Bundan önceki yazımızda sure ile ilgili giriş
yapmaya çalışarak, surenin ayetlerine girmemiştik. Bu yazımızda CİN
Suresi 1-7. ayetler üzerinde teker teker durmaya gayret edeceğiz.
Kur'an'ı doğru anlamada usul olarak takip ettiğimiz yol olan ilk hitabın
kime olduğu, yani nazil olan ayetlerin ilk muhataplarının kim olduğu
öncelikle tesbit edilerek, sonrasında günümüze dair olan mesajını okuma
yolunu, bu surede de takip etmeye çalışacak ve Mekkeli muhataplara dair
olan hitabını öncelikle anlamaya çalışacağız. Suredeki ayetleri diğer
ayetler yardımı ile anlamaya çalışarak Kur'an'ın nasıl bir anlam
örgüsüne sahip olduğuna bir kere daha şahit olacağız.
Mekkelilerin
cinler ile olan yakınlıklarının, yine cinlerin itirafları ile yanlış
olduğunu ortaya koyan bir nevi itiraf name olarak okumanın daha doğru
sonuç doğuracağını düşündüğümüz ayetlerin, sadece Mekkelilere has olarak
inmiş ayetler olarak okunması düşüncesi içinde olmadığımızı öncelikle
hatırlatmak isteriz. Her devirde cinler ile ilişki kurarak, onlar
vasıtası ile sapmak durumunda olan herkesi ilgilendiren bu ayetlerdeki
genel mesaj, yine onlar tarafından bir itiraf olarak okunmalı ve
cinlerin onları bir bakıma enayi yerine nasıl koydukları görülmelidir.
Sureyi okurken cinlerin nasıllığı, varlığı, yokluğu veya insan oldukları gibi tartışmalar içine girmek "havanda su dövmek"
misali getirisi olmayan tartışmalardır. Surenin, Batı ve Doğu
edebiyatında örnekleri olan "fabl" yani "hayvanların konuşturularak
onlar üzerinden mesaj verilme" metodunun Kur'anî bir versiyonu olarak
cinlerin konuşturularak insanların ibret almasının amaçlanması olarak
okunması gerektiğini düşünmekteyiz.
Nasıl ki "fabl" tarzı bir eseri okurken "yahu hayvan konuşur mu?"
şeklinde bir itirazda bulunmadan okuyor ve ondan çıkan mesaja
odaklanıyorsak, özellikle CİN Suresi 1-15. ayetler arasındaki bölümün bu
gözle okunarak verilmek istenen mesaja odaklanmak gerektiğini
düşünüyoruz.
Varsayalım böyle bir olay hiç
olmadı ve sadece "intak sanatı" dediğimiz "insan dışındaki varlıkların
konuşturulduğu" bir edebiyat türü ile Mekkeli müşriklerin, değer
verdikleri cinlerin kendileri hakkında olan düşüncelerinin anlatıldığı
bir tarz olarak okumanın imanımıza bir halel getireceğini düşünmüyoruz.
Bu
edebi anlatım türü Kur'an'ın bazı ayetlerinde karşımıza çıkmaktadır.
Örnek verecek olursak; AHZAB 72'de göklerin, yerin ve dağların emaneti
yüklenmekten kaçınmış olmaları, FUSSİLET 11'de yerin ve göğün konuşması
bu edebi tür örneklerindendir.
Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).
[072.001]
De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana
vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.
"De ki bana vahy edildi"
ifadesi ile Muhammed(a.s)'ın bu olaydan haberinin olmadığını, yani
Kur'an'ı dinleyenleri kendisinin görmediğini anlamaktayız. Kur'an
dinleyen cinlerden "nefer" kelimesi kullanılarak bahsedilmiş olması
burada önemli bir noktadır.
"Ennefrü" kelimesi sözlükte "dehşet
ve korku duyarak bir nesneden kaçmak, veya dehşet ve korku duyarak bir
nesneye sığınmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneden kopup
ayrılmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneye doğru kopup gitmek" anlamlarındadır (el-müfredat).
Gelecek
ayetleri okuduğumuz zaman, bahsi geçen cinlerden "nefer" şeklinde
bahsedilmesi, onların bir şeylerden kaçarak Kur'an'a sığınmalarının
neden veya kimlerden kaçtıklarının sorusunu doğuracak ve bunun cevabı
1-15 ayetler arasındaki anlatımların odak noktasını oluşturacaktır.
Cinlerin
kaçtıkları kişiler; Mekkeliler ve onların şirkleridir. Cinler onlardan
kaçıp Kur'an'a sığınmışlar ve bundan önce Mekkelileri kendilerinin
saptırdıklarını itiraf ederek, onları da kendilerinin yaptıkları gibi
Kur'an'a kaçmalarını öğütlemektedirler.
Ayette geçen "şaşılacak ve hayret verici bir durum"
anlamına gelen "aceben" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılışını
gördüğümüz zaman; cinlerin "Kur'anen aceben" ifadesini neden
kullandıklarını da görmüş oluruz. Aynı kelime Mekkelilerin ve onlardan
önceki müşriklerin kendilerine gelen Elçi ve Kitap'a karşı olan
tepkileri için de kullanılır.
[007.063] Size
o korkunç akibeti bildirmek için, korunmanız için belki de rahmete
kavuşturulmanız için sizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir
uyarının gelmesine inanmıyor da şaşıyor musunuz? (eve aciptum)» dedi.
[007.069]
«Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir
gelmesine şaştınız mı? (eve aciptum) Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh
kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi
onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa
eresiniz.»
[038.004] Küfredenler içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırmışlardı da (acibu) demişlerdi ki: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.
[050.002] Kafirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da (acibu) «Bu şaşılacak (acibun) bir şeydir» dediler.
[053.059-62] Şimdi
siz bu söze mi şaşırıyorsunuz(ta'cebun)? Hep gülüyorsunuz, ama
ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık
Allah’a secde ve ibadet ediniz!
[038.005] «İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı (ucabun) bir şey.»
[010.002] İçlerinden
bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için
yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar
için şaşılacak (aceben) bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette
apaçık bir sihirbazdır, dediler?
Kur'an ile
muhatap olan Mekkelilerin veya onların önceki atalarının, Kur'an'a karşı
verdikleri tepki inkarcılık yönünde olmuştur. Aynı Kur'an ile cinler de
muhatap olmuş ve Mekkeliler gibi onlar da şaşırarak dinlemişlerdir.
Ancak cinler Mekkeliler gibi inkar etmeyip ona iman ettiklerini beyan
etmektedirler.
Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).
[072.002] «O
(Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona
iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»
Ayet içinde geçen "ruşdi" kelimesi "kişinin fasit ve bozuk bir inanca sahip olmasından dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "Ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayetun" kelimesi ile aynı anlamda kullanılır (Elmüfredat).
"Rüşd" kelimesi "fasit ve bozuk bir inanca sahip olan bir kişinin doğru yolu bulması" demek olup, bu durumun nasıl olacağı cinlerin lisanı üzerinden anlatılarak Kur'an olduğu hatırlatılmaktadır.
Kur'an'ı dinleyen cinler; aynı Kur'an'ı dinleyen Mekkeli müşriklerin "eskilerin masalları" gibi sözlerle Kur'an'ı red etmelerine karşın, 2. ayet içindeki sözleri söylemektedirler. Ayet bir nevi "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla"
deyimine uygun olarak Mekkelilere Kur'an'ı işittikleri zaman
göstermeleri gereken tavrın ne olması gerektiğini beyan etmektedir.
Cinlerin Allah'a ortak koşup koşmadıklarından ziyade asıl vurgu,
Rablerine ortak koşan Mekkeli müşriklerin durumlarının ortaya konulmuş
olması olup, Kur'an'ı işiten birisinin artık şirki bırakıp tevhide
yönelmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.
Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).
[072.003] Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.
Bu
ayeti anlamak için yine Kur'an içine yayılmış olan ayetlerde,
müşriklerin Allah'a çocuk isnadlarını hatırlamak yerinde olacaktır.
[006.100-101]
Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na
oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından
yücedir. Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl
bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi
yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.
[002.116] «Allah oğul edindi» dediler; haşa, oysa, göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir.
[010.068]
«Allah çocuk edindi» dediler; haşa; O müstağnidir; göklerde ve yerde
olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil
yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?
[017.111] De
ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve
güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a
mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.
[039.004] Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah'tır.
Yukarıda
meallerini verdiğimiz ayetler haricinde bir çok ayette, Allah'ın çocuk
edindiği iddiaları red edilerek, bunun iftira olduğu beyan edilmektedir.
Aynı iftirayı Mekkeli müşrikler de Allah için kullanıp, O'na çocuk
isnad etmişlerdir. 3. ayet cinlerin böyle bir düşüncesi olup
olmadığından çok, yine Mekkeli müşriklerin bu iddialarının, onlar
tarafından değerli görülen cinler tarafından yanlış olduğu
hatırlatılmaktadır.
Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan).
[072.004] «Doğrusu şu: Bizim düşük akıllı-beyinsizlerimiz. Allah'a karşı 'gerçek dışı bir sürü saçma şeyler' söylemişler.»
Ayet içinde geçen "şetatan" kelimesi "zalim, haksız, zorba ve adaletsizce davranmak" anlamındadır. Bu kelimenin ifade ettiği anlamı KEHF 14 ayetinde "Ashab-ı Kehf"in dilinden şöyle okumaktayız;
[018.014] Onların
kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında)
ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir.
Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş(şataten)
oluruz.
KEHF 14 ayetinde "şataten" olarak
ifade edilen amel "şirk"tir. CİN 4 ayetinde bu ameli işleyenlerin
"sefih" oldukları cinler üzerinden beyan edilerek, müşriklerin bu
sefihliği terketmeleri, onları yüce varlıklar olarak gören müşriklere,
onların böyle bir amel işlemekle "sefih" oldukları hatırlatılarak vaz
geçmeleri öğütlenmektedir.
Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).
[072.005] «Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemiyeceklerini sanmıştık.»
CİN
suresini, cinlerin Mekkelileri nasıl şirke sürüklediklerinin kendi
ağızlarından olan itirafları çerçevesinde okuduğumuz zaman, bu ayetin
Cinlerin, yalan söyleyerek Mekkelileri şirke sürükledikleri ve
Mekkelilerin cinlerin bu yalanlarına kandıkları yani onları resmen enayi
yerine koydukları itiraf edilerek, Mekkelilerin gözlerini açarak
cinlerin onları sürükledikleri bataklığa daha fazla batmadan bir an önce
çıkmaları hatırlatılmaktadır. Allah'a karşı yalan söyleyen birisinin
sağlam pabuç olmadığı yine bu ayetler ile bizlere de hatırlatılmaktadır.
Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehekâ(rehekan).
[072.006] «Bir
de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara
sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.»
"İnsanlardan
bazı adamlar" şeklinde bahsedilenler Mekkeli müşrikler olup,
sığınılacak merci konusunda yanlış seçim yaptıkları ve bu yanlış seçim
neticesinde sığınılacak merci olarak seçtikleri cinlerin onları
saptırdığı yine kendi ağızlarından haber verilerek itiraf
ettirilmektedir. Allah(c.c)'nin dışında sığınılacak bir merci aramak
veya O'ndan başkasına sığınmanın adı "şirk" olup, başta FELAK ve NAS
Sureleri olmak üzere kime sığınılacağını bize öğreten bir çok ayet
mevcuttur. Bu ayetlerden bir kaç örnek şunlardır;
[040.027] Musa:
«Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden,
benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım» dedi.
[044.020] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»
[011.047]
(Nuh) dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi
istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben
ziyana uğrayanlardan olurum!
[019.018] Meryem: «Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım» dedi.
[007.200] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.
[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden).
[072.007] Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.
Bu ayetin bazı meallerde "ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki, Allah hiçbir kimseyi peygamber göndermeyecektir"
şeklinde yapıldığını görmekteyiz. Bu farklılık ayet içindeki "En len
yeb'asallahu ehaden" cümlesindeki "baase" fiilinin anlam tercihleri
sebebiyledir. "Baase" kelimesi sözlükte "bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek ve göndermek"
anlamlarına gelir ve hangi anlamda kullanıldığı ayet içindeki cümle
bütünlüğünden anlaşılır. Her geçtiği yerde aynı anlama gelmeyen yani
"çok anlamlı" kelimeler grubundan olan bu tür kelimelerin
kullanımlarında konu bütünlüğünün önemi büyüktür. CİN 7 ayeti içindeki
kullanımı "yeniden diriltme" anlamında olup, bu anlamı Kur'an bütünlüğünde Mekkeli muhatapların yeniden dirilişi inkar ettiği ayetlerde görebiliriz.
"Zan" kelimesi sözlükte "bir emareden hareketle ulaşılan bilgi"
anlamındadır. Önemli olan emarenin kaynağı olup, eğer bu emare
Allah'tan gelen bir bilgi kaynağına dayanmıyorsa, haktan bir şey ifade
etmez. Yeniden diriliş diye bir şey olmadığı iddiası Allah'tan gelen bir
bilgiye dayanmadığı için haktan hiç bir şey ifade etmemektedir. Bir çok
ayet Mekkelilerin yeniden dirilişi inkar ettiklerini haber vererek, bu
inkarlarının onlara pahalıya mal olacağını haber vermektedir.
[017.049] «Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz? derler.
[017.098] Bu, ayetlerimizi inkar etmelerinin ve: «Kemik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz?» demelerinin cezasıdır.
[023.082] Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?
[037.016] «Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?»
[056.047] Şöyle söylerlerdi: «Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?»
Yeniden
dirilmeme konusunda cinlerle Mekkelilerin aynı düşünmüş olmaları
sapkınlıkta ortak yönlerinin aynı olduğu ve bu zanlarının Allah'tan
gelen bir bilgiye dayanmadığı yine kendi ifadeleri ile haber
verilmektedir.
CİN 1-7 arası ayetleri ele
almaya çalıştığımız bu yazımızdan sonra; surenin diğer ayetlerini bundan
ileriki yazılarımızda ele almaya gayret edeceğiz.
--Devam edecek--