17 Şubat 2024 Cumartesi

EN'AM SURESİ ÇEVİRİSİ

 1- O övgü Allah'adır ki, o gökleri ve yeri takdir etti ve o karanlıkları ve ışığı oluşturdu. Sonra gerçeği örtmüş olan kimseler (başka şeyleri) Efendilerine eşit tutuyorlar.

2- O ki, sizi bir çamurdan takdir etti, sonra bir süreyi (ölüm kararını) yerine getirdi. Ve bir isimlenmiş süre, O'nun yanındadır. Sonra siz tereddüde düşüyorsunuz.

3- Ve O Allah'tır ki, o göklerde ve o yerde (tek tanrıdır). Sizin saklınızı ve açığınızı biliyor ve kazanmakta olduğunuz şeyleri de biliyor.

4- Ve onlara Efendilerinin ayetlerinden bir ayet gelmiyor ki ondan ancak kayıtsız kalanlar olmasınlar.

5- Onlar, o gerçek kendilerine geldiğinde kesinlikle yalanladılar. Artık onlara ileride onunla alay etmekte oldukları şeyin haberleri onlara gelecektir.

6- Onlar görmediler mi biz onlardan önceki kuşaktan nicesini yok ettik? Biz onlara o yerde size sağlamadığımız olanağı sağlamış ve onların üzerlerine göğü(n yağmurunu) bol bol göndermiş ve onların altından akar o nehirleri yetiştirmiştik. Fakat biz onların peşlerine takılı suçları nedeniyle onları yok etmiş ve onlardan sonra diğerlerini bir kuşak olarak meydana getirmiştik.

7- Ve eğer biz sana bir kağıtta (yazılı) bir kitap indirmiş olsaydık ona da elleriyle dokunmuş olsalardı, gerçeği örten kimseler kesinlikle "Bu, bir apaçık sihirden başkası değil" derdi.

8- Ve onlar: "Ona bir melek indirilmiş olmalı değil miydi?" dediler. Ve eğer biz melek indirmiş olsaydık, o buyruk kesinlikle yerine getirilir, sonra onlara bakılmazdı.

9- Ve eğer biz onu bir melek olarak yapmış olsaydık, onu yine kesinlikle bir adam yapardık da giymekte oldukları şeyi kesinlikle giydirirdik*.

*Düştükleri şüpheye yine düşürürdük veya giydikleri şüphe elbisesini yine giydirirdik.

10- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de alay edilmişti de onlardan maskaralık edenleri, onunla alaya etmekte oldukları şey sarıvermişti.

11- Sen de ki: "Siz o yerde gezin, sonra da o yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın."

12- Sen de ki: "O göklerde ve o yerde olan şeyler kimindir?" Sen de ki: "Allah'ındır." Kendi benliğine o sarmalayıcı iyiliği yazmıştır. O kalkışın gününe kesinlikle sizi toplayacaktır ki onda hiçbir kuşku yoktur. O kimseler ki kendi benliklerini ziyana sokmuşlardır, artık onlar inanmazlar.

13- Ve o gecenin ve o gündüzün içinde durulmuş olan şeyler O'nundur. Ve O, en iyi işiticidir, en iyi bilicidir.

14- Sen de ki: "O göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısı ve O yedirir ve (kendisi) yedirilmez Allah'tan başkasını mı bir yakın belleyeceğim?" Sen de ki: "Şüphesiz ki ben, teslim olan kimselerin ilki olmakla ve :" Sen sakın sakın o ortak koşanlardan olma" (diye) buyuruldum."

15-Sen de ki: "Eğer ben Efendime karşı çıkarsam, şüphesiz ki ben bir büyük gün azabından kaygılanırım."

16- O gün kim ondan çevrilirse, kesinlikle (Allah) ona sarmalayıcı iyilik etmiştir. Ve bu, o apaçık başarıdır.

17- Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, artık onu O'ndan başka kaldırıcı olmaz. Ve eğer sana bir hayır dokundurursa, artık O, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

18- Ve O, kendisinin kullarının üstünde o boyun eğdiricidir. Ve O, en bilgedir, en iyi haber alıcıdır.

19- Sen de ki: "Hangi bir şey tanıklıkça daha büyüktür?" Sen de ki: "Allah benimle sizin aranızda bir tanıktır. Ve bu okunan (Kur'an), sizi ve ulaştığı kimseleri onunla uyarmam için bana vahyedildi. Gerçekten siz mi Allah'ın beraberinde diğer tanrılar olduğuna kesinlikle tanıklık ediyorsunuz?" Sen de ki: "Ben tanıklık etmem." Sen de ki: "O, ancak ve ancak bir tek tanrıdır. Ve şüphesiz ben sizin ortak koşmakta olduğunuz şeylerden beriyim."

20- Bizim kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler, onu oğullarını tanımakta oldukları gibi tanıyorlar. O kimseler ki benliklerini ziyana sokmuşlardır, artık onlar inanmazlar.

21- Ve Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış veya O'nun ayetlerini yalanlamış o kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez.

22- Ve o gün biz onları toplu olarak sürüp toplayacağız sonra da ortak koşmuş olan kimselere: "Sizin ortaklarınızı olduğunu iddia etmekte olduğunuz kimseler nerede?" diyeceğiz.

23- Sonra onların ayartması: "Efendimiz Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik" demelerinden başka birşey olmadı.

24- Sen bak, kendi benliklerine karşı nasıl da yalan söylediler. Ve yakıştırmakta oldukları şeyler onlardan saptı.

25- Ve onlardan seni dinleyen kimseler vardır. Fakat biz onu (Kur'an'ı) kavrarlar diye kalplerinin üzerine bir kamuflaj ve kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Ve eğer onlar her bir ayeti görseler, yine de ona inanmazlar. Nihayet o gerçeği örten kimseler sana geldikleri zaman seninle söz dalaşı yapıyorlar: "Bu, o ilklerin söylencelerinden başkası değil" diyorlar.

26- Ve onlar, ondan hem vazgeçiriyorlar, hem de (kendileri) uzak duruyorlar. Ancak kendi benliklerinden başkasını yok etmiyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

27- Ve eğer ki sen onları Ateşin üzerinde durduruldukları zaman artık: "Ah keşke geri döndürülsek de Efendimizin ayetlerini yalanlamasak ve o inananlardan olsak" dediklerini bir görsen.

28- Aksine, önceden gizlemekte oldukları şey kendilerine belli oldu. Ve eğer geri döndürülseler, ondan vazgeçirildikleri şeye kesinlikle tekrar dönerlerdi. Ve şüphesiz ki onlar kesinlikle yalancılardır.

29- Ve onlar: "O (yaşam), bizim bu şimdiki yaşamımızdan başkası değildir ve (öldükten sonra) biz harekete geçirilecekler de olmayacağız" demişlerdi.

30- Ve eğer ki sen onları Efendilerinin huzurunda durduruldukları zaman bir görsen. (Efendileri): "Bu gerçek değil miymiş" dedi. Onlar: "Efendimize ant olsun ki evet" dediler. (Efendileri) "Öyleyse siz gerçeği örtmekte olmanız nedeniyle o azabı tadın" dedi.

31- Allah'ın karşılaşmasını yalanlamış olan kimseler, kesinlikle ziyan etmiştir. Nihayet o an onlara beklenmeyen bir zamanda geldiği zaman ağır yüklerini sırtlarında taşıyarak onlar: "Ey onda ölçüyü kaçırmamız üzerine duyduğumuz özlemimiz" dediler. Dikkat edin, onlar ne kötü şeyler yükleniyorlar.

32- Ve bu şimdiki yaşam bir oyundan ve bir oyalanmadan başka birşey değildir. Ve o diğer yurt korunmakta olan kimseler için kesinlikle daha hayırlıdır. Siz hiç bağlantı kurmaz mısınız?

33- Biz kesinlikle biliyoruz gerçek şu ki; Onların söylemekte oldukları kesinlikle seni üzüyor. Şüphesiz ki onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o haksızlık yapanlar Allah'ın ayetlerini ısrarla reddediyorlar.

34- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de yalanlanmış, buna rağmen onlar bizim yardımımız gelene kadar yalanlandıkları ve rahatsızlık verildikleri şeye karşı direnip gayret etmişlerdi. Ve Allah'ın (elçilerine yardım) kelimelerini değiştirici olamaz. Ve Ant olsun ki o gönderilmişlerin (yardım) haberinden bir kısmı sana gelmiştir. 

35- Ve eğer onların kayıtsız kalmaları sana ağır geliyorsa, eğer sen o yerde bir tünele veya o gökte bir merdiven peşine düşmeye güç yetirebilirsen, o zaman onlara da (gözle görülen) bir ayet getirebilirsin. Ve eğer Allah dileseydi, onları o doğruya ileten üzerinde kesinlikle toplardı. Öyleyse sen sakın sakın o düşüncesizlerden olma.

36- Ancak ve ancak işitmekte olan kimseler (olumlu) cevaplandırırlar. Ve o ölüleri ise Allah onları harekete geçirecek sonra da O'na döndürülecekler.

37- Ve onlar: "Ona, kendisinin Efendisinden (gözle görülen) bir ayet indirilmeli değil miydi?" dediler. Sen de ki: "Şüphesiz ki Allah (gözle görülen) bir ayet indirmenin bir en doğru ölçüsünü koyucudur." Fakat onların tamamı bilmezler.

38- Ve o yerdeki hiçbir canlı ve iki kanadı ile uçan kuş yoktur ki, sizin örneğiniz gibi (yaratılış yasalarına bağlı) ana toplumlar olmasın. Biz o kitapta hiçbir şeyden ölçüyü kaçırmadık*. Sonra Efendilerine sürülüp toplanacaklar.

* Yarattığımız ne varsa hepsi ile ilgili işleyiş yasalarını gereğince koyduk. 

39- Ve o kimseler ki bizim ayetlerimizi yalanladılar, onlar o karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve O kimi dilerse onu bir dosdoğru yol üzerinde yapar.

40-  41- Sen de ki: "Eğer siz doğru söyleyenler iseniz bana söyleyin. Eğer Allah'ın azabı size gelse veya o an size gelse, siz Allah'tan başkasını mı çağırırsınız? Aksine, siz yalnızca O'nu çağırırsınız. Eğer dilerse sizin kendisi için çağırmakta olduğunuz şeyi kaldırır ve siz de ortak koşmakta olduğunuz şeyleri unutursunuz."

42- Ve ant olsun ki biz senden önceki ana toplumlara da (elçiler) göndermiş, yalvarıp yakarmaları için onları o sıkıntıya ve o zarara tutmuştuk.

43- Bizim sıkıntımız onlara geldiği zaman artık yalvarıp yakarmalı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaştı ve o şeytan onlara işlemekte oldukları şeyleri süsledi.

44- Ne zaman ki onlar, onunla hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, biz onların üzerine her bir şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilmiş olan şeylerle (şımarıp) sevindikleri zaman, biz onları beklenmeyen bir zamanda tutuverdik de onlar birden umut yitirenler oldular.

45- Böylece haksızlık yapmış olan topluluğun arkası kesildi. Ve o övgü, o tüm insanların Efendisi Allah'adır.

46- Sen de ki: "Siz gördünüz mü, eğer Allah işitmenizi ve görmelerinizi tutsa ve kalplerinizin üzerini mühürlese, onu Allah'ın dışında size getirecek tanrı kimdir?" Bak sen, o ayetleri nasıl evirip çeviriyoruz da sonra onlar sert tutum takınıyorlar.

47- Sen de ki: "Bana söyleyin, eğer Allah'ın azabı beklenmeyen bir zamanda veya açıkça size gelse, o haksızlık yapanlar topluluğundan başkası mı yok edilir?"

48- Ve biz o gönderilmişleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmalarından başka göndermiyoruz. O halde kim inanır ve (durumunu) düzeltirse, artık onlara hiçbir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

49- Ve o kimseler ki, bizim ayetlerimizi yalanladılar, onlara itaatten çıkmakta oldukları nedeniyle o azap dokunacaktır.

50- Sen de ki: "Ben size 'Allah'ın depoları benim yanımdadır' demiyorum. Ve ben o algılanamayananı da bilmiyorum ve ben size 'Şüphesiz ki ben bir meleğim' de demiyorum. Ben, bana vahyedilmekte olan şeyden başkasını izlemiyorum." Sen de ki: "O kör ile o gören denk midir? Siz hiç düşünmez misiniz?"

51- Ve Efendilerine sürülüp toplanacaklarından kaygılanmakta olan kimseleri, onunla uyar ki, onlar için O'nun berisinden hiçbir yakın ve hiçbir eşlikçi yoktur.

52- Ve sen o sabah serinliği ve o akşam karanlığı (sürekli olarak) O'nun yüzünü isteyerek Efendilerini çağırmakta olan kimseleri sakın kovma. Onların hesabından sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Eğer sen onları kovarsan, o haksızlık yapanlardan olursun.

53- Ve böylece biz onları: "Allah'ın aramızdan kendilerine büyük iyilikte bulunduğu bunlar mı?" demeleri için bir kısmını bir kısmı ile denedik. Allah o şükredenleri en iyi bilen değil midir?

54- Ve bizim ayetlerimize inanmakta olan kimseler sana geldiği zaman, artık sen de ki: "Selam sizin üzerinizedir. Sizin Efendiniz kendi benliği üzerine o sarmalayıcı iyiliği  yazmıştır. Şöyle ki: Sizden kim bir düşüncesizlikle bir kötülük işler, sonra onun arkasından itaate döner ve (durumunu) düzeltirse, artık şüphesiz ki O, bir çok bağışlayıcıdır, bir sarmalayıcılığı süreklidir."

55- Ve o suç işleyenlerin yolunun açıkça belli olması için, biz o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz.

56- Sen de ki: "Şüphesiz ki ben, sizin Allah'ın berisinden çağırmakta olduğunuz şeylere kulluk etmekten vazgeçirildim." Sen de ki: "Ben sizin keyfi arzularınızı izlemem. Aksi takdirde kesinlikle sapmış olurum ve o doğruya iletilenlerden olmam."

57- Sen de ki: "Şüphesiz ki ben Efendimden bir apaçık delil üzerindeyim ve siz onu yalanladınız. Sizin kendisinin çabuklaşmasını istemekte olduğunuz (azap) benim yanımda değildir. O karar, Allah'tan başkasına da ait değildir. O, gerçeği anlatır ve O, o ayırıcıların en hayırlısıdır."

58- Sen de ki: "Sizin kendisinin çabuklaşmasını istemekte olduğunuz (azap) eğer benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki o buyruk kesinlikle yerine getirilirdi. Ve Allah o haksızlık yapanları en iyi bilendir."

59- Ve o algılanamayanın anahtarları, O'nun yanındadır. Onu O'ndan başkası bilmez. Ve o karada ve o su kütlesinde olan şeyleri bilir. Hiçbir yaprak düşmüyor ki onu bilmesin. Ve o yerin karanlıkları içinde hiçbir dane, hiçbir yaş ve hiçbir kuru olmaz ki, bir apaçık kitapta olmasın.

60- Ve O ki, geceleyin sizin ömrünüzü tamamlıyor ve gündüzleyin neyi yaraladığınızı (ne  kazandığınızı) biliyor, sonra bir isimlenmiş sürenin yerine getirilmesi için onda sizi harekete geçiriyor. Sonra dönüşünüz O'nadır, sonra sizin işlemekte olduğunuz şeyleri size haberlendirecektir.

61- Ve O, kendisinin kullarının üstünde boyun eğdiricidir. Ve sizin üzerinize (yaptıklarınızı) kollayıcı olarak (melekler) gönderir. Nihayet sizden birine o ölüm geldiği zaman, bizim elçilerimiz onun ömrünü tamamlar ve onlar (görevlerinde) ölçüyü kaçırmazlar.

62- Sonra onlar kendilerinin o gerçek yakınları Allah'a geri döndürülürler. Dikkat edin, o karar O'nundur ve O, o hesabı görücülerin en hızlısıdır.

63- Sen de ki: " 'Ant olsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan, o takdirde kesinlikle o şükredenlerden olacağız' (diye) yalvarıp yakararak ve gizli olarak O'nu çağırıyorsunuz. O karanın ve o su kütlesinin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?"

64- Sen de ki: "Allah sizi ondan ve her bir çıkmazdan kurtarıyor. Sonra da siz O'na ortak koşuyorsunuz."

65- Sen de ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azabı harekete geçirmeye veya bir taraftarlık giydirmeye ve bir kısmınızın sıkıntısını bir kısmınıza tattırmaya o en doğru ölçüyü koyucudur." Bak sen, kavramaları için o ayetleri nasıl evirip çeviriyoruz.

66- Ve o (azap), gerçek olduğu halde senin topluluğun onu yalanladı. Sen de ki: "Ben sizin üzerinize bir üstlenici değilim."

67-Her haberin bir sabitleşecek zamanı vardır. Ve siz (bunu) ileride bileceksiniz.

68- Ve bizim ayetlerimiz hakkında (alaya) dalan kimseleri gördüğün zaman, onlar ondan başka bir söze dalıncaya kadar, artık sen onlardan yana kayıtsız kal. Ve eğer o şeytan sana unutturursa, onu (öğüdü) hatırladıktan sonra, artık sen o haksızlık yapanlar topluluğunun beraberinde sakın oturma.

69- Ve korunmakta olan kimselerin üzerine onların hesabından (sorumluluktan) hiçbir şey yoktur. Fakat korunmaları için onlara bir hatırlatma vardır.

70- Ve kendi yaşam sistemlerini bir oyun ve bir oyalanma olarak bellemiş ve bu şimdiki yaşamın kendilerini aldatmış olduğu kimseleri bırak. Ve hiçbir benlik kazandığı nedeniyle tutsaklaşmasın diye onunla hatırlatma yap. Onun için Allah'ın berisinden hiçbir yakın ve hiçbir eşlikçi yoktur. Ve eğer türlü eşitlik bedelini denkleştirse de, ondan alınmaz. İşte onlar kazandıkları nedeniyle tutsaklaşan kimselerdir. Gerçeği örtmekte oldukları nedeniyle bir kaynar sudan içecek ve bir acı azap onlar içindir.

71-  72- Sen de ki: "Allah'ın berisinden bize faydası olamayacak ve zararı olamayacak şeyleri mi çağıralım? Ve Allah bizi o doğruya ilettikten sonra ökçelerimiz üzerinde geri döndürülelim de o şeytanların keyfi arzusuna uydurduğu, o yerde şaşkın bir halde dolaşan, (inanan) arkadaşlarının kendisini 'Bize gel'  diye çağırmakta olduğu kişi gibi mi olalım?" Sen de ki: "Şüphesiz ki Allah'ın iletmesi, o doğruya iletmenin ta kendisidir. Ve biz o tüm insanların Efendisine teslim olmakla buyurulduk ve o kulluk görevini ayağa kaldırın ve O'na karşı korunun diye (buyurulduk). Ve O, kendisine sürülüp toplanılacağınızdır."

73- Ve O ki, o gökleri ve o yeri o gerçekle takdir etti.  Ve "Ol" diyeceği gün hemen oluverir. O'nun sözü gerçektir. Ve o boruya üfürüleceği gün o hükümranlık O'nundur. O algılanamayananın ve o tanık olunanın, bilicisidir. Ve O, en bilgedir, en iyi haber alıcıdır.

74- Ve bir zaman İbrahim, kendi babası Azer'e: "Sen putları tanrılar olarak mı belliyorsun? Şüphesiz ki ben, seni ve topluluğunu bir apaçık sapkınlık içinde görüyorum" demişti.

75- Ve böylece o kesinkes inananlardan olması için İbrahim'e, o göklerin ve o yerin hükümranlığını(n kimde olduğunu) gösteriyorduk.

76- Ne zaman ki onun üzerini o gece kapadığında (gökte) parlak bir cisim görmüş: "Bu, benim efendimdir" demiş, ne zaman ki kaybolduğunda ise o, "Ben o kaybolanları sevmem" demişti.

77- Ne zaman ki , ay'ı doğucu olarak gördüğünde, o: "Bu, benim efendimdir" demiş, ne zaman ki kaybolduğunda, o: " Ant olsun ki eğer Efendim beni doğruya iletmeseydi, kesinlikle ben o sapkınlar topluluğundan olurdum" demişti. 

78- 79- Ne zaman ki güneş'i doğucu olarak gördüğünde, o: "Bu, benim efendimdir, bu daha büyük" demiş, ne zaman ki kaybolduğunda, o: "Ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin ortak koşmakta olduğunuz şeylerden beriyim. Şüphesiz ki ben (fıtrat yasalarına) bir meyleden olarak yüzümü o gökleri ve o yeri açığa çıkarana yönelttim ve ben o ortak koşanlardan değilim" demişti.

80- 81- 82- Ve topluluğu onunla tartışmaya girişmiş o da: "Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ve oysa O beni doğruya iletmiştir. Ve ben sizin O'na ortak koşmakta olduğunuz şeylerden kaygılanmam, Efendimin bir şey dilemesi hariç. Benim Efendim her bir şeyi bilgice kapsamıştır. Siz hiç hatırlamaz mısınız? Siz, hakkında size bir yetki indirmediği şeyleri, Allah'a ortak koşmaktan kaygılanmıyor iken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl kaygılanırım? Eğer siz biliyorsanız (söyleyin) o iki kısımdan hangisi o güvende olmaya daha hak sahibidir? O kimseler ki inandılar ve inançlarına haksızlığı giydirmediler, işte onlar, o güvende olmak onlar içindir ve onlar doğruya iletilenlerdir"demişti.

83- Ve bu, topluluğuna karşı bizim onu İbrahim'e verdiğimiz tartışma delilimizdir. Biz dilemekte olduğumuz kimseleri kademelerle yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Efendin bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

84- Ve biz ona İshak ve Yakub'u bahşetmiş, her birini doğruya iletmiştik. Ve biz önceden de Nuh'u doğruya iletmiştik. Ve onun soyundan Davud'u ve Süleyman'ı ve Eyyub'u ve Yusuf'u ve Musa'yı ve Harun'u da. Biz o iyilik edenlere böyle karşılık veririz.

85- Ve Zekeriyya'yı ve Yahya'yı ve İsa'yı ve İlyas'ı da (doğruya iletmiştik). Her biri o düzgünlerdendi.

86- Ve biz İsmail'i , Elyesa'yı, Yunus'u ve Lut'u, her birini o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştık.

87- Ve kendi babalarından ve soylarından ve kardeşlerinden de. Onları derleyip toplamış ve bir dosdoğru yola iletmiştik.

88- Bu, Allah'ın onunla kendisinin kullarından kimi dilerse ileteceği yoludur. Ve eğer (o elçiler de) ortak koşmuş olsalardı, işlemekte oldukları şeyler onlardan kesinlikle boşa giderdi.

89- İşte onlar o kimselerdir ki, biz kendilerine o kitabı ve o bilgeliği ve o haberciliği vermişizdir. Yok eğer onlar (Mekkeliler) bunları (reddederek) örterse, bunları (reddederek) örtücüler olmayan bir topluluğu, onların yerine kesinlikle (sorumlulukları) üstlendirmişizdir.

 90- İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onları doğruya iletmiştir, o halde sen de onların iletilmelerini örnek al. Sen de ki: "Ben sizden buna karşı bir iş karşılığı sormuyorum. O, tüm insanlar için ancak bir hatırlatmadan başka bir şey değildir."

91- Ve onlar: "Allah, beşer üzerine hiçbir şey indirmedi" dedikleri zaman, Allah'ın gücünü gereği gibi değerlendiremediler. Sen de ki: "O insanlara bir ışık ve bir doğruya ileten olarak Musa'nın getirdiği, yazılı kağıtlar haline düzenleyip (bir kısmını) belli etmekte ve birçoğunu da gizlemekte olduğunuz sizin ve sizin atalarınızın bilmediklerinin öğretildiği o kitabı kim indirdi? Sen de ki:"Allah (indirdi)." Sonra da sen onları daldıklarının içinde oynamaya bırak.

92- Ve bu, bereket verilmiş bir kitaptır ki o onun önünde olanı bir doğrulayıcıdır ve biz onu senin o kasabaların anasını ve onun çevresindeki kimseleri uyarman için sana indirdik. Ve o diğer (yaşama) inanmakta olan kimseler buna inanırlar ve onlar o kulluk görevlerini kollayanlardır.

93- Ve Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış veya kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde "Bana da vahyedildi" demiş olan kimseden ve "Allah'ın indirdiği şey gibi bende indireceğim" demiş olan kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Ve eğer ki sen o haksızlık yapanları o ölümün dalgınlıkları içinde oldukları ve o melekler onlara ellerini genişleticiler oldukları zaman: "Çıkarın benliklerinizi, bugün Allah'a karşı gerçeğin dışında söylemekte olmanız ve O'nun ayetlerinden büyüklük taslamanız nedeniyle o alçaltıcılığın azabıyla karşılık göreceksiniz" (derken) bir görsen. 

94- Ve ant olsun ki bizim sizi ilk defasında takdir ettiğimiz gibi bize birer birer olarak geldiniz. Ve sizi güçlendirdiğimiz (mal ve insan gücü gibi) şeyleri sırtlarınızın ötesinde bıraktınız. Ve içinizde (Allah'a) ortak kimseler olduğunu iddia ettiğiniz eşlikçilerinizi de sizin beraberinizde göremiyoruz. Ant olsun ki aranız(daki bağlar) büsbütün kesilmiş ve sizin (tanrılıklarını) iddia etmekte olduğunuz şeyler sizden sapmıştır.

95- Şüphesiz ki Allah, o dane ve o çekirdeğin yarıcısıdır. O ölüden o yaşayanı çıkarıyor ve o yaşayandan da o ölüyü çıkarandır. Bu(nları yapan), Allah'tır. Böyle iken siz nasıl çarptırılıyorsunuz?

96- O ki, sabahın yarıcısıdır. Ve o geceyi bir durulma ve o güneşi ve o ay'ı hesap olarak oluşturdu. Bu, o en güçlünün, o en iyi bilicinin ölçüsüdür.

97- Ve O ki, o yıldızları, o karanın ve o su kütlesinin karanlıkları içinde onlarla doğruya iletilesiniz diye sizin için oluşturdu. Bilmekte olan bir topluluğa (gözle görülen) biz o ayetleri kesinlikle ayrıntılandırdık.

98- Ve O ki, sizi bir tek benlikten yetiştirdi. Akabinde bir sabitleşme yeri, bir de ilgiyi kesme yeri (oluşturdu). Kavramakta olan bir topluluğa (gözle görülen) biz o ayetleri kesinlikle ayrıntılandırdık.

99- Ve O ki, o gökten bir su indirdi de onunla her bir şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. Ondan da birbiri üstüne binen daneler çıkarıyoruz. Ve o hurmadan onun tomurcuğundan yere sarkmış halde salkımlar ve birbirine benzeşen benzeşmeyen halde üzümlerden ve o zeytinlerden ve o narlardan bahçeler (çıkarıyoruz). Siz ürün verdiği ve olgunlaştığı zaman ürününe bakın (da şükredin). Şüphesiz ki sizin için bunlarda bir inanmakta olan topluluğa  kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

100- Ve cinleri Allah'a ortaklar olarak nisbet ettiler. Oysa onları da (Allah) takdir etti. Bir bilgi olmaksızın O'na oğulları ve kızları (isnad ederek) kestirip attılar. O, her türlü eksiklikten uzaktır ve onların nitelemekte oldukları şeylerden yücedir.

101- O göklerin ve o yerin bir örneği olmadan takdir edicisidir. O'nun bir (hayat) arkadaşı (eşi) olmadığı halde O'nun bir çocuğu nasıl olabilir? Ve her bir şeyi takdir etmiştir. Ve O, her bir şeyin bir en iyi bilicisidir.

102- Bu, Allah'tır sizin Efendinizdir. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Her bir şeyin takdir edicisidir, artık siz O'na kulluk edin. Ve O, her bir şeyin üzerinde bir üstlenicidir.

103- O görme duyuları O'na yetişemez, oysa O, o görme duyularına yetişir. Ve O, çok lutfedicidir, en iyi haber alıcıdır.

104- (De ki): "Efendinizden size doğruyu görmeler kesinlikle gelmiştir. Artık kim doğruyu görürse, kendisinin benliği içindir. Ve kim kör olursa, benliğinin aleyhinedir. Ve ben sizin üzerinize kollayıcı değilim."

105- Ve böylece "Sen ders almışsın" demeleri için ve bilmekte olan bir topluluğa da onu açıklamamız için, o ayetleri evirip çeviriyoruz.

106- Efendinden sana vahyedilen şeyi izle. O'ndan başka hiçbir yoktur. Ve o ortak koşanlardan kayıtsız kal.

107- Ve eğer Allah dileseydi, ortak koşmazlardı. Ve biz seni onların üzerine bir kollayıcı olarak koymadık. Ve sen onların üzerine bir üstlenici de değilsin.

108-  Ve Allah'ın berisinden çağırmakta oldukları kimselere sakın sövmeyin, yoksa onlar da bir düşmanlıkla, bir bilgi olmaksızın Allah'a söverler. Biz her bir ana topluma işlemekte olduklarını böyle süsledik. Sonra onların dönüşleri Efendilerinedir. Artık O, işlemekte oldukları şeyleri onlara haberlendirecektir.  

109- Ve onlar eğer onlara (gözle görülen) bir ayet gelirse, ona kesinlikle inanacaklarına dair güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Sen de ki: "(Gözle görülen) o ayetler ancak ve ancak Allah'ın yanındadır." O (delil) gelmiş olduğu zaman da ona inanmayacaklarının farkında olmuyor musunuz?

110- Ve biz onların gönüllerini ve görmelerini ona ilk  defasında inanmadıkları gibi çevirir ve onları kendi taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakırız.

111- Ve eğer biz onlara o melekleri indirmiş olsaydık ve o ölüler onlarla iletişim kursaydı ve biz her bir şeyi karşılarında olarak sürüp toplasaydık, onlar Allah dilemedikçe inanacak değillerdi. Fakat onların tamamı düşüncesizlik ediyorlar.

112- 113- Ve biz böylece her bir haberci için o insanın ve o cin'in  şeytanlarını bir düşman yaptık. Onların bir kısmı bir kısmına bir aldatma olarak o sözün yaldızlısını fısıldar. Ve eğer senin Efendin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık sen onları ve yakıştırmakta oldukları şeyleri, diğer (yaşama) inanmaz kimselerin gönüllerinin ona meyletmesi ve onların ona hoşnut olmaları ve onların edinici oldukları şeyi edinmeleri için bırak.

114- (De ki): "O ki, size o kitabı ayrıntılanmış olarak indirmişken hakem olarak Allah'tan başkasının peşine mi düşeceğim?"  Ve bizim kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler, onun senin Efendinden o gerçekle indirilmiş olduğunu biliyorlar. Öyleyse sen sakın sakın o tereddüde düşenlerden olma.

115- Ve senin Efendinin kelimesi doğrulukça ve eşitlikçe tamamdır. O'nun kelimelerini hiçbir değiştirici olamaz. Ve O, en iyi işiticidir, en iyi bilicidir.

116- Ve eğer  o yer (Mekke)dekilerin daha çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar o kanıdan başka bir şeyi izlemiyorlar. Ve onlar saçmalamaktan başka söz söylemiyorlar.

117- Şüphesiz ki senin Efendin O, kendisinin yolundan sapan kimseyi en iyi bilendir. Ve O, o doğruya iletilenleri de en iyi bilendir.

118- Eğer O'nun ayetlerine inananlar iseniz, artık üzerine Allah'ın adı hatırlanmış şeylerden yeyin.

119- Ve size ne oluyor ki (açlık nedeniyle) kendisine mecbur kaldığınız şey hariç, size yasakladığı şeyleri kesinlikle ayrıntılı olarak açıklamışken, siz üzerine Allah'ın adı hatırlanmış şeylerden yemiyorsunuz? Ve şüphesiz ki birçokları bir bilgi olmaksızın keyfi arzularına uyarak saptırıyorlar. Şüphesiz ki senin Efendin O, o sınırı aşanları en iyi bilendir.

120- O günahın görünenini ve onun görünmeyenini bırakın. Şüphesiz ki o günahı kazanan kimseler, edinmekte oldukları nedeniyle yakında karşılık göreceklerdir.

121- Ve üzerine Allah'ın adı hatırlanmamış şeylerden sakın yemeyin. Ve şüphesiz ki o(nu yemek), kesinlikle itaatten çıkmaktır. Ve şüphesiz ki o şeytanlar sizinle söz dalaşı yapmaları için, kendi yakınlarına kesinlikle fısıldarlar. Ve eğer siz onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz de kesinlikle ortaklaştıranlarsınız.

122- Bizim bir ölü kimse iken onu yaşattığımız ve ona o insanların arasında onunla yürüyeceği bir ışık verdiğimiz kimse, o karanlıkların içindeki ondan çıkamayan kimsenin örneği gibi midir? O gerçeği örtücülere işlemekte oldukları şeyler işte böyle süslendi.

123- Ve böylece biz her bir kasabada (ekonomik ve sosyal açıdan) en büyükleri, onda tuzak kurmaları sonucunda o (kasaba)nın suç işleyenleri yaptık. Oysa benliklerinden başkasına tuzak kurmuyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

124- Ve onlara bir ayet geldiği zaman: "Allah'ın elçilerine verilmiş olan şeyin bir örneği gibi, bize de verilene kadar, asla inanmayacağız" dediler. Allah, mesajını nereye vereceğini en iyi bilendir. Suç işlemiş olan kimselere tuzak kurmakta oldukları nedeniyle Allah'ın yanından bir küçülmüşlük ve bir çetin azap eriştirilecektir.

125- Artık Allah kimi doğruya iletmeyi isterse, onun göğsünü İslam'a açar. Ve kimi de saptırmayı isterse, onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi bir darlığa, bir burukluğa sokar. Allah, inanmaz kimselerin üzerine o pisliği işte böyle bırakır.

126- Ve bu, senin Efendinin dosdoğru olan yoludur. Hatırlamakta olan bir topluluğa biz o ayetleri ayrıntılı olarak kesinlikle açıkladık.

127- Efendilerinin yanında o esenliğin yurdu onlar içindir. Ve O, işlemekte oldukları nedeniyle onların yakınıdır.

128- Ve onları bir bütün olarak sürüp toplayacağı gün. (Allah): "Ey o cin oymağı, o insandan (inkârcıları) çoğalttınız" (der). Ve onların o insandan olan yakınları, "Ey Efendimiz bir kısmımız bir kısmımızla yararlandı ve bize belirlediğin süreye ulaştık" dedi. (Allah): "O ateş, Allah'ın dilemesi dışında onda sürekli kalıcılar olarak sizin barınağınızdır" dedi.  Şüphesiz ki senin Efendin, bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

129- Ve böylece biz o haksızlık yapanların bir kısmını, kazanmakta oldukları nedeniyle bir kısmına (o ateşte) yakın yaparız.

130- (Allah): "Ey o cin ve o insan oymağı size, benim ayetlerimi size anlatmakta olan ve sizi bu gününüzle karşılaşmakla uyarmakta olan sizden elçiler gelmedi mi?" (dedi). Onlar: "Biz, benliklerimiz üzerine tanıklık ederiz (ki geldiler)" dediler. Ve bu şimdiki yaşam onları aldattı ve kendilerinin kesinlikle gerçeği örtücüler olduklarına dair kendi benlikleri üzerine tanıklık ettiler.

131- Bu, senin Efendinin o kasabaları bir haksızlıkla ve onun halkı (elçilerden) duyarsız kalanlar iken yok edici olmadığındandır.

132- Ve her biri için işledikleri şeylerden dereceleri vardır. Ve senin Rabbin onların işlemekte oldukları şeylerden duyarsız değildir.

133- Ve senin Efendin bir ihtiyaçsızdır, o sarmalayıcı iyiliğin sahibidir. Eğer O dilerse sizi giderir ve sizi diğer bir topluluğun soyundan yetiştirdiği gibi dileyeceğini size ardıl yapar.

134- Şüphesiz ki size söz verilmekte olan şey, kesinlikle gelicidir ve siz yetersiz bırakıcılar da olamazsınız.

135- Sen de ki: "Ey topluluğum, siz durumunuzun gereği üzere işleyin. Ben de işleyiciyim. O yurdun sonu kimin olacağını artık siz ileride bileceksiniz. Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez."

136- Ve onlar yaydığı o ekinden ve o hayvanlardan Allah'a bir hisse tayin ettiler de kendi iddialarınca: "Bu Allah'a ve bu da bizim ortaklarımıza" dediler. Onların ortakları  için olan şey Allah'a ilişmez, oysa Allah için olan o şey ise onların ortaklarına ilişir. Onlar, ne kötü şeye karar veriyorlar.

137- Ve böylece onların ortakları, o ortak koşanlardan birçoğuna çocuklarını öldürmeyi süsledi ki bunun sonucunda onları mahvetsin ve (sahte) yaşam sistemlerini onlara giydirsin. Ve eğer Allah dileseydi, onu yapamazlardı. Artık sen onları ve yakıştırmakta oldukları şeyleri bırak.

138- Ve onlar kendi iddialarınca: "Bu hayvanlar ve ekin koruma altındadır. Onları bizim dilemekte olduğumuz kimselerden başkası yiyemez" dediler. Ve hayvanlar var ki, onların sırtları(na binmek onlar tarafından) yasaklandı. Ve hayvanlar var ki, O'na  karşı bir yakıştırma yaparak onlar, onların üzerine Allah'ın adını hatırlamazlar. Yakıştırma yapmakta oldukları nedeniyle yakında onlara karşılık verecektir.

139- Ve onlar: "Bu hayvanların karınlarında olan şey sadece erkeklerimize özeldir ve eşlerimize yasaklaştırılmıştır. Ve eğer ölü halde olursa, artık onlar onda ortaktırlar." dediler. Nitelemelerinin karşılığını yakında onlara verecektir. Şüphesiz ki O, bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

140- Bir bilgi olmaksızın ahmakça çocuklarını öldürenler ve Allah'ın onlara rızık olarak verdiği şeyleri Allah'a karşı bir yakıştırma yaparak yasaklaştıranlar, kesinlikle ziyan etmiştir. Onlar kesinlikle sapmışlar ve doğruya iletilenler de olmamışlardır.

141- Ve O ki, asmalı ve asmasız bahçeleri ve yemişi değişik olarak o hurmaları ve o ekinleri ve (tadları) birbirine benzeşen ve benzeşmeyen o zeytinleri ve o narları yetiştirdi. Ürün verdiği zaman, onun ürününden yeyin ve biçme gününde de onun hakkını verin ve sakın savurganlık yapmayın. Şüphesiz ki O, o savurganlık yapanları sevmez.

142- Ve o hayvanlardan da yük taşıyan olarak ve (tüyünden) döşek yapılan olarak da (meydana getirdi). Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden yeyin ve o şeytanın adımlarını sakın izlemeyin. Şüphesiz ki o, sizin için bir açıklanan düşmandır.

143- Sekiz eş; O koyundan iki ve o keçiden iki. Sen de ki: "O iki erkeği mi yasakladı, yoksa o iki dişiyi mi? Yoksa o iki dişinin sarmalayan yerlerinin kendisini kapsadığını mı? Eğer siz doğru söyleyenler iseniz, beni bir bilgiyle haberlendirin."

144- Ve o deveden iki ve o sığırdan iki. Sen de ki: "O iki erkeği mi yasakladı, yoksa o iki dişiyi mi? Yoksa o iki dişinin sarmalayan yerlerinin kendisini kapsadığını mı? Yoksa Allah bunu size tembihlediği zaman siz tanıklar mıydınız?" Artık o insanları bir bilgi olmaksızın saptırmak için Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış kimseden daha yanlış yapan kimdir? Şüphesiz ki Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

145- Sen de ki: "Bana (yenilmesinin yasak olduğu) vahyedilen şeyler içinde, bir leş veya bir akıcı kan veya bir domuzun eti ki çünkü o bir pisliktir veya itaatten çıkmak olarak, (kesilirken) ona Allah'tan başkasına ses yükseltilmiş (Allah'tan başkasının adı anılmış) olması dışında, yiyen kimseye onu yemesi yasak edilmiş olarak (bir bilgi) bulamıyorum. Artık kim (açlık sebebi ile) zarar görürse, (başkasının hakkına) saldırganlık yapmaksızın ve düşmanlık yapmaksızın (yerse), artık şüphesiz ki senin Efendin, bir çok bağışlayıcıdır, bir sarmayıcılığı süreklidir."

146- Ve dönmüş* (Yahudi) olan kimselere de tırnak sahibi bütün (hayvanları daha önce) yasaklaştırmıştık. Ve o sığırdan ve o koyundan o ikisinin iç yağlarını, sırtlarında veya bağırsaklarında taşıdığı veya kemiğe karışanları dışında, yasaklaştırmıştık. Bu, saldırganlıkları nedeniyle bizim onlara karşılığımızdır. Ve şüphesiz ki biz kesinlikle doğru söyleyenleriz.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönmüş olanlar" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir

147- Yok eğer onlar seni yalanlarlarsa artık sen de ki: "Sizin Efendiniz bir sarmalayıcı iyilik sahibidir. Ve O'nun sıkıntısı da o suç işleyenler topluluğundan geri döndürülmez."

148- Ortak koşmuş olan kimselere diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, biz ve bizim atalarımız ortak koşmaz ve hiçbir şeyi de yasaklaştırmazdık." Onlardan önceki kimseler de böyle yalanlamıştı da sonunda bizim sıkıntımızı tatmışlardı. Sen de ki: "Sizin yanınızda onu bize karşı çıkarabileceğiniz herhangi bir bilgi varmı? Siz o kanıdan başkasını izlemiyorsunuz ve siz saçmalamaktan başka söz söylemiyorsunuz."

149- Sen de ki: "O ulaşan kesin delil Allah'ındır. Eğer dileseydi, sizi kesinlikle toplu olarak doğruya iletirdi."

150- Sen de ki: "Allah'ın bunu yasaklamış olduğuna dair tanıklık etmekte olan tanıklarınızı getirin." Yok eğer onlar tanıklık ederlerse, sen onların beraberinde sakın tanıklık etme. Ve bizim ayetlerimizi yalanlamış olan kimselerin ve o diğer (yaşama) inanmaz kimselerin sakın keyfi arzularını izleme. Ve onlar Efendilerine (başkalarını) eşit tutmakta olanlardır.

151- Sen de ki: "Gelin sizin Efendinizin size yasakladığı şeyleri peşi sıra okuyayım. Hiçbir şeyi O'na sakın ortak koşmayın ve anne babaya bir iyilikle (davranın) ve geçim darlığından dolayı çocuklarınızı sakın öldürmeyin. Size de ve onlara da biz rızık veriyoruz. Ve o hayasızlıklara, onlardan görünen şeye ve görünmeyen şeye sakın yaklaşmayın. Ve Allah'ın (öldürülmesini) yasakladığı o benliği o gerçek (neden) dışında öldürmeyin. Bu, sizin bağlantı kurmanız için size kendisiyle tembihlediğidir."

152- "Ve en çetinliğine ulaşıncaya kadar, onun en iyisi dışında o yetimin malına sakın yaklaşmayın. Ve o ölçeği ve o tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz bir benliği kendi (maddi) kapsayıcılığının dışında yükümlendirmeyiz. Ve söylediğiniz zaman eğer ki yakınlık sahibi olsa da, eşitliği sağlayın. Ve Allah'ın antlaşmasını eksiksiz yerine getirin. Bu, sizin hatırlamanız için size kendisiyle tembihlediğidir."

153- Ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru olan yolumdur, o halde siz de onu izleyin. Ve o (başka) yolları sakın izlemeyin, sonra sizi O'nun yolundan ayrıştırır. Bu, sizin korunmanız için size kendisiyle tembihlediğidir.

154- Ayrıca biz, en iyi kimseye karşı (nimetimi) tamamlamak ve her bir şeyi ayrıntılı açıklamak ve bir Efendilerinin karşılaşmasına inanmakta olanlar için bir yola ileten ve bir sarmalayıcı iyilik olarak Musa'ya o kitabı verdik.

155- Ve bu da, bizim onu indirdiğimiz bereket verilmiş bir kitaptır. Sizin sürekli sarmalanmanız için artık onu izleyin ve korunun.

156- "O kitap, ancak ve ancak bizden önceki iki ekibe indirilmiş ve şüphesiz ki biz onların derslerinden kesinlikle duyarsızlar idik" dersiniz diye (indirdik).

157- Veya: "Şayet o kitap bize indirilmiş olsaydı, kesinlikle biz onlardan daha doğruda olurduk" dersiniz (diye indirdik). Size Efendinizden bir apaçık delil ve bir doğruya ileten ve bir sarmalayıcı iyilik, kesinlikle gelmiştir. Artık Allah'ın ayetlerini yalanlamış ve onlardan yana sert tutum takınmış kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Bizim ayetlerimizden yana sert tutum takınmakta olan kimselere, sert tutumda oldukları nedeniyle o azabın sıkıntılısıyla karşılık vereceğiz.

158- Onlar (inanmak için) kendilerine ancak o meleklerin gelmesini mi veya senin Efendinin gelmesini mi veya senin Efendinin bir kısım (gözle görülen) ayetlerinin gelmesine mi bakıyorlar? Senin Efendinin bir kısım (gözle görülen) ayetlerinin geleceği gün, önceden inanmamış veya inanmasından bir hayır kazanmamış olan bir benliğe onun inanması, artık fayda vermez. Sen de ki: "Siz bakının şüphesiz ki biz de bakınanlarız."

159- Şüphesiz ki o kimseler, yaşam sistemlerini ayırdılar ve taraftarlar halinde oldular, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak ve ancak Allah'a kalmıştır, sonra yapmakta oldukları şeyleri onları haberlendirecektir.

160- Kim o iyiliği getirirse, ona onun on katı vardır. Ve kim o kötülüğü getirirse, onun katından başkasıyla karşılık görmez ve onlar haksızlık uğratılmazlar.

161- Sen de ki: "Şüphesiz ki benim Efendim beni bir dosdoğru yola, dimdik ayakta duran bir yaşam sistemine, (fıtrat yasalarına) bir meyleden olan İbrahim'in inanç sistemine iletti. Ve o, o ortak koşanlardan değildi."

162- 163- Sen de ki: "Şüphesiz ki benim kulluk görevim ve kurbanım ve yaşamım ve ölümüm, o tüm insanların Efendisi Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Ve bununla buyuruldum ve ben o teslim olanların ilkiyim."

164- Sen de ki: "Ve O, her bir şeyin Efendisi iken, Efendi olarak Allah'tan başkasının mı peşine düşeceğim? Ve her bir benlik kendisine olandan başkasını kazanmaz. Ve bir ağır yük taşıyıcı da diğerinin ağır yükünü taşımaz. Sonra sizin dönüşünüz Efendinizedir artık O, hakkında aykırılığa düşmekte olduğunuz şeyleri sizi haberlendirecektir."

165- Ve O ki, o yerde sizi ardıllar yaptı ve size verdiği şeylerde sizi yoklamak için bir kısmınızı bir kısmın üstüne kademelerle yükselti. Şüphesiz ki senin Efendin, o sonuçlandırması çok hızlıdır ve şüphesiz ki O, kesinlikle bir çok bağışlayıcıdır, bir sarmayıcılığı süreklidir.

 

30 Ocak 2024 Salı

İsra s. 1. Ayeti Mekke'den Kudüs'e Bir Yolculuğu mu Yoksa Mekke'den Medine'ye Yapılan Hicreti mi Anlatmaktadır?

Yazımıza verdiğimiz başlığın, çoğu kimsede merak ve kuşku uyandıracağını en baştan tahmin etmekteyiz. Çünkü İsra s. 1. ayeti denildiği zaman, bir çok kimsenin aklına ilk gelen şey, miraca dair en ufak bir delil bulunmamasına, hatta başka ayetlerde (isras.93) miraç isteğinin müşriklerden gelen bir istek  olduğunun beyan edilmiş olmasına rağmen,  Muhammed (a.s.) ın bir gece Mekke'den Kudüs'e, oradan da semaya yükselmesinin adına kandiller düzenlenmiş miracın anlatıldığı ayet akla gelmektedir. Biz bu yazımızda, miraç konusu ile ilgili herhangi bir bahiste bulunmayacağız. Bu yalan ve iftira hakkında daha önce bir kaç yazımız bulunmakta olup, blogumuzda bunlar mevcuttur dileyenler oradan okuyabilir.

İsra s. 1. ayeti ile ilgili olarak tefsir, hadis veya yakın zamanda yazılan eserlerde bulunan bilgileri kısaca sıralayacak olursak, 1- Mekke'den Kudüs oradan semaya yani miraca çıkış, 2- Mekke'den Kudüs'e gidiş, 3- Mekke'den Cirane vadisindeki mescide gidiş, 4- Mekke'den semada bulunduğu iddia edilen Beyt-i Mamur'a çıkış olarak sayabiliriz.

Biz, bu bilgilerin hiç birisine katılmadığımızı, İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicret ile olduğunu düşündüğümüzü en baştan söyleyerek, yazımızda bu iddiamızı dayandırdığımız temeli sizlerle paylaşmaya çalışacağız. 

Miraç yalanlarına inanmayan, Kur'an merkezli düşünenlerin çoğunluğu bile, bu ayetin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuğu anlattığı konusunda hemfikirdir.

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Bu ayette öncelikle "İsra" kelimesinin anlamını ve bu ayetin geçtiği ayetleri anlamak gerekmektedir.

İsra kelimesi sözlükte, "Gece yapılan yürüyüş" anlamına gelmektedir. Bu yürüyüşü ifade eden kelimenin geçtiği ayet mealleri şöyledir;

---Hud s. 81- (Elçiler) dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler. Gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yürü ve sizden kimse geriye dönüp bakmasın. Ancak hanımın hariç. Onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onlara vaadedilen (azabın) gelme vakti sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"

---Hicr s. 65 - Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.

---Taha s. 77-Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden ve denizde boğulmaktan da korkma diye vahyetmiştik.

---Şuara s. 52- Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz" diye vahyettik.

---Duhan s. 23- "O halde kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz.

İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c.), kulunu bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan etmektedir.  Yani olayın göğe doğru dikey bir çıkışı anlatmadığı ayan beyan ortadadır. Ayet içinde geçen "Kulunu" ifadesi ile kast edilen kulun Muhammed (a.s.) değil, Musa (a.s) olduğu yönünde iddiaların serdedildiği malumdur. Fakat biz bu iddiaya kesinlikle katılmıyoruz, bunun nedeni ise yazımızın ilerleyen bölümlerinde zaten anlaşılacaktır.

Bu iddiada bulunanların delilleri 2. ayetin başında bulunan "Vav" edatının bağlaç görevi gördüğü, dolayısı ile bu edatın, bir önceki ayet ile ilgili bulunduğu, 1. ayette bulunan "biabdihi" ifadesi ile kast edilen kişinin Musa (a.s.) olduğudur. Ancak bu edatın sadece bağlaç görevi olduğunu iddia edenler yanılgı içindedirler. Bu edatın işlevlerinden birisi de cümle başı olduğunu hatırlatması, yani kendinden önceki cümle ile bir alakası olmadığını bildirmesidir.

Ayet içinde geçen "Mescidi Haram" ifadesinin, Kabe'yi de içine alan bir bölgenin adı olduğu üzerinde herkesin ittifak ettiği malumdur. Konu "Mescidi Aksa" ile nerenin kast edildiği yönündedir. Biz burası ile ilgili farklı görüşler olduğunu yukarıda kısaca söylemiştik. Yazımızın amacı farklı görüşleri eleştirmek olmadığı için, biz kendi iddiamızı temellendirmeye çalışmaya devam edelim.

Mescidi Aksa'nın neresi olduğunu veya bu ifade ile kast edilenenin ne olduğunu anlayabilmek için, İsra suresinin devam eden ayetlerine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü Mescidi aksa denildiği zaman hemen hemen herkesin aklına bugün Kudüs'te o isim ile bilinen yer akla gelmektedir. Ancak bu ayetin nazil olduğu zamanda Kudüs'te bulunan kutsal mabedin, bilinen böyle bir ismi kesinlikle yoktu.

Kudüs'te Yahudilerin kutsal kabul ettikleri bir mabed bulunuyor ve bunun ismi "Süleyman Mabedi" olarak biliniyordu. Bu nokta hatırdan çıkarılmamalıdır. Kudus'e Müslümanlar tarafından yapılan mescidin Ömer'in orayı fethetmesinden sonra yapıldığı tarihen sabittir. 

İsra suresinin ilerleyen ayetlerinin mealleri şu şekildedir:

2. Biz Mûsâ'ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına "Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin" diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

3. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli!Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.

4. Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: "Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz"

5. Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.

6. Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz.

8. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.

 İsra s. 1. ayetinden sonra, 2. ayette Musa (a.s) a geçilmesi ve devamında İsrailoğullarına hitap edilmesi, bu ayetlerin büyük ihtimalle Mekke'de inen son ayetler olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Mekke'li müşriklerin baskıları sonunda artık bu bölgeyi terk etmenin şart olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu aynı surenin ortalarındaki (76. ayet) ayetlerden anlamak mümkündür. 

Allah (c.c) elçisine, artık bu şehri terk etmesi gerektiğini, kitap ve elçi ile muhatap olmuş olan bir topluluğun ikamet ettiği başka bir şehre hicret etmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu şehir MEDİNE'den başka bir şehir değildir. Surenin ilerleyen ayetleri elçiye hicret edeceği şehirde karşılaşacağı toplum hakkında hem ön bilgi vermekte, hem de o şehirdeki İsrailoğulları topluluğuna, gelecek olan elçiye karşı yanlış yaptıklarında onlara geçmişi hatırlatmaktadır.

Muhammed (a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın önemli bir bölümünün İsrailoğulları'ndan  oluştuğu malumdur.  Bu durumu Medine'de inen ayetlerin çoğunun İsrailoğulları ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerden bahsetmesinden anlayabiliriz. Allah (c.c), bu toplumun da kitap ve elçi ile muhatap kılınmış olmalarından ötürü, Mekke'den gelen Muhammed (a.s.) ile aralarında ortak bir payda olduğunu onlara hatırlatmakta, Musa (a.s) ile devam eden kitap ve elçi silsilesinin bir ferdinin de, Kur'an ve Muhammed (a.s) olduğunu, gelen her kitabın mesajının aynı olduğunu, "dolayısıyla İsrailoğulları'nın da bu elçi ve kitaba inanmaları gerektiğini beyan etmektedir. 

"Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli" denilerek, o topraklarda yaşayan, fakat farklı topluluklara mensup olan insanların kökünün, Nuh (a.s.) a dayandığı hatırlatılarak, aralarındaki nesep bağına dikkat çekilmekte, aralarındaki ortak payda daha da genişletilerek, yakınlaşmanın sağlanması amaçlanmaktadır. (2. ve 3. ayetler)

Ancak, İsrailoğulları'nın bu yakınlaşmayı ret etmesi neticesinde başlarına neler gelebileceği ise, geçmişte yaptıkları yanlışlar ve bu yanlışlarınının onların başlarına nasıl feleketler getirdiği hatırlatılarak, ayaklarını denk almaları gerektiği, bildirilmektedir. (4.5.6.7.8. ayetler)

Konuyu Muhammed (a.s.) açısından değerlendirdiğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır; Mekke'de kendisine düşmanlık eden, inanmalarından artık ümidini kesmiş müşrik bir toplumu terk ederek elçi ve kitaba inandıklarını söyleyen yeni bir topluluk ile tanışmıştır. Allah (c.c), 4. ve 8. ayetler arasında hem İsrailoğullarına mesaj vermekte, hem de Muhammed (a.s) ın Medine'de muhatap olduğu toplumun nasıl bir karaktere sahip olduğunu haber vererek ona göre hazırlık yapması sağlamaktadır.

7. ayette dikkatimizi çekmesi gereken bir kelime "Mescid" kelimesidir. Bu kelime  İsrailoğullarının ibadet mekanı anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin Kur'an'da sadece Müslümanların ibadet mekanı anlamında kullanılmadığının, burada önemli bir husustur. İbadet mekanları tarih boyunca insanlar tarafından kutsal olarak kabul edilmiştir. Her toplumun kendi aidiyetini ifade ettiği, onun etrafında toplandığı ve birlikteliğini sağladığı bir kutsal mekanı mutlaka bulunmaktadır. 

Nuzül dönemi çerçevesinde düşündüğümüzde Arap toplumu için Kabe, bu işlevi taşıyan bir fonksiyona sahipti. Mescidi Haram,  Kabe ve Mekke'nin içinde bulunduğu bölgenin adıdır. Kudüs ise İsrailoğulları için kutsal bir bölge olup, orada da onlar için kutsal sayılan ve adına "Süleyman Mabedi" dedikleri, İsra suresi 7. ayetinde ismi "Mescid" olarak anılan bir ibadet mekanı bulunmaktaydı. 

İsra kelimesinin "Gece Yürüyüşü" anlamından hareketle, Muhammed (a.s.) bir gece evinden çıkıp Mekke'deki müşrik toplumu terk ederek başka bir yere hicret etmiştir. Bundan sonraki mesele Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yapıldığı söylenen bu yürüyüşün neden böyle ifade edilmiş olduğu,  Mekke'den Medine'ye yürüyüş olarak neden ifade edilmediğinin anlaşılması üzerinde olması gerekmektedir. Çünkü bu yazıyı okuyanların en fazla merak ettikleri, hatta etmeleri gereken nokta da burasıdır.

Bu nokta açıklığa kavuştuğu zaman, Muhammed (a.s.) ın Medine'de neden aylarca Kabe yerine Kudüs'e yönelmiş olduğunun sebebi de anlaşılacaktır. Kıble değişimi konusunda en fazla merak edilen hususlardan birisi de bu dur. Bakara suresi içinde geçen kıble değişimi ile ilgili ayetlerde kıblenin yeniden Kabe'ye çevrildiği anlatılırken, neden Kabe yerine Kudus'e yönelme emrinin Kur'an'da bulunmadığı sorusu kafaları kurcalamaktadır. 

Bunun cevabını "Ehli Hadis" fırkası, bu değişim için Kur'an dışında ayrı bir vahiy geldiği yönünde cevaplamış olmasına rağmen, Kur'an dışı vahiy diye birşey olmadığını bilenler için sorunun cevabı aranmaktadır. Biz bunun cevabını Kur'an dışına çıkmadan cevaplamaya çalışalım.

Allah (c.c) İsra s. ilk ayetlerinde kulunu hicret etmeye sevk ederken, hicret edeceği yerdeki toplum ile ilgili bilgi de vermektedir. Bu bilgi o toplumun ilahi vahye aşina olduğu, dolayısı ile müşriklere nazaran, her ne kadar geçmişte yaptıkları yanlışları hatırlatmış olsa da, inanmaya daha yatkın bir topluluk olabileceğini elçisine bildirmektedir.

Bu bilgilere istinaden Muhammed (a.s.), İsrailoğulları ile olan ortak paydayı dikkate alarak, Kudüs'e yönelmiştir. Yani Muhammed (a.s.) Kabe yerine Kudüs'e yönelmeyi Kur'an dışı vahiyle değil, İsra suresi ilk ayetleri ile almış, İsrailoğulları ile ortak paydaları olduğu mesajını onlara vermeye çalışarak inanmaya davet etmiştir. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda İsrailoğullarının inanma konusunda müşriklerden aşağı kalmadıkları ortaya çıkarak, kıble yeniden Kabe olarak belirlenmiş olsa da, hicretin ilk aylarındaki durum bu şekilde idi. 

Biz İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicreti anlattığını iddia ederken, ayet içinde geçen "Mescidi Aksa" nin Medine'de olduğunu veya Medine'de Müslümanlar tarafından yapılmış bir mescid olduğunu asla iddia ediyor değiliz

Bizim iddiamız, Kudüs'te bulunan kutsal mabedin 7. ayet içinde "Mescid" olarak ifade edilmiş olduğu, bu mescidin ise Kudüs'te "Süleyman Mabedi" olarak yıkılmış harap halde bulunan bir yer olduğu, dolayısı ile uzaklığına istinaden böyle bir isimle isimlendirilmiş olduğudur. Bu isim, zaman içinde Kudüs'ün Müslümanlar tarafından alınmasından sonra oraya yapılan mescide isim olarak verilmiştir. Yani Muhammed (a.s) zamanında Kudüs'te "Mescidi Aksa" adıyla bilinen bir yapı mevcut değildi.

Sanırım şimdi İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c) nin neden kulunu Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan ettiği biraz daha ortaya çıkmıştır. Yani Allah (c.c) insanlar tarafından o zaman kutsal olarak bilinen iki yapıdan biri olan Kabe'nin, müşrik kontrolunda olmasından dolayı, elçisini başka bir şehre hicret ettirmiş, bu şehirde ise İsrailoğullarının yöneldiği Kudüs'ü onlarla olan ortak payda nedeniyle, ikinci kutsal yer olarak bilinen yere yönelmesini sağlamak için böyle bir ifade kullanmıştır. 

Kabe ve Mekke'nin kutsallığı Kur'an ile belirlenmiş olsa da, Kudüs'ün kutsallığı konusunda Kur'an'da herhangi bir ifade bulunmadığını burada hatırlatmak isteriz. Kudüs'ün kutsallığı İsrailoğulları tarafından benimsenmiş olsa da, Allah (c.c) kulunun buraya yönelmesinde o zaman için herhangi bir beis görmemiştir. 

İsra s. 1. ayetinde geçen "Barekna havlehu" ifadesinin, yani Muhammed (a.s) ın hicret edeceği şehrin etrafının bereketli kılınmış olması ile neyin anlatılmak istendiğine kısaca şunu söyleyebiliriz. Musa ve Lut (a.s.) ların da hicret ettikten sonra vardıkları yerlerin "Barekna" olarak ifade edilmesi, Muhammed (a.s.) ın da hicret edeceği yerin Allah tarafından onaylı bir yer olduğunu göstermekte olduğunu söyleyebiliriz. (7. 137/ 21. 71) Allah (c.c) kuluna direk olarak "şu şehre hicret et" diye bir emir vermemekte, fakat hicret etmeye daha uygun olan yerin neresi olması gerektiğini 1. ayette beyan etmektedir. 

İsra hadisesinin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuk olduğunu düşünmek, İsra s. 59. , 93. ve diğer benzeri ayetlerdeki beyana ters düşmesi açısından da bir hayli sakıncalıdır. Bu noktadan hareketle yapılacak bir anlama faaliyetinde, İsra s. 1. ayeti ile verilen bilginin mucizevi bir yönünün olamayacağı dikkate alınır, sonrasında ise özellikle sure içine yayılmış olan ayetlerin hicret konusu ile alakası dikkate alınarak bir sonuca varılabilir.

Biz böyle bir iddia ortaya atmakla elbette "Bizim iddiamız tek doğrudur" şeklinde bir söz söylemek istemiyoruz. Bu noktanın dikkate alınarak öylelikle yazının okunması önemlidir. 

Olayı Kur'an bütnülüğünü dikkate alarak düşündüğümüzde ortaya şu sonuç çıkacaktır; Allah (c.c.) kulu Muhammed (a.s.) ı bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüm derken, bizim anlamamız gereken ilk nokta, bu yürütmenin mucizevi bir olay olamayacağı yönünde olmalıdır. İlk düğmeyi böyle iliklediğimiz zaman sonraki düğmeler zaten doğru iliklenecektir.

Sonrasında Bakara suresi içinde bulunan kıble değişimi ile ilgili ayetleri bu konu ile birbirine bağlamaya çalışarak, Muhammed (a.s.) Medine'de İsrailoğulları ile aralarındaki ortak paydaya istinaden onlarla aynı kıbleye yönelmiş olduğunu anlayabiliriz. Bu kıblenin de Kudüs şehri olduğu üzerinde herhangi bir ihtilaf yoktur. 

Şimdi İsra s. 1. ayetinde neden Medine değil de, Mescdi Aksa denildiği daha net ortaya çıkmaktadır. Allah (c.c) kuluna, İsrailoğullarının eksriyette olduğu Medine şehrine hicret etmesini beyan etmekte, bu şehirde ise onlarla olan ortak paydayı hatırlatmak için onların kıblesine yönelmesini bildirmektedir. Bu durum ise Medine'den uzakta olan mescide yani Kudüs'teki kutsal mabede şeklinde ifade edilmektedir. "Mescidi Aksa", Medine'de yaşayan  İsrailoğullarının Mekke'den gelen elçiye karşı içlerinde bir sıcaklık ve inanç bağı hissetmesini amaçlamak açısından kullanılan bir ifadedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

                                

21 Ocak 2024 Pazar

MAİDE SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ey inanmış olan kimseler, o bağlılıkları tastamam yerine getirin. Siz yasaklı halde iken o avlanmayı serbest saymamak şartıyla, sizin üzerinize peşi sıra okunacak şeyler dışında, o dört ayaklı otçul hayvanlar size serbestleştirildi. Şüphesiz ki Allah, ne istiyorsa öyle karar verir.

2- Ey inanmış olan kimseler, Allah'ın (kulluk) farkındalıklarına ve o yasak aya ve o hediyeye ve o gerdanlık (takılmış kurbanlık)lara ve Efendilerinden bir lütuf ve bir hoşnutluk peşine düşerek o Yasak Ev'i ziyarete gelenlere (hürmetsizliği) sakın serbest görmeyin. Ve (ihramdan çıkıp) o serbestleştiğiniz zaman, artık avlanabilirsiniz. Ve sizi o Yasak Mescit'ten uzaklaştırdılar diye, bir topluluğa olan öfkeniz sakın sizi aşırı davranmaya sevk etmesin. Ve o erdemlilik ve o korunma bilinci üzerinde destekleşin. Ve o günah ve o düşmanlık üzerinde sakın destekleşmeyin. Ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah, o sonuçlandırması çok çetindir.

3- Size, o ölü hayvanı ve o kanı ve o domuzun etini ve (kesilirken) ona Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi (Allah'tan başkasının adı anılmış) ve o boğulmuşu ve o vurulmuşu ve o yüksekten düşmüşü ve o boynuzla süsülmüşü ve o yırtıcı hayvan yemişi - (ölmeden önce leş olmaktan) arındırdığınız başka- ve o dikili taşlar üzerine boğazlanmış (hayvanları) ve o fal okları ile pay aramanızı yasaklaştırıldı. Sizin için bu(na uymamak) bir itaatten çıkıştır. Gerçeği örtmüş olan kimseler bugün sizin yaşam sisteminiz(i terk etmeniz)den ümit kesmiştir. Artık sakın onlardan endişelenmeyin, benden endişelenin. Bugün yaşam sisteminizi size eksiksizleştirdim ve size olan nimetimi tamamladım ve sizin için bir yaşam sistemi olarak İslam'a hoşnut oldum. Artık kim bir açlıktan dolayı zarar görür de, o günaha meyletmeksizin (yerse), artık şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir sarmalayıcılığı süreklidir.

4- Senden kendilerine nelerin serbestleştirildiğini soruyorlar. Sen de ki: "Size o temizler ve Allah'ın size öğretmiş olduğu şeyden kendilerine öğretilerek yetiştirilen o avcı hayvanlardan olanlar(ın sizin için tuttukları) serbestleştirildi. Artık sizin için sıkıca tuttukları şeylerin üzerine Allah'ın adını hatırlayarak yeyin. Ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah, o hesabın çok hızlı görenidir."

5- Bugün size o temizler serbestleştirildi. Ve o kitap verilmiş olan kimselerin yiyeceği size serbest ve sizin yiyeceğiniz de onlara serbesttir. Ve o inananlardan o korunan hür kadınlar ve sizden önce o kitap verilmiş olan kimselerden o korunan hür kadınlar, (siz) korunanlar, zinadan kaçınanlar ve gizli dostlar bellemeyenler olarak, iş karşılıklarını verdiğiniz zaman (size serbesttir). Ve kim o inancı (redderek) örterse, artık onun işlediği kesinlikle boşa gitmiştir. Ve o diğer (yaşam)da da o ziyan edenlerdendir.

6- Ey inanmış olan kimseler, o kulluk görevine (namaza) kalkacağınız zaman, yüzlerinizi ve ellerinizi o dirseklere kadar yıkayın ve başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı sıvazlayın*. Ve eğer cünüp haldeyseniz, iyice temizlenin. Ve eğer hasta veya bir sefer üzerinde veya sizden biri o tuvaletten gelmiş veya o kadınlarla dokunuşmuş da (cinsel ilişki kurmuş) bir su bulamadıysanız, bir temiz toprağa yeltenin de ondan yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah, sizin üzerinize hiçbir burukluk vermeyi istemiyor, fakat şükretmeniz için sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.

* Ayetin Arapça metninde geçen "Vemsehu biruusiküm ve ercüleküm" ibaresi her ne kadar ayakların yıkanmasına işaret ediyor olsa da, ibarenin olması gereken şekli "Vemsehu biruusiküm ve ercüliküm" şeklindeki okumadır. Bu okuma ise ayakların da mesh edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

7- Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini ve onunla sizi bağladığı ve sizin: "işittik ve itaat ettik" dediğiniz zaman yeminle bağlanmış sözünü  hatırlayın. Ve siz Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir.

8- Ey inanmış olan kimseler, siz Allah için o hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olun. Ve bir topluluğa karşı olan öfkeniz sakın sizi onlara karşı eşit davranmamaya sevk etmesin. Siz eşit davranın; O, o korunma bilincine daha yakındır. Ve siz Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah, sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi haber alıcıdır.

9- Allah, İnanmış ve o düzgün işleri işlemiş olan kimselere, onlar için bir bağışlama ve bir büyük iş karşılığı söz vermiştir.

10- Ve o kimseler ki, gerçeği örttüler ve bizim ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar o şiddetli ateşin arkadaşlarıdır. 

11- Ey inanmış olan kimseler siz, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size karşı ellerini geniş tutmaya eğilim göstermişti de, (Allah) onların ellerini sizden önlemişti. Ve Allah'a karşı korunun. Ve artık o inananlar yalnızca Allah'ı üstlenici edinsinler.

12- Ve ant olsun ki Yakub'un oğulları'ndan yeminle bağlanmış söz tutmuş ve içlerinden oniki lider harekete geçirmiştik. Ve Allah: "Ben sizin beraberinizdeyim. Ant olsun ki eğer o kulluk görevini ayağa kaldırırsanız ve o arınmayı yerine getirirseniz ve elçilerime inanırsanız ve onları desteklerseniz ve Allah'a bir iyi borç verirseniz, sizden kötülüklerinizi kesinlikle örteceğim ve sizi onların altından o nehirler akar bahçelere kesinlikle girdireceğim. Artık bundan sonra sizden kim gerçeği örterse, kesinlikle o yolun denk olanından sapmıştır" demişti.

13- Yeminle bağlanmış sözlerini bozmaları nedeniyle biz onları dışladık ve kalplerini kaskatı bir hale getirdik. Kelimeyi konuldukları yerlerinden oynatıyorlar. Ve onunla hatırlatıldıkları şeylerden bir hisse almayı unuttular. İçlerinden bir azı dışında, onların hainliklerinin üzerine muttali olmaktan geri kalmazsın. Buna rağmen sen onlardan (hatalarını şimdilik) yok say ve onları görmezden gel. Şüphesiz ki Allah, o iyilik edenleri sever.

14- Ve biz: "Şüphesiz ki biz yardımcılarız*" demiş olan kimselerden de yeminle bağlanmış sözlerini almıştık da onlar, onunla hatırlatıldıkları şeylerden hisse almayı unuttular. Bunun üzerine bizde aralarına, o kalkışın gününe kadar (sürecek) o düşmanlığı ve o nefreti salıverdik. Ve Allah onların ustalıkla yapmakta oldukları şeyleri ileride haberlendirecektir.

*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

15- Ey o kitabın halkı size, sizin o kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklayan ve birçok şeyden de yok sayan elçimiz kesinlikle gelmiştir. Allah'tan size bir ışık ve bir apaçık kitap kesinlikle gelmiştir.

16- Allah, hoşnutluğunu izlemiş olan kimseyi onunla o esenliğin yollarına iletir ve kendisinin onayıyla o karanlıklardan o ışığa çıkarır ve onları bir dosdoğru yola iletir.

17- "Şüphesiz ki Allah, Meryem'in oğlu Mesih'in ta kendisidir" demiş olan kimseler, ant olsun ki gerçeği örtmüştür. Sen de ki: "Eğer O, Meryem'in oğlu Mesih'i ve onun annesini ve o yerde olan kimseleri toplu olarak yok etmeyi istese, Allah'tan bir şeye kim sahip olabilir? O göklerin ve o yerin ve o ikisinin arasında olan şeylerin hükümranlığı Allah'ındır. O ne dilerse takdir eder. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur."

18- O dönenler* (Yahudiler) ve o yardımcılar* (Hristiyanlar): "Biz Allah'ın oğulları ve O'nun sevdikleriyiz" dedi. Sen de ki: "Öyleyse sizin peşinize takılı suçlarınız nedeniyle sizi niçin azaplandırıyor? Aksine, siz takdir etmiş olduğu kimselerden bir beşersiniz, kimi dilerse bağışlar ve kimi dilerse azaplandırır. O göklerin ve o yerin ve o ikisinin arasında olan şeylerin hükümranlığı Allah'ındır. Ve o varış yeri, O'nadır."

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönen" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

19- Ey o kitabın halkı siz, "Bize hiçbir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" dersiniz diye o elçiler(in gönderilmesin) den bir ara verme olduğu dönemde, (yanlışlarınızı) açıklayan elçimiz size kesinlikle gelmiştir. Artık size bir müjdeleyici ve bir uyarıcı kesinlikle gelmiştir. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

20- 21- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum siz, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizin içinizden haberciler çıkarmış ve sizi hükümdarlar yapmış ve o tüm insanlardan hiçbirine vermediği şeyi size vermişti. Ey topluluğum siz, Allah'ın size yazdığı o kutsallaştırılmış o yere girin ve sakın arkalarınızı geri döndürmeyin, yoksa ziyan edenlere çevrilirsiniz" demişti.

22- Onlar: "Ey Musa, şüphesiz ki onda bir zorbalar topluluğu var. Ve onlar ondan çıkıncaya kadar, şüphesiz ki biz ona asla girmeyeceğiz. Yok eğer onlar ondan çıkarlarsa, artık şüphesiz ki biz de girenleriz" demişlerdi.

23- (Musa'nın topluluğunun) kaygılanmakta oldukları kimselerden olan, Allah'ın kendilerini nimetlendirdiği iki adam: "Üzerlerine o kapıdan girin, ona girdiğiniz zaman, artık şüphesiz ki sizler yenenlersiniz. Ve eğer siz inananlar iseniz, artık Allah'ı üstlenici edinin" demişti. 

24- Onlar: "Ey Musa, şüphesiz ki biz onlar onda daimi oldukları sürece oraya sonsuz olarak asla girmeyeceğiz. Artık git sen ve senin Efendin ikiniz öldürüşün, şüphesiz ki biz burada oturanlarız" demişlerdi.

25- (Musa): "Ey Efendim, şüphesiz ki ben kendi benliğim ve kardeşim dışındakine (söz geçirmeye) hükümran olamıyorum. Artık bizim aramızla bu itaatten çıkanlar topluluğunun arasını ayır" demişti.

26- (Allah): "Şüphesiz ki o onlara 40 sene yasaklaştırılmıştır. O Yerde şaşkınca dolaşacaklardır. Artık bu itaatten çıkanlar toplululuğuna karşı üzülme" demişti.

27- 28- 29- Ve sen onlara Adem'in iki oğlunun haberini o gerçekle peşi sıra oku. Hani ikisi de bir yaklaşmalık sunmuşlardı da, ikisinin birinden kabul edilmiş, o diğerinden kabul edilmemişti. (Kabul edilmeyen): "Seni kesinlikle öldüreceğim" demiş, (diğeri ise): "Allah ancak ve ancak o korunanlardan kabul eder. Ant olsun ki eğer sen beni öldürmek için elini genişletici olursan, ben seni öldürmek için elimi sana genişletici değilim. Şüphesiz ki ben o tüm insanların Efendisi Allah'tan kaygılanırım. Şüphesiz ki ben senin, benim günahıma ve kendi günahına yerleşmeni, böylece senin o ateşin arkadaşlarından olmanı isterim. Ve bu, o haksızlık yapanların karşılığıdır" demişti.

30- Bunun üzerine benliği onu kardeşini öldürmeyi çok istekli hale getirmiş, o da onu öldürmüş, böylece o ziyan edenlerden olmuştu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin avretini nasıl gizleyeceğini ona göstermek için, o yeri eşeleyen bir karga harekete geçirdi. O da: "Yazıklar olsun bana, ben bu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gizlemekten yetersiz mi kaldım?" demiş ve o pişmanlık duyanlardan olmuştu.

32- Bundan dolayı, biz Yakub'un oğulları'na şunu yazdık: "Gerçek şu ki, kim bir benliği başka bir benliği (öldürmesi) veya o yerde bir bozuculuğu olmaksızın öldürürse, o insanları toplu olarak öldürmüş gibidir. Ve kim de onu yaşatırsa, o insanları toplu olarak yaşatmış gibdir." Ve ant olsun ki bizim elçilerimiz onlara o apaçık delilleri getirdi. Sonra bunun arkasından şüphesiz ki onlardan birçoğu o yerde kesinlikle savurganlık yapanlardır.

33- Allah'a ve O'nun elçisine harp açanların ve o yerde bir bozuculuğa koşan kimselerin karşılığı, ancak ve ancak öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi veya o yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için bu şimdiki (yaşamdaki) bir rezilliktir ve o diğer (yaşamda) ise büyük bir azap onlar içindir.

34- Üzerlerine güç yetirmeniz öncesinden (pişman olup) itaate dönmüş olan kimseler hariç. Artık siz Allah'ın, bir çok bağışlayıcı, bir sarmalayıcılığı sürekli olduğunu bilin.

35- Ey inanmış olan kimseler, siz Allah'a karşı korunun, ve O'na o yakınlık fırsatının peşine düşün ve başarıya eriştirilmeniz için, O'nun yolunda gücünüzü kullanın.

36- Şüphesiz ki o kimseler gerçeği örttüler, eğer o yerde olan şeyler toplu olarak ve onun beraberinde bir o kadarı da onların olsa, o kalkışın günü azabından kurtulmak için onu kurtulmalık olarak verseler, onlardan kabul edilmez. Ve bir acı azap onlar içindir.

37- O ateşten çıkmayı isterler. Oysa onlar ondan çıkıcılar değildir. Ve bir sürekli azap onlar içindir.

38- Ve o çalan erkeğin ve o çalan kadının kazandıklarına bir karşılık Allah'tan bir caydırıcılık olarak, ikisinin ellerini kesin. Ve Allah, bir çok güçlüdür, bir en bilgedir.

39- Kim kendisinin haksızlık yapmasının arkasından itaate döner ve (durumunu) düzeltirse, şüphesiz ki Allah da ona lütufla döner. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir sarmalayıcılığı süreklidir.

40- Sen bilmedin mi Allah'ı, şüphesiz ki o göklerin ve o yerin hükümranlığı O'na aittir? Kimi dilerse azaplandırır ve kimi dilerse bağışlar. Ve Allah, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

41- Ey o elçi, kalpleri inanmadığı halde ağızları ile "Biz inandık" demiş olan kimselerden o gerçeği örtmekte birbirleriyle yarışanlar, sakın seni üzmesin. Ve dönmüş olanlardan* (Yahudilerden) da o yalanı çokça dinleyen, sana (inanmış olarak) gelmeyen diğer bir topluluğu çokça dinleyen kimseler vardır. Onlar kelimeyi yerlerine konulmalarından sonra oynatıyor: "Eğer size şu verilirse, onu alın ve eğer o verilmezse, sakının" diyorlar. Ve Allah kimin ateşe düşmesini  isterse, artık ona karşı Allah'tan hiçbir şeye asla hükümran olamayacaksın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Bu şimdiki (yaşamda) bir rezillik onlar içindir. Ve o diğer (yaşamda) bir büyük azap ise onlar içindir.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönmüş olanlar" anlamı verme gerekçemiz, Araf s. 156. ayetindeki bağlamına binaendir.

42- Onlar, o yalanı çokça dinleyen (rüşvet, faiz gibi) köksüz kazancı çokça yiyenlerdir. Eğer onlar sana gelirlerse, artık sen (istersen) onların arasında karar ver veya onlardan yana kayıtsız kal. Ve eğer sen onlardan yana kayıtsız kalacak olursan, artık hiçbir şeyle sana asla zarar veremeyecekler. Ve eğer sen karar verecek olursan, onların arasında o hakkaniyetle karar ver. Şüphesiz ki Allah, o hakkaniyetli davrananları sever.

43- Ve onda Allah'ın kararı olan Tevrat yanlarında olduğu halde, nasıl seni karar verici yapıyorlar? Sonra da bunun ardından (başka tarafa) yakınlaşıyorlar? Ve işte onlar, o inananlar değildir.

44- Şüphesiz ki biz onda bir doğruya iletme ve ışık olan Tevrat'ı indirdik. Teslim olan o haberciler dönmüş* olan kimselere (Yahudilere) onunla karar verirlerdi. Ve o Efendiye adananlar ve o hahamlar, Allah'ın kitabından kollamaları istenmeleri ve onun üzerine tanıklar olmaları nedeniyle (onunla karar verirlerdi). Artık sakın o insanlardan endişelenmeyin, benden endişelenin ve sakın benim ayetlerimi bir az bedele değişmeyin. Ve kim Allah'ın indirdiği şey ile karar vermezse, işte onlar o gerçeği örtücülerin ta kendileridir.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönmüş olanlar" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

45- Biz onlara, onda: "O benliğe karşılık o benlik ve o göze karşılık o göz ve o buruna karşılık o burun ve o kulağa karşılık o kulak ve o dişe karşılık o diş ve o yaralamalarda da bir suça denk karşılık" olduğunu yazdık. Kim onu (kısası) bağışlarsa, artık o kendisi için (günahını) örten bir karşılık olur. Ve kim Allah'ın indirdiği şey ile karar vermezse, işte onlar o haksızlık yapanların ta kendileridir.

46- Ve biz Meryem'in oğlu İsa'yı, Tevrat'tan onun önünde olan şeyi doğrulayıcı olarak onların (elçilerin) izleri üzerinde peşine düşürdük. Ve biz ona, onda bir doğruya iletme ve bir ışık olan, Tevrat'tan onun önünde olan şeyi doğrulayıcı ve o korunanlara ise bir öğüt ve bir doğruya iletme olan İncil'i verdik.

47- Ve İncil'in halkı, ondaki Allah'ın indirdiği şey ile karar versin. Ve kim Allah'ın indirdiği şey ile karar vermezse, işte onlar o itaatten çıkanların ta kendileridir.

48- Ve biz sana o kitabı o gerçekle, o kitap'tan (Tevrat'tan ve İncil'den) onun önünde olan şeyi doğrulayıcı ve onun üzerine bir gözetici koruyucu olarak indirdik. O halde sen onların arasında Allah'ın indirdiği şey ile karar ver ve sana o gerçekten gelmiş olan şeyden (dönerek) sakın onların keyfi arzularını izleme. Biz sizden her biriniz için bir izlenecek yol ve bir uygulama yöntemi yaptık. Ve eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ana toplum yapardı, fakat size verdiği şeylerde sizi yoklamak için (böyle yapmadı). O halde o hayırlarda öne geçin. Sizin dönüşünüz toplu olarak Allah'adır. Artık O, hakkında aykırılığa düşmekte olduğunuz şeyleri size haberlendirecektir.

49- Ve onların arasında Allah'ın indirdiği şey ile karar ver ve sakın onların keyfi arzularını izleme diye (indirdik). Ve  onların Allah'ın sana indirdiği şeyin bir kısmından (alıkoyarak)seni ayartmalarından sakın. Yok eğer onlar (başka tarafa) yakınlaşırlarsa, artık sen bil ki Allah ancak ve ancak onların peşlerine takılı bir kısım suçlarını(n karşılığını) onlara değdirmek istiyor. Ve şüphesiz ki o insanlardan birçoğu, kesinlikle itaatten çıkanlardır. 

50- Yoksa onlar o düşüncesizliğin kararının peşine mi düşüyorlar? Kesinkes inanmakta olan bir topluluğa kararca Allah'tan daha iyi kimdir?

51- Ey inanmış olan kimseler, o dönenleri (Yahudileri) ve o yardımcıları (Hristiyanları) yakınlar sakın bellemeyin. Onların bazısı bazısının yakınlarıdır. Ve sizden kim onları yakın edinirse, şüphesiz ki artık o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

52- Sen, kalplerinde bir hastalık olan kimselerin: "Bize bir felaketin değmesinden endişeleniyoruz" diyerek onların içinde birbirleriyle yarışmakta olduklarını görürsün. Umulur ki Allah o fethi veya kendi yanından bir buyruğu getirir de, böylelikle onlar kendi benliklerinde sakladıkları şeye pişman olanlardan olurlar.

53- Ve (o zaman) inanmış olan kimseler: "Kendilerinin şüphesiz ki sizin beraberinizde olduklarına dair, güçlü yeminleriyle Allah'a yemin etmiş olan kimseler bunlar mı?" diyecektir. Onların işledikleri boşa gitmiş, böylelikle de ziyan edenler olmuşlardır.

54- Ey inanmış olan kimseler, sizden kim kendi yaşam sisteminden geri döndürülecek olursa, artık Allah ileride bir topluluk getirir O, onları sever ve onlar da O'nu severler, o inananlara karşı daha alçak gönüllü, o gerçeği örtücülere karşı ise güçlüdürler, Allah'ın yolunda güçlerini kullanırlar ve bir kınayıcının kınamasından da kaygılanmazlar. Bu, Allah'ın onu kime dilerse vereceği lütfudur. Ve Allah, (her şeyi) bir kapsayıcıdır, bir en iyi bilicidir.

55- Sizin yakınınız ancak ve ancak, Allah ve O'nun elçisi ve inanmış olan ve o kulluk görevini ayağa kaldıran ve o arınmayı saygıyla eğilerek yerine getiren kimselerdir.

56- Ve kim Allah'ı ve O'nun elçisini ve inanmış olan kimseleri yakın edinirse, şüphesiz ki Allah'ın grubu o yenenlerin ta kendileridir.

57- Ey inanmış olan kimseler, yaşam sisteminizi bir alay ve bir oyun konusu bellemiş sizden önce o kitap verilmiş olan kimselerden ve o azılı gerçeği örtücülerden olan kimseleri yakınlar sakın bellemeyin. Ve eğer inananlar iseniz, Allah'a karşı korunun.

58- Ve o kulluk görevine (namaza) seslendiğiniz zaman onu bir alay ve bir oyun konusu bellerler. Bu, onların bağ kurmazlar topluluğu olmaları nedeniyledir.

59- Sen de ki: "Ey o kitabın halkı, siz bizden Allah'a ve bize indirilmiş olan şeye ve önceden indirilmiş olan şeye inandık diye ve sizin daha çoğunuzun itaatten çıkanlar olduğunuzdan ötürü  öç mü alıyorsunuz?"

60- Sen de ki: "Ben size Allah'ın yanında ödülce! size bundan daha şerli olanı haberlendireyim mi? Kimi ki Allah onu dışlamış ve ona hiddetlenmiş ve onlardan o maymunlar ve o domuzlar ve o taşkınlık yapana kul haline getirmişse, işte onlar, durum bakımından daha şerli ve o yolun denk olanından daha çok sapmışlardır."

61- Ve size geldikleri zaman onlar, "Biz inandık" derler. Oysa onlar (yanınıza) kesinlikle o gerçeği örtücülükle girmişler ve onlar yine kesinlikle onunla çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlemekte oldukları şeyleri en iyi bilendir.

62- Ve onlardan birçoğunun o günah ve o düşmanlık ve (rüşvet faiz gibi) o köksüz kazancı yemekte birbirleriyle yarışmakta olduklarını görürsün. İşlemekte oldukları şeyler kesinlikle ne sıkıntılıdır.

63- O efendiye adananların ve o hahamların o günah söylemlerinden ve (rüşvet faiz gibi) o köksüz kazancı  yemelerinden onları vazgeçirmeliler değil miydi? Onların ustalıkla yapmakta oldukları şeyler kesinlikle ne sıkıntılıdır.

64- Ve o dönenler (Yahudiler) dedi ki: "Allah'ın eli bağlanmıştır.Onların elleri bağlandı ve dedikleri nedeniyle dışlandılar. Aksine, O'nun iki eli de geniştir, nasıl dilerse öyle harcar. Ve Efendinden sana indirilmiş olan şey, içlerinden birçoğunun taşkınlığını ve gerçeği örtücülüğünü kesinlikle arttırmaktadır. Ve biz aralarına o kalkışın gününe kadar (sürecek) o düşmanlığı ve o nefreti bıraktık. Onlar her ne zaman o harp için bir ateş tutuşturmuşlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve o yerde bir bozuculuğa koşarlar.  Ve Allah, o bozuculuk yapanları sevmez.

65- Ve eğer o kitabın halkı inanmış ve korunmuş olsalardı, onlardan kötülüklerini kesinlikle örter ve onları kesinlikle o nimet bahçelerine girdirirdik.

66- Ve eğer onlar Tevrat'ı ve İncil'i ve Efendilerinden onlara indirilmiş olan şeyi ayağa kaldırmış olsalardı, kesinlikle üstlerinden ve ayaklarının altından yerlerdi*. Onlardan orta yol tutan bir ana toplum vardır ve onlardan birçoğu ne kötü şeyler işliyorlar.

*Göğün ve yerin nimetlerinden faydalanırlardı.

67- Ey o Elçi, Efendinden sana indirilmiş olan şeyi ulaştır. Ve eğer yapmadıysan, O'nun mesajını ulaştırmamış olursun. Ve Allah seni o insanlar(ın zararın)dan saracaktır. Şüphesiz ki Allah, o gerçeği örtenler topluluğunu doğruya iletmez.

68- Sende ki: "Ey o kitabın halkı, Tevrat'ı ve İncil'i ve size Efendinizden indirilmiş olan şeyi ayağa kaldırana kadar, hiçbir şey üzerinde değilsiniz." Efendinden sana indirilmiş olan şey, onlardan birçoğunun taşkınlığını ve (gerçeği) örtücülüğünü kesinlikle arttırmaktadır. Artık o gerçeği örtenler topluluğuna karşı sakın üzülme. 

69- Şüphesiz ki İnanmış olan kimselerden ve dönmüş* (Yahudi) olan ve o sabii ve o yardımcı (Hristiyanlar)* kimselerden, kim Allah'a ve o diğer güne inanır ve bir düzgün iş işlerse, artık onlara hiçbir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönmüş olanlar" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlamı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

70- Ant olsun ki biz Yakub'un oğulları'ndan yeminle bağlanmış söz almış ve onlara elçiler göndermiştik. Her ne zaman bir elçi onlara kendi benliklerinin hoşlanmayacağı şeyi getirmişse, bir bölüğü yalanladılar bir bölüğü de öldürüyorlardı.

71- (Elçilere yaptıkları yüzünden) bir deneme olmayacağını hesap ettiler de bu yüzden körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onlara lütufla döndü, sonra onlardan birçoğu yine körleştiler ve sağırlaştılar. Ve Allah, onların işlemekte oldukları şeyi bir en iyi görücüdür.

72- "Şüphesiz ki Allah, Meryem'in oğlu Mesih'in ta kendisidir" demiş olan kimseler, ant olsun ki gerçeği örtmüştür. Oysa Mesih, "Ey Yakub'un oğulları siz, benim de Efendim ve sizin de Efendiniz olan Allah'a kulluk edin. Gerçek şu ki; kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona o bahçeyi kesinlikle yasaklamıştır ve onun sığınağı o ateştir. Ve o haksızlık yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur" demişti.

73- "Şüphesiz ki Allah, üçün üçüncüsüdür" demiş olan kimseler, ant olsun ki gerçeği örtmüştür. Oysa bir tek tanrıdan başka hiçbir tanrı yoktur. Ve eğer söylemekte oldukları şeyden vazgeçmedilerse, içlerinden (gerçeği) örten kimselere acı bir azap kesinlikle dokunacaktır.

74- Halâ Allah'a itaate dönmezler mi ve O'nun bağışlamasını istemezler mi? Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir sarmayıcılığı süreklidir.

75- Meryem'in oğlu Mesih, elçiden başkası değildir. Ondan önce de kesinlikle o elçiler gelip geçmişti. Ve onun annesi de çok doğru söyleyen biriydi. İkisi de o yiyeceği yerlerdi. Bak sen, onlara o ayetleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak sen nasıl çarptırılıyorlar?

76- Sen de ki: "Siz, Allah'ın berisinden size bir faydaya ve bir zarara sahip olamayan şeylere kulluk mu ediyorsunuz? Ve Allah, o en iyi işiticinin, o en iyi bilicinin ta kendisidir."

77- Sen de ki: "Ey o kitabın halkı, gerçek (bir neden)siz yere yaşam sisteminizde sakın ileri gitmeyin. Ve önceden sapmış ve birçoğunu da saptırmış ve o yolun denk olanından sapmış bir topluluğun keyfi arzularını sakın izlemeyin."

78- Yakub'un oğulları'ndan gerçeği örtmüş olan kimseler, Davud ve Meryem'in oğlu İsa'nın diliyle dışlanmışlardır. İşte bu, karşı çıkmış ve sınırı aşmakta olmaları nedeniyledir.

79- Onlar o yaptıkları yadırganandan birbirlerini vazgeçirmezlerdi. Yapmakta oldukları şeyler kesinlikle ne sıkıntılıdır.

80- Sen, onlardan birçoğunun gerçeği örtmüş olan kimselere yakınlık göstermekte olduğunu görürsün. Kendi benliklerinin onlara öncelediği (nedeniyle) Allah'ın onlara olan kızgınlığı gerçekten ne sıkıntılıdır. Ve onlar o azapta sürekli kalıcıdırlar.

81- Ve eğer onlar Allah'a ve o haberci'ye ve ona indirilmiş olan şeye inanıyor olsalardı, onları yakınlar bellemezlerdi. Fakat onlardan birçoğu itaatten çıkanlardır.

82- İnanmış olan kimselere düşmanlıkça o insanların en çetini olarak, kesinlikle o dönenleri (Yahudileri) ve ortak koşmuş olan kimseleri bulacaksın. Ve inanmış olan kimselere karşı sevgice onların en yakını olarak kesinlikle "Şüphesiz ki biz yardımcılarız (Hristiyanlarız)" demiş olan kimseleri bulacaksın. Bu, onlardan keşişler ve rahipler olması ve onların büyüklük taslamazlar olmaları nedeniyledir.

83- 84- Ve onlar o elçiye indirilmiş olan şeyi işittikleri zaman tanıdıkları o gerçekten dolayı sen onları o yaştan dolayı onların gözlerinin dolduğunu görürsün. Onlar: "Ey Efendimiz biz inandık, artık bizi o tanık olanların beraberinde yaz. Ve bize ne oluyor ki Efendimizin bizi o düzgün topluluğun beraberinde (cennete) girdirmesini umuyorken Allah'a ve o gerçekten bize gelmiş şeye neden inanmayalım?" derler.

85- Böylece Allah onları bu dedikleri nedeniyle, onların altından o nehirler akar onda sürekli kalıcılar olarak, bahçelerle ödüllendirdi. Ve bu, o iyilik edenlerin karşılığıdır.

86- Ve o kimseler ki, gerçeği örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar o şiddetli ateşin arkadaşlarıdır. 

87- Ey inanmış olan kimseler, Allah'ın size serbestleştirdiği temiz şeyleri sakın yasaklaştırmayın ve sınırı aşmayın. Şüphesiz ki Allah, o sınırı aşanları sevmez.

88- Ve Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden serbest temiz olarak yeyin ve O'na inananlar olduğunuz Allah'a karşı korunun.

89- Allah sizi yeminlerinizdeki o amaçsız sözden dolayı (sorumlu) tutmaz. Fakat kendinizi sıkıca bağladığınız yeminler nedeniyle (sorumlu) tutar. Artık onun (yemini bozmanın) günahının örtülmesi, ev halkınıza yedirmekte olduğunuz şeyin ortalamasından on durgunu yedirmek veya onları giydirmek veya bir boyunduruk altındakini özgürleştirmektir. Kim bunu bulamadıysa, artık üç gün oruç vardır. Bu, yemin ettiğiniz (ve onu bozduğunuz) zaman, yeminlerinizin günahının örtülmesidir. Ve yeminlerinizi kollayın. Allah, şükretmeniz için kendi ayetlerini size böyle açıklıyor.

90- Ey inanmış olan kimseler, o şarap ve o kumar ve o dikili taşlar ve o fal okları, ancak ve ancak o şeytanın işinden olan bir pisliktir. Başarıya eriştirilmeniz için artık ondan uzaklaşın. 

91- O şeytan o şarap ve o kumarda, aranıza ancak ve ancak o düşmanlığı ve o kini düşürmek ve sizi Allah'ı hatırlamaktan ve o kulluk görevinden uzaklaştırmak istiyor. Artık siz vazgeçenlersiniz değil mi?

92- Ve siz Allah'a itaat edin ve o elçiye itaat edin ve sakının. Yok eğer siz (başka tarafa) yakınlaşırsanız, artık siz bizim elçimizin üzerindekinin ancak ve ancak o apaçık ulaştırma olduğunu bilin.

93- İnanmış ve o düzgün işleri işlemiş olan kimseler, korundukları ve inandıkları ve o düzgün işleri işledikleri, sonra korundukları ve inandıkları, sonra korundukları ve iyilik ettikleri sürece tattıkları şeylerde, üzerlerine bir sorumluluk olmaz. Ve Allah, o iyilik edenleri sever.

94- Ey inanmış olan kimseler, Allah, o algılanamayananla O'ndan kim kaygılanıyor diye bilmek için, ellerinizin ve mızraklarınızın ona kavuşabileceği o avdan bir şeyle, kesinlikle sizi yoklayacaktır. Bundan sonra kim sınırı aşarsa, artık acı bir azap onadır.

95- Ey inanmış olan kimseler, siz yasaklı halde iken o avı sakın öldürmeyin. Ve sizden kim onu kasıtlı olarak öldürürse, karşılığı öldürdüğü şey örneğidir ki buna da sizden eşitlik sahibi (adil) iki kişi, Kabe'ye ulaşan bir hediye veya işinin günahını örtecek bir karşılık olarak, durgunları yedirmek veya bunun eşiti bir oruç olarak, işinin ağırlığını tatması için karar verir. Allah geçmişte olan şeyden yok saydı. Ve kim tekrar dönerse, Allah ondan öç alır. Ve Allah, bir çok güçlüdür, bir öç sahibidir.

96- Size ve o yolculara bir yararlılık olmak üzere, o su kütlesinin avı ve onun yiyeceği size serbestleştirildi. Ve o karanın avı ise, yasaklı olduğunuz müddetçe üzerinize yasaklaştırıldı. Artık kendisine sürülüp toplanacağınız Allah'a karşı korunun.

97- Allah, o yasak ev Kabe'yi ve o yasak ayı ve o gerdanlık (takılmış kurbanlık)ları ve o hediyeyi o insanlar için (ekonomik ve sosyal açıdan) bir ayağa kalkma (vesilesi) olarak yaptı. Bu, Allah'ın şüphesiz ki o göklerde olan şeyleri ve o yerde olan şeyleri bilmekte olduğunu ve Allah'ın her bir şeyi bir en iyi bilici olduğunu bilmeniz içindir. 

98- Allah'ın o  sonuçlandırmasının çok çetin olduğunu ve Allah'ın bir çok bağışlayıcı, bir sarmalayıcılığı sürekli olduğunu bilin.

99-  O elçinin üzerinde o ulaştırmadan başka (görev) yoktur. Ve Allah sizin belli etmekte olduğunuz şeyleri ve gizlemekte olduğunuz şeyleri bilir.

100- Sen de ki: "O murdarın çokluğu eğer ki seni şaşırtmış olsa da, o murdar ile o temiz denk olmaz." Ey o temiz akıl sahipleri, başarıya eriştirilmeniz için, artık Allah'a karşı korunun.

101- Ey inanmış olan kimseler, eğer size belli edilince sizi kötü duruma düşürecek olan şeylerden sakın sormayın. Ve eğer bu okunan (Kur'an) indirilmekte olduğu vakit onlardan sorarsanız size belli edilir. Allah onlardan (sorumluluğu) yok saymıştır. Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır, bir yumuşak davranıcıdır.

102- Gerçekten sizden önceki bir topluluk onları sormuş, (açıklandıktan) sonra onlara (inanmayarak) gerçeği örtücüler olmuşlardı.

103- Allah, Bahire'den ve Saibe'den ve Vasile'den ve Ham'dan, hiçbirini (serbest) yapmamıştır. Fakat gerçeği örtmüş olan kimseler o yalanı Allah'a karşı yakıştırıyorlar ve onların tamamı bağ kurmazlar.

104- Ve onlara: "Allah'ın indirdiği şeye ve o elçiye gelin" denildiği zaman onlar: "Bizim kendi atalarımızın onun üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. Ya eğer onların ataları bir şey bilmezler ve doğruya iletilemezler olsa da mı?

105- Ey inanmış olan kimseler, sizin üzerinizdeki (sorumluluk) kendi benliklerinizdir. Siz doğruya iletildiğiniz zaman, sapmış kimse size zarar veremez. Sizin dönüşünüz toplu olarak Allah'adır, artık O, sizin işlemekte olduğunuz şeyleri size haberlendirecektir.

106- Ey inanmış olan kimseler, o ölüm sizden birine hazır olduğu zaman o tembih vaktindeki aranızda (yapmanız gereken) tanıklık, içinizden eşitlik sahibi (adil) iki kişi, veya eğer o yerde (yola) vurmuşsanız o ölümün musibeti de size değmişse, sizin dışınızdan diğer iki kişi (tanık olarak bulundurmaktır). Eğer siz (bu ikisinden) kuşkulanırsanız, o kulluk görevinin (namazın) arkasından (bu ikisini) alıkoyarsınız: "Eğer yakınlık sahibi olsa da onu hiçbir bedele değişmeyiz ve Allah'ın tanıklığını gizlemeyiz, aksi takdirde şüphesiz ki biz o günahı işleyenlerden oluruz" diye Allah'a yemin ettirilirler.

107- Yok eğer o ikisinin bir günah gerçekleştirmekte oldukları fark edilirse, artık bu sefer  üzerlerine (günah) gerçekleşen hak sahibi kimselerden, (ölen kimseye) daha yakın diğer iki kişi, o ikisinin yerine geçerler: "Bizim tanıklığımız o ikisinin tanıklığından daha gerçektir ve biz sınırı aşmadık, aksi takdirde şüphesiz ki biz kesinlikle o haksızlık yapanlardanız" diye Allah'a yemin ettirilirler.

108- Bu, o tanıklığı yüz akıyla yerine getirmelerine veya yeminlerinden sonra (başka yeminlere başvurularak) yeminlerinin geri döndürülmesinden kaygılanmalarına daha yakındır. Ve Allah'a karşı korunun ve dinleyin. Ve Allah, o itatten çıkanlar topluluğunu doğruya iletmez.

109- Allah o gün o elçileri toplayacak da onlara: "Siz ne ile cevaplandırıldınız?" diyecek. Onlar da: "Bizde hiçbir bilgi yok, şüphesiz ki sen o algılanamayananların en iyi bilicisinin ta kendisisin" demişlerdir.

110- Hani Allah demişti ki: "Ey Meryem'in oğlu İsa, senin üzerindeki ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Hani seni Kutsal'ın esintisi ile güçlendirmiştim. O insanlarla o beşikte iken de, yetişkin iken de iletişim kuruyordun. Ve hani sana o kitab'ı ve o bilgeliği ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Ve hani benim onayımla o çamurdan o kuşun oluşumu gibi takdir ediyor da ona üflüyor, böylece benim onayımla bir kuş oluyordu. Ve o doğuştan körlüğü ve o abraşı benim onayımla berileştiriyordun. Ve hani o ölüleri benim onayımla çıkarıyordun. Ve hani Yakub'un oğulları'nı senden önlemiştim. Hani sen onlara o apaçık delilleri getirmiştin de, onlardan gerçeği örtmüş olan kimseler: "Bu, bir apaçık sihirden başkası değil" demişti."

111- Ve hani ben Havarilere: "Bana ve elçime inanın" diye vahyetmiştim de onlar: "Biz inandık ve bizim teslim olanlar olduğumuza tanık ol" demişlerdi.

112- Hani Havariler: "Ey Meryem'in oğlu İsa, senin Efendin bizim üzerimize o gökten bir sofra indirmeye güç yetirebilir mi?" demişti de o, : "Eğer siz inananlar iseniz, Allah'a karşı korunun" demişti.

113- Onlar: "Biz ondan yemek istiyoruz ve böylece kalplerimiz rahatlasın ve bize gerçekten doğru söylediğini bilelim ve biz buna o tanıklardan olalım" demişlerdi.

114- Meryem'in oğlu İsa da: "Ey Allah'ım ey Efendimiz, bizim üzerimize o gökten bir sofra indir de, ilklerimiz ve diğerlerimiz için bir bayram ve senden (gözle görülen) bir ayet olur. Ve bize rızık ver ve sen o rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti.

115- Allah: "Şüphesiz ki ben onu sizin üzerinize indiriciyim. Artık bundan sonra sizden kim gerçeği örterse, şüphesiz ki ben onu o tüm insanlardan hiçbirini azaplandırmayacağım bir azapla onu azaplandıracağım" demişti.

116- 117- 118- Ve o zaman Allah: Ey Meryem'in oğlu İsa o insanlara "Beni ve annemi Allah'ın berisinden iki tanrı belleyin" diye, sen mi dedin? demişti de o, : "Sen her türlü eksiklikten uzaksın, bana benim hakkım olmayan bir şeyi demek, benim için (hiçbir zaman) olmadı. Eğer ben onu demiş olsaydım, kesinlikle sen onu bilmiştin. Sen benim benliğimdeki şeyi bilirsin, ama ben senin benliğindeki şeyi bilmem. Şüphesiz ki sen, o algılanamayananların en iyi bilicisinin ta kendisisin. Ben onlara senin bana, -Siz benim de Efendim, sizin de Efendiniz olan Allah'a kulluk edin- diye onu (dememi) buyurduğundan başkasını demedim. Ve onların içinde kaldığım sürece onların üzerinde bir tanıktım. Ne zaman ki sen benim ömrümü tamamladığında üzerlerinde o gözetici sen oldun. Ve sen, her bir şeyin üzerinde bir tanıksın. Eğer sen onları azaplandırırsan, şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Ve eğer sen onları bağışlarsan, artık şüphesiz ki sen çok güçlünün, en bilgenin ta kendisisin" demişti.

119- Allah: "Bu, o doğru söyleyenlere doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onda sonsuz olarak sürekli kalıcılar olacakları onların altından o nehirler akar bahçeler onlar içindir. Allah onlardan hoşnut olmuş ve onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. Bu, o büyük başarıdır" demişti.

120- O göklerin ve o yerin ve bunların içinde ne varsa hükümranlığı Allah'ındır. Ve O, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

 

18 Ocak 2024 Perşembe

Maide s. 93. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı Türkçe mealleri üzerinden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, şayet bu okuma ve anlama faaliyetini, karşılaştırmalı olarak bir kaç meal üzerinden yapmaya çalışıyorsa, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden farklı şekilde anlamlandırılmış olduğunu görecek, bu farklı meallerin hangisinin daha isabetli olabileceğinin cevabını arayacaktır. Biz daha önceki bazı yazılarımızda, bu meal farklılıklarına dikkat çekerek, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise, yine böyle bir farklılığa dikkkat çekmeye ve iki farklı mealden hangisinin daha isabetli olabileceğini görmeye çalışacağız. 

Konumuz ile ilgili ayet Maide s. 93. ayeti olup, orjinal metni ve bazı mealleri şu şekildedir:

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

---Abdulbaki Gölpınarlı---İman edip iyi işlerde bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri, inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları ve iyilik ettikleri takdirde haram edilmeden önce yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik edenleri sever.

---Abdullah Parlıyan---İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah'ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah'ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah'ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

Yukarıda örneğini verdiğimiz ayet meallerininMaide s. 90. ayetinden başlayan bir bağlamı bulunmaktadır. Bu ayette içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının şeytan işi pislik olduğu beyan edilmekte, inananların bunlardan sakınması emredilmektedir.

Genel geçer kanıya göre ise içkinin haram edilmesi, bir defada değil aşamalı olarak gerçekleşmiş, son aşama ise Maide s. 90. ve 91. ayetleri ile gerçekleşmiştir. Bu ayet ile tefsirlerde yazılanlara baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içen Müslümanların durumları Allah'ın elçisine sorulmuş ve 93. ayet bu soruya cevap olarak indirilmiştir.

Ancak çoğu meal yapıcısı bu durumu rivayetlerin ışığında değerlendirdiği için, ayete verdikleri meale, orjinal metinde olmamasına rağmen "Haram edilmeden önce" şeklinde bir ilave yapmış, hatta çoğu meal bu sahibi bu ilaveyi parantez içine dahi almadan, sanki orjinal metnin bir parçasıymış gibi göstermiştir.

Ancak konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımızda durum gerçekten böyle midir? şeklinde bir sorunun cevabının da verilmesi icap etmektedir.

Bakara s. 275. , Nisa s. 22. ve 23. , Maide s. 95, Enfal s. 38. ayetlerine baktığımızda, o ayetler içinde "Gad selefe" ifadesinin geçtiği görülmektedir. Bu ifade ise Bakara s. 275. ayetinde faiz yiyenlerin geçmişte yaptıklarının faizciliği terk ettikleri takdirde cezalandırılmayacağı, Nisa s. 22. ve 23. ayetlerde ise evlenme yasakları ile ilgili emirde, geçmişte yapılan fakat bu ayetlerle yasaklanan evliliklerin cezalandırılmayacağı, Maide s. 95. ayetinde ise, ihram yasaklarından önceki yapılanların cezalandırılmayacağı, Enfal s. 38. ayetinde ise inkarcıların yaptıklarını terk ederlerse geçmişlerinin cezalandırılmayacağı haber verilmektedir. 

Bu ayetleri baz alarak Maide s. 93. ayetine yeniden baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içenlerin yaptıklarının af edildiğine dair buna benzer herhangi bir ifadeye rastlamamaktayız. Bunu söylemekle, Allah'ın bunları af etmediği veya etmeyeceğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz. Öyleyse bu ayette başka bir şeyin kast edilmiş olabileceğini düşünmek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Kanaatimiz o dur ki bu ayet, inanan ve yasaklardan kaçınmaya dayalı bir hayat süren mü'minlerin tatmış olduklarından dolayı sorumlu olmayacaklarını, çünkü sahip oldukları inanç onlara, sakınmayı ve korunmayı emretmekte, dolayısı ile kendilerinin cezalandırılmasına sebep olacak hatalardan otomatikman kaçınacaklarını beyan etmektedir.

Bu noktayı dikkate alarak yapılan ayet mealleri ise şöyledir:

---Bahattin Sağlam---İman edip de amel-i salihte bulunanların tattıklarında onlara bir günah yoktur. Sakındıkları takdirde, inanıp ibadet görevlerini yerine getirdikleri takdirde, sonra daha da sakınıp inandıkları takdirde, sonra daha da sakınıp bütün güzellikleri (ve ibadetleri) yaptıkları takdirde.. Şüphesiz Allah sakınıp da güzel ameller yapanları sever.

---Edip Yüksel--- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.

---Mahmut Özdemir---Sakınıp korundukları, iman ettikleri ve Salih Ameller işledikleri, evet yine sakınıp korundukları ve iman ettikleri, yine sakınıp korundukları ve iyilik yaptıkları zaman, tadıp yedikleri şeylerde, iman eden ve Salih Ameller işleyenlere günah yoktur.
Muhsinler’i / İyilik-Güzellik Edenler’i Allah sever.

---Muhammed Esed---İmana ermiş olup doğru ve yararlı işler yapanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duydukları ve [gerçekten] inanıp doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece her istediklerinden serbestçe yararlanabilirler: ¹⁰⁸ yeter ki Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya ve iman etmeye devam etsinler ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine daha çok varsınlar ¹⁰⁹ ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Allah iyilik yapanları sever.

---Süleymaniye Vakfı---İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar, yiyip içtikleri şeyden dolayı sorumlu tutulmazlar[*]. Bu, çekindikleri, inanıp güvendikleri ve iyi işler yaptıkları, yine çekindikleri, inandıkları yine de çekindikleri ve güzel davrandıkları takdirde böyledir. Allah güzel davrananları sever.

Yukarıdaki Maide s. 93. ayeti ile ilgili yapılan meallerin, Kur'an bütünlüğü açısından daha doğru olduğu kanaatimizi belirtmek isteriz. Hatırlatmak isteriz ki; En başta verdiğimiz meal örnekleri hakkında "bu anlamdaki mealler kesinlikle hatalıdır" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte, bu ayetin, gördüğümüz iki farklı mealinden bir tanesinin daha isabetli olduğunu, meallerin de yine neticede bir yorum olduğunu, meal yapıcısının Kur'an ile ilgili müktesebatının yaptığı meale bir yansıması olduğunu söylemek istiyoruz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

11 Ocak 2024 Perşembe

İki Ademoğlunun Kıssasını Nüzul Dönemi Şartlarında Okumak

Kur'an, Muhammed (a.s.) a Mekke ve Medine şehirlerinde, 23 yıllık bir süreç içinde peyderpey indirilmiş bir kitaptır. Bu kitabın indirildiği şehirlerin, kendine özgü şartları mevcut olup, bu durumu Kur'an ayetlerinden kolayca anlamaktayız. Mekke şehrinde inen ayetlerde, o şehrin zengin kodamanlarının vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş anlatılırken, Medine şehrinde inen ayetlerde ise, Yahudi ve Hristiyanların vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş ile ilgili ayetlerin daha yoğunlukta olduğu rahatlıkla gözlemlenebilecektir. 

Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı anlatırken "Kıssa yollu anlatım" olarak bildiğimiz anlatım üslubunu da kullanmaktadır. Bu üslupla anlatılan ayetler Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan mevcut muhataplara bir takım mesajlar içermekte olup, bu mesajlar doğru anlaşıldığı takdirde, bu anlatımların bize dönük ne gibi mesajlar taşımış olabileceği yönündeki sorulara da cevap kolayca bulunabilecektir.

Kıssa yollu anlatım ile ilgili olarak yukarıda söylediğimiz "Doğru anlaşılma" konusu üzerinde biraz durmak gerekirse, şunları söylemek mümkündür:

Kur'an kıssaları ile ilgili olarak bilgi veren eserlerde (tefsir v.s.) dikkatimizi çeken en önemli husus, anlatılan kıssanın ne gibi mesajlar içermiş olabileceği yönündeki bilgiler yerine, o kıssayı masala çeviren  bilgilerin mevcut olduğu, konu ile ilgili olan herkesçe malumdur.

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an eğer bir kıssa anlatıyor ise, öncelikle bu kıssa mevcut muhataplara önemli mesajlar içermektedir. Bu mesajların ne olabileceği ise ilgili ayetlerin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak bizler tarafından da anlaşılabilir. 

Yine hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an içinde yer alan her kıssa birebir yaşanmış bir kıssa değil, "Temsili kıssa" olarak isimlendirebileceğimiz bir anlatım üslubuna sahiptir. Bu üslup ile anlatılan kıssadaki en önemli husus, olayın birebir yaşanıp yaşanılmadığı konusu değildir. "Bir kıssanın temsili olduğu kanaati nasıl hasıl olabilir?" dersek; "Şayet kıssa ile ilgili yapılan anlama çalışmalarında sorulan sorulara verilebilecek cevaplar bir takım gerçekler ile çakışıyor ise bu kıssanın temsili olma ihtimali daha kuvvetlidir" diyebiliriz.

Örnek olarak, "Adem kıssası birebir yaşanmış bir kıssa değil, temsili bir kıssadır" dediğimiz zaman bu iddianın temelinde kıssa ile ilgili sorulan bir takım sorulara verilen cevapların tam yerine oturmadığı etrafında bir çok tarrtışmaların döndüğü görülecektir. Öyleyse kıssanın birebir yaşanmışlığını dikkate almak yerine, bize yönelik mesajlarının ne olabileceğini dikkate almaya çalışmak daha doğru olacaktır.

Sözü fazla uzatmadan yazımızın esas konusu olan iki Ademoğlu kıssası ile ilgili düşücelerimizi paylaşmaya çalışalım. Medine'de nazil olan Maide suresi içinde "İki Ademoğlunun kıssası"  olarak bilinen bir bir kıssa anlatılmaktadır.  Ancak bu kıssa, bu isimde değil de daha yaygın olarak "Adem'in iki oğlunun kıssası" isimiyle bilinmektedir. 

Bunun sebebi ise, bu kıssanın birebir yaşanmış bir kıssa olduğu düşüncesi ile üretilen israiliyyat dediğimiz bilgilerdir. Bu olayın anlatıldığı ayetlerin tefsir edildiği kitaplara baktığımız zaman, olayın tamamen masala dönüştürüldüğü açıkça görülecektir. Konumuz bu kıssanın anlatıldığı tefsirlerdeki masalları eleştrimek olmadığı için biz sadece kıssa ile ilgili düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Maide suresindeki ayetlerin mealleri şu şekildedir:

27- 28- 29- Onlara iki adem oğlunun gerçek haberini gerçek oku. Hani ikisi de kurban sunmuşlar, ikisinin  birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) "Seni kesinlikle öldüreceğim" demişti. (Diğeri ise) "Allah ancak ve ancak korkanlardan kabul eder. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim,şüphesiz ben  göklerin yerin ikisini arasında bulunanların besleyicisi, büyütücüsü, yetiştiricisi, hayatiyetlerini elinde tutucusu olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki, benim de günahımı, senin de günahını yüklenesin de ateşin arkadaşlarından olasın. Yanlış yapanların karşılığı işte bu dur" demişti.

30- Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeyi ister hale getirdi, böylelikle o da onu öldürdü, zarar edenlerden oldu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, şu karga gibi olup ta kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?" dedi ve pişmanlardan oldu.

32- İşte bundan dolayı, İsrailoğullarına şöyle hükmettik: Şüphesiz kim bir canı başka bir cana veya yeryüzünde bozuculuk yapmasının karşılığı olmaksızın öldürdü ise, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de ona yaşama imkanı verirse, sanki bütün insanlara yaşama imkanı vermiş gibidir. And olsun ki elçilerimiz onlara apaçık belgeler getirdi. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.


Kıssa ile ilgili ayetler öncesinde İsrailoğulları ile ilgili bir olayın anlatıldığına  dikkat edilmeli ve kıssa ile bağının olduğu dikkate alınmalıdır.

                   "Onlara iki Ademoğlunun gerçek haberini oku" 

"Onlar" ifadesi ile İsrailoğullarına işaret edilmiş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Medine'deki  Müslüman ve İsrailoğulları'ndan oluşan iki topluluğun "İki Ademoğlu" olarak ifade edildiğini söyleyebiliriz. Allah (c.c.) böyle bir ifade ile Müslüman ve İsrailoğulları toplumunun aynı kökenden olduğuna işaret etmekte, aynı kökenden olan insanların birbirlerine karşı olan muamelelerinin kardeşlik hukuku çerçevesinde olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu vurgu "Ey Nuh ile birlikte taşıdıklarımız" şeklinde bir ifade ile İsra s. 3. ayetinde de göze çarpmaktadır. 

Bir erkek ve bir dişiden yaratıldığımıza işaret eden ayetlerin de bu yönde anlaşılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Aksi takdirde insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunu Kur'an'dan anlamaya çalıştığımızda, bu ayetler bizlere net bir bilgi vermekten uzak kalacaktır.

Medine'de yaşayan İsrailoğullarının Müslümanlara karşı olan haset ve kıskançlığını  Bakara suresi içindeki ayetlerde görmekteyiz. Allah (c.c), Yahudi ve Hristiyanlar ile ilgili ayetlerde, onların inandıkları elçi ve kitapların kaynağı ile son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğuna dikkat çekerek, onların elçiler ve kitaplar arasında ayrım yapmadan hepsine iman etmeleri gerektiğini beyan etmesine rağmen, özellikle Yahudilerin haset ve kıskançlık nedeni ile son elçi ve kitaba karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıkları ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır.

İki oğulun birer kurban sunması, bir oğulun kurbanının kabul edilip diğer oğulun kurbanının kabul edilmeyişi, Allah (c.c.) nin kulları hakkında verdiği karara ne olursa olsun boyun eğilmesi gerektiğini bizlere anlatmaktadır. Allah (c.c) nin gönderdiği son elçi ve kitabı Yahudilerden değil de, Araplardan seçmiş olmasından ötürü hasetlik duyan Yahudilerin, Allah (c.c.) nin verdiği bu karara boyun eğip, son elçinin hangi kavimden olduğunu dikkate almadan teslim olmaları gerektiği, kurban benzetmesi ile ifade edilmektedir. 

Kurbanı kabul edilmeyen kardeşin, kurbanı kabul edilen diğer kardeşini öldürmeye kalkması, haksız oldukları halde saldırgan Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır takınan Yahudilerin haksızlığına işaret etmektedir. Yahudiler son elçinin Arap olmasından dolayı duydukları kin ve hasetle, Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır sergilemekte, Allah (c.c.) ise Müslümanlara, henüz onlara karşı koyacak güce sahip olmamaları nedeni ile sabretmeleri, tebliğ dili ile karşılık vermeleri gerektiğini Medine döneminin  ilk inen ayetlerinde öğütlemektedir. Diğer kardeşin öldürmek isteğine karşılık vermeyeceğini ifade etmesinden bunu anlamaktayız.

Aksi takdirde "Kendisini öldürmek isteyen bir kardeşe karşı, diğer kardeşi neden kendisini savunmak istememiş" şeklinde sorular sorulacak ve cevabı peşinde koşulacaktır. Kıssanın temsili olduğu yani birebir yaşanmış olmadığı,  dikkate alındığında bu tür sorulara gerek kalmayacaktır.

Kıssa, Yahudilerin Müslümanlara karşı yaptığı saldırının onları ileride pişmanlığa sürükleyeceğini haber vermekle devam etmektedir. Medine döneminin ilk yıllarında güçsüz olan Müslümanlara karşı yaptıkları fitne ve fücür hareketlerinin, ilerde Müslümanların güçlenmesi ile Yahudilerin nasıl başlarına geçirildiği, Haşr suresi ayetleri ve diğer ayetlerinde açıkça görülecektir.

Kıssanın son ayeti, Allah (c.c.) nin insan hayatına verdiği değeri görmek açısından önemli bir hatırlatmadır. Özellikle İsrailoğullarına bunun en baştan bildirildiğinin beyan edilmiş olması dikkat çekicidir. Kendilerinin inandıklarını iddia ettikleri kitabın onlara böyle bir emir verdiğini bildikleri halde, bile bile bu emri tarih boyunca arkalarına atmış oldukları, binlerce yıllık  geçmişlerinde başlarına gelenlerden anlaşılmaktadır. Her ne zaman bulundukları topraklarda fitne fücür işlemiş iseler, bu yaptıkları onların başlarına geçirilmiş yanlarına kar bırakılmamıştır.

                                              Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur.

Bu söz insanlık tarihinin değişmez bir yasasını veciz olarak anlatmaktadır. Tarih boyunca yapılan zülümlerin hiç bir zaman yapanın yanına kar kalmadığı, er veya geç zalimlerin, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gittiği bir vakıadır. 

Bugün İsrail adındaki devletin, yıllardır Filistin'li Müslümanlara uyguladığı zulümlerin onları nasıl bir sona götüreceğini, bu kıssadan anlamak mümkündür. Masum bir cana kıymanın bütün canlara kıymak gibi olduğunu bilenlerin, yıllardır Filistin halkını çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden vahşice katletmesi onların nasıl bir sonla yıkılacağının habercisidir. Zalim İsrail de yaptıklarının karşılığını elbette dünya ve ahirette görecektir.

Sonuç olarak: Kıssadan bize düşen hisseyi bir cümle de özetlemek gerekirse; Haklı olan haksız tarafından öldürülse de kazanır, haksız olan haklıyı öldürse de kazanamaz.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

    

25 Ekim 2023 Çarşamba

Sünnet (Hitan) Fıtrata Müdahale Etmek midir?

 Türkiye'de son yıllarda Kur'an'ın meal olarak daha geniş kitlelerce okunmaya başlanması, İslam'ın gerekleri olarak bilinen bazı bilgi ve ameliyelerin  yeniden sorgulanmasını da beraberinde getirdiği malumdur. Sorgulanan ameliyelerden bir tanesi de çocukların sünnet ettirilmesidir. Bu konuda ortaya atılan atılan iddialara baktığımızda, çocukların sünnet ettirilmesinin fıtrata müdahale edilmesi anlamına geldiği, fıtrata müdahale edilmesinin ise (Nisa s. 119) şeytan iğvası olduğu, neticede şirk işlenmiş anlamına geleceği dile getirilmektedir.

Fıtratı kısaca, canlıların yaratılışları gereği kendilerine verilmiş olan özellikler olarak tarif etmek mümkündür. Fıtrata aykırı olan durum ise yaratılıştan kendilerine verilen özelliklerin dışına çıkmaktır.

Sünnet olmak fıtratın değiştirilmesi demek midir? sorusunun cevabını bulabilmek için, sünnet edilme işine konu olan cinsel organın, sünnet sonrasında işlevinin herhangi bir değişime uğrayıp uğramadığının dikkate alınmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

Erkeklerde bulunan cinsel organın bilindiği üzere idrar boşaltmak ve ergenlikte cinsel birleşimde bulunmak gibi bir işlevi bulunmaktadır. Sünnet edilme sonrasında bu işlevlerden hiç birisinin değişime uğramadığı herkesçe malumdur. Sünnet edilen bir kişinin sünnet sonrasında idrar ve (yetişkin kimse ise) cinsel işlev konusunda herhangi bir değişime uğramamamış olması, sünnet ameliyesinin herhangi bir şekilde fıtrata müdahale olmadığının, dolayısı ile şirk işlenme durumuna düşülmediğinin bir göstergesidir.

Fıtrata müdahale demek, bir kimse doğuştan cinsiyet olarak tam sağlıklı bir erkek olarak doğmuş, belli bir zaman sonra bu cinsiyetinden sapkınlığından dolayı memnun olmayarak kendisini kadın olarak değiştirmek istemesidir. Bu asla kabul edilebilir bir durum değildir.  

Bu noktada yine İslam coğrafyasının bazı bölgelerinde yapılan kadın sünneti üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 

Kadına yapılan sünnet ameliyesinin onun cinsel birleşmeden alacağı hazzı engellemesi amacına matuf olması, dolayısı ile fıtrata müdahale sözkonusu olmasından ötürü yapılması asla doğru olmayan bir ameliyedir. Şayet fıtrata müdahale bakımından konuşulacak bir durum varsa kadın sünneti meselesi olmalıdır, erkek sünneti değil.

Sünnet olmak dini bir vecibe midir?.

Bu soruya vereceğimiz en kısa cevap hayır olacaktır. Çocukların sünnet ettirilmesi ülkemizde her ne kadar dini bir vecibe gereği yapılıyor olsa da bu ameliyenin dini karşılığı hiçbir şekilde bulunmamaktadır. Müslüman coğrafyasında yapılıyor olması dini bir vecibe olarak görülmesine karşın, sünnet olmadan yaşayan ve o şekilde ölen bir kimce için sünnet neden olmadığı konusunda hesap gününde ona herhangi bir soru sorulmayacaktır.