Edinen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edinen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Zümer s. 43. Ayeti: Allah'ın Aşağısından Olanları Şefaatçi Edinen Müslümanlar

Ön yargısız olarak okunduğu takdirde müşriklerin Allah'tan gelen herhangi bir delil olmadan kendi yanlarından ürettikleri bir inanç olduğu kolaylıkla anlaşılabilecek olan şefaat inancı, biz Müslümanlar tarafından sahiplenerek İslam inancı haline getirilmiş, Kur'an'da bu inancı kabul edenler Kafir, Müşrik olarak görülürken, zaman içinde bu inancı ret edenler Kafir, Müşrik olmakla suçlanmaya başlanmıştır.

Dünkü Mekke müşrikleri ile bugünkü birçok Müslümanı şefaat konusunda ayıran tek şey, Mekke'li müşriklerin şefaati taştan tahtadan yapılmış putlardan beklemesi, Müslümanların ise etten kemikten bir beşer olan ölü veya diri kimselerden beklemesidir. Bundan önceki bir çok yazımızda, Kur'an içindeki şefaat konulu ayetleri ele alarak, bu konuyu anlamaya çalışmıştık, bu yazımızın konusu Zümer s. 43. ayeti çerçevesinde şefaat inancını ele almak olacaktır.

أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ شُفَعَاءَ ۚ قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْئًا وَلَا يَعْقِلُونَ

Yoksa Allah'ın aşağısından olan şefaatçiler mi edindiler? De ki: hiç bir şey'e güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?.

[039.044] De ki: «Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra da O'na döndürüleceksiniz.»

Ayet, Allah (c.c) dışında şefaatçi edinmiş olanlara bir soru sormakta, ve bu soru aynı zamanda şefaatçi olmak için gerekli olan kriterleri bildirmektedir. Şefaat, biz Müslümanların Allah tasavvurunun oluşmasında rol oynayan en önemli konulardan bir tanesidir. Allah tasavvuru Kur'an tarafından onay almayan bir inancın, dünya hayatında ve hesap gününde Müslümanlara fayda getirmeyeceği asla hatırdan çıkarılmamalıdır. 

Ayrıca bu inanç, bazı insanları Allah'a ortak olarak görmeyi beraberinde getirmesi açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Kendilerinde böyle bir yetki olduğunu zanneden bazı kimseler, insanlar üzerinde  maddi ve manevi baskı oluşturmak sureti ile onları sömürme yolunu şefaat inancı ile açmış, bunlara inanan birçok Müslüman ise şefaat beklentisi içinde bu kimselerin kapılarında kul köle olmaktadırlar.

[013.016] De ki: Göklerin ve yerin Rabbı kimdir? Allah'tır de. Yoksa O'nun aşağısından olan kendilerine bir fayda ve zararı olmayan veliler mi edindiniz? de. De ki: Hiç körle gören bir olur mu? Yahut karanlık ile aydınlık bir midir? Yoksa, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: Her şeyi yaratan, Allah'tır. Ve O; Vahid ve Kahhar'dır.

[017.056] De ki: «Allah'tan başka, ilâh olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, size yardım etsinler. Onlar, ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler.

[025.003]  O'nun aşağısından olan, bir şey yaratmayan; üstelik kendileri yaratılmış olan ve kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeyen, öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen bir takım ilahlar edindiler.

[029.017] Siz Allah'ın aşağısından olan birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.

[034.022] De ki: Allah'tan aşağısından olan, taptıklarınızı çağıran. Onlar ne göklerde, ne de yerde zerre kadar bir şeye sahib değildirler. Ve onların bu ikisinde ortaklığı da yoktur. O'nun bunlardan hiçbir yardımcısı da yoktur.

[035.013] Allah, geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar; belirli bir süre içinde hareket eden güneş ve ayı buyruk altına almıştır. İşte bu, Rabbiniz olan Allah'tır, hükümranlık O'nundur. O'nun aşağısından olan taptıklarınız, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.

[078.037] O Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbı, Rahman, bir hıtaba malik olamazlar ondan

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri, Allah (c.c) nin El Melik (her şeyin gerçek sahibi ve hükümdarı) isminin ne anlama geldiğini bizlere bildirmektedir. Bu ayetlerin delaleti ile Zümer s. 43. ayetini okuduğumuz zaman, şefaat yetkisine sahip olmak için  El Melik  isminin taşıdığı şartlara sahip olmak gerekmektedir. Zümer s. 43. ayeti, hiç bir şeye malik olmayan, kendileri yaratılmış olanların şefaat gücüne sahip olamayacaklarını bildirmektedir. Yani böyle bir güce sahip olmak için öncelikle İlah olmak gerekmektedir.

Şefaat inancına sahip olan hiç bir Müslüman elbette Allah'ın dışında başka bir ilahın var olduğunu, veya şefaat yetkisine sahip olduğunu düşündükleri insanların Allah (c.c) ile denk olduklarını dil ile alenen ifade etmez, aksine böyle bir şeyin mümkün olmadığını dahi iddia eder. Şefaat inancına sahip olan bu kimselerin kafalarını karıştıran nokta, şefaat ile ilgili bazı ayetlerde geçen Allah'ın izin verdiği kimseler şeklindeki cümlelerdir.

Şefaat konusu gündeme geldiğinde, bu inancı savunanlar tarafından, hemen bu guruptaki ayetler öne sürülerek, Allah izin verdiği kimselere şefaat etme hakkı tanıyacakmış şeklinde sözler edilmektedir. Fakat bu insanlar bu konuda kulaktan duyma veya ön yargılı olarak bilgi sahibi oldukları için, Allah (c.c) nin bir yerde ret ettiği inanç için, diğer bir yerde bazı kimselere şefaat etme izni vereceğini düşünmenin, Kur'an'a çelişki izafe etmek anlamına geleceğinin farkında dahi olmamaktadırlar.

Allah (c.c) dışında bazı kimselerin şefaat etme yetkisi olduğuna inanmak, Müslümanlar içinde ayrı bir ruhban sınıfının doğmasına sebep olan etkenlerden bir tanesidir. Hristiyan dünyasında bu sınıfın insanlar üzerinde uyguladığı baskı ve tahakkümün zulüm düzeyine vardığı, bu gurubun kendilerini yeryüzünde Allah'ın sözcüsü yerine koyarak, ellerinde insanları cennete veya cehenneme yollama yetkisi olduğu zannını yaymaları, onların büyük bir güce sahip olmalarını sağlamıştır.

Ruhban sınıfının insanlar üzerinde kurduğu baskı ve hegemonya, Hristiyan dünyasının geri kalmasına sebep olan en büyük etkenlerden birisidir. Hristiyan dünyası, üzerindeki ruhban baskısını Rönesans olarak bildiğimiz hareket ile yenmiş, bunun neticesinde kevni ayetleri okumaya başlayarak, dünya üzerinde ekonomik, sosyal ve askeri bakımdan büyük bir hakimiyet sağlamışlardır. Onların bu hakimiyeti elbette tek taraflı olup Allah'ın kevni ayetlerini kullanma klavuzu olan elçileri ile gönderdiği kitabi ayetleri okumamak sureti ile, ruhban baskısından daha büyük zulümlere imza atmış, halen de atmaktadırlar.

İslam dünyası şu anda Rönesans öncesi Hristiyan dünyasının içinde bulunduğu durumun bir benzerini yaşamaktadır. Hristiyan dünyasında papazların oynadığı rolü, İslam dünyasında Hoca, Şeyh, Gavs, Kutup v.s lakaplı insanlar oynamakta, bu insanların diğer insanlar üzerinde oluşturduğu din algısı büyük bir korku imparatorluğunun kurulmasına yol açmıştır. Kurdukları bu imparatorlukla insanları maddi ve manevi yönden sömüren bu insanlar, İslam dünyasının geri kalmasında baş rolü oynamaktadırlar.

Rönesans sonrası sanayi devrimini yaparak kevni ayetleri okumaya yönelen Hristiyan dünyasının yaptığı öldürücü silahlardan korunmak için biz Müslümanların okuduğu kitabi ayetler maalesef hiç bir tesir göstermemektedir. Bunun sebebi ise kevni ve kitabi ayetlerin birbirinden ayrılarak okunmasıdır. Hristiyan dünyası sadece kevni ayetleri okuyarak kullanma klavuzu olmaksızın elde ettikleri silahları İslam dünyası üzerinde kullanmakta, İslam dünyası ise sadece kullanma klavuzunu okuyarak, bu silahlara karşı koyacağını zannetmektedir.

İslam dünyasındaki ruhban sınıfı ise halen kıl tüy ile uğraşarak, bunlar üzerinden kendilerine rant devşirmeye çalışmakta, insanları cennete veya cehenneme gönderme yetkisine sahip oldukları zannını oluşturarak Müslümanlar üzerindeki baskısını devam ettirmektedir. 

Müslümanların Allah'ın aşağısında olanları şefaatçi olarak edinmiş olmaları onları şirk içine sokmakla birlikte, ruhban sınıfının eline büyük bir koz geçirerek onları sömürmesine sebep olmaktan başka hiç bir şey ifade etmediğinin anlaşılması, Müslümanların yeniden ayağa kalkmaları için elzemdir. Söylemek istediklerimiz bugün ruhban sınıfının uğraştığı konular, din adına ortaya koyduğu argümanlar, insanları neye  çağırdıkları dikkate alındığında daha net ve kolay anlaşılacaktır. 

Sonuç olarak; Şefaat yetkisine sahip olmak için ilah konumunda olmak gerektiği, Kur'an içinde açık ve net şekilde beyan edilmiş olmasına rağmen, Müslümanların kendileri gibi insanları şefaatçi olarak görmeleri, onları ilah konumuna getirmeleri anlamına gelmektedir. Ayrıca beşer cinsinden olan bir kimseye böyle bir yetki tanınması bu insanların diğer insanlar üzerinde baskı ve hegemonya oluşturarak onları maddi ve manevi yönden sömürmelerine zemin hazırlamaktadır. 

Bugün kerameti müritlerinden menkul din baronlarının etrafındaki yığınlara baktığımızda, onlardan ahirette şefaat beklentisi içinde olduklarını görebiliriz. Bu kimseleri şefaat yalanları ile aldatmalarına karşılık onların etinden, sütünden, yününden faydalanan bu sahtekarların yaşadıkları hayata ve kontrol ettikleri maddi servete bakıldığında soygunun boyutu daha kolay anlaşılacaktır.

İslam dünyasının geri kalmışlığında baş rolü oynayan bu güruhun tasfiye edilmesi, İslam dünyasının yeniden ayağa kalkması için şarttır. Aksi takdirde Rönesans öncesi Hristiyan dünyasının yaşadığı içler acısı durum İslam dünyasında yaşanmaya devam edecektir. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

11 Ocak 2017 Çarşamba

Zümer s. 3. Ayeti : Kendilerini Allah'a Yaklaştırsın Diye Veliler Edinen Müslümanlar

Kur'an'ın Kitap Ehline , Kafirlere , Müşriklere yaptığı, onların yanlışlarına dair hitapların, sadece onlara has olduğu , biz Müslümanları ilgilendiren ayetlerin ise , sadece cennet ve cennet nimetleri ile ilgili ayetler olduğu zannı , bizleri Kur'an mesajının doğru bir şekilde anlamaktan uzaklaştırmaktadır. 

Kur'an mesajının doğru olarak anlaşılması , bazı toplulukların yaptığı yanlışları dile getiren ayetlerin , sadece onlara has olduğu yönünde okunmayıp , dile getirilen yanlışların bizim tarafımızdan işlenip işlenmediği üzerinde tefekkür yapılarak , şayet aynı yanlışlar bizler tarafından işleniyor ise , kendimizi Kur'an'ın istediği biçimde düzeltmeye çalışmak yönünde olduğu takdirde gerçekleşecektir. 

Şirk , Allah (c.c) nin asla bağışlamayacağını vaat ettiği (Nisa s. 48 - 116), ve toplumların helak olmasına sebep olan bir cürüm olarak , Kur'an mesajının temelini teşkil etmektedir. Şirk'in insan hayatında nasıl yer bulduğu , ve bundan nasıl korunulması gerektiğine dair bilgiler, bu kitap içinde önemli bir hacme sahiptir. 

Ancak Müslümanların bir çoğu şirk konulu ayetlerin , sadece Mekkelilere ve helak edilen kavimlere has olduğu zannı ile okuduğu için , bir çok Müslüman şirk batağının içine düşmüş bir halde , durumlarından habersiz , hallerinden memnun, cennette alacağı huri beklentisi içinde hayatlarını geçirmektedirler. 

Bir çok Müslüman Zümer s. 3. ayetini okuduğu zaman , bu ayette bahsedilen şirk durumunun kendileri ile alakası olduğunu dahi düşünmemekte , ilgili ayetin sadece Mekke müşriklerinin içine düştüğü şirk'i anlattığını zannetmektedir. Ne acıdır ki yine bir çok Müslüman olduğunu iddia eden kimsenin hayatında, Zümer s. 3. ayetinin bahsettiği şirk gerçekleşmekte , fakat bu kimseler bu durumu görememeleri bir tarafa , yaşadıkları bu durumu İslam'ın bir gereği zannetmektedirler. 

[039.003]  Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'nun astından olan başka veliler edinenler (şöyle derler:) «Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete eriştirmez.

Ayeti okuduğumuzda , insanları şirk'e düşüren halin, Allah'a yaklaşmak için taştan veya tahtadan yapılmış bazı nesneler edinmiş olmaları anlaşılmaktadır. İnsanlar bu nesneleri Allah ile aralarında yaklaştırıcı unsur olarak görmekte , bu aracı nesneler olmadan Allah'a yaklaşılamayacağını iddia etmektedirler. Dikkat edilirse bu insanlar Allah'ı kabul etmekte , hatta onun yaratıcı olduğu noktasında herhangi bir sorunları bulunmamaktadır.

[029.061]  Andolsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah» derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?

[029.063]  And olsun ki onlara: «Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz, «Allah'tır» derler. De ki: «Övülmek Allah içindir», fakat çoğu bunu akletmezler.

[031.025] Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, mutlaka «Allah...» derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.

[039.038]  And olsun ki, onlara, «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan: «Allah'tır» derler. De ki: «Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?» De ki: «Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir.»

Dün Mekkeli müşriklere sorulan soruların aynısı, bugün bir Müslümana sorulacak olsa, bu sorulara onun da vereceği cevap, Mekke müşriklerinin verdiği cevaptan farklı olmayacaktır. Bu insanların "Müşrik" vasfını kazanmasına sebep olan nokta, onların putlarına yüklemiş oldukları "Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar" şeklindeki gerekçeleridir.

Mekkeli müşrikler , Allah ile aralarında yaklaşmaya vesile olması için , taştan veya tahtadan yapılmış bir takım putları aracı olarak görmektedirler. Dün Mekkeliler tarafından putlara tapma konusunda dile getirilen gerekçenin aynısı , bugün kendisini Müslüman olarak ifade eden bir kısım insanın dilinde dolaşmakta , aracılar oluşturmak sureti ile gerçekleşen dini bir yaşam onların hayat tarzı haline gelmiştir. 

Dün Mekke veya başka bir yerde taştan tahtadan putlara taparak o putlar ile Allah'a yaklaştıklarını iddia edenlerin yerine geçenler , taştan tahtadan putları terk ederek , etten kemikten meydana gelmiş insanlara , kendilerini Allah'a yaklaştırıcılık görevi yüklemişlerdir.

Dün Mekke'de şirk işleyenler şirklerine, "Biz atalarımızı bu yol üzerinde bulduk" şeklindeki sözlerle gerekçe gösterir iken , bugün kendisini "Müslüman" olarak tanımlayarak şirk işleyenler, Allah'ın kitabını işledikleri şirk'e alet etmekten çekinmeyerek , Mekkelilerden daha aşağılık bir yönteme başvurmaktadırlar. 

Maide s. 35. ayetinde "Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve O'na vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz." şeklinde buyurulmuş olmasını , Allah ile aralarında aracı kılınması gerektiğine dair bir emir olarak algılamakta ve bu emri yerine getirmek için !! aracılar kılınması gerektiği yorumlarını yapmaktadırlar. 

"Ruhul Beyan" adlı tefsirde ilgili ayetin tefsirinin nasıl yapıldığını gördüğümüzde içinde bulunduğumuz korkunç durum daha net anlaşılacaktır ; 

"Bil ki, ayeti kerime, açıkça vesileye yapışmayı emretmektedir, öyleyse vesile gereklidir. Çünkü Allah’u Teala’ya vuslat bir vesile ve bir vasıta ile olmaktadır. Bunun için en güzel vesile ve vuslat yolu da, hakikat alimleri ve tarikat şeyhleridir. İnsanın kendi başına amel etmesi, benlik ve varlık duygusunu artırabilir. Fakat peygamber ve velilerin tarif, mürşidin işareti ve nezareti (gözetimi) ile yapılan amelde, benlik duygusu bulunmaz. Böyle bir amel, talibi, Rabbul Âlemine ulaştırır. Ehl-i Hayrın ve Salihlerin sohbetinde büyük bir şeref ve saadet vardır. "


Özellikle tasavvuf kesiminin yaşadığı ve adına "İslam" dediği din, aracılık esası üzerine tesis edilmiş bir inanç olup , bu inanç maalesef Allah'ın ayetleri hevaya uygun olarak yorumlanmak ve tahrif edilmek sureti ile, İslam coğrafyası üzerinde yaşayan Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmıştır.


"Direk Allah'a bağlanıyorum diyen Şeytan'a bağlanır"

Yukarıdaki şahsın ağzından çıkan sözler , İslam adına Allah'a atılan iftiraları özetlemektedir. 

[002.186]  Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara de ki; ben kendilerine yakınım, bana dua edenin duasını, dua edince, kabul ederim. O halde onlar da benim çağrıma olumlu karşılık vererek bana iman etsinler ki, doğru yolu bulsunlar.

Kullarına "Ben size yakınım" buyuran Rabbimizin bu beyanına karşı , bazı kullar tarafından zımnen "Hayır sen bize uzaksın araya aracılar koyarsak onlar bizi sana yaklaştıracaktır" şeklinde bir itiraz getirilmekte, ve en büyük cürüm olan şirk , Müslüman hayatı içinde bu şekilde kendisine yer bulmaktadır.

Veli kavramı da bu noktada dejenerayona uğratılarak , Allah ile araya konulan , ölmüş veya diri olan bir takım Şeyh , Gavs , Kutup v.s lakaplı kimselere verilmektedir. Halbuki Allah (c.c) kendisi ile arasına konulan ne olursa olsun onu "Şirk" olarak nitelemektedir. 

Dün Mekke müşriklerinde veya helak edilen kavimlerde ortaya çıkan şirk'in bir benzeri, sadece aktör farkılığı ile , bugün bir kısım Müslümanın hayatında yer bulmaktadır. Mekke'de yaşayan müşrikler, Allah (c.c) ile aralarına taştan veya tahtadan yapılmış putları koyarak , Allah'a onlar ile yaklaşacaklarına inanırlar iken , bugün bir kısım Müslümanlık iddiasında bulunan kimseler ise, etten kemikten oluşan insanlara bu misyonu yükleyerek böylece Allah'a yaklaşacaklarına inanmaktadırlar.

Mekkeli müşriklerin ve Müslüman olma  iddiasında olan her iki topluluğun ortak gerekçeleri, " Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar" şeklindedir. Dün Mekke'de yaşayan insanlar, Allah'ın dinini ret ederek bu putlara kulluk etmekte iken , bugün Allah'ın dinini kabul eden insanların aynı şirk amelini işlemeleri akıl alacak iş değildir.

Müslüman olmak iddiasında olan , ve kendisini Allah'a yaklaştırdığını düşünerek , bir takım insanları aracı olarak görenlerin önlerindeki en büyük engel , dinlerini iman ettiklerini söyledikleri kitap yerine, başka kişi ve kitaplardan öğrenme yoluna gitmeleridir. Bu kimseler maalesef aracılık kurumu ile işleyen bir dinin gereğine öyle inanmışlardır ki , böyle bir aracılık sisteminin şirk olduğunu uyaranlara karşı hasmane tavırlar takınarak, onları sapıklıkla suçlamaktadırlar.

Bu kimseleri , kendileri ile Allah arasında yakınlaştırıcı olduğunu düşündükleri insanlar hakkında uydurulan keramet ve insanüstülük yalanları onları öyle bir hale sokmuştur ki , Kur'an ayetleri bile onları yollarından döndürmeye yetmemektedir. Dindar olmayı kılık kıyafete indirgeyen bu kimseler , sakal , sarık , cüppe , şalvar ve yeşil örtüye bürünerek anlatılan hurafelerle bezenmiş yalanları Allah'ın dini zannederek , gelen itirazlara ise "Siz onlardan daha iyimi biliyorsunuz?" şeklinde cevap vermektedirler. 

Şirk'i ortadan kaldırmak için indirilmiş bir dinin müntesipleri olarak şirk batağına batmak ve içinde bulunduğu durumdan rahatsız dahi olmadan bunu dinin bir gereği olduğunu sanmak , dünya hayatlarını bu şekilde geçirenler için , hesap gününde büyük bir pişmanlık sebebi olacaktır.  

Sonuç olarak ; Şirk , hesap gününde af edilmeyecek tek cürüm olması nedeniyle , özellikle bundan Müslümanların sakınması gerekmektedir. Şirk maalesef , Muhammed (a.s) ın Mekke fethinde Kabe içindeki putları kırması ile sona ermemiş , tasavvuf ekolünün Müslümanlar içinde hayat bulması ile yeniden hortlamıştır. 

İşin daha kötüsü , bir çok Müslümanın şirk içinde bir hayat sürmesine karşın , bu durumdan haberdar dahi olmamasıdır. İçinde bulundukları durumu kendilerine hatırlatanlara karşı , onları sapıklıkla suçlayarak , kendilerini en hakiki Müslüman olarak görmeleri içler acısı bir durum olup, yaşanan hayat içinde bu yanlışın fark edilmeyerek , şirk inancına sahip olarak can verildiği takdirde , dünyada iken hayal edilen huriler yerine, zebanilerle birlikte ebedi bir hayat sürülmesi içten değildir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.