Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) yaratmış olduğu bütün kullarına sadece kendisinin İlah ve Rab olarak tanınmasını , bunun tersi bir eylemin Şirk olduğunu , bunun cezasının ise asla af edilmeyeceğini ve ebedi cehennem olarak karşılık göreceğini bir çok ayetinde beyan etmiştir.
[016.051] Allah «iki ilah edinmeyiniz, o tek bir ilahtır, yalnız benden
korkunuz» dedi.
[051.051] Allah ile beraber başka bir ilah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten ben
sizi, O'ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.
[017.022] Allah ile birlikte başka bir ilah edinme ki, kınanmış, yalnız
başına bırakılmış kalmayasın!
[028.088] Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma. O'ndan başka ilah
yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na
döndürüleceksiniz.
Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına emir ve yasaklarını bildirmek için , yine o insanlar içinden elçiler seçerek onlara vahyetmiştir. Zaman içinde vahyi getiren elçiler vahyin önüne geçirilerek o Elçiler aşırı bir yüceltmeye tabi tutulmuş ve yarı ilah seviyesine çıkarılmışlardır.
Bu durumun en bariz örneğini, Hıristiyanların İsa (a.s) ı"Allahın oğlu" şeklinde bir paye yükleyerek onu İlah edinmelerinde görmekteyiz. Hıristiyanlara özenen Müslümanlar aynı payeyi İsa (a.s) gibi direk olarak değil endirek olarak Muhammed (a.s) a yükleyerek onu da yarı ilah pozisyonuna sokmayı başarmışlardır!.
Geleneksel İslam düşüncesinde, vahiy ve onu gönderenden ziyade o vahyi getiren Elçi öne çıkarılmış ve Hıristiyanvari bir düşünce şekli Müslümanlar arasında yaygınlaşmıştır. Bu yazımızda bu durumun dile düşmüş hali olan ve çoğumuzun dilinde pelesenk olan bir sözün tehlikesine dikkat çekmeye çalışacağız.
"Ya Rabbim Ya Resulullahım" sözü bir çoğumuzun ağzında gezen bir kelime olup bazı durumlarda söylenen bir sözdür. Ancak ŞİRK dediğimiz durum bu sözün içinde saklı olup bir çok Müslüman bu sözün nasıl bir tehlike arzettiğinden habersiz her gün defalarca bunu tekrarlamaktadır.
Bazı kişilerin "Peygamberimizin adını anmak ne zamandan beri şirk oldu?" diye soracaklarını ve bu düşüncemizi yadırgayacaklarını tahmin edebiliyoruz.
Öncelikle "Kelimei Şehadet" teki "Abduhu ve Resuluhu" (onun kulu ve elçisidir) sözündeki "KUL" olmanın Muhammed (a.s) içinde geçerli olduğunu , onunda diğer insanlarıdan farkı ona vahyedilmiş olması olduğunu , Elçi olmak demenin onu Allah (c.c) katında özel bir duruma sokmak demek olmadığını bilmemiz lazımdır.
Tabiki İslam kültürü içindeki Elçi algısının böyle bir duruma pek müsaade etmeyeceğini bilerek , doğru bir Elçi algısı için müracaat edeceğimiz yegane merci o Elçinin getirdiği KUR'AN olması gerekmektedir ki doğruyu bulalım.
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da
bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.»
De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[041.006] De ki: «Ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim. Bana
yalnızca, sizin ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Öyleyse O'na
yönelin ve O'ndan mağfiret dileyin. Vay haline o müşriklerin.»
[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana,
İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine
kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak
koşmasın.
Yukarıda vermiş örnek ayet mealleri Muhammed (a.s) ın beşer olduğunu özellikle vurgulayarak , İsa (a.s) a yapılan hataya düşülmemesini hatırlatmaktadır , malleseftirki ayetler sanki " böyle yapmayın" dememişte " böyle yapın" demiş gibi okunarak Muhammed (a.s) Allah (c.c.) nin yanına oturtulmuştur.
[017.046] Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler ve kulaklarına da
ağırlık koyduk. Kuran'da Rabbini bir tek olarak andığın zaman, onlar ürkerek
ardlarına dönerler.
[039.045] Böyle iken Allah bir olarak anıldığı vakıt Ahırete inanmıyanların
yürekleri burkulur da ondan berikiler anıldığı vakıt derhal yüzleri güler
[040.012] Onlara: «Yalnız Allah çağrıldığı zaman inkar ederdiniz de, O'na
eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce Allah'ındır» denir.
Müslümanlar olarak sadece cennet nimetleri ile ilgili ayetler bize hitap ediyor gibi bir hastalığımız olduğu için ,Müşrikler,Kafirler,Yahudiler,Hıristiyanlar v.s ile ilgili ayetlerden pay çıkarmak gibi bir okuyuşta maalesef bulunmadığımız için yukardaki ayetlerin Müslümanları nasıl ilgilendirdiği haklı olarak merak edilecektir.
Şirk ; Allah (c.c) nin yanına her nasıl olursa olsun , her kim olursa olsun konulan şeylerin genel tarifi olduğuna göre onun adını zikrederken onun elçisinide zikretmek kişiyi ŞİRK içine sokacaktır.
Allah (c.c) Elçiside olsa hiç kimseye yanında özel bir yer ayırmamış Hıristiyanların yapmış olduklarının bir benzeri olan bu durumu asla affetmeyeceğini beyan etmiştir.
[004.048] Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan
başkasını ise dilediğine bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa pek büyük bir
cinayeti iftira etmiş olduğunda şüphe yoktur.
"Ya Rabbim" diye nida ederek çağırdığımız Rabbimiz bizim bu nidamızı elbette duyar ve hacetimizi ona ilettiğimiz zaman bu çağrımıza cevap verir. Fatiha suresinde " yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden isteriz" şeklinde duamızı şuurlu bir şekilde yaptığımız zaman onu dışında hiç kimseden bir şey istenmemesi gerektiğini anlarız.
[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara
yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da
davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.
"Ya Rabbim" nidasının yanına "Ya Resulullahım" şeklinde bir söz eklediğimiz zaman Allah (c.c) nin "ESSEMİ" ismini onun Elçisine de vermiş oluruzki bunun adı ŞİRK tir. Çünkü onun Elçisi ölmüştür ve bizleri asla duymaz. Hurafe kaynaklarında onun ölmediği , kabirinde namaz bile kıldığı , ona okunan salavatların ona ulaştığı yolundaki rivayetler bu şirk inancının bir uzantısıdır.
[029.057] Her can ölümü tadacaktır. Sonra döndürülüp Bize
getirileceksiniz.
[039.030] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ı Hıristiyanlık özentisi olarak aşırı bir yüceltmeye tabi tutarak Allah (c.c) nin yanına onun ismini de ekleyerek Allah ile beraber onun isminide zikretmek Rabbimizin asla kabul etmediği , asla af etmeyeceği suçlar kapasamına giren ŞİRK tir, Bir çok Müslüman bu şekil bir sözün şirk unsuru taşıdığından habersiz olarak dilinde alışkanlık olarak kullanmaktadır. Bu yazının amacı böyle bir sözün ne anlama geldiği konusunda Müslüman kardeşlerimiiz uyarmak amaçlı olup , söylemekte ısrar edildiği zaman kişiyi şirke sokacağı bilinmelidir. Rabbimize olan Şahidliğimizi yerine getirmek düşüncesi içinde yazıya dökmeye çalıştığımız bu konu hakkında , bazı kardeşlerimizin bunu Peygamber düşmanlığı gibi görmemelerini istiyoruz, esas düşmanlığın Allah (c.c) istemediği Şirk olarak gördüğü bir konuma yükseltmek olduğu bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
25 Ekim 2014 Cumartesi
22 Ekim 2014 Çarşamba
AHZAB 28-34 Ayetleri ile İlgili Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma
AHZAB
28-34 ayetleri arasında Muhammed(a.s)'ın eşlerine olan hitabı
görmekteyiz. Bu ayetler nuzül itibarı ile o eşler hayatta iken nazil
olmuş fakat bugün ne Elçi ne de Eşleri hayattadır. Bu bağlamda şöyle bir
soru akla gelmektedir; "günümüzde bu ayetlerin herhangi bir
geçerliliği varmıdır? Tarihsel bir düşünce ile bu ayetleri o gün için
geçerli sayıp bu güne bir mesajı olmadığını mı söyleyeceğiz? Eğer varsa,
bu ayetlerin mesajını nasıl okuyabiliriz?”. Bu ayetler evet o gün yaşayan insanlara hitap etmektedir ancak "hükmün özel olması, genel olmasına mani değildir"
prensibince o kişilere yapılan hitapları günümüzde de geçerli mesajlar
olarak okumak mümkündür. Bu yazımızın konusu; bu ayetlerin günümüze dair
olması muhtemel mesajları üzerinde olacaktır.
[033.028] Ey
Nebi, eşlerine şöyle söyle: «Eğer dünya hayatını ve zinetini
istiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp
salıvereyim.
[033.029] «Eğer Allah'ı, Resulunu, ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.»
[033.030] Ey Nebinin kadınları! Sizlerden biri açık bir hayasızlık yapacak olursa, onun azabı iki kat olur. Bu Allah'a kolaydır.
[033.031]
Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona
mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.
[033.032] Ey
Nebinin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz;
eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra
kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda
söyleyin.
[033.033]
Evlerinizde vakarla oturun, ilk cahiliye dönemi kadınlarının açılıp-
saçılması gibi açılıp- saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve
Resulune itaat edin. Ey ehl-i beyt (Ey Peygamberin ev halkı) şüphesiz
Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister.
[033.034]
Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları
hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
Ayetlerin
tarihsel bağlamı Nebi(a.s)'ın eşlerine hitab etmekte olup, onların
dünya veya Ahiret hayatını tercih etmeleri neticesinde ellerine geçecek
olanları anlatmaktadır (28-29. ayetler).
Nebi(a.s);
Allah(c.c) tarafından kendisine yüklenen bir görev sahibi olup, beşer
cinsinden olması nedeniyle eşleri ve çocukları vardır. Ayetleri tarihsel
bağlamından alıp evrensel bağlamda okuyabilmek için; Nebi(a.s)’ın
yüklenmiş olduğu görevi bu güne taşıyarak, o görevi yüklenen insanların
ve onların ailelerinin o görev ile ilgili olarak nasıl bir tutum içinde
olmaları gerektiğini öğreten ayetler olarak okumak mümkündür. Bu gün
kendisine Nebi veya Resul diyebileceğimiz herhangi bir insan yoktur ve
olmayacağına göre bu ayetler bize nasıl bir mesaj verebilir?
Kendisine “ben Müslümanlardanım"
diyen herhangi bir kişi bu söylemini; sadece söz ile değil, fiil ile de
göstermek zorundadır. Müslüman olmak demek; o kişiye Allah(c.c)'ın
yüklemiş olduğu bir takım sorumlulukları yerine getirmek mecburiyetinde
bırakmaktadır.
İnsan
olmamız nedeniyle beşeri ihtiyaçlarımız olan eşler ve çocukların dünya
hayatının süsü olduğu konusu ile ilgili olarak bir çok ayet mevcut olup;
Ahiret günü dünyada sahip olduğumuz eşler, çocuklar, mal ve servetin
bizlere herhangi bir faydası olmayacağını da bir çok ayet haber
vermektedir.
Kişi
yaşadığı hayat içinde Müslüman olmanın yükümlülüklerini yerine getirme
noktasında bir takım engeller ile karşılaşabilir. Bu engeller belki en
sevdikleri olan aile bireyleri tarafından gelebilir. İşte burada kişi
bir yeri tercih etmek durumunda kalabilir. Nebi(a.s), bizler gibi bir
beşer olduğu için eşleri tarafından bir takım sıkıntılara sokulmak gibi
bir duruma düşürebilirdi, düşürülmüştür de. Bu durumu TAHRİM Suresi
ayetlerinde görmekteyiz.
Birçok
ayetinde, bizlerin tercih etme noktasında kaldığımız zaman, tercihimize
göre karşılık alacağımızı bildiren Rabbimiz, Nebi(a.s)’ın eşlerinin
şahsında bizlere de tercihimize göre alacağımız karşılığı bildirmiştir.
Eğer
Nebi(a.s)’ın eşleri dünyayı tercih etmeyi seçerlerse, Nebi(a.s)
tarafından onlara verilecek dünyalıkları alıp gidecekler ama bu sefer
Ahiret’ten nasipleri olmayacak. Eğer Ahiret’i seçecek olurlarsa; büyük
bir ihtimal dünya hayatının bir çok nimetinden mahrum kalacaklar ama bu
özverinin karşılığını Ahiret’te kat kat alacaklardır.
[009.024] De
ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız,
elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza
giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan
daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık
kimseleri doğru yola eriştirmez.»
Allah
- Resul’u ve O’nun yolunda cihad; bu üç şey bizlere yukardaki ayetlerde
sayılan şeylerin hiçbirinden daha sevimli gelmemelidir.
[020.132]
Ailene salatı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık
istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ
iledir.
[019.055] Ailesine salat ve zekat emrederdi ve Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.
[026.214] Ve en yakınların olan aşiretini korkut.
Yukarıda
verdiğimiz ayet mealleri eğitim konusunda önceliğin neresi olması
gerektiğini hatırlatmaktadır. Aile içindeki bireylerin aynı inancı
paylaşmış olması, aile içinde birlik beraberlik ve sevgiyi artıracak
olup, kişilerin aile dışındaki tebliğ faaliyetlerinde gereken özveriyi
göstermelerini sağlayacaktır. Bunun tersi bir durum; huzursuzluk kaynağı
olacak, aile bireylerinin herhangi birisi tarafından sekteye
uğratılmaya çalışılacaktır. Böyle bir durum ise kişiyi tercih noktasında
bırakarak, dünya ve Ahiret’i seçmesini gerektirecek bir seçim yapmasını
gerektirecektir.
AHZAB
28-29 ayetleri, bu seçimi Nebi(a.s)’ın ailesi üzerinden örnekleyerek
tüm Müslümanlara göstermiş; Nebi(a.s)’ın böyle bir seçim yapmak zorunda
kaldığında onları değil Allah’ı seçeceğini, onların da bu seçimi yaptığı
takdirde alacakları karşılığı bildirmiştir. Müslümanlar arasında öne
çıkmış, elini diğerlerine göre taşın altına daha fazla sokmuş olan
kişilerin yakınları, özellikle ailesi, diğerlerine göre daha fazla
özveride bulunmak durumundadır. İşte böyle bir konumda olan insanın
(kadın veya erkek farkı gözetmeden) ailesi ecir bakımından daha fazla
ecir alacağı gibi, ayak bağı olmak noktasında azap bakımından
diğerlerine göre daha fazla azaba hak kazanacaktır. AHZAB 30-31
ayetleri, bu duruma işaret etmektedir.
Ayetlerin
tarihsel bağlamı ile ilgili olarak yanlış olduğunu düşündüğümüz bir
noktaya kısaca temas etmek istiyoruz. Nebi(a.s)’ın eşlerinin TAHRİM 30
ayeti içinde "bifahişetin mübeyyinetin" (açık bir hayasızlık)
şeklinde geçen kelime ile ilgili olarak yapılan bazı yorumlarda;
Nebi(a.s)’ın eşlerinin, had cezasını gerektiren bir suç işledikleri
takdirde (mesela zina gibi), bu cezanın onlara iki kat olarak, yani iki
yüz celde olarak vurulması şeklinde olacağının anlaşılması gerektiğini
düşünenlere rastlamaktayız.
Bu
şekil bir yoruma sebep; zina cezasının klasik İslam hukukunda
evli-bekar ayrımı yapılarak, evli olanın taşlanarak öldürülmesi şeklinde
olan düşüncenin yanlışlığına vurgu yapmak içindir. Biz de tabi ki
Kur’an’da evli-bekar şeklinde bir ayrımın yapıldığını söylemiyoruz,
ancak bunu delillendirmek için AHZAB 30 ayetini delil getirmenin yanlış
olduğunu söylemekteyiz. AHZAB 31 ayetine baktığımız zaman, itaat edenin
mükafatının nerede verileceği (yani Ahirette verileceği) belli olup,
isyan edenin cezası da Ahiret’te verilecektir şeklinde bir anlayış bizde
daha doğru gözükmektedir.
AHZAB
30-31 ayetlerinin evrensel mesajına gelecek olursak şunları söylemek
mümkündür; kadın veya erkek olsun, Müslümanlara önderlik yapma konumunda
olan bir kişinin aile bireyi, diğer insanlara göre daha fazla özveride
bulunmak durumundadır. Yapmaktan kaçınacağı bir özveri veya yaptığı bir
özverinin karşılığı, diğer insanlara göre daha katlamalı olarak
Ahiret’te kendisine ödenecek olup, bu konumda olanların yakınları bu
noktaya dikkat etmek zorundadırlar.
AHZAB
32 ayeti; tarihsel bağlamda Nebi(a.s)’ın eşlerinin, diğer erkekler ile
olması gereken münasebetlerini düzenlemektedir. Bu ayetin bize dönük
mesajının nasıl olabileceği sorusuna şöyle bir cevap verebiliriz. Kadın
ve erkeğin yaratılış itibarı ile birbirlerine ilgi duymakta olduğu
gerçeğinden yola çıkarak, sadece belli bir konuma sahip olanların eşleri
değil bütün kadın ve erkeklerin karşı cins ile olan münasebetleri bir
kurala bağlanmıştır.
Belirli
bir konumda olan insanların ve onların yakınlarının, diğer insanlara
göre daha göz önünde olmaları, bazı insanların hasedine sebeb olabilir.
Olayı Müslümanlar çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, onların imamı
derecesinde olan insanların, münafık kesim tarafından çeşitli iftiralar
ile karalanarak gözden düşürülmeye çalışılması, yaşanmış ve yaşanacak
bir durumdur.
Toplumun
en hassas olduğu konu olan kadın ve erkek arasındaki uygunsuz bir
durumu, toplumun affetmesi çok zordur. Bunu bilen münafık kesim, fitne
ateşini buradan körüklemek için kadın veya erkeğin karşı cinse karşı
hatalı bir davranışını ortaya koyarak, araya fitne sokmak isteyebilir.
Bunun en açık örneğini; NUR Suresi ayetlerinde, Aişe validemize karşı
olan iftirada görebiliriz (Aişe validemizin hatalı olduğunu söylemek
istemiyoruz). Bu sebepten ötürü, özellikle göz önünde olan insanların bu
tür hatalar yapmaktan kaçınmaları ve bu tür hataya düşmelerine veya
fitneye sebep olacak şeyler yapmamaya dikkat etmeleri gerekmektedir.
AHZAB
33 ayeti; kadınların evden çıkmamalarına dair herhangi bir emir
olmayıp, evlerinde nasıl davranmaları gerektiğini beyan etmektedir.
AHZAB 59 ayeti, Nebi(a.s)’ın ve diğer Mü'minlerin eşlerinin, kızlarının
ve kadınlarının dışarıya çıkarken, evdeki kıyafetlerine ek olarak dış
kıyafetlerini almalarını emretmesi, kadınların sosyal hayat içinde yer
almış olmalarını göstermektedir.
Bu
ayet; ayetleri ön kabullu ve tahrifkar okumanın şampiyonu
sayabileceğimiz Şia’nın istismar ettiği ayetlerden bir tanesidir. “Ehl-i
beyt" kültürü altında oluşturdukları inanca, adına "Tathir ayeti"
dedikleri bu ayet içinde geçen müzekker zamirlerini delil göstererek,
Nebi(a.s)’ın ev halkına Ali, Hasan ve Hüseyin’in de dahil olduğunu iddia
etmelerine rağmen, kadınlardan sadece kızı Fatımay’ı ehl-i beyt’e dahil
ederek, diğer kadınların hiçbirini dahil etmemeleri çelişkisini burada
kısaca hatırlatmak istiyoruz.
AHZAB
34 ayeti ise; bir önceki ayetin Şia tarafından istismar edilmesine
karşılık, "ehl-i hadis" tayfası tarafından istismara uğratılmıştır. Bu
tayfanın oluşturmuş olduğu “Sünnet ve Hadisin vahiy" olduğu
inancı, bu ayetten delillendirlmeye çalışılmıştır. Konumuz Şia ve Ehl-i
hadisin bu düşüncelerini tahili etmek olmadığı için burada bunlara
değinmeyeceğiz.
Kitap
ve hikmet şeklinde ayrım, Kur’an’ın diğer ayetlerinde de geçtiği için;
hikmetin ne olduğu Müslümanlar arasında tartışılan bir konudur. Hikmeti "her insana verilen eşyayı okuma kabiliyeti"
olarak kısaca tarif edersek, eşyayı okuma Kitap’ın ayetlerinin verdiği
koordinatlar ile olması gerektiği, Nebi(a.s)’ın bu usul ile bir yöntem
takip ettiği hatırlatılarak, bizlerin de başta evlerimiz olmak üzere en
yakınımızı uyarma vazifesine uygun bir şekilde uyarmaya ev halkından
başlayarak halkayı genişletmemiz gerektiği hatırlatılmaktadır.
Allah(c.c)'ın Kitap’ı içindeki emirler ve yasaklar; önce kişilerin en
küçük halkası olan aile içinde okunmaya yani hayata geçirilmeye
başlanarak örnek olunacak, daha sonra halka genişleyerek kitlelere
yayılacaktır.
Musa(a.s)'ın kıssasının anlatıldığı YUNUS 87 ayetinde, mücadele yöntemi olarak “evler hazırlanması"
istenmiş olması; mücadelenin önce ev halkı ile birlikte fikir birliği
içine girmekle başlayabileceği, bu doğrultuda olan bir ev halkının
mücadelede daha başarılı olabileceği hatırlatılmaktadır. Ancak Lût(a.s)
ve Nuh(a.s) örneğinde olduğu gibi, mücadeleye katılmak istemeyen ev
halkından bazı fertler olabilir.
Lider
pozisyonunda olan kişilerin söylemlerinin, önce en yakınları üzerinde
kabul görmüş olması; onların çağrılarının diğer insanlar üzerinde daha
kolay kabul görmesi anlamına geleceği için, Rabbimiz Nebi(a.s)’ın
eşlerinin şahsında bizlere de hatırlatma yapmaktadır. Burada Nuh(a.s) ve
Lût(a.s)’ın davetlerinin en yakınları tarafından kabul görmemiş
olmasından hareketle; bir kişinin en yakınının onun davetini kabul
etmemiş olması, o kişi için ayıplanacak bir durum asla olamaz.
Sonuç olarak; AHZAB 28-34
ayetleri; tarihsel bağlamı olan fakat güncel mesajlar çıkabilecek
ayetlerdendir. Müslümanlar olarak üzerimize yüklenen vazifeyi yerine
getirirken; öncelikle en yakınlarımız olan ev halkının bizim bu vazife
bilinci içinde yapmış olduğumuz şeyler konusunda ayak bağı değil, destek
olması, özveride bulunması gerektiğini Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında
ültimatom mahiyetindeki ayetler olarak beyan edilmektedir. Özellikle
önder konumunda olan kişilerin eşlerinin ve aile bireylerinin, bu
önderlikte o kişini konumuna laf ve dedikodu üretebilecek şeylerden
kaçınmaları gerektiği, bu özverilerinin karşılığında veya yaptıkları
yanlışların karşılığında, diğer kişilere göre daha fazla bir karşılık
alacakları haber verilerek, ayakların ona göre denk atılması
istenmektedir. Ev halkı ile birlikte yapılan bir mücadele diğer insanlar
tarafından daha kolay kabul görecek olup, bütün ev halkı ile birlikte
diğer insanlara örnek olması bakımından önemli bir katkı sağlayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
21 Ekim 2014 Salı
Ahzab s. 4-5 . Ayetleri ve Evlatlıklar Hakkındaki Düzenleme
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c), kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a indirdiği Kitabında iniş zamanı muhataplarına yönelik bir takım düzenlemeler bildirmiştir. Bu düzenlemeler bizler içinde geçerli olup hayatımızın herhangi bir safhasında karşımıza çıkacak sorunlara ışık tutmaktadır.
Ahzab s. 4-5. ayetleri içinde "Zihar" ve "evlatlık uygulaması" hakkındaki düzenlemeleri görmekteyiz. Zihar uygulaması cahiliye araplarının eşlerine , "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek onları bir çeşit boşama şekli olup kadını ne evli nede boşanmış duruma sokan bir uygulama olup kadına bir çeşit zulmetme vasıtası idi. Ahzab s. 4. ayeti ve Mücadele s. 2-3-4. ayetlerde bu konu ile ilgili hükümler mevcuttur.
Zihar uygulaması bugün işlevini yitirmiş olmasına rağmen evlatlık kurumu işlevini yitirmemiş olup devam etmektedir. Yazımızda bu kurum ile ilgili hükümlerin günümüzde nasıl hayata geçirilebileceği hakkındaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
[033.004] Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor.
[033.005] Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırınız. Allah katında o daha doğrudur; eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettiğinde (günah) vardır. Allah günahları örten, çok merhamet edendir.
Bir çocuk herhangi bir sebebten ötürü , onun Dünyaya gelmesine sebeb olan Anne ve Babasından ayrı kalmak durumunda olabilir. Bir Karı Koca da herhangi bir sebebten ötürü çocuk sahibi olmayabilir veya bir başkasının çocuğuna ebeveynlik yapmak zorunda kalabilir. Bu durum İnsan hayatının bir olgusudur.
"Nesil emniyeti" İslamın önem verdiği konulardan birisi olup , kişinin onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin bilinmesi önemli bir noktadır. Kişilerin evlatlık kurumu vasıtası ile bir başka aile içinde büyümesi onu doğuran annesinin ve babasının unutmasını gerektirmez.
Günümüzde Ebeveyninden ayrılmak zorunda kalan çocuklar veya çocuk sahibi olamayan aileler bu durumu evlatlık kurumu vasıtası ile karşılıklı olarak hal yoluna gitmektedirler. Kişilerin kimlik bilgileri nufüs kaydı ile bir kütükte belirlenip onların nesillerinin emniyeti sağlanmaktadır.
Evlatlık alan aile , o çocuğun kimlik bilgilerini değiştirerek , onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin yerine kendi isimleri o çocuğun nufüs bilgilerine geçirerek o çocuğun gerçek ailesiymiş gibi değiştiremez.
Öncelikle bu şekil bir düzenleme Devletin kanuni bir düzenleme yapmasını gerektirir . T.C devletinin evlatlık kurumu uygulamasında , evlatlık verilen bir çocuğun evlatlık alan aile tarafından nufüs bilgilerinin değiştirirlerek gerçek ebeveyninin yerine evletlık alan ailenin ismleri yazılabilmekte olup kanuni düzenlemeler buna izin vermektedir.
Ahzab s. 5. ayetinde "onları babalarına nisbetle çağırın" emrinin bugünkü karşılığı , kişinin nufüs bilgilerinin gerçek anne ve babasının üzerinde olmasını gerektirir. Bunun tersi bir uygulama olarak, kişiyi evlatlık alan ailenin nufüs bilgileri üzerine yapılan bir kimlik düzenlemesi, ayete aykırı olup neslin emniyeti bakımından sakıncalı durumlara gebe bir durumdur.
Cahiliyye arapları arasında yapılagelen bu uygulama ayet ile ortadan kaldırılmış olup , Muhammed (a.s) ın evlatlığı olarak bilenen Zeyd'in boşadığı eşi ile evlendirilerek bir tabu yıkılmış olmaktadır. Ahzab s. 36-40. ayetleri arası bu duruma işaret etmektedir.
Sonuç olarak ; hayatın bir gerçeği olan evlatlık kurumunun nasıl çalışması gerektiğini Rabbimiz , Ahzab s. 4-5. ayetlerinde beyan ederek bizlere bildirmiştir. Buna göre evlatlık edinen bir aile , evlat edindiği çocuğun kimlik bilgilerini esas anne babasının yerine kendi isimlerini geçirerek koyamaz. Kişilerin bir şekilde aileye muhtaç kalmış bir çocuğa aile olması büyük bir sevab kazandırabilir ancak bunun olması gereken bir şekli vardır. Hiç kimse Dünyaya gelmesine vesile olmadığı bir çocuğa gerçek anne babasıymış gibi kimlik bilgilerini o şekilde düzenlemeye hakkı yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Ahzab s. 4-5. ayetleri içinde "Zihar" ve "evlatlık uygulaması" hakkındaki düzenlemeleri görmekteyiz. Zihar uygulaması cahiliye araplarının eşlerine , "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek onları bir çeşit boşama şekli olup kadını ne evli nede boşanmış duruma sokan bir uygulama olup kadına bir çeşit zulmetme vasıtası idi. Ahzab s. 4. ayeti ve Mücadele s. 2-3-4. ayetlerde bu konu ile ilgili hükümler mevcuttur.
Zihar uygulaması bugün işlevini yitirmiş olmasına rağmen evlatlık kurumu işlevini yitirmemiş olup devam etmektedir. Yazımızda bu kurum ile ilgili hükümlerin günümüzde nasıl hayata geçirilebileceği hakkındaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
[033.004] Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor.
[033.005] Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırınız. Allah katında o daha doğrudur; eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettiğinde (günah) vardır. Allah günahları örten, çok merhamet edendir.
Bir çocuk herhangi bir sebebten ötürü , onun Dünyaya gelmesine sebeb olan Anne ve Babasından ayrı kalmak durumunda olabilir. Bir Karı Koca da herhangi bir sebebten ötürü çocuk sahibi olmayabilir veya bir başkasının çocuğuna ebeveynlik yapmak zorunda kalabilir. Bu durum İnsan hayatının bir olgusudur.
"Nesil emniyeti" İslamın önem verdiği konulardan birisi olup , kişinin onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin bilinmesi önemli bir noktadır. Kişilerin evlatlık kurumu vasıtası ile bir başka aile içinde büyümesi onu doğuran annesinin ve babasının unutmasını gerektirmez.
Günümüzde Ebeveyninden ayrılmak zorunda kalan çocuklar veya çocuk sahibi olamayan aileler bu durumu evlatlık kurumu vasıtası ile karşılıklı olarak hal yoluna gitmektedirler. Kişilerin kimlik bilgileri nufüs kaydı ile bir kütükte belirlenip onların nesillerinin emniyeti sağlanmaktadır.
Evlatlık alan aile , o çocuğun kimlik bilgilerini değiştirerek , onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin yerine kendi isimleri o çocuğun nufüs bilgilerine geçirerek o çocuğun gerçek ailesiymiş gibi değiştiremez.
Öncelikle bu şekil bir düzenleme Devletin kanuni bir düzenleme yapmasını gerektirir . T.C devletinin evlatlık kurumu uygulamasında , evlatlık verilen bir çocuğun evlatlık alan aile tarafından nufüs bilgilerinin değiştirirlerek gerçek ebeveyninin yerine evletlık alan ailenin ismleri yazılabilmekte olup kanuni düzenlemeler buna izin vermektedir.
Ahzab s. 5. ayetinde "onları babalarına nisbetle çağırın" emrinin bugünkü karşılığı , kişinin nufüs bilgilerinin gerçek anne ve babasının üzerinde olmasını gerektirir. Bunun tersi bir uygulama olarak, kişiyi evlatlık alan ailenin nufüs bilgileri üzerine yapılan bir kimlik düzenlemesi, ayete aykırı olup neslin emniyeti bakımından sakıncalı durumlara gebe bir durumdur.
Cahiliyye arapları arasında yapılagelen bu uygulama ayet ile ortadan kaldırılmış olup , Muhammed (a.s) ın evlatlığı olarak bilenen Zeyd'in boşadığı eşi ile evlendirilerek bir tabu yıkılmış olmaktadır. Ahzab s. 36-40. ayetleri arası bu duruma işaret etmektedir.
Sonuç olarak ; hayatın bir gerçeği olan evlatlık kurumunun nasıl çalışması gerektiğini Rabbimiz , Ahzab s. 4-5. ayetlerinde beyan ederek bizlere bildirmiştir. Buna göre evlatlık edinen bir aile , evlat edindiği çocuğun kimlik bilgilerini esas anne babasının yerine kendi isimlerini geçirerek koyamaz. Kişilerin bir şekilde aileye muhtaç kalmış bir çocuğa aile olması büyük bir sevab kazandırabilir ancak bunun olması gereken bir şekli vardır. Hiç kimse Dünyaya gelmesine vesile olmadığı bir çocuğa gerçek anne babasıymış gibi kimlik bilgilerini o şekilde düzenlemeye hakkı yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
20 Ekim 2014 Pazartesi
Abd ve İbadet Kelimeleri Üzerine Kur'anda Bir Gezinti
"Abd" ve "İbadet" , Kur'anın üzerine bina edildiği kelimelerden olup, Kitab'ın doğru anlaşılmasında önemli rol oynamaktadır. Kur'an, nazil olduğu ortam gözetilerek indirilmiş bir Kitap , kelimeleri ise muhatapların anlamadığı dilden olmayıp aşinası oldukları dil ve bilinen anlamları üzerine indirilmiştir. Arapların günlük dilde kullandığı bazı kelimeler nuzül süreci içinde kavramlaşmış olup yazımıza konu başlığı olarak seçtiğimiz kelimeler buna örnektir.
"Abd" kelimesi sözlükte; kul ,köle anlamına , "İbadet" kelimesi ; kulluk ve kölelik anlamına gelmektedir. Kelimenin Kur'anda sözlük anlamında geçtiği ayetler şunlardır.
[026.022] (Musa) «O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle(abbedte) edinmiş olmandır.»
[002.178] Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle,(vel abdü bil abdi) kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
[002.221] Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle(vel abdü) elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.
[016.075] Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle(abden) ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
[024.032] İçinizdeki bekarları, kölelerinizden(ibadiküm) ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir.
Zariyat s. 56. ayetinde "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyuran Rabbimiz yaratılmış olanların yaşadıkları hayat içinde nasıl bir yol tutmaları gerektiğini beyan etmiştir. İbadet kelimesinin günümüzde Müslümanlar tarafından anlam daraltılmasına uğratılmış olması, bu kelime ile ifade edilmek istenen şeylerin sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan ritüeller (namaz ihacc ,oruç gibi)olduğu zannına götürmüştür.
Kelimenin sözlük anlamına baktığımız zaman "abd" kelimesi, bazı durumlarda efendisine bağlı, bazı durumlarda kendi başına buyruk kararlar alabilen kimse için asla kullanılmayıp, efendisinin sözünden asla çıkması mümkün olmayan , efendisinin mülkü olduğu müddet içinde onun emirlerinden asla çıkamayan kişi için kullanılır.
"Allahın abd'i" olmak ise yaşadığımız zaman zarfı içinde, onun mülkü altında olmamız hasebi ile onun bizim ile ilgili olarak belirlemiş olduğu kuralların tamamına uymak gerektiği anlamına gelir. Kişi , belirlenen bu kuralların "bir kısmına uyarım , bir kısmına uymam" şeklinde bir itirazda asla bulunamaz , şayet bulunduğu takdirde bu itirazının sonuçlarına hesap günü katlanacaktır.
Kıyamet s. 36. ayetinde " İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!" buyurularak İnsanın sorumluluk sahibi olduğu hatırlatılmaktadır. Şeytan kıyamete kadar İnsana , Rabbine karşı olan bu sorumluluğunu unutturarak ondan başkasına sorumlu olduğunu vahyederek onları yoldan çıkaracağına dair bir söz vermiş olup bu söz bütün insanlar için geçerlidir.
[007.016-7] «Öyle ise» dedi, «Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.» «Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!»
[015.039-40] İblis dedi ki: «Ya Rabbî! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım»
[038.082-3] İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»
Allah (c.c) yarattığı İnsana sadece kendisine kul olmasını hatırlatan Elçiler ve Kitaplar göndererek başıboş olmadığını ve kimin kulu olması gerektiğini hatırlatmıştır.
[016.036] Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve Tağuttan sakının!» diye uyaran bir peygamber gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!
[003.164] Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[023.032] Onlara da «Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilahınız yoktur, Allah'dan korkmaz mısınız» diyen kendilerinden bir peygamber gönderdik.
[005.117] Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
[007.059] Andolsun ki, Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. O da varıp: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Gerçekten ben, üzerinize büyük bir günün azabının inmesinden korkuyorum.» dedi.
[007.065] Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (peygamber gönderdik) Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?»
[007.073] Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Salih onlara: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir mucize geldi. Bu size bir delil olmak üzere Allah'ın dişi devesidir, bırakın Allah'ı toprağında otlasın, ona bir fenalıkla dokunmayın; yoksa acı bir azaba uğrarsınız!» dedi.
[007.085] Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik: «Ey kavmim Allah'a kulluk edin, O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir delil geldi; artık ölçeği ve teraziyi tam tutun, insanların eşyasına haksızlık etmeyin, yeryüzünde, düzeni sağlandıktan sonra, yine bozgunculuk etmeyin! Eğer bana inanırsanız bu söylediklerim sizin için hayırlıdır.
Allah (c.c) Adem (a.s) dan Muhammed (a.s) a kadar geçen zaman içinde sayısını sadece kendisinin bildiği sayıda Elçiler göndererek kullarına yaşadıkları hayat içinde uyması gereken kurallarını beyan etmiştir. Sadece kendisinin İlah ve Rab olarak tanınmasını onun dışındaki sahte İlah veRabların red edilmesine dayalı bir hayat nizamı sunarak buna göre yaşanmasını istemiştir.
Kendisinin dışında bir yönelimin tamamını "ŞİRK" kavramı içinde değerlendiren Rabbimiz tek İlahın gereğini bizlere şu misalle anlatmaktadır.
[039.029] Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.
[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.
Yaratmış olduğu kullarının bile ast -üst ilişkisi içinde olduklarını hatırlatarak , insanların böyle bir durumu hazmedememelerine karşın, Allah (c.c) kendisinden aşağıda bulunan birisi ile hükümde ortaklık yapmasının mümkün olmadığını bildirmektedir.
Tarih boyunca ibadet kavramı, hayatın kime göre belirlenmesi gerektiği çerçevesinde süregelen bir mücadele olmuştur, ancak bugün bu kavram kendilerinin sadece Allaha kul olduğunu deklere eden insanların büyük çoğunluğu tarafından içi boşalmış bir duruma düşürülmüştür.
Tarih boyunca gelen Elçiler muhataplarını sadece Allaha kul olmaya diğer sahte İlahları red etmeye çağırmış olup , son Elçi Muhammed (a.s) da aynı çağrıyı muhataplarına yapmıştır. İlerleyen zaman içinde bu Elçiye iman ettiğini iddia eden insanlar İbadet ve Kulluk kelimelerinin içini boşaltarak sahte İlahlara pirim vermeye başlamışlardır.
İnsanların yaşadıkları hayat içinde , ahiret hayatlarının sonucunu etkileyen onları Cennet veya Cehenneme gitmelerine sebeb olan uydukları kuralların genel adını "DİN" olarak tarif edebiliriz. Allah (c.c) Dinin sadece kendisine has kılınmasını , yani sadece kendi koyduğu kuralların hakim olmasını isteyerek bu konuda asla bir başkasının Dininin hayata geçirilmemesini bizlere emretmektedir.
[039.002] Biz sana Kitap'ı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et.[039.011] De ki: «Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum.»[039.014] De ki: «Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim;
Allah (c.c) nin bizler için seçtiği Dinin adı İSLAM olup bunun dışında bir Dine tabi olmanın asla kabul edilmeyeceğini bizlere beyan etmektedir.
[003.085] Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.
[005.003] Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak, kumar oynayarak elde edilen etler. Bütün bunlar itaat dışına çıkıştır. Artık bugün kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden çekinin. İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim. Kim günaha meyletmeksizin açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa, haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
[048.028] Bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidâyet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.
[009.033] Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.
Günümüzde Müslüman yani Allaha teslim olduğunu iddia edenlerin bir çoğu bu kelimenin ne demek olduğu konusunda fikir sahibi bile değildir. "İslam Dini" adı altında Rabbimiz bizlere Dünya hayatında uymamız gerekli olan kuralları sadece kendisinin belirleme yetkisi olduğunu , yarattıklarından hiçbirisinin böyle bir yetkiye sahip olamayacağını bildirmektedir.
"İslam Dini" denildiği zaman bir çok kişinin aklına sadece namaz , hacc , oruç gibi belli bir vakit içinde eda edilmesi gereken ritüeller akla gelmekte , diğer zamanlarda Allah (c.c) nin hayata hakim olması gerektiği bir düşünce akla bile gelmemektedir. "Laik Müslüman" portresi çizen Müslümanlar hayatlarından memnun bir şekilde öldükleri zaman kavuşacakları Cennet hayali ile yanıp tutuşmaktadırlar.
"Şirk" , "Put", "Müşrik" denildiği zaman hemen nuzül dönemi Mekke şehrinde olanlar ve yaşananlar akla gelmekte , bu kelimeler ile ifade edilen şeylerin Mekkenin fethi ile bittiği zannedilmektedir.
Halbuki bu 3 kelimenin çağrıştırdığı anlamlar evrensel anlamlar olup Allah (c.c) nin Dinine alternatif olarak sunulan her düşünce bu 3 kelime etrafında mütalaa edilebilir. Allah (c.c) nin Rab olması , bizim onun mülkü altında olan kullar olmuş olmamız , kul -efendi ilişkisinin gereği olan , sadece efendiye itaat etmeyi gerektirmektedir.
Kulun Allahın dışında başka efendilere itaat etmesi "ŞİRK" , bu efendilere verilen ortak isim " TAĞUT" tur. Tağut kelimesi "sınırı aşmak" anlamında bir kelime olup Kur'anın özel anlam yüklediği kelimelerdendir. Bir çok ayet bizleri bu konuda uyarmaktadır.
[002.256] Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
[002.257] Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.
[016.036] Andolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!
[039.017] Tağut'a tapmaktan kaçınıp Allah'a yönelenlere; işte onlara müjde vardır. Öyleyse kullarımı müjdele.
Müslümanların bugün ibadet adı altında yapmış oldukları bir takım ameller , bu kavramın sadece bir cüzü olup bu kavram daha geniş bir anlam alanına sahiptir. İbadet denildiği zaman hayatın her anını Allahın koyduğu kurallara göre yaşamak anlaşılmalı onun koyduğu kuralların dışında yaşamak ise İbadeti başkalarına yapmak olduğu bilinmelidir.
Sonuç olarak; Kur'anın özel anlam yüklediği "abd" kelimesi yaşanan hayat içindeki efendi -köle ilişkisinin bilinirliği üzerinden örneklendirilip, yaratılmış olan insanların bile kendisinden statü bakımından düşük olan insanlarla yetki paylaşımında bulunmaktan nasıl imtina ediyorsa , Alemlerin Rabbi olan Allahın da , yarattığı insanlarla yetki paylaşımı gibi bir durum içine asla girmeyeceği bizlere beyan edilmektedir. İbadet denilince akla gelmesi gereken şey , yaşanılan hayat içinde bütün zamanların onun emirleri doğrultusunda yaşamak olduğu , "Laik Müslüman" tipinin İslam olmanın gereği olan bir tip olmadığı , olması gerekenin sadece belirli ritüellerin değil bütün hayatın Allah için yaşanması gerektiğidir.
Kendisine "Müslüman" diyen bir kişinin yapması gereken şey , kime neden kul olduğumuzu , nasıl kul olmamız gerektiğini onun Kitabından okuyarak öğrenmek onun dışındakilere ibadet etmenin şirk olduğunu öğrenecek , onun dışındaki ilahları red edecek onun "abd" i olarak bizden istenen bu olup Dünya hayatında onun Dini üzere bir hayat yaşayanlara veya yaşamayanlara vaad ettikleri asla hatırdan çıkarılmadan yaşanan bir hayat bizden istenmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
"Abd" kelimesi sözlükte; kul ,köle anlamına , "İbadet" kelimesi ; kulluk ve kölelik anlamına gelmektedir. Kelimenin Kur'anda sözlük anlamında geçtiği ayetler şunlardır.
[026.022] (Musa) «O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle(abbedte) edinmiş olmandır.»
[002.178] Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle,(vel abdü bil abdi) kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
[002.221] Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle(vel abdü) elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.
[016.075] Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle(abden) ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
[024.032] İçinizdeki bekarları, kölelerinizden(ibadiküm) ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir.
Zariyat s. 56. ayetinde "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyuran Rabbimiz yaratılmış olanların yaşadıkları hayat içinde nasıl bir yol tutmaları gerektiğini beyan etmiştir. İbadet kelimesinin günümüzde Müslümanlar tarafından anlam daraltılmasına uğratılmış olması, bu kelime ile ifade edilmek istenen şeylerin sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan ritüeller (namaz ihacc ,oruç gibi)olduğu zannına götürmüştür.
Kelimenin sözlük anlamına baktığımız zaman "abd" kelimesi, bazı durumlarda efendisine bağlı, bazı durumlarda kendi başına buyruk kararlar alabilen kimse için asla kullanılmayıp, efendisinin sözünden asla çıkması mümkün olmayan , efendisinin mülkü olduğu müddet içinde onun emirlerinden asla çıkamayan kişi için kullanılır.
"Allahın abd'i" olmak ise yaşadığımız zaman zarfı içinde, onun mülkü altında olmamız hasebi ile onun bizim ile ilgili olarak belirlemiş olduğu kuralların tamamına uymak gerektiği anlamına gelir. Kişi , belirlenen bu kuralların "bir kısmına uyarım , bir kısmına uymam" şeklinde bir itirazda asla bulunamaz , şayet bulunduğu takdirde bu itirazının sonuçlarına hesap günü katlanacaktır.
Kıyamet s. 36. ayetinde " İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!" buyurularak İnsanın sorumluluk sahibi olduğu hatırlatılmaktadır. Şeytan kıyamete kadar İnsana , Rabbine karşı olan bu sorumluluğunu unutturarak ondan başkasına sorumlu olduğunu vahyederek onları yoldan çıkaracağına dair bir söz vermiş olup bu söz bütün insanlar için geçerlidir.
[007.016-7] «Öyle ise» dedi, «Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.» «Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!»
[015.039-40] İblis dedi ki: «Ya Rabbî! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım»
[038.082-3] İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»
Allah (c.c) yarattığı İnsana sadece kendisine kul olmasını hatırlatan Elçiler ve Kitaplar göndererek başıboş olmadığını ve kimin kulu olması gerektiğini hatırlatmıştır.
[016.036] Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve Tağuttan sakının!» diye uyaran bir peygamber gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!
[003.164] Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[023.032] Onlara da «Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilahınız yoktur, Allah'dan korkmaz mısınız» diyen kendilerinden bir peygamber gönderdik.
[005.117] Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
[007.059] Andolsun ki, Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. O da varıp: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Gerçekten ben, üzerinize büyük bir günün azabının inmesinden korkuyorum.» dedi.
[007.065] Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (peygamber gönderdik) Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?»
[007.073] Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Salih onlara: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir mucize geldi. Bu size bir delil olmak üzere Allah'ın dişi devesidir, bırakın Allah'ı toprağında otlasın, ona bir fenalıkla dokunmayın; yoksa acı bir azaba uğrarsınız!» dedi.
[007.085] Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik: «Ey kavmim Allah'a kulluk edin, O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir delil geldi; artık ölçeği ve teraziyi tam tutun, insanların eşyasına haksızlık etmeyin, yeryüzünde, düzeni sağlandıktan sonra, yine bozgunculuk etmeyin! Eğer bana inanırsanız bu söylediklerim sizin için hayırlıdır.
Allah (c.c) Adem (a.s) dan Muhammed (a.s) a kadar geçen zaman içinde sayısını sadece kendisinin bildiği sayıda Elçiler göndererek kullarına yaşadıkları hayat içinde uyması gereken kurallarını beyan etmiştir. Sadece kendisinin İlah ve Rab olarak tanınmasını onun dışındaki sahte İlah veRabların red edilmesine dayalı bir hayat nizamı sunarak buna göre yaşanmasını istemiştir.
Kendisinin dışında bir yönelimin tamamını "ŞİRK" kavramı içinde değerlendiren Rabbimiz tek İlahın gereğini bizlere şu misalle anlatmaktadır.
[039.029] Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.
[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.
Yaratmış olduğu kullarının bile ast -üst ilişkisi içinde olduklarını hatırlatarak , insanların böyle bir durumu hazmedememelerine karşın, Allah (c.c) kendisinden aşağıda bulunan birisi ile hükümde ortaklık yapmasının mümkün olmadığını bildirmektedir.
Tarih boyunca ibadet kavramı, hayatın kime göre belirlenmesi gerektiği çerçevesinde süregelen bir mücadele olmuştur, ancak bugün bu kavram kendilerinin sadece Allaha kul olduğunu deklere eden insanların büyük çoğunluğu tarafından içi boşalmış bir duruma düşürülmüştür.
Tarih boyunca gelen Elçiler muhataplarını sadece Allaha kul olmaya diğer sahte İlahları red etmeye çağırmış olup , son Elçi Muhammed (a.s) da aynı çağrıyı muhataplarına yapmıştır. İlerleyen zaman içinde bu Elçiye iman ettiğini iddia eden insanlar İbadet ve Kulluk kelimelerinin içini boşaltarak sahte İlahlara pirim vermeye başlamışlardır.
İnsanların yaşadıkları hayat içinde , ahiret hayatlarının sonucunu etkileyen onları Cennet veya Cehenneme gitmelerine sebeb olan uydukları kuralların genel adını "DİN" olarak tarif edebiliriz. Allah (c.c) Dinin sadece kendisine has kılınmasını , yani sadece kendi koyduğu kuralların hakim olmasını isteyerek bu konuda asla bir başkasının Dininin hayata geçirilmemesini bizlere emretmektedir.
[039.002] Biz sana Kitap'ı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et.[039.011] De ki: «Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum.»[039.014] De ki: «Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim;
Allah (c.c) nin bizler için seçtiği Dinin adı İSLAM olup bunun dışında bir Dine tabi olmanın asla kabul edilmeyeceğini bizlere beyan etmektedir.
[003.085] Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.
[005.003] Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak, kumar oynayarak elde edilen etler. Bütün bunlar itaat dışına çıkıştır. Artık bugün kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden çekinin. İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim. Kim günaha meyletmeksizin açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa, haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
[048.028] Bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidâyet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.
[009.033] Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.
Günümüzde Müslüman yani Allaha teslim olduğunu iddia edenlerin bir çoğu bu kelimenin ne demek olduğu konusunda fikir sahibi bile değildir. "İslam Dini" adı altında Rabbimiz bizlere Dünya hayatında uymamız gerekli olan kuralları sadece kendisinin belirleme yetkisi olduğunu , yarattıklarından hiçbirisinin böyle bir yetkiye sahip olamayacağını bildirmektedir.
"İslam Dini" denildiği zaman bir çok kişinin aklına sadece namaz , hacc , oruç gibi belli bir vakit içinde eda edilmesi gereken ritüeller akla gelmekte , diğer zamanlarda Allah (c.c) nin hayata hakim olması gerektiği bir düşünce akla bile gelmemektedir. "Laik Müslüman" portresi çizen Müslümanlar hayatlarından memnun bir şekilde öldükleri zaman kavuşacakları Cennet hayali ile yanıp tutuşmaktadırlar.
"Şirk" , "Put", "Müşrik" denildiği zaman hemen nuzül dönemi Mekke şehrinde olanlar ve yaşananlar akla gelmekte , bu kelimeler ile ifade edilen şeylerin Mekkenin fethi ile bittiği zannedilmektedir.
Halbuki bu 3 kelimenin çağrıştırdığı anlamlar evrensel anlamlar olup Allah (c.c) nin Dinine alternatif olarak sunulan her düşünce bu 3 kelime etrafında mütalaa edilebilir. Allah (c.c) nin Rab olması , bizim onun mülkü altında olan kullar olmuş olmamız , kul -efendi ilişkisinin gereği olan , sadece efendiye itaat etmeyi gerektirmektedir.
Kulun Allahın dışında başka efendilere itaat etmesi "ŞİRK" , bu efendilere verilen ortak isim " TAĞUT" tur. Tağut kelimesi "sınırı aşmak" anlamında bir kelime olup Kur'anın özel anlam yüklediği kelimelerdendir. Bir çok ayet bizleri bu konuda uyarmaktadır.
[002.256] Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
[002.257] Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.
[016.036] Andolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!
[039.017] Tağut'a tapmaktan kaçınıp Allah'a yönelenlere; işte onlara müjde vardır. Öyleyse kullarımı müjdele.
Müslümanların bugün ibadet adı altında yapmış oldukları bir takım ameller , bu kavramın sadece bir cüzü olup bu kavram daha geniş bir anlam alanına sahiptir. İbadet denildiği zaman hayatın her anını Allahın koyduğu kurallara göre yaşamak anlaşılmalı onun koyduğu kuralların dışında yaşamak ise İbadeti başkalarına yapmak olduğu bilinmelidir.
Sonuç olarak; Kur'anın özel anlam yüklediği "abd" kelimesi yaşanan hayat içindeki efendi -köle ilişkisinin bilinirliği üzerinden örneklendirilip, yaratılmış olan insanların bile kendisinden statü bakımından düşük olan insanlarla yetki paylaşımında bulunmaktan nasıl imtina ediyorsa , Alemlerin Rabbi olan Allahın da , yarattığı insanlarla yetki paylaşımı gibi bir durum içine asla girmeyeceği bizlere beyan edilmektedir. İbadet denilince akla gelmesi gereken şey , yaşanılan hayat içinde bütün zamanların onun emirleri doğrultusunda yaşamak olduğu , "Laik Müslüman" tipinin İslam olmanın gereği olan bir tip olmadığı , olması gerekenin sadece belirli ritüellerin değil bütün hayatın Allah için yaşanması gerektiğidir.
Kendisine "Müslüman" diyen bir kişinin yapması gereken şey , kime neden kul olduğumuzu , nasıl kul olmamız gerektiğini onun Kitabından okuyarak öğrenmek onun dışındakilere ibadet etmenin şirk olduğunu öğrenecek , onun dışındaki ilahları red edecek onun "abd" i olarak bizden istenen bu olup Dünya hayatında onun Dini üzere bir hayat yaşayanlara veya yaşamayanlara vaad ettikleri asla hatırdan çıkarılmadan yaşanan bir hayat bizden istenmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
17 Ekim 2014 Cuma
YUNUS 87 Ayeti ve Firavunlarla Mücadele Yöntemi
Bu Ayeti okumaya başlamadan önce Musa (a.s) ve kavminin, Yunus s. 85.ve 86. Ayetlerindeki duasını anlamak zorundayız. O Ayetlerde Musa (a.s) ve kavmi Rablerine , "Biz de Allah’a dayanıp güvendik. Ey Rabbimiz! Bizi o zalim kimselerin işkenceleri ile imtihan etme ve rahmetinle o kâfirler güruhundan bizi kurtar" şeklindeki dualarının nasıl kabule şayan olacağı beyan edilmektedir. Allah (c.c) kullarının duasına icabet edeceğine dair olan vaadinin yerine gelme şartı sadece el açıp yalvarmak değil , öncelikle istenilen şeyin kullar tarafından fiili olarak yerine getirilmeye çalışılmasıdır. Allah (c.c) hiç kimseye yattığı yerden ettiği duanın karşılığını vermez.
[012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.
Bu ayet içinde 3 tane emir geçmektedir;
- Evler hazırlamak,
- Evleri kıble edinmek,
- Salatı ikame etmek.
Üç
emir sonunda gelen müjde; bu emirlerin doğru olarak yerine
getirildikten sonra kurtuluşun geleceği müjdesidir. Bu müjde
Allah(c.c)’ın değişmez bir sünneti olarak kıyamete kadar geçerlidir.
Bizler Kur’an kıssalarını "eskilerin masalları" olarak okumayıp, "bize dönük evrensel mesajlar" olarak okuduğumuz takdirde; her devirde peydâ olan Firavunların nasıl yıkılacağının ipuçlarını bu ayet içinde görmekteyiz.
Ayet içinde geçen "tebevvea" kelimesi; “bir mekandaki cüzlerin birbirine eşit olması" anlamında kullanılan bir kelimedir. Evlerin bu hale getirilmesinin vahyedilmesinden anlaşılması gereken; bütün İsrailoğulları evlerinin aynı amaç için şuurlanmasının gerektiğidir.
"Evlerin kıble edinilmesi"nin ne anlama geldiği üzerinde de durulması gerekmektedir. "Kıble" kelimesi; "yönelinen ve yüzün dönüldüğü yer" anlamında bir kelimedir.
İsrailoğulları evlerinin; aynı amaç olan Firavun zulmünden kurtulmak şuuru üzerine tesis edilerek o evlerde yaşayanların, "yüzlerinin birbirlerine dönük olması"nın ne anlama gelmesi gerektiğini, bu deyimin tersi olan "sırtın birbirine dönük olması"nın ne anlama geldiğini bularak anlayabiliriz.
"Sırtın birbirine dönük olması”;
insanların birbirleri ile anlaşmazlık, ihtilaf, düşmanlık şeklinde
başgösteren sorunların anlatıldığı bir deyimdir. Bunun tersi olan “yüzün birbirlerine dönük olması”; anlaşmazlık, ihtilaf, düşmanlık gibi sorunların olmamasını anlatan bir deyimdir.
Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c); Firavun zulmü altında inleyen İsrailoğulları’na bu zulümden kurtulabilmeleri için gerekli olan mücadele yönteminin nasıl olmasını gerektiğini beyan etmektedir. Bu yöntem; öncelikle bütün bireylerin tek bir amaç etrafında şuurlanmaları, sonra da bu amaç etrafında kenetlenerek aralarında olan her türlü ayrışmaları ortadan kaldırmaları ve sırtlarını değil, yüzlerini birbirlerine dönmeleri şeklinde olacaktır.
Musa(a.s) kıssasını hatırlayacak olursak; onun Firavun'un sihirbazları yapmış olduğu düello sonucunda sihirbazların yenilerek iman etmeleri sonucunda yeniden bir soykırıma başlayan Firavun zülmüne karşı koymaya güç yetiremeyenlerin Musa(a.s)’ya şunları söylediğini görmekteyiz;
[007.127] Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»
Sabır ile yapılan mücadelenin sonu mutlaka zafer ile sonuçlanacak olup; bu Allah(c.c)’ın kullarına olan vaadidir. Musa(a.s) örneğinde bu durum canlı olarak yaşanmış ve bizlere kıssa yolu ile ibret almamız için Kur’an vasıtası ile iletilmiştir. Tarihin herhangi bir anında, arzın herhangi bir bölgesinde müstazaflar müstekbirlere karşı YUNUS 87 ayetinde bildirilen yöntemle mücadele ettiği takdirde başarıya ulaşmaları Allah’ın bir vaadidir ve Allah vaadinden asla dönmez.
Sonuç olarak; kıssa yollu anlatımların bizlere örnek olması gerektiği vurgusundan hareketle,YUNUS 87 ayetinden Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s)’a vahyedilen mücedele yöntemi sonunda nasıl başarı geldiyse; Sünnetullah gereği kıyamete kadar bu tür yöntemlerle yapılan mücadeleler her zaman başarıya ulaşacak olup, Musa(a.s) kıssası bu başarının canlı örneğini vermektedir. Kıssaları masal değil örnek olarak okuma gereğine binaen, biz inananlar eğer çağdaş Firavunların zulmünden kurtulmak istiyorsan bu örnekliği uygulamak zorundayız.
Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c); Firavun zulmü altında inleyen İsrailoğulları’na bu zulümden kurtulabilmeleri için gerekli olan mücadele yönteminin nasıl olmasını gerektiğini beyan etmektedir. Bu yöntem; öncelikle bütün bireylerin tek bir amaç etrafında şuurlanmaları, sonra da bu amaç etrafında kenetlenerek aralarında olan her türlü ayrışmaları ortadan kaldırmaları ve sırtlarını değil, yüzlerini birbirlerine dönmeleri şeklinde olacaktır.
Musa(a.s) kıssasını hatırlayacak olursak; onun Firavun'un sihirbazları yapmış olduğu düello sonucunda sihirbazların yenilerek iman etmeleri sonucunda yeniden bir soykırıma başlayan Firavun zülmüne karşı koymaya güç yetiremeyenlerin Musa(a.s)’ya şunları söylediğini görmekteyiz;
[007.127] Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»
[007.128]
Musa, kavmine dedi ki: «Allah'ın yardımını ve lütfunu isteyin ve sabır
gösterin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona
mirasçı kılar. Sonunda kurtuluş müttakilerindir.»
[007.129]
Kavmi de dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen
geldikten sonra da.» Musa dedi ki: «Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı
helak edip de sizi yeryüzünde halife kılacaktır ve sizin nasıl işler
yaptığınıza bakacaktır.»
Mücadele süreci içinde, bütün insanların aynı kararlılığı göstermesi beklenemez. İnsanların dayanıklılık açısından birbirleri ile farklılık göstermesi; onların yapılarının bir sonucudur. Medine’de inen ayetleri dikkatli okuyacak olursak, özellikle savaşların zikredildiği ayetlerdeki insan tipleri, bizlere bu durumun sadece belli bir ırka has durum değil, genel olarak insana has bir durum olduğunu göstermektedir.
Mücadele sürecinin bazı sıkıntılarına katlanmakta zorlanan insanları dışlamak yerine, onları sürece kazandırmanın yollarını aramanın daha doğru olduğu ARAF 128 ayetinin mesajından anlaşılmaktadır.
Mücadele süreci içinde, bütün insanların aynı kararlılığı göstermesi beklenemez. İnsanların dayanıklılık açısından birbirleri ile farklılık göstermesi; onların yapılarının bir sonucudur. Medine’de inen ayetleri dikkatli okuyacak olursak, özellikle savaşların zikredildiği ayetlerdeki insan tipleri, bizlere bu durumun sadece belli bir ırka has durum değil, genel olarak insana has bir durum olduğunu göstermektedir.
Mücadele sürecinin bazı sıkıntılarına katlanmakta zorlanan insanları dışlamak yerine, onları sürece kazandırmanın yollarını aramanın daha doğru olduğu ARAF 128 ayetinin mesajından anlaşılmaktadır.
Musa(a.s) kıssasının özellikle
sihirbazların imanından sonra, denizin kıyısına varmalarına kadar olan
süreci anlatan ayetlerin; masal tadında değil ibret tadında okunması
gerekmektedir ki Allah(c.c)’ın câri olan sünnetinin nasıl
işlediği anlaşılsın. Denizin yarılma hadisesi noktasında, bu yarılmanın
nasıllığından ziyade böyle bir olayın meydana gelmesini gerektirecek
olan bir mücadele sürecini başaran İsrailoğulları’nın bu çalışmalarının
okunması gerekmektedir ki o olay bizlere ibret mesajı olabilsin.
Allah(c.c); Kitabı’nda "inananlara yardım etmeyi kendi üzerine borç olarak yazdığını" beyan etmektedir. Ancak bu yardımın asla, inananların yatarak, çalışmadan, herhangi bir mücadele göstermeden olmayacağınıda haber vermektedir.
İsrailoğulları ile ilgili ayetlere baktığımızda; Sünnetullah’ın yeryüzünde nasıl pratiğe geçtiğinin anlatıldığı ayetler olarak gözümüze çarpmaktadır. İsrailoğulları’nın olumlu veya olumsuz davranışlarının, Sünnetullah’ı nasıl çalıştırdığının canlı olarak görülmesi bakımından önemli mesajlar taşımaktadır.
Firavun ile olan mücadele sürecinde Sünnetullah’ın yardım için gerekli kurallarını yerine getiren İsrailoğulları için Allah(c.c)’ın yardımı "artık bittik" dedikleri zaman gelmiştir. Yardım zamanı da işte bu andır; kulların var güçleri ile çalışıp artık son hadde gelindiğinde Allah(c.c)’ın yardımı gelir.
[002.214] Yoksa siz, sizden önce geçenlerin örnek olmuş durumları hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler geldi ve öylesine sarsıldılar ki, resul ve beraberindeki iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyeceklerdi. Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır.
BAKARA 214 ayeti yardımın zamanının ve şartının anlatıldığı bir ayet olup, yardımı hakediş dediğimiz zamanı anlatarak bu hakediş zamanına kadar sabır gösterilmesi, azimle mücadeleye devam edilmesinin gerektiğini bildirmektedir.
İsrailoğulları’nın Firavun ile olan mücadele sürecini Allah(c.c)’ın Kitabı’ndan okuyarak, bugün veya yarın tâ kıyamete kadar biz Mü'minlerin, bizlere musallat olan Firavunlar’ın nasıl yıkılacağının ipuçlarını görmekteyiz. Bu ipuçlarını YUNUS 87 ayetindeki üç emri biraz açarak görebiliriz.
Allah(c.c); Kitabı’nda "inananlara yardım etmeyi kendi üzerine borç olarak yazdığını" beyan etmektedir. Ancak bu yardımın asla, inananların yatarak, çalışmadan, herhangi bir mücadele göstermeden olmayacağınıda haber vermektedir.
İsrailoğulları ile ilgili ayetlere baktığımızda; Sünnetullah’ın yeryüzünde nasıl pratiğe geçtiğinin anlatıldığı ayetler olarak gözümüze çarpmaktadır. İsrailoğulları’nın olumlu veya olumsuz davranışlarının, Sünnetullah’ı nasıl çalıştırdığının canlı olarak görülmesi bakımından önemli mesajlar taşımaktadır.
Firavun ile olan mücadele sürecinde Sünnetullah’ın yardım için gerekli kurallarını yerine getiren İsrailoğulları için Allah(c.c)’ın yardımı "artık bittik" dedikleri zaman gelmiştir. Yardım zamanı da işte bu andır; kulların var güçleri ile çalışıp artık son hadde gelindiğinde Allah(c.c)’ın yardımı gelir.
[002.214] Yoksa siz, sizden önce geçenlerin örnek olmuş durumları hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler geldi ve öylesine sarsıldılar ki, resul ve beraberindeki iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyeceklerdi. Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır.
BAKARA 214 ayeti yardımın zamanının ve şartının anlatıldığı bir ayet olup, yardımı hakediş dediğimiz zamanı anlatarak bu hakediş zamanına kadar sabır gösterilmesi, azimle mücadeleye devam edilmesinin gerektiğini bildirmektedir.
İsrailoğulları’nın Firavun ile olan mücadele sürecini Allah(c.c)’ın Kitabı’ndan okuyarak, bugün veya yarın tâ kıyamete kadar biz Mü'minlerin, bizlere musallat olan Firavunlar’ın nasıl yıkılacağının ipuçlarını görmekteyiz. Bu ipuçlarını YUNUS 87 ayetindeki üç emri biraz açarak görebiliriz.
1- EVLER HAZIRLAMAK
"Tebevvea" kelimesi ile ifade edilen bu durum, "evleri aynı seviyeye getirmek" anlamındadır. Evleri aynı duruma getirmek demek; içinde bulunulan durumun farkına varılması ve bu durumun ortadan kaldırılması için ortak bir hareket noktası belirlenmesi demektir.
Bugün kendilerini “müslümanlar" olarak gören insanların, yaşadıkları topraklar üzerindeki yönetimlere ve yöneticilere baktığımız zaman; Firavunvâri bir yönetim ve yöneticilerin işbaşında olduğunu görmekteyiz. Firavun bilindiği gibi kendisini "İlah ve Rab" ilan ederek Mısır halkı üzerinde tasarruf hakkı olduğunu iddia etmekteydi. Halbuki insanlar üzerinde tasarruf etme hakkı sadece ve sadece onları yaratan Allah’a ait bir haktı ve bu hakkı Firavun gasp etmişti. Bu gasp edişin adı "TUĞYAN” idi; buna "sınırı aşmak" deniyor ve bu sınırı aşanların ortak adı "TAĞUT" oluyordu.
Allah(c.c) NAHL 36 ayetinde mealen "Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve Tağuttan sakının!» diye uyaran bir resul gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!" buyurarak gönderdiği elçilerin gönderiliş amacını beyan etmektedir.
Tağutu ve Tuğyanı red ederek, dini sadece Allah’a has kılmak gibi bir vazifemiz olduğu zaman içinde unutularak tıpkı "Stocholm sendromu" misali bir durum içinde girerek, celladına aşık bir topluluk oluşmuş ve içinde bulunulan durumdan bırakın rahatsızlık duymayı, memnuniyet duyan bir topluluk oluşmuştur.
Türkiye örneğine baktığımız zaman; iktidarda muhafazakar bir partinin olması, bazı Kur'an kavramlarının üzerinin örtülmesi gerektiği zannına götürmüştür. Halbuki böyle olmamalıydı; Allah(c.c)’ın dini üzerine kurulu bir sistem için mücadele etmenin, var oluşumuzun ana gayesi olduğu unutulmamalıydı.
Türkiye Müslümanlarının bir çoğunun; Allah, Din, İbadet, Tağut, Müstekbir, Mele gibi kelimeler ile ifade edilen şeylerin ne olması gerektiği yolunda her hangi bir düşünceye bile sahip olmaması; içinde bulunduğumuz durumun ne kadar çukurda olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir.
Yapılacak ilk iş; yukarda verdiğimiz kelimelerin içlerinin Kur’an'î anlamda doldurularak, insanların şuurlandırılması ve her Müslümanın aynı seviyeye (Tebevvea) getirilerek Firavun sisteminden rahatsız olmalarını sağlamak olacaktır.
"Tebevvea" kelimesi ile ifade edilen bu durum, "evleri aynı seviyeye getirmek" anlamındadır. Evleri aynı duruma getirmek demek; içinde bulunulan durumun farkına varılması ve bu durumun ortadan kaldırılması için ortak bir hareket noktası belirlenmesi demektir.
Bugün kendilerini “müslümanlar" olarak gören insanların, yaşadıkları topraklar üzerindeki yönetimlere ve yöneticilere baktığımız zaman; Firavunvâri bir yönetim ve yöneticilerin işbaşında olduğunu görmekteyiz. Firavun bilindiği gibi kendisini "İlah ve Rab" ilan ederek Mısır halkı üzerinde tasarruf hakkı olduğunu iddia etmekteydi. Halbuki insanlar üzerinde tasarruf etme hakkı sadece ve sadece onları yaratan Allah’a ait bir haktı ve bu hakkı Firavun gasp etmişti. Bu gasp edişin adı "TUĞYAN” idi; buna "sınırı aşmak" deniyor ve bu sınırı aşanların ortak adı "TAĞUT" oluyordu.
Allah(c.c) NAHL 36 ayetinde mealen "Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve Tağuttan sakının!» diye uyaran bir resul gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!" buyurarak gönderdiği elçilerin gönderiliş amacını beyan etmektedir.
Tağutu ve Tuğyanı red ederek, dini sadece Allah’a has kılmak gibi bir vazifemiz olduğu zaman içinde unutularak tıpkı "Stocholm sendromu" misali bir durum içinde girerek, celladına aşık bir topluluk oluşmuş ve içinde bulunulan durumdan bırakın rahatsızlık duymayı, memnuniyet duyan bir topluluk oluşmuştur.
Türkiye örneğine baktığımız zaman; iktidarda muhafazakar bir partinin olması, bazı Kur'an kavramlarının üzerinin örtülmesi gerektiği zannına götürmüştür. Halbuki böyle olmamalıydı; Allah(c.c)’ın dini üzerine kurulu bir sistem için mücadele etmenin, var oluşumuzun ana gayesi olduğu unutulmamalıydı.
Türkiye Müslümanlarının bir çoğunun; Allah, Din, İbadet, Tağut, Müstekbir, Mele gibi kelimeler ile ifade edilen şeylerin ne olması gerektiği yolunda her hangi bir düşünceye bile sahip olmaması; içinde bulunduğumuz durumun ne kadar çukurda olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir.
Yapılacak ilk iş; yukarda verdiğimiz kelimelerin içlerinin Kur’an'î anlamda doldurularak, insanların şuurlandırılması ve her Müslümanın aynı seviyeye (Tebevvea) getirilerek Firavun sisteminden rahatsız olmalarını sağlamak olacaktır.
2- EVLERİ KIBLE EDİNMEK
Evler aynı şuurda olan insanlarla oluşturulduktan sonra, o insanların aralarındaki farklı fikirler yüzünden birbirlerinden ayrılmalarının önüne geçilmesi gerekmektedir. Kıble kelimesinin "yüzünü dönmek” anlamı; bize evlerin kıble edinilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğini açıklamaktadır. Her ev ferdinin diğer ev ferdinden haberdar olması, bir ev ferdinin diğer ev ferdi ile arasındaki ihtilafı ortadan kaldırarak sadece tek amaç olan Firavunları ortadan kaldırma mücadelesine yönelmesi gerekmektedir.
[028.004] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.
KASAS 4 ayetinde; Firavun'un halkı fırkalara ayırarak onları güçsüz bırakması evrensel bir taktikti ve "böl-parçala-yönet" olarak bilinen taktiği halkına uygulayan bir yöneticiydi. Zalim yöneticilerin en büyük kozları; halkın tek bir yumruk olmasını engelleyerek aralarında sûni ayrılıklar çıkararak onların gücünü kırma yöntemidir. Firavunların tasallutundan kurtulmak isteyen Müstazaflar (zayıflatılmışlar), aralarındaki ihtilafları sıfıra indirerek tek bir amaç olan Müstekbirleri (kibirlenenler, büyüklenenler, Allah’a karşı büyüklenen kafirler) yıkmak üzere olan amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak zorundadırlar.
Allah(c.c)’ın kendileri için layık gördüğü MÜSLÜMAN ismini az görüp önüne veya arkasına ilave isimler ekleyenlerin bırakın müstekbirlere karşı koyabilmeyi, farklı isimler altında toplanmanın onların elinde oyuncak olmaktan başka bir şeye yaramayacağını bilmek zorundadırlar.
Evler aynı şuurda olan insanlarla oluşturulduktan sonra, o insanların aralarındaki farklı fikirler yüzünden birbirlerinden ayrılmalarının önüne geçilmesi gerekmektedir. Kıble kelimesinin "yüzünü dönmek” anlamı; bize evlerin kıble edinilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğini açıklamaktadır. Her ev ferdinin diğer ev ferdinden haberdar olması, bir ev ferdinin diğer ev ferdi ile arasındaki ihtilafı ortadan kaldırarak sadece tek amaç olan Firavunları ortadan kaldırma mücadelesine yönelmesi gerekmektedir.
[028.004] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.
KASAS 4 ayetinde; Firavun'un halkı fırkalara ayırarak onları güçsüz bırakması evrensel bir taktikti ve "böl-parçala-yönet" olarak bilinen taktiği halkına uygulayan bir yöneticiydi. Zalim yöneticilerin en büyük kozları; halkın tek bir yumruk olmasını engelleyerek aralarında sûni ayrılıklar çıkararak onların gücünü kırma yöntemidir. Firavunların tasallutundan kurtulmak isteyen Müstazaflar (zayıflatılmışlar), aralarındaki ihtilafları sıfıra indirerek tek bir amaç olan Müstekbirleri (kibirlenenler, büyüklenenler, Allah’a karşı büyüklenen kafirler) yıkmak üzere olan amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak zorundadırlar.
Allah(c.c)’ın kendileri için layık gördüğü MÜSLÜMAN ismini az görüp önüne veya arkasına ilave isimler ekleyenlerin bırakın müstekbirlere karşı koyabilmeyi, farklı isimler altında toplanmanın onların elinde oyuncak olmaktan başka bir şeye yaramayacağını bilmek zorundadırlar.
3- SALATI İKAME ETMEK
Meallerde "namaz kılmak" şeklinde verilen bu kelimenin ifade ettiği anlam; namazı da kapsayan daha geniş bir anlam örgüsüne sahiptir. Salat kelimesi; "kulun İlahı’na yönelimi, O’nun dinine desteği" anlamına gelen bir kelime olup, Firavunların yeryüzündeki iktidarına son vermeye çalışmakta "SALATIN İKAMESİ”nin içine dahil olan eylemlerdendir. Bu salatın nasıl ikame edileceğini ise birinci ve ikinci şıklardaki emirlerin yerine getirlmesi ile mümkün olacaktır.
MÜ'MİNLERİ MÜJDELE
Meallerde "namaz kılmak" şeklinde verilen bu kelimenin ifade ettiği anlam; namazı da kapsayan daha geniş bir anlam örgüsüne sahiptir. Salat kelimesi; "kulun İlahı’na yönelimi, O’nun dinine desteği" anlamına gelen bir kelime olup, Firavunların yeryüzündeki iktidarına son vermeye çalışmakta "SALATIN İKAMESİ”nin içine dahil olan eylemlerdendir. Bu salatın nasıl ikame edileceğini ise birinci ve ikinci şıklardaki emirlerin yerine getirlmesi ile mümkün olacaktır.
MÜ'MİNLERİ MÜJDELE
Sabır ile yapılan mücadelenin sonu mutlaka zafer ile sonuçlanacak olup; bu Allah(c.c)’ın kullarına olan vaadidir. Musa(a.s) örneğinde bu durum canlı olarak yaşanmış ve bizlere kıssa yolu ile ibret almamız için Kur’an vasıtası ile iletilmiştir. Tarihin herhangi bir anında, arzın herhangi bir bölgesinde müstazaflar müstekbirlere karşı YUNUS 87 ayetinde bildirilen yöntemle mücadele ettiği takdirde başarıya ulaşmaları Allah’ın bir vaadidir ve Allah vaadinden asla dönmez.
Sonuç olarak; kıssa yollu anlatımların bizlere örnek olması gerektiği vurgusundan hareketle,YUNUS 87 ayetinden Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s)’a vahyedilen mücedele yöntemi sonunda nasıl başarı geldiyse; Sünnetullah gereği kıyamete kadar bu tür yöntemlerle yapılan mücadeleler her zaman başarıya ulaşacak olup, Musa(a.s) kıssası bu başarının canlı örneğini vermektedir. Kıssaları masal değil örnek olarak okuma gereğine binaen, biz inananlar eğer çağdaş Firavunların zulmünden kurtulmak istiyorsan bu örnekliği uygulamak zorundayız.
En doğrusunu Allah(c.c) bilir.
15 Ekim 2014 Çarşamba
Kur'an -Hadis -Sünnet
Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz bu 3 kelime , İslam denilince en önce akla gelen kelimelerden biridir. Bu 3 kelimeyi kısaca özetleyecek olursak ;
1- Kur'an , Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) 23 senede zarfında indirdiği vahy'in toplanmış olduğu kitabın adı.
2- Hadis , Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği rivayet edilen sözlere verilen ad.
3-Sünnet , Muhammed(a.s) ın 23 yıllık elçiliği içindeki fiilleri olarak söyleyebiliriz.
Müslümanlar arasındaki ihtilafların , bu 3 kelimenin ifade ettiği malzemelerin doğru anlaşılamamasından kaynaklandığınıda üzülerek ifade edelim ,bu ihtilafın tarihini kısaca özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz.
Muhammed (a.s) daha hayatta iken , onun söz ve fiilerini anlama konusunda ,Sahabe arasında 2 farklı yaklaşım olduğunu görmekteyiz. 1. gurup sahabe onun her yaptığını taklit etme gibi bir seçim içine girmiş (Abdullah ibni ömer , Ebu hureyre r.a gibi sahabeler) 2. gurup sahabe ise onu yaptıkları ve söyledikleri konusunda ,sorgulayıcı bir tutum içinde girerek , ne ,niçin ,nerede,nasıl,ne zaman ve kime sorularının cevabını aramak şeklinde bir tutum içinde girmiş (Ömer ve Aişe r.a validemiz gibi) olanlar şeklinde ayırmak mümkündür. Zaman içinde bu iki akım fırkalaşarak "Ehli hadis" ve "Ehli rey" olarak kendini göstermiş ve bu güne kadar bu 2 ana ayrışım süregelmiştir.
"Ehli hadis" fırkasının genel anlayışı , adından da anlaşılacağı üzere hadise karşı bir ilgi şeklinde kendini göstermiş (bu anlayışa İmam Şafii ,Ahmed İbni Hanbel gibi kişileri örnek verebiliriz), "Ehli rey" fırkasının genel anlayışı ise hadislere karşı daha sorgulayıcı , daha seçici bir yaklaşım olarak kendisini göstermiştir (bu anlayışa örnek Ebu Hanifeyi gösterebiliriz)
Ehli hadis fırkasına mensup olan İmam Şafii nin ilk olarak ortaya koyduğu , "Gayri metluv vahiy" teorisi ve "Sünnetin vahiy olması" konusu Müslümanlar arasındaki , belkide kıyamete kadar sürecek olan ihtilafın kaynağını oluşturmaktadır.
Allah (c.c) nin Elçisine indirmiş olduğu vahyi ikiye ayırarak , Kur'anı "Metluv vahiy" yani namazlarda okunan vahiy olarak , Hadis ve Sünneti de "Gayri metluv vahiy", yani namazlarda okunmayan vahiy olarak kategorize ederek elçiyi sadece bir robot konumuna indiren anlayış İslama vurulmuş en büyük darbebir diyebiliriz.
Sünnetin veya Hadisin vahiy olması bizlere Kur'anın verdiği bir bilgi olmayıp , İmam Şafiinin ortaya attığı düşüncedir , bu düşünceyi kur'andan delillendirmek amacı ile Necm suresinin ilk ayetleri Bektaşi misali üzeri örtülerek okunmuş ve "al sana işte ayet" diyerek bizlere sunulmuştur. İsteğe göre ayet arama yöntemi ile yapılan ayet aramalarında amaç ayetin verdiği mesaj olmayıp , oluşturulan inancın Kur'andan delilini aramak şeklinde yapılan bir işlem olması nedeniyle zorlama te'viller yapılarak, gerekirse ayet tahrif edilerek bu tür çıkarımlar yapılmakta olduğuna , Kuranda olmayan bir çok konuyu Kur'andanmış gibi göstermek sureti ile insanlara kabul ettirilmeye çalışıldığı herkesin malumudur.
Ehli rey fırkasının başını çeken Ebu Hanife ve onun çizgisinde olanlar , özellikle Hadis konusunda daha seçici davranarak kur'ana arz metodunu seçtiklerini görmekteyiz. Bu tarz bir hadis anlayışının özellikle Ehli Hadis yanlısı olan İmam Buhari tarafından çok şiddetli bir biçimde eleştirildiği , hatta Ebu Hanifenin kafir olduğu gerekçesi ile tevbeye davet edildiği bazı eserlerde yer almaktadır.
Ehli Hadis fırkası , kendilerine gelen bir hadisi , o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile seçime tabi tutulması sonucunda elde edilen verilerle değerlendirmekte olup , Ehli rey fırkası ise senet zincirine ek olarak ( senet zincirini tamamen red etmemektedir) Kur'ana arz metodu ile değerlendirmektedir.
Ehli Hadis'in tercih ettiği "Cerh ve Ta'dil" denilen bu metoda göre Hadis zincirinde ismi geçen şahısların elemeleri yapılarak elekten geçmek yada geçememek durumuna göre hadis derecelendirilmektedir. Kişisel tercihlerin önde olduğu bu metoda göre A hadisçisine göre sağlam olan bir ravi , B hadisçisine göre sağlam olmayabilmektedir, böylesine kaypak bir zeminde yapılan hadis tahlilinin, o hadisin sahihliği hakkında ne kadar doğru bir bilgi verebileceği düşündürücüdür.
Bugün elimizde olan "Kütübü sitte" adı ile maruf olan kitaplar veya onun dışındaki hadis kitaplarının içindeki hadislerin tamamı Ehli hadis'in tenkit metodu olan sened tenkidi ile ortaya konan hadisler olup , Kur'ana arz edildiğinde Kur'an ile uyuşmayan bir çok rivayet mevcuttur. Zaman içinde bu eserlere bindirilen aşırı değer sonucu bu eserler artık sorgulanamaz , la yus'el bir konuma geçirilerek dokunulmazlık zırhına büründürülmüştür.
Bu durum bu güne kadar böyle olup bugün bile "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" denildimi akan sular durmakta olup herhangi birisi bu eserlerdeki hadislere yan gözle bakmak cüretinde bulunduğu zaman yediği damga "KAFİR" damgasıdır.
Ehli Hadis düşüncesinin bu tasallutundan kurtulmak isteyen düşünce sahipleri her devirde ortaya çıkmış olup yeni bir düşünce olarak ortaya atılmış değildir. Ehli Hadis olan İbni Kuteybe'nin türkçeyede çevrilmiş olan "Hadis Müdafaası" adlı eserinin "Zina edenin recmedilmesini red edenler" ile ilgili açmış olduğu bölüm bizlere , daha 1000 kusur sene öncesi Kur'anı kendisine rehber edinmek isteyenler ile buna karşı çıkanların aralarındaki atışmaların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe bu başlık altında , zina edenlerin recm edilmesine karşı çıkanların ortaya koyduğu delillere karşı bir nevi kıvırma harekatında bulunmaktadır.
Bugün Ehli rey düşüncesinin başını çeken Ebu Hanife'nin mezhebine bağlı olduklarını iddia edenlerin , Ebu Hanife nin baş düşmanı diyebileceğimiz , İmam Buharinin eserine toz kondurmamaları geldiğimiz noktanın çelişkilerini görmek açısından manidardır.
Şu ana kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak ; Müslümanların en büyük sıkıntısı Kur'an , Hadis ve Sünnet'in nereye ve nasıl bir konuma sahip olarak görülmesi noktasından kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Peki bu sıkıntıya karşı nasıl bir teklif sunabiliriz veya bu 3 kelime ile ifade edilen şeyleri nasıl bir konuma koyabiliriz?.
Kur'an , Allah (c.c) indirmiş olduğu vahiy kitabı olması itibarı ile bilgi kaynağı ve bize gelen bilgileri onunla değerlendirmeye tabi tutmamız gereken tek kaynaktır. Maaleseftirki geleneksel İslam düşüncesinin oluşturduğu düşünce sisteminde Kur'an, "adı var kendisi yok" mesabesinde bırakılmış hatta " Mütevatir Sünnetin Kur'anı nesh edebileceği" gibi bir teori ihdas edilerek, Kur'an otomatikman arka plana atılmış bunun yerine Sünnet ve Hadis Kur'anın önüne geçen bilgi kaynağı olarak işlem görmeye başlamıştır.
Bu şekil bir anlayış şöyle bir durumu beraberinde getirmiştir; Bilgi kaynağı olarak tepe noktada "Sünnet ve Hadis" olunca , özellikle Hadisler "Ehli Hadis" fırkasının anlayışına göre sahih olup olmadığı tesbit edildiği ve Kur'ana uygun olup olmadığı herhangi bir önem arzetmeyince ,Kur'an artık Hadise vurularak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline gelmiştir.
Kur'anın arkaya atılarak rivayetlerin öne geçmesi ile zina cezası evli , bekar ayrımı yapılarak evlinin cezası Kur'anda böyle bir hüküm olmamasına rağmen taşlanarak öldürülür , İsa (a.s) kıyamete yakın bir zamanda yeniden Dünyaya gönderilir , Mushafa abdest almadan el sürmek haram olur , kabir azabı adı altında bir çok rivayet inanç meselesi haline gelir.
Bu hale gelen bir kitabın ayetleri, Hadislere uygun olması için gerekli olan tahrifata uğratılarak okunmaya başlar ve elimizdeki mevcut din anlayışı Kur'an merkezli değil , Hadis merkezli bir din olur. Burada Hadis kelimesinin bize ne ifade ettiği üzerinde durmanın gerektiğini düşünmekteyiz.
Hadis adı verilen sözler , Muhammed (a.s) ın söylemiş olduğu rivayet edlen sözler olup onun Kur'an aykırı olarak bir söz ve icraat yapması asla mümkün değildir. Bir çok Kur'an ayeti onun sadece kendisine vahyedilen uymasını ve uyduğunu , kendisine vahyedilene aykırı bir söz söylediğinde ona ne yapılacağını Hakka suresi ayetlerinden okuyan birisinin rivayet kitaplarında mevcut olan sözlerin bir çoğunun söylemesinin imkansız olduğunu göstermektedir.
Kur'ana aykırı söz ve fiilde bulunması imkansız olan bir elçinin ,Kur'ana aykırı olarak yaptığı ve söylediği rivayet edilen bütün fiil ve sözlerin olması gereken yeri rivayet kitapları değil çöp tenekesidir.
Düşüncemiz o durki , Kur'anın önüne geçen her düşünce , her kitap Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelmekte olup bu 3 kelimenin asla aynı seviyede olarak görülmesi , düşünülmesi , ona uygun bir anlayış geliştirilmesi ancak Allaha şirk koşulması anlamına gelmektedir.
"Şirk" kelimesini , Allah (c.c) nin hakkı olan konularda onun yerine yaratmış olduklarının konuşması şeklinde özetlemek mümkündür.
Allah (c.c) Alemlerin yegane Rabbi ve İlahı olarak sadece kendisinin bilinmesi için tarih boyunca göndermiş olduğu elçilerini kendisinin yanında herhangi bir hüküm koyucu vasfına sahip olarak göndermemiştir. Muhammed (a.s) elçilerin son halkası olup bu konuda onunda diğer elçilerden herhangi bir ayrıcalığı bulunmamaktadır.
Hırıstiyanların İsa (a.s) a yükledikleri misyonun bir benzeri Muhammed (a.s) a yüklenerek , onunda Allah (c.c) gibi haram helal beyan etme yetkisi olduğu yönündeki düşünceler, geleneksel düşünce içinde kemikleşmiş bir vaziyet almıştır.
Allah (c.c) nin yanına konulan her şahıs , her düşünce , nasıl şirk ise , onun kitabının yanına konulup onun kitabı ile eş değer görülen her kitab ta ona şirk koşulması anlamına gelmektedir.
Allah -Muhammed gibi ikilemelerin camilerde bile bulunması , bu tür şirkin içselleşmesine yol açmış olmasından kaynaklananan bir yansımadır. Allah (c.c) nin bu elçisi Muhammed (a.s) olsa dahi , Kur'anın yanına adı Buhari , Müslim v.s olsa dahi hiç bir surette bir ikilemede bulunulamaz bu şekil bir ikileme Hıristiyanların Baba -Oğul -Ruhulkudüs şeklindeki teslis akidesinden herhangi bir farkı yoktur.
"Kur'an - Sünnet" veya "Kur'an-Hadis" şeklinde yapılan ikilemeler Kur'anın yanına eş bilgi kaynakları koymak ameliyesi olması itibarı ile şirk içeren düşünceler olup Kur'anın yanına hiç bir surette ek kaynak konulması gibi bir duruma ihtiyaç olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) nin kitabına eksiklik izafe edip bu eksiği Hadis ve Sünnet'in kapattığını iddia etmek anlamına gelir.
Bu sefer Kur'anın yanına konulan bu iki kaynağın nasıl bir değer ve nasıl bir konumda olması gerektiği gündeme gelecektir.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki Hadis ve Sünnet Muhammed (a.s) ın elçilik vazifesi dahilinde yaptıkları ve söylediklerinin genel bir adı olup ne geleneksel anlayış içinde toptan kabul , ne de modernist anlayış içinde toptan red edilebilecek bilgi kaynaklarıdır.
Kur'anın tek belirleyiciliği çerçevesinde, bu bilgi kaynaklarının sahih olup olmadığı şeklinde yapılan tasnifler sonucunda sahih olanlarının kabul edilebileceğini belirtmek isteriz. Sünnet olarak bize gelen, zina yapan evlilerin recm edilmesi şeklindeki ceza kur'ana uyup uymadığı noktasında yapılan işlem sonucunda doğru bir cezalandırma olmadığı sabittir.
Geleneksel İslam hukukunda "Mütevatir sünnetin Kur'an ayetini neshetmesi" gibi bir durum, sadece bu cezanın oturtulması amacı yapılmış bir Kur'anı öteleme işlemidir. Ayetlerin açık beyanı ortada olduğu halde rivayetler ile bunu dinin esası haline getirerek red edeni kafir damgası vuran zihniyet , asıl kafirliğin bu tür meselelerde açık beyana rağmen kitabı ötelemek olduğunu bilmelidir.
Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların modernist anlayış olarak ifade edebileceğimiz düşüncedede doğru bir zemine oturtulmadığını görmekteyiz. Geleneksel anlayışa tepki olarak doğan bu anlayışta Kur'an tek kaynak olarak görülmekte fakat Allah (c.c) nin tarih boyunca Elçi ve Kitap gönderme gerekçesi olan onun tek İlah olarak bilinmesine dayalı bir sistem içinde yaşama düşüncesi modernist düşünce içinde pek rağbet görmemektedir. Kıssalar yolu ile anlatılan Tevhid mücadelesinin yaşanmışlığı göz ardı edilerek o yaşanmışlık içindeki bazı sıradışı olayların (mucize olarak bildiğimiz) olup olmadığı tartışmaları ile vakit geçirtilerek vakit kaybedilmesi amaçlanmış ve maalesef başarılı olunduğuda gözlenmektedir.
Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği sözler veya fiilleri yok sayılarak geçmiş tamamen sıfırlanmak istenmekte ve Kitap sanki bugün inmiş gibi okunarak binlerce yıldır gelen örneklikler hiçe sayılmak istenmektedir. Muhammed (a.s) diye birisi hiç yaşamamış yokmuş gibi okunan bir Kitab ütopik , hayata dair bir mesajı olmayan , yaşanmışlık diye bir geçmişi olmayan entel toplantıların çerezi haline gelmiştir.
Sonuç olarak ; Kur'an , Hadis ve Sünnet'in konum itibarı ile yanlış yerlere oturtulmuş olması , Müslümanlar arasındaki ihtilafların baş müsebbibi olarak görülmektedir. İhtilafların en aza indirilmesi bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların olması gereken yerlerine oturtularak Kur'ana eş değer hatta, Kur'andan üstün görülmesinin önüne geçilmesi ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde geleneksel anlayış devam ettirildiği müddetçe ihtilafların bırakın azalması , artarak büyümesinin önü alınamayacaktır.Modernist anlayış şayet Kur'anı doğru bir anlama metodu ile okuyarak geçmişi silmek gibi bir düşünceyi terkederek Tevhidi bir anlayış ile Kur'ana yaklaştığı takdirde geleneksel anlayıştaki yanlışları tekrarlamak durumundan kurtulacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
1- Kur'an , Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) 23 senede zarfında indirdiği vahy'in toplanmış olduğu kitabın adı.
2- Hadis , Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği rivayet edilen sözlere verilen ad.
3-Sünnet , Muhammed(a.s) ın 23 yıllık elçiliği içindeki fiilleri olarak söyleyebiliriz.
Müslümanlar arasındaki ihtilafların , bu 3 kelimenin ifade ettiği malzemelerin doğru anlaşılamamasından kaynaklandığınıda üzülerek ifade edelim ,bu ihtilafın tarihini kısaca özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz.
Muhammed (a.s) daha hayatta iken , onun söz ve fiilerini anlama konusunda ,Sahabe arasında 2 farklı yaklaşım olduğunu görmekteyiz. 1. gurup sahabe onun her yaptığını taklit etme gibi bir seçim içine girmiş (Abdullah ibni ömer , Ebu hureyre r.a gibi sahabeler) 2. gurup sahabe ise onu yaptıkları ve söyledikleri konusunda ,sorgulayıcı bir tutum içinde girerek , ne ,niçin ,nerede,nasıl,ne zaman ve kime sorularının cevabını aramak şeklinde bir tutum içinde girmiş (Ömer ve Aişe r.a validemiz gibi) olanlar şeklinde ayırmak mümkündür. Zaman içinde bu iki akım fırkalaşarak "Ehli hadis" ve "Ehli rey" olarak kendini göstermiş ve bu güne kadar bu 2 ana ayrışım süregelmiştir.
"Ehli hadis" fırkasının genel anlayışı , adından da anlaşılacağı üzere hadise karşı bir ilgi şeklinde kendini göstermiş (bu anlayışa İmam Şafii ,Ahmed İbni Hanbel gibi kişileri örnek verebiliriz), "Ehli rey" fırkasının genel anlayışı ise hadislere karşı daha sorgulayıcı , daha seçici bir yaklaşım olarak kendisini göstermiştir (bu anlayışa örnek Ebu Hanifeyi gösterebiliriz)
Ehli hadis fırkasına mensup olan İmam Şafii nin ilk olarak ortaya koyduğu , "Gayri metluv vahiy" teorisi ve "Sünnetin vahiy olması" konusu Müslümanlar arasındaki , belkide kıyamete kadar sürecek olan ihtilafın kaynağını oluşturmaktadır.
Allah (c.c) nin Elçisine indirmiş olduğu vahyi ikiye ayırarak , Kur'anı "Metluv vahiy" yani namazlarda okunan vahiy olarak , Hadis ve Sünneti de "Gayri metluv vahiy", yani namazlarda okunmayan vahiy olarak kategorize ederek elçiyi sadece bir robot konumuna indiren anlayış İslama vurulmuş en büyük darbebir diyebiliriz.
Sünnetin veya Hadisin vahiy olması bizlere Kur'anın verdiği bir bilgi olmayıp , İmam Şafiinin ortaya attığı düşüncedir , bu düşünceyi kur'andan delillendirmek amacı ile Necm suresinin ilk ayetleri Bektaşi misali üzeri örtülerek okunmuş ve "al sana işte ayet" diyerek bizlere sunulmuştur. İsteğe göre ayet arama yöntemi ile yapılan ayet aramalarında amaç ayetin verdiği mesaj olmayıp , oluşturulan inancın Kur'andan delilini aramak şeklinde yapılan bir işlem olması nedeniyle zorlama te'viller yapılarak, gerekirse ayet tahrif edilerek bu tür çıkarımlar yapılmakta olduğuna , Kuranda olmayan bir çok konuyu Kur'andanmış gibi göstermek sureti ile insanlara kabul ettirilmeye çalışıldığı herkesin malumudur.
Ehli rey fırkasının başını çeken Ebu Hanife ve onun çizgisinde olanlar , özellikle Hadis konusunda daha seçici davranarak kur'ana arz metodunu seçtiklerini görmekteyiz. Bu tarz bir hadis anlayışının özellikle Ehli Hadis yanlısı olan İmam Buhari tarafından çok şiddetli bir biçimde eleştirildiği , hatta Ebu Hanifenin kafir olduğu gerekçesi ile tevbeye davet edildiği bazı eserlerde yer almaktadır.
Ehli Hadis fırkası , kendilerine gelen bir hadisi , o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile seçime tabi tutulması sonucunda elde edilen verilerle değerlendirmekte olup , Ehli rey fırkası ise senet zincirine ek olarak ( senet zincirini tamamen red etmemektedir) Kur'ana arz metodu ile değerlendirmektedir.
Ehli Hadis'in tercih ettiği "Cerh ve Ta'dil" denilen bu metoda göre Hadis zincirinde ismi geçen şahısların elemeleri yapılarak elekten geçmek yada geçememek durumuna göre hadis derecelendirilmektedir. Kişisel tercihlerin önde olduğu bu metoda göre A hadisçisine göre sağlam olan bir ravi , B hadisçisine göre sağlam olmayabilmektedir, böylesine kaypak bir zeminde yapılan hadis tahlilinin, o hadisin sahihliği hakkında ne kadar doğru bir bilgi verebileceği düşündürücüdür.
Bugün elimizde olan "Kütübü sitte" adı ile maruf olan kitaplar veya onun dışındaki hadis kitaplarının içindeki hadislerin tamamı Ehli hadis'in tenkit metodu olan sened tenkidi ile ortaya konan hadisler olup , Kur'ana arz edildiğinde Kur'an ile uyuşmayan bir çok rivayet mevcuttur. Zaman içinde bu eserlere bindirilen aşırı değer sonucu bu eserler artık sorgulanamaz , la yus'el bir konuma geçirilerek dokunulmazlık zırhına büründürülmüştür.
Bu durum bu güne kadar böyle olup bugün bile "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" denildimi akan sular durmakta olup herhangi birisi bu eserlerdeki hadislere yan gözle bakmak cüretinde bulunduğu zaman yediği damga "KAFİR" damgasıdır.
Ehli Hadis düşüncesinin bu tasallutundan kurtulmak isteyen düşünce sahipleri her devirde ortaya çıkmış olup yeni bir düşünce olarak ortaya atılmış değildir. Ehli Hadis olan İbni Kuteybe'nin türkçeyede çevrilmiş olan "Hadis Müdafaası" adlı eserinin "Zina edenin recmedilmesini red edenler" ile ilgili açmış olduğu bölüm bizlere , daha 1000 kusur sene öncesi Kur'anı kendisine rehber edinmek isteyenler ile buna karşı çıkanların aralarındaki atışmaların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe bu başlık altında , zina edenlerin recm edilmesine karşı çıkanların ortaya koyduğu delillere karşı bir nevi kıvırma harekatında bulunmaktadır.
Bugün Ehli rey düşüncesinin başını çeken Ebu Hanife'nin mezhebine bağlı olduklarını iddia edenlerin , Ebu Hanife nin baş düşmanı diyebileceğimiz , İmam Buharinin eserine toz kondurmamaları geldiğimiz noktanın çelişkilerini görmek açısından manidardır.
Şu ana kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak ; Müslümanların en büyük sıkıntısı Kur'an , Hadis ve Sünnet'in nereye ve nasıl bir konuma sahip olarak görülmesi noktasından kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Peki bu sıkıntıya karşı nasıl bir teklif sunabiliriz veya bu 3 kelime ile ifade edilen şeyleri nasıl bir konuma koyabiliriz?.
Kur'an , Allah (c.c) indirmiş olduğu vahiy kitabı olması itibarı ile bilgi kaynağı ve bize gelen bilgileri onunla değerlendirmeye tabi tutmamız gereken tek kaynaktır. Maaleseftirki geleneksel İslam düşüncesinin oluşturduğu düşünce sisteminde Kur'an, "adı var kendisi yok" mesabesinde bırakılmış hatta " Mütevatir Sünnetin Kur'anı nesh edebileceği" gibi bir teori ihdas edilerek, Kur'an otomatikman arka plana atılmış bunun yerine Sünnet ve Hadis Kur'anın önüne geçen bilgi kaynağı olarak işlem görmeye başlamıştır.
Bu şekil bir anlayış şöyle bir durumu beraberinde getirmiştir; Bilgi kaynağı olarak tepe noktada "Sünnet ve Hadis" olunca , özellikle Hadisler "Ehli Hadis" fırkasının anlayışına göre sahih olup olmadığı tesbit edildiği ve Kur'ana uygun olup olmadığı herhangi bir önem arzetmeyince ,Kur'an artık Hadise vurularak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline gelmiştir.
Kur'anın arkaya atılarak rivayetlerin öne geçmesi ile zina cezası evli , bekar ayrımı yapılarak evlinin cezası Kur'anda böyle bir hüküm olmamasına rağmen taşlanarak öldürülür , İsa (a.s) kıyamete yakın bir zamanda yeniden Dünyaya gönderilir , Mushafa abdest almadan el sürmek haram olur , kabir azabı adı altında bir çok rivayet inanç meselesi haline gelir.
Bu hale gelen bir kitabın ayetleri, Hadislere uygun olması için gerekli olan tahrifata uğratılarak okunmaya başlar ve elimizdeki mevcut din anlayışı Kur'an merkezli değil , Hadis merkezli bir din olur. Burada Hadis kelimesinin bize ne ifade ettiği üzerinde durmanın gerektiğini düşünmekteyiz.
Hadis adı verilen sözler , Muhammed (a.s) ın söylemiş olduğu rivayet edlen sözler olup onun Kur'an aykırı olarak bir söz ve icraat yapması asla mümkün değildir. Bir çok Kur'an ayeti onun sadece kendisine vahyedilen uymasını ve uyduğunu , kendisine vahyedilene aykırı bir söz söylediğinde ona ne yapılacağını Hakka suresi ayetlerinden okuyan birisinin rivayet kitaplarında mevcut olan sözlerin bir çoğunun söylemesinin imkansız olduğunu göstermektedir.
Kur'ana aykırı söz ve fiilde bulunması imkansız olan bir elçinin ,Kur'ana aykırı olarak yaptığı ve söylediği rivayet edilen bütün fiil ve sözlerin olması gereken yeri rivayet kitapları değil çöp tenekesidir.
Düşüncemiz o durki , Kur'anın önüne geçen her düşünce , her kitap Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelmekte olup bu 3 kelimenin asla aynı seviyede olarak görülmesi , düşünülmesi , ona uygun bir anlayış geliştirilmesi ancak Allaha şirk koşulması anlamına gelmektedir.
"Şirk" kelimesini , Allah (c.c) nin hakkı olan konularda onun yerine yaratmış olduklarının konuşması şeklinde özetlemek mümkündür.
Allah (c.c) Alemlerin yegane Rabbi ve İlahı olarak sadece kendisinin bilinmesi için tarih boyunca göndermiş olduğu elçilerini kendisinin yanında herhangi bir hüküm koyucu vasfına sahip olarak göndermemiştir. Muhammed (a.s) elçilerin son halkası olup bu konuda onunda diğer elçilerden herhangi bir ayrıcalığı bulunmamaktadır.
Hırıstiyanların İsa (a.s) a yükledikleri misyonun bir benzeri Muhammed (a.s) a yüklenerek , onunda Allah (c.c) gibi haram helal beyan etme yetkisi olduğu yönündeki düşünceler, geleneksel düşünce içinde kemikleşmiş bir vaziyet almıştır.
Allah (c.c) nin yanına konulan her şahıs , her düşünce , nasıl şirk ise , onun kitabının yanına konulup onun kitabı ile eş değer görülen her kitab ta ona şirk koşulması anlamına gelmektedir.
Allah -Muhammed gibi ikilemelerin camilerde bile bulunması , bu tür şirkin içselleşmesine yol açmış olmasından kaynaklananan bir yansımadır. Allah (c.c) nin bu elçisi Muhammed (a.s) olsa dahi , Kur'anın yanına adı Buhari , Müslim v.s olsa dahi hiç bir surette bir ikilemede bulunulamaz bu şekil bir ikileme Hıristiyanların Baba -Oğul -Ruhulkudüs şeklindeki teslis akidesinden herhangi bir farkı yoktur.
"Kur'an - Sünnet" veya "Kur'an-Hadis" şeklinde yapılan ikilemeler Kur'anın yanına eş bilgi kaynakları koymak ameliyesi olması itibarı ile şirk içeren düşünceler olup Kur'anın yanına hiç bir surette ek kaynak konulması gibi bir duruma ihtiyaç olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) nin kitabına eksiklik izafe edip bu eksiği Hadis ve Sünnet'in kapattığını iddia etmek anlamına gelir.
Bu sefer Kur'anın yanına konulan bu iki kaynağın nasıl bir değer ve nasıl bir konumda olması gerektiği gündeme gelecektir.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki Hadis ve Sünnet Muhammed (a.s) ın elçilik vazifesi dahilinde yaptıkları ve söylediklerinin genel bir adı olup ne geleneksel anlayış içinde toptan kabul , ne de modernist anlayış içinde toptan red edilebilecek bilgi kaynaklarıdır.
Kur'anın tek belirleyiciliği çerçevesinde, bu bilgi kaynaklarının sahih olup olmadığı şeklinde yapılan tasnifler sonucunda sahih olanlarının kabul edilebileceğini belirtmek isteriz. Sünnet olarak bize gelen, zina yapan evlilerin recm edilmesi şeklindeki ceza kur'ana uyup uymadığı noktasında yapılan işlem sonucunda doğru bir cezalandırma olmadığı sabittir.
Geleneksel İslam hukukunda "Mütevatir sünnetin Kur'an ayetini neshetmesi" gibi bir durum, sadece bu cezanın oturtulması amacı yapılmış bir Kur'anı öteleme işlemidir. Ayetlerin açık beyanı ortada olduğu halde rivayetler ile bunu dinin esası haline getirerek red edeni kafir damgası vuran zihniyet , asıl kafirliğin bu tür meselelerde açık beyana rağmen kitabı ötelemek olduğunu bilmelidir.
Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların modernist anlayış olarak ifade edebileceğimiz düşüncedede doğru bir zemine oturtulmadığını görmekteyiz. Geleneksel anlayışa tepki olarak doğan bu anlayışta Kur'an tek kaynak olarak görülmekte fakat Allah (c.c) nin tarih boyunca Elçi ve Kitap gönderme gerekçesi olan onun tek İlah olarak bilinmesine dayalı bir sistem içinde yaşama düşüncesi modernist düşünce içinde pek rağbet görmemektedir. Kıssalar yolu ile anlatılan Tevhid mücadelesinin yaşanmışlığı göz ardı edilerek o yaşanmışlık içindeki bazı sıradışı olayların (mucize olarak bildiğimiz) olup olmadığı tartışmaları ile vakit geçirtilerek vakit kaybedilmesi amaçlanmış ve maalesef başarılı olunduğuda gözlenmektedir.
Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği sözler veya fiilleri yok sayılarak geçmiş tamamen sıfırlanmak istenmekte ve Kitap sanki bugün inmiş gibi okunarak binlerce yıldır gelen örneklikler hiçe sayılmak istenmektedir. Muhammed (a.s) diye birisi hiç yaşamamış yokmuş gibi okunan bir Kitab ütopik , hayata dair bir mesajı olmayan , yaşanmışlık diye bir geçmişi olmayan entel toplantıların çerezi haline gelmiştir.
Sonuç olarak ; Kur'an , Hadis ve Sünnet'in konum itibarı ile yanlış yerlere oturtulmuş olması , Müslümanlar arasındaki ihtilafların baş müsebbibi olarak görülmektedir. İhtilafların en aza indirilmesi bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların olması gereken yerlerine oturtularak Kur'ana eş değer hatta, Kur'andan üstün görülmesinin önüne geçilmesi ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde geleneksel anlayış devam ettirildiği müddetçe ihtilafların bırakın azalması , artarak büyümesinin önü alınamayacaktır.Modernist anlayış şayet Kur'anı doğru bir anlama metodu ile okuyarak geçmişi silmek gibi bir düşünceyi terkederek Tevhidi bir anlayış ile Kur'ana yaklaştığı takdirde geleneksel anlayıştaki yanlışları tekrarlamak durumundan kurtulacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
10 Ekim 2014 Cuma
İbrahim(a.s) Örnekliğinde Anne ve Babaya İtaatın Sınırı
Alemlerin
Rabbi olan Allah(c.c)’ın kulu ve elçisi Muhammed(a.s)'a indirmiş olduğu
Kitap; anne ve babaya iyiliği emreden ayetler içermektedir;
[2.83]
İsrailoğullarından, «Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya,
yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel
konuşun, namazı kılın, zekatı verin» diye söz almıştık. Sonra siz pek
azınız müstesna, döndünüz; hala da yüz çevirip duruyorsunuz.
[2.215]
Sana, ne sarfedeceklerini sorarlar, de ki: «Sarfedeceğiniz mal, ana
baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir. Yaptığınız her
iyiliği Allah şüphesiz bilir».
[4.36]
Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya,
yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya,
yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere
iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.
[6.151]
De ki: «Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na
hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk
korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren
Biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı
cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye
buyurmaktadır.»
[17.23]
Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve
babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi
yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten
yüksünme, «öff!» bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı
sözler söyle.
[46.17]
Ana ve babasına: «Öf size! siz bana öldükten sonra tekrar dirilip
kabrimden çıkarılacağımı mı vaad ediyorsunuz? Oysa benden önce nice
nesiller gelip geçmiştir.» diyen kimseye ana ve babası Allah'a sığınarak
«Yazıklar olsun sana! Gel iman et, şüphesiz ki, Allah'ın vaadi
gerçektir.» dediklerinde o: «Bu Kur'ân öncekilerin masallarından başka
bir şey değildir» diyordu.
[31.14]
Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.
Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı.
Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret
diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana'dır.
[19.12-4]
«Yahya! Kitaba var kuvvetinle sarıl» dedik ve henüz çocuk iken ona
hikmet verdik. Tarafımızdan bir merhamet, arı duru bir gönül de ihsan
ettik. O haramlardan çok sakınan bir insandı. Anne ve babasına iyi
davranan hayırlı bir evlattı, asla zorba ve isyankâr biri değildi.
[19.00-3]
(Çocuk): «Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni
peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım
müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti.
Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde,
dirileceğim günde bana selam olsun» dedi.
[46.15]
Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu
zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi,
otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der
ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı
olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de
iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben
müslümanlardanım.
Anne ve babaya itaat ve iyilik emreden Rabbimiz, itaatı kayıtsız şartsız olarak emretmeyip bir sınır dahilinde emretmiştir;
[29.8]
Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer
onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak
koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O
zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.
[31.15]
Şayet onlar seni körü körüne Bana şirk koşman için zorlarsa; onlara
itaat etme ve dünya işlerinde onlarla iyi geçin Bana dönenlerin yoluna
uy. Sonra dönüşünüz yine Bana'dır. O zaman Ben, size yaptıklarınızı
bildiririm.
Allah(c.c)
anne ve babaya itaati; eğer onlar kendisine şirk koşmayı çocuklarına
emrederlerse, bu şekil bir itaatın olamayacağını ve onlara itaat
edilmemesini emretmektedir.
Lokman(a.s)'ın oğluna yaptığı ilk tavsiye, örnek ebeveyn olmanın bir tezahürünü göstermesi bakımından dikkate değerdir;
[31.13]
Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: «Yavrucuğum!
Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük
bir zulümdür.»
Anne
ve babanın ilk vazifesi; çocuğun mü'min bir kul olarak yetişmesini
sağlayacak olan bilgileri vermektir. Ancak çocuk bu bilgileri red etmek
isterse, anne ve babanın yapacağı bir şey maalesef yoktur;
[46.17]
Ana ve babasına: «Öf size! siz bana öldükten sonra tekrar dirilip
kabrimden çıkarılacağımı mı vaad ediyorsunuz? Oysa benden önce nice
nesiller gelip geçmiştir.» diyen kimseye ana ve babası Allah'a sığınarak
«Yazıklar olsun sana! Gel iman et, şüphesiz ki, Allah'ın vaadi
gerçektir.»
[11.42]
Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden
uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin,
kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.
[11.43]
O: « Ben, beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.» dedi. Nuh: «
Bugün Allah'ın emrinden koruyacak yok; meğer ki O rahmet ede!» dedi,
derken dalga aralarına giriverdi ve o da boğulanlardan oldu.»
Yukarda
verdiğimiz AHKAF ve HUD Sureleri ayetlerinde; mü'min olan ebeveynine
karşı çıkan bir çocuğu ve babası Elçi olduğu halde babasına iman etmeyen
bir çocuğu görmekteyiz. Anne ve baba; Allah(c.c)'nin kendilerine
yüklemiş olduğu görev çerçevesinde çocuklarına gerekli eğitimi vermek
zorundadırlar fakat çocukları bu eğitimi red ederek küfrü seçtiği
takdirde, zorlayarak çocuklarını imana döndürmek gibi bir vazifeleri de
yoktur.
Elçilerin
yaşadıkları zaman içinde yapmış oldukları tebliğ görevleri, bizlere
birer örneklik olarak Kur’an’da anlatılmaktadır. MÜMTEHİNE 4 ayetinde "İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için örnekler vardır”
buyurulması; onun müşrik olan babasına karşı olan tavrının bile bize
örnek olması gerektiği anlatmaktadır. Anne ve babaya itaati; şirki
istisna ederek emreden Rabbimizin, Elçisi İbrahim(a.s)'ın babası ile
olan diyalogları bu istisnanın nasıl olması gerektiğini beyan
etmektedir.
[006.074]
Ve bir vakit ki, İbrahim babası Azer'e demişti ki: «Sen putları
ilâhlar mı ittihaz ediyorsun! Ben şüphe yok seni ve kavmini apaçık bir
dalâlet içinde görüyorum»
[19.41-47]
Kitabda İbrahimi de an, çünki o bir sıddık, bir Nebi idi. Babasına
şöyle demişti: «Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası
olmayan şeylere niçin tapıyorsun?»«Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir
ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim.»Ey babacığım,
sakın şeytana kul olma; çünkü o, rahmeti bol olan Allah'a baş
kaldırmıştır.«Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın
gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak
kalırsın.»Babası: «Sen benim ilahlarımdan geçmek mi istiyorsun ey
İbrahim? Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım;
beni sen uzun bir süre bırak git!» dedi.(İbrahim:) «Selam üzerine olsun,
senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O bana pek
lütufkârdır» dedi.
[21.52-54]
Hani babasına ve kavmine demişti ki: «Sizin, karşılarında bel büküp
eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?»«Babalarımızı onlara
tapar bulduk» demişlerdi.Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir
sapıklık içindesiniz, dedi.
[26.69-74]
Onlara İbrahim'in haberini oku. Hani, babasına ve kavmine: «Siz neye
kulluk ediyorsunuz?» demişti. Demişlerdi ki: «Putlara tapıyoruz, bunun
için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.» «Peki» dedi, «Siz
kendilerine dua ettiğinizde onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut
taptığınızda size fayda veya tapmadığınızda size zarar verebiliyorlar
mı? Hayır, biz atalarımızı böyle yaparken bulduk. dediler.
[37.85-87]
Babasına ve halkına şöyle dedi: «Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle
de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah’tan başka mâbud
arıyorsunuz! Siz Rabbülâlemin’i ne zannediyorsunuz?
[43.26-27]
Bir vakit İbrâhim babasına ve halkına şöyle dedi: «Bilin ki ben sizin
taptıklarınızla her türlü ilişiği kestim. Ben ancak beni yaratana ibadet
ederim. O bana yol gösterecektir.»
Müşriklikte ısrar eden babası ile olan ilişkisinin nasıl olduğunu ayetlerden öğrendiğimiz İbrahim(a.s), müşrik babasına karşı "öff"
bile demeden yolunun yanlışlığını ona ve kavmine anlatmış ancak
İbrahim(a.s)'ın bu tebliği babası tarafından şiddetli bir biçimde red
edilmiştir. Babasına karşı en ufak incitici bir söz etmeyen
İbrahim(a.s), babasına "Sana selam olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkardır." diyerek ondan ayrılmıştır.
Lokman(a.s)
örneğinde, bir babanın çocuğuna karşı olan vazifesinin; onu sadece
Allah'a kul olan bir fert olarak yetiştirmek olduğunu görmekteyiz.
İbrahim(a.s)'ın örneğinde müşriklikte ısrar eden babaya karşı çocuğun
nasıl davranması gerektiğini görmekteyiz.
Sonuç
olarak; hayata dokunan bir kitap olan Kur’an, bizlere hayat içinde
karşılaşacağımız sorunlara karşı nasıl bir yol izlememiz gerektiğini
öğretmektedir. Bu öğretim çerçevesi içinde anne ve babaya iyilikle
davranmak, onlara "öff" bile dememek ve onlara itaat etmek
bizlere emredilmiştir. Rabbimiz itaate sınır koyarak; çocuklarına şirk
baskısı yapması sonucunda onlara itaat edilmemesi gerektiğini atamız
İbrahim(a.s) örneğinde bizlere öğretmektedir. Şirk veya tevhidi tercih
etmek noktasında kalan bir kişi için, bu şirki ona empoze etmeye çalışan
anne ve babası olsa dahi onlara itaat edilmemesi gerektiğini, anne ve
babanın çocuğu üzerinde haklarını bir çok ayetinde beyan ederek onlara
itaat edilmesini gerektiğini bizlere emreden Rabbimiz, ortada şirk
baskısı olduğu zaman sadece kendisine itaat edilmesi gerektiğini bizlere
emretmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
2 Ekim 2014 Perşembe
İnsanlığın Kadim Kültürü "Yevmüzzinet" (Bayram Günleri)
İnsan fıtrat itibarı ile birlikte yaşamaya ihtiyaç duyan bir varlıktır. Kadın ve erkek cinsinin birbirlerine olan karşılıklı duyguları bu ihtiyaçtan kaynaklanmakta ve Allah (c.c) nin ayetlerindendir. Kadın ve erkeklerin oluşturduğu şehirler birlikte yaşama ihtiyacından doğan bir sonuç olup insanlık tarihi kadar eskidir.
Aynı insan yine fıtrat itibarı ile adına ,"Din" denilen yaşama biçimine ihtiyaç duyarak hayatını onun üzerine ikame eder. İnsanları birbirine bağlayan esasları , aile , kavim , ırk ,din olarak sıralayabiliriz. Din, yani inanç bağı en üstteki bağ olarak öne çıkan ve farklı kavim ve ırklarıda çatısı altında toplayan kadim bir inançtır.
İnsanlık tarihini kısaca, Dinler savaşı olarak özetlemek mümkündür ,Allah (c.c) insanlara kendi dinini tebliğ etmesi için elçiler göndermiş , bu elçilere inananlar ve inanmayanlar arasındaki mücade bu güne kadar devam etmiş , kıyamete kadar da devam edecektir.
Allah (c.c) dini ile , ona karşı oluşturulan dinlerin ortak yanı , hangi dine mensup olurlarsa olsunlar , dindaşları ile ortak bir paydada buluştuklarının göstergesi olarak belirli günlerde "CEM" olmaları yani toplanmalarıdır.
Allah (c.c) Hacc suresi 34. ve 67. ayetlerde bu duruma işaret ederek "MENSEK" yani zamanlı ve mekanlı ibdetler ihdas ettiğini bizlere beyan etmektedir. Hacc , Bakara ,İbrahim surelerinde adına HACC denilen Mekke deki BEYTULLAHIN ziyaret edilerek belli ritüellerin yapılması şeklinde cereyan eden olaylar onun dinine mensup olduğunu iddia eden insanların , bir araya gelerek görüşmesi ,tanışması , kaynaşması esasına dayalı bir ibadet tarzıdır.
Diğer inanç sistemlerinde de aynı durum göze çarpmakta olup onlarında aynı amaç etrafında belirli gün ve zamanlarda toplanarak , İlahlarına olan saygılarını belirli ritüeller ile ortaya koymaları şeklinde gerçekleşen günleri vardır.
Bilindiği üzere Firavun, kendisini Mısır halkının İlahı ve Rabbi olarak sunarak onların yaşam biçimlerini tayin etme hakkına sahip olduğunu söyleyen birisi idi. Musa ve kardeşi Harun (a.s) lar onun bu tür bir hakka sahip olmadığını , bu hakkın sadece "Alemlerin rabbi" olan Allah' a ait olduğunu ona tebliğ etmek için gönderilen iki elçiydi.
Firavun ve melesi onları red ederek , ülkenin en bilgili sihirbazlarını belli bir günde Musa (a.s) ın karşısına çıkarmıştır. Bu olay Taha s. 59. ayetinde şöyle anlatılmaktadır.
[020.058-59] Şimdi biz de seninkine benzer bir sihir göstereceğiz sana. Bizimle senin aranda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et ki; sen de, biz de düz bir yerde bulunalım, caymayalım.(Musa) Dedi ki: «Buluşma-zamanımız, bayram günü(YEVMÜZZİNET) ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun) .»
Ayete dikkat ettiğimiz zaman , buluşma günü insanların bir araya geldikleri gün olarak belirlenmektedir. Bu gün de ülkenin her tarafından insanlar "Yevmüzzinet" günü yani "Bayram günü" olması dolayısı ile toplanmaktadırlar. Bu ayeti ,"Bayram günleri" kültürünün tarihinin ne kadar eskiye dayandığının bir göstergesi olarak'ta okumak mümkündür.
Türkiyeye baktığımızda bu durum kendisini göstermekte ihdas edilen "Milli bayramlar" vesilesi ile T.C nin kurucusunun anılması , ve onun Dininin anlaşılması için gerekli ritüeller (saygı duruşları) ifa edilmektedir.
Hacc ibadeti ve onun içinde yapılan riüeller , yegane İlah olan olan Allah (c.c) nin bizler için ihdas ettiği kulluk yöntemleri olup Mekke şehri içindeki KABE bu yöntemin ana merkezidir. Yılın belirli zamanlarında kendisini Allah a kul olarak gören insanlar oraya akın ederek bu kulluklarını herkesle birlikte ifa ederler (her ne kadar bu şuurdan yoksun olsalarda olması gereken bu dur)
[62.9] Ey iman edenler, Cuma günü salat için çağrı yapıldığında hemen Allah'ın zikrine (anılmasına) koşun ve alım satımı bırakın; eğer bilirseniz, o sizin için daha hayırlıdır.
Cuma suresinin bu ayeti , insanların birlikte yaşamasının bir gerçeğinden yola çıkılarak , aynı inancı paylaştıklarına dair bir gövde gösterisi , tanışma , görüşme vesilesi olması açısından , mü'minleri haftada bir gün böyle bir toplantı düzenlemeye çağırmaktadır.
"Mescid" kelimesi " secde edilen mekan" anlamına gelmekte olup , mü'minlerin hayatların önemli yer tutması gereken bir kelimedir. Mescidler sadece , salatın bir rüknü olan namazın ifa edilip sonrada dağınıldığı bir mekan değildir. Asrı saadete baktığımız zaman Mescid hayatın merkezidir , ve olması gereken bir şekilde kullanılmıştır.
[007.031] Ey âdemoğulları! Her mescid yerinde ziynetinizi alıveriniz ve yiyiniz ve içiniz, israf da etmeyiniz. Şüphe yok ki O, israf edenleri sevmez.
Araf s. 31. ayetinde geçen "Mescid" ve "Zinet" kelimesi bize önemli ipuçları vermektedir. Mescid kelimesinin , Mü'minler için toplanma mekanı olması gerektiğinden hareketle bu mescidlerin sadece namaz kılınan yerler olmadığı anlaşılmaktadır. Zinet kelimesinin daha önce Taha s. 59. ayetindeki kullanılışı ile Araf s. 31. ayetindeki kullanılışının , sosyal bir olguyu ifade etmesi açısından bir bağı olduğunu düşünmekteyiz.
Taha s. 59. ayetinde gördüğümüz "Zinet günü" yani insanların toplandıkları bayram gününün bu kültürün ne kadar eski olduğunu anlamak açısından okuduğumuzda , Araf s. 31. ayeti içinde insanların zinetlerini takınmasının bugün bile özel günlerde olmasından hareketle , "Mescid" adı verilen mekanların biz Mü'minler için toplanma mekanları olması gerektiği anlaşılarak kelimenin ifade ettiği "Secde mekanı" anlamından hareketle her türlü kulluk gösterisinin yapıladığı alanlar olarak ihdas edilme gereği anlaşılır sadece namaz vakitleri ve namaz ile sınırlı olmayan bir mekan olması gereken Mescidlerin gerçek işlevi Medinedeki gibi anlaşıldığı takdirde Müslümanların durumu daha iyiye gidecektir.
İnsanlar tabii ihtiyacı olan yemek ve içmek gibi eylemleri bir araya geldiklerinde icra ederek bu eylemler vasıtası ile kaynaşmaya vesile aramaları herkesin bildiği bir durumdur. Bu kaynaşma icraatlerı "Mescid" denilen sosyal mekanlarda ve çevresinde gerçekleştirilerek bir nevi "Bayram günleri" ihdas edilmiş olur. Hacc ibadeti bu durumun en belirgin bir göstergesi olup , bu mekan etrafında ritüeller harici her türlü sosyal ihtiyaçlar karşılanmaktadır .
Namaz adı verilen ibadetin toplu halde ifa edilmesinden hasıl olması gereken durum , İnsanların birlikte düşündüklerinin , ortak inanca sahip olduklarının , bu ortak inancın sadece ve sadece Allah (c.c) kul olmak şeklinde gerçekleştiğinin , diğer dini ve ilahı red etttiklerinin dışa vurumu olan bir ibadettir. Bayram günleri'nin mü'minler için bu durumu hatırlamanın bir vesilesi olması gerektiğinden hareketle bu bayram günlerinde topluca kılınan namaz bu durumu göstermenin bir işaretidir.
Sonuç olarak; insanların fıtratları gereği olan birlikte yaşama ihtiyacının bir sonucu olarak , aynı inancı paylaştıklarını, belirli günlerde ve mekanlarda göstermek sureti ile ifade edilen bir takım ritüeller , Müslüman veya Kafir inanca sahip olanlarda aynıdır. Müslümanlar kendi ialhlarına olan bağlılıklarını , kafirler ise kendi ilahlarına olan bağlılıklarını göstermek amacı ile "Bayram günleri" adı altında bir takım etkinlikler yaparak birbirleri ile kaynaşmayı amaçlarlar.
Allah (c.c) iman edenlere bu tür etkinlik günleri ihdas ederek onu anlamalarını sağlamıştır. Cuma günü bu anmanın topluca yapılarak görüşme ve kaynaşma vesilesi olan bir gün olup , Hacc günleri olarak ihdas edilen günlerde , uzak diyarlardan gelen mü'minler , her türlü sosyal aktivite ile birlikte bir takım ritüeller icra ederek Allah (c.c) ye karşı olan kullukları topluca ifa ederek bir nevi , güçlerini başkalarına karşı gösterirler. Bu gün bu şuurdan uzak olarak yapılan bu ibadetler , asıl amacına uygun olarak yapılmaya başladığı zaman , Müslümanların Dünyada söz sahibi olmaya başlayacakları günler gelecektir. İslam düşmanları bu tehlikenin farkında olarak , bizleri bu şuurdan uzaklaştırmak için içimize sürdükleri truva atları ile bu ibadetlerin Kur'anda olmadığı gibi düşünceler ortaya atarak kendi yıkılışlarını geciktirmeye çalıştıkları unutulmamalıdır.
Bizler bu günleri amacına uygun olarak değerlendirerek , sadece Allaha kul olduğumuzu , diğer ilahları red ettiğimizi , mü'min kardeşlerimiz ile birlik beraberlik içinde olduğumuzu bu ibadetlere daha sıkı yapışarak göstermek mecburiyetindeyiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Aynı insan yine fıtrat itibarı ile adına ,"Din" denilen yaşama biçimine ihtiyaç duyarak hayatını onun üzerine ikame eder. İnsanları birbirine bağlayan esasları , aile , kavim , ırk ,din olarak sıralayabiliriz. Din, yani inanç bağı en üstteki bağ olarak öne çıkan ve farklı kavim ve ırklarıda çatısı altında toplayan kadim bir inançtır.
İnsanlık tarihini kısaca, Dinler savaşı olarak özetlemek mümkündür ,Allah (c.c) insanlara kendi dinini tebliğ etmesi için elçiler göndermiş , bu elçilere inananlar ve inanmayanlar arasındaki mücade bu güne kadar devam etmiş , kıyamete kadar da devam edecektir.
Allah (c.c) dini ile , ona karşı oluşturulan dinlerin ortak yanı , hangi dine mensup olurlarsa olsunlar , dindaşları ile ortak bir paydada buluştuklarının göstergesi olarak belirli günlerde "CEM" olmaları yani toplanmalarıdır.
Allah (c.c) Hacc suresi 34. ve 67. ayetlerde bu duruma işaret ederek "MENSEK" yani zamanlı ve mekanlı ibdetler ihdas ettiğini bizlere beyan etmektedir. Hacc , Bakara ,İbrahim surelerinde adına HACC denilen Mekke deki BEYTULLAHIN ziyaret edilerek belli ritüellerin yapılması şeklinde cereyan eden olaylar onun dinine mensup olduğunu iddia eden insanların , bir araya gelerek görüşmesi ,tanışması , kaynaşması esasına dayalı bir ibadet tarzıdır.
Diğer inanç sistemlerinde de aynı durum göze çarpmakta olup onlarında aynı amaç etrafında belirli gün ve zamanlarda toplanarak , İlahlarına olan saygılarını belirli ritüeller ile ortaya koymaları şeklinde gerçekleşen günleri vardır.
Bilindiği üzere Firavun, kendisini Mısır halkının İlahı ve Rabbi olarak sunarak onların yaşam biçimlerini tayin etme hakkına sahip olduğunu söyleyen birisi idi. Musa ve kardeşi Harun (a.s) lar onun bu tür bir hakka sahip olmadığını , bu hakkın sadece "Alemlerin rabbi" olan Allah' a ait olduğunu ona tebliğ etmek için gönderilen iki elçiydi.
Firavun ve melesi onları red ederek , ülkenin en bilgili sihirbazlarını belli bir günde Musa (a.s) ın karşısına çıkarmıştır. Bu olay Taha s. 59. ayetinde şöyle anlatılmaktadır.
[020.058-59] Şimdi biz de seninkine benzer bir sihir göstereceğiz sana. Bizimle senin aranda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et ki; sen de, biz de düz bir yerde bulunalım, caymayalım.(Musa) Dedi ki: «Buluşma-zamanımız, bayram günü(YEVMÜZZİNET) ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun) .»
Ayete dikkat ettiğimiz zaman , buluşma günü insanların bir araya geldikleri gün olarak belirlenmektedir. Bu gün de ülkenin her tarafından insanlar "Yevmüzzinet" günü yani "Bayram günü" olması dolayısı ile toplanmaktadırlar. Bu ayeti ,"Bayram günleri" kültürünün tarihinin ne kadar eskiye dayandığının bir göstergesi olarak'ta okumak mümkündür.
Türkiyeye baktığımızda bu durum kendisini göstermekte ihdas edilen "Milli bayramlar" vesilesi ile T.C nin kurucusunun anılması , ve onun Dininin anlaşılması için gerekli ritüeller (saygı duruşları) ifa edilmektedir.
Hacc ibadeti ve onun içinde yapılan riüeller , yegane İlah olan olan Allah (c.c) nin bizler için ihdas ettiği kulluk yöntemleri olup Mekke şehri içindeki KABE bu yöntemin ana merkezidir. Yılın belirli zamanlarında kendisini Allah a kul olarak gören insanlar oraya akın ederek bu kulluklarını herkesle birlikte ifa ederler (her ne kadar bu şuurdan yoksun olsalarda olması gereken bu dur)
[62.9] Ey iman edenler, Cuma günü salat için çağrı yapıldığında hemen Allah'ın zikrine (anılmasına) koşun ve alım satımı bırakın; eğer bilirseniz, o sizin için daha hayırlıdır.
Cuma suresinin bu ayeti , insanların birlikte yaşamasının bir gerçeğinden yola çıkılarak , aynı inancı paylaştıklarına dair bir gövde gösterisi , tanışma , görüşme vesilesi olması açısından , mü'minleri haftada bir gün böyle bir toplantı düzenlemeye çağırmaktadır.
"Mescid" kelimesi " secde edilen mekan" anlamına gelmekte olup , mü'minlerin hayatların önemli yer tutması gereken bir kelimedir. Mescidler sadece , salatın bir rüknü olan namazın ifa edilip sonrada dağınıldığı bir mekan değildir. Asrı saadete baktığımız zaman Mescid hayatın merkezidir , ve olması gereken bir şekilde kullanılmıştır.
[007.031] Ey âdemoğulları! Her mescid yerinde ziynetinizi alıveriniz ve yiyiniz ve içiniz, israf da etmeyiniz. Şüphe yok ki O, israf edenleri sevmez.
Araf s. 31. ayetinde geçen "Mescid" ve "Zinet" kelimesi bize önemli ipuçları vermektedir. Mescid kelimesinin , Mü'minler için toplanma mekanı olması gerektiğinden hareketle bu mescidlerin sadece namaz kılınan yerler olmadığı anlaşılmaktadır. Zinet kelimesinin daha önce Taha s. 59. ayetindeki kullanılışı ile Araf s. 31. ayetindeki kullanılışının , sosyal bir olguyu ifade etmesi açısından bir bağı olduğunu düşünmekteyiz.
Taha s. 59. ayetinde gördüğümüz "Zinet günü" yani insanların toplandıkları bayram gününün bu kültürün ne kadar eski olduğunu anlamak açısından okuduğumuzda , Araf s. 31. ayeti içinde insanların zinetlerini takınmasının bugün bile özel günlerde olmasından hareketle , "Mescid" adı verilen mekanların biz Mü'minler için toplanma mekanları olması gerektiği anlaşılarak kelimenin ifade ettiği "Secde mekanı" anlamından hareketle her türlü kulluk gösterisinin yapıladığı alanlar olarak ihdas edilme gereği anlaşılır sadece namaz vakitleri ve namaz ile sınırlı olmayan bir mekan olması gereken Mescidlerin gerçek işlevi Medinedeki gibi anlaşıldığı takdirde Müslümanların durumu daha iyiye gidecektir.
İnsanlar tabii ihtiyacı olan yemek ve içmek gibi eylemleri bir araya geldiklerinde icra ederek bu eylemler vasıtası ile kaynaşmaya vesile aramaları herkesin bildiği bir durumdur. Bu kaynaşma icraatlerı "Mescid" denilen sosyal mekanlarda ve çevresinde gerçekleştirilerek bir nevi "Bayram günleri" ihdas edilmiş olur. Hacc ibadeti bu durumun en belirgin bir göstergesi olup , bu mekan etrafında ritüeller harici her türlü sosyal ihtiyaçlar karşılanmaktadır .
Namaz adı verilen ibadetin toplu halde ifa edilmesinden hasıl olması gereken durum , İnsanların birlikte düşündüklerinin , ortak inanca sahip olduklarının , bu ortak inancın sadece ve sadece Allah (c.c) kul olmak şeklinde gerçekleştiğinin , diğer dini ve ilahı red etttiklerinin dışa vurumu olan bir ibadettir. Bayram günleri'nin mü'minler için bu durumu hatırlamanın bir vesilesi olması gerektiğinden hareketle bu bayram günlerinde topluca kılınan namaz bu durumu göstermenin bir işaretidir.
Sonuç olarak; insanların fıtratları gereği olan birlikte yaşama ihtiyacının bir sonucu olarak , aynı inancı paylaştıklarını, belirli günlerde ve mekanlarda göstermek sureti ile ifade edilen bir takım ritüeller , Müslüman veya Kafir inanca sahip olanlarda aynıdır. Müslümanlar kendi ialhlarına olan bağlılıklarını , kafirler ise kendi ilahlarına olan bağlılıklarını göstermek amacı ile "Bayram günleri" adı altında bir takım etkinlikler yaparak birbirleri ile kaynaşmayı amaçlarlar.
Allah (c.c) iman edenlere bu tür etkinlik günleri ihdas ederek onu anlamalarını sağlamıştır. Cuma günü bu anmanın topluca yapılarak görüşme ve kaynaşma vesilesi olan bir gün olup , Hacc günleri olarak ihdas edilen günlerde , uzak diyarlardan gelen mü'minler , her türlü sosyal aktivite ile birlikte bir takım ritüeller icra ederek Allah (c.c) ye karşı olan kullukları topluca ifa ederek bir nevi , güçlerini başkalarına karşı gösterirler. Bu gün bu şuurdan uzak olarak yapılan bu ibadetler , asıl amacına uygun olarak yapılmaya başladığı zaman , Müslümanların Dünyada söz sahibi olmaya başlayacakları günler gelecektir. İslam düşmanları bu tehlikenin farkında olarak , bizleri bu şuurdan uzaklaştırmak için içimize sürdükleri truva atları ile bu ibadetlerin Kur'anda olmadığı gibi düşünceler ortaya atarak kendi yıkılışlarını geciktirmeye çalıştıkları unutulmamalıdır.
Bizler bu günleri amacına uygun olarak değerlendirerek , sadece Allaha kul olduğumuzu , diğer ilahları red ettiğimizi , mü'min kardeşlerimiz ile birlik beraberlik içinde olduğumuzu bu ibadetlere daha sıkı yapışarak göstermek mecburiyetindeyiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)