1 Kasım 2014 Cumartesi

Müdahene Kavramı ve Türkiye Müslümanlarının İktidar ile İmtihanı


Sadece kendisinin tayin ettiği kurallar çerçevesinde yaşamaları için yarattığı kullarından olan insan soyuna, Adem(a.s)'dan Muhammed(a.s)'a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler gönderen Allah(c.c); en son elçisine inkarcı muhataplarına tebliğ konusunda nasıl bir tavır takınması gerektiği yolundaki emirlerini özellikle Mekki ayetlerde beyan etmiştir.

Allah(c.c); Elçisi’ne müşrik muhataplarına hoş görünmek şeklinde bir davranışta bulunmamasını, onun sadece kendisine vahyedileni tebliğ etmek gibi bir görevi olduğunu, kimse üzerinde zorlayıcı olmadığını bir çok ayetinde beyan etmiştir. Yazımıza konu etmeye çalışacağımız KALEM 9 ayeti çerçevesinde; Elçi’ye emredilen davranış biçimi ile özellikle Türkiye Müslümanlarının içinde olduğu durumu ele almaya çalışacağız.

[068.008]  Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
[068.009]  Arzu ettiler ki müdahene etsen, o vakıt müdahene edeceklerdi
[068.010]  Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık.
[068.011]  Daima ayıplayan ve laf getirip götürene.
[068.012]  Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,
[068.013]  zobu (kaba), sonra da takma (soysuzlukla damgalı),
[068.014]  Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,
[068.015]  Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: «Eskilerin masalları» dedi.
[068.016]  Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz.

Bu ayetler önce Elçi’ye, sonra bizlere tebliğ yolunda nasıl bir yol izlemek gerektiğini öğreten ayetlerdendir. 9. ayetteki yapılmaması emredilen “müdahene" kelimesi üzerinde durmak ve bu kelimenin ne ifade ettiği üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.

"Müdahene" kelimesi "de-he-ne" kökünden türemiş olup "dostça görünüp tatlı dille yumuşak dille ikna etme, kandırma, yaltaklanarak veya yağcılık ederek davranma muamele etme, ciddiyeti terk etme" anlamındadır. 

Allah(c.c) önce Elçisi’nden, sonra da bizlerden, tebliğ sürecinde yamulmadan dik bir duruş sergilememizi istemektedir.

Allah(c.c) kendi sisteminin hayata geçmesi için izlenecek metodu Kur’an’ın kıssa yollu anlatımlarında elçilerin kavimleri ile olan mücadele örneklerini bizlere göstererek, bizlerin de aynı yolu izlememizi istemiştir.

Gelen elçiler; ilah olarak sadece Allah(c.c)'nin tanınarak dinin sadece O’na has kılınmasını istemişler, bu süreç içinde müşriklerle hiçbir şekilde uzlaşmak ya da “müdahene" olarak tabir edilen kelimenin ifade ettiği anlam dairesine girebilecek bir duruma düşmemişlerdir. Son elçi Muhammed(a.s) da aynı yolu izleyerek, müşrikler tarafından ona teklif edilen şartlara "Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz bu yoldan dönmem" diyerek bizlere örnek olmuştur.

Türkiye örneğine baktığımız zaman; Demokrat Parti iktidarının başlangıcı ile Müslümanların sisteme karşı bir yumuşama ve sahiplenme içine girdiğini görmekteyiz. Adına “sağcı" denilen partilerin içinde yer alan Müslümanlar, bu partileri desteklemenin gerekli olduğunu iddia ederek, hatta VAKIA Suresi'nde geçen "Eshabül yemin ve Eshabül meş'eme" deyimlerini "sağcılar -solcular" şeklinde çevirmek gafletine kadar düşerek, sağ partilere oy verenler ile sol partilere oy verenlerin akıbetlerini Kur’an'dan delillendirmek(!) yoluna gittiklerine şahit olduk.

Durum bu merkezde iken özellikle Şehid Seyyid Kutub’un eserlerinin Türkçe’ye tercüme edilmeye başlanılması ile tevhidî bir uyanış gerçekleşmiş ve sistem sorgulanmaya başlanmıştır. Şehid'in eserlerinden örnek alan bir çok Türkiyeli entellektüel, bu uyanışta rol oynamış olup bugün aynı duruşu göstermeye devam edenleri takdir ve saygıyla anıyoruz.

Millî Nizam, Millî Selâmet Partileri ile devam eden sürece baktığımızda; o partilerin TBMM’ye girmesi ile birlikte, Pakistanlı mütekekkir Mevdûdî’nin ülkesinde “Cemaat-i İslamiyye" adlı bir parti ile benzeri bir yol izlemesi, Türkiye’de bu kişinin izlediği yolun izlenmesi gerektiği şeklindeki düşüncelerin ağır basmaya başladığını görmekteyiz. Mevdûdî'nin Türkçe’ye çevrilmiş olan "İslamda Hükümet" adlı eserinde; Yusuf(a.s) örnek gösterilerek, böyle bir oluşum içinde olmanın örnekliği ondan alınarak yapılan işlemin meşruiyetinin sağlanmaya çalıştığını görmekteyiz.

1980 yılı sonrası, Müslümanların iktidar ile imtihanlarının daha bariz biçimde ortaya çıktığı yıllardır. Turgut Özal'ın kurmuş olduğu siyasi partide, gençlik yıllarında İslamcılık adına söylem geliştiren bazı kimselerin yer aldıklarını görmekteyiz. Necmeddin Erbakan'ın başbakan olması ile Müslümanların iktidar partisi olarak hükümet etmelerini görmekteyiz. Refah Partisi’nin kapatılması ile siyasi hayata giren AKP iktidarı, 10 seneyi aşkın bir zamandır Türkiyede iş başındadır.

AKP iktidarı ile bazı taşların iyice yerinden oynadığını görmekteyiz. Şöyle ki; uzun yıllar iktidarda ve yerel yönetimlerde olmanın verdiği avantaj ile yönetim kademelerine iyice yerleşenler, o kademelerdeki görevleri sonucu önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Bu kazanımların devam etmesi; ancak AKP iktidarının devam etmesi ile mümkün olduğu için, bu iktidarın elden gitmemesi adına gerekli olan her yol mübah görülmeye başlanmıştır.

Ama şöyle bir sorun vardı; bugün bu kademelerde olanlar ve o kademelerde olanların onlara sağladıkları imkanlarla maddi refah içine girenler, daha önceleri sistem karşıtı olanlar ve meydanlarda “kahrolsun laiklik", "İslam gelecek vahşet bitecek" türünden sloganlarla yolları aşındıranlar idi. Mal, servet, güç ile imtihan ne menem bir şeymiş ki; ondan ayrılmak şöyle dursun, onu daha artırmak için ahiret bile edilmekten çekinilmezmiş.

Öncelikle ayağımıza bağ olan eski söylemlerden kurtulmak veya eski söylemlerimize halel getirmeyecek şekilde yeni yaşantımıza uygun bir söylem geliştirmek gerekiyordu. İçinde bulunduğumuz sistemin, AKP iktidarı ile İslamlaştığı veya yapılabilecek olanın en iyisini bunların yaptığı, yapılabilecek başka bir şeyin olmadığını anlatmak lazımdı.

"Müdahene" kavramı işte burada gündeme gelecek ve sisteme karşı yumuşak ve incitmeyeci sözleri söyleyecek kanaat önderlerinin devreye sokulması icab ediyordu. Başlarında bulundukları vakıf, dernek, medya vs. türünden güç odaklarına hükümet tarafından gerekli yardımlar ve kolaylıklar sağlanarak onların da göbeklerinden sistem içine dahil edilmeleri sağlanmalı ve bunlar eli ile sistem güzel gösterilmeliydi. Halbuki sistem Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş ve kişi Kur’an’ın TAĞUT olarak adlandırdığı bir kişi idi.

Yönetim kademelerindeki dünkü hızlı İslamcılar, bugün T.C.’nin özel bayram günlerinde ilahlara olan salatın yapıldığı başta anıtkabir olmak üzere, diğer şehirlerdeki heykellerin önünde kıyama durmaktan geri kalmamaktadırlar. Peki bu dünkü hızlı İslamcı ağabeyler, dün heykelleri İbrahim(a.s) gibi kırmaktan bahsederken, neden o heykeller önünde kıyam durmayı tercih ettiler?

Bunun cevabı Kur’an’ın bir çok ayetinde saklıdır. Geçici dünya hayatının, metaının insanlara güzel gösterilmesinden dolayı (ÂL-İ İMRAN 3:14), o metanın insanlar için cazibe merkezi olmasını ve insanların Ahireti terketmelerini gerektirecek kadar tatlı olduğunu ancak bu şekil bir hayat içinde olanlar bilebilir. Ama Allah(c.c); TEVBE 24 ayetini boşuna indirmemişti.

[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

Şimdi bunları okuyanların şöyle bir soru sorabileceklerini tahmin edebiliyoruz; "kardeşim Müslümanlar hep böyle ezik mi dursunlar? Ellerinde güç ve servet olmasın mı? Başımıza CHP zihniyetinin geçmesi daha mı iyi?” vs.

Tabi ki Müslümanlar ezik durmasın, ellerinde güç ve servet olsun ama bu gücü ve serveti Ahireti feda ederek yapmamalıdırlar. Madem Müslümanlar olarak elimizde bir hidayet rehberi vardır, bu rehber içinde izlememiz gereken yol haritası yaşanmış örneklik olarak ayetler mevcuttur. O zaman yaşadığımız hayat içinde olması gereken davranış modelimiz de bu rehberin içindedir ve bu rehber içindeki KALEM Suresi ve benzeri surelerdeki ayetlerde Allah(c.c)'nin önerdiği metodun haricinde başka bir metot izlememesi, önce Elçi’ye sonra bizlere emredilmektedir.

İktidar nimetlerinden faydalanarak mal ve güç edinmiş olan Müslümanlar, iki arada bir derede sıkışmış misali; Nebevî metod ile dünya hayatının tercihi noktasında sıkışmışlar ve Dünya metaını terketmemekte kararlı görünmektedirler. Peki ne yapmalıyız?

Müslümanlar olarak; Allah(c.c) bizlere Kitap’ında önerdiği yolu takip ederek, İslam’a uygun bir hayat sürmemizi emretmektedir. Sürülecek hayat tarzında, Tağûtî bir sistem içinde yaşayanların o sisteme karşı nasıl bir duruş sergilemesi gerektiği, Elçi örneklikliği ile mevcuttur. Atamız İbrahim(a.s) şahsında, bu mücadelenin nasıl olması gerektiği bizlere öğretilmiştir. Ancak onun kırdığı putların önünde, dünün put kırma adayları olanların kıyama durmaları düşündürücüdür.

[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Müslümanlar olarak, "hedefe varmak için her yol mübahtır" söylemini bırakıp, "hedefe varmak için sadece nebevî metod mübahtır" söylemine geçmemiz gerekmektedir ki iktidar ile olan imtihanımızda kayba uğrayanlardan olmayalım. Bizler önce hedefe varmak için çalışmakla mükellefiz. Bu yolda gerekli olan gayreti gösterdiğimiz takdirde; Sünnetullah dün nasıl başka Müslümanlar için çalıştıysa, bizim için de çalışacak ve Allah(c.c)'nin yardımı gelecektir. Biz onun yardımını hak etmek için her yol mübahtır mantığı ile hareket ettiğimiz takdirde; bu yardım asla gelmeyecektir.

Allah(c.c); Elçisi’ne, yürüdüğü yolda "ne pahasına olursa olsun başarıya ulaşacaksın" şeklinde bir emir vermemiş, aksine O’nun çizdiği kurallar çerçevesinde yoluna devam etmesini istemiştir. Acaba o emirlerin bugün için herhangi bir geçerliliği kalmadı da makyavelist bir yaklaşım sergilenmesi mi gerekiyor?

Müslümanlar olarak  yaşadığımız sistemin Tağûtî bir sistem olduğunun fark edilmesi ve bunun kabulu önceliklidir. Sonraki aşamada, bu sisteme karşı duruşun nasıl olması gerektiği konuşulmalı ve yol haritası Kur’an baz alınarak çizilmelidir. Bunun pek kolay olmadığını bilmekteyiz çünkü terkedemeyeceği çok şeyi olanların, bu tür bir metoda sıcak bakmayacaklarını bilmekteyiz.

Hicret olgusu bu bağlamda önemli bir örnekliktir. Herşeyi terkederek Medine’ye hicret eden Muhacir’e; Ensar kardeşleri kucak açarak herşeylerini paylaşmışlar ve Mekke’nin fethine giden süreçte önemli rol oynamışlardır. Ensar ve Muhacir kardeşliğinin yeniden okunarak, sadece masal olmadığı, yaşanabilecek bir durum olduğu yeniden gösterilmelidir.

Müslümanlar olarak yaptığımız bir yanlış şudur; sistemin kurumlarını ele geçirerek sistemi İslamileştirmek gibi bir çaba içinde olduğumuzu öne sürerek, yaptığımız müdaheneyi haklı göstermeye çalışabiliriz. Ancak yaptığımız müdahene içinde alenen ŞİRK unsuru taşıyan ritüeller içinde olmamızı geçmişteki "Saray Alimi” denilen; iktidar yanlısı alimler tarafından örtülmeye çalışılması geldiğimiz noktanın acı bir tarafıdır.

"Allah Rasulü namaz için Kudüs'e dönerken gönlü Kabe'deydi. Önemli olan gönlünüz dönmesin. Gönlünüz kıblesini biliyorsa mesele değil" diyerek bu ŞİRK’i masum göstermeye varan sözleri söylemeye cesaret edebilen alimler olduğu müddetçe; o alimleri taklit eden insanlar Tağutlara karşı bir söylem üretmeye nasıl cesaret edebilir?

Burada bu sözü söyleyen kişiyi eleştirmemiz; o kişinin şahsı ile alakalı değildir. ALİM pozisyonunda olan bir kişinin, iktidar ile nasıl bir ilişki içinde bulunması gerektiğini bizden daha iyi bildiğini düşündüğümüz için, bu tür sözleri söyleyerek iktidar mensuplarının döndükleri kıbleye cevaz vermiş olması kabul edilebilecek bir söz değildir.

Müslümanlar olarak en büyük açmazımız; iktidardaki siyasî partinin kadrolarının İslamî bir kimlik taşımış olması nedeniyle yönetimlerinin de İslamî olduğu düşüncesidir. Genelevlerde çalışan kadınların; başörtü takarak çalışmaları onların yaptıkları işi nasıl meşru göstermez ise, bugün Tağutî bir düzenin yürütücülerinin sakallı, namazlı veya eşlerinin başörtülü olmaları sistemi meşru göstermez.

Faizin, içkinin, zinânın helal sayıldığı bir sistemi yürütenlerin sakallı, namazlı, abdestli olması, ANKEBUT 45 ayetinde salatın kötülüklerden alıkoyması şartını onlar için istisna kılmaz. Müslümanlar iktidarda kalmak uğruna; haramların devamını sağlamaya çalışmalarının hesabı Ahirette çetin olacaktır.

Mevcut iktidarın diğer iktidarlardan farklı olarak bazı iyileştirmelerde bulunması, bizleri sistemin Tağutilikten İslamiliğe geçtiği zannına kaptırmakta olup, bu tür bir iyileştirme “müdahene" kavramının anlam alanına girmektedir. Müslümanlar "bayram harçlığı" mesabesinde verilenler ile yetinerek asıl olanı unutmaktadırlar.

Sonuç olarak; Kıyamet’e kadar sürecek hak-bâtıl mücadelesinde, Hakk’ın yanında olan bizlerin, bâtıl ile olan mücadele yöntemini Rabbimiz belirlemiştir. Bu mücadele yönteminde, “müdahene" olarak belirtilen tavizkar bir tutum içine girilmemesini emretmektedir. Türkiye örneğinde bu tür tavizkar bir tutum, özellikle AKP iktidarı zamanı içinde iyice ayyuka çıkmıştır. İktidarda olmanın verdiği avantajı dünya hayatının geçici metaı olan servete dönüştürerek değerlendirenler için İslamcılık söylemleri eskide kalmış tatlı bir anı haline gelmiştir.

İktidar ile imtihan edilme olarak telaffuz edebileceğimiz bu durum; sistemi sahiplenmeye dönüşmüş ve halinden memnun Müslüman topluluğu meydana getirmiştir. Tağut denilince “tavuk" denildiğini zanneden Müslümanların gündeminden "Tağutla mücadele" teriminin yaptığı çağrışım eskilerde kalan hoş anılar olmuştur. Mücahitlikten müteahhitliğe atlayan iktidar beslemesi Müslümanlar için sisteme bakış ölçüsü mevcut iktidardaki kişilerin kimlikleri değil mevcut olan sistemin dayandığı ilkeler olmalıdır. Kur'an bize her konuda yol gösterdiği gibi Tağuti sistemler ile nasıl mücadele edileceğinin yönteminide göstermiştir. Eğer Müslümanlar olarak bu sistemden en azından bir rahatsızlık bile duymamaya başladıysak bizler için azap vakti gelmiş demektir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder