6 Mayıs 2025 Salı

NUR SURESİ MEALİ

1- Bir sure ki onu indirdik ve onu(n hükümlerini size) belirledik ve hatırlamanız için onda apaçık ayetler indirdik.

2- O zina eden kadına ve o zina eden erkeğe, o ikisinden her birine yüz celde vurun. Ve eğer Allah'a ve o sonraki güne inanıyorsanız, Allah'ın itaat nizamın(ı uygulama) da sizi  bir acıma tutmasın. Ve o inananlardan bir ekip te o ikisinin azabına da (yüz celde uygulamasına) tanık olsun.

3- O zina erkek, zina eden bir kadından veya ortak koşan bir kadından başkasıyla evlenmez. Ve o zina eden kadınla da, zina eden bir erkek veya ortak koşan bir erkekten başkası evlenmez. Ve bu o inananlara yasaklanmıştır.

4- Ve o korunan kadınlara (zina suçu) atan, sonra da (bu suçu işlediklerine dair) dört tanık getiremeyenlere, seksen celde vurun ve onların tanıklığını da ebedi olarak kabul etmeyin. Ve işte onlar, o itaatten çıkanların ta kendileridir.

5- Bunun arkasından (itaatle) dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş olanlar başka. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

6- 7- Ve eşlerine (zina suçu) atan ve onların kendilerinden başka tanıkları olmayanlardan birinin tanıklığı, kendisinin kesinlikle o doğru sözlülerden olduğuna dair, Allah'ı dört defa bir tanık olarak tutması ve o beşincisinde, eğer o yalancılardan ise Allah'ın dışlamasının mutlaka kendisinin üzerine olması(nı istemesi)dır.

8- 9- Ve kadının, onun (kocasının) kesinlikle o yalancılardan olduğuna dair, Allah'ı dört defa bir tanık olarak tutması ve o beşincisinde, eğer o (kocası) o doğru sözlülerden ise Allah'ın hiddetinin kendisinin üzerine olması(nı isteyerek) tanıklık etmesi, o azabı (yüz celdeyi) ondan (kadından) kaldırır*.

*Surenin 2. ayetinde yüz celde cezası için "Azap" kelimesinin kullanılması ve aynı kelimenin marife olarak "El azabe" şeklinde 8. ayette de kullanılması, evli kadından kalkan cezanın yüz celde olduğunu açıkça göstermektedir. Bu da demek oluyor ki evlilerin zina cezası Kur'an'da ayan beyan ortadadır ve evlilerin cezası recm değil yüz celdedir.

10- Ve eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı... Şüphesiz ki Allah, (lütufla) çokça dönücüdür en bilgedir.

11- Şüphesiz ki o çarpıtmayı getirenler, içinizden birbirine sıkı sıkıya bağlı bir topluluktur. Onu sizin için bir şer olarak hesap etmeyin. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişi için o günahtan kazandığı(nın karşılığı) vardır. Ve içlerinden onun büyüğüne yönelene (öncülük edene) ise büyük bir azap vardır.

12- Onu işittiğiniz zaman, o inanan erkeklerin ve o inanan kadınların benliklerinde bir hayırlı kanaat oluşturmuş olmaları ve: "Bu, (ikiyüzlülüğünüzü) bir açıklayan çarpıtmadır" demiş olmaları gerekmez miydi?

13- Ona dört tanık getirmeleri gerekmez miydi? Tanıkları getirmedikleri zaman, işte onlar Allah'ın yanında o yalancıların ta kendileridir.

14- Ve eğer bu şimdikinde ve o sonrakinde Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, akın akın içine döküldüğünüz şeyden dolayı, size kesinlikle büyük bir azap dokunurdu.

15- Hani siz onu dillerinizle karşılıyor, ağızlarınızla da sizin için hakkında bir bilgi olmayan şeyi söylüyor ve onu önemsiz (bir iş) olarak hesap ediyordunuz. Oysa o, Allah'ın yanında büyüktür.

16- Ve onu işittiğiniz zaman: "Bizim için bunu konuşmamız olamaz. Seni bundan uzak tutarız, bu büyük bir dehşetli yalandır" demeniz gerekmez miydi?

17- Eğer inananlarsanız bunun örneğine ebedi olarak tekrar dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.

18- Ve Allah, o ayetleri size açıklıyor. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

19- Şüphesiz ki o hayasızlığın inanmışlar arasında yayılmasını sevenler var ya, bu şimdikinde ve o sonrakinde acı bir azap onlar içindir. Ve Allah bilir ve siz bilmezsiniz.

20- Ve eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı... Şüphesiz ki Allah, çok acıyıcıdır çok merhamet edicidir.

21- Ey inanmışlar, o şeytanın adımlarına takılmayın. Ve kim o şeytanın adımlarına takılırsa, şüphesiz ki o, o hayasızlığı ve o yadırgananı emreder. Ve eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, içinizden hiçbir kimse arınamazdı. Fakat Allah kimi dilerse arındırır. Ve Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

22- Ve içinizden o lütuf ve o genişlik sahipleri, o yakınlığın sahiplerine ve o durgunlara ve Allah'ın yolunda göçenlere, vermemeleri konusunda yemin etmesin ve (hatalarını) silsinler ve müsamaha göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

23- Şüphesiz ki korunan duyarsız inanan kadınlara (zina suçu) atanlar, bu şimdikinde ve o sonrakinde dışlanmışlardır. Ve büyük azap onlar içindir.

24- O gün dilleri ve elleri ve ayakları, işlemekte oldukları şeylere onlara tanıklık eder.

25- O gün Allah onlara o gerçek karşılıklarını eksik olarak verecek ve onlar da şüphesiz ki Allah'ın o gerçeğin ta kendisi olduğunu bilecekler.

26- O murdar kadınlar, o murdar erkekleredir ve o murdar erkekler, o murdar kadınlaradır. Ve o temiz kadınlar, o temiz erkekleredir ve o temiz erkekler, o temiz kadınlaradır. İşte onlar, onların söylemekte oldukları şeylerden uzaklaştırılmışlardır. Bir bağışlanma ve bir değerli rızık, onlar içindir.

27- Ey inanmışlar, sizin evleriniz olmayan evlere, kendinizi hissettirmenize ve oranın halkına selam vermenize kadar, girmeyin. İşte bu, sizin hatırlamanız için daha hayırlıdır.

28- Eğer orada bir kimse bulamadıysanız, size onay verilene kadar, oraya girmeyin. Ve eğer size "Dönün" denilirse, siz de dönün. O, sizin için daha arınmış (bir davranış) tır. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi bilicidir.

29- Durulma olmayan ve orada sizin için bir yararlanma bulunan evlere girmenizde, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah belli etmekte olduğunuz şeyleri ve gizlemekte olduğunuz şeyleri bilir.

30- İnanan erkeklere gözlerinden kısmalarını ve ırzlarını kollamalarını söyle. Bu, onlar için daha arınmış( bir davranış) tır. Şüphesiz ki Allah, ustalıkla yapmakta oldukları şeyleri en iyi haber alıcıdır.

31- Ve inanan kadınlara gözlerinden kısmalarını ve ırzlarını kollamalarını söyle ve süslerini onlardan açık olan şey dışındakileri belli edemezler ve başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar. Ve süslerini kocaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeş oğulları veya kız kardeş oğulları veya kadınlar veya sağ ellerinin sahip oldukları veya o adamlardan cinsel duyarlılığı kalmamışlara takılanlar veya o kadınların avretlerinin üzerine henüz çıkamayan (cinsellikten habersiz) çocuklar dışındakilere belli edemezler. Ve süslerinden gizlemekte oldukları şeylerin bilinmesi için ayaklarını da vuramazlar. Ve ey inananlar, başarıya eriştirilmeniz için toplu olarak Allah'a (itaatle) dönün.

32- Ve içinizden o bekarları ve erkek köleleriniz ve kadın kölelerinizden, o düzgün olanları evlendirin. Eğer muhtaçlarsa, Allah kendi lütfundan onları zenginleştirir. Ve Allah (kudreti) çok geniştir en iyi bilicidir.

33- Ve bir evlilik (imkanı) bulamazlar ise, Allah kendi lütfundan onları zenginleştirinceye kadar, iffetli olsunlar. Ve sağ ellerinizle sahip olduklarınızdan o yazılı anlaşma yapmak peşine düşenlerle, eğer onlarda bir hayır bilmişseniz, artık onlarla yazılı anlaşma yapın ve Allah'ın size verdiği malından onlara da verin. Ve kadın uşaklarınızı eğer bir korunan olmak istedikleri halde, bu şimdiki yaşamın peşine düşerek o iffetsizlik üzerine zorlamayın. Ve kim onları zorlarsa, şüphesiz ki Allah onların bu zorlanmalarından sonra çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

34- Ve ant olsun ki size açıklayıcı ayetler ve sizden gelip geçenlerden bir örnek ve o korunanlar için bir öğüt indirdik.

35- Allah, o göklerin ve o yerin ışığıdır. O'nun ışığının örneği, içinde bir kandil bulunan bir duvar oyuğu gibidir. O kandil de bir cam içindedir. O cam da doğuya ve batıya ait olmayan, onun zeytini neredeyse ona ateş dokunmadan aydınlatan, bereketlenmiş bir zeytin ağacından yakılan, incimsi bir yıldız gibidir. Işık üzerine bir ışıktır. Allah, ışığını kime dilerse iletir. Ve Allah, o örnekleri o insanlar için ortaya koyar. Ve Allah, her şeyi en iyi bilicidir.

36- (O kandil) Allah'ın, isminin yükseltilmesine ve hatırlanmasına onay verdiği evlerde (yanar). Oradakiler O'nu sabah akşam her türlü eksiklikten uzak tutar.

37- Öyle adamlar ki bir ticaret ve bir alışveriş, onları Allah'ı hatırlamaktan ve o kulluk görevini ayakta tutmaktan ve o arınmayı yerine getirmekten eğlendirmez. Onda o kalplerin ve o gözlerin (dehşetten) çevrileceği bir günden kaygılanırlar.

38- (Böyle olması) işlemekte oldukları şeylerin en iyisi ile karşılık vermesi ve kendi lütfundan daha da arttırması içindir. Ve Allah kime dilerse bir kısıtlama olmaksızın rızık verir. 

39- Ve (gerçeği) örtenlerin işledikleri, bir dümdüz arazideki bir serap gibidir. O susayan onu (işlediğini) bir su (yani bir fayda) olarak hesap eder. Nihayet ona (işlediğine) geldiği zaman, onu bir şey olarak bulamaz ve onun (yani işlediğinin) yanında Allah'ı bulur, O'da onun hesabını eksiksiz verir. Ve Allah, o hesap görenin en çabuğudur.

40- Veya (onların işledikleri) üstünden onu bir dalga, onu (dalgayı) da üstünden bir bulut kaplayan bir derin su kütlesindeki karanlıklar gibidir. Karanlıkların bir kısmı bir kısmının üzerindedir. Elini çıkardığı zaman, neredeyse onu dahi görememiştir. Ve Allah kime bir ışık oluşturmamışsa, artık ona hiçbir ışık yoktur.

41- O göklerdeki ve o yerdeki kimselerin, ve saflar halindeki o kuşların, şüphesiz ki Allah'ı her türlü eksiklikten uzak tutmakta olduğunu görmedin mi? Hepsi kulluk görevlerini ve o görevlerinin gereklerini kesinlikle bilmiştir. Ve Allah, yapmakta oldukları şeyleri en iyi bilicidir.

42- Ve o göklerin ve o yerin hükümranlığı Allah'ındır. Ve o dönüş Allah'adır.

43- Görmedin mi ki Allah bir bulutu sürüklüyor, sonra arasını kaynaştırıyor, sonra onu bir yığın haline dönüştürüyor da onun arasından o toz gibi yağmurun çıktığını görürsün. Ve o gökten, dağlar (gibi bulutlar)dan bir dolu indiriyor da onu kime dilerse eriştiriyor ve onu kimden dilerse de çeviriyor. Şimşeğin parıltısı neredeyse o gözleri (n görmesini) giderecek.

44- O geceyi ve o gündüzü çeviriyor. Şüphesiz ki işte bunda, o doğru görüş sahipleri için kesinlikle alınması gereken bir ders vardır.

45- Ve Allah, her bir canlıyı sudan takdir etti. Artık onlardan kimi karnının üzerine yürüyor. Ve onlardan kimi de iki (ayağının) üzerinde yürüyor. Ve onlardan kimi de dört (ayağının) üzerinde yürüyor. Allah, dileyeceği şeyi takdir ediyor. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

46- Ant olsun ki açıklayıcı ayetler indirdik. Ve Allah, kimi dilerse bir dosdoğru yola iletir.

47- Ve: "Allah'a ve o elçiye inandık ve itaat ettik" diyorlar, sonra bunun arkasından içlerinden bir bölük, (başka tarafa) yöneliyor. Ve işte onlar o inananlar değildir.

48- Ve aralarında karar vermesi için Allah'a ve O'nun elçisine çağrıldıkları zaman, içlerinden bir bölük hemen kayıtsız kalanlardır.

49- Ve eğer o gerçek onlara (uygun) olursa, ona boyun bükerek gelirler.

50- Kalplerinde bir bozukluk mu var ? Yoksa belirsizliğe mi düştüler? Yoksa Allah'ın ve O'nun elçisinin kendilerine tarafgir davranacağından mı kaygılanıyorlar? Hayır, onlar o haksızlık yapanların ta kendileridir.

51- Kendilerinin arasında karar vermesi için çağrıldıkları zaman o inananların sözü ancak ve ancak: "İşittik ve itaat etttik" demeleridir. Ve işte onlar, o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

52- Ve kim Allah'a ve O'nun elçisine itaat eder ve Allah'tan çekinir ve O'ndan korunursa, işte onlar o kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

53- Ve eğer onlara buyurduğun takdirde kesinlikle çıkacaklarına dair, güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Yemin etmeyin, benimsenene uygun bir itaat (yeterlidir). Şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi haber alıcıdır."

54- De ki: "Allah'a itaat edin ve o elçiye itaat edin. Eğer (başka tarafa) yönelirseniz ona ancak ve ancak  yükletilmiş olduğu şey ve size de yükletilmiş olduğunuz şey vardır. Ve eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Ve o elçinin üzerine o açıklayan ulaştırmadan başka (görev) yoktur."

55- Allah, içinizden inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlara, kendilerinden öncekileri o yerde ardıllaştırdığı gibi onları da ardıllaştıracağına ve onlar için hoşnut olduğu itaat nizamlarına olanak vereceğine ve onların kaygılarını kesinlikle bir güvenle değiştireceğine söz verdi. Onlar bana kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi ortaklaştırmazlar. Ve bundan sonra kim (gerçeği) örterse, işte onlar o itaatten çıkanların ta kendileridir.

56- Ve o kulluk görevini ayakta tutun ve o arınmayı yerine getirin. Ve merhamet olunmanız için de Allah'a ve o elçi'ye itaat edin.

57- Ve (gerçeği) örtenleri, (Allah'ı) o yerde başarısız bırakıcılar olarak sakın hesap etme. Ve onların sığınağı o ateştir. Ve kesinlikle ne sıkıntılıdır o dönüş.

58- Ey inanmışlar, sağ elinizin altındakiler ve içinizden henüz o ergenliğe (ihtilam olmaya) ulaşmayanlar, üç defa sizden onay istesinler. O şafağın kulluk görevinden (sabah namazından) önce ve o öğle sıcağından dolayı giysilerinizi koyduğunuz vakit ve o akşam karanlığı kulluk görevinden (yatsı namazından) sonra. (Bu vakitler) sizin için üç avrettir (açıklıktır). Bunlardan sonra(ki vakitlerde) bir kısmınızın bir kısmı dolaşmasında sizin üzerinize ve onların üzerine bir sorumluluk yoktur. Allah, size o ayetleri işte böyle açıklıyor. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

59- Ve içinizden o çocuklar o ergenliğe (ihtilam olmaya) ulaştıkları zaman, kendilerinden öncekilerin onay istediği gibi onay istesinler. Allah, size o ayetleri işte böyle açıklıyor. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

60- Ve o kadınlardan (yaşlanmaları nedeniyle) bir evlilik beklemeyen o oturanların, teşhircilik yapmaksızın giysilerini bırakmalarında, üzerlerine bir sorumluluk yoktur. Ve iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Ve Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

61- (Başkasının evinde yemesinde) o körün üzerine bir burukluk olmaz ve o topalın üzerine de bir burukluk olmaz ve o sağlığı bozuğun üzerine de bir burukluk olmaz. Ve benliklerinizin üzerine de kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına sahip olduğunuz (evlerden) veya sadık dostunuzun (evinden) yemenizde (bir burukluk olmaz). Toplu olarak veya ayrı ayrı yemenizde de sizin üzerinize bir sorumluluk olmaz. Evlere girdiğiniz zaman, Allah'ın yanından bir bereketlenmiş temiz bir esenlikle birbirinizi selamlayın. Allah, bağ kurmanız için o ayetleri işte böyle açıklıyor.

62- O inanmışlar, ancak ve ancak Allah'a ve O'nun elçisine inanan ve onun beraberinde bir iş üzerinde toplanan oldukları zaman, onun onayını alana kadar gitmeyenlerdir. Şüphesiz ki senden onay isteyenler, işte onlar Allah'a ve O'nun elçisine inanmış olanlardır. O halde onlar bazı durumları için senden  onay istedikleri zaman, onlardan dilediğin kimseye onay ver ve onlar için Allah'a bağışlanma iste. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

63- O elçinin çağrısını, bir kısmınızın bir kısmının aranızdaki çağrısı gibi görmeyin. Allah, içinizden birbirinin arkasına saklanarak süzülenleri biliyor. Öyleyse onun buyruğundan dolayı aykırılaşanlar, kendilerine bir ateş eriştirilmesinden veya kendilerine bir acı azap erişmesinden sakınsın.

64- Dikkat edin, o göklerdeki ve yerdeki şeyler şüphesiz ki Allah'ındır. Sizin onun üzerinde olduğunuz şeyi biliyor. Ve O'na döndürülecekleri gün, işledikleri şeyleri onları haberlendirecektir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilicidir.


11 Şubat 2025 Salı

Süleymaniye Vakfı Mealinde Necm s. 13. Ayeti Üzerinde Yapılan Tahrif Üzerinde Bir Değerlendirme

Kur'an'ı kendi kafalarında oluşturdukları olan fikirler doğrultusunda okuma ve anlama çalışmaları İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerde yüzlerce yıldır devam eden bir olgudur. Bu durumun önceki müdavimleri olan Yahudiler, kendi kitaplarını da bu şekilde okuma ve anlama yöntemine tabi tutmuş ve Kur'an bu durumu birçok ayette beyan ederek, bizim de aynı duruma düşmeMEmizi özellikle tembihlemiştir. Bu tembihler bazılarının bir kulağından girmiş bir kulağından çıkmış, bana mısın demeden birçok kişi Kur'an üzerinde tahrifatlar yaparak, "Bak Allah işte böyle söylüyor" demekten geri kalmamıştır. 

Yanlı okuma ve anlama çalışmaları dün nasıl hızlı bir şekilde devam etmişse, bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Bu tür yanlı okuma ve anlama çalışmalarının ürünlerini, Türkiye'de son yıllarda hayli çoğalan Kur'an meallerinde maalesef net bir şekilde görebilmekteyiz.

Yazımızda, bu ürünlerden biri olan Süleymaniye Vakfı mealinde Necm s. 13. ayeti üzerinde yapılan bir tahrifata dikkat çekmeye çalışacağız.

Bilindiği üzere Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayı göğe doğru bir çıkış, yani miraç olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a onaylatmak için ilgili kelime üzerinde anlam çarpıtması yapmaktan kaçınmamaktadır. Bu durumu bundan önceki yazımızda ele almaya çalışmıştık. Yine aynı olaya referans olarak verdikleri Necm s. 13. ayetini tahrif etmek cüretini göstererek yanlışlarına bir yenisini eklemişlerdir.

Vakfın Necm s. 13. ayetine verdiği meal şu şekildedir:

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ      (Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü.

Dikkat edilirse ayetin Arapça metni içinde geçen "Nezleten" (iniş) kelimesinin anlamı mealde verilmemiştir.

Peki vakıf neden böyle şey yapmıştır?

Çünkü İsra olayının göğe çıkış olduğunu iddia eden ve bu ayeti delil olarak sunanları yalanlayan bir ayet de Necm s. 13. ayetidir. İsra olayının vuku bulduğu tarih ile Necm suresinin inişinin vuku bulduğu tarihin bu olaydan önce olmasına hiç girmeyeceğiz. 

İsra olayının Miraç olduğunu iddia edenler, bu iddialarına delil olarak Necm s. içindeki bazı ayetleri öne sürmektedirler. Necm s. 13. 18. ayetleri arasında anlatılan olay, onlara göre miraç hadisesidir.

Fakat Necm s. 13. ayeti, onların bu iddialarını boşa çıkarmaktadır. Bu iddiayı boşa çıkaran kelime ise, ayet içinde geçen "Nezleten" yani İNİŞ anlamına gelen kelimedir. Necm s. 13. ayeti, Muhammed a.s. ın Cibril'i diğer bir İNİŞİNDE gördüğünü bildirmektedir. Böyle bir ifade miraç iddialarını kesinlikle boşa çıkarmaktadır.

Bu durumu anlayan vakıf yetkilileri çareyi "Nezleten" kelimesini görmezlikten gelmekte bulmuşlardır. Çünkü kelimeye miracı onaylatacak farklı bir anlam yüklemek asla mümkün değildir. Hal böyle olunca da ayet içindeki kelimeyi bektaşi misali elleriyle kapamakta bulmuşlardır.

Necm s. 13. ayetindeki kelimeyi hallettikten sonra, Necm s. ilerleyen ayetleri üzerinden miracı ispatlamak artık kolaylaşmıştır.

Necm s. ilerleyen ayetleri ve ayetler ile ilgili notlar vakıf mealinde şu şekildedir:

14. ayet---Sidret’ül-müntehâ’nın[*] yakınında

[*] “Sidret'ul-muntehâ”, “en son noktada bulunan sidre ağacı” Türkçede  arap kirazı denen bu ağaç cennette de olacaktır (Vakıa 56/28). Allah Teâlâ yeri küre şeklinde ve yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı için (Talak 65/12), yerin yedi kat, göklerin de küre şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Yedinci kat gök ise yeryüzü gibi sularla, bitkilerle ve hayvanlarla donanmıştır. Her şeyin hazinesinin göklerde olması (Hicr 15/21) ve en’âmın yani koyun, keçi, sığır ve devenin indirilmiş bulunması (Zümer 39/6) bunun delillerindendir. Bu sebeple Sidret'ul-muntehâ yedinci kat göğün en üst noktasında olur. Mekke’nin Ümmü’l-kurâ yani dünyadaki yerleşim yerlerinin merkezi olması da Sidret'ul-muntehâ’nın bulunduğu yerin, Mekke’nin dik üstünde olmasını gerektirir.

15. ayet---Onun yakınında Cennet’ül-me’vâ /yerleşip kalınacak Cennet vardır[*].

[*] Cennet’ül-Me’vâ, müminlere vaad edilen cennettir (Secde 32/19, Naziat 79/40-41). Orası, şu anda göklerdedir (Zariyat 51/22). Genişliği, gökler ve yer kadardır (Al-i İmran 3/133, Hadîd 57/21).

16. ayet---O sırada Sidre’yi (Sidret’ül-müntehâyı) kaplayan şey kaplıyordu[*].

[*] Sidre’yi kaplayan şey, Tur Suresi’nde Allah’ın Beyt-i ma’mûr’dan sonra üzerine yemin ettiği “yükseltilmiş tavan”dır. Çünkü Allah, bir yerde bir şeyi kısaca anlatır sonra bir başka yerde açıklar (Hud 11/1-2). Allah Teâlâ dünyayı, yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı (Talak 65/12) ve gökler de yeryüzü gibi küre şeklinde olduğu için “yükseltilmiş tavan” ifadesi göklerin en uç noktasını ifade eder. Bu, Muhammed aleyhisselamın.Miraç yolculuğunda Cenneti görmediğinin delili olur. Zaten o oraya, cenneti görmesi için değil, el-Mescid’ul-Aksâ’nın çevresindeki ayetlerden bazılarını görmesi için götürülmüştü (İsra 17/1). 

17. ayet--- (Muhammed’in) Gözü başka tarafa kaymadı, haddini de aşmadı.

18. ayet---O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gerçekten gördü[*].

*] Bütün bu ayetler, İsra ve Mirac yolculuğunda gidilen el-Mescid’ul-Aksâ’nın yedinci kat semadaki mescid yani el-Beyt’ül-Ma’mûr (Tûr 52/4) olduğunu net olarak anlatır (İsra 17/1, 60).

Görüldüğü üzere, Necm s. üzerinden miracı ispatlamanın kapısı 13. ayette geçen "Nezleten" kelimesi ile kapatılmaktadır. Çünkü ayet ÇIKIŞTAN DEĞİL İNİŞTEN bahsetmektedir. Cibril'in inişinden bahseden bir ayet üzerinden miracı ispatlamaya kalkışmanın ise büyük bir kaydırma olacağını anlayan vakıf, "Ne yapıp ne edip biz bu miracı Kur'an'dan ispatlayacağız" diyerek çareyi, İNİŞ anlamı veren kelimeyi meale almamakta bulmuşlardır.

Cibril'in inişinden bahseden bir ayetin devamındaki ifadelerin, indiği yerle ilgili olması gerektiği aşikar bir durumdur. Fakat bu durum miraç savunucularının işine gelmemektedir. Bırakın Allah'ın kitabını herhangi bir şahsın kitabını bile başka dile çevirirken etik olan durum, o kişinin yazdıkları üzerinde eksik veya fazlalık yapmadan aynen aktarmak iken, Allah'ın kitabı üzerinde böyle etik olmayan bir örtmeyi yapmak büyük bir vebaldir.

Kur'an herkesin kendine göre anlayabileceği ve herkesin elinde oyunca olabilecek bir kitap mıdır? 

El cevap: Tabi asla, aynı soru vakfa sorulsa onların da verecekleri cevap aynı olacaktır. Fakat sahip oldukları inanç Kur'an'a uymayınca, Kur'an'ı sahip oldukları inanca uydurmaya yeltenmekten kaçınmayan vakfı, bu tahrife son vererek meallerine Necm s. 13. ayetinde geçen "Nezleten" kelimesinin doğru anlamını ilave etmeye davet ediyoruz.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


10 Şubat 2025 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde "İsra" Kelimesine Verilen Anlam Üzerinde Bir Değerlendirme

 Kur'an okuma ve anlama ile ilgili çalışma yöntemlerine baktığımız zaman, bugün önümüzde 2 ana yöntem karşımıza çıkmaktadır. 

1. Kuran'ın nasıl bir mesaj vermiş olabileceğini anlamaya çalışan yöntem. 

2. Önceden kafada mevcut olan bir fikri Kur'an'a onaylatmaya çalışan yöntem. 

1. yöntem üzerinden yapılan okuma ve anlama çalışmaları, kişileri doğru bir anlayışa kanalize edebilirken, 2. yöntem üzerinden yapılan anlama çalışmaları ise, kişileri doğru bir anlayışa kanalize etmekten çok uzaktır. Maalesef 2. yöntem üzerinden yapılan birçok çalışma ürünleri, bugün bazı kesimlerde "Kesin sonuç" olarak lanse edilerek önümüze konulmuş ve bazılarımızca da kabul görmüş durumdadır.

2. yöntem üzerinden yapılan çalışma yapanların çıkış noktalarının altında Kur'an kelimelerine Kur'an'ın verdiği anlamı değil, kendilerinin uygun gördüğü anlamı vererek, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatma çabası yatmaktadır. Fakat Kur'an kendi içinde öyle bir anlam örgüsüne sahip kitaptır ki, onun kelimeleri üzerinde kim oynamaya kalkarsa, kişinin yaptığı yanlış bir anlamlandırma ameliyesi başka bir ayette kişinin yüzüne tokat gibi patlamaktadır.

Bu noktada bazı kimselerin: "Sizin yanlış olduğunu iddia ettiğiniz 2. yöntemi yapanların yanlışlarını nasıl anlayabiliriz?" sorusunun cevabını vermeye çalışmak bu yazının ana konusudur.

Bilindiği gibi ülkemizde Kur'an üzerine çalışma yapan "Süleymaniye Vakfı" adlı bir kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşun takdire şayan çalışmaları olduğu gibi, tenkide şayan çalışmaları da bulunmaktadır. Tenkide şayan gördüğümüz bazı çalışmalarını bundan önceki bazı yazılarımızda ortaya koymaya çalışmış, kendilerini ve takipçilerini uygun bir üslupla uyarmaya çalışmıştık.

Bugün bu yazımızda, vakfın internet sitesinde yayınlamış olduğu mealin İsra s. 1. ayetinde geçen "İsra" kelimesine verdiği ve bu kelimenin geçtiği diğer ayetlere yine aynı vakfın mealindeki diğer Kur'an ayetlerine verdiği anlamlar ile birlikte değerlendirerek ne derece doğru olabileceği üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Vakfın İsra s. 1. ayetine ve "İsra" kelimesine verdiği anlam şu şekildedir:

İsra s. 1---- Bir kısım ayetlerini göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığı el-mescidü'l-aksâya[1*] /en uzak mescide çıkaran[2*] Allah, bütün eksikliklerden uzaktır[3*]. O, daima dinleyen ve görendir.

Vakfın Mescid-i Aksa ve İsra kelimeleri ile ilgili verdiği bilgi de şu şekildedir: 

 [1*] İsra 17/60, Necm 53/13-18. el-mescidü'l-aksâ /en uzak mescid, yedinci kat semada olan ve sürekli ibadete açık olan el-Beyt’ül-Ma’mûr’dur (Tûr 52/4-5). Gelenekte Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olduğu kabul edilir. Halbuki Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettiğinde orada böyle bir mescit yoktu. Bu sebeple Süleyman Mâbedi’nin molozlar altında kalan yerini temizleyip orada namaz kıldırmıştı (Nebi Bozkurt, Mescid-i Aksâ, DİA). Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescidü'l-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56). 

[2*] İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılarak ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetlerde “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. (Taha 20/77, Şuarâ 26/52). âyetlerde “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili ayetlerden dolayı onlarda da onun varlığı takdir edilir. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredât, (سرى) mad). Kur’an’da isrâ kökünden gelen fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Necm suresindeki ayetler (Necm 53/13-18) “isrâ”nın, yukarıya çıkarma anlamında olduğunun en açık delilleridir. Kelimenin geçtiği diğer beş ayetten ikisi, Lut aleyhisselama verilen şu emri içerir: “Gecenin bir bölümünde aileni isrâ et/ en yukarıya çıkar!” (Hud 11/81, Hicr 15/65). Tevrat’ta da yer alan “yukarıya çıkar!” emri, gelecek azaptan kurtulmaları için Lut aleyhisselamın, ailesini dağa çıkarması emridir (Tekvin 19/17). Diğer üç ayette ise Musa aleyhisselama, “kullarımı en yukarıya (dağa) çıkar!” (Taha 20/77, Şuarâ 26/52, Duhan 44/23) emri içerir. O dağ, İsrailoğullarını götürdüğü Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2.000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (Suna Doğaner, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz.

Anlaşıldığı üzere vakfa göre Mescid-i Aksa semada olan bir yerdir. Bu görüşü temellendirmek için verdiği Tur s. 4. ve 5. ayetler ile ilgili farklı diğer görüşler de olduğu unutulmamalıdır. Vakıf, görüşü için referans olarak verdiği ayette sanki bu görüşü kesinmiş ve ilgili ayet sadece bu görüşü onaylıyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Halbuki bu konuda sahip oldukları görüş, o ayet ile ilgili ortaya atılan görüşlerden bir görüştür ve hata ihtimali de barındırmaktadır. "Mamur Ev" terkibi ile ifade edilen yerin Kabe olduğu görüşü doğruya daha yakın bir görüştür.

Ayrıca Necm s. 18. ayetini çıkışa referans olarak vermesi anlaşılır bir durum değildir. Ve bu görüşlerinin yanlışlığını örtmek için Necm s. 13. ayetini açık ve net bir şekilde tahrif ederek vermekte beis görmemektedirler. "Ve lekad reahu nezleten uhra" ayeti içinde geçen ve inişi ifade eden "Nezleten" kelimesini meale almayıp "(Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü." şeklinde çevirerek affedilmez bir tahrife yönelmişlerdir.

Ayrıca "İsra" kelimesine verdiği anlamı referans olarak gösterdiği Müfredat adlı sözlükte, bu kelimenin anlamı sanki ilk anlam olarak böyle verilmiş gibi göstermesi de yanlı bir okuma anlama yapmanın göstergesidir. "kur'anmeali.com" adlı sitede yayınlanan bu kitabın ilgili kelimeye verdiği anlam şu şekildedir: 

سُرَى : Gece yürüyüşü. Bu kökten سَرَى ve أَسْرَى fiil formları gelir: فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ : Geceleyin ailenle birlikte yola çık (11/Hûd 81); سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ : Bir gece, kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! (17/İsra 1). Bazıları; أَسْرَى fiilinin سَرَى يَسْرِي kökünden değil, geniş yer anlamındaki سَرَاة kökünden geldiğini ve aslının vav’lı olduğunu söylemektedir. Nitekim şair de şöyle demiştir:

Kimisi de bu kelimenin yükseklik anlamındaki سَرْو ’den geldiğini söylemektedir. رَجُلٌ سَرِيٌّ /Şerefli adam, denir. Bu görüşe göre, âyette geçen ( سَرِيًّا ) kelimesi, Hz. İsa’ya ve Yüce Allah’ın ona ait kıldığı yüce makama işaret etmektedir. سَرَوْتُ الثَّوْبَ عَنِّي /Elbiseyi üzerimden çıkardım, denir.

Sözlük, aslında vakfın kabul ettiği görüşü, kelimenin ilk anlamı olarak vermemiş, kimisinin bu kelimeye verdiği anlam şeklinde vermiştir. Ancak vakıf kelimeye referans olarak verdiği anlamı, sözlük bu kelimeye sanki ilk anlam olarak "En yükseğe çıkarma" anlamı vermiş gibi bir durum oluşturarak yanlı bakışını burada da ortaya koymaktadır.

Vakıf mealinde "İsra" kelimesinin geçtiği (Hud s. 81- Hicr s. 65- İsra s. 1- Taha s. 77- Şuara s. 52- Duhan s. 23) ayetlerin tamamı, kelimenin asıl anlamı olan "Yere paralel düz yürüyüş" yerine "Yükseğe, dağa çıkarmak" olarak verilmiştir. Ancak yukarıda söylediğimiz, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü, vakfın bu kelimeye verdiği anlamı burada da yalanlamaktadır. Şöyle ki:

İlgili kelimenin kökünden türemiş olan diğer 2 kelime farklı ayetlerde geçmektedir. Süleymaniye Vakfı mensuplarından olan ve "K.Ö.K" adı ile programlar yapan ve benim de ilgiyle izleyip bilgilendiğim sayın Erdem Uygan ve sayın Dr Fatih Orum beylerin bu programlardaki çıkış noktaları ve benim de kendilerine katıldığım bir nokta olan, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur. Kur'an'da geçen kelimelerin anlamları, kökleri dikkate alınarak anlamlandırılma ve bütün anlamlar kök anlama uygun olarak verilmelidir. Sözlükler değil Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü bir kelimenin doğru anlamını verebilir." şeklindeki doğru tesbitler, maalesef bu mealde yerini bulamamaktadır. 

Fecr s. 4. ayeti: "Velleyli iza yesr" "ve başladığında[1*] o geceye yemin olsun![2*]"

Dikkat edilirse ayet içinde geçen "Yesr" kelimesi aynı köktendir ve kelimeye nereden ve hangi sözlükten çıkardıkları belli olmayan "Başlamak" anlamı verilmiştir. Ancak kur'anmeali.com sitesinde vakfın bu ayete verdiği meal "Geçip giderken o tek geceye özellikle bakın."şeklindedir. Dikkat edilirse ilgili kelimeye verilen burada "Geçip gitmek" şeklindedir. Vakıf, oluşturmuş olduğu isra anlayışına bu kelimeye böyle bir anlam ters olduğu için kelimeyi "Başlamak" olarak değiştirmeyi uygun gördüğünü düşünmekteyiz.

Meryem s. 24. ayeti: "Fe nedehe min tahtihe enla tahzeni gad caale Rabbüki tahteki seriyyen"

"(Cebrail, Meryem’in) bulunduğu yerin aşağısından ona şöyle seslendi: “Üzülme! Rabbin, bulunduğun yerin aşağısında, fışkıran bir su oluşturdu."

Vakıf mealinde Meryem s. 24. ayeti içinde geçen aynı kökten olan "Seriyyen" kelimesi "Fışkıran bir su" olarak meallendirilmiştir. Çünkü "İsra" kelimesine yükseğe çıkmak olarak verdikleri anlam dikkate alınırsa "Seriyyen" kelimesine de "Yükseğe çıkan su" anlamı verilmesi gerektiğini düşünmüş olacaklar ki böyle bir anlam tercihinde bulunmuşlardır.

Bu ayetin kur'anmeali.com sitesindeki mealinde aynı kelime "Pınar" olarak verilmiştir. Yine anlaşılıyor ki vakıf "Seriyyen" kelimesini, oluşturmuş olduğu isra anlayışı için pınar kelimesi pek uygun düşmemesi nedeniyle, yukarı çıkmak anlamına uygun düşecek biçimde değiştirmiştir. Halbuki bu kelime yine "Yere paralel olarak akan su" anlamındadır.

Siyer kitaplarında çokça rastladığımız "Seriyye" kelimesinin "Askeri birlik" anlamı ve askerlerin sıra ile ard arda yürümesi dikkate alınarak bu kelime ile ifade edilmesi, kelimenin daha doğru anlaşılmasında dikkate değer bir noktadır.

Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsünü dikkate aldığımızda ve vakıf mensuplarının hazırladığı K.Ö.K adlı programda dile getirdikleri üzere, Kur'an'da eş anlamlı kelime olmadığını dikkate aldığımızda, Kur'an'da  "Fışkıran su" anlamı verilen başka bir kelime karşımıza çıkacaktır.

Vereceğimiz ilgili ayet mealleri Süleymaniye Vakfı mealinden alınmıştır.

Bakara s. 60---Yine bir gün Musa, halkı için su talebinde bulundu. Biz de ”Değneğinle şu taşa vur!” dedik. Hemen oradan on iki pınar kaynadı (Fenfeceret). Her bir bölük, su içeceği yeri öğrendi. (Onlara) “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ama bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.” dedik.[*]

Bakara s. 74---Bütün bunların ardından yine de kalpleriniz katılaştı; artık onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Öyle taşlar var ki içlerinden ırmaklar fışkırır(Yetefecceru). Çatlayıp içinden su çıkan hatta Allah korkusundan aşağı yuvarlanan taşlar da vardır.[*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir

İsra s. 90---(Mekkeli müşrikler) Dediler ki: “Bize yerden bir pınar fışkırtıncaya ( Tefcura) kadar sana asla inanmayacağız![*]

İsra s. 91---Veya hurması ve üzümü olan bir bahçen olmalı, onların arasından da nehirler fışkırtıp akıtmalısın!(Fetufeccuru tefcira)[*]

Kehf s. 33--- Her iki bağ, ürünlerini eksiksiz olarak vermişti. Aralarından da bir ırmak çıkarıp akıtmıştık(Feccerna).

Yasin s. 34---O toprakta hurma ve üzüm bağları oluşturduk. Oralarda gözelerden sular kaynattıkFeccerna)[*].

İnsan s. 6--- Allah’ın o kulları, fışkırtacakları (Yufecciru) bir kaynaktan onu içecekler[*].

İnfitar s. 3--- denizler (kıtaların üzerine) taşırıldığında,(Fuccirat)[*]

Görüldüğü üzere Kur'an içinde suyun yerden fışkırması ile ilgili geçen ayetlerin kökü "Fecere" kelimesi ve onun türevleri kullanılarak ifade edilmektedir. Yani vakfın Meryem s. 24. ayetinde geçen "Seriyyen" kelimesine "Fışkıran su" anlamı vermesi Kur'an'ın kendi anlam örgüsünü dikkate aldığımızda uygun düşmemektedir.

Ayrıca Kur'an yerden göğe doğru olan bir çıkışı "Arece" kelimesi ile ifade etmektedir ve asıl önemli nokta bu kelimedir. Hicr s. 14- Secde s. 5- Sebe s. 2- Zuhruf s. 33- Mearic s. 3 ayetlerine baktığımızda bu durumu açıkça görebiliriz. Şimdi vakıf yetkililerine şunu sormak istiyoruz: 

Hem, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur" diyeceksiniz hem de yere paralel yürüyüş anlamı olan bir kelimeyi, hatta "İsra" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerin hiçbirinde göğe yükseliş olarak değil de, dağa veya yükseğe çıkış olarak olarak meal verdiğiniz halde ve göğe yükseliş ile ilgili anlatımlar "Arece" kelimesi ile ifade edilmiş olduğu halde, hangi akla hizmetle "İsra" kelimesine göğe yükseliş anlamı vermeye cesaret edebiliyorsunuz?

Bütün bunlar bize şunu göstermektedir: Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuğu göğe doğru yapılmış bir yolculuk olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a doğrulatmak için ilgili ayetler üzerinde anlam tahrifi yapmaktan çekinmemektedir. Geçmişte kitapları üzerinde anlam tahrifini yapan Yahudiler birçok Kur'an ayetinde eleştirilmiş olmalarına rağmen, vakıf yetkilileri bu eleştirilerden pek ders almış görünmemektedir.

Temennimiz, Vakıf yetkililerin adetli kadının namazı gibi bazı konularda yaptığı ve hatalı anlayışlardan dönüşü İsra suresi 1. ayeti hakkında da göstermesidir.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

20 Ocak 2025 Pazartesi

MÜ'MİNUN SURESİ MEALİ

1- O inananlar kesinlikle başarıya eriştirilmiştir.

2- Onlar ki, kulluk görevlerinde saygı duyanlardır.

3- Ve onlar ki, o amaçsız sözden kayıtsız kalanlardır.

4- Ve onlar ki, o arınmayı yapanlardır.

5- Ve onlar ki, ırzlarını kollayanlardır.

6- Eşlerine veya sağ elleriyle sahip olduklarına hariç. Bundan dolayı şüphesiz ki onlar kınanmış olmazlar.

7- Artık kim bunun ötesinin peşine düşerse, işte onlar o sınırı aşanların ta kendileridir.

8- Ve onlar ki, emanetlerine ve anlaşmalarına çobanlık edenlerdir.

9- Ve onlar ki, kulluk görevlerini kollayanlardır.

10- İşte onlar, o mirasçıların ta kendileridir.

11- Onlar ki, o Firdevs cennetlerine mirasçı olurlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

12- Ve ant olsun ki biz o insanı bir çamurdan bir süzmeden takdir ettik.

13- Sonra onu bir sabit yerde bir döllenmiş hücre olarak oluşturduk.

14- Sonra o döllenmiş hücreyi bir (rahme) asılı bir embriyo olarak takdir ettik. Bunun ardından (rahme) asılan o embriyoyu bir parça et olarak takdir ettik. Bunun ardından o parça eti kemikler olarak takdir ettik. Bunun ardından o kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu diğer bir takdir edişle oluşturduk. O takdir edicilerin en iyisi Allah, bereketin kaynağıdır.

15- Sonra, şüphesiz ki siz bundan sonra kesinlikle öleceksiniz.

16- Sonra, şüphesiz ki siz o kalkışın günü harekete geçirileceksiniz.

17- Ve ant olsun ki üstünüzde yedi yol takdir ettik. Ve biz o takdir edişten duyarsızlar da olmadık.

18- Ve o gökten bir ölçüyle bir su indirdik de onu o yerde durgunlaştırdık. Ve şüphesiz ki biz onu gidericiliğe de kesinlikle güç yetiricileriz.

19- Böylece, onunla sizin için hurmalıklardan ve üzümlüklerden bahçeler oluşturduk. Sizin için o bahçelerde (daha başka) birçok meyveler de vardır ve onlardan yiyorsunuz.

20- Ve (yine onunla) Tur-i Sina dan o yiyenlere o yağı ve bir katığı bitiren bir ağaç çıkıyor.

21- Ve şüphesiz ki, sizin için o hayvanlarda kesinlikle bir ders vardır. Onların karınlarındaki şeyden sizi suvarmaktayız. Ve sizin için onlarda (daha başka) bir çok faydalar da vardır. Ve bir kısmından da yiyorsunuz.

22- Ve onların üzerinde ve o gemilerin üzerinde taşınıyorsunuz.

23- Ve ant olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik de: "Ey topluluğum, Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" dedi.

24- 25- Bunun üzerine topluluğundan olan o dolgun (gerçeği) örtenler: "Bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası değildir, size karşı lütuflanmak istiyor. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle melekler indirirdi. Biz bunu o ilk atalarımızda işitmedik. O, kendisinde bir cinnet hali olan bir adamdan başkası değildir. Artık onun için bir süreye kadar bekleyin" dedi.

26- (Nuh): "Ey Efendim, beni yalanladıkları şeye karşı bana yardım et" dedi.

27- 28- 29- Bunun üzerine biz de ona: "Bizim gözetimimiz ve vahyimizle gemiyi ustalıkla yap. Artık buyruğumuz geldiği ve o tandır kaynadığı (yerden sular fışkırmaya başladığı) zaman, her bir çiftten ikişer ve onlardan, önceden üzerine o söz geçmiş kimse dışında aile halkını ona sok ve haksızlık yapanlar hakkında bana hitap etme. Çünkü onlar batırılmış (olacak)lardır. Artık sen ve senin beraberinde olanlarla geminin üzerine denkleştiğin zaman: 'O övgü, o haksızlık yapan topluluktan bizi kurtaran Allah'a dır' de. Ve yine, 'Ey Efendim, beni bir bereketlenmiş inilecek yere indir, ve sen o ağırlayanların en hayırlısısın' de"  diye vahyettik.

30- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle ayetler vardır. Ve şüphesiz ki biz yoklayanlardık.

31- Sonra onların arkalarından diğerlerini bir kuşak olarak oluşturduk.

32- Onlara da: "Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" (desin) diye içlerinden bir elçi gönderdik.

33- 34- 35- 36- 37- 38- Ve topluluğundan (gerçeği) örten ve o sonrakinin karşılaşmasını yalanlayan ve bu şimdiki yaşamda kendilerini refahladığımız o dolgunlar: "Bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası değildir. Ondan yemekte olduğunuz şeylerden yiyor ve içmekte olduğunuz şeylerden de içiyor. Ve ant olsun ki sizin örneğiniz bir beşere itaat edecek olursanız, o takdirde süphesiz ki siz kesinlikle ziyan edenlersiniz. O, size şüphesiz ki siz öldüğünüz ve bir toprak ve kemikler olduğunuz zaman, şüphesiz ki siz (topraktan) çıkarılmışlarsınız diye söz mü veriyor? Sizin söz verildiğiniz şey çok uzak çok uzak. O (yaşam), bu şimdiki yaşamımızdan başkası değildir, ölürüz ve yaşarız ve (öldükten sonra) biz harekete geçirilmişler de olmayacağız. O, Allah'a karşı bir yalan yakıştıran bir adamdan başkası değildir ve biz ona inananlar da değiliz" dedi. 

39- (Elçi):"Ey Efendim, beni yalanladıkları şeye karşı bana yardım et" dedi.

40- (Allah): "Az (yalanlama)dan (sonra) kesinlikle pişmanlar olarak sabahlayacaklar" dedi.

41- Derken o korkunç ses o gerçekle onları tutuverdi de onları bir sel süprüntüsüne dönüştürdük. Artık uzaklık, o haksızlık yapanlar topluluğuna olsun.

42-  Sonra onların arkalarından diğerlerini bir kuşak olarak oluşturduk.

43- (Yok edilen) hiçbir toplum kendi süresini öne çekemiyor ve sonralayamıyordu.

44- Sonra elçilerimizi teker teker gönderdik. Her ne zaman bir topluma elçileri gelse, onu yalanladılar. Böylece (süreç içinde) onların bazısını bazısının peşine taktırdık (yok ettik). Ve onları olmuş geçmiş bir olay haline dönüştürdük. Artık uzaklık, inanmaz bir topluluk için olsun.

45- 46- Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u Firavun'a ve onun dolgunlarına (gözle görülen) ayetlerimizle ve bir açıklayan yetkiyle gönderdik de onlar büyüklük tasladılar ve bir yücelenenler topluluğu oldular.

47- (Musa ve Harun için):"İkisinin topluluğu bize kulluk edenler olan, bizim örneğimiz iki beşere inanır mıyız?" dediler.

48- Böylece ikisini yalanladılar da o yok edilmişlerden oldular.

49- Ve ant olsun ki Musa'ya doğruya iletilmeleri için o kitabı vermiştik.

50- Ve Meryem'in oğlunu ve annesini (gözle görülen) bir ayet yaptık. Ve ikisini sabit (oturmaya elverişli) ve su gözesi olan bir tepeye sığındırdık.

51- 52- (Gönderdiğimiz bütün elçilere): "Ey o elçiler, o temizlerden yeyin bir düzgün iş işleyin. Şüphesiz ki ben, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi biliciyim. Ve şüphesiz ki işte sizin bu toplumunuz tek bir toplumdur ve ben de sizin Efendinizim. O halde bana karşı korunun" (diye vahyettik).

53- Buna rağmen onlar(a inandıklarını söyleyenler) işlerini kendilerinin arasında yazılı metinler halinde paramparça ettiler. Her bir grup kendilerinin yanında olan şeyle sevinenlerdir.

54- Artık onları bir süreye kadar, dalgınlıkları içinde bırak.

55- 56- Onlar kendilerini onunla ancak ve ancak (kısa bir süre) uzatmakta olduğumuz maldan ve oğullardan dolayı, onlar için o hayırlara yarıştığımızı mı hesap ediyorlar? Hayır onlar fark etmezler.

57- 58- 59- 60- 61- Şüphesiz ki onlar Efendilerinin endişesinden titreyenler. Ve onlar ki Efendilerinin ayetlerine inanırlar. Ve onlar ki Efendilerini ortaklaştırmazlar. Ve onlar ki Efendilerine dönücüler oldukları(na inandıkları) için verdikleri şeyi kalpleri bir ürpertiyle verirler. İşte onlar, o hayırlarda birbirleiryle yarışanlardır. Ve onlar, bunlar için de öne geçenlerdir.

62- Ve bir benliği genişliğinin dışında yükümlendirmeyiz. Ve yanımızda o gerçeği konuşur bir kitap vardır ve onlara haksızlık yapılmaz.

63- Hayır, onların kalpleri bundan bir dalgınlık içindedir. Ve onların bunun aşağısından da işleri vardır ki onlar bunları işleyenlerdir.

64- Nihayet onların refahlılarını o azaba tuttuğumuz zaman, birden onlar feryat ederler.

65- Bugün feryat etmeyin, şüphesiz ki siz bizden yardım göremezsiniz.

66- 67- Benim ayetlerim size peşi sıra okunuyordu da, buna karşılık siz ona karşı büyüklük taslayarak gece konuşmalarında çirkin sözler savurup ökçeleriniz üzerinde geri kaçıyordunuz.

68- Onlar o sözü derinlemesine düşünmediler mi? Yoksa o ilk atalarına gelmeyen şey onlara mı geldi?

69- Yoksa elçilerini tanımadılar da, bu yüzden mi onu yadırgayıcılardır?

70- Yoksa: "Onda bir cinnet hali var" mı diyorlar? Hayır onlara o gerçeği getirmiştir, oysa onların tamamı gerçeği çirkin görenlerdir.

71- Ve eğer o gerçek onların keyfi arzularına takılmış olsaydı, o gökler ve o yer ve onların içinde olanlar bozulurdu. Hayır, biz onlara hatırlamaları gerekenleri getirdik, oysa onlar hatırlamaları gerekenlerden kayıtsız kalanlardır.

72- Yoksa sen onlardan bir vergi mi soruyorsun? Oysa senin Efendinin vergisi daha hayırlıdır. Ve O, o rızık verenlerin en hayırlısıdır.

73- Ve şüphesiz ki sen onları kesinlikle bir dosdoğru yola çağırıyorsun.

74- Ve şüphesiz ki o sonrakine inanmazlar ise, o (dosdoğru) yoldan kesinlikle dışarı çıkanlardır.

75- Ve eğer onlara merhamet etmiş ve onlardaki zorluktan olan şeyi kaldırmış olsak, yine de taşkınlıkları içinde bocalayarak inat ederlerdi.

76- Ve ant olsun ki biz onları o azaba tuttuk da Efendilerine karşı yine de boyun eğmek istemediler ve yalvarıp yakarmıyorlardı da.

77- Nihayet üzerlerine bir sert azap sahibi kapı açtığımız zaman, birden onlar onun içinde umutlarını yitirenlerdir.

78- Ve O, size o işitmeyi ve o görmeleri ve o gönülleri oluşturdu. Ne de az şükrediyorsunuz.

79- Ve O, sizi o yerde yaydı. Ve yalnızca O'na sürülüp toplanılacaksınız.

80- Ve O, yaşatır ve öldürür. Ve o gece ve o gündüzün aykırılaşması da O'na aittir. Halâ bağ kurmaz mısınız?

81- Hayır, onlar da o ilklerin dediği şeyin örneğini dediler.

82- 83- "Biz öldüğümüz toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi harekete geçirilmişler (olacağ)iz? Ant olsun ki bize ve atalarımıza bundan önce de bununla söz verilmişti. Bu, o ilklerin söylencelerinden başkası değil" dediler.

84- De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin), o yer ve ondaki kimseler kimindir?"

85- Diyecekler ki: "Allah'ındır." De ki: "Halâ hatırlamaz mısınız?"

86- De ki: "O yedi göklerin Efendisi ve o çok büyük tahtın Efendisi kimdir?"

87- Diyecekler ki: "Allah'tır." De ki: "Halâ korunmaz mısınız?"

88- De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin hükümranlığı kendisinin elinde olan ve O himaye eden ve kendisi himaye edilmez kimdir?"

89- Diyecekler ki: "Allah'tır." De ki: "Böyle iken nasıl sihirleniyorsunuz?"

90- Hayır, biz onlara o gerçeği getirdik. Ve şüphesiz ki onlar kesinlikle yalancılardır.

91- Allah, asla bir çocuğa tutunmamıştır. Ve O'nun beraberinde asla (başka) bir tanrı da olmamıştır. Öyle olsaydı, her tanrı takdir ettiği şeyi (onlarla güçlü olmak için) götürür ve onların bir kısmı bir kısmının üzerine kesinlikle yüce olurdu. Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

92- O algılanamayananın ve o tanık olunanın bilicisidir. Onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden yücedir.

93- 94- De ki: "Ey Efendim, eğer onların söz verilmekte oldukları şeyi bana gösterecek olursan, ey Efendim artık beni o haksızlık yapanlar topluluğunun içinde bırakma."

95- Ve şüphesiz ki biz, onlara söz vermekte olduğumuz şeyi sana da göstermeye kesinlikle güç yetiricileriz.

96- Sen o kötülüğü o en iyiyle sav. Onların nitelemekte oldukları şeyleri biz en iyi bileniz.

97- 98- Ve de ki: "Ey Efendim, o şeytanların çekiştirmelerinden sana sığınırım. Ve ey Efendim bana hazır (benim kıyımda) olmalarından da sana sığınırım."

99- 100- Nihayet onlardan birine o ölüm geldiği zaman: "Ey Efendim, bıraktığım şey de bir düzgün iş işlemem için beni döndürün" der. Hayır, şüphesiz ki o (söz) onun (boşa) söylediği bir kelimedir. Ve onların ötesinden harekete geçirilecekleri güne kadar bir engel vardır.

101- O boruya üflenildiği zaman, artık o gün onların arasında soy bağı kalmaz ve birbirlerini de soruşturamazlar.

102- Artık kimin tartılanları ağır gelirse, işte onlar o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

103- Ve kimin tartılanları hafif gelirse, işte onlar benliklerini ziyana sokmuşlar, cehennemde sürekli kalıcıdırlar.

104- O ateş onların yüzlerini yalar ve onlar orada (pişmiş kelle gibi) sırıtanlardır.

105- (Allah): "Benim ayetlerim size peşi sıra okunmadı mı, oysa siz onları yalanlıyordunuz?" (dedi).

106- 107- (Onlar): "Ey Efendimiz, kötü sonluluğumuz bizi yendi ve biz bir sapkınlar topluluğu olduk. Ey Efendimiz, bizi buradan çıkar, eğer tekrar dönersek, artık kesinlikle biz haksızlık yapanlarız" dediler.

108- 109- 110- 111- (Allah): "Defolun oraya ve bana konuşmayın. Gerçek şu ki, kullarımdan bir bölük 'Ey Efendimiz biz inandık, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen o merhametlilerin en hayırlısısın' derlerdi de, siz onlara bir maskara olarak tutundunuz. Nihayet onlar beni hatırlamayı size unutturdular. Siz de onlardan (bahsederek) gülenler oldunuz. Şüphesiz ki ben, bugün direnip gayret ettikleri nedeniyle onlara karşılık verdim. Şüphesiz ki onlar o kurtuluşa erenlerin ta kendileridir" dedi.

112- (Allah): "O yerde (kabirlerde) seneler sayısınca kaç zaman kaldınız?" dedi.

113- (Onlar): "Bir gün veya günün bir kısmı kaldık, artık o sayıcılara sor" dediler.

114- 115- (Allah): "Pek az (bir zaman) dışında kalmadınız, eğer gerçekten bilenlerden olsaydınız. Sizi ancak ve ancak bir gereksiz iş olarak takdir ettiğimizi ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi hesap mı ettiniz?" dedi.

116- O gerçek hükümdar Allah, yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O çok değerli tahtın Efendisidir.

117- Ve kim hakkında onu doğru sonuca götüren bir delil  olmadığı halde Allah'ın beraberinde diğer bir tanrıyı da çağırırsa, artık onun hesabı ancak ve ancak kendisinin Efendisinin yanındadır. Gerçek şu ki, o (gerçeği) örtenler başarıya eriştirilmez.

118- Ve de ki: "Ey Efendim, bağışla ve merhamet et ve sen o merhametlilerin en hayırlısısın."


10 Ocak 2025 Cuma

HAC SURESİ MEALİ

1- Ey o insanlar, Efendinize karşı korunun. Şüphesiz ki, o saatin sarsıntısı büyük bir şeydir.

2- Onu göreceğiniz gün her bir emziren dişi emzirdiği şeyden kaçar ve her yük sahibi de yükünü doğurur. Ve o insanları sarhoşlar olarak görürsün, oysa onlar sarhoşlar değildir. Fakat Allah'ın azabı serttir.

3- Ve o insanlardan kimi, bir bilgi olmaksızın Allah hakkında söz dalaşı yapar ve her bir inatçı şeytana takılır.

4- Onun üzerine yazılmıştır ki: "Gerçek şu ki, kim ona yönelirse, şüphesiz ki artık o, onu saptırır ve onu o alevli ateşin azabına iletir.

5- Ey o insanlar, eğer (ölümden sonra yeniden) harekete geçirilmekten bir belirsizlik içindeyseniz, şüphesiz ki biz sizi bir topraktan, sonra bir döllenmiş hücreden, sonra (rahme) asılan bir embriyodan, sonra takdiri belli belirsiz bir parça etten takdir ettik ki size (ölümden sonra yeniden dirilişi) açıklamamız için. Ve dilediğimiz şeyi bir isimlenmiş süreye kadar o rahimlerde sabitliyor, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra  en sertliğinize ulaşmanız için (sizi büyütüyoruz). Ve içinizden kiminin ömürleri tamamlanıyor ve içinizden kimi de bilginin ardından hiçbir şey bilmemesi için o ömrün en aşağılığına geri döndürülüyor. Ve o yeri kurumuş olarak görürsün. Biz onun üzerine o suyu onun üzerine indirdiğimiz zaman, birden silkelenir ve kabarır ve her bir göz alıcı çiftten bitirir.

6- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o gerçeğin ta kendisi olması nedeniyledir. Ve şüphesiz ki O, o ölülere yaşam verir ve şüphesiz ki O, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

7- Ve şüphesiz ki o saat gelecektir, onda bir belirsizlik yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, o kabirlerdeki kimseleri harekete geçirecektir.

8- 9- Ve o insanlardan kimi, bir bilgi ve bir doğruya ileten ve bir ışık veren kitabı olmaksızın Allah'ın yolundan saptırmak için yanını bükerek (kibirlenerek) Allah hakkında söz dalaşı yapar. Ona bu şimdikinde bir rezillik vardır. Ve ona o kalkışın günü o yakıp kül edicinin azabını da tattıracağız.

10- İşte bu, senin iki elinin öncelediği nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, kullara haksızlık yapan değildir.

11- Ve o insanlardan kimi Allah'a (olması gereken gibi değil) bir uç üzerinde kulluk eder. Eğer ona bir hayır eriştirilirse, onunla rahatlar. Ve eğer ona bir deneme eriştirilirse, yüzüstü çevrilir. (Böylesi) bu şimdikinde ve o sonrakinde ziyan etmiştir. İşte bu, o açıklayan ziyanın ta kendisidir.

12- Allah'ın aşağısından kendisine zorluk veremez ve fayda veremez şeyleri çağırır. İşte bu, o apaçık sapkınlığın ta kendisidir.

13- Ona zorluğu faydasından daha yakın olan kimseyi çağırır. (Çağırdığı) kesinlikle ne kötüdür o sahip ve kesinlikle ne kötüdür o oymak. 

14- Şüphesiz ki Allah, inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanları altlarından o nehirler akar bahçelere girdirir. Şüphesiz ki Allah, ne isterse yapar.

15- Kim Allah'ın bu şimdikinde ve o sonrakinde ona asla yardım etmeyeceğine kanaat getiriyor ise, artık göğe bir araç uzatsın sonra (yardımı) kessin de sonra onun plânı öfkelenmekte olduğu şeyi artık gideriyor mu baksın.

16- Ve işte böyle biz onu apaçık ayetler olarak indirdik. Ve şüphesiz ki Allah kimi isterse doğruya iletir.

17- Şüphesiz ki inanmışlar ve dönenler* ve o sabiiler ve o yardımcılar ve o mecusiler ve ortaklaştıranlar (var ya). Şüphesiz ki Allah, o kalkışın günü onların arasını ayıracaktır. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine bir tanıktır.

*Hadu kelimesine "Dönenler" anlamı verme gerekçemiz, Araf s. 156. ayetindeki bağlamına binaendir.

*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlmı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

18- Görmedin mi o göklerdeki kimseler ve o yerdeki kimseler ve o güneş ve o ay ve o yıldızlar ve o dağlar ve o ağaçlar ve o canlılar ve o insanlardan bir çoğu, şüphesiz ki Allah'a boyun eğmektedir. Ve bir çoğunun üzerine de o azap bir gerçek olmuştur. Ve Allah kimi önemsizleştirirse, artık onun için hiçbir değer verici yoktur. Şüphesiz ki Allah, ne dilerse yapar.

19- 20- 21- 22- İşte şu çekişen iki taraftır Efendileri hakkında çekiştiler. Artık (gerçeği) örtenlere onlar için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üzerinden ise o kaynar su dökülür. Onunla karınlarındaki şeyler ve o derileri eritilir. Ve onlar için demirden kamçılar vardır. Oradaki kederden çıkmayı her istediklerinde, oraya tekrar döndürülürler ve: "O yakıp kül edicinin azabını tadın" (denilir).

23- Şüphesiz ki Allah inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanları altlarından o nehirler akar bahçelere girdirir, orada altından bilezikler ve incilerle süslendirilirler. Ve onların oradaki elbiseleri de ipektir.

24- Ve o sözden o temiz olanına iletilmişlerdir. Ve o övgüye lâyık olanın yoluna iletilmişlerdir.

25- Şüphesiz ki (gerçeği) örtenler ve Allah'ın yolundan ve orada (Mekke'de) o yerleşik olan ve o çöldeki olan o insanlara onu denk yaptığımız o Yasak Mescit'ten uzaklaştıranlar (bilsinler ki.) Ve kim orada haksızlıkla eğriliğe sapmak isterse, ona acı azaptan tattırırız.

26- 27- 28- Ve bir zaman İbrahim'i o Ev'in yerine: "Bana hiçbir şeyi ortaklaştırma ve evimi, o etrafında dönerek yürüyenler ve o ayakta (kıyama) duranlar ve o saygıyla eğilip o boyun eğenler için temizle. Ve o insanlara haccı duyur ki, yaya olarak ve her yorgun deve üzerinde kendilerine faydalara tanık olmaları ve bilinmiş günlerde kendilerine rızık olarak verdiğimiz o dört ayaklı hayvanlardan onların üzerine Allah'ın ismini hatırlamaları için her derin vadiden (aşarak) sana gelirler. Artık ondan yeyin ve o sıkıntı çeken muhtaçlara de yedirin" diye yerleştirmiştik.

 29- Sonra vücut temizliklerini yerine getirsinler ve adaklarını eksiksiz yerine getirsinler ve o Eski Ev'in etrafında dönerek yürüsünler.

 30- İşte böyle. Ve kim Allah'ın hürmetlerini büyültürse, artık o kendisinin Efendisinin yanında onun için daha hayırlıdır. Ve size peşi sıra okunan şeyler dışındaki o hayvanlar size serbestleştirildi. Artık o pislik putlardan uzaklaşın ve (gerçeği) yamultmadan da uzaklaşın.

31- O'na ortak koşmaksızın (fıtrat yasalarına göre) Allah'a meyilliler olarak. Ve kim Allah'ı ortaklaştırırsa, o gökten düşmüş de o kuş onu kapıveriyor veya o rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.

32- İşte böyle. Ve kim Allah'ın farkındalıklarını büyültürse, artık şüphesiz ki bu, o kalplerin korunma bilicindendir.

33- Sizin için onlarda bir isimlenmiş süreye kadar faydalar vardır. Sonra onların kesilecekleri yer o Eski Ev'dir.

34- Ve biz her bir toplum için kendilerine rızık olarak verdiğimiz o dört ayaklı hayvanlardan üzerine Allah'ın ismini hatırlamaları için (hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı bir kulluk görevi belirledik. Sizin tanrınız tek bir tanrıdır. O halde O'na teslim olun. Ve o gönülden saygı duyanları müjdele.

35- Onlar ki, Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir ve kendilerine eriştirilene karşı o direnip gayret ederler ve o kulluk görevini ayakta tutarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.

36- Ve o iri bedenli develer, onları da sizin için Allah'ın farkındalıklarından olarak oluşturduk. Onlarda sizin için bir hayır vardır. (Kesim için) saflar oldukları zaman, artık onların üzerine Allah'ın ismini hatırlayın. Yanları üzeri düşüp kımıldamadıkları zaman, artık onlardan yeyin ve o tok gözlüye de ve aç gözlüye de yedirin. İşte böylece şükretmeniz için onları size boyun eğdirdik.

37- Onların etleri ve kanları Allah'a asla ulaşmaz. Fakat sizden o korunma bilinci ulaşır. İşte böylece sizi doğruya ilettiği şeye karşılık Allah'ı büyüklemeniz için onları size boyun eğdirdik. Ve o iyilik edenleri müjdele.

38- Şüphesiz ki Allah inanmışları savunur. Şüphesiz ki Allah, her bir hainlikte direnen azılı (gerçeği) örtücüyü sevmez.

39- Kendilerine haksızlık yapılmaları nedeniyle öldürüşülenlere (karşılık için) onay verildi. Ve şüphesiz ki Allah, onlara yardıma karşı kesinlikle en doğru ölçü koyucudur.

40- Onlar ki: "Bizim Efendimiz Allah'tır" demelerinden dolayı bir hakları olmaksızın yurtlarından çıkarılmışlardı. Ve eğer Allah'ın o insanların bir kısmını bir kısmı ile savması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çokça hatırlanan manastırlar ve kiliseler ve havralar ve mescidler, kesinlikle yıkılır giderdi. Ve kendisine yardım eden kimseye, Allah'ta kesinlikle yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir çok güçlüdür.

41- Onlar ki, eğer kendilerine o yerde olanak sağlarsak, o kulluk görevini ayakta tutarlar ve o arınmayı yerine getirirler ve o benimsenen uygunu buyururlar ve o yadırganandan vazgeçirtirler. Ve o işlerin sonu, Allah'adır.

42- 43- 44- Ve eğer seni yalanlıyorlarsa, onların öncesi Nuh'un topluluğu ve Ad ve Semud' da (yalanlamıştı). Ve İbrahim'in topluluğu ve Lût'un topluluğu ve Medyen arkadaşları da (yalanlamıştı). Ve Musa'da yalanlanmıştı. Ben de o (gerçeği) örtücülere mühlet vermiş, sonra da onları tutuvermiştim. Artık benim yadırganmam nasılmış?

45- Kasabadan nicesi vardı ki, (halkı) haksızlık yapanlar oldukları halde biz onu yok etmiştik. Artık o (şehirler) onun tavanları üzerine çökmüş ve nice kuyu kullanılamaz ve sağlam saray (çökmüş hale gelmiştir).

46- O yerde dolaşmadılar mı ki onlarla bağ kuracak kalpleri veya onlarla işitecek kulakları olsun. Artık gerçek şu ki, o gözler kör olmaz, fakat o göğüslerdeki kalpler kör olur.

47- Ve o azabı senin çabuklaştırmanı istiyorlar. Ve Allah verdiği sözüne asla aykırılaşmaz. Ve şüphesiz ki senin Efendinin yanında bir gün, sizin saymakta olduğunuz şeyden bin yıl gibidir.

48- Ve haksızlık yapan kasabadan nicesi vardı ki ben ona (halkına) mühlet vermiş, sonra da onu (halkını) tutuvermiştim. Ve o dönüş banadır.

49- De ki: "Ey o insanlar, ben sizin için ancak ve ancak bir açıklayan uyarıcıyım."

50- Artık inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlara ise, onlar için bir bağışlanma ve bir değerli rızık vardır.

51- Ve onlar ki ayetlerimizi başarısız bırakmak için koştular, işte onlar o şiddetli ateşin arkadaşlarıdır.

52- Ve senden önce hiçbir elçi ve haberciyi göndermemiştik ki, bir dilekte bulunduğu zaman, o şeytan onun dileğine (kuşku) atmış olmasın. Buna rağmen Allah, o şeytanın atmakta olduğu şeyi yürürlükten kaldırır, sonra ayetlerini sağlamlaştırır. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

53- (Böyle olması) o şeytanın atmakta olduğu şeyi kalplerinde bir bozukluk olanlara ve o kalpleri katı olanlara bir deneme yapmak içindir. Ve şüphesiz ki o haksızlık yapanlar, kesinlikle uzak bir çatlağın içindedir.

54- Ve (bir de) kendilerine o bilgi verilmişlerin şüphesiz ki onun senin Efendinden o gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları, böylece kalplerinin ona gönülden saygı duyması içindir. Ve şüphesiz ki Allah, inananları bir dosdoğru yola ileticidir.

55- Ve (gerçeği) örtenler, o saat onlara bir anda gelinceye veya bir verimsiz gün azabı onlara gelinceye kadar, ondan yana bir tereddüt içinde olmaya devam edecektir.

56- O hükümranlık o gün Allah'ındır. Onların arasında karar verecektir. İnanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlar, artık o nimet bahçelerindedir.

57- Ve onlar ki (gerçeği) örttüler ve bizim ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar var ya bir önemsizleştirici azap, onlar içindir. 

58- Onlar ki Allah'ın yolunda göç ettiler sonra öldürdüler veya öldüler, Allah onları kesinlikle bir iyi rızıkla rızık verecektir. Ve şüphesiz ki Allah kesinlikle O, o rızık verenlerin en hayırlısıdır.

59- Onları, ondan kesinlikle hoşnut olacakları girilecek bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz ki Allah, kesinlikle en iyi bilicidir yumuşak davranıcıdır.

60- İşte böyledir. Ve kim kendisine sonlandırılan kadar sonlandırır (karşılık verir) da, sonra kendisine saldırganlık yapılırsa, Allah ona kesinlikle yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, (hataları) çok silicidir çok bağışlayıcıdır.

61- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o geceyi o gündüzün içine geçirmesi ve gündüzü de gecenin içine geçirmesi nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, en iyi işiticidir en iyi görücüdür.

62- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o gerçeğin ta kendisi olması ve şüphesiz ki O'nun aşağısından çağırmakta oldukları şeyler ise o geçersizin ta kendisi olması nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, o çok yücenin o çok büyüğün ta kendisidir.

63- Görmedin mi Allah o gökten bir su indirdi de, böylece o yer yeşillenmiş olarak sabahlar. Şüphesiz ki Allah, bir çok lütufkârdır, bir en iyi haber alıcıdır.

64- O göklerdeki olan şeyler ve o yerdeki olan şeyler O'nundur. Ve şüphesiz ki Allah kesinlikle, o çok zenginin, o övgüye çok lâyığın ta kendisidir.

65- Görmedin mi  Allah o yerde olan şeyleri ve o su kütlesinde O'nun buyruğu ile o denizde akar o gemileri, size boyun eğdirdi. Ve O'nun onayı olması başka, yerin üzerine düşer diye göğü tutmaktadır. Şüphesiz ki Allah, o insanlara kesinlikle çok acıyıcıdır, çok merhamet edicidir.

66- Ve O, sizi yaşatandır. Sonra sizi öldürecek sonra yine yaşatacaktır. Ve şüphesiz ki o insan kesinlikle (gerçeği) çok örtücüdür.

67- Biz her bir topluma onu yerine getirici oldukları (hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı bir kulluk görevi belirledik. Artık bu buyruk hakkında seninle çekişmesinler. Ve sen (onları) Efendine çağır. Şüphesiz ki sen, kesinlikle dosdoğru bir yola ileten üzerindesin.

68- 69- Ve eğer sana karşı söz dalaşı yaparlarsa, artık onlara: "Allah işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi bilendir. Allah, hakkında aykırılaşmakta olduğunuz şeylerde o kalkışın günü aranızda karar verecektir" de.

70- Bilmedin mi şüphesiz ki Allah, o göklerde ve o yerde olan şeyleri bilmektedir. Şüphesiz ki işte bu, bir kitaptadır. Şüphesiz ki işte bu, Allah'a göre kolaydır.

71- Ve Allah'ın aşağısından hakkında bir yetki indirmediği şeylere ve onlar için hakkında bir bilgi olmayan şeylere kulluk ediyorlar. Ve o haksızlık yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.

72- Ve onlara ayetlerimiz onlara apaçık deliller olarak peşi sıra okunmakta olduğu zaman, o (gerçeği) örtenlerin yüzlerindeki o yadırgamayı tanırsın. Onlara ayetlerimizi peşi sıra okumakta olanların üzerine neredeyse saldıracaklar. De ki: "Bu durumunuzdan daha şerli olanı sizi haberlendireyim mi? O ateş ki, Allah onu (gerçeği) örtenlere söz vermiştir. Ve ne sıkınlıdır o dönüş."

73- Ey o insanlar, size bir örnek ortaya konuldu, şimdi onu dinleyin. Şüphesiz ki sizin Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız bunun için toplansalar, asla bir sinek bile takdir edemezler. Ve eğer o sinek onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtaramazlar. O isteyen de ve o istenilmiş de zayıf.

74- Allah'ın gücünü gereği gibi değerlendiremediler. Şüphesiz ki Allah, kesinlikle çok kuvvetlidir çok güçlüdür.

75- Allah, o meleklerden de elçiler saflaştırır ve o insanlardan da. Şüphesiz ki Allah, en iyi işiticidir, en iyi görücüdür.

76- Onların önlerinde olan şeyleri ve artlarında olan şeyleri bilir. Ve (yaptıkları bütün) o işler Allah'a döndürülür.

77- Ey inanmışlar, saygıyla eğilin ve boyun eğin ve Efendinize kulluk edin ve başarıya eriştirilmeniz için o hayrı yapın.

78- Allah'ın uğrunda gereği gibi güç kullanın. O, sizi derledi ve o itaat nizamında size hiçbir zorluk belirlemedi. Atanız İbrahim'in inancı(n daki gibi). O, o Elçinin sizin üzerinize bir tanık olması ve sizin de o insanların üzerine tanıklar olmanız için, sizi bundan önce ve bunda (Kur'an'da) "O teslim olanlar" olarak isimlendirdi. Artık o kulluk görevini ayakta tutun ve o arınmayı yerine getirin ve Allah'a sarılın. O, sizin yöneleninizdir. Artık ne güzeldir o sahip ve ne güzeldir o yardımcı.


1 Ocak 2025 Çarşamba

ENBİYA SURESİ MEALİ

1- O insanlara hesapları yakınlaştı. Oysa onlar halâ bir duyarsızlık içinde kayıtsız kalmaktadır.

2- Onlara Efendilerinden (öncekiler gibi gelen) bir yeni bir hatırlamadan gelmiyor ki, onu ancak oyuna alanlar olarak dinlememiş olsunlar.

3- Kalpleri bir eğlencededir. O haksızlık yapanlar şu gizli konuşmayı sakladılar: "İşte bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası mıdır? Görmekte olduğunuz halde, artık o sihre mi geliyorsunuz? 

4- (Elçi): "Benim Efendim o yerdeki ve o gökteki o sözü bilir. Ve O, o en iyi işiticidir o en iyi bilicidir" dedi.

5- (Onlar): "Hayır, hayallerin demetidir. Hayır onu kendisi yakıştırdı. Hayır o bir şairdir. Öyleyse o ilk gönderilmişler gibi bize de (gözle görülen) bir ayet getirsin" dediler.

6- Onların öncesi onu yok ettiğimiz hiçbir kasabadan inanan olmamıştı. Şimdi bunlar mı inanacak?

7- Ve biz senden önce de kendisine vahyediyor olduğumuz adamlardan başkasını da göndermemiştik.   Eğer bilmezlerseniz, artık o hatırlama'nın (Tevrat'ın) halkına sorun.

8- Ve onları o yiyeceği yemezler bir beden olarak oluşturmadık. Ve onlar sürekli kalıcılar da değildi.

9- Sonra onlara verdiğimiz o söze sadık kaldık. Böylece onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık ve o savurganları da yok ettik.

10- Ant olsun ki size, onda sizin hatırlamanız gerekenler olan bir kitap indirdik. Halâ bağ kurmaz mısınız?

11- Ve haksızlık yapan kasabadan nicesini kırıp geçirdik. Ve ondan sonra diğerlerini bir topluluk olarak oluşturduk.

12- Sıkıntımızı hissettiklerinde, onlar binitlerine vurarak birden kaçıyorlardı.

13- "Binitlerinize vurup kaçmayın ve sorulmanız için orada refahlandırıldığınız şeylere ve durulma yerlerinize dönün."

14- "Vay başımıza gelene, şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardık" dediler.

15- Onların bu çağrıları, biz onları bir biçilmiş ekin, sönmüş ocaklara dönüştürünceye kadar, devam etti.

16- Ve o göğü ve o yeri ve o ikisinin arasında olan şeyleri oyuncular olarak takdir etmedik.

17- Eğer bir eğlenceye tutunmak istemiş olsaydık, ona kesinlikle kendi katımızdan tutunurduk. Eğer yapanlardan olsaydık.

18- Hayır, biz o gerçeği o geçersizin üzerine atarız da onu parçalar, artık o birden perişan oluvermiştir. Ve nitelemekte olduğunuz şeylerden dolayı o pişmanlık sözleri* sizin için olsun.

*Bu ayette geçen "Elveylü" kelimesinin diğer ayetlerde nekre olarak geçmesine rağmen bu ayette marife olarak geçmesi, bu surenin 14. 46. ve 97. ayetlerinde "Vay başımıza gelene" şeklinde çevirdiğimiz, inkarcıların pişmanlık ifadesi olarak söylediği sözlere bir atıf olduğunu düşündüğümüz için, bu ayetteki marifeli kullanımını "O pişmanlık sözleri" olarak çevirdik. 

19- Ve o gökteki ve o yerdeki kimseler O'nundur. Ve O'nun yanındaki kimseler O'na kulluk etmekten büyüklük taslamazlar ve hayıflanmazlar.

20- O gece ve o gündüz O'nu her eksiklikten uzak tutarlar ve buna ara da vermezler.

21- Yoksa onlar o yerden bir takım tanrılara tutundular da, onlar mı (ölüleri yeniden) yayacaklar?

22- Eğer o ikisinde Allah'tan başka tanrılar olsaydı, her ikisi de kesinlikle bozulurdu. Oysa o tahtın Efendisi Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

23- O, yapmakta olduğu şeylerden sorulmaz. Oysa onlar sorulacaklardır.

24- Yoksa onlar O'nun aşağısından bir takım tanrılara mı tutundular? De ki: "Haydi sağlam kanıtınızı getirin. İşte bu, benim beraberimde olan kimselerin hatırlatması ve benden öncekilerin hatırlatmasıdır." Hayır, onların tamamı o gerçeği bilmezler de bu yüzden kayıtsız kalırlar.

25- Ve senden önce elçiden hiçbirini göndermemiştik ki ona: "Gerçek şu ki, benden başka tanrı yoktur, öyleyse bana kulluk edin" diye vahyediyor olmayalım.

26- Ve: "O çok şefkâtli bir çocuğa tutundu" dediler. O, her türlü eksiklikten uzaktır. Hayır, (melekler çocuğu değil) değer verilmiş kullardır.

27- O sözle (sözünün üstüne söz söyleyerek) O'nun önüne geçemezler ve onlar O'nun buyruğunu işlerler.

28- Onların önlerinde olan şeyleri ve artlarında olan şeyleri bilir. Hoşnut olduğu kimseden başkasına da eşlikçilik (şefaat)* etmezler. Ve onlar O'nun endişesinden titreyenlerdir.

*Meleklerin eşlikçiliği yani şefaati için Fussilet s. 30. 31. ayetlerine bkz.

29- Ve onlardan kim: "Şüphesiz ki ben O'nun aşağısından bir tanrıyım" derse, işte onu karşılığı cehennemdir. Biz o haksızlık yapanlara işte böyle karşılık veririz.

30- (Gerçeği) örtenler, o gökler ve o yer bitişik iken o ikisinin arasını gerçekten ayırdığımızı ve her bir canlı şeyi o suya bağlı olarak oluşturuduğumuzu görmedi mi? Halâ inanmazlar mı?

31- Ve o yerde onları sarsar diye sabitlikleri oluşturduk. Ve onda doğruya iletilmeleri için geniş vadiler oluşturduk.

32- Ve o göğü bir kollanmış tavan olarak oluşturduk. Oysa onlar O'nun (gözle görülen) ayetlerinden kayıtsız kalanlardır.

33- Ve O, o geceyi ve o gündüzü ve o güneşi ve o ayı takdir edendir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedirler.

34- Ve senden önce hiçbir beşer için o sürekli kalıcılığı oluşturmadık. Şimdi sen ölürsen, onlar mı o sürekli kalıcılar olacak?

35- Her bir benlik o ölümü tadıcıdır. Ve sizi bir deneme olarak o şerle ve o hayırla yokluyoruz. Ve bize döndürüleceksiniz.

36- Ve o (gerçeği) örtenler seni gördüğü zaman: "Tanrılarınızı hatırlayıp duran işte bu mu?" (diyerek) sana bir alay konusundan başka tutunmuyorlar. Ve oysa onlar da çok şefkâtli'nin hatırlamasına karşı (gerçeği) örtücülerin ta kendileridir.

37- O insan bir çabukçuluktan takdir edilmiştir. Yakında size (gözle görülen) ayetlerimi göstereceğim, artık (bunları) benim çabuklaştırmamı istemeyin.

38- Ve diyorlar ki: "Eğer doğru sözlülerseniz bu söz ne zaman (gerçekleşecek)?"

39- Eğer o (gerçeği) örtenler o ateşi yüzlerinden ve sırtlarından önleyemeyecekleri ve yardım edilmeyecekleri vakti bilselerdi, (böyle demezlerdi).

40- Hayır, onlara bir anda gelecek de onları dehşete düşürecek. Artık onu geri döndürmeye güç yetiremezler ve onlar bakılmazlar.

41- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de alaya alınmıştı da, içlerinden maskaraları, kendisini alaya almakta oldukları şey çepeçevre kuşatmıştı.

42- De ki: "O gecede ve o gündüzde o çok şefkâtli'den sizi kim koruyabilir?" Hayır, onlar Efendilerinin hatırlamasına karşı kayıtsız kalanlardır.

43- Yoksa onların, onları (azabımızdan) alıkoyabilecek bizim aşağımızdan tanrıları mı var? (O tanrılar) benliklerine bile yardıma güç yetiremezler ve onlar bizden de sahiplenilmezler.

44- Hayır, biz bunları ve atalarını o ömür kendilerine uzun gelene kadar, yararlandırdık. Onlar gerçekten bizim o yere gelip onun uçlarından (günbegün) eksiltmekte olduğumuzu görmezler mi? Şu durumda o yenenler onlar mı?

45- De ki: "Ben sizi ancak ve ancak o vahiy ile uyarıyorum." Ve sağırlar uyarılmakta oldukları zaman o çağrıyı işitmez.

46- Ve ant olsun ki eğer onlara senin Efendinin azabından bir esinti dahi dokunmuş olsa, kesinlikle: "Vay başımıza gelene, şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardık" diyeceklerdir.

47- Ve o kalkışın günü için hakkaniyet tartılarını koyarız. Artık bir benliğe hiç bir şeyle haksızlık yapılmaz. Ve eğer (işlediği) hardaldan bir tane ağırlığı dahi olsa, biz onu getiririz. Ve biz hesap görücüler olarak yeteriz.

48- Ve ant olsun ki biz Musa'ya ve Harun'a o korunanlar için bir ışık ve bir hatırlama olarak o (doğru ile yanlışı) ayıranı vermiştik.

49- Onlar ki, o algılamadıkları halde Efendilerinden endişelenirler. Ve onlar, o saatten de titreyenlerdir.

50- Ve işte bu da, onu bizim indirdiğimiz bir bereketlenmiş hatırlamadır. Yoksa siz onu yadırgayanlar mısınız?

51- Ve ant olsun ki İbrahim'e önceden olgunluğunu vermiştik. Ve biz onu bilenlerdik.

52- Bir zaman babasına ve topluluğuna: "Kendilerine kapananlar olduğunuz şu heykeller nedir?" demişti.

53- (Topluluğu): "Atalarımızı onlara kulluk edenler olarak bulduk" demişlerdi.

54- (İbrahim): "Ant olsun ki siz ve atalarınız bir açıklayan sapkınlık içindesiniz." demişti.

55- (Topluluğu): "Bize o gerçeği mi getirdin yoksa sen (bizimle) o oynayanlardan mısın?" demişlerdi.

56- 57- (İbrahim): "Hayır, sizin Efendiniz o göklerin ve o yerin Efendisidir ki  onları yarıp açığa çıkarmıştır. Ve ben de işte bun(un böyle olduğun)a o tanıklık edenlerdenim. Ve Allah'a yemin olsun ki putlarınıza, siz arkanızı dönenler olarak (başka tarafa) yönelmenizden sonra kesinlikle plân kuracağım" demişti.

58- Böylece ona dönmeleri için onların büyük olanı haricindekileri parçalar haline dönüştürmüştü.

59- (Topluluğu): "Bunu tanrılarımıza kim yaptıysa, şüphesiz ki o kesinlikle o haksızlığı yapanlardandır" demişlerdi.

60- (Topluluğu): "Ona İbrahim denilen bir gencin onları hatırlayıp durduğunu biz işitmiştik" demişlerdi.

61- (Topluluğu): "Öyleyse tanıklık etmeleri için, artık onu o insanların gözlerinin önüne getirin" demişlerdi.

62- (Topluluğu): "Tanrılarımıza bunu sen mi yaptın ey İbrahim?" demişlerdi.

63- (İbrahim): "Hayır, onların şu büyüğü yapmıştır. Eğer konuşabilirlerse, haydi onlara sorun" demişti.

64- Bunun üzerine benliklerine dönmüşler: "Şüphesiz ki siz o haksızlık yapanlarsınız" demişlerdi.

65- Sonra (eski) kafalarının üzerine eğilim göstermişler: "Ant olsun ki bunların konuşamadıklarını sen de bilmişsindir" (demişlerdi).

66- 67- (İbrahim): "O halde Allah'ın aşağısından hiçbir şeyle size fayda veremez ve sizi zorluk veremez şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Yuh olsun size ve Allah'ın aşağısından kulluk etmekte olduğunuz şeylere. Halâ bağ kurmaz mısınız?" demişti.

68- (Topluluğu): "Eğer yapanlarsanız onu yakıp kül edin ve tanrılarınıza yardım etmiş olun" demişlerdi.

69- (Biz de): "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve yakıcılıktan uzak ol" demiştik.

70- Ona bir plân kurmak istemişler, hemen biz de onları o en ziyan edenler haline dönüştürmüştük.

71- Ve onu ve Lut'u tüm insanlar için orada bereketler kıldığımız o yere (ulaştırarak) kurtarmıştık.

72- Ve ona İshak'ı ve bir fazlalık olarak Yakub'u bahşetmiş ve her birini düzgünlerden olarak oluşturmuştuk.

73- Ve onları buyruğumuzla doğruya iletir önderler yapmış ve onlara o hayırları yapmayı ve o kulluk görevini ayakta tutmayı ve o arınmayı yerine getirmeyi vahyetmiştik. Ve onlar bize kulluk edenlerdi.

74- Ve Lut'a da bir karar yeteneği ve bir bilgi vermiştik. Ve onu o murdarlıkları işlemekte olan o kasabadan kurtarmıştık. Şüphesiz ki onlar itaatten çıkmış kötü bir topluluktu.

75- Ve onu rahmetimize girdirmiştik. Şüphesiz ki o, o düzgünlerdendi.

76- Ve Nuh'a da (vermiştik). Önceden (bize) seslenmiş, bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış, böylece onu ve halkını o çok büyük felâketten kurtarmıştık.

77- Ve ona ayetlerimizi yalanlayan o topluluktan (dolayı) yardım etmiştik. Şüphesiz ki onlar kötü bir topluluktu. bu yüzden biz de onları toplu olarak batırmıştık.

78- Ve Davud'a ve Süleyman'a da (vermiştik). Hani bir zaman o topluluğun koyun sürüsünün yayıldığı o ekin hakkında ikisi karar veriyordu. Ve biz onların kararlarına tanıklardık.

79- Biz onu Süleyman'a belletmiştik. Ve her birine bir karar yeteneği ve bilgi vermiş ve o dağları ve o kuşları Davud'a boyun eğdirmiş onunla beraber tesbih ederlerdi*. Ve biz bunu yapanlardık.

*Dağların ve kuşların Davud ile beraber tesbih etmelerinin anlamı, Davud'un her şeye hükmeden bir kral olmasından doğan yetkisini ekolojik dengeyi bozmadan kullanması anlamında olabileceğini düşünüyoruz. Allahu a'lem.

80- Ve sizi (savaş) sıkıntınızdan koruması için, ona (demir) elbise yapma ustalığını öğretmiştik. Artık şükredenler misiniz?

81- Ve Süleyman'a da onun buyruğuyla orada bereketler kıldığımız o yere akar, o fırtınalı rüzgârı (boyun eğdirmiştik). Ve biz (onun yaptığı) her şeyi en iyi bilenlerdik.

82- Ve o şeytanlardan onun için (denize) dalanları ve bunun aşağısından bir iş işleyenleri de (boyun eğdirmiştik). Ve biz onlar için kollayıcılardık.

83- Ve Eyyub'a da (vermiştik). Bir zaman kendisinin Efendisine: "Şüphesiz ki bana o zorluk dokundu ve sen o merhametlilerin en merhametlisisin" diye seslenmişti.

84- Bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış, böylece ondaki zorluktan olan şeyi kaldırmış ve yanımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatırlatma olarak ona halkını ve bir de onların beraberinde bir örneğini daha vermiştik.

85- Ve İsmail'e ve İdris'e ve Zülkifl'e de (vermiştik). Hepsi o direnip gayret edenlerdendi.

86- Ve onları rahmetimize girdirmiştik. Şüphesiz ki onlar o düzgünlerdendi.

87- Ve balık sahibine de (vermiştik). Bir zaman hiddetli olarak gitmişti de kendisine asla güç yetiremeyeceğimiz kanaatine varmıştı. O karanlıkların içinde: "Senden başka tanrı yok, seni her türlü eksiklikten uzak tutarım. Şüphesiz ki ben o haksızlı yapanlardan oldum" diye seslenmişti.

88- Bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış ve onu o kederden kurtarmıştık. Ve biz o inananları işte böyle kurtarırız.

89- Ve Zekeriyya'ya da (vermiştik). Bir zaman kendisinin Efendisine: "Ey Efendim, tek bir kişi olarak bırakma. Ve sen o mirasçıların en hayırlısısın" diye seslenmişti.

90- Bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış ve ona eşini düzgünleştirerek (doğuracak hale getirerek), ona Yahya'yı bahşetmiştik. Şüphesiz ki onlar o hayırlarda birbirleriyle yarışırlar ve bizi ilgi duyarak ve ürkerek çağırırlardı. Ve onlar bize saygı duyanlardı.

91- Ve ırzını koruyana da (vermiştik) de ona esintimizden (yaşam verme gücümüzden) üflemiş ve onu ve onun oğlunu tüm insanlara (gözle görülen) bir ayet olarak oluşturmuştuk.

92- Şüphesiz ki sizin bu toplumunuz, tek toplumdur. Ve ben de sizin Efendinizim. O halde bana kulluk edin.

93- Ve buyruklarını kendi aralarında paramparça ettiler. Hepsi bize dönücülerdir.

94- Artık kim bir inanmış olarak o düzgünlüklerden işlerse, onun koşmasını örtmek yoktur. Şüphesiz ki biz onu yazanlarız.

95- 96- Ve onu(n halkını) yok ettiğimiz bir kasabaya, ta ki Ye'cüc ve Me'cüc (ü engelleyen set) açılana ve onlar her tepeden akın edecekleri zamana kadar (pişmanlığa) dönmeleri yasaktır.

97- Ve gerçek söz yakınlaşmış, o (gerçeği) örtenlerin gözleri birden dona kalmış: "Vay başımıza gelene, biz kesinlikle bundan bir duyarsızlık içindeydik. Hayır, biz haksızlık yapanlardık" (diyerek pişman olmuşlardır).

98- Şüphesiz ki siz ve Allah'ın aşağısından kulluk etmekte olduğunuz şeyler, cehennem yakıtısınız. Siz oraya varanlarsınız.

99- Eğer onlar (gerçek) tanrılar olsaydı, oraya varmazlardı. Ve hepsi orada sürekli kalıcıdırlar.

100- Onların orada korkunç sesleri vardır. Ve onlar orada (kurtuluş haberi de) işitmezler.

101- Şüphesiz ki kendileri için bizden o iyilik (sözü) önceden geçmiş olanlar ise, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır.

102- Oranın algısını dahi işitmezler. Ve onlar benliklerinin zevklendiği şeylerde sürekli kalıcıdırlar.

103- O en büyük dehşet onları üzmez. Ve o melekler onları: "İşte bu, size söz verilen gününüzdür" (diyerek) karşılarlar.

104- O gün göğü yazılı tomarları dürer gibi düreceğiz. İlk takdir etmeye başladığımız gibi bizim üzerimize olan bir söz olarak onu tekrar döndüreceğiz. Şüphesiz ki biz (ilk takdiri de) yapanlardık.

105- Ve ant olsun ki biz o Hatırlama (Tevrat) dan sonraki o yazılı metin (Zebur) de: "Şüphesiz ki o yere o düzgün kullarım mirasçı olacaktır" yazmıştık.

106- Şüphesiz ki işte bunda, kulluk eden bir topluluk için kesinlikle bir ulaştırma vardır.

107- Ve biz seni tüm insanlar için bir rahmetten başka göndermedik.

108- De ki: "Bana ancak ve ancak, sizin tanrınızın ancak ve ancak tek bir tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık siz de teslim olanlar mısınız?"

109- 110- 111- Buna rağmen (başka tarafa) yönelirlerse, artık de ki: "Ben size bir denklik üzere duyurdum. Ve size söz verilen şey yakın mıdır yoksa uzak mıdır ben algılayamıyorum. Şüphesiz ki O, o sözden açıklananı da bilir ve gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilir. Ve belki o sizin için bir deneme ve belirli bir vakte kadar yararlanmadır (bunu da) ben algılayamıyorum."

112- (Elçi): "Ey Efendim, o gerçek ile karar ver. Ve bizim Efendimiz o çok şefkâtli, nitelemekte olduğunuz şeylere karşı o destek istenendir" dedi.