının, A.K.P iktidarı döneminde bu tanışıklığının zirve yaptığına şahid olmaktayız.  

İktidarın getirdiği geçici menfaatlere sahip olmanın hem devam etmesi , hem de genişlemesi için bu iktidarın devam etmesi gereği artık İslami söylemler etrafında dile gelmeye başlamış olması , savrulmanın en büyük göstergesidir.

İslami söylem etrafında toplanan Müslümanların iktidar karşıtı söylemleri , iktidar yanlılarınca , "Biz gelmezsek C.H.P gelir" merkezli söylemler ile savunulmakta olduğu görülmektedir. İktidarın önde gelenlerin bir çoğunun, Dini tahsil veren okullardan mezun olmaları ve Namaz , Hacc , Oruç v.s ibadetleri yerine getiriyor olmaları bu insanların iktidarda kalmasını gerekçelerinden bir haline getirilmiştir.

Bizim bakış açımız maalesef , iktidardakilerin bu gibi ibadetleri yerine getirmiş olmaları, ülke yönetimi konusundaki tabi oldukları sistemin İslami bir sistem olduğu konusunda bir düşünceye sevk etmiştir. Bu düşünceye sevk edenlerin , dün sistemi eleştiren ve yıkılması gerektiğini ifade edenler  olması bizi daha derinden yaralamaktadır.

Zaman içinde Gazete , Dergi , Tv , Vakıf , Dernek v.s gibi kuruluşlar ile cemaat haline gelen insanların ilk kuruluşlarındaki söylemlere baktığımızda İslami düşünceyi geliştirmek merkezli olduğunu görmekteyiz ve bu kuruluşların amaçları doğrultusunda ki çalışmalar herkes tarafından destek görmüştür. İlerleyen zaman içinde değişen şartlar , bu kuruluşların bir çoğunun amacından saparak iktidar sayesinde birşey elde etmek kavgasına dönüşmüştür. 

Son zamanlarda Türkiye gündemini bir hayli meşgul eden malum cemaat etrafında dönen olaylara baktığımızda , A.K.P iktidarı ile daha da güçlendikten sonra artık Devleti tehdit etmeye başlamış olması , onları bu hale getirenler tarafından bile rahatsızlık konusu olmuş ve önlerinin kesilmesi gerektiğinden hareketle çeşitli önlemler alınmıştır. Dün birbirleri ile sarmaş dolaş olanların , bu gün nasıl bir düşmanlık içinde olduklarını gördüğümüz zaman , özellikle kendilerini Müslüman kimliği ile ifade edenlerin Dünya malı için ne kadar çirkefleştiğine şahid olmaktayız.

Menfaat pastasından pay kapmak için girilen bu kavgaya İslami bir kılıf giydirmek, bu kuruluşların başında bulunan dünün keskin İslamcı ve Tevhidi söylem sahibi Alimlerine düşmüş ve onlar iktidar tarafından beslenebilmek için, önce bu iktidarın oy verilerek beslenmesinin şart olduğuna dair fetvalar üretmişlerdir. Bu fetvaları üretenlerin yıllar önce yazmış oldukları kitaplarda , yaptıkları konferanslarda sistemin TAĞUTİ bir sistem olduğu ve yıkılması gerektiği yönünde söylemler olduğu konu ile yakından ilgilenenlerin malumudur. 

Dün TAĞUTİ bir sistem bu gün nasıl İSLAMİ  bir sisteme dönüştü de Türkiye Müslümanlarının bu sisteme sahip çıkması gerektiği dillerden düşmez oldu?. 

Bir sistemin TAĞUTİ olmaktan çıkması o sistemi yürütenlerin Namazlı abdestli olmuş olmalarımı dır?. 

Namaz kılan Abdest alan insanların , TAĞUTİ  bir sistemi yürütmüş olmaları bu sistemin meşru bir sistem olduğunun kanıtımı dır ?. 

İktidar yanlılığı öyle bir çığırından çıkmıştır ki artık en baştakinin  neredeyse Mehdi ilan edilmesine ramak kalmıştır , hatta bazı mezcuplar tarafından dile getirilmeye dahi başlanmıştır. Yaklaşan Millet Vekili şeçimlerinde aday adayı olan bir takım insanların olayı siyasi bir yarış olmaktan çıkarıp "Kutsal Dava" konumuna yükseltmiş olmaları , luna parklardaki tarihi karakterlerin resimlerine kafalarını koyarak fotoğraf çektirenlere benzer fotolar ile reklamını yapan aday adaylarını gördükçe bu işin iyice cılkının çıkarılarak bir komedi haline ve yağcılık yarışına dönüştüğünü göstermektedir. 

Nebevi hareket metodu rafa kalkmamıştır kalkamaz . Bu iktidarın muhafazakar bir söylem içinde olması mevcut sistemi asla meşru göstermez. Bizler "Elçiler ve onlarla birlikte olanlar" olarak, kim nereye savrulursa savrulsun , kimseye MÜDAHANE (yağcılık -taviz) etmeden diğer Elçilerin yolunu izlemeye devam etmemiz gerekmektedir.

İnandığımız , yaşamaya çalıştığımız , öncellediğimiz bu Kitap bize bu yolu önermektedir. Dünyevi kaygılar , veya korkular bizleri bu yoldan savulup uçuruma düşmemizi gerektirmemelidir. Bakış açımız günlük siyasetin getirileri ve götürüleri açısından değil , Dünya hayatındaki bu bakış açımızın , yarın hesap günü bizi nasıl bir yere sevk edeceğini düşünerek olmalıdır.

1980 sonrası İslami söylem sahibi olarak T.B.M.M ye giren kaç kişi bu söylemlerini orada dillendirme imkanı buldular?. 

T.B.M.M ye İlk adım attıkları gün ettikleri yemin, Tağuti sisteme bağlı kalacaklarına dair dair namus ve şeref sözü değilmi ?. 

Kendilerini Müslüman olarak niteleyerek buraya girenlerin kaç tanesi bu kimliklerini sadece meclis mescidi haricinde dile getirebildi ?. 

Daha dün iktidara gelerek her şeyi düzelteceklerine dair söz verenlerin bir çoğu , iktidar öncesi sahip olamadıkları maddi yönlerini düzeltmekten başka bir iş yapmadıkları herkesin şahid olduğu bir durum değilmi?.

Televizyonlar da akrabayı kayırmanın Kur'anın emri olduğunu utanmadan iddia edenlerin cemaziyel evvellerine bakıldığında, cebi parasız ama dilinde "Kafir devlet yıkılacak elbet" sloganları düşmezdi. Cepler para ile dolduğunda artık başkalarının da ceplerini doldurmanın Kur'an emri olduğu dillerde gezer olmanın savrulmanın boyutlarını göstermesi bakımından ibretli bir örnektir.

Sonuç olarak ; İnsanların bir kısmının , Dünya hayatı ve onun geçici menfaatine dair olan sevgileri, onların Dini düşüncelerinin zaman içinde değişim göstermesine sebeb olmaktadır. Bunun bariz örneklerini, 1980 sonrasında iktidara gelen siyasi partiler içindeki geçmişi İslamcı olan kişilerin nasıl bir değişim aşamaları gösterdiklerine bakılarak görülebilir. Yaklaşan genel seçimler dolayısı ile aday olma yarışına girenlerin bazılarının kendilerini soktukları durum " üç kuruş için değer mi?" dedirtecek cinsten olması , Müslümana yakışmayacak soytarılık örneklerindendir.

Dün, Elçiler ve onlarla birlikte olanlar nasıl bir yol izledi ise , bu günde Türkiye Müslümanlarının aynı yolu izleme mecburiyeti vardır. Bir takım kimselerin , "Saray Alimi" adayı tiplerin arkasından giderek onların yollarını izlemeleri yarın kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir. Bizler ne olursa olsun ülke yönetiminde söz sahibi olmak değil , meşru yollarla ülke yönetiminde söz sahibi olmak zorundayız. Meşru yol ise mevcut sistem içindeki siyasi partilerden birisinin muhafazakar bir söylem içinde olmasından hareketle onun iktidar yapılması değildir. Meşru yolu bize Allah (c.c) ve onun Elçileri göstererek bu uğurda canlarını ve mallarını sarf ederek çaba göstermişlerdir. Bu gün mallarını sarf ederek vekil olma yarışına girenlerin , sarf ettiklerinin yerine yenileri koymak amaçlı bir çaba içinde oldukları acı bir gerçektir. İktidar çevresinde kümelenmiş olan İslami kuruluşların bağlılarının iktidara gelince nasıl bir değişiklik içine girdiğinin örnekleri ile göz önünde olması , kimsenin "Ben vekil olursam değişmem" şeklinde vereceği bir sözün ne kadar inandırıcı olabileceğini düşündürmektedir.

Rabbimiz bizleri İbrahimin ateşine su taşıyan karınca misali safını belli edenlerden kılsın.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Müdahene Kavramı ve Türkiye Müslümanlarının İktidar ile İmtihanı


Sadece kendisinin tayin ettiği kurallar çerçevesinde yaşamaları için yarattığı kullarından olan insan soyuna, Adem(a.s)'dan Muhammed(a.s)'a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler gönderen Allah(c.c); en son elçisine inkarcı muhataplarına tebliğ konusunda nasıl bir tavır takınması gerektiği yolundaki emirlerini özellikle Mekki ayetlerde beyan etmiştir.

Allah(c.c); Elçisi’ne müşrik muhataplarına hoş görünmek şeklinde bir davranışta bulunmamasını, onun sadece kendisine vahyedileni tebliğ etmek gibi bir görevi olduğunu, kimse üzerinde zorlayıcı olmadığını bir çok ayetinde beyan etmiştir. Yazımıza konu etmeye çalışacağımız KALEM 9 ayeti çerçevesinde; Elçi’ye emredilen davranış biçimi ile özellikle Türkiye Müslümanlarının içinde olduğu durumu ele almaya çalışacağız.

[068.008]  Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
[068.009]  Arzu ettiler ki müdahene etsen, o vakıt müdahene edeceklerdi
[068.010]  Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık.
[068.011]  Daima ayıplayan ve laf getirip götürene.
[068.012]  Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,
[068.013]  zobu (kaba), sonra da takma (soysuzlukla damgalı),
[068.014]  Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,
[068.015]  Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: «Eskilerin masalları» dedi.
[068.016]  Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz.

Bu ayetler önce Elçi’ye, sonra bizlere tebliğ yolunda nasıl bir yol izlemek gerektiğini öğreten ayetlerdendir. 9. ayetteki yapılmaması emredilen “müdahene" kelimesi üzerinde durmak ve bu kelimenin ne ifade ettiği üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.

"Müdahene" kelimesi "de-he-ne" kökünden türemiş olup "dostça görünüp tatlı dille yumuşak dille ikna etme, kandırma, yaltaklanarak veya yağcılık ederek davranma muamele etme, ciddiyeti terk etme" anlamındadır. 

Allah(c.c) önce Elçisi’nden, sonra da bizlerden, tebliğ sürecinde yamulmadan dik bir duruş sergilememizi istemektedir.

Allah(c.c) kendi sisteminin hayata geçmesi için izlenecek metodu Kur’an’ın kıssa yollu anlatımlarında elçilerin kavimleri ile olan mücadele örneklerini bizlere göstererek, bizlerin de aynı yolu izlememizi istemiştir.

Gelen elçiler; ilah olarak sadece Allah(c.c)'nin tanınarak dinin sadece O’na has kılınmasını istemişler, bu süreç içinde müşriklerle hiçbir şekilde uzlaşmak ya da “müdahene" olarak tabir edilen kelimenin ifade ettiği anlam dairesine girebilecek bir duruma düşmemişlerdir. Son elçi Muhammed(a.s) da aynı yolu izleyerek, müşrikler tarafından ona teklif edilen şartlara "Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz bu yoldan dönmem" diyerek bizlere örnek olmuştur.

Türkiye örneğine baktığımız zaman; Demokrat Parti iktidarının başlangıcı ile Müslümanların sisteme karşı bir yumuşama ve sahiplenme içine girdiğini görmekteyiz. Adına “sağcı" denilen partilerin içinde yer alan Müslümanlar, bu partileri desteklemenin gerekli olduğunu iddia ederek, hatta VAKIA Suresi'nde geçen "Eshabül yemin ve Eshabül meş'eme" deyimlerini "sağcılar -solcular" şeklinde çevirmek gafletine kadar düşerek, sağ partilere oy verenler ile sol partilere oy verenlerin akıbetlerini Kur’an'dan delillendirmek(!) yoluna gittiklerine şahit olduk.

Durum bu merkezde iken özellikle Şehid Seyyid Kutub’un eserlerinin Türkçe’ye tercüme edilmeye başlanılması ile tevhidî bir uyanış gerçekleşmiş ve sistem sorgulanmaya başlanmıştır. Şehid'in eserlerinden örnek alan bir çok Türkiyeli entellektüel, bu uyanışta rol oynamış olup bugün aynı duruşu göstermeye devam edenleri takdir ve saygıyla anıyoruz.

Millî Nizam, Millî Selâmet Partileri ile devam eden sürece baktığımızda; o partilerin TBMM’ye girmesi ile birlikte, Pakistanlı mütekekkir Mevdûdî’nin ülkesinde “Cemaat-i İslamiyye" adlı bir parti ile benzeri bir yol izlemesi, Türkiye’de bu kişinin izlediği yolun izlenmesi gerektiği şeklindeki düşüncelerin ağır basmaya başladığını görmekteyiz. Mevdûdî'nin Türkçe’ye çevrilmiş olan "İslamda Hükümet" adlı eserinde; Yusuf(a.s) örnek gösterilerek, böyle bir oluşum içinde olmanın örnekliği ondan alınarak yapılan işlemin meşruiyetinin sağlanmaya çalıştığını görmekteyiz.

1980 yılı sonrası, Müslümanların iktidar ile imtihanlarının daha bariz biçimde ortaya çıktığı yıllardır. Turgut Özal'ın kurmuş olduğu siyasi partide, gençlik yıllarında İslamcılık adına söylem geliştiren bazı kimselerin yer aldıklarını görmekteyiz. Necmeddin Erbakan'ın başbakan olması ile Müslümanların iktidar partisi olarak hükümet etmelerini görmekteyiz. Refah Partisi’nin kapatılması ile siyasi hayata giren AKP iktidarı, 10 seneyi aşkın bir zamandır Türkiyede iş başındadır.

AKP iktidarı ile bazı taşların iyice yerinden oynadığını görmekteyiz. Şöyle ki; uzun yıllar iktidarda ve yerel yönetimlerde olmanın verdiği avantaj ile yönetim kademelerine iyice yerleşenler, o kademelerdeki görevleri sonucu önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Bu kazanımların devam etmesi; ancak AKP iktidarının devam etmesi ile mümkün olduğu için, bu iktidarın elden gitmemesi adına gerekli olan her yol mübah görülmeye başlanmıştır.

Ama şöyle bir sorun vardı; bugün bu kademelerde olanlar ve o kademelerde olanların onlara sağladıkları imkanlarla maddi refah içine girenler, daha önceleri sistem karşıtı olanlar ve meydanlarda “kahrolsun laiklik", "İslam gelecek vahşet bitecek" türünden sloganlarla yolları aşındıranlar idi. Mal, servet, güç ile imtihan ne menem bir şeymiş ki; ondan ayrılmak şöyle dursun, onu daha artırmak için ahiret bile edilmekten çekinilmezmiş.

Öncelikle ayağımıza bağ olan eski söylemlerden kurtulmak veya eski söylemlerimize halel getirmeyecek şekilde yeni yaşantımıza uygun bir söylem geliştirmek gerekiyordu. İçinde bulunduğumuz sistemin, AKP iktidarı ile İslamlaştığı veya yapılabilecek olanın en iyisini bunların yaptığı, yapılabilecek başka bir şeyin olmadığını anlatmak lazımdı.

"Müdahene" kavramı işte burada gündeme gelecek ve sisteme karşı yumuşak ve incitmeyeci sözleri söyleyecek kanaat önderlerinin devreye sokulması icab ediyordu. Başlarında bulundukları vakıf, dernek, medya vs. türünden güç odaklarına hükümet tarafından gerekli yardımlar ve kolaylıklar sağlanarak onların da göbeklerinden sistem içine dahil edilmeleri sağlanmalı ve bunlar eli ile sistem güzel gösterilmeliydi. Halbuki sistem Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş ve kişi Kur’an’ın TAĞUT olarak adlandırdığı bir kişi idi.

Yönetim kademelerindeki dünkü hızlı İslamcılar, bugün T.C.’nin özel bayram günlerinde ilahlara olan salatın yapıldığı başta anıtkabir olmak üzere, diğer şehirlerdeki heykellerin önünde kıyama durmaktan geri kalmamaktadırlar. Peki bu dünkü hızlı İslamcı ağabeyler, dün heykelleri İbrahim(a.s) gibi kırmaktan bahsederken, neden o heykeller önünde kıyam durmayı tercih ettiler?

Bunun cevabı Kur’an’ın bir çok ayetinde saklıdır. Geçici dünya hayatının, metaının insanlara güzel gösterilmesinden dolayı (ÂL-İ İMRAN 3:14), o metanın insanlar için cazibe merkezi olmasını ve insanların Ahireti terketmelerini gerektirecek kadar tatlı olduğunu ancak bu şekil bir hayat içinde olanlar bilebilir. Ama Allah(c.c); TEVBE 24 ayetini boşuna indirmemişti.

[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

Şimdi bunları okuyanların şöyle bir soru sorabileceklerini tahmin edebiliyoruz; "kardeşim Müslümanlar hep böyle ezik mi dursunlar? Ellerinde güç ve servet olmasın mı? Başımıza CHP zihniyetinin geçmesi daha mı iyi?” vs.

Tabi ki Müslümanlar ezik durmasın, ellerinde güç ve servet olsun ama bu gücü ve serveti Ahireti feda ederek yapmamalıdırlar. Madem Müslümanlar olarak elimizde bir hidayet rehberi vardır, bu rehber içinde izlememiz gereken yol haritası yaşanmış örneklik olarak ayetler mevcuttur. O zaman yaşadığımız hayat içinde olması gereken davranış modelimiz de bu rehberin içindedir ve bu rehber içindeki KALEM Suresi ve benzeri surelerdeki ayetlerde Allah(c.c)'nin önerdiği metodun haricinde başka bir metot izlememesi, önce Elçi’ye sonra bizlere emredilmektedir.

İktidar nimetlerinden faydalanarak mal ve güç edinmiş olan Müslümanlar, iki arada bir derede sıkışmış misali; Nebevî metod ile dünya hayatının tercihi noktasında sıkışmışlar ve Dünya metaını terketmemekte kararlı görünmektedirler. Peki ne yapmalıyız?

Müslümanlar olarak; Allah(c.c) bizlere Kitap’ında önerdiği yolu takip ederek, İslam’a uygun bir hayat sürmemizi emretmektedir. Sürülecek hayat tarzında, Tağûtî bir sistem içinde yaşayanların o sisteme karşı nasıl bir duruş sergilemesi gerektiği, Elçi örneklikliği ile mevcuttur. Atamız İbrahim(a.s) şahsında, bu mücadelenin nasıl olması gerektiği bizlere öğretilmiştir. Ancak onun kırdığı putların önünde, dünün put kırma adayları olanların kıyama durmaları düşündürücüdür.

[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Müslümanlar olarak, "hedefe varmak için her yol mübahtır" söylemini bırakıp, "hedefe varmak için sadece nebevî metod mübahtır" söylemine geçmemiz gerekmektedir ki iktidar ile olan imtihanımızda kayba uğrayanlardan olmayalım. Bizler önce hedefe varmak için çalışmakla mükellefiz. Bu yolda gerekli olan gayreti gösterdiğimiz takdirde; Sünnetullah dün nasıl başka Müslümanlar için çalıştıysa, bizim için de çalışacak ve Allah(c.c)'nin yardımı gelecektir. Biz onun yardımını hak etmek için her yol mübahtır mantığı ile hareket ettiğimiz takdirde; bu yardım asla gelmeyecektir.

Allah(c.c); Elçisi’ne, yürüdüğü yolda "ne pahasına olursa olsun başarıya ulaşacaksın" şeklinde bir emir vermemiş, aksine O’nun çizdiği kurallar çerçevesinde yoluna devam etmesini istemiştir. Acaba o emirlerin bugün için herhangi bir geçerliliği kalmadı da makyavelist bir yaklaşım sergilenmesi mi gerekiyor?

Müslümanlar olarak  yaşadığımız sistemin Tağûtî bir sistem olduğunun fark edilmesi ve bunun kabulu önceliklidir. Sonraki aşamada, bu sisteme karşı duruşun nasıl olması gerektiği konuşulmalı ve yol haritası Kur’an baz alınarak çizilmelidir. Bunun pek kolay olmadığını bilmekteyiz çünkü terkedemeyeceği çok şeyi olanların, bu tür bir metoda sıcak bakmayacaklarını bilmekteyiz.

Hicret olgusu bu bağlamda önemli bir örnekliktir. Herşeyi terkederek Medine’ye hicret eden Muhacir’e; Ensar kardeşleri kucak açarak herşeylerini paylaşmışlar ve Mekke’nin fethine giden süreçte önemli rol oynamışlardır. Ensar ve Muhacir kardeşliğinin yeniden okunarak, sadece masal olmadığı, yaşanabilecek bir durum olduğu yeniden gösterilmelidir.

Müslümanlar olarak yaptığımız bir yanlış şudur; sistemin kurumlarını ele geçirerek sistemi İslamileştirmek gibi bir çaba içinde olduğumuzu öne sürerek, yaptığımız müdaheneyi haklı göstermeye çalışabiliriz. Ancak yaptığımız müdahene içinde alenen ŞİRK unsuru taşıyan ritüeller içinde olmamızı geçmişteki "Saray Alimi” denilen; iktidar yanlısı alimler tarafından örtülmeye çalışılması geldiğimiz noktanın acı bir tarafıdır.

"Allah Rasulü namaz için Kudüs'e dönerken gönlü Kabe'deydi. Önemli olan gönlünüz dönmesin. Gönlünüz kıblesini biliyorsa mesele değil" diyerek bu ŞİRK’i masum göstermeye varan sözleri söylemeye cesaret edebilen alimler olduğu müddetçe; o alimleri taklit eden insanlar Tağutlara karşı bir söylem üretmeye nasıl cesaret edebilir?

Burada bu sözü söyleyen kişiyi eleştirmemiz; o kişinin şahsı ile alakalı değildir. ALİM pozisyonunda olan bir kişinin, iktidar ile nasıl bir ilişki içinde bulunması gerektiğini bizden daha iyi bildiğini düşündüğümüz için, bu tür sözleri söyleyerek iktidar mensuplarının döndükleri kıbleye cevaz vermiş olması kabul edilebilecek bir söz değildir.

Müslümanlar olarak en büyük açmazımız; iktidardaki siyasî partinin kadrolarının İslamî bir kimlik taşımış olması nedeniyle yönetimlerinin de İslamî olduğu düşüncesidir. Genelevlerde çalışan kadınların; başörtü takarak çalışmaları onların yaptıkları işi nasıl meşru göstermez ise, bugün Tağutî bir düzenin yürütücülerinin sakallı, namazlı veya eşlerinin başörtülü olmaları sistemi meşru göstermez.

Faizin, içkinin, zinânın helal sayıldığı bir sistemi yürütenlerin sakallı, namazlı, abdestli olması, ANKEBUT 45 ayetinde salatın kötülüklerden alıkoyması şartını onlar için istisna kılmaz. Müslümanlar iktidarda kalmak uğruna; haramların devamını sağlamaya çalışmalarının hesabı Ahirette çetin olacaktır.

Mevcut iktidarın diğer iktidarlardan farklı olarak bazı iyileştirmelerde bulunması, bizleri sistemin Tağutilikten İslamiliğe geçtiği zannına kaptırmakta olup, bu tür bir iyileştirme “müdahene" kavramının anlam alanına girmektedir. Müslümanlar "bayram harçlığı" mesabesinde verilenler ile yetinerek asıl olanı unutmaktadırlar.

Sonuç olarak; Kıyamet’e kadar sürecek hak-bâtıl mücadelesinde, Hakk’ın yanında olan bizlerin, bâtıl ile olan mücadele yöntemini Rabbimiz belirlemiştir. Bu mücadele yönteminde, “müdahene" olarak belirtilen tavizkar bir tutum içine girilmemesini emretmektedir. Türkiye örneğinde bu tür tavizkar bir tutum, özellikle AKP iktidarı zamanı içinde iyice ayyuka çıkmıştır. İktidarda olmanın verdiği avantajı dünya hayatının geçici metaı olan servete dönüştürerek değerlendirenler için İslamcılık söylemleri eskide kalmış tatlı bir anı haline gelmiştir.

İktidar ile imtihan edilme olarak telaffuz edebileceğimiz bu durum; sistemi sahiplenmeye dönüşmüş ve halinden memnun Müslüman topluluğu meydana getirmiştir. Tağut denilince “tavuk" denildiğini zanneden Müslümanların gündeminden "Tağutla mücadele" teriminin yaptığı çağrışım eskilerde kalan hoş anılar olmuştur. Mücahitlikten müteahhitliğe atlayan iktidar beslemesi Müslümanlar için sisteme bakış ölçüsü mevcut iktidardaki kişilerin kimlikleri değil mevcut olan sistemin dayandığı ilkeler olmalıdır. Kur'an bize her konuda yol gösterdiği gibi Tağuti sistemler ile nasıl mücadele edileceğinin yönteminide göstermiştir. Eğer Müslümanlar olarak bu sistemden en azından bir rahatsızlık bile duymamaya başladıysak bizler için azap vakti gelmiş demektir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Nisan 2012 Pazar

Nuzül Öncesi Şirk İnancı ve Günümüz Müslümanlarının Durumu

Malum olduğu üzere islam tarihi kitaplarında kur'anın nazil olmadan önceki durumu açık bir biçimde anlatılmakta ve mekke toplumunun şirk bataklığı içinde yüzdükleri,kızlarının diri diri toprağa gömdükleri kadınları bir meta olarak kullandıkları gibi sapık inançları anlatılmakta ve kur'anın inmesi ile birlikte müslüman olanların bu inançlarından vazgeçerek tevhid inancına sahip oldukları anlatılır. Bu anlatılanlar tabiki doğrudur, kur'an şirk karanlığı içindeki bir toplumu tevhidin aydınlığına çıkarmıştır, maalesef belirli bir süre sonra mekke toplumunu  "müşrik" yapan inançlar kendilerini müslüman olarak vasıflayan insanlar tarafından dinin olmazsa olmazlarından haline getirilmiştir. Bu yazımızda mekke toplumunun şirk inançlarından olan "şefaat" ve "Allah cc ye sesini duyurmak için aracılar ihdası " konularını kur'an perpektifinden bakmaya ve bu inançların mekke toplumundaki inanç arka planını ve günümüz müslümanlarının ekseriyetinde bulunan bu hastalıkları mekke toplumunun inancından ne kadar farklı olduğunu görmeye çalışacağız.  


         MEKKE TOPLUMUNUN ŞEFAAT İNANCI ARKA PLANI


-----10.018 Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.
-----2.255 Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.
-----6.051 Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçı vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.
-----6.070 Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
-----6.094 Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.
-----7.053 Kitap'ın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır.
-----10.003 Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na kulluk edin. Nasihat dinlemez misiniz?
-----26.100 «Artık bize ne şefaat edicilerden var. Ne de yakın bir dost var.»
-----30.013 Koştukları ortakları artık şefaatçileri değildir; ortaklarını inkar ederler.
-----32.004 Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?
-----36.023 «Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.»
-----39.043 Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: «Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?»
-----40.018 Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.
-----74.048Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

Ayetlerin meallerinden anlaşılmaktadırki , mekke toplumu Allah cc den başka ibadet etmiş oldukları putlarını kendilerine şefaatçı olarak tayin etmişlerdir. Bu inanç arka planı dahilinde nazil olan şefaat inancı ile ilgili bütün ayetler mekke toplumunun bu şirk inancını reddiye sadedinde olmasına rağmen tamamen bağlamından çıkarılarak okunmuş ve müslüman olmak iddiasında bulunan bir kısım insanların ahirette Allah cc den başkasının yardımına muhtaç ve onlardan medet ummak şeklindeki bir  anlayış çerçevesinde okunur olmuştur.  


Şefaat konusu, kur'anın nazil olmasıyla gündeme gelen bir konu değildir. Ahirette günahkar müslümanlara diğer bir takım insanların haşa Allah cc  nin izin  vererek onların günahlarının bağışlanması için ricacı olması şeklinde anlaşılması gereken bir konu asla değildir. 


Şefaat konusu,kur'an nazil olmadan önce müşrik araplarda bir şirk çeşidi olarak ortada durmaktaydı,kur'anın nuzül olmaya başlaması ile toplumda geçerli olan şirk inançları teker teker yıkılmaya başladı. Şefaat inancıda bu şirk inançlarından bir tanesi olması hasebi ile bu inançta ilgili ayetlerle yıkıldı. Şefaat ayetleri çerçevesinde inen ancak Allah cc nin izin vermesi veya ahid vermesi veya meleklerin şefaati konusu ayetler üzerinde tahrife varan yollarla bu günkü haline dönüştürülmüş ve başta muhammed sav olmak üzere her gurubun lideri ,şeyhi , ağabeyine şefaat yetkisi verdirilerek kendi gurubunun mensupları olmadan cennete girmeyeceklerini Allah cc ye beyan ederek kendi mensuplarına yanlarına alarak cennete gidecekleri şeklinde bir inanç kur'ana muhalif olarak hortlatılmaya çalışılmıştır. 


Bu konu ile ilgili olarak da uygun rivayetler türetilmiş, kur'anın şefaat inancına inanmaya davet edilen bir kişinin ilk karşılığı  " iyi ama bir sürü hadisler var bu konuda onları inkarmı edeceğiz?" şeklindedir . Allah cc nin kitabındaki ayetler ile onun dışındaki kaynaklardan gelen bilgiler çakıştığı zaman müslüman kişinin ilk tercih edeceği kaynak kur'an olmalı ve onun dışında gelen bilgiler kur'an ayetleri ışığında anlaşılmaya çalışılmalıdır. Karşımıza çıkan her hadisin güvenilirliliği sorgulanmalı ve bu sorgu yapılırken ölçümüz kur'an olmalıdır, kur'an ayetleri ile çaıkşan her haber adı hadis olasa bile uydurma bir  haberdir ve bizim için bir değeri yoktur.  


                  MEKKE TOPLUMUNUN ARACILIK İNANCI 


Müşrik mekke toplumu Allah cc yi yaratan ve yüce bir ilah olarak bilmekteydiler, onları müşrik kılan şey Allah cc ye yaklaşmak için ihdas ettikleri putları idi. 

----- 29.061 And olsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz «Allah'tır» derler.Öyleyse niçin döndürülüyorlar?
-----29.063 And olsun ki onlara: «Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?» diye
   sorarsan, şüphesiz, «Allah'tır» derler. De ki: «Övülmek Allah içindir», fakat çoğu bunu akletmezler.
-----31.025 Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, mutlaka «Allah...» derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.
-----39.038 And olsun ki, onlara, «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan: «Allah'tır» derler. De ki: «Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?» De ki: «Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir.»
-----43.009 And olsun ki onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, «Onları güçlü olan, her şeyi bilen yaratmıştır» derler.
-----43.087 And olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan: «Allah» derler. Öyleyken nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar?

Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere mekke toplumunun kendilerini , gökleri ve yeri yaratanın  Allah cc olduğu konusunda herhangi bir inkarları yoktur, onları müşrik kılan inanç zümer suresi 3. ayetinde ifade edilen "kendilerini Allah'a yaklaştırsınlar" diye bir takım veliler edinmeleri idi

-----39.003 İyi bil ki Allahındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ıbadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki Allah onların aralarında ıhtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.
-----46.028 O zamanlar, Allah'ı bırakıp da O'na yakınlık peyda etmek için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi? Ama tanrıları onlardan uzaklaştılar. Bu, onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.
----34.037 Ey insanlar! Sizi Bana yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de çocuklarınızdır; yalnız, inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükafatları kat kattır; işte onlar, yüksek derecelerde, güven içindedirler.

Mekkelilerin aracılar ihdas etme düşüncesi onların müşriklik vasfına sahip olmalarına sebeb olmuştur , bu inanç özellikle tasavvuf inancı içinde en önemli bir yeri tutarak tasavvufun amentüsü haline getirilmiştir. Saf ve cahil müridler üzerinde kurulan bu inanç hegomonyası , "siz cumhurbaşkanına sesinizi direk olarak nasıl duyuramazsanız Allah cc yede herhangi bir aracı olmadan ulaşmazsınız" gibi bir manktıkla kerameti kendinden menkul din baronlarına kul haline getirilmişlerdir.  

------2.186 Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

Bu ayetin delaleti ile Allah cc ye sesini duyurmak isteyen herhangi bir kul direk olarak ona dua edebilir araya kimseyi aracı koymadan ........ nın yüzü suyu  hürmetine  gibi sözlere gerek duymadan rabbine dua edebilir, bunun aksine olarak "biz kimizki onun salih kulları olmadan sesimizi duyurmamız imkansız" gibi sözler bu düşünce sahiplerini tevhid dairesinden çıkarır.   


Sonuç olarak, insanları şirk bataklığından kurtarıp tevhidin aydınlığına çıkarmak için indirilmiş olan  kur'anın nazil olduğu dönemdeki mekke toplumunun şirk olarak vasıflandırılan inançlarından bazıları bugün ayni ile vaki olarak kendisini müslüman olarak vasıflandıran insanların düşüncelerinde din adına çok önemli bir yer tutmaktadır, trajedi sayılabilecek olan bu durumdan müslümanların en kısa zamanda kurtulmaları gerekmektedir. Bu kurtuluşun reçetesi ise kur'ana dönmektir, kurmuş oldukları şirk düşünceleri ile saf ve cahil müslümanları aldatan din baronlarının şatoları kur'ana dönmek ile yıkılacaktır. Dikkat edecek olursak bu gibi insanların baş argümanları "kur'anı sen anlayamazsın" veya " kur'an okumayın sapıtırsınız" gibi ahmakça sözlerdir.Kur'ana sarılındığı takdirde başlarına gelecekleri çok iyi bilen baronlar saltanatlarının elden gitmemesi için kur'anın önünü kapatmak için ne gerekliyse yapmaktadırlar. Bizlerde gerekeni yaparak kur'anın önün açmak için elimizden geleni ardımıza koymamamız gerekmektedir.  


                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.