"Fitne" ve "Fesat" kelimelerinin anlamları çerçevesinde meydana gelen olaylar , dünya üzerinde yaşayan insanlar için en büyük tehlike olarak kendisini göstermekte ve bu tehlike ilk insandan beri var olup , son insana kadar devam edecektir. Kur'an kıssalarında anlatılan olaylara baktığımızda , fitne ve fesadın yaygınlaşmasına çalışanlara karşı gönderilen elçilerin önderliğindeki Mü'minler, bu fitne ve fesada ortak olmayarak , fitnenin yeryüzünden kalkması için çabalamışlardır.
[002.193] Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için
oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına
düşmanlık ve saldırı yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar
onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını
çok iyi görür.
Bakara ve Enfal surelerindeki bu ayetler , iman edenlerin üzerine yüklenmiş olan bir görevi beyan etmektedir. Bu ayetlere göre bizlerin asli vazifesi , yeryüzündeki fitne ve fesadı yayanlara engel olmak ve ıslahı yerleştirmektir. Fitne ve fesadın yeryüzünden kaldırılma ve ıslahın yayılması için yapılması gereken ameliyeler , Kur'anın geneline yayılmış ayetler içinde mevcut bulunmaktadır.
Bu yazımızda , Enfal s. 73. ayetinden yola çıkarak , yeryüzündeki fitne ve fesadın nasıl önüne geçilebileceği konusunda, bizlere Kur'an tarafından önerilen yolu okumaya çalışacağız.
[008.073] Ve kafirler o kimseler ki, onların bazıları
bazılarının velîleridir. Eğer bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve pek
büyük bir fesat olur.
Enfal s. 73. ve Kur'anın diğer ayetlerinde , Kafirlerin birbirlerinin velileri oldukları beyan edilmektedir. Fakat bu ayette, kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkisini, biz Müslümanların kendi aralarında yerine getirmediği takdirde , yeryüzünde fitne ve fesadın çıkacağı haberi verilmektedir. Bize verilen bu haberden yola çıkarak , bu kelimenin ifade ettiği anlamı ve bu anlamın hayatımıza nasıl yansıyabileceği üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
"Düşmanlık" anlamındaki "El Adavetü" kelimesinin zıddı olan "El Velyü" kelimesi, sözlükte "Yakınlık" anlamına gelmektedir. Kişiye sevgi ve yardım amacı ile yaklaşarak onu hiç terk etmeyen yani ona dost olana "Veli" denir. "Vali" kelimesi, insanların işlerini idare etmek için onlara emir ve yasaklar koyarak onların sorumluluğunu üstlenen kişiler için kullanılır.
Bir işte tasarruf sahibi , tasarrufa yetkili kişi , "Veliyyü'l Yetim" : Yetimin işlerini üzerine alan kişi
Bu kelime ayrıca, "İlkbahar yağmurundan sonra gelen yağmura" verilen bir isimdir. Bu yağmur , ilkbahar yağmurunun hemen arkasından yağdığı için "Veli" ismi ile anılmaktadır. Bu yağmura "Veli" ismi verilme sebebi , bu kelimenin sözlük anlamı olan "hemen arkadan gelme arada boşluk bırakmama , yakın olma" gibi anlamlarının dikkate alınmasıdır.
"Veli" kelimesinin , "Kendi cinsinden olmayan bir şeyin araya girememesi" anlamını dikkate alarak, konumuz ile ilgisini şu şekilde kurabiliriz;
Kafirlerin birbirleri ile veli olduğunun haber verilmesini , onların aralarına kendileri gibi kafir olmayan birilerini almayarak , birbirlerine sıkı sıkıya bağlandıkları ve birbirleri ile dostluk ilişkilerinin kuvvetli olduğu , onların bu dostluklarının yeryüzünde fitne ve fesat için çalışmalarını kuvvetlendirdiği haber verilmektedir.
Kafirlerin kendi aralarında "Velayet" ilişkisi içinde bağlı bulundukları, bir çok ayette bizlere hatırlatılmaktadır. Onların bu velayet ilişkisinin anlamı , üretmiş oldukları değerlerin sadece kendi düşüncelerinin ürünü olduğu , ve bu değerlerin temelinde yeryüzünü fitne ve fesada salmak yattığını , yaşadığımız dünya üzerinde canlı örnekleri ile görmekteyiz.
Kafirlerin birbirlerinin velisi olması demek , aralarına kendileri gibi olmayanların düşüncelerini almayan , sadece kendi yanlarından ürettikleri değerleri yaşam alanına sokmaları demektir. Kafirlerin birbirlerinin velisi olması demek, bir Müslümanı aralarına almak sureti ile , onun tarafından önerilen değerleri dikkate alarak , bu değerler üzerine kurulmuş bir yaşam biçimini hayat sahasına koymamaları demektir.
Kafirler arasındaki bu ilişkiyi dikkate aldığımızda , Enfal s. 73. ayetindeki "Eğer bunu yapmazsanız" cümlesi önem kazanmaktadır.
Enfal s. 73. ayeti , kafirlerin kendi aralarında sıkı bir bağ oluşturarak , hayat alanlarına kendileri gibi değer üretmeyenleri ve kendileri tarafından üretilmeyen değerleri almadıkları, yani sadece kendi ürettikleri değerleri hayat safhasına koydukları , bu suretle yeryüzünde fitne ve fesada koştukları , bu fitne ve fesadın önlenmesinin biz Müslümanlara düştüğü haberi verilerek , bu fitne ve fesadın önlenebilmesinin, biz Müslümanların aynı kafirler yapmış olduğu gibi kendimizden olmayan hiç bir düşünceye itibar etmemeleri, sadece kendi kaynağımızdan esinlenerek ürettiğimiz değerleri hayat safhasına koyarak mümkün olacağı bildirilmektedir.
Müslümanlar birbirleri ile nasıl bir velayet ilişkisi içinde olmalıdırlar ?.
Bu sorunun cevabını , "Müslümanların kendilerinin dışındakiler tarafından üretilen yani Müslüman olmayanlar tarafından geliştirilen sistemleri kendi aralarına alarak, içlerinde barındırmamaları yani o sistemler ile kendi hayatlarını yönlendirmemeleri olarak olmalıdır" şeklinde verebiliriz
Müslüman olmayanların ürettikleri değerler ile yönetilen bir dünyayı nasıl felaketler beklemektedir ?.
Bu sorunun cevabı , bizlerden önce yaşanan hayatların anlatıldığı , Kur'an içindeki kıssalarda mevcuttur.
Tarih boyunca Müslüman olmayanlar yani Allah (c.c) ye teslim olmayanlar tarafından üretilen hayat sistemlerinin ortak ismi "ŞİRK" tir. Bu insanların ürettikleri hayat sistemlerinde , Allah (c.c) tarafından elçileri aracılığı ile beyan edilen hayat sistemlerinin yerine , kendileri tarafından üretilen hayat sistemleri rağbet görerek , bu kavimlerin arz üzerinde fitne ve fesat çıkardıkları , ve bu fitne ve fesadın sonunun o kavimlerin dünya hayatlarının, helak edilmek sureti ile son bulduğu görülmektedir.
Salih , Lut , Şuayb (a.s) ların kıssalarını okuduğumuzda , bu kavimlerin şirkleri sonucu ortaya çıkan hayat sistemlerinin , insan dışında canlı hayatına saygı göstermeme , cinsel sapma , bozgunculuk , güçsüzleri ezmek , ekonomik ve sosyal hayatta ölçüsüzlük v.s gibi bir çok hataların tavan yaptığı görülmektedir.
Kavimlerin düşmüş olduğu bu hatalar , başta elçiler olmak üzere onlara tabi olanlar tarafından engellenmeye çalışılmak sureti ile , doğru olanın ikamesi için büyük bir mücadele ortaya konulmuştur. Ancak bu kavimlerin müstekbir ileri gelenlerinin başı çektiği guruplar , kurulu düzenlerinin ellerinden gitmemesi için, var güçleri ile, bu elçiler ve onlarla beraber olanlara karşı şiddetli biçimde karşı koymuşlardır.
Hayatlarını "ŞİRK" temelli sistemler üzerine kurarak , yeryüzünde fitne ve fesada SEBEP olan kavimlerin uğradıkları SONUÇ, o kavimlerin helak edilmek sureti ile tarih sahnesinden silinmesi olmuştur. Kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkilerinin, yani kendi yanlarından üretmiş oldukları sistemleri ayakta tutmak için birbirleri ile sıkı sıkı bağ kurarak , kendi yanlarından üretilmeyen ve şirk'e dayanmayan ilahi sistemi hayata geçirMEdikleri için helak edilmiş olmaları , sadece Kur'anda bahsedilen kavimler ile sınırlı olmayıp , evrensel bir yasa olarak kıyamete kadar sürecektir.
"SEBEP-SONUÇ" ilişkisi dahilinde gerçekleşen helak olaylarının temelinde , kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkisi , bu ilişkinin dünya üzerinde fitne ve fesada sebep olması , ve bunun sonucunda bu kavimlerin helak edilmiş olmaları , bizlere örnek gösterilerek , velayet ilişkisini biz Müslümanların kendi aramızda gerçekleştirmediğimiz takdirde , onlarla aynı sona uğrayacağımız unutulmamalıdır.
Müslümanlar kendi aralarında velayet ilişkisini nasıl gerçekleştirir ?.
"Veli" kavramının , "Kendi cinsinden olmayan bir şeyin araya girememesi ve yakın olmak" anlamını dikkate aldığımızda, Müslümanlar bu kavramı , yaşamları ile ilgili kuralları belirleme noktasında, "Kafir" olarak nitelenen insanların empoze ettiği fikir ve düşüncelere itibar etmeyerek , inandıkları kitabın onlara önerdiği sistemi hayatlarına geçirmek sureti ile, kendi aralarında bu velayet ilişkisini oluşturmuş olacaklardır.
Bizlerin, bu ilişkiyi hayata pratize etmediğimiz takdirde, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesadın olacağı haberinin ne kadar doğru olduğu, bu gün yaşadığımız dünyaya , özellikle Müslüman coğrafyasına baktığımızda maalesef görülecektir.
Ahzab s. 72. ayetinde beyan edilen , göklerin , yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği ağır bir sorumluluğu yüklenen insanın , bu sorumluluklarından bir tanesi belki de en önemlisi, yaşadığı dünyayı ISLAH ediciler olarak yaşayarak , FESAT çıkaranlardan olmayan bir hayat sürmesidir.
016.009] Yolun doğrusunu göstermek Allah'ın tekelindedir. Kimi yollar
eğridir. Eğer o dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.»
Nahl s. 9. ayeti önemli bir noktaya dikkat çekerek "Doğru Yol" olarak nitelenebilecek yolun sadece kendisinin önermiş olduğu yol olduğunu beyan etmektedir.
Bu noktada , "Kul" statüsüne sahip olanların önerdikleri yol doğru olmamakta ve bu yolun izlenmesi sonucunda açığa çıkan fitne ve fesadın dünyayı neye çevirdiği, dünya tarihinin sayfalarında acı hatıraları ile yerini almış ve hala aynı durum devam etmektedir.
Dünyanın bu içler acısı gidişatını değiştirme görevi, biz Müslümanlardan başkasına düşmemektedir. Ne acıdır ki Müslümanlar olarak böyle bir görevin farkında bile olmadan , hala kafirler ile velayet ilişkisi içinde kalarak , onlar tarafından önerilmiş olan sistemleri hayatımıza aktararak onlar gibi yaşamaktayız.
Bırakın başka Müslümanların yaşadıkları coğrafyayı , kendi yaşadığımız ülke sınırları dahilinde yaşayan Müslümanların düşünce yapılarına baktığımız zaman , kafirler ile yapılmış velayet ilişkisinin sonucu olan yönetim ve düşünce sistemleri ve ideolojilerin bizler tarafından savunularak , "Ben Müslümanım" demenin gereği olan düşünceler ve fikirlerin savunulmaz hale geldiğini görmekteyiz.
"Ben Müslümanım" diyenlerin dahi , kafirlerin birbirleri ile olan velayet ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan "izm" leri savunur olması , bırakın dünyayı değiştirmeyi , inandığı dinin ona nasıl bir görev yüklediğinin şuurunda dahi olamamış Müslümanların yaşadığı bir dünyanın fitne ve fesattan kurtulması nasıl mümkün olacaktır ?.
Yüklendiği görevin şuurunda dahi olmayan ve sadece kendisine "Dinin bu dur" diyerek anlatılan hurafe ve yalanları din zanneden , Kur'an denilince eline almaya bile korkan bir Müslüman tipinin dünyanın, bu gidişatını değiştirmek noktasında nasıl bir sözü olabilir?.
Hala hadis ve sünnet tartışmaları içinde boğulmuş ve rivayet kitaplarının saltanatının sürmesi için , Allah ve elçisine karşı iftira ve yalan uydurmaktan geri durmayan "Kanaat Önderi" pozisyonunda olanların sürükledikleri insanlar , nasıl ellerine Kur'anı alıp "Acaba Allah (c.c) bize nasıl bir görev yüklemiş" sorusunun cevabını arayan bir okuma ile Kur'an okuyacaklar?.
Hala namazda yapılan şekillerin nasıllığı üzerinden doğan farklı görüşlerin dahi düşmanlık vesilesi haline gelmiş bir dinin mensuplarının , bu düşmanlıklardan vazgeçerek birlik ve beraberliği oluşturabilmeleri için acaba kaç yüz yıl daha geçmesi gerekiyor ?.
Kur'an gözü ile şu anda yaşayan dünya Müslümanlarının durumunu değerlendirmeye çalıştığımız zaman , 40 değil 40 milyon fırın ekmek yenilse dahi bu içler acısı durumdan kurtulmak için çareler aranmaya başlanmasının mümkün olamayacağını üzülerek müşahede etmekteyiz.
Ortaya karamsar bir tablo çizerek bir kenara çekilip her şeyi akışına bırakalım iddiasında değiliz . Önümüzde, kavmine 950 sene tebliğ yapmış bir elçinin sabrı kapı gibi durmakta olup , aynı sabrı bizlerde göstererek , inandığımız yolda ölünceye kadar yürümek zorundayız.
Kendi değerlerimizin farkına varıp , bizim dışımızdakilerin ürettikleri değerleri ret ederek , gerçek bir Tevhit akidesine sahip olmaya çalışmak , dünya üzerinde fitne ve fesadın önlenmesi yönünde atılacak ilk adımdır. Kur'anı farklı amaçlar için değil ,sadece kul olma sorumluluğumuzu öğrenmek için okuyarak , bu sorumluluğu yerine getirmek için okuduklarımızı hayat içinde pratize etmeye çalışmak , bizleri birbirimize düşman hale getiren bir çok meselenin kendiliğinden kapanmasına sebep olacaktır.
Fetih s. 29. ayeti içindeki "Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine
merhametlidirler" cümlesi , bütün Müslümanlar tarafından düstur haline getirilmedikçe , şu anda bu cümlenin tersi olan durumdan kurtularak dünyaya sözü olan , mazlumların umudu , kafirlerin korkulu rüyası haline gelmemiz mümkün olmayacaktır.
[009.071] Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi
emreder kötülükten alıkorlar; salatı ikame ederler, zekat verirler, Allah'a ve
Peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz
güçlüdür, hakimdir.
[004.144] Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar)
edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık olan kesin bir delil vermek ister
misiniz?
[005.051] Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin! Onlar
ancak birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da
onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.
[005.057] Ey iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden
önce kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer kâfirleri veli ( üzerinize
yönetici) edinmeyin. Mümin iseniz, Allah’ın bu buyruklarına karşı gelmekten
sakının!
"Mü'minler" ve "Kafirler" den oluşan iki kutuplu bir dünyanın , kafirler yanında olmamamız gerektiğine dair olan emirler bizler tarafından içselleştirilmedikçe , kafirler tarafından meydana gelen fitne ve fesada bizlerde ortak olarak, onların zulümlerine bir şekilde iştirak etmiş olacağız.
[011.113] Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin
Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.
Hud s. 113. ayeti , açık ve net bir biçimde zalimlere karşı olan meyletmenin neticesinin ateş olacağı belirtilmektedir. Bu ateş dokunması sadece cehennem azabı olarak değil , dünya hayatında da kendisini gösterecektir.
Kafirler tarafından dünyaya salınan ateşi söndürmek için çalışmayan her kim olursa olsun , bu ateş zamanla onları da saracaktır. Biz Müslümanların yakılan bu ateşi söndürmek gibi bir çalışma içine girmememiz neticesinde, ateş bizim evlerimizin içine kadar girmiştir. Bu ateşin söndürülmesi için yapılması gerekenler, bize kitap içinde bildirilmiş olmasına rağmen , yandığımızın dahi farkında olmayan bir şuursuzluk içinde hayatını devam ettiren bizlerin, daha kitabı abdestli tutmanın gerekli olduğunu düşünerek kağıt kutsayıcısı bir durumda olmamız , bu ateşin sönmesi bir yana daha da artarak yayılmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Yaratılma gayesi sadece tek ilah ve rab olan Allah (c.c) nin kendisi için belirlediği kurallara uymak olan biz insanlar , bu gayenin dışına çıkarak , yaşam kurallarımızı kendimiz belirlemeye kalktığımızda , kendi yanımızdan uydurduğumuz kurallar sonucunda yeryüzünde fitne ve fesat ortaya çıkmaktadır.
Bu insanların Kur'andaki adı "Kafir" olup , onların birbirleri ile veli oldukları , aynı veliliği bizlerin birbirimiz ile yapması istenerek yeryüzündeki fitne ve fesadın kaldırılarak dinin sadece Allah'ın , yani yaşam kurallarını belirleyen sadece Allah (c.c) olması için çalışmamız gerektiği emredilmektedir.
Müslümanların birbirleri ile velayet ilişkisini nasıl gerçekleştirebileceği Kur'an içinde bulunan ayetlerde mevcut bulunup , sadece bizlerin yaratılış gayemizi hatırlayarak , aramızda velayet ilişkisinin gerçekleştirmenin şart olduğu şuuruna yeniden vakıf olmamızı beklemektedir. Maalesef bizlerin böyle bir şuurun gerekliliği içinde dahi olamamamız , yeryüzündeki fitne ve fesadın gün geçtikçe artarak bizleri de sarmıştır.
RABBİMİZ BİZLERİ YERYÜZÜNDE FİTNE VE FESADIN ORTADAN KALDIRILMASI İÇİN GAYRET EDEN KULLARINDAN KILSIN.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder