11 Şubat 2025 Salı

Süleymaniye Vakfı Mealinde Necm s. 13. Ayeti Üzerinde Yapılan Tahrif Üzerinde Bir Değerlendirme

Kur'an'ı kendi kafalarında oluşturdukları olan fikirler doğrultusunda okuma ve anlama çalışmaları İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerde yüzlerce yıldır devam eden bir olgudur. Bu durumun önceki müdavimleri olan Yahudiler, kendi kitaplarını da bu şekilde okuma ve anlama yöntemine tabi tutmuş ve Kur'an bu durumu birçok ayette beyan ederek, bizim de aynı duruma düşmeMEmizi özellikle tembihlemiştir. Bu tembihler bazılarının bir kulağından girmiş bir kulağından çıkmış, bana mısın demeden birçok kişi Kur'an üzerinde tahrifatlar yaparak, "Bak Allah işte böyle söylüyor" demekten geri kalmamıştır. 

Yanlı okuma ve anlama çalışmaları dün nasıl hızlı bir şekilde devam etmişse, bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Bu tür yanlı okuma ve anlama çalışmalarının ürünlerini, Türkiye'de son yıllarda hayli çoğalan Kur'an meallerinde maalesef net bir şekilde görebilmekteyiz.

Yazımızda, bu ürünlerden biri olan Süleymaniye Vakfı mealinde Necm s. 13. ayeti üzerinde yapılan bir tahrifata dikkat çekmeye çalışacağız.

Bilindiği üzere Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayı göğe doğru bir çıkış, yani miraç olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a onaylatmak için ilgili kelime üzerinde anlam çarpıtması yapmaktan kaçınmamaktadır. Bu durumu bundan önceki yazımızda ele almaya çalışmıştık. Yine aynı olaya referans olarak verdikleri Necm s. 13. ayetini tahrif etmek cüretini göstererek yanlışlarına bir yenisini eklemişlerdir.

Vakfın Necm s. 13. ayetine verdiği meal şu şekildedir:

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ      (Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü.

Dikkat edilirse ayetin Arapça metni içinde geçen "Nezleten" (iniş) kelimesinin anlamı mealde verilmemiştir.

Peki vakıf neden böyle şey yapmıştır?

Çünkü İsra olayının göğe çıkış olduğunu iddia eden ve bu ayeti delil olarak sunanları yalanlayan bir ayet de Necm s. 13. ayetidir. İsra olayının vuku bulduğu tarih ile Necm suresinin inişinin vuku bulduğu tarihin bu olaydan önce olmasına hiç girmeyeceğiz. 

İsra olayının Miraç olduğunu iddia edenler, bu iddialarına delil olarak Necm s. içindeki bazı ayetleri öne sürmektedirler. Necm s. 13. 18. ayetleri arasında anlatılan olay, onlara göre miraç hadisesidir.

Fakat Necm s. 13. ayeti, onların bu iddialarını boşa çıkarmaktadır. Bu iddiayı boşa çıkaran kelime ise, ayet içinde geçen "Nezleten" yani İNİŞ anlamına gelen kelimedir. Necm s. 13. ayeti, Muhammed a.s. ın Cibril'i diğer bir İNİŞİNDE gördüğünü bildirmektedir. Böyle bir ifade miraç iddialarını kesinlikle boşa çıkarmaktadır.

Bu durumu anlayan vakıf yetkilileri çareyi "Nezleten" kelimesini görmezlikten gelmekte bulmuşlardır. Çünkü kelimeye miracı onaylatacak farklı bir anlam yüklemek asla mümkün değildir. Hal böyle olunca da ayet içindeki kelimeyi bektaşi misali elleriyle kapamakta bulmuşlardır.

Necm s. 13. ayetindeki kelimeyi hallettikten sonra, Necm s. ilerleyen ayetleri üzerinden miracı ispatlamak artık kolaylaşmıştır.

Necm s. ilerleyen ayetleri ve ayetler ile ilgili notlar vakıf mealinde şu şekildedir:

14. ayet---Sidret’ül-müntehâ’nın[*] yakınında

[*] “Sidret'ul-muntehâ”, “en son noktada bulunan sidre ağacı” Türkçede  arap kirazı denen bu ağaç cennette de olacaktır (Vakıa 56/28). Allah Teâlâ yeri küre şeklinde ve yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı için (Talak 65/12), yerin yedi kat, göklerin de küre şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Yedinci kat gök ise yeryüzü gibi sularla, bitkilerle ve hayvanlarla donanmıştır. Her şeyin hazinesinin göklerde olması (Hicr 15/21) ve en’âmın yani koyun, keçi, sığır ve devenin indirilmiş bulunması (Zümer 39/6) bunun delillerindendir. Bu sebeple Sidret'ul-muntehâ yedinci kat göğün en üst noktasında olur. Mekke’nin Ümmü’l-kurâ yani dünyadaki yerleşim yerlerinin merkezi olması da Sidret'ul-muntehâ’nın bulunduğu yerin, Mekke’nin dik üstünde olmasını gerektirir.

15. ayet---Onun yakınında Cennet’ül-me’vâ /yerleşip kalınacak Cennet vardır[*].

[*] Cennet’ül-Me’vâ, müminlere vaad edilen cennettir (Secde 32/19, Naziat 79/40-41). Orası, şu anda göklerdedir (Zariyat 51/22). Genişliği, gökler ve yer kadardır (Al-i İmran 3/133, Hadîd 57/21).

16. ayet---O sırada Sidre’yi (Sidret’ül-müntehâyı) kaplayan şey kaplıyordu[*].

[*] Sidre’yi kaplayan şey, Tur Suresi’nde Allah’ın Beyt-i ma’mûr’dan sonra üzerine yemin ettiği “yükseltilmiş tavan”dır. Çünkü Allah, bir yerde bir şeyi kısaca anlatır sonra bir başka yerde açıklar (Hud 11/1-2). Allah Teâlâ dünyayı, yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı (Talak 65/12) ve gökler de yeryüzü gibi küre şeklinde olduğu için “yükseltilmiş tavan” ifadesi göklerin en uç noktasını ifade eder. Bu, Muhammed aleyhisselamın.Miraç yolculuğunda Cenneti görmediğinin delili olur. Zaten o oraya, cenneti görmesi için değil, el-Mescid’ul-Aksâ’nın çevresindeki ayetlerden bazılarını görmesi için götürülmüştü (İsra 17/1). 

17. ayet--- (Muhammed’in) Gözü başka tarafa kaymadı, haddini de aşmadı.

18. ayet---O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gerçekten gördü[*].

*] Bütün bu ayetler, İsra ve Mirac yolculuğunda gidilen el-Mescid’ul-Aksâ’nın yedinci kat semadaki mescid yani el-Beyt’ül-Ma’mûr (Tûr 52/4) olduğunu net olarak anlatır (İsra 17/1, 60).

Görüldüğü üzere, Necm s. üzerinden miracı ispatlamanın kapısı 13. ayette geçen "Nezleten" kelimesi ile kapatılmaktadır. Çünkü ayet ÇIKIŞTAN DEĞİL İNİŞTEN bahsetmektedir. Cibril'in inişinden bahseden bir ayet üzerinden miracı ispatlamaya kalkışmanın ise büyük bir kaydırma olacağını anlayan vakıf, "Ne yapıp ne edip biz bu miracı Kur'an'dan ispatlayacağız" diyerek çareyi, İNİŞ anlamı veren kelimeyi meale almamakta bulmuşlardır.

Cibril'in inişinden bahseden bir ayetin devamındaki ifadelerin, indiği yerle ilgili olması gerektiği aşikar bir durumdur. Fakat bu durum miraç savunucularının işine gelmemektedir. Bırakın Allah'ın kitabını herhangi bir şahsın kitabını bile başka dile çevirirken etik olan durum, o kişinin yazdıkları üzerinde eksik veya fazlalık yapmadan aynen aktarmak iken, Allah'ın kitabı üzerinde böyle etik olmayan bir örtmeyi yapmak büyük bir vebaldir.

Kur'an herkesin kendine göre anlayabileceği ve herkesin elinde oyunca olabilecek bir kitap mıdır? 

El cevap: Tabi asla, aynı soru vakfa sorulsa onların da verecekleri cevap aynı olacaktır. Fakat sahip oldukları inanç Kur'an'a uymayınca, Kur'an'ı sahip oldukları inanca uydurmaya yeltenmekten kaçınmayan vakfı, bu tahrife son vererek meallerine Necm s. 13. ayetinde geçen "Nezleten" kelimesinin doğru anlamını ilave etmeye davet ediyoruz.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


10 Şubat 2025 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde "İsra" Kelimesine Verilen Anlam Üzerinde Bir Değerlendirme

 Kur'an okuma ve anlama ile ilgili çalışma yöntemlerine baktığımız zaman, bugün önümüzde 2 ana yöntem karşımıza çıkmaktadır. 

1. Kuran'ın nasıl bir mesaj vermiş olabileceğini anlamaya çalışan yöntem. 

2. Önceden kafada mevcut olan bir fikri Kur'an'a onaylatmaya çalışan yöntem. 

1. yöntem üzerinden yapılan okuma ve anlama çalışmaları, kişileri doğru bir anlayışa kanalize edebilirken, 2. yöntem üzerinden yapılan anlama çalışmaları ise, kişileri doğru bir anlayışa kanalize etmekten çok uzaktır. Maalesef 2. yöntem üzerinden yapılan birçok çalışma ürünleri, bugün bazı kesimlerde "Kesin sonuç" olarak lanse edilerek önümüze konulmuş ve bazılarımızca da kabul görmüş durumdadır.

2. yöntem üzerinden yapılan çalışma yapanların çıkış noktalarının altında Kur'an kelimelerine Kur'an'ın verdiği anlamı değil, kendilerinin uygun gördüğü anlamı vererek, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatma çabası yatmaktadır. Fakat Kur'an kendi içinde öyle bir anlam örgüsüne sahip kitaptır ki, onun kelimeleri üzerinde kim oynamaya kalkarsa, kişinin yaptığı yanlış bir anlamlandırma ameliyesi başka bir ayette kişinin yüzüne tokat gibi patlamaktadır.

Bu noktada bazı kimselerin: "Sizin yanlış olduğunu iddia ettiğiniz 2. yöntemi yapanların yanlışlarını nasıl anlayabiliriz?" sorusunun cevabını vermeye çalışmak bu yazının ana konusudur.

Bilindiği gibi ülkemizde Kur'an üzerine çalışma yapan "Süleymaniye Vakfı" adlı bir kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşun takdire şayan çalışmaları olduğu gibi, tenkide şayan çalışmaları da bulunmaktadır. Tenkide şayan gördüğümüz bazı çalışmalarını bundan önceki bazı yazılarımızda ortaya koymaya çalışmış, kendilerini ve takipçilerini uygun bir üslupla uyarmaya çalışmıştık.

Bugün bu yazımızda, vakfın internet sitesinde yayınlamış olduğu mealin İsra s. 1. ayetinde geçen "İsra" kelimesine verdiği ve bu kelimenin geçtiği diğer ayetlere yine aynı vakfın mealindeki diğer Kur'an ayetlerine verdiği anlamlar ile birlikte değerlendirerek ne derece doğru olabileceği üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Vakfın İsra s. 1. ayetine ve "İsra" kelimesine verdiği anlam şu şekildedir:

İsra s. 1---- Bir kısım ayetlerini göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığı el-mescidü'l-aksâya[1*] /en uzak mescide çıkaran[2*] Allah, bütün eksikliklerden uzaktır[3*]. O, daima dinleyen ve görendir.

Vakfın Mescid-i Aksa ve İsra kelimeleri ile ilgili verdiği bilgi de şu şekildedir: 

 [1*] İsra 17/60, Necm 53/13-18. el-mescidü'l-aksâ /en uzak mescid, yedinci kat semada olan ve sürekli ibadete açık olan el-Beyt’ül-Ma’mûr’dur (Tûr 52/4-5). Gelenekte Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olduğu kabul edilir. Halbuki Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettiğinde orada böyle bir mescit yoktu. Bu sebeple Süleyman Mâbedi’nin molozlar altında kalan yerini temizleyip orada namaz kıldırmıştı (Nebi Bozkurt, Mescid-i Aksâ, DİA). Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescidü'l-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56). 

[2*] İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılarak ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetlerde “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. (Taha 20/77, Şuarâ 26/52). âyetlerde “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili ayetlerden dolayı onlarda da onun varlığı takdir edilir. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredât, (سرى) mad). Kur’an’da isrâ kökünden gelen fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Necm suresindeki ayetler (Necm 53/13-18) “isrâ”nın, yukarıya çıkarma anlamında olduğunun en açık delilleridir. Kelimenin geçtiği diğer beş ayetten ikisi, Lut aleyhisselama verilen şu emri içerir: “Gecenin bir bölümünde aileni isrâ et/ en yukarıya çıkar!” (Hud 11/81, Hicr 15/65). Tevrat’ta da yer alan “yukarıya çıkar!” emri, gelecek azaptan kurtulmaları için Lut aleyhisselamın, ailesini dağa çıkarması emridir (Tekvin 19/17). Diğer üç ayette ise Musa aleyhisselama, “kullarımı en yukarıya (dağa) çıkar!” (Taha 20/77, Şuarâ 26/52, Duhan 44/23) emri içerir. O dağ, İsrailoğullarını götürdüğü Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2.000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (Suna Doğaner, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz.

Anlaşıldığı üzere vakfa göre Mescid-i Aksa semada olan bir yerdir. Bu görüşü temellendirmek için verdiği Tur s. 4. ve 5. ayetler ile ilgili farklı diğer görüşler de olduğu unutulmamalıdır. Vakıf, görüşü için referans olarak verdiği ayette sanki bu görüşü kesinmiş ve ilgili ayet sadece bu görüşü onaylıyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Halbuki bu konuda sahip oldukları görüş, o ayet ile ilgili ortaya atılan görüşlerden bir görüştür ve hata ihtimali de barındırmaktadır. "Mamur Ev" terkibi ile ifade edilen yerin Kabe olduğu görüşü doğruya daha yakın bir görüştür.

Ayrıca Necm s. 18. ayetini çıkışa referans olarak vermesi anlaşılır bir durum değildir. Ve bu görüşlerinin yanlışlığını örtmek için Necm s. 13. ayetini açık ve net bir şekilde tahrif ederek vermekte beis görmemektedirler. "Ve lekad reahu nezleten uhra" ayeti içinde geçen ve inişi ifade eden "Nezleten" kelimesini meale almayıp "(Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü." şeklinde çevirerek affedilmez bir tahrife yönelmişlerdir.

Ayrıca "İsra" kelimesine verdiği anlamı referans olarak gösterdiği Müfredat adlı sözlükte, bu kelimenin anlamı sanki ilk anlam olarak böyle verilmiş gibi göstermesi de yanlı bir okuma anlama yapmanın göstergesidir. "kur'anmeali.com" adlı sitede yayınlanan bu kitabın ilgili kelimeye verdiği anlam şu şekildedir: 

سُرَى : Gece yürüyüşü. Bu kökten سَرَى ve أَسْرَى fiil formları gelir: فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ : Geceleyin ailenle birlikte yola çık (11/Hûd 81); سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ : Bir gece, kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! (17/İsra 1). Bazıları; أَسْرَى fiilinin سَرَى يَسْرِي kökünden değil, geniş yer anlamındaki سَرَاة kökünden geldiğini ve aslının vav’lı olduğunu söylemektedir. Nitekim şair de şöyle demiştir:

Kimisi de bu kelimenin yükseklik anlamındaki سَرْو ’den geldiğini söylemektedir. رَجُلٌ سَرِيٌّ /Şerefli adam, denir. Bu görüşe göre, âyette geçen ( سَرِيًّا ) kelimesi, Hz. İsa’ya ve Yüce Allah’ın ona ait kıldığı yüce makama işaret etmektedir. سَرَوْتُ الثَّوْبَ عَنِّي /Elbiseyi üzerimden çıkardım, denir.

Sözlük, aslında vakfın kabul ettiği görüşü, kelimenin ilk anlamı olarak vermemiş, kimisinin bu kelimeye verdiği anlam şeklinde vermiştir. Ancak vakıf kelimeye referans olarak verdiği anlamı, sözlük bu kelimeye sanki ilk anlam olarak "En yükseğe çıkarma" anlamı vermiş gibi bir durum oluşturarak yanlı bakışını burada da ortaya koymaktadır.

Vakıf mealinde "İsra" kelimesinin geçtiği (Hud s. 81- Hicr s. 65- İsra s. 1- Taha s. 77- Şuara s. 52- Duhan s. 23) ayetlerin tamamı, kelimenin asıl anlamı olan "Yere paralel düz yürüyüş" yerine "Yükseğe, dağa çıkarmak" olarak verilmiştir. Ancak yukarıda söylediğimiz, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü, vakfın bu kelimeye verdiği anlamı burada da yalanlamaktadır. Şöyle ki:

İlgili kelimenin kökünden türemiş olan diğer 2 kelime farklı ayetlerde geçmektedir. Süleymaniye Vakfı mensuplarından olan ve "K.Ö.K" adı ile programlar yapan ve benim de ilgiyle izleyip bilgilendiğim sayın Erdem Uygan ve sayın Dr Fatih Orum beylerin bu programlardaki çıkış noktaları ve benim de kendilerine katıldığım bir nokta olan, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur. Kur'an'da geçen kelimelerin anlamları, kökleri dikkate alınarak anlamlandırılma ve bütün anlamlar kök anlama uygun olarak verilmelidir. Sözlükler değil Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü bir kelimenin doğru anlamını verebilir." şeklindeki doğru tesbitler, maalesef bu mealde yerini bulamamaktadır. 

Fecr s. 4. ayeti: "Velleyli iza yesr" "ve başladığında[1*] o geceye yemin olsun![2*]"

Dikkat edilirse ayet içinde geçen "Yesr" kelimesi aynı köktendir ve kelimeye nereden ve hangi sözlükten çıkardıkları belli olmayan "Başlamak" anlamı verilmiştir. Ancak kur'anmeali.com sitesinde vakfın bu ayete verdiği meal "Geçip giderken o tek geceye özellikle bakın."şeklindedir. Dikkat edilirse ilgili kelimeye verilen burada "Geçip gitmek" şeklindedir. Vakıf, oluşturmuş olduğu isra anlayışına bu kelimeye böyle bir anlam ters olduğu için kelimeyi "Başlamak" olarak değiştirmeyi uygun gördüğünü düşünmekteyiz.

Meryem s. 24. ayeti: "Fe nedehe min tahtihe enla tahzeni gad caale Rabbüki tahteki seriyyen"

"(Cebrail, Meryem’in) bulunduğu yerin aşağısından ona şöyle seslendi: “Üzülme! Rabbin, bulunduğun yerin aşağısında, fışkıran bir su oluşturdu."

Vakıf mealinde Meryem s. 24. ayeti içinde geçen aynı kökten olan "Seriyyen" kelimesi "Fışkıran bir su" olarak meallendirilmiştir. Çünkü "İsra" kelimesine yükseğe çıkmak olarak verdikleri anlam dikkate alınırsa "Seriyyen" kelimesine de "Yükseğe çıkan su" anlamı verilmesi gerektiğini düşünmüş olacaklar ki böyle bir anlam tercihinde bulunmuşlardır.

Bu ayetin kur'anmeali.com sitesindeki mealinde aynı kelime "Pınar" olarak verilmiştir. Yine anlaşılıyor ki vakıf "Seriyyen" kelimesini, oluşturmuş olduğu isra anlayışı için pınar kelimesi pek uygun düşmemesi nedeniyle, yukarı çıkmak anlamına uygun düşecek biçimde değiştirmiştir. Halbuki bu kelime yine "Yere paralel olarak akan su" anlamındadır.

Siyer kitaplarında çokça rastladığımız "Seriyye" kelimesinin "Askeri birlik" anlamı ve askerlerin sıra ile ard arda yürümesi dikkate alınarak bu kelime ile ifade edilmesi, kelimenin daha doğru anlaşılmasında dikkate değer bir noktadır.

Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsünü dikkate aldığımızda ve vakıf mensuplarının hazırladığı K.Ö.K adlı programda dile getirdikleri üzere, Kur'an'da eş anlamlı kelime olmadığını dikkate aldığımızda, Kur'an'da  "Fışkıran su" anlamı verilen başka bir kelime karşımıza çıkacaktır.

Vereceğimiz ilgili ayet mealleri Süleymaniye Vakfı mealinden alınmıştır.

Bakara s. 60---Yine bir gün Musa, halkı için su talebinde bulundu. Biz de ”Değneğinle şu taşa vur!” dedik. Hemen oradan on iki pınar kaynadı (Fenfeceret). Her bir bölük, su içeceği yeri öğrendi. (Onlara) “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ama bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.” dedik.[*]

Bakara s. 74---Bütün bunların ardından yine de kalpleriniz katılaştı; artık onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Öyle taşlar var ki içlerinden ırmaklar fışkırır(Yetefecceru). Çatlayıp içinden su çıkan hatta Allah korkusundan aşağı yuvarlanan taşlar da vardır.[*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir

İsra s. 90---(Mekkeli müşrikler) Dediler ki: “Bize yerden bir pınar fışkırtıncaya ( Tefcura) kadar sana asla inanmayacağız![*]

İsra s. 91---Veya hurması ve üzümü olan bir bahçen olmalı, onların arasından da nehirler fışkırtıp akıtmalısın!(Fetufeccuru tefcira)[*]

Kehf s. 33--- Her iki bağ, ürünlerini eksiksiz olarak vermişti. Aralarından da bir ırmak çıkarıp akıtmıştık(Feccerna).

Yasin s. 34---O toprakta hurma ve üzüm bağları oluşturduk. Oralarda gözelerden sular kaynattıkFeccerna)[*].

İnsan s. 6--- Allah’ın o kulları, fışkırtacakları (Yufecciru) bir kaynaktan onu içecekler[*].

İnfitar s. 3--- denizler (kıtaların üzerine) taşırıldığında,(Fuccirat)[*]

Görüldüğü üzere Kur'an içinde suyun yerden fışkırması ile ilgili geçen ayetlerin kökü "Fecere" kelimesi ve onun türevleri kullanılarak ifade edilmektedir. Yani vakfın Meryem s. 24. ayetinde geçen "Seriyyen" kelimesine "Fışkıran su" anlamı vermesi Kur'an'ın kendi anlam örgüsünü dikkate aldığımızda uygun düşmemektedir.

Ayrıca Kur'an yerden göğe doğru olan bir çıkışı "Arece" kelimesi ile ifade etmektedir ve asıl önemli nokta bu kelimedir. Hicr s. 14- Secde s. 5- Sebe s. 2- Zuhruf s. 33- Mearic s. 3 ayetlerine baktığımızda bu durumu açıkça görebiliriz. Şimdi vakıf yetkililerine şunu sormak istiyoruz: 

Hem, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur" diyeceksiniz hem de yere paralel yürüyüş anlamı olan bir kelimeyi, hatta "İsra" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerin hiçbirinde göğe yükseliş olarak değil de, dağa veya yükseğe çıkış olarak olarak meal verdiğiniz halde ve göğe yükseliş ile ilgili anlatımlar "Arece" kelimesi ile ifade edilmiş olduğu halde, hangi akla hizmetle "İsra" kelimesine göğe yükseliş anlamı vermeye cesaret edebiliyorsunuz?

Bütün bunlar bize şunu göstermektedir: Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuğu göğe doğru yapılmış bir yolculuk olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a doğrulatmak için ilgili ayetler üzerinde anlam tahrifi yapmaktan çekinmemektedir. Geçmişte kitapları üzerinde anlam tahrifini yapan Yahudiler birçok Kur'an ayetinde eleştirilmiş olmalarına rağmen, vakıf yetkilileri bu eleştirilerden pek ders almış görünmemektedir.

Temennimiz, Vakıf yetkililerin adetli kadının namazı gibi bazı konularda yaptığı ve hatalı anlayışlardan dönüşü İsra suresi 1. ayeti hakkında da göstermesidir.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

20 Ocak 2025 Pazartesi

MÜ'MİNUN SURESİ MEALİ

1- O inananlar kesinlikle başarıya eriştirilmiştir.

2- Onlar ki, kulluk görevlerinde saygı duyanlardır.

3- Ve onlar ki, o amaçsız sözden kayıtsız kalanlardır.

4- Ve onlar ki, o arınmayı yapanlardır.

5- Ve onlar ki, ırzlarını kollayanlardır.

6- Eşlerine veya sağ elleriyle sahip olduklarına hariç. Bundan dolayı şüphesiz ki onlar kınanmış olmazlar.

7- Artık kim bunun ötesinin peşine düşerse, işte onlar o sınırı aşanların ta kendileridir.

8- Ve onlar ki, emanetlerine ve anlaşmalarına çobanlık edenlerdir.

9- Ve onlar ki, kulluk görevlerini kollayanlardır.

10- İşte onlar, o mirasçıların ta kendileridir.

11- Onlar ki, o Firdevs cennetlerine mirasçı olurlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

12- Ve ant olsun ki biz o insanı bir çamurdan bir süzmeden takdir ettik.

13- Sonra onu bir sabit yerde bir döllenmiş hücre olarak oluşturduk.

14- Sonra o döllenmiş hücreyi bir (rahme) asılı bir embriyo olarak takdir ettik. Bunun ardından (rahme) asılan o embriyoyu bir parça et olarak takdir ettik. Bunun ardından o parça eti kemikler olarak takdir ettik. Bunun ardından o kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu diğer bir takdir edişle oluşturduk. O takdir edicilerin en iyisi Allah, bereketin kaynağıdır.

15- Sonra, şüphesiz ki siz bundan sonra kesinlikle öleceksiniz.

16- Sonra, şüphesiz ki siz o kalkışın günü harekete geçirileceksiniz.

17- Ve ant olsun ki üstünüzde yedi yol takdir ettik. Ve biz o takdir edişten duyarsızlar da olmadık.

18- Ve o gökten bir ölçüyle bir su indirdik de onu o yerde durgunlaştırdık. Ve şüphesiz ki biz onu gidericiliğe de kesinlikle güç yetiricileriz.

19- Böylece, onunla sizin için hurmalıklardan ve üzümlüklerden bahçeler oluşturduk. Sizin için o bahçelerde (daha başka) birçok meyveler de vardır ve onlardan yiyorsunuz.

20- Ve (yine onunla) Tur-i Sina dan o yiyenlere o yağı ve bir katığı bitiren bir ağaç çıkıyor.

21- Ve şüphesiz ki, sizin için o hayvanlarda kesinlikle bir ders vardır. Onların karınlarındaki şeyden sizi suvarmaktayız. Ve sizin için onlarda (daha başka) bir çok faydalar da vardır. Ve bir kısmından da yiyorsunuz.

22- Ve onların üzerinde ve o gemilerin üzerinde taşınıyorsunuz.

23- Ve ant olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik de: "Ey topluluğum, Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" dedi.

24- 25- Bunun üzerine topluluğundan olan o dolgun (gerçeği) örtenler: "Bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası değildir, size karşı lütuflanmak istiyor. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle melekler indirirdi. Biz bunu o ilk atalarımızda işitmedik. O, kendisinde bir cinnet hali olan bir adamdan başkası değildir. Artık onun için bir süreye kadar bekleyin" dedi.

26- (Nuh): "Ey Efendim, beni yalanladıkları şeye karşı bana yardım et" dedi.

27- 28- 29- Bunun üzerine biz de ona: "Bizim gözetimimiz ve vahyimizle gemiyi ustalıkla yap. Artık buyruğumuz geldiği ve o tandır kaynadığı (yerden sular fışkırmaya başladığı) zaman, her bir çiftten ikişer ve onlardan, önceden üzerine o söz geçmiş kimse dışında aile halkını ona sok ve haksızlık yapanlar hakkında bana hitap etme. Çünkü onlar batırılmış (olacak)lardır. Artık sen ve senin beraberinde olanlarla geminin üzerine denkleştiğin zaman: 'O övgü, o haksızlık yapan topluluktan bizi kurtaran Allah'a dır' de. Ve yine, 'Ey Efendim, beni bir bereketlenmiş inilecek yere indir, ve sen o ağırlayanların en hayırlısısın' de"  diye vahyettik.

30- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle ayetler vardır. Ve şüphesiz ki biz yoklayanlardık.

31- Sonra onların arkalarından diğerlerini bir kuşak olarak oluşturduk.

32- Onlara da: "Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" (desin) diye içlerinden bir elçi gönderdik.

33- 34- 35- 36- 37- 38- Ve topluluğundan (gerçeği) örten ve o sonrakinin karşılaşmasını yalanlayan ve bu şimdiki yaşamda kendilerini refahladığımız o dolgunlar: "Bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası değildir. Ondan yemekte olduğunuz şeylerden yiyor ve içmekte olduğunuz şeylerden de içiyor. Ve ant olsun ki sizin örneğiniz bir beşere itaat edecek olursanız, o takdirde süphesiz ki siz kesinlikle ziyan edenlersiniz. O, size şüphesiz ki siz öldüğünüz ve bir toprak ve kemikler olduğunuz zaman, şüphesiz ki siz (topraktan) çıkarılmışlarsınız diye söz mü veriyor? Sizin söz verildiğiniz şey çok uzak çok uzak. O (yaşam), bu şimdiki yaşamımızdan başkası değildir, ölürüz ve yaşarız ve (öldükten sonra) biz harekete geçirilmişler de olmayacağız. O, Allah'a karşı bir yalan yakıştıran bir adamdan başkası değildir ve biz ona inananlar da değiliz" dedi. 

39- (Elçi):"Ey Efendim, beni yalanladıkları şeye karşı bana yardım et" dedi.

40- (Allah): "Az (yalanlama)dan (sonra) kesinlikle pişmanlar olarak sabahlayacaklar" dedi.

41- Derken o korkunç ses o gerçekle onları tutuverdi de onları bir sel süprüntüsüne dönüştürdük. Artık uzaklık, o haksızlık yapanlar topluluğuna olsun.

42-  Sonra onların arkalarından diğerlerini bir kuşak olarak oluşturduk.

43- (Yok edilen) hiçbir toplum kendi süresini öne çekemiyor ve sonralayamıyordu.

44- Sonra elçilerimizi teker teker gönderdik. Her ne zaman bir topluma elçileri gelse, onu yalanladılar. Böylece (süreç içinde) onların bazısını bazısının peşine taktırdık (yok ettik). Ve onları olmuş geçmiş bir olay haline dönüştürdük. Artık uzaklık, inanmaz bir topluluk için olsun.

45- 46- Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u Firavun'a ve onun dolgunlarına (gözle görülen) ayetlerimizle ve bir açıklayan yetkiyle gönderdik de onlar büyüklük tasladılar ve bir yücelenenler topluluğu oldular.

47- (Musa ve Harun için):"İkisinin topluluğu bize kulluk edenler olan, bizim örneğimiz iki beşere inanır mıyız?" dediler.

48- Böylece ikisini yalanladılar da o yok edilmişlerden oldular.

49- Ve ant olsun ki Musa'ya doğruya iletilmeleri için o kitabı vermiştik.

50- Ve Meryem'in oğlunu ve annesini (gözle görülen) bir ayet yaptık. Ve ikisini sabit (oturmaya elverişli) ve su gözesi olan bir tepeye sığındırdık.

51- 52- (Gönderdiğimiz bütün elçilere): "Ey o elçiler, o temizlerden yeyin bir düzgün iş işleyin. Şüphesiz ki ben, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi biliciyim. Ve şüphesiz ki işte sizin bu toplumunuz tek bir toplumdur ve ben de sizin Efendinizim. O halde bana karşı korunun" (diye vahyettik).

53- Buna rağmen onlar(a inandıklarını söyleyenler) işlerini kendilerinin arasında yazılı metinler halinde paramparça ettiler. Her bir grup kendilerinin yanında olan şeyle sevinenlerdir.

54- Artık onları bir süreye kadar, dalgınlıkları içinde bırak.

55- 56- Onlar kendilerini onunla ancak ve ancak (kısa bir süre) uzatmakta olduğumuz maldan ve oğullardan dolayı, onlar için o hayırlara yarıştığımızı mı hesap ediyorlar? Hayır onlar fark etmezler.

57- 58- 59- 60- 61- Şüphesiz ki onlar Efendilerinin endişesinden titreyenler. Ve onlar ki Efendilerinin ayetlerine inanırlar. Ve onlar ki Efendilerini ortaklaştırmazlar. Ve onlar ki Efendilerine dönücüler oldukları(na inandıkları) için verdikleri şeyi kalpleri bir ürpertiyle verirler. İşte onlar, o hayırlarda birbirleiryle yarışanlardır. Ve onlar, bunlar için de öne geçenlerdir.

62- Ve bir benliği genişliğinin dışında yükümlendirmeyiz. Ve yanımızda o gerçeği konuşur bir kitap vardır ve onlara haksızlık yapılmaz.

63- Hayır, onların kalpleri bundan bir dalgınlık içindedir. Ve onların bunun aşağısından da işleri vardır ki onlar bunları işleyenlerdir.

64- Nihayet onların refahlılarını o azaba tuttuğumuz zaman, birden onlar feryat ederler.

65- Bugün feryat etmeyin, şüphesiz ki siz bizden yardım göremezsiniz.

66- 67- Benim ayetlerim size peşi sıra okunuyordu da, buna karşılık siz ona karşı büyüklük taslayarak gece konuşmalarında çirkin sözler savurup ökçeleriniz üzerinde geri kaçıyordunuz.

68- Onlar o sözü derinlemesine düşünmediler mi? Yoksa o ilk atalarına gelmeyen şey onlara mı geldi?

69- Yoksa elçilerini tanımadılar da, bu yüzden mi onu yadırgayıcılardır?

70- Yoksa: "Onda bir cinnet hali var" mı diyorlar? Hayır onlara o gerçeği getirmiştir, oysa onların tamamı gerçeği çirkin görenlerdir.

71- Ve eğer o gerçek onların keyfi arzularına takılmış olsaydı, o gökler ve o yer ve onların içinde olanlar bozulurdu. Hayır, biz onlara hatırlamaları gerekenleri getirdik, oysa onlar hatırlamaları gerekenlerden kayıtsız kalanlardır.

72- Yoksa sen onlardan bir vergi mi soruyorsun? Oysa senin Efendinin vergisi daha hayırlıdır. Ve O, o rızık verenlerin en hayırlısıdır.

73- Ve şüphesiz ki sen onları kesinlikle bir dosdoğru yola çağırıyorsun.

74- Ve şüphesiz ki o sonrakine inanmazlar ise, o (dosdoğru) yoldan kesinlikle dışarı çıkanlardır.

75- Ve eğer onlara merhamet etmiş ve onlardaki zorluktan olan şeyi kaldırmış olsak, yine de taşkınlıkları içinde bocalayarak inat ederlerdi.

76- Ve ant olsun ki biz onları o azaba tuttuk da Efendilerine karşı yine de boyun eğmek istemediler ve yalvarıp yakarmıyorlardı da.

77- Nihayet üzerlerine bir sert azap sahibi kapı açtığımız zaman, birden onlar onun içinde umutlarını yitirenlerdir.

78- Ve O, size o işitmeyi ve o görmeleri ve o gönülleri oluşturdu. Ne de az şükrediyorsunuz.

79- Ve O, sizi o yerde yaydı. Ve yalnızca O'na sürülüp toplanılacaksınız.

80- Ve O, yaşatır ve öldürür. Ve o gece ve o gündüzün aykırılaşması da O'na aittir. Halâ bağ kurmaz mısınız?

81- Hayır, onlar da o ilklerin dediği şeyin örneğini dediler.

82- 83- "Biz öldüğümüz toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi harekete geçirilmişler (olacağ)iz? Ant olsun ki bize ve atalarımıza bundan önce de bununla söz verilmişti. Bu, o ilklerin söylencelerinden başkası değil" dediler.

84- De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin), o yer ve ondaki kimseler kimindir?"

85- Diyecekler ki: "Allah'ındır." De ki: "Halâ hatırlamaz mısınız?"

86- De ki: "O yedi göklerin Efendisi ve o çok büyük tahtın Efendisi kimdir?"

87- Diyecekler ki: "Allah'tır." De ki: "Halâ korunmaz mısınız?"

88- De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin hükümranlığı kendisinin elinde olan ve O himaye eden ve kendisi himaye edilmez kimdir?"

89- Diyecekler ki: "Allah'tır." De ki: "Böyle iken nasıl sihirleniyorsunuz?"

90- Hayır, biz onlara o gerçeği getirdik. Ve şüphesiz ki onlar kesinlikle yalancılardır.

91- Allah, asla bir çocuğa tutunmamıştır. Ve O'nun beraberinde asla (başka) bir tanrı da olmamıştır. Öyle olsaydı, her tanrı takdir ettiği şeyi (onlarla güçlü olmak için) götürür ve onların bir kısmı bir kısmının üzerine kesinlikle yüce olurdu. Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

92- O algılanamayananın ve o tanık olunanın bilicisidir. Onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden yücedir.

93- 94- De ki: "Ey Efendim, eğer onların söz verilmekte oldukları şeyi bana gösterecek olursan, ey Efendim artık beni o haksızlık yapanlar topluluğunun içinde bırakma."

95- Ve şüphesiz ki biz, onlara söz vermekte olduğumuz şeyi sana da göstermeye kesinlikle güç yetiricileriz.

96- Sen o kötülüğü o en iyiyle sav. Onların nitelemekte oldukları şeyleri biz en iyi bileniz.

97- 98- Ve de ki: "Ey Efendim, o şeytanların çekiştirmelerinden sana sığınırım. Ve ey Efendim bana hazır (benim kıyımda) olmalarından da sana sığınırım."

99- 100- Nihayet onlardan birine o ölüm geldiği zaman: "Ey Efendim, bıraktığım şey de bir düzgün iş işlemem için beni döndürün" der. Hayır, şüphesiz ki o (söz) onun (boşa) söylediği bir kelimedir. Ve onların ötesinden harekete geçirilecekleri güne kadar bir engel vardır.

101- O boruya üflenildiği zaman, artık o gün onların arasında soy bağı kalmaz ve birbirlerini de soruşturamazlar.

102- Artık kimin tartılanları ağır gelirse, işte onlar o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

103- Ve kimin tartılanları hafif gelirse, işte onlar benliklerini ziyana sokmuşlar, cehennemde sürekli kalıcıdırlar.

104- O ateş onların yüzlerini yalar ve onlar orada (pişmiş kelle gibi) sırıtanlardır.

105- (Allah): "Benim ayetlerim size peşi sıra okunmadı mı, oysa siz onları yalanlıyordunuz?" (dedi).

106- 107- (Onlar): "Ey Efendimiz, kötü sonluluğumuz bizi yendi ve biz bir sapkınlar topluluğu olduk. Ey Efendimiz, bizi buradan çıkar, eğer tekrar dönersek, artık kesinlikle biz haksızlık yapanlarız" dediler.

108- 109- 110- 111- (Allah): "Defolun oraya ve bana konuşmayın. Gerçek şu ki, kullarımdan bir bölük 'Ey Efendimiz biz inandık, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen o merhametlilerin en hayırlısısın' derlerdi de, siz onlara bir maskara olarak tutundunuz. Nihayet onlar beni hatırlamayı size unutturdular. Siz de onlardan (bahsederek) gülenler oldunuz. Şüphesiz ki ben, bugün direnip gayret ettikleri nedeniyle onlara karşılık verdim. Şüphesiz ki onlar o kurtuluşa erenlerin ta kendileridir" dedi.

112- (Allah): "O yerde (kabirlerde) seneler sayısınca kaç zaman kaldınız?" dedi.

113- (Onlar): "Bir gün veya günün bir kısmı kaldık, artık o sayıcılara sor" dediler.

114- 115- (Allah): "Pek az (bir zaman) dışında kalmadınız, eğer gerçekten bilenlerden olsaydınız. Sizi ancak ve ancak bir gereksiz iş olarak takdir ettiğimizi ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi hesap mı ettiniz?" dedi.

116- O gerçek hükümdar Allah, yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O çok değerli tahtın Efendisidir.

117- Ve kim hakkında onu doğru sonuca götüren bir delil  olmadığı halde Allah'ın beraberinde diğer bir tanrıyı da çağırırsa, artık onun hesabı ancak ve ancak kendisinin Efendisinin yanındadır. Gerçek şu ki, o (gerçeği) örtenler başarıya eriştirilmez.

118- Ve de ki: "Ey Efendim, bağışla ve merhamet et ve sen o merhametlilerin en hayırlısısın."


10 Ocak 2025 Cuma

HAC SURESİ MEALİ

1- Ey o insanlar, Efendinize karşı korunun. Şüphesiz ki, o saatin sarsıntısı büyük bir şeydir.

2- Onu göreceğiniz gün her bir emziren dişi emzirdiği şeyden kaçar ve her yük sahibi de yükünü doğurur. Ve o insanları sarhoşlar olarak görürsün, oysa onlar sarhoşlar değildir. Fakat Allah'ın azabı serttir.

3- Ve o insanlardan kimi, bir bilgi olmaksızın Allah hakkında söz dalaşı yapar ve her bir inatçı şeytana takılır.

4- Onun üzerine yazılmıştır ki: "Gerçek şu ki, kim ona yönelirse, şüphesiz ki artık o, onu saptırır ve onu o alevli ateşin azabına iletir.

5- Ey o insanlar, eğer (ölümden sonra yeniden) harekete geçirilmekten bir belirsizlik içindeyseniz, şüphesiz ki biz sizi bir topraktan, sonra bir döllenmiş hücreden, sonra (rahme) asılan bir embriyodan, sonra takdiri belli belirsiz bir parça etten takdir ettik ki size (ölümden sonra yeniden dirilişi) açıklamamız için. Ve dilediğimiz şeyi bir isimlenmiş süreye kadar o rahimlerde sabitliyor, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra  en sertliğinize ulaşmanız için (sizi büyütüyoruz). Ve içinizden kiminin ömürleri tamamlanıyor ve içinizden kimi de bilginin ardından hiçbir şey bilmemesi için o ömrün en aşağılığına geri döndürülüyor. Ve o yeri kurumuş olarak görürsün. Biz onun üzerine o suyu onun üzerine indirdiğimiz zaman, birden silkelenir ve kabarır ve her bir göz alıcı çiftten bitirir.

6- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o gerçeğin ta kendisi olması nedeniyledir. Ve şüphesiz ki O, o ölülere yaşam verir ve şüphesiz ki O, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

7- Ve şüphesiz ki o saat gelecektir, onda bir belirsizlik yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, o kabirlerdeki kimseleri harekete geçirecektir.

8- 9- Ve o insanlardan kimi, bir bilgi ve bir doğruya ileten ve bir ışık veren kitabı olmaksızın Allah'ın yolundan saptırmak için yanını bükerek (kibirlenerek) Allah hakkında söz dalaşı yapar. Ona bu şimdikinde bir rezillik vardır. Ve ona o kalkışın günü o yakıp kül edicinin azabını da tattıracağız.

10- İşte bu, senin iki elinin öncelediği nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, kullara haksızlık yapan değildir.

11- Ve o insanlardan kimi Allah'a (olması gereken gibi değil) bir uç üzerinde kulluk eder. Eğer ona bir hayır eriştirilirse, onunla rahatlar. Ve eğer ona bir deneme eriştirilirse, yüzüstü çevrilir. (Böylesi) bu şimdikinde ve o sonrakinde ziyan etmiştir. İşte bu, o açıklayan ziyanın ta kendisidir.

12- Allah'ın aşağısından kendisine zorluk veremez ve fayda veremez şeyleri çağırır. İşte bu, o apaçık sapkınlığın ta kendisidir.

13- Ona zorluğu faydasından daha yakın olan kimseyi çağırır. (Çağırdığı) kesinlikle ne kötüdür o sahip ve kesinlikle ne kötüdür o oymak. 

14- Şüphesiz ki Allah, inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanları altlarından o nehirler akar bahçelere girdirir. Şüphesiz ki Allah, ne isterse yapar.

15- Kim Allah'ın bu şimdikinde ve o sonrakinde ona asla yardım etmeyeceğine kanaat getiriyor ise, artık göğe bir araç uzatsın sonra (yardımı) kessin de sonra onun plânı öfkelenmekte olduğu şeyi artık gideriyor mu baksın.

16- Ve işte böyle biz onu apaçık ayetler olarak indirdik. Ve şüphesiz ki Allah kimi isterse doğruya iletir.

17- Şüphesiz ki inanmışlar ve dönenler* ve o sabiiler ve o yardımcılar ve o mecusiler ve ortaklaştıranlar (var ya). Şüphesiz ki Allah, o kalkışın günü onların arasını ayıracaktır. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine bir tanıktır.

*Hadu kelimesine "Dönenler" anlamı verme gerekçemiz, Araf s. 156. ayetindeki bağlamına binaendir.

*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlmı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

18- Görmedin mi o göklerdeki kimseler ve o yerdeki kimseler ve o güneş ve o ay ve o yıldızlar ve o dağlar ve o ağaçlar ve o canlılar ve o insanlardan bir çoğu, şüphesiz ki Allah'a boyun eğmektedir. Ve bir çoğunun üzerine de o azap bir gerçek olmuştur. Ve Allah kimi önemsizleştirirse, artık onun için hiçbir değer verici yoktur. Şüphesiz ki Allah, ne dilerse yapar.

19- 20- 21- 22- İşte şu çekişen iki taraftır Efendileri hakkında çekiştiler. Artık (gerçeği) örtenlere onlar için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üzerinden ise o kaynar su dökülür. Onunla karınlarındaki şeyler ve o derileri eritilir. Ve onlar için demirden kamçılar vardır. Oradaki kederden çıkmayı her istediklerinde, oraya tekrar döndürülürler ve: "O yakıp kül edicinin azabını tadın" (denilir).

23- Şüphesiz ki Allah inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanları altlarından o nehirler akar bahçelere girdirir, orada altından bilezikler ve incilerle süslendirilirler. Ve onların oradaki elbiseleri de ipektir.

24- Ve o sözden o temiz olanına iletilmişlerdir. Ve o övgüye lâyık olanın yoluna iletilmişlerdir.

25- Şüphesiz ki (gerçeği) örtenler ve Allah'ın yolundan ve orada (Mekke'de) o yerleşik olan ve o çöldeki olan o insanlara onu denk yaptığımız o Yasak Mescit'ten uzaklaştıranlar (bilsinler ki.) Ve kim orada haksızlıkla eğriliğe sapmak isterse, ona acı azaptan tattırırız.

26- 27- 28- Ve bir zaman İbrahim'i o Ev'in yerine: "Bana hiçbir şeyi ortaklaştırma ve evimi, o etrafında dönerek yürüyenler ve o ayakta (kıyama) duranlar ve o saygıyla eğilip o boyun eğenler için temizle. Ve o insanlara haccı duyur ki, yaya olarak ve her yorgun deve üzerinde kendilerine faydalara tanık olmaları ve bilinmiş günlerde kendilerine rızık olarak verdiğimiz o dört ayaklı hayvanlardan onların üzerine Allah'ın ismini hatırlamaları için her derin vadiden (aşarak) sana gelirler. Artık ondan yeyin ve o sıkıntı çeken muhtaçlara de yedirin" diye yerleştirmiştik.

 29- Sonra vücut temizliklerini yerine getirsinler ve adaklarını eksiksiz yerine getirsinler ve o Eski Ev'in etrafında dönerek yürüsünler.

 30- İşte böyle. Ve kim Allah'ın hürmetlerini büyültürse, artık o kendisinin Efendisinin yanında onun için daha hayırlıdır. Ve size peşi sıra okunan şeyler dışındaki o hayvanlar size serbestleştirildi. Artık o pislik putlardan uzaklaşın ve (gerçeği) yamultmadan da uzaklaşın.

31- O'na ortak koşmaksızın (fıtrat yasalarına göre) Allah'a meyilliler olarak. Ve kim Allah'ı ortaklaştırırsa, o gökten düşmüş de o kuş onu kapıveriyor veya o rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.

32- İşte böyle. Ve kim Allah'ın farkındalıklarını büyültürse, artık şüphesiz ki bu, o kalplerin korunma bilicindendir.

33- Sizin için onlarda bir isimlenmiş süreye kadar faydalar vardır. Sonra onların kesilecekleri yer o Eski Ev'dir.

34- Ve biz her bir toplum için kendilerine rızık olarak verdiğimiz o dört ayaklı hayvanlardan üzerine Allah'ın ismini hatırlamaları için (hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı bir kulluk görevi belirledik. Sizin tanrınız tek bir tanrıdır. O halde O'na teslim olun. Ve o gönülden saygı duyanları müjdele.

35- Onlar ki, Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir ve kendilerine eriştirilene karşı o direnip gayret ederler ve o kulluk görevini ayakta tutarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.

36- Ve o iri bedenli develer, onları da sizin için Allah'ın farkındalıklarından olarak oluşturduk. Onlarda sizin için bir hayır vardır. (Kesim için) saflar oldukları zaman, artık onların üzerine Allah'ın ismini hatırlayın. Yanları üzeri düşüp kımıldamadıkları zaman, artık onlardan yeyin ve o tok gözlüye de ve aç gözlüye de yedirin. İşte böylece şükretmeniz için onları size boyun eğdirdik.

37- Onların etleri ve kanları Allah'a asla ulaşmaz. Fakat sizden o korunma bilinci ulaşır. İşte böylece sizi doğruya ilettiği şeye karşılık Allah'ı büyüklemeniz için onları size boyun eğdirdik. Ve o iyilik edenleri müjdele.

38- Şüphesiz ki Allah inanmışları savunur. Şüphesiz ki Allah, her bir hainlikte direnen azılı (gerçeği) örtücüyü sevmez.

39- Kendilerine haksızlık yapılmaları nedeniyle öldürüşülenlere (karşılık için) onay verildi. Ve şüphesiz ki Allah, onlara yardıma karşı kesinlikle en doğru ölçü koyucudur.

40- Onlar ki: "Bizim Efendimiz Allah'tır" demelerinden dolayı bir hakları olmaksızın yurtlarından çıkarılmışlardı. Ve eğer Allah'ın o insanların bir kısmını bir kısmı ile savması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çokça hatırlanan manastırlar ve kiliseler ve havralar ve mescidler, kesinlikle yıkılır giderdi. Ve kendisine yardım eden kimseye, Allah'ta kesinlikle yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir çok güçlüdür.

41- Onlar ki, eğer kendilerine o yerde olanak sağlarsak, o kulluk görevini ayakta tutarlar ve o arınmayı yerine getirirler ve o benimsenen uygunu buyururlar ve o yadırganandan vazgeçirtirler. Ve o işlerin sonu, Allah'adır.

42- 43- 44- Ve eğer seni yalanlıyorlarsa, onların öncesi Nuh'un topluluğu ve Ad ve Semud' da (yalanlamıştı). Ve İbrahim'in topluluğu ve Lût'un topluluğu ve Medyen arkadaşları da (yalanlamıştı). Ve Musa'da yalanlanmıştı. Ben de o (gerçeği) örtücülere mühlet vermiş, sonra da onları tutuvermiştim. Artık benim yadırganmam nasılmış?

45- Kasabadan nicesi vardı ki, (halkı) haksızlık yapanlar oldukları halde biz onu yok etmiştik. Artık o (şehirler) onun tavanları üzerine çökmüş ve nice kuyu kullanılamaz ve sağlam saray (çökmüş hale gelmiştir).

46- O yerde dolaşmadılar mı ki onlarla bağ kuracak kalpleri veya onlarla işitecek kulakları olsun. Artık gerçek şu ki, o gözler kör olmaz, fakat o göğüslerdeki kalpler kör olur.

47- Ve o azabı senin çabuklaştırmanı istiyorlar. Ve Allah verdiği sözüne asla aykırılaşmaz. Ve şüphesiz ki senin Efendinin yanında bir gün, sizin saymakta olduğunuz şeyden bin yıl gibidir.

48- Ve haksızlık yapan kasabadan nicesi vardı ki ben ona (halkına) mühlet vermiş, sonra da onu (halkını) tutuvermiştim. Ve o dönüş banadır.

49- De ki: "Ey o insanlar, ben sizin için ancak ve ancak bir açıklayan uyarıcıyım."

50- Artık inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlara ise, onlar için bir bağışlanma ve bir değerli rızık vardır.

51- Ve onlar ki ayetlerimizi başarısız bırakmak için koştular, işte onlar o şiddetli ateşin arkadaşlarıdır.

52- Ve senden önce hiçbir elçi ve haberciyi göndermemiştik ki, bir dilekte bulunduğu zaman, o şeytan onun dileğine (kuşku) atmış olmasın. Buna rağmen Allah, o şeytanın atmakta olduğu şeyi yürürlükten kaldırır, sonra ayetlerini sağlamlaştırır. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

53- (Böyle olması) o şeytanın atmakta olduğu şeyi kalplerinde bir bozukluk olanlara ve o kalpleri katı olanlara bir deneme yapmak içindir. Ve şüphesiz ki o haksızlık yapanlar, kesinlikle uzak bir çatlağın içindedir.

54- Ve (bir de) kendilerine o bilgi verilmişlerin şüphesiz ki onun senin Efendinden o gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları, böylece kalplerinin ona gönülden saygı duyması içindir. Ve şüphesiz ki Allah, inananları bir dosdoğru yola ileticidir.

55- Ve (gerçeği) örtenler, o saat onlara bir anda gelinceye veya bir verimsiz gün azabı onlara gelinceye kadar, ondan yana bir tereddüt içinde olmaya devam edecektir.

56- O hükümranlık o gün Allah'ındır. Onların arasında karar verecektir. İnanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlar, artık o nimet bahçelerindedir.

57- Ve onlar ki (gerçeği) örttüler ve bizim ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar var ya bir önemsizleştirici azap, onlar içindir. 

58- Onlar ki Allah'ın yolunda göç ettiler sonra öldürdüler veya öldüler, Allah onları kesinlikle bir iyi rızıkla rızık verecektir. Ve şüphesiz ki Allah kesinlikle O, o rızık verenlerin en hayırlısıdır.

59- Onları, ondan kesinlikle hoşnut olacakları girilecek bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz ki Allah, kesinlikle en iyi bilicidir yumuşak davranıcıdır.

60- İşte böyledir. Ve kim kendisine sonlandırılan kadar sonlandırır (karşılık verir) da, sonra kendisine saldırganlık yapılırsa, Allah ona kesinlikle yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, (hataları) çok silicidir çok bağışlayıcıdır.

61- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o geceyi o gündüzün içine geçirmesi ve gündüzü de gecenin içine geçirmesi nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, en iyi işiticidir en iyi görücüdür.

62- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o gerçeğin ta kendisi olması ve şüphesiz ki O'nun aşağısından çağırmakta oldukları şeyler ise o geçersizin ta kendisi olması nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, o çok yücenin o çok büyüğün ta kendisidir.

63- Görmedin mi Allah o gökten bir su indirdi de, böylece o yer yeşillenmiş olarak sabahlar. Şüphesiz ki Allah, bir çok lütufkârdır, bir en iyi haber alıcıdır.

64- O göklerdeki olan şeyler ve o yerdeki olan şeyler O'nundur. Ve şüphesiz ki Allah kesinlikle, o çok zenginin, o övgüye çok lâyığın ta kendisidir.

65- Görmedin mi  Allah o yerde olan şeyleri ve o su kütlesinde O'nun buyruğu ile o denizde akar o gemileri, size boyun eğdirdi. Ve O'nun onayı olması başka, yerin üzerine düşer diye göğü tutmaktadır. Şüphesiz ki Allah, o insanlara kesinlikle çok acıyıcıdır, çok merhamet edicidir.

66- Ve O, sizi yaşatandır. Sonra sizi öldürecek sonra yine yaşatacaktır. Ve şüphesiz ki o insan kesinlikle (gerçeği) çok örtücüdür.

67- Biz her bir topluma onu yerine getirici oldukları (hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı bir kulluk görevi belirledik. Artık bu buyruk hakkında seninle çekişmesinler. Ve sen (onları) Efendine çağır. Şüphesiz ki sen, kesinlikle dosdoğru bir yola ileten üzerindesin.

68- 69- Ve eğer sana karşı söz dalaşı yaparlarsa, artık onlara: "Allah işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi bilendir. Allah, hakkında aykırılaşmakta olduğunuz şeylerde o kalkışın günü aranızda karar verecektir" de.

70- Bilmedin mi şüphesiz ki Allah, o göklerde ve o yerde olan şeyleri bilmektedir. Şüphesiz ki işte bu, bir kitaptadır. Şüphesiz ki işte bu, Allah'a göre kolaydır.

71- Ve Allah'ın aşağısından hakkında bir yetki indirmediği şeylere ve onlar için hakkında bir bilgi olmayan şeylere kulluk ediyorlar. Ve o haksızlık yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.

72- Ve onlara ayetlerimiz onlara apaçık deliller olarak peşi sıra okunmakta olduğu zaman, o (gerçeği) örtenlerin yüzlerindeki o yadırgamayı tanırsın. Onlara ayetlerimizi peşi sıra okumakta olanların üzerine neredeyse saldıracaklar. De ki: "Bu durumunuzdan daha şerli olanı sizi haberlendireyim mi? O ateş ki, Allah onu (gerçeği) örtenlere söz vermiştir. Ve ne sıkınlıdır o dönüş."

73- Ey o insanlar, size bir örnek ortaya konuldu, şimdi onu dinleyin. Şüphesiz ki sizin Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız bunun için toplansalar, asla bir sinek bile takdir edemezler. Ve eğer o sinek onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtaramazlar. O isteyen de ve o istenilmiş de zayıf.

74- Allah'ın gücünü gereği gibi değerlendiremediler. Şüphesiz ki Allah, kesinlikle çok kuvvetlidir çok güçlüdür.

75- Allah, o meleklerden de elçiler saflaştırır ve o insanlardan da. Şüphesiz ki Allah, en iyi işiticidir, en iyi görücüdür.

76- Onların önlerinde olan şeyleri ve artlarında olan şeyleri bilir. Ve (yaptıkları bütün) o işler Allah'a döndürülür.

77- Ey inanmışlar, saygıyla eğilin ve boyun eğin ve Efendinize kulluk edin ve başarıya eriştirilmeniz için o hayrı yapın.

78- Allah'ın uğrunda gereği gibi güç kullanın. O, sizi derledi ve o itaat nizamında size hiçbir zorluk belirlemedi. Atanız İbrahim'in inancı(n daki gibi). O, o Elçinin sizin üzerinize bir tanık olması ve sizin de o insanların üzerine tanıklar olmanız için, sizi bundan önce ve bunda (Kur'an'da) "O teslim olanlar" olarak isimlendirdi. Artık o kulluk görevini ayakta tutun ve o arınmayı yerine getirin ve Allah'a sarılın. O, sizin yöneleninizdir. Artık ne güzeldir o sahip ve ne güzeldir o yardımcı.


1 Ocak 2025 Çarşamba

ENBİYA SURESİ MEALİ

1- O insanlara hesapları yakınlaştı. Oysa onlar halâ bir duyarsızlık içinde kayıtsız kalmaktadır.

2- Onlara Efendilerinden (öncekiler gibi gelen) bir yeni bir hatırlamadan gelmiyor ki, onu ancak oyuna alanlar olarak dinlememiş olsunlar.

3- Kalpleri bir eğlencededir. O haksızlık yapanlar şu gizli konuşmayı sakladılar: "İşte bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası mıdır? Görmekte olduğunuz halde, artık o sihre mi geliyorsunuz? 

4- (Elçi): "Benim Efendim o yerdeki ve o gökteki o sözü bilir. Ve O, o en iyi işiticidir o en iyi bilicidir" dedi.

5- (Onlar): "Hayır, hayallerin demetidir. Hayır onu kendisi yakıştırdı. Hayır o bir şairdir. Öyleyse o ilk gönderilmişler gibi bize de (gözle görülen) bir ayet getirsin" dediler.

6- Onların öncesi onu yok ettiğimiz hiçbir kasabadan inanan olmamıştı. Şimdi bunlar mı inanacak?

7- Ve biz senden önce de kendisine vahyediyor olduğumuz adamlardan başkasını da göndermemiştik.   Eğer bilmezlerseniz, artık o hatırlama'nın (Tevrat'ın) halkına sorun.

8- Ve onları o yiyeceği yemezler bir beden olarak oluşturmadık. Ve onlar sürekli kalıcılar da değildi.

9- Sonra onlara verdiğimiz o söze sadık kaldık. Böylece onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık ve o savurganları da yok ettik.

10- Ant olsun ki size, onda sizin hatırlamanız gerekenler olan bir kitap indirdik. Halâ bağ kurmaz mısınız?

11- Ve haksızlık yapan kasabadan nicesini kırıp geçirdik. Ve ondan sonra diğerlerini bir topluluk olarak oluşturduk.

12- Sıkıntımızı hissettiklerinde, onlar binitlerine vurarak birden kaçıyorlardı.

13- "Binitlerinize vurup kaçmayın ve sorulmanız için orada refahlandırıldığınız şeylere ve durulma yerlerinize dönün."

14- "Vay başımıza gelene, şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardık" dediler.

15- Onların bu çağrıları, biz onları bir biçilmiş ekin, sönmüş ocaklara dönüştürünceye kadar, devam etti.

16- Ve o göğü ve o yeri ve o ikisinin arasında olan şeyleri oyuncular olarak takdir etmedik.

17- Eğer bir eğlenceye tutunmak istemiş olsaydık, ona kesinlikle kendi katımızdan tutunurduk. Eğer yapanlardan olsaydık.

18- Hayır, biz o gerçeği o geçersizin üzerine atarız da onu parçalar, artık o birden perişan oluvermiştir. Ve nitelemekte olduğunuz şeylerden dolayı o pişmanlık sözleri* sizin için olsun.

*Bu ayette geçen "Elveylü" kelimesinin diğer ayetlerde nekre olarak geçmesine rağmen bu ayette marife olarak geçmesi, bu surenin 14. 46. ve 97. ayetlerinde "Vay başımıza gelene" şeklinde çevirdiğimiz, inkarcıların pişmanlık ifadesi olarak söylediği sözlere bir atıf olduğunu düşündüğümüz için, bu ayetteki marifeli kullanımını "O pişmanlık sözleri" olarak çevirdik. 

19- Ve o gökteki ve o yerdeki kimseler O'nundur. Ve O'nun yanındaki kimseler O'na kulluk etmekten büyüklük taslamazlar ve hayıflanmazlar.

20- O gece ve o gündüz O'nu her eksiklikten uzak tutarlar ve buna ara da vermezler.

21- Yoksa onlar o yerden bir takım tanrılara tutundular da, onlar mı (ölüleri yeniden) yayacaklar?

22- Eğer o ikisinde Allah'tan başka tanrılar olsaydı, her ikisi de kesinlikle bozulurdu. Oysa o tahtın Efendisi Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

23- O, yapmakta olduğu şeylerden sorulmaz. Oysa onlar sorulacaklardır.

24- Yoksa onlar O'nun aşağısından bir takım tanrılara mı tutundular? De ki: "Haydi sağlam kanıtınızı getirin. İşte bu, benim beraberimde olan kimselerin hatırlatması ve benden öncekilerin hatırlatmasıdır." Hayır, onların tamamı o gerçeği bilmezler de bu yüzden kayıtsız kalırlar.

25- Ve senden önce elçiden hiçbirini göndermemiştik ki ona: "Gerçek şu ki, benden başka tanrı yoktur, öyleyse bana kulluk edin" diye vahyediyor olmayalım.

26- Ve: "O çok şefkâtli bir çocuğa tutundu" dediler. O, her türlü eksiklikten uzaktır. Hayır, (melekler çocuğu değil) değer verilmiş kullardır.

27- O sözle (sözünün üstüne söz söyleyerek) O'nun önüne geçemezler ve onlar O'nun buyruğunu işlerler.

28- Onların önlerinde olan şeyleri ve artlarında olan şeyleri bilir. Hoşnut olduğu kimseden başkasına da eşlikçilik (şefaat)* etmezler. Ve onlar O'nun endişesinden titreyenlerdir.

*Meleklerin eşlikçiliği yani şefaati için Fussilet s. 30. 31. ayetlerine bkz.

29- Ve onlardan kim: "Şüphesiz ki ben O'nun aşağısından bir tanrıyım" derse, işte onu karşılığı cehennemdir. Biz o haksızlık yapanlara işte böyle karşılık veririz.

30- (Gerçeği) örtenler, o gökler ve o yer bitişik iken o ikisinin arasını gerçekten ayırdığımızı ve her bir canlı şeyi o suya bağlı olarak oluşturuduğumuzu görmedi mi? Halâ inanmazlar mı?

31- Ve o yerde onları sarsar diye sabitlikleri oluşturduk. Ve onda doğruya iletilmeleri için geniş vadiler oluşturduk.

32- Ve o göğü bir kollanmış tavan olarak oluşturduk. Oysa onlar O'nun (gözle görülen) ayetlerinden kayıtsız kalanlardır.

33- Ve O, o geceyi ve o gündüzü ve o güneşi ve o ayı takdir edendir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedirler.

34- Ve senden önce hiçbir beşer için o sürekli kalıcılığı oluşturmadık. Şimdi sen ölürsen, onlar mı o sürekli kalıcılar olacak?

35- Her bir benlik o ölümü tadıcıdır. Ve sizi bir deneme olarak o şerle ve o hayırla yokluyoruz. Ve bize döndürüleceksiniz.

36- Ve o (gerçeği) örtenler seni gördüğü zaman: "Tanrılarınızı hatırlayıp duran işte bu mu?" (diyerek) sana bir alay konusundan başka tutunmuyorlar. Ve oysa onlar da çok şefkâtli'nin hatırlamasına karşı (gerçeği) örtücülerin ta kendileridir.

37- O insan bir çabukçuluktan takdir edilmiştir. Yakında size (gözle görülen) ayetlerimi göstereceğim, artık (bunları) benim çabuklaştırmamı istemeyin.

38- Ve diyorlar ki: "Eğer doğru sözlülerseniz bu söz ne zaman (gerçekleşecek)?"

39- Eğer o (gerçeği) örtenler o ateşi yüzlerinden ve sırtlarından önleyemeyecekleri ve yardım edilmeyecekleri vakti bilselerdi, (böyle demezlerdi).

40- Hayır, onlara bir anda gelecek de onları dehşete düşürecek. Artık onu geri döndürmeye güç yetiremezler ve onlar bakılmazlar.

41- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de alaya alınmıştı da, içlerinden maskaraları, kendisini alaya almakta oldukları şey çepeçevre kuşatmıştı.

42- De ki: "O gecede ve o gündüzde o çok şefkâtli'den sizi kim koruyabilir?" Hayır, onlar Efendilerinin hatırlamasına karşı kayıtsız kalanlardır.

43- Yoksa onların, onları (azabımızdan) alıkoyabilecek bizim aşağımızdan tanrıları mı var? (O tanrılar) benliklerine bile yardıma güç yetiremezler ve onlar bizden de sahiplenilmezler.

44- Hayır, biz bunları ve atalarını o ömür kendilerine uzun gelene kadar, yararlandırdık. Onlar gerçekten bizim o yere gelip onun uçlarından (günbegün) eksiltmekte olduğumuzu görmezler mi? Şu durumda o yenenler onlar mı?

45- De ki: "Ben sizi ancak ve ancak o vahiy ile uyarıyorum." Ve sağırlar uyarılmakta oldukları zaman o çağrıyı işitmez.

46- Ve ant olsun ki eğer onlara senin Efendinin azabından bir esinti dahi dokunmuş olsa, kesinlikle: "Vay başımıza gelene, şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardık" diyeceklerdir.

47- Ve o kalkışın günü için hakkaniyet tartılarını koyarız. Artık bir benliğe hiç bir şeyle haksızlık yapılmaz. Ve eğer (işlediği) hardaldan bir tane ağırlığı dahi olsa, biz onu getiririz. Ve biz, hesap görücüler olarak yeteriz.

48- Ve ant olsun ki biz Musa'ya ve Harun'a o korunanlar için bir ışık ve bir hatırlama olarak o (doğru ile yanlışı) ayıranı vermiştik.

49- Onlar ki, o algılamadıkları halde Efendilerinden endişelenirler. Ve onlar, o saatten de titreyenlerdir.

50- Ve işte bu da, onu bizim indirdiğimiz bir bereketlenmiş hatırlamadır. Yoksa siz onu yadırgayanlar mısınız?

51- Ve ant olsun ki İbrahim'e önceden olgunluğunu vermiştik. Ve biz onu bilenlerdik.

52- Bir zaman babasına ve topluluğuna: "Kendilerine kapananlar olduğunuz şu heykeller nedir?" demişti.

53- (Topluluğu): "Atalarımızı onlara kulluk edenler olarak bulduk" demişlerdi.

54- (İbrahim): "Ant olsun ki siz ve atalarınız bir açıklayan sapkınlık içindesiniz." demişti.

55- (Topluluğu): "Bize o gerçeği mi getirdin yoksa sen (bizimle) o oynayanlardan mısın?" demişlerdi.

56- 57- (İbrahim): "Hayır, sizin Efendiniz o göklerin ve o yerin Efendisidir ki  onları yarıp açığa çıkarmıştır. Ve ben de işte bun(un böyle olduğun)a o tanıklık edenlerdenim. Ve Allah'a yemin olsun ki putlarınıza, siz arkanızı dönenler olarak (başka tarafa) yönelmenizden sonra kesinlikle plân kuracağım" demişti.

58- Böylece ona dönmeleri için onların büyük olanı haricindekileri parçalar haline dönüştürmüştü.

59- (Topluluğu): "Bunu tanrılarımıza kim yaptıysa, şüphesiz ki o kesinlikle o haksızlığı yapanlardandır" demişlerdi.

60- (Topluluğu): "Ona İbrahim denilen bir gencin onları hatırlayıp durduğunu biz işitmiştik" demişlerdi.

61- (Topluluğu): "Öyleyse tanıklık etmeleri için, artık onu o insanların gözlerinin önüne getirin" demişlerdi.

62- (Topluluğu): "Tanrılarımıza bunu sen mi yaptın ey İbrahim?" demişlerdi.

63- (İbrahim): "Hayır, onların şu büyüğü yapmıştır. Eğer konuşabilirlerse, haydi onlara sorun" demişti.

64- Bunun üzerine benliklerine dönmüşler: "Şüphesiz ki siz o haksızlık yapanlarsınız" demişlerdi.

65- Sonra (eski) kafalarının üzerine eğilim göstermişler: "Ant olsun ki bunların konuşamadıklarını sen de bilmişsindir" (demişlerdi).

66- 67- (İbrahim): "O halde Allah'ın aşağısından hiçbir şeyle size fayda veremez ve sizi zorluk veremez şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Yuh olsun size ve Allah'ın aşağısından kulluk etmekte olduğunuz şeylere. Halâ bağ kurmaz mısınız?" demişti.

68- (Topluluğu): "Eğer yapanlarsanız onu yakıp kül edin ve tanrılarınıza yardım etmiş olun" demişlerdi.

69- (Biz de): "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve yakıcılıktan uzak ol" demiştik.

70- Ona bir plân kurmak istemişler, hemen biz de onları o en ziyan edenler haline dönüştürmüştük.

71- Ve onu ve Lut'u tüm insanlar için orada bereketler kıldığımız o yere (ulaştırarak) kurtarmıştık.

72- Ve ona İshak'ı ve bir fazlalık olarak Yakub'u bahşetmiş ve her birini düzgünlerden olarak oluşturmuştuk.

73- Ve onları buyruğumuzla doğruya iletir önderler yapmış ve onlara o hayırları yapmayı ve o kulluk görevini ayakta tutmayı ve o arınmayı yerine getirmeyi vahyetmiştik. Ve onlar bize kulluk edenlerdi.

74- Ve Lut'a da bir karar yeteneği ve bir bilgi vermiştik. Ve onu o murdarlıkları işlemekte olan o kasabadan kurtarmıştık. Şüphesiz ki onlar itaatten çıkmış kötü bir topluluktu.

75- Ve onu rahmetimize girdirmiştik. Şüphesiz ki o, o düzgünlerdendi.

76- Ve Nuh'a da (vermiştik). Önceden (bize) seslenmiş, bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış, böylece onu ve halkını o çok büyük felâketten kurtarmıştık.

77- Ve ona ayetlerimizi yalanlayan o topluluktan (dolayı) yardım etmiştik. Şüphesiz ki onlar kötü bir topluluktu. bu yüzden biz de onları toplu olarak batırmıştık.

78- Ve Davud'a ve Süleyman'a da (vermiştik). Hani bir zaman o topluluğun koyun sürüsünün yayıldığı o ekin hakkında ikisi karar veriyordu. Ve biz onların kararlarına tanıklardık.

79- Biz onu Süleyman'a belletmiştik. Ve her birine bir karar yeteneği ve bilgi vermiş ve o dağları ve o kuşları Davud'a boyun eğdirmiş onunla beraber tesbih ederlerdi*. Ve biz bunu yapanlardık.

*Dağların ve kuşların Davud ile beraber tesbih etmelerinin anlamı, Davud'un her şeye hükmeden bir kral olmasından doğan yetkisini ekolojik dengeyi bozmadan kullanması anlamında olabileceğini düşünüyoruz. Allahu a'lem.

80- Ve sizi (savaş) sıkıntınızdan koruması için, ona (demir) elbise yapma ustalığını öğretmiştik. Artık şükredenler misiniz?

81- Ve Süleyman'a da onun buyruğuyla orada bereketler kıldığımız o yere akar, o fırtınalı rüzgârı (boyun eğdirmiştik). Ve biz (onun yaptığı) her şeyi en iyi bilenlerdik.

82- Ve o şeytanlardan onun için (denize) dalanları ve bunun aşağısından bir iş işleyenleri de (boyun eğdirmiştik). Ve biz onlar için kollayıcılardık.

83- Ve Eyyub'a da (vermiştik). Bir zaman kendisinin Efendisine: "Şüphesiz ki bana o zorluk dokundu ve sen o merhametlilerin en merhametlisisin" diye seslenmişti.

84- Bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış, böylece ondaki zorluktan olan şeyi kaldırmış ve yanımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatırlatma olarak ona halkını ve bir de onların beraberinde bir örneğini daha vermiştik.

85- Ve İsmail'e ve İdris'e ve Zülkifl'e de (vermiştik). Hepsi o direnip gayret edenlerdendi.

86- Ve onları rahmetimize girdirmiştik. Şüphesiz ki onlar o düzgünlerdendi.

87- Ve balık sahibine de (vermiştik). Bir zaman hiddetli olarak gitmişti de kendisine asla güç yetiremeyeceğimiz kanaatine varmıştı. O karanlıkların içinde: "Senden başka tanrı yok, seni her türlü eksiklikten uzak tutarım. Şüphesiz ki ben o haksızlı yapanlardan oldum" diye seslenmişti.

88- Bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış ve onu o kederden kurtarmıştık. Ve biz o inananları işte böyle kurtarırız.

89- Ve Zekeriyya'ya da (vermiştik). Bir zaman kendisinin Efendisine: "Ey Efendim, tek bir kişi olarak bırakma. Ve sen o mirasçıların en hayırlısısın" diye seslenmişti.

90- Bunun üzerine biz de onu cevaplandırmış ve ona eşini düzgünleştirerek (doğuracak hale getirerek), ona Yahya'yı bahşetmiştik. Şüphesiz ki onlar o hayırlarda birbirleriyle yarışırlar ve bizi ilgi duyarak ve ürkerek çağırırlardı. Ve onlar bize saygı duyanlardı.

91- Ve ırzını koruyana da (vermiştik) de ona esintimizden (yaşam verme gücümüzden) üflemiş ve onu ve onun oğlunu tüm insanlara (gözle görülen) bir ayet olarak oluşturmuştuk.

92- Şüphesiz ki sizin bu toplumunuz, tek toplumdur. Ve ben de sizin Efendinizim. O halde bana kulluk edin.

93- Ve buyruklarını kendi aralarında paramparça ettiler. Hepsi bize dönücülerdir.

94- Artık kim bir inanmış olarak o düzgünlüklerden işlerse, onun koşmasını örtmek yoktur. Şüphesiz ki biz onu yazanlarız.

95- 96- Ve onu(n halkını) yok ettiğimiz bir kasabaya, ta ki Ye'cüc ve Me'cüc (ü engelleyen set) açılana ve onlar her tepeden akın edecekleri zamana kadar (pişmanlığa) dönmeleri yasaktır.

97- Ve gerçek söz yakınlaşmış, o (gerçeği) örtenlerin gözleri birden dona kalmış: "Vay başımıza gelene, biz kesinlikle bundan bir duyarsızlık içindeydik. Hayır, biz haksızlık yapanlardık" (diyerek pişman olmuşlardır).

98- Şüphesiz ki siz ve Allah'ın aşağısından kulluk etmekte olduğunuz şeyler, cehennem yakıtısınız. Siz oraya varanlarsınız.

99- Eğer onlar (gerçek) tanrılar olsaydı, oraya varmazlardı. Ve hepsi orada sürekli kalıcıdırlar.

100- Onların orada korkunç sesleri vardır. Ve onlar orada (kurtuluş haberi de) işitmezler.

101- Şüphesiz ki kendileri için bizden o iyilik (sözü) önceden geçmiş olanlar ise, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır.

102- Oranın algısını dahi işitmezler. Ve onlar benliklerinin zevklendiği şeylerde sürekli kalıcıdırlar.

103- O en büyük dehşet onları üzmez. Ve o melekler onları: "İşte bu, size söz verilen gününüzdür" (diyerek) karşılarlar.

104- O gün göğü yazılı tomarları dürer gibi düreceğiz. İlk takdir etmeye başladığımız gibi bizim üzerimize olan bir söz olarak onu tekrar döndüreceğiz. Şüphesiz ki biz (ilk takdiri de) yapanlardık.

105- Ve ant olsun ki biz o Hatırlama (Tevrat) dan sonraki o yazılı metin (Zebur) de: "Şüphesiz ki o yere o düzgün kullarım mirasçı olacaktır" yazmıştık.

106- Şüphesiz ki işte bunda, kulluk eden bir topluluk için kesinlikle bir ulaştırma vardır.

107- Ve biz seni tüm insanlar için bir rahmetten başka göndermedik.

108- De ki: "Bana ancak ve ancak, sizin tanrınızın ancak ve ancak tek bir tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık siz de teslim olanlar mısınız?"

109- 110- 111- Buna rağmen (başka tarafa) yönelirlerse, artık de ki: "Ben size bir denklik üzere duyurdum. Ve size söz verilen şey yakın mıdır yoksa uzak mıdır ben algılayamıyorum. Şüphesiz ki O, o sözden açıklananı da bilir ve gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilir. Ve belki o sizin için bir deneme ve belirli bir vakte kadar yararlanmadır (bunu da) ben algılayamıyorum."

112- (Elçi): "Ey Efendim, o gerçek ile karar ver. Ve bizim Efendimiz o çok şefkâtli, nitelemekte olduğunuz şeylere karşı o destek istenendir" dedi.

                                                                      

23 Aralık 2024 Pazartesi

TA HA SURESİ MEALİ

1- Ta, Ha.

2- Sana bu Kur'an'ı kötü sonlu olman için indirmedik.

3- Ancak endişelenen kimse için bir hatırlatma olarak (indirdik).

4- O yüce gökleri ve o yeri takdir edenden peyderpey bir indirmedir.

5- O çok şefkâtli o tahtın üzerine denkleşti.

6- O göklerdeki olan şeyler ve o yerdeki olan şeyler ve o ikisinin arasındaki olan şeyler ve o nemli toprağın altında olan şeyler, O'nundur.

7- Ve eğer o sözü açıkça söylesen de, artık şüphesiz ki O, o saklıyı da ve daha gizliyi de bilir.

8- Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O en iyi isimler O'nundur.

9- Ve sana Musa'nın olayı (nın haberi) geldi mi?

10- Bir zaman bir ateş görmüş de ailesine: "Durup bekleyin, şüphesiz ki ben bir ateş sezinledim. Umarım ki ben size ondan bir kor getiririm veya o ateşin üzerinde (eğilmiş) bir doğruya ileten bulurum" demişti.

11- 12- 13- 14- 15- 16- 17- Ona geldiğinde: "Ey Musa! şüphesiz ki ben (evet) ben senin Efendinim, hemen iki pabucunu çıkar. Şüphesiz ki sen o kutsallaştırılmış vadi Tuva'dasın. Ve ben seni hayırladım (onöre ettim). Şimdi vahyolunan şeyi dinle. Şüphesiz ki ben (evet) ben Allah'ım. Benden başka tanrı yok, o halde bana kulluk et ve beni hatırlamak için o kulluk görevini ayakta tut. Şüphesiz ki o saat gelicidir. Ben onu neredeyse gizliyorum (vaktini açıklamıyorum ki) her bir benlik koşmakta olduğu şeyle karşılıklansın. Ona inanmaz ve keyfi arzusuna takılan kimse, sakın seni ondan alıkoymasın. Yoksa mahvolursun. Bu sağ elindeki nedir ey Musa?" diye seslenilmişti.

18- (Musa): "O, benim değneğimdir, onun üzerine dayanırım ve onunla koyunlarımın üzerine yaprak silkelerim ve benim için onda diğer ihtiyaçlarım da vardır" demişti.

19- (Allah): "Onu at ey Musa" demişti.

20- Onu atınca birden o, koşmakta olan bir canlı yılan oluvermişti.

21- 22- 23- 24- (Allah): "Onu tut ve kaygılanma, biz onu o ilk dolaşımına tekrar döndüreceğiz. Ve elini kanadına (diğer kolunun altına) yapıştır da, hiçbir kötülük olmadan diğer (gözle görülen) bir ayet olarak bembeyaz çıkıverir. Sana o en büyük (gözle görülen) ayetlerimizden göstermemiz için. Firavun'a git. Şüphesiz ki o, taşkınlık yaptı" demişti.

25- 26- 27- 28- 29- 30- 31- 32- 33- 34- 35- (Musa): "Ey Efendim, göğsümü bana aç ve işimi bana kolaylaştır ve dilimden bir bağı çöz ki, sözümü kavrayalar. Ve bana ailemden kardeşim Harun'u bir (yardımcı) taşıyıcı olarak görevlendir. Onunla gücümü sertleştir ve onu işimde bana ortaklaştır ki seni daha çok her türlü eksiklikten uzak tutalım ve seni daha çok hatırlayalım. Şüphesiz ki sen bizi (önceden de) bir en iyi görücüydün" demişti.

36- 37- 38- 39- 40- 41- 42- 43- 44- (Allah): "Sorduğun sana kesinlikle verilmiştir ey Musa. Ve ant olsun ki sana diğer bir defasında da büyük iyilikte bulunmuştuk. Bir zaman senin annene 'Onu o sandığa koy, onu da (sandığı) hemen o denizin içine koy, o deniz de onu (sandığı) o sahile karşılaştırsın. Bana düşman ve ona düşman olan onu tutardiye vahyolunan şeyi vahyetmiştik. Ve gözüm üzerinde ustalıkla yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi atmıştım. Hani o zaman kız kardeşin yürüyor 'Sizi ona güvence olacak bir kimseye kılavuzluk edeyim mi? diyordu. Böylece seni annene döndürdük ki onun gözü ferah olsun ve üzülmesin. Ve sen bir kişi öldürmüştün de biz seni o kederden kurtarmış, bir denemeyle denemiş, böylece Medyen halkı içinde yıllarca kalmıştın. Sonra yaşamın akış şartları üzerine geldin ey Musa. Seni kendim için ustalıkla yetiştirdim. Sen ve kardeşin (gözle görülen) ayetlerimle git ve ikiniz benim hatırlamamda ihmalkâr davranmayın. İkiniz Firavun'a gidin şüphesiz ki o taşkınlık yaptı. İkiniz ona hatırlaması veya endişe duyması için bir yumuşak söz söyleyin" demişti.

45- (İkisi): "Ey Efendimiz, şüphesiz ki biz onun bize ölçüyü kaçırmasından veya taşkınlık yapmasından endişeleniyoruz" demişlerdi.

46- 47- 48-  (Allah): "Endişelenmeyin, şüphesiz ki ben ikinizin beraberindeyim. Ben işitiyorum ve görüyorum. Şimdi ikiniz hemen ona gelin ve 'Şüphesiz ki biz senin Efendinin iki elçisiyiz. Artık yakub oğulları'nı bizim beraberimizde gönder ve onları azaplandırma. Biz sana senin Efendinden kesinlikle (gözle görülen) bir ayet getirdik. Ve o esenlik, o doğruya iletene takılan kimsenin üzerinedir. Bize kesinlikle vahyolundu ki şüphesiz ki o azap, yalanlayan ve (başka tarafa) yönelen kimsenin üzerinedir' deyin" demişti.

49- (Firavun): "İkinizin Efendisi kimdir ey Musa?" demişti.

50- (Musa): "Bizim Efendimiz her şeye takdir edilişini veren sonra da doğruya iletendir" demişti.

51- (Firavun): "Öyleyse o ilk kuşakların durumu nedir" demişti.

52- 53- 54- 55- (Musa): "Onun bilgisi benim Efendimin yanındaki bir kitaptadır. Benim Efendim şaşırmaz ve unutmaz. O, o yeri size bir döşek olarak oluşturdu ve orada size yollar açtı ve o gökten bir su indirdi. (O size)'Böylece onunla ayrı ayrı bitkilerden çiftler olarak çıkardık. (O bitkilerden) yeyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz ki işte bunda (yanlıştan) o vazgeçen akıl sahipleri için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır. Sizi ondan (topraktan) takdir ettik ve ona tekrar döndüreceğiz ve diğer bir kere de yine ondan çıkaracağız' (diyendir)" demişti.

56- Ve ant olsun ki ona (gözle görülen) o ayetlerimizin hepsini gösterdik, buna rağmen o yalanladı ve direndi.

57- 58- (Firavun): "Bizi sihrinle yerimizden çıkarmak için mi bize geldin ey Musa? O halde biz de sana onun örneği bir sihir getireceğiz. Artık bizimle senin aranda bizim ve senin ona aykırılaşmayacağımız bir denk yeri bir söz zamanı olarak belirle" demişti.

59- (Musa): "Sizin söz zamanınız o süs (bayram) günü ve (o günün) bir kuşluk vakti o insanların toplanmasıdır" demişti.

60- Firavun bunun üzerine (hazırlık için görüşmeye) yönelmiş, hemen plânını toplamış sonra (sihirbazlarıyla) gelmişti.

61- Musa onlara: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı bir yalan yakıştırmayın, yoksa bir azapla sizi köksüzleştirir. Yakıştırma yapan kimse kesinlikle perişan olmuştur" demişti.

62- 63- 64- Buna rağmen işlerini kendilerinin arasında tartışmışlar ve o gizli konuşmayı (Musa'dan) saklamışlar: "İşte bu ikisi kesinlikle sizi sihirleri ile bu yerinizden çıkarmak ve o en örnek yolunuzu gidermek isteyen iki sihirbazdır. Artık plânınızı toplayın sonra bir saf olarak gelin. Bugün yüceleşen kimse kesinlikle başarıya eriştirilmiştir" demişlerdi.

65- (Sihirbazlar): "Ey Musa (ilk) atan sen ya da ilk atan kimse biz olalım" demişlerdi.

66- 67- (Musa): "Hayır siz atın" demişti. (Attıklarında) onların ipleri ve değnekleri, sihirlerinden dolayı birden kendisine koşuyor gibi hayallendirilmiş, bunun üzerine Musa benliğinde bir kaygı hissetmişti.

68- 69- (Biz de ona): "Kaygılanma, şüphesiz ki sen o yüce olanın ta kendisisin. Ve sağ elinde olan şeyi at, ustalıkla yaptıkları şeyleri yutar. Ustaklıkla yaptıkları ancak ve ancak bir sihirbaz plânıdır. Ve o sihirbaz nereden gelse (ne yaparsa yapsın) başarıya eriştirilmez" demiştik.

70- Bunun üzerine o usta sihirbazlar boyun eğen olarak (yere) atılmış, "Harun'un ve Musa'nın Efendisine inandık" demişlerdi.

71- (Firavun): "Ben size onay vermeden önce ona inandınız. Şüphesiz ki o kesinlikle, o sihri size öğreten büyüğünüzdür. O halde ellerinizi ve ayaklarınızı kesinlikle aykırıdan kestireceğim ve sizi o hurmanın gövdelerine astıracağım. Ve hangimiz azapça daha sert ve daha kalıcı, kesinlikle bileceksiniz" demişti.

72- 73- 74- 75- 76- (Sihirbazlar): "O apaçık delillerden bize gelenin ve bizi yarıp çıkaranın üzerine, seni asla izlemeyiz. Artık sen yerine getireceğin şeyi yerine getir. Sen ancak ve ancak bu şimdiki yaşamda (kararını) yerine getirebilirsin. Şüphesiz ki biz, yanılgılarımızı ve o sihirden dolayı bizi kendisine zorladığın şeyleri bize bağışlaması için Efendimize inandık. Ve Allah, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Gerçek şu ki, kim kendisinin Efendisine bir suçlu olarak gelirse, artık şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ölmez de ve yaşamaz da. Ve kim O'na bir inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olarak gelirse de, işte onlar için o yüce kademeler vardır. (O kademeler) orada sürekli kalacakları altından o nehirler akar Adn bahçeleridir. Ve işte bu, arınan kimsenin karşılığıdır" demişlerdi.

77- Ve ant olsun ki Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt de, herhangi bir yetişmeden kaygı duymaksızın ve endişe etmeksizin onlara o su kütlesinde bir kuru yol aç" diye vahyetmiştik.

78- Derken Firavun askerleri ile onlara takıldı. Böylece o denizden ne kapladıysa onları birden kaplayıvermişti.

79- Ve Firavun, topluluğunu saptırmış ve doğruya iletmemişti.

80- 81- 82- Ey Yakub oğulları, kesinlikle sizi düşmanınızdan kurtarmış ve Tur'un o sağ yanında sizinle sözleşme yapmış ve sizin üzerinize de o kudret helvasını ve o bıldırcını indirmiş: "Siz rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin ve bu konuda taşkınlık yapmayın, yoksa hiddetim sizin üzerinize serbest olur. Ve benim hiddetim kimin üzerine olursa, artık o kesinlikle aşağı kayıp gitmiştir. Ve şüphesiz ki ben, (itaate) dönen ve inanan ve bir düzgün bir iş işleyen sonra doğruya iletilen kimse için kesinlikle çok bağışlayıcıyım" (demiştik).

83- (Allah): "Seni topluluğundan çabuklandıran nedir ey Musa?

84- (Musa): "Onlar, işte onlar benim izim üzerindedir. Ve sana çabuklandım ki, hoşnut olasın ey Efendim" demişti.

85- (Allah): "Şüphesiz ki biz, senin arkandan topluluğunu kesinlikle denedik ve o samiri onları saptırdı" demişti.

86- Bunun üzerine Musa topluluğuna çok hiddetli kederli bir halde dönmüş, (topluluğuna): "Ey topluluğum, sizin Efendiniz size bir iyi sözle, söz vermedi mi? Yaptığı o antlaşma size uzun mu geldi? Yoksa Efendinizden sizin üzerinize bir hiddetin serbest kalmasını istediniz de bana verilmiş söze ondan mı aykırılaştınız?" demişti.

87- (Topluluğu): "Sana verilmiş söze kendimize hükümran olarak aykırılaşmadık. Fakat o topluluğun süsünden bazı ağır yükler taşıtıldı. Onları attık, aynı şekilde o samiri de attı" demişlerdi.

88- Derken (o samiri) onlara, onun böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkartmış, (onlar da) akabinde: "İşte bu, sizin tanrınız ve Musa'nın tanrısıdır. ne var ki o (böyle olduğunu) unuttu" demişlerdi.

89- Onlar onun kendilerine bir söz döndüremez ve onlara bir zorluk vermeye ve bir fayda vermeye sahip olamaz olduğunu görmezler mi?

90- Ve ant olsun ki Harun önceden onlara: "Ey topluluğum, bununla siz ancak ve ancak denendiniz. Ve şüphesiz ki sizin Efendiniz o çok şefkâtli'dir, artık bana uyun ve benim buyruğuma takılın" demişti.

91- (Topluluğu): "Musa bize dönünceye kadar, onun üzerine kapananlar olmaktan asla ayrılmayacağız" demişlerdi.

92- 93- (Musa geri döndüğünde): "Ey Harun, onların saptıklarını gördüğün zaman, seni bana takılmaktan ne alıkoydu? Yoksa buyruğuma karşı mı geldin?" demişti.

94- (Harun): "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ki ben senin 'Yakub oğulları'nın arasını ayrıştırdın ve benim sözümü gözetmedin' demenden endişelendim" demişti.

95- (Musa): "Ya senin derdin neydi ey Samiri?" demişti.

96- (Samiri): "Ben onların kendisini göremedikleri şeyi gördüm de o elçinin izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Ve işte benliğim bunu bana bu şekilde hoşlaştırdı" demişti.

97- 98- (Musa): "Hemen git, artık şüphesiz ki senin için bu yaşamda 'Dokunma yok' demen vardır. Ve şüphesiz ki senin için ona asla aykırılaşamayacağın (belirlenmiş) bir söz zamanı vardır. Ve üzerine bir kapanan olduğun tanrına bir bak. Onu kesinlikle cayır cayır yakacağız, sonra da kesinlikle onu o denize bir savurmayla savuracağız. Sizin tanrınız ancak ve ancak Allah'tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. O, bilgice her şeyi çevrelemiştir" demişti.

99- Ve önceki geçmişin bazı haberlerinden sana işte böyle anlatıyoruz. Ve katımızdan sana kesinlikle bir hatırlatma verdik.

100- Kim ondan kayıtsız kalırsa, artık şüphesiz ki o, kalkışın günü bir ağır yük taşıyacaktır.

101- Orada sürekli kalıcılar olarak. Ve kalkışın günü (taşıyacakları bu ağır yük) onlar için yükçe ne kötüdür.

102- O gün o boruya üfürülür ve o suçluları o gün bir göğermiş gözlü olarak sürüp toplarız.

103- Kendilerinin arasında yavaş sesle: "(kabirlerde) tek on (gün) den başka kalmadınız" diye konuşurlar.

104- Onların yolca en örnek olanlarının: "Bir günden başka kalmadınız" diyeceği zaman, onların söyleyecekleri şeyleri biz en iyi bileniz

105- 106- 107- Ve sana o dağlardan soruyorlar. Artık de ki: "Benim Efendim onları savurdukça savuracak, böylece onu bir dümdüz arazi olarak bırakacak, onda bir eğrilik ve bir tümsek göremeyeceksin."

108- O gün o çağrıcıya takılırlar. Ona karşı bir eğrilik yapmak yoktur. Ve o sesler o çok şefkâtli'ye karşı kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka (ses) işitemezsin.

109- O gün o çok şefkâtli'nin kendisine onay verdiği ve bir sözce kendisinden hoşnut olduğundan başkasına o eşlikçilik fayda vermez.

110- O, onların önlerinde olan şeyleri ve artlarında olan şeyleri bilir. Ve onlar O'nu bilgice kuşatamazlar.

111- Ve o yüzler  yaşayan (her an) yönetimde olan (Allah) için eğiktir. Ve bir haksızlık taşıyan kimse, kesinlikle perişan olmuştur.

112- Ve kim bir inanmış olarak o düzgün işleri işlerse, artık bir haksızlıktan ve bir hak yenilmeden kaygılanmaz.

113- Ve işte böylece sana bir Arabi okuma indirdik ve korunmaları veya kendilerine bir hatırlatma oluşturması için onda o tehditten (örnekleri) evire çevire açıkladık.

114- O gerçek hükümdar Allah, yücedir. Ve onun vahyi sana yerine getirilmesi (sana bildirilmesi) öncesinden o okunan (Kur'an) ı (okumaya) çabuklanma. Ve de ki: "Ey benim Efendim, beni bilgice artır."

115- Ve ant olsun ki  önceden Adem'e antlaşma yapmıştık. Fakat Adem (buna uymayı) unutmuş ve biz onda bir kararlılık bulamamıştık.

116- Ve bir zaman o meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik. Onlar da İblis hariç hemen boyun eğmişlerdi. O direnmişti.

117- 118- 119- Bunun üzerine: "Ey Adem, şüphesiz ki bu sana ve eşine bir düşmandır. Sakın ikinizi o bahçeden çıkarmasın, yoksa kötü sonlu olursun. Şüphesiz ki senin acıkmaman ve çıplak kalmaman oradadır. Ve şüphesiz ki sen orada susamazsın ve kuşluk(vaktindeki sıcak)tan etkilenmezsin" demiştik.

120- Derken o şeytan onu işkillendirmiş ve: "Ey Adem, sana o sürekli kalıcılığın ağacını ve yıpranmaz bir hükümdarlığa kılavuzluk edeyim mi?" demişti.

121- Bunun üzerine ikisi de ondan yemişlerdi. Böylece ikisi ağaçtan tattıklarında, avret mahalleri ikisine belli olmuş ve ikisi o bahçenin yaprağından üzerlerine kapatmaya başlamışlardı. Ve Adem  kendisinin Efendisine karşı gelmiş ve azmıştı.

122- Sonra kendisinin Efendisi onu derlemiş, böylece ona (lütufla) dönmüş ve doğruya iletmişti.

123- 124- (Allah): "İkiniz, bir kısmınız bir kısma bir düşman olarak toplu olarak oradan inin. Eğer benden size bir doğruya ileten gelir de kim benim doğruya iletmeme takılırsa, artık o sapmaz ve kötü sonlu da olmaz. Ve kim de benim hatırlamamdan kayıtsız kalırsa, artık şüphesiz ki onun için sıkıntılı geçimlik vardır. Ve onu kalkışın günü kör olarak sürüp toplayacağız" demişti.

125- (Bu duruma düşen kişi): "Ey Efendim, beni niçin kör olarak sürüp topladın? Oysa ben bir görücüydüm" dedi.

126- (Allah): "Bu böyledir, ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun. Ve işte böylece bugün de sen unutuluyorsun" dedi.

127- Ve savurganlık eden ve kendisinin Efendisinin ayetlerine inanmayan kimseye, işte böyle karşılık veririz. Ve sonrakinin azabı kesinlikle daha sert ve daha kalıcıdır.

128- Onların durulma yerlerinde yürümekte oldukları, onların öncesi o kuşaklardan kaçını yok etmiş olmamız, onları doğruya iletmedi mi? Şüphesiz ki işte bunda, (yanlıştan) o vazgeçen akıl sahipleri için kesinlikle ayetler vardır.

129- Ve eğer senin efendinden önceden geçmiş bir kelime ve bir isimlenmiş süre olmasaydı, (azabın hemen gelmesi) kesinlikle bir mecburiyet olurdu.

130- Artık onların söylemekte oldukları şeylere karşı direnip gayret et. Ve o güneşin aydınlanmasından önce ve onun batmasından sonra, Efendini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tut. Ve hoşnut olman için o gecenin bir kısım anlarında ve o gündüzün uçlarında da (Efendini) her türlü eksiklikten uzak tut.

131- Ve içlerinden bazılarını onunla denemek için onunla çifter çifter olarak yararlandırdığımız bu şimdiki yaşamın alımlılığına iki gözünü sakın uzatma. Ve senin Efendinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

132- Ve halkına o kulluk görevini buyur ve sen de onun üzerinde direnip gayret et. Biz senden bir rızık sormuyoruz. Sana biz rızık veriyoruz. Ve o son, korunma bilinci (sahipleri) nindir.

133- Ve: "Bize kendisinin Efendisinden (gözle görülen) bir ayet getirmesi gerekmez miydi?" dediler. Önceki sahifelerde de olan apaçık bir delil onlara gelmedi mi?

134- Ve eğer biz onları onun (gelmesi) öncesinden bir azapla yok etmiş olsaydık, onlar kesinlikle: "Ey Efendimiz, bize bir elçi göndermeli değilmiydin ki aşağılıklığımızdan ve rezilliğimizden önce senin ayetlerine takılsaydık" diyeceklerdi.

135- De ki: "Herkes bir bekleyendir, artık siz de bekleyin. O denk yolun arkadaşları kim ve doğruya iletilen kim yakında bileceksiniz."