Nebi ve Resul kelimeleri, İslam adına yapılan konuşma ve tartışmalarda en fazla dile getirilen kelimelerden olmasına rağmen, Kur'an'i anlamda bu kelimelerin tariflerinin doğru yapıldığını, ve birçok kişinin bu kelimelerin anlamlarını doğru biçimde bildiğini söylemek mümkün pek değildir. Klasik bilgiler çerçevesinde yapılan tarife göre Resul , Kendisine kitap ve şeriat verilen elçi, Nebi ise, Kendisine kitap ve şeriat verilmeyen, önceki elçinin kitap ve şeriatını sürdüren elçi demektir. Fakat bunları Kur'an'a arz edecek olursak, maalesef kelimelerin bu şekildeki tarifleri Kur'an'dan onay almayacaktır.
[042.013] Allah, dinden Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz,
İbrahim'e, Musa ya ve İsa 'ya tavsiye ettiğimiz Allah'ın dinini hayata egemen
kılın ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin' direktifini sizin için bir hayat
düsturu olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah'a ortak
koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de
doğru yola iletir.»
Nebi için yapılan, yeni bir şeriat getirmemiş olması, önceki elçinin şeriatını sürdürmesi şeklinde yapılan tarifin Şura s. 13. ayetinden onay almadığı görülmektedir. Hiç bir elçinin yeni bir şeriat getirmediği, ilk elçiden beri Allah'ın insanlar için şeriat yani yol kıldığı İslam Dinini tebliğ etmek amaçlı olarak gönderildiklerini Şura s. 13. ayetinden ve diğer ayetlerden öğrenmekteyiz (3. sure 85- 5. sure 6).
Elçilerin yeni şeriat getirmediği, getirdiği şeriatın yani insanlar için belirlenen yolun, ilk elçiden son elçiye kadar aynı olduğunu öğrendikten sonra, klasik tarifte resul için yapılan Kitap verilen elçi, Nebi için yapılan Kitap verilmeyen elçi tarifinin doğru olup olmadığının cevabını Kur'an'da aramaya çalışalım.
[003.081] Allah nebilerden ahit almıştı: «Ant olsun ki size Kitap,
hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir resul gelecek, ona mutlaka
inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul
ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle
beraber şahitlerdenim» demişti.
Al-i İmran s. 81. ayetinde, Allah (c.c) nin "Ant olsun ki size Kitap, hikmet verdim" sözünü söylediği kişiler, NEBİ olarak isimlendirilmektedir. Bu ayet bizlere klasik tarifteki Nebilere kitap verilmemiştir iddiasının doğru olmadığını göstermektedir. Ayrıca, Enam s. 84-88. ayetlerde 18 elçinin ismi sayıldıktan sonra 89. ayette "İşte bunlar, kendilerine kitap, hüküm ve nübüvvet verdiğimiz kimselerdir" buyurulmuş olması, elçi vasfına sahip olan bir kimsenin kitap getirmediği iddiasının doğru olmadığını göstermektedir. Sayılan bu 18 elçinin dışındakilere kitap verilmediği şeklinde bir iddia, yukarıda mealini verdiğimiz ayet ile çelişecektir. Dolayısı ile kitap verilmeyen elçi diye bir sözün kullanılması asla doğru değildir.
Bu noktada elçilere kitap verilmiş olmasının ne anlama geldiği önem kazanmaktadır. Kitap kelimesinin klasik tarifteki anlamının, bu konudaki yanlış anlayışı beraberinde getirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Kitap denildiğinde hepimizin aklına ilk olarak, iki kapak arasına alınmış yazılı sahifeler şeklinde bir tarif gelmektedir.
Kelimeye bu şekilde verilen anlam elbette doğrudur, fakat kelimenin böyle bir anlam kazanmasına sebep olan temel anlamına baktığımızda bu kelime bizlere, elçilere kitap verilmiş olmasının ne anlama gelebileceği konusunda, daha farklı bir bakış açısı kazandıracaktır.
El Ketbü: İki deriyi dikerek birbirine eklemek anlamındadır. Ketebtüssikae : Tulumu diktim.
Yaygın dilde ise, harfleri yazarak birbirine eklemek anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca bu kelime, birbirine eklenmiş söz yani lafızla ilgili olarakta kullanılır. Kitabetün kelimesi, yazarak arka arka dizmek anlamındadır. Bundan dolayı Allah kelamı her ne kadar yazılmamış olsa dahi Kitabun olarak adlandırılmıştır. Örnek : Elif, lam, mim zalike-l kitabü (Bakara s. 1-2)
(El Müfredat)
Görülmektedir ki, Kitap kelimesi sadece yazı ile arka arkaya dizilen harflerin kağıda yazılarak toplandığı bir objenin adı değil, Muhammed (a.s) ın ağzından dökülen sözlerin arka arkaya toplandığı sözlerin de adı olmuştur.
Kur'an ile ilgili geçen Kitap kelimesini Kur'an'ın Muhammed (a.s) a yazılı olarak indirilmediğini dikkate alarak anlamaya çalıştığımızda, elçinin ağzından dökülen kelimelere de EL KİTAP denildiğini görürüz. İşte kitap kelimesinin bu anlamı, elçilere kitap verilip verilmediğini daha kolay anlamamızı da sağlayacaktır.
Bu bağlamda kitap kelimesine, ALLAH (C.C) TARAFINDAN SEÇİLEN ELÇİLERİN KENDİLERİNE VAHYEDİLEN SÖZLERİ MUHATAPLARINA AKTARMASI şeklinde bir anlam verdiğimizde, elçilere kitap verilip verilmemiş olduğu anlaşılacaktır. Allah (c.c) seçmiş olduğu bütün elçilere vahyettiğine, seçilen bu elçilerin de kendilerine vahyedileni muhataplarına aktardığına göre BÜTÜN ELÇİLERE KİTAP VERİLMİŞTİR diyebiliriz.
Bütün elçilere kitap verilip verilmediği yönünde yapılan tartışmalar, kitap kelimesinin anlamının sadece iki kapak arasına kağıttan mamul sayfalara yazılmış harflerden müteşekkil sözler şeklinde bir anlamı olduğu dikkate alınarak, kelimenin ağızdan çıkan harflerin birbirine eklenmek sureti ile sözlerin oluşturulması şeklinde bir anlamı da olmasının dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır. Kelimenin bu anlamı da dikkate alındığında, elçilere kitap verilip verilmediği şeklinde yapılan tartışmaların ne kadar da gereksiz olduğu görülecektir.
Kur'an'daki elçi kıssalarına baktığımızda, kavimlerine gönderilen elçiler, kendilerinin Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olduklarını bildirmektedirler. Allah tarafından bir yetki belgesi olmadan hiç bir elçi kendiliğinden ortaya çıkarak, elçiliğini iddia etmemiştir.
Bu bağlamda resullüğü kendilerinden menkul bazı kimselerin, son zamanlarda ortaya çıkarak BEN DE RESULÜM şeklindeki iddialarını ele almak gerektiğini düşünmekteyiz.
Ahzab s. 40. ayetinde "Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir." buyurulmasından hareketle, Nebi ve Resul ayrımına giderek, Nebilik bitmiştir ama resullük bitmemiştir şeklinde bir teori üretmek sureti ile kendilerini resul ilan edenlere, veya bu tür kişileri resul olarak kabul edenlere rastlamaktayız.
Al- İmran s. 81. ayetine geri dönerek konuyu anlamaya çalıştığımızda, Allah (c.c) nin beşer cinsinden seçtiği insanların bir kısmının nebi, bir kısmının resul olduğunu değil tamamının nebi olduğunu görmekteyiz. Bir insan resul olmadan önce nebi olması gerekmektedir ki Allah (c.c) ona VAHYETSİN YANİ KİTAP VERSİN. Yani bir kimsenin resul olması onun öncelikle nebi olmasından yani bu belgeyi almasından geçmektedir.
Fakat bugün ortalıkta Ben de resulüm diye gezen bir çok kimseye Sen neyin resulüsün? diye sorduğumuzda cevap olarak, Ben Kur'an'ın resulüyüm cevabını vermektedir. Bu noktada kendisini resul ilan edenlerin en tutarlısı !! olduğunu söyleyebileceğimiz İskender Evrenosoğlu adlı şahıs, bu işin kitapsız olmayacağını bildiği için kendisine kitap indirilmiş bir nebi resul olduğunu ilan ederek tutarlı bir sahtekar olduğunu ortaya koyabilmektedir. Bu kişi haricindekiler ise, kendilerine kitap verilmediğini, önceki kitap olan Kur'an ile idare ettiklerini söyleyerek, büyük bir yalan ve iftiraya imza atmaktadırlar.
Halbuki gerçek bir resul, kendisine kitap verilen yani vahyedilen bir kimse olması gerekmektedir. Kendine kitap verilmemiş yani vahyedilmemiş bir resul, ancak yalancı ve sahtekar bir müfteri olmaktan ileri gidemeyen, dahası tıbbi destek almaya ihtiyacı olan hastalıklı bir kimsedir.
Sonuç olarak; İslam düşüncesinde nebi ve resul ayrımının yapılarak, Allah (c.c) nin seçtiği elçilerin bir kısmının nebi, bir kısmının resul olduğu iddiası Kur'an'dan destekli bir iddia değildir. Bu elçilerin bir kısmına kitap verildiği, bir kısmına verilmediği iddiası da aynı şekilde Kur'an'dan destek almamaktadır.
Kitap kelimesini şayet doğru biçimde anlayacak olursak, halen yapılmakta olan, nebi resul ayrımı veya bunların bazılarına kitap verilip verilmediği yönündeki tartışmalar son bulacaktır.
Kur'an'ın bu konuda ne demiş olabileceğine baktığımızda, Allah (c.c) nin seçmiş olduğu beşer elçilerin tamamının Nebi Resul olduğu, ve tamamına kitap verildiği anlaşılmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Elçilere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Elçilere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Mayıs 2017 Pazar
16 Aralık 2015 Çarşamba
Allah (c.c) Beşer Elçilere Neden Melek Elçi İle Vahyeder?
Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kulları üzerinde yegane otorite sahibinin sadece kendisi olduğunu beyan ederek , bu beyanını biz insanlar içinden seçmiş olduğu elçiler ile bildirmiştir. İnsanlar içinden seçmiş olduğu elçilere bu beyanı bildirme şeklini ise, meleklerden seçmiş olduğu elçiler vasıtası ile vahyederek olduğunu, son elçiye inen kitap içinde bildirmiştir.
Son zamanlarda , Kuran okumalarında ortaya çıkan bazı düşünceler beşer elçiye gelen vahiy konusunda farklı mülahazalar ortaya atarak , böyle bir vahyetme şeklinin olmadığını , olamayacağını iddia ederek , "Allah (c.c) nin direk olarak vahyetmeye gücü yetmiyor da böyle bir yolumu seçiyor" şeklinde itirazları görmekteyiz.
Bu itirazlar dile getirilirken sürülen gerekçelerin , konu ile ilgili ayetler ile çelişki arz etmesi üzerine , ilgili ayetlerin anlamı ters çevrilerek tahrifata girişmekten çekinilmediğine şahid olmaktayız. Bu tür itirazları ve ilgili ayetlerin nasıl tahrif edildiklerini daha önceki yazılarımızda ele almaya çalıştığımız için bu yazımızda, bu konudaki itirazlardan çok "Neden melek elçi ?" sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. "Neden" sorusunun cevabından önce konuyu aydınlatmak için vahyin gelişi ile ilgili ayetleri okumak istiyoruz.
Bu konu ile ilgili anahtar ayetimiz , Allah (c.c) nin insanlarla konuşma yollarını beyan ettiği Şura s. 51. ayetidir.
Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
[042.051] Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şura s. 51. ayetinin beyanına göre Allah (c.c) kulları ile 3 şekilde konuşmaktadır.
1- Vahy ile.
2- Perde arkasından.
3- Elçi göndererek vahyetmek sureti ile.
Allah (c.c) nin kulları ile olan konuşmasının , 1. şıkkı bütün insanlar ile ilgili olup , 2. şıkkı Musa (a.s) ile olan konuşma ile ilgilidir. 3. şıktaki konuşma şekli olan elçi göndererek vahyetmek sureti ile olan konuşma şeklinin en son örneği , Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş şeklini ifade etmektedir.
Bu 3 konuşma şeklinin 1. şıkta olanı, bütün insanlar için geçerli olduğuna göre bu konuşma şeklini "GENEL VAHİY" , 2. ve 3. şıktaki konuşma şeklini ise "ÖZEL VAHİY" olarak isimlendirebiliriz.
Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş keyfiyetini anlatan ayetleri gördükten sonra "Neden böyle bir yol ?" sorusunun cevabını arayabiliriz.
[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Hacc. 75. ayeti , Allah (c.c) nin İNSAN ve MELEKler den olmak üzere elçiler seçtiğini bildirmektedir. "Melek" olarak bahsedilen elçilerin ontolojik olarak nasıllığı konusunda herhangi bir bilgi verilmediği için , bizlerin de bu konuda bilgimiz olmadığını hatırlatalım.
[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»
Nahl s. 2. ayetinde beşer içinden seçmiş olduğu elçilere indirdiği ve "Ruh" olarak beyan ettiği vahyi , "Melek" ile indirdiğini beyan etmektedir.
[002.097-98] De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Bakara s. 97-98 de , Kitabı Muhammed (a.s) a "Melek elçi" olan "Cibril" in indirdiği beyan edilmektedir.
[016.101-2] Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»
Nahl s. 101-102 de , Muhammed (a.s) a Kitabın , "Ruhul kudüs" adı ile bildirilen melek elçi tarafından indirildiği beyan edilmektedir.
[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.
Şuara suresindeki bu ayetlerde Melek elçi , "Ruhul emin" olarak isimlendirilmektedir.
[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Necm suresindeki bu ayetlerde , Muhammed (a.s) a "Melek elçi" ile vahyedilmesi ve onu göz ile gördüğü anlatılmaktadır.
[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.
Tekvir suresindeki bu ayetlerde ise Muhammed (a.s) a vahyi getiren elçiden "Kerim" olarak bahsedilmektedir.
Buraya kadar verdiğimiz ayetlerin ortak noktası , Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere "Melek elçi" vasıtası ile vahyi indirdiğinin beyan edilmesi , ve bu beyanın Muhammed (a.s) ın şahsında nasıl gerçekleştiğini anlatan ayetlerdir.
Şu noktayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz ; "Melek elçi" deyimi ile kast edilen şeyin, bizim için elle tutulur , gözle görülür bir mahiyetinin olup olmadığının önemi yoktur. Biz sadece Allah (c.c) nin böyle bir vasıta ile vahyettiğini beyan etmesine iman ederek bu isim ile adlandırdığı şeylerin nasıllığı üzerinde durmamızı gerektirecek herhangi bir bilgi sahibi değiliz.
Gelelim asıl konumuz olan, Allah (c.c) nin neden böyle bir yol ile beşer elçilere vahyetme sebebine;
Şura s. 51. ayetine geri dönecek olursak , o ayette Allah (c.c) insan ile 3 yol ile konuştuğunu beyan etmektedir. 1. yol olan "Vahyetmek" yolu, yaratılan bütün insanlara şamil olan "İlham" olarak bildiğimiz konuşma şeklidir.
Musa (a.s) ın suya bırakması için annesine vahyedildiğinin beyan edilmesi, bu konuyu anlamayı kolaylaştıracaktır. Musa (a.s) ın annesinde fıtri olarak doğuştan gelen annelik duygusu, onun zarar görmemesi için annesini böyle bir yola itmiştir. Allah (c.c) Musa nın annesine melek elçi ile "Onu suya bırak" şekilde bir vahiyde bulunmamıştır. Buradan anlaşılıyor ki Allah (c.c) yarattığı bütün insanlara doğuştan vermiş olduğu fıtri hassasiyetlere, "Vahyederek" konuşma adını veriyor.
Demek ki 1. yol ile vahyetme şekli bütün insanlar için geçerli olan ve "GENEL VAHİY" olarak kategorize edebileceğimiz bir konuşma türüdür.
2. ve 3. tür konuşma şekli insan içinden seçilmiş kişiler için geçerli olup , 2. tür konuşma şekli Kur'an içinde Musa (a.s) örneğinde görülmektedir.
Asıl konumuz olan 3. tür konuşma şekli olan "Elçi göndererek vahyetme" , 1. şekil olan bütün insanlar için olan geçerli olan konuşma şeklinden farklı bir konuşmadır. Bunun sebebi ise Allah (c.c) nin elçi olarak seçilmiş olan kula vahyedilen bilgilerin sadece "İlham" denilen kişisel fıtri bilgiler değil , ondan farklı ve kapsamlı olan ve diğer insanları bağlayıcılığı olan bilgiler olmasıdır.
Elçi olarak seçilmiş olan kişi , bu tür bir vahiy ile kendisine diğer insanlardan daha özel bir vahiyde bulunulduğunu anlar ve kendisine vahyedilen bu bilgilerin Allah (c.c) tarafından sadece kendisine has değil , muhatab olduğu bütün insanları kapsayıcı bir mahiyeti olduğunu bilir. Bu vahiy türü ile gelen bilgiler diğer insanları da bağlayıcı olup, sadece elçi ile sınırlı değildir. Bundan dolayı bu tür vahye "ÖZEL VAHİY" adı verebiliriz.
Allah (c.c) nin seçilmiş elçilere , insan olmalarının gereği olan "Genel vahiy" türünden ayrı bir vahiy türü olan "Melek elçi" ile özel bir vahiyde bulunma sebebi , vahyedilen kişinin , ve bu vahye muhatap olan kişilerin bu tür vahyin herkese yapılmayacağının bilinerek ayrıcalıklı bir vahiy türü olduğunun bilinmesi içindir.
Kur'an adı ile bildiğimiz kitap , bilindiği gibi Muhammed (a.s) a bu yolla inmiştir. Eğer biz böyle bir yolun olmadığını, açık ve net ayetlere rağmen iddia edecek olursak ortaya Kur'an hakkında bir takım şüpheler atılabilir şöyle ki ;
Muhammed (a.s) öncelikle bir insan olması nedeniyle her insan için geçerli olan "Genel vahiy" türü onun içinde geçerlidir. Eğer ona inen kitabı herkes için geçerli olan genel vahiy türü ile bizlere okuduğu iddiasını ortaya atacak olursak , Kur'an adlı kitabın bizler için herhangi bir bağlayıcılığı ortadan kalkarak , Muhammed (a.s) ın içine gelen duyguları yazdığı veya yazdırdığı "BEŞER SÖZÜ" haline veya müşriklerin yaptıkları iftiralardan olan, Allah adına uydurduğu sözler haline gelerek ve bizler için herhangi bir kitaptan farkı olmaz.
"Melek elçi" vasıtası ile olan özel vahiy türünün red edilerek , genel vahiy kategorisine dahil edilmiş bir kitap haline sokulmak istenilmesi Kur'anın sıradanlaşması , Allah (c.c) nin kelamı olmaktan çıkması , muhteviyatının bağlayıcı durumdan çıkması gibi tehlikeleri beraberinde getirecektir.
Çünkü, eğer Muhammed (a.s) biz gibi bir insan ise ki öyledir , "Ona ilham yolu ile gelen bilgiler bana da geldi" diyerek , resulluğu kendinden menkul sahte elçiler piyasada cirit atmaya başlayacaktır. Bunların örneklerini maalesef şimdi bile görerek "Ben de resulum" diyerek etrafta kol gezen hastalıklı kişilikler mevcuttur.
Resulluğu kendilerinden veya müritlerinden menkul bu kimselerin ortaya attığı sözlerin, vahy eseri olduğunu iddia etmelerine zemin hazırlayan söylem , Şura s. 51. ve benzeri ayetlerde beyan edilen "Elçi" sıfatını taşıyan insanlara yapılan vahy yolunu red etmeleridir.
Buradan da anlaşılıyor ki Allah (c.c) nin beşer elçilere diğer insanlardan farklı bir yol seçtiğini beyan etmesi , sahte elçilerin önünü kapatıcı ve kitabı sıradanlaştırıcı düşüncelere set çekmeyi amaçlamaktadır.
Son zamanlarda ,bu kitabın Muhammed (a.s) tarafından yazdığı veya yazdırıldığı hakkında ortaya atılan iddiaların temeli bu kitabın ona vahyedilme şeklinin red edilerek genel vahiy ile ona gelen ilhamın neticesi olduğuna dair sözler sarf edilmektedir. Bu düşünceyi ortaya atanların kendilerini "Yalnız Kur'an" sloganı ile tanıtmaları bizleri bazı şüpheler içine itmektedir.
Muhammed s. 30. ayetinde münafıkların tanınma yolu onların konuşma uslupları olarak haber verilmektedir.
"Biz isteseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, KONUŞMA ÜSLUBUNDAN tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir."
Kimse hakkında "Münafık" gibi bir etiketleme niyetimiz olmadığını baştan söyleyerek , Kur'an hakkında ortaya atılan bazı söylemlerin kime hizmet ettiği ve kimin ekmeğine yağ sürdüğünü hesaba katarak bu tür söylemleri değerlendirmek mümkündür.
Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen "Elçi göndermek yolu ile vahyedilmesi" konusunda böyle bir yolu red edenlerin bilerek veya bilmeyerek Kur'anın Allah (c.c) katından olmadığını iddia edenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü ifade etmek isteriz. Eğer Kur'an bütün insanlara yapılan 1. konuşma şekli ile indiği kabul edilirse , bu kitabın artık bir bağlayıcılığı kalmayarak, Muhammed (a.s) ın yazdığı veya yazdırdığı bir kitap haline düşmesinden en çok kimler memnun olacağını bu düşünceyi savunanların anlaması gerekmektedir.
Müslümanlar için "Tuz" mesabesinde olan Kur'anın kokutularak ellerinde güvenebilecek bir dayanakları olmasını istemeyen kimler ise, bu tür söylemler onların ekmeğine yağ sürerek onların kirli emellerine hizmet etmektedir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere , başka bir elçi ile vahyettiğini beyan etmesinin sebebi , seçilen kişiye gelen vahyin Allah (c.c) nin kelamı ve bu elçinin Allah (c.c) adına konuşan bir kişi olduğunun bilinmesi içindir. Böyle bir yolu red ederek , Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen insanlarla konuşma şeklinin 1. şıkkı dahilinde vahy edildiğini iddia edecek olursak Kur'an bağlayıcılığı olan bir kitap durumundan çıkarak Muhammed (a.s) ın sözü durumuna düşecektir.
Bu düşünceyi ortaya atanlar veya savunanların böyle bir tehlikenin kapısını araladıklarını açık ve net olarak söyleyerek , daha önce bu kapıyı aralayanların "Bende resulum" diyerek kendilerine Allah (c.c) tarafından vahyedildiği iddialarında bulunduğu malumdur. Bu konudaki ilgili ayetlerin tahrife varan boyutlarda anlamları kaydırılarak , Kur'anın özel bir vahiy ile değil de genel bir vahiy eseri olduğunu ispatlamaya çalışanlar , İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürerek onların işlerini kolaylaştırmaktadırlar.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Son zamanlarda , Kuran okumalarında ortaya çıkan bazı düşünceler beşer elçiye gelen vahiy konusunda farklı mülahazalar ortaya atarak , böyle bir vahyetme şeklinin olmadığını , olamayacağını iddia ederek , "Allah (c.c) nin direk olarak vahyetmeye gücü yetmiyor da böyle bir yolumu seçiyor" şeklinde itirazları görmekteyiz.
Bu itirazlar dile getirilirken sürülen gerekçelerin , konu ile ilgili ayetler ile çelişki arz etmesi üzerine , ilgili ayetlerin anlamı ters çevrilerek tahrifata girişmekten çekinilmediğine şahid olmaktayız. Bu tür itirazları ve ilgili ayetlerin nasıl tahrif edildiklerini daha önceki yazılarımızda ele almaya çalıştığımız için bu yazımızda, bu konudaki itirazlardan çok "Neden melek elçi ?" sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. "Neden" sorusunun cevabından önce konuyu aydınlatmak için vahyin gelişi ile ilgili ayetleri okumak istiyoruz.
Bu konu ile ilgili anahtar ayetimiz , Allah (c.c) nin insanlarla konuşma yollarını beyan ettiği Şura s. 51. ayetidir.
Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
[042.051] Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şura s. 51. ayetinin beyanına göre Allah (c.c) kulları ile 3 şekilde konuşmaktadır.
1- Vahy ile.
2- Perde arkasından.
3- Elçi göndererek vahyetmek sureti ile.
Allah (c.c) nin kulları ile olan konuşmasının , 1. şıkkı bütün insanlar ile ilgili olup , 2. şıkkı Musa (a.s) ile olan konuşma ile ilgilidir. 3. şıktaki konuşma şekli olan elçi göndererek vahyetmek sureti ile olan konuşma şeklinin en son örneği , Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş şeklini ifade etmektedir.
Bu 3 konuşma şeklinin 1. şıkta olanı, bütün insanlar için geçerli olduğuna göre bu konuşma şeklini "GENEL VAHİY" , 2. ve 3. şıktaki konuşma şeklini ise "ÖZEL VAHİY" olarak isimlendirebiliriz.
Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş keyfiyetini anlatan ayetleri gördükten sonra "Neden böyle bir yol ?" sorusunun cevabını arayabiliriz.
[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Hacc. 75. ayeti , Allah (c.c) nin İNSAN ve MELEKler den olmak üzere elçiler seçtiğini bildirmektedir. "Melek" olarak bahsedilen elçilerin ontolojik olarak nasıllığı konusunda herhangi bir bilgi verilmediği için , bizlerin de bu konuda bilgimiz olmadığını hatırlatalım.
[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»
Nahl s. 2. ayetinde beşer içinden seçmiş olduğu elçilere indirdiği ve "Ruh" olarak beyan ettiği vahyi , "Melek" ile indirdiğini beyan etmektedir.
[002.097-98] De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Bakara s. 97-98 de , Kitabı Muhammed (a.s) a "Melek elçi" olan "Cibril" in indirdiği beyan edilmektedir.
[016.101-2] Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»
Nahl s. 101-102 de , Muhammed (a.s) a Kitabın , "Ruhul kudüs" adı ile bildirilen melek elçi tarafından indirildiği beyan edilmektedir.
[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.
Şuara suresindeki bu ayetlerde Melek elçi , "Ruhul emin" olarak isimlendirilmektedir.
[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Necm suresindeki bu ayetlerde , Muhammed (a.s) a "Melek elçi" ile vahyedilmesi ve onu göz ile gördüğü anlatılmaktadır.
[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.
Tekvir suresindeki bu ayetlerde ise Muhammed (a.s) a vahyi getiren elçiden "Kerim" olarak bahsedilmektedir.
Buraya kadar verdiğimiz ayetlerin ortak noktası , Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere "Melek elçi" vasıtası ile vahyi indirdiğinin beyan edilmesi , ve bu beyanın Muhammed (a.s) ın şahsında nasıl gerçekleştiğini anlatan ayetlerdir.
Şu noktayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz ; "Melek elçi" deyimi ile kast edilen şeyin, bizim için elle tutulur , gözle görülür bir mahiyetinin olup olmadığının önemi yoktur. Biz sadece Allah (c.c) nin böyle bir vasıta ile vahyettiğini beyan etmesine iman ederek bu isim ile adlandırdığı şeylerin nasıllığı üzerinde durmamızı gerektirecek herhangi bir bilgi sahibi değiliz.
Gelelim asıl konumuz olan, Allah (c.c) nin neden böyle bir yol ile beşer elçilere vahyetme sebebine;
Şura s. 51. ayetine geri dönecek olursak , o ayette Allah (c.c) insan ile 3 yol ile konuştuğunu beyan etmektedir. 1. yol olan "Vahyetmek" yolu, yaratılan bütün insanlara şamil olan "İlham" olarak bildiğimiz konuşma şeklidir.
Musa (a.s) ın suya bırakması için annesine vahyedildiğinin beyan edilmesi, bu konuyu anlamayı kolaylaştıracaktır. Musa (a.s) ın annesinde fıtri olarak doğuştan gelen annelik duygusu, onun zarar görmemesi için annesini böyle bir yola itmiştir. Allah (c.c) Musa nın annesine melek elçi ile "Onu suya bırak" şekilde bir vahiyde bulunmamıştır. Buradan anlaşılıyor ki Allah (c.c) yarattığı bütün insanlara doğuştan vermiş olduğu fıtri hassasiyetlere, "Vahyederek" konuşma adını veriyor.
Demek ki 1. yol ile vahyetme şekli bütün insanlar için geçerli olan ve "GENEL VAHİY" olarak kategorize edebileceğimiz bir konuşma türüdür.
2. ve 3. tür konuşma şekli insan içinden seçilmiş kişiler için geçerli olup , 2. tür konuşma şekli Kur'an içinde Musa (a.s) örneğinde görülmektedir.
Asıl konumuz olan 3. tür konuşma şekli olan "Elçi göndererek vahyetme" , 1. şekil olan bütün insanlar için olan geçerli olan konuşma şeklinden farklı bir konuşmadır. Bunun sebebi ise Allah (c.c) nin elçi olarak seçilmiş olan kula vahyedilen bilgilerin sadece "İlham" denilen kişisel fıtri bilgiler değil , ondan farklı ve kapsamlı olan ve diğer insanları bağlayıcılığı olan bilgiler olmasıdır.
Elçi olarak seçilmiş olan kişi , bu tür bir vahiy ile kendisine diğer insanlardan daha özel bir vahiyde bulunulduğunu anlar ve kendisine vahyedilen bu bilgilerin Allah (c.c) tarafından sadece kendisine has değil , muhatab olduğu bütün insanları kapsayıcı bir mahiyeti olduğunu bilir. Bu vahiy türü ile gelen bilgiler diğer insanları da bağlayıcı olup, sadece elçi ile sınırlı değildir. Bundan dolayı bu tür vahye "ÖZEL VAHİY" adı verebiliriz.
Allah (c.c) nin seçilmiş elçilere , insan olmalarının gereği olan "Genel vahiy" türünden ayrı bir vahiy türü olan "Melek elçi" ile özel bir vahiyde bulunma sebebi , vahyedilen kişinin , ve bu vahye muhatap olan kişilerin bu tür vahyin herkese yapılmayacağının bilinerek ayrıcalıklı bir vahiy türü olduğunun bilinmesi içindir.
Kur'an adı ile bildiğimiz kitap , bilindiği gibi Muhammed (a.s) a bu yolla inmiştir. Eğer biz böyle bir yolun olmadığını, açık ve net ayetlere rağmen iddia edecek olursak ortaya Kur'an hakkında bir takım şüpheler atılabilir şöyle ki ;
Muhammed (a.s) öncelikle bir insan olması nedeniyle her insan için geçerli olan "Genel vahiy" türü onun içinde geçerlidir. Eğer ona inen kitabı herkes için geçerli olan genel vahiy türü ile bizlere okuduğu iddiasını ortaya atacak olursak , Kur'an adlı kitabın bizler için herhangi bir bağlayıcılığı ortadan kalkarak , Muhammed (a.s) ın içine gelen duyguları yazdığı veya yazdırdığı "BEŞER SÖZÜ" haline veya müşriklerin yaptıkları iftiralardan olan, Allah adına uydurduğu sözler haline gelerek ve bizler için herhangi bir kitaptan farkı olmaz.
"Melek elçi" vasıtası ile olan özel vahiy türünün red edilerek , genel vahiy kategorisine dahil edilmiş bir kitap haline sokulmak istenilmesi Kur'anın sıradanlaşması , Allah (c.c) nin kelamı olmaktan çıkması , muhteviyatının bağlayıcı durumdan çıkması gibi tehlikeleri beraberinde getirecektir.
Çünkü, eğer Muhammed (a.s) biz gibi bir insan ise ki öyledir , "Ona ilham yolu ile gelen bilgiler bana da geldi" diyerek , resulluğu kendinden menkul sahte elçiler piyasada cirit atmaya başlayacaktır. Bunların örneklerini maalesef şimdi bile görerek "Ben de resulum" diyerek etrafta kol gezen hastalıklı kişilikler mevcuttur.
Resulluğu kendilerinden veya müritlerinden menkul bu kimselerin ortaya attığı sözlerin, vahy eseri olduğunu iddia etmelerine zemin hazırlayan söylem , Şura s. 51. ve benzeri ayetlerde beyan edilen "Elçi" sıfatını taşıyan insanlara yapılan vahy yolunu red etmeleridir.
Buradan da anlaşılıyor ki Allah (c.c) nin beşer elçilere diğer insanlardan farklı bir yol seçtiğini beyan etmesi , sahte elçilerin önünü kapatıcı ve kitabı sıradanlaştırıcı düşüncelere set çekmeyi amaçlamaktadır.
Son zamanlarda ,bu kitabın Muhammed (a.s) tarafından yazdığı veya yazdırıldığı hakkında ortaya atılan iddiaların temeli bu kitabın ona vahyedilme şeklinin red edilerek genel vahiy ile ona gelen ilhamın neticesi olduğuna dair sözler sarf edilmektedir. Bu düşünceyi ortaya atanların kendilerini "Yalnız Kur'an" sloganı ile tanıtmaları bizleri bazı şüpheler içine itmektedir.
Muhammed s. 30. ayetinde münafıkların tanınma yolu onların konuşma uslupları olarak haber verilmektedir.
"Biz isteseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, KONUŞMA ÜSLUBUNDAN tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir."
Kimse hakkında "Münafık" gibi bir etiketleme niyetimiz olmadığını baştan söyleyerek , Kur'an hakkında ortaya atılan bazı söylemlerin kime hizmet ettiği ve kimin ekmeğine yağ sürdüğünü hesaba katarak bu tür söylemleri değerlendirmek mümkündür.
Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen "Elçi göndermek yolu ile vahyedilmesi" konusunda böyle bir yolu red edenlerin bilerek veya bilmeyerek Kur'anın Allah (c.c) katından olmadığını iddia edenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü ifade etmek isteriz. Eğer Kur'an bütün insanlara yapılan 1. konuşma şekli ile indiği kabul edilirse , bu kitabın artık bir bağlayıcılığı kalmayarak, Muhammed (a.s) ın yazdığı veya yazdırdığı bir kitap haline düşmesinden en çok kimler memnun olacağını bu düşünceyi savunanların anlaması gerekmektedir.
Müslümanlar için "Tuz" mesabesinde olan Kur'anın kokutularak ellerinde güvenebilecek bir dayanakları olmasını istemeyen kimler ise, bu tür söylemler onların ekmeğine yağ sürerek onların kirli emellerine hizmet etmektedir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere , başka bir elçi ile vahyettiğini beyan etmesinin sebebi , seçilen kişiye gelen vahyin Allah (c.c) nin kelamı ve bu elçinin Allah (c.c) adına konuşan bir kişi olduğunun bilinmesi içindir. Böyle bir yolu red ederek , Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen insanlarla konuşma şeklinin 1. şıkkı dahilinde vahy edildiğini iddia edecek olursak Kur'an bağlayıcılığı olan bir kitap durumundan çıkarak Muhammed (a.s) ın sözü durumuna düşecektir.
Bu düşünceyi ortaya atanlar veya savunanların böyle bir tehlikenin kapısını araladıklarını açık ve net olarak söyleyerek , daha önce bu kapıyı aralayanların "Bende resulum" diyerek kendilerine Allah (c.c) tarafından vahyedildiği iddialarında bulunduğu malumdur. Bu konudaki ilgili ayetlerin tahrife varan boyutlarda anlamları kaydırılarak , Kur'anın özel bir vahiy ile değil de genel bir vahiy eseri olduğunu ispatlamaya çalışanlar , İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürerek onların işlerini kolaylaştırmaktadırlar.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)