Kendilerini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kendilerini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2017 Çarşamba

Zümer s. 3. Ayeti : Kendilerini Allah'a Yaklaştırsın Diye Veliler Edinen Müslümanlar

Kur'an'ın Kitap Ehline , Kafirlere , Müşriklere yaptığı, onların yanlışlarına dair hitapların, sadece onlara has olduğu , biz Müslümanları ilgilendiren ayetlerin ise , sadece cennet ve cennet nimetleri ile ilgili ayetler olduğu zannı , bizleri Kur'an mesajının doğru bir şekilde anlamaktan uzaklaştırmaktadır. 

Kur'an mesajının doğru olarak anlaşılması , bazı toplulukların yaptığı yanlışları dile getiren ayetlerin , sadece onlara has olduğu yönünde okunmayıp , dile getirilen yanlışların bizim tarafımızdan işlenip işlenmediği üzerinde tefekkür yapılarak , şayet aynı yanlışlar bizler tarafından işleniyor ise , kendimizi Kur'an'ın istediği biçimde düzeltmeye çalışmak yönünde olduğu takdirde gerçekleşecektir. 

Şirk , Allah (c.c) nin asla bağışlamayacağını vaat ettiği (Nisa s. 48 - 116), ve toplumların helak olmasına sebep olan bir cürüm olarak , Kur'an mesajının temelini teşkil etmektedir. Şirk'in insan hayatında nasıl yer bulduğu , ve bundan nasıl korunulması gerektiğine dair bilgiler, bu kitap içinde önemli bir hacme sahiptir. 

Ancak Müslümanların bir çoğu şirk konulu ayetlerin , sadece Mekkelilere ve helak edilen kavimlere has olduğu zannı ile okuduğu için , bir çok Müslüman şirk batağının içine düşmüş bir halde , durumlarından habersiz , hallerinden memnun, cennette alacağı huri beklentisi içinde hayatlarını geçirmektedirler. 

Bir çok Müslüman Zümer s. 3. ayetini okuduğu zaman , bu ayette bahsedilen şirk durumunun kendileri ile alakası olduğunu dahi düşünmemekte , ilgili ayetin sadece Mekke müşriklerinin içine düştüğü şirk'i anlattığını zannetmektedir. Ne acıdır ki yine bir çok Müslüman olduğunu iddia eden kimsenin hayatında, Zümer s. 3. ayetinin bahsettiği şirk gerçekleşmekte , fakat bu kimseler bu durumu görememeleri bir tarafa , yaşadıkları bu durumu İslam'ın bir gereği zannetmektedirler. 

[039.003]  Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'nun astından olan başka veliler edinenler (şöyle derler:) «Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete eriştirmez.

Ayeti okuduğumuzda , insanları şirk'e düşüren halin, Allah'a yaklaşmak için taştan veya tahtadan yapılmış bazı nesneler edinmiş olmaları anlaşılmaktadır. İnsanlar bu nesneleri Allah ile aralarında yaklaştırıcı unsur olarak görmekte , bu aracı nesneler olmadan Allah'a yaklaşılamayacağını iddia etmektedirler. Dikkat edilirse bu insanlar Allah'ı kabul etmekte , hatta onun yaratıcı olduğu noktasında herhangi bir sorunları bulunmamaktadır.

[029.061]  Andolsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah» derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?

[029.063]  And olsun ki onlara: «Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?» diye sorarsan, şüphesiz, «Allah'tır» derler. De ki: «Övülmek Allah içindir», fakat çoğu bunu akletmezler.

[031.025] Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan, mutlaka «Allah...» derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.

[039.038]  And olsun ki, onlara, «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan: «Allah'tır» derler. De ki: «Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?» De ki: «Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir.»

Dün Mekkeli müşriklere sorulan soruların aynısı, bugün bir Müslümana sorulacak olsa, bu sorulara onun da vereceği cevap, Mekke müşriklerinin verdiği cevaptan farklı olmayacaktır. Bu insanların "Müşrik" vasfını kazanmasına sebep olan nokta, onların putlarına yüklemiş oldukları "Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar" şeklindeki gerekçeleridir.

Mekkeli müşrikler , Allah ile aralarında yaklaşmaya vesile olması için , taştan veya tahtadan yapılmış bir takım putları aracı olarak görmektedirler. Dün Mekkeliler tarafından putlara tapma konusunda dile getirilen gerekçenin aynısı , bugün kendisini Müslüman olarak ifade eden bir kısım insanın dilinde dolaşmakta , aracılar oluşturmak sureti ile gerçekleşen dini bir yaşam onların hayat tarzı haline gelmiştir. 

Dün Mekke veya başka bir yerde taştan tahtadan putlara taparak o putlar ile Allah'a yaklaştıklarını iddia edenlerin yerine geçenler , taştan tahtadan putları terk ederek , etten kemikten meydana gelmiş insanlara , kendilerini Allah'a yaklaştırıcılık görevi yüklemişlerdir.

Dün Mekke'de şirk işleyenler şirklerine, "Biz atalarımızı bu yol üzerinde bulduk" şeklindeki sözlerle gerekçe gösterir iken , bugün kendisini "Müslüman" olarak tanımlayarak şirk işleyenler, Allah'ın kitabını işledikleri şirk'e alet etmekten çekinmeyerek , Mekkelilerden daha aşağılık bir yönteme başvurmaktadırlar. 

Maide s. 35. ayetinde "Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve O'na vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz." şeklinde buyurulmuş olmasını , Allah ile aralarında aracı kılınması gerektiğine dair bir emir olarak algılamakta ve bu emri yerine getirmek için !! aracılar kılınması gerektiği yorumlarını yapmaktadırlar. 

"Ruhul Beyan" adlı tefsirde ilgili ayetin tefsirinin nasıl yapıldığını gördüğümüzde içinde bulunduğumuz korkunç durum daha net anlaşılacaktır ; 

"Bil ki, ayeti kerime, açıkça vesileye yapışmayı emretmektedir, öyleyse vesile gereklidir. Çünkü Allah’u Teala’ya vuslat bir vesile ve bir vasıta ile olmaktadır. Bunun için en güzel vesile ve vuslat yolu da, hakikat alimleri ve tarikat şeyhleridir. İnsanın kendi başına amel etmesi, benlik ve varlık duygusunu artırabilir. Fakat peygamber ve velilerin tarif, mürşidin işareti ve nezareti (gözetimi) ile yapılan amelde, benlik duygusu bulunmaz. Böyle bir amel, talibi, Rabbul Âlemine ulaştırır. Ehl-i Hayrın ve Salihlerin sohbetinde büyük bir şeref ve saadet vardır. "


Özellikle tasavvuf kesiminin yaşadığı ve adına "İslam" dediği din, aracılık esası üzerine tesis edilmiş bir inanç olup , bu inanç maalesef Allah'ın ayetleri hevaya uygun olarak yorumlanmak ve tahrif edilmek sureti ile, İslam coğrafyası üzerinde yaşayan Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmıştır.


"Direk Allah'a bağlanıyorum diyen Şeytan'a bağlanır"

Yukarıdaki şahsın ağzından çıkan sözler , İslam adına Allah'a atılan iftiraları özetlemektedir. 

[002.186]  Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara de ki; ben kendilerine yakınım, bana dua edenin duasını, dua edince, kabul ederim. O halde onlar da benim çağrıma olumlu karşılık vererek bana iman etsinler ki, doğru yolu bulsunlar.

Kullarına "Ben size yakınım" buyuran Rabbimizin bu beyanına karşı , bazı kullar tarafından zımnen "Hayır sen bize uzaksın araya aracılar koyarsak onlar bizi sana yaklaştıracaktır" şeklinde bir itiraz getirilmekte, ve en büyük cürüm olan şirk , Müslüman hayatı içinde bu şekilde kendisine yer bulmaktadır.

Veli kavramı da bu noktada dejenerayona uğratılarak , Allah ile araya konulan , ölmüş veya diri olan bir takım Şeyh , Gavs , Kutup v.s lakaplı kimselere verilmektedir. Halbuki Allah (c.c) kendisi ile arasına konulan ne olursa olsun onu "Şirk" olarak nitelemektedir. 

Dün Mekke müşriklerinde veya helak edilen kavimlerde ortaya çıkan şirk'in bir benzeri, sadece aktör farkılığı ile , bugün bir kısım Müslümanın hayatında yer bulmaktadır. Mekke'de yaşayan müşrikler, Allah (c.c) ile aralarına taştan veya tahtadan yapılmış putları koyarak , Allah'a onlar ile yaklaşacaklarına inanırlar iken , bugün bir kısım Müslümanlık iddiasında bulunan kimseler ise, etten kemikten oluşan insanlara bu misyonu yükleyerek böylece Allah'a yaklaşacaklarına inanmaktadırlar.

Mekkeli müşriklerin ve Müslüman olma  iddiasında olan her iki topluluğun ortak gerekçeleri, " Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar" şeklindedir. Dün Mekke'de yaşayan insanlar, Allah'ın dinini ret ederek bu putlara kulluk etmekte iken , bugün Allah'ın dinini kabul eden insanların aynı şirk amelini işlemeleri akıl alacak iş değildir.

Müslüman olmak iddiasında olan , ve kendisini Allah'a yaklaştırdığını düşünerek , bir takım insanları aracı olarak görenlerin önlerindeki en büyük engel , dinlerini iman ettiklerini söyledikleri kitap yerine, başka kişi ve kitaplardan öğrenme yoluna gitmeleridir. Bu kimseler maalesef aracılık kurumu ile işleyen bir dinin gereğine öyle inanmışlardır ki , böyle bir aracılık sisteminin şirk olduğunu uyaranlara karşı hasmane tavırlar takınarak, onları sapıklıkla suçlamaktadırlar.

Bu kimseleri , kendileri ile Allah arasında yakınlaştırıcı olduğunu düşündükleri insanlar hakkında uydurulan keramet ve insanüstülük yalanları onları öyle bir hale sokmuştur ki , Kur'an ayetleri bile onları yollarından döndürmeye yetmemektedir. Dindar olmayı kılık kıyafete indirgeyen bu kimseler , sakal , sarık , cüppe , şalvar ve yeşil örtüye bürünerek anlatılan hurafelerle bezenmiş yalanları Allah'ın dini zannederek , gelen itirazlara ise "Siz onlardan daha iyimi biliyorsunuz?" şeklinde cevap vermektedirler. 

Şirk'i ortadan kaldırmak için indirilmiş bir dinin müntesipleri olarak şirk batağına batmak ve içinde bulunduğu durumdan rahatsız dahi olmadan bunu dinin bir gereği olduğunu sanmak , dünya hayatlarını bu şekilde geçirenler için , hesap gününde büyük bir pişmanlık sebebi olacaktır.  

Sonuç olarak ; Şirk , hesap gününde af edilmeyecek tek cürüm olması nedeniyle , özellikle bundan Müslümanların sakınması gerekmektedir. Şirk maalesef , Muhammed (a.s) ın Mekke fethinde Kabe içindeki putları kırması ile sona ermemiş , tasavvuf ekolünün Müslümanlar içinde hayat bulması ile yeniden hortlamıştır. 

İşin daha kötüsü , bir çok Müslümanın şirk içinde bir hayat sürmesine karşın , bu durumdan haberdar dahi olmamasıdır. İçinde bulundukları durumu kendilerine hatırlatanlara karşı , onları sapıklıkla suçlayarak , kendilerini en hakiki Müslüman olarak görmeleri içler acısı bir durum olup, yaşanan hayat içinde bu yanlışın fark edilmeyerek , şirk inancına sahip olarak can verildiği takdirde , dünyada iken hayal edilen huriler yerine, zebanilerle birlikte ebedi bir hayat sürülmesi içten değildir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Aralık 2015 Cumartesi

Maide s. 18. Ayeti: Kendilerini Allah (c.c) nin Oğulları ve Habibi Zannedenler

Kur'an içinde bulunan Yahudi ve Hıristiyanlar ile ilgili ayetler , çoğu Müslüman tarafından sadece onlara has olarak olduğu zannı hakim kılınarak , klasik tefsir usulünde bile kural haline gelen , "Hükmün hususi olması umumi olmasına mani değildir" kaidesince okunmamış , sadece onlarla ilgili bir çerçeveye hapsedilerek okunmaya çalışılmış, onların yaptığı hataların aynısı tekrarlanarak verilmek istenen mesaj maalesef ıskalanmıştır.

Bundan önceki yazılarımızda , Yahudi ve Hıristiyanlar ile ilgili ayetlerin , bizlere dönük mesajını okumaya gayret ettiğimiz gibi , bu yazımızda da Maide s. 18. ayetinin, bize dönük mesajını okumaya gayret edeceğiz. 

Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh(ehıbbâuhu) kul fe lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak(halaka) yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ(yeşâu) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil masîr(masîru).

[005.018]  Yahudiler ve hıristiyanlar, «Biz Allah'ın oğullarıyız ve habibleriyiz» dediler. De ki: « O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah ) size azab ediyor?» Hayır, siz de O'nun yaratıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de O'nadır.

Maide s. 18. ayetini okuduğumuzda , Yahudi ve Hıristiyanların kendilerinin özel kullar olduğu iddiaları red edilerek, onlarında diğer insanlar gibi oldukları , diğer insanlar için geçerli olan yasaların onlar içinde geçerli olduğu beyan edilmektedir. 

«Biz Allah'ın oğullarıyız» ifadesi ile, bütün Yahudi ve Hıristiyanların kendilerini Allah'ın oğulları saydıkları düşünülmesin. 

[009.030]  Yahudiler dediler ki: Uzeyr Allah'ın oğludur. Hristiyanlar da dediler ki: Mesih Allah'ın oğludur. Bu, onların ağızlarında dolaşan sözlerdir ki, daha önce küfretmiş olanların sözüne benzetiyorlar. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar.

Tevbe s. 30. ayetinden anlaşılacağı üzere , Allah'ın oğlu olma iddialarının elçiler için uydurulmuş olduğu görülmektedir.Bu ayet , Yahudi ve Hıristiyanların elçilere, Allah'a oğulluk isnad ederek, kendilerine Allah katında prestij sağlama düşüncelerini red etmektedir. İman iddiasında bulundukları elçiye ,Allah (c.c) nin vermediği bir ayrıcalık yükleyerek başkalarına karşı bir üstünlük yarışına girme hastalığı Yahudi ve Hıristiyanlardan , biz Müslümanlara geçen bir hastalıktır.

Kendilerine elçiler üzerinden ayrıcalık tanıma hastalığı biz Müslümanları , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin HABİBİ olarak görmeye kadar götürmüştür. Maide s. suresi 18. ayetinde geçen iddialardan biri olan "Ehibbauhu" (Onun habibleriyiz) ifadesi , "Ebnaullahi" (Allah'ın oğularıyız) ifadesi gibi elçiler üzerinden prestij kazanma düşüncesinin bir ürünüdür. Hıristiyan ve Yahudi düşüncesinde ortaya çıkan bu durum , elçileri yarıştırma hastalığına tutan Müslümanlar tarafından, Muhammed (a.s) için geri planda kalması anlamına gelerek , ona da "Habibullah" yakıştırması yapılmaktadır.

Habib edinmeyen Allah (c.c), Muhammed (a.s) ı Habib edinir mi ?. 

Kur'an çevirilerine dahi sokulan "Qul" (De ki) şeklinde başlayan ayetlerde, "Ey habibim de ki" şeklindeki ilaveler, bu inancın nasıl bir hale geldiğini göstermesi açısından dikkate değerdir. Allah (c.c) nin İbrahim (a.s) ı "Halil" (Dost) (4.125) edinmesine nazire olarak, Muhammed (a.s) ı Habib edindiği iddiası asılsız rivayetlere dayanan bir iddiadır.

[069.044-6] Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.

Habib olarak seçilmiş !! bir elçinin ümmeti olmak, bizleri öyle bir atalet içine düşürmüştür ki , şefaat inancı ile pekiştirilmiş olan bu elçi, bizleri almadan cennete gitmeyecek kadar şefkatli ve merhametli , hatta bu merhameti Allah (c.c) den daha fazladır !!.

Bir çok ayette geçen , Muhammed (a.s) ın "Elçi" olduğu vurgusu ötelenerek, elçilikten daha fazla bir görev yüklemek düşüncesi , biz Müslümanların yüzyıllardır süren bir hastalığı olarak , geçmiştekilerin "seçilmiş kul" hastalığının bize bulaşması neticesinde oluşmuş ve bu günkü zelil durumumuzun en büyük müsebbibidir.

Maide s. 18. ayetinin , Allah (c.c) için hiç bir şekilde kimse için "Özel elçi" veya "Özel kul" statüsü tanımadığının ifade etmesi açısından okunarak, "Sünnetullah" denilen yasalar önünde her kulun eşit olduğu yönünde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.

Allah (c.c) nin Müslümanlar dahil kimse için herhangi bir özellik tanımadığı bilinci bizlere de hakim olmadıkça bu günkü zelil durumdan kurtulmamız mümkün değildir. Kur'anın İsrailoğulları ile ilgili anlatımları , "Sünnetullah" adı verilen yasaların onlar üzerinde canlı örnek olarak nasıl işlediğini göstermesi bakımından çok iyi okunması gerekirken , bu ayetler maalesef sadece onlarla ilgili olduğu zannı ile okunarak bizlere dönük bir okuma yapılmamaktadır.


Bu gün Müslümanlar olarak başımıza gelen sıkıntılara karşı "Allah'ım gökten melekler ile yardım et" gibi dualara karşılık verilmeyişinin sebepleri üzerinde hiç durmadan aynı duaları tekrarlamaktayız. Allah (c.c) Kur'anda "Görünmez ordular" olarak tabir ettiği yardım usulü, sadece Müslümanlara has değil , bu yardımı hak eden herkes için geçerlidir. 

Rum suresinin ilk ayetlerinde okuduğumuz , Müslüman olmayan iki ordunun savaşında Allah (c.c) nin yardım etmesi konusu biz Müslümanlar tarafından doğru okumuş olsa , Allah (c.c) nin yardımının hak edene olduğu okunarak , bizlerin gökten melek beklentisinin ne kadar boş olduğu da anlaşılacaktır. 

Bedir ve Uhud savaşları , savaşa katılan sahabenin kahramanlıklarının anlatıldığı rivayetlerle gölgelenmiş bir vaziyette olarak, Sünnetullah'ın nasıl işlediğinin açık seçik göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Bilindiği üzere Bedir savaşında Müslüman ordusu, Uhud savaşında ise müşrik ordusu galip gelmiştir.  "Bedir de galip gelen Müslüman ordusu , Uhud da neden mağlup oldu ?" sorusunun cevabının doğru olarak verilmesi Sünnetullah'ın da doğru anlaşılmasında yardımcı olacaktır.

Bu savaşlarda ki tarafların mağlubiyetini ve galibiyetini, Sünnetullah yasaları üzerinden okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Bedir savaşında meleklerin inerek savaştığı yönündeki iddialar , bizleri büyük bir hataya düşürerek elinde kılıç ile savaşan meleklerin indiği zannına kaptırmış , bu zan öyle bir hal almıştır ki, bizler hala böyle meleklerin inerek bizler yerine savaşmasını beklemekteyiz, ama böyle bir durum meydana gelmemektedir. 

Allah (c.c) hiç bir zaman gökten elinde kılıç ile melekler indirmMEmiş ve indirMEyecektir. Bu savaşlardaki galibiyet ve mağlubiyet , arz üzerinde geçerli olan yasaların tecelli etmesi sonucunda olup , Bedirde galip gelinerek Uhudda mağlup olmaları, tamamen harp ile ilgili evrensel yasaların uygulanıp uygulanmaması sonucundadır. 

Allah (c.c) nin "Melek" veya "Görünmez ordular" olarak tabir ettiği yardım şekli, onun yardımını hak etmiş olmanın somuta dökülmüş bir anlatım şekli olup bu anlatımı literal bir okuma ile anlama sonucu ortaya çıkan görüşler , ümmetin bu günkü zelil haline zemin hazırlamıştır.

Bizler , Maide s. 18 ve benzeri ayetleri dikkatli bir biçimde okuyup hayata yansıttığımız takdirde , Allah (c.c) katında bütün kulların tarağın dişleri gibi eşit olduğunu , bu eşitliği bozacak herhangi bir özel statü , hiç bir insan , hiç bir kavme ve hiç bir dini topluluğa tanınmadığını anlayabiliriz.

Allah (c.c) nin vaad ettiklerine nail olmak için belirli bir kimliğe mensup olmak değil , onun koyduğu yasalara tabi olmak gerekmektedir. Bu yasalara tabi olmayan , kim olursa olsun peygamber dahi olsa, alacağı karşılık farklı olmayacaktır.

Bu gün eğer Müslümanlar olarak üzerimizde bulunan zillet ve meskenet damgasının kalkmasını istiyorsak bu damganın kalkması için gerekli olan kurallara uymak zorundayız. İsrailoğulları denen topluluk bu yasaları Müslümanlardan daha iyi okuyarakgüçlenmiş , ve bu gün Müslümanlara zulmeder bir hale gelmişlerdir. İsrailoğullarının güç sahibi bir hale gelmesi onların Allah (c.c) nin seçilmiş kulları olduğu için değil , onun koymuş olduğu yasalara İsrailoğullarının tabi olması nedeniyledir. Eğer bu yasalara bu gün biz Müslümanlar tabi olur isek, ibre tersine dönerek bizim lehimizde işleyecektir. 

"O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder"

Kur'anın bir çok ayetinde gördüğümüz bu ibare , hiç bir yerde Allah (c.c) nin keyfi bir davranışta bulunmasını değil , onun bağışlaması ve azap etmesinin bir kurala bağlı olduğunu , hak edene , neyi hak etti ise onun verileceğini beyan etmektedir.

Sonuç olarak; Allah (c.c) nin vermediği özel bir statüyü kendilerine verilmiş zanneden Yahudi ve Hıristiyanların bu düşüncelerini red eden ayetleri okuyan biz Müslümanlar , bu özelliğin onlar yerine  bizlere verildiğini zannederek , kendisine Muhammed (a.s) ı Habib edinmiş bir Allah tasavvuru içine girerek , kendimizi özel bir statüye tabi olan kullar zannetmekteyiz. 

Büyük günah işlemiş olsak ta bizler  için şefaatçi olacağını vaad eden !!!, Allah (c.c) nin habibi olmak şerefine nail olan !!, bir elçinin cenneti garantilemiş ümmeti olan bizler için artık yatma zamanı gelmiş ve bizim yerimize kafirler ile gökten meleklerin inmesini beklemekten başka işimiz kalmamıştır. Ancak bu düşünce bizleri dünyanın en zelil ve zulme uğrayan bir topluluğu haline getirmekten başka bir işe yaramamıştır. 

Bu zulüm ve zillet halinden çıkış yolu , Allah (c.c) nin özel bir statüye sahip kul olma inancını terkederek , onun koyduğu yasalara göre hareket eden bir topluluk haline gelmeye çalışmaktır. Kur'anın bir çok ayet bu konularda bilgi vermiş olmasına rağmen sadece hitap kitlesi ile sınırlı bir okumanın sonucu , yapılan anlatımlardan gerekli olan mesajın çıkarılmamasını sağlayarak bir nevi geçmişlerin masallarını anlatan bir kitap olarak duvarlardaki yerini korumaktadır. Kur'an duvarlardan inerek doğru bir okumaya tabi tutulmayı ve bu okumanın hayata geçirilerek, bizlerin "Hayırlı ümmet" vasfını yeniden kazanmamızı beklemektedir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.