30 Ocak 2024 Salı

İsra s. 1. Ayeti Mekke'den Kudüs'e Bir Yolculuğu mu Yoksa Mekke'den Medine'ye Yapılan Hicreti Anlatmaktadır?

Yazımıza verdiğimiz başlığın, çoğu kimsede merak ve kuşku uyandıracağını en baştan tahmin etmekteyiz. Çünkü İsra s. 1. ayeti denildiği zaman, bir çok kimsenin aklına ilk gelen şey, miraca dair en ufak bir delil bulunmamasına, hatta başka ayetlerde (isras.93) miraç isteğinin müşriklerden gelen bir istek  olduğunun beyan edilmiş olmasına rağmen,  Muhammed (a.s.) ın bir gece Mekke'den Kudüs'e, oradan da semaya yükselmesinin adına kandiller düzenlenmiş miracın anlatıldığı ayet akla gelmektedir. Biz bu yazımızda, miraç konusu ile ilgili herhangi bir bahiste bulunmayacağız. Bu yalan ve iftira hakkında daha önce bir kaç yazımız bulunmakta olup, blogumuzda bunlar mevcuttur dileyenler oradan okuyabilir.

İsra s. 1. ayeti ile ilgili olarak tefsir, hadis veya yakın zamanda yazılan eserlerde bulunan bilgileri kısaca sıralayacak olursak, 1- Mekke'den Kudüs oradan semaya yani miraca çıkış, 2- Mekke'den Kudüs'e gidiş, 3- Mekke'den Cirane vadisindeki mescide gidiş, 4- Mekke'den semada bulunduğu iddia edilen Beyt-i Mamur'a çıkış olarak sayabiliriz.

Biz, bu bilgilerin hiç birisine katılmadığımızı, İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicret ile olduğunu düşündüğümüzü en baştan söyleyerek, yazımızda bu iddiamızı dayandırdığımız temeli sizlerle paylaşmaya çalışacağız. 

Miraç yalanlarına inanmayan, Kur'an merkezli düşünenlerin çoğunluğu bile, bu ayetin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuğu anlattığı konusunda hemfikirdir.

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Bu ayette öncelikle "İsra" kelimesinin anlamını ve bu ayetin geçtiği ayetleri anlamak gerekmektedir.

İsra kelimesi sözlükte, "Gece yapılan yürüyüş" anlamına gelmektedir. Bu yürüyüşü ifade eden kelimenin geçtiği ayet mealleri şöyledir;

---Hud s. 81- (Elçiler) dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler. Gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yürü ve sizden kimse geriye dönüp bakmasın. Ancak hanımın hariç. Onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onlara vaadedilen (azabın) gelme vakti sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"

---Hicr s. 65 - Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.

---Taha s. 77-Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden ve denizde boğulmaktan da korkma diye vahyetmiştik.

---Şuara s. 52- Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz" diye vahyettik.

---Duhan s. 23- "O halde kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz.

İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c.), kulunu bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan etmektedir.  Yani olayın göğe doğru dikey bir çıkışı anlatmadığı ayan beyan ortadadır. Ayet içinde geçen "Kulunu" ifadesi ile kast edilen kulun Muhammed (a.s.) değil, Musa (a.s) olduğu yönünde iddiaların serdedildiği malumdur. Fakat biz bu iddiaya kesinlikle katılmıyoruz, bunun nedeni ise yazımızın ilerleyen bölümlerinde zaten anlaşılacaktır.

Bu iddiada bulunanların delilleri 2. ayetin başında bulunan "Vav" edatının bağlaç görevi gördüğü, dolayısı ile bu edatın, bir önceki ayet ile ilgili bulunduğu, 1. ayette bulunan "biabdihi" ifadesi ile kast edilen kişinin Musa (a.s.) olduğudur. Ancak bu edatın sadece bağlaç görevi olduğunu iddia edenler yanılgı içindedirler. Bu edatın işlevlerinden birisi de cümle başı olduğunu hatırlatması, yani kendinden önceki cümle ile bir alakası olmadığını bildirmesidir.

Ayet içinde geçen "Mescidi Haram" ifadesinin, Kabe'yi de içine alan bir bölgenin adı olduğu üzerinde herkesin ittifak ettiği malumdur. Konu "Mescidi Aksa" ile nerenin kast edildiği yönündedir. Biz burası ile ilgili farklı görüşler olduğunu yukarıda kısaca söylemiştik. Yazımızın amacı farklı görüşleri eleştirmek olmadığı için, biz kendi iddiamızı temellendirmeye çalışmaya devam edelim.

Mescidi Aksa'nın neresi olduğunu veya bu ifade ile kast edilenenin ne olduğunu anlayabilmek için, İsra suresinin devam eden ayetlerine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü Mescidi aksa denildiği zaman hemen hemen herkesin aklına bugün Kudüs'te o isim ile bilinen yer akla gelmektedir. Ancak bu ayetin nazil olduğu zamanda Kudüs'te bulunan kutsal mabedin, bilinen böyle bir ismi kesinlikle yoktu.

Kudüs'te Yahudilerin kutsal kabul ettikleri bir mabed bulunuyor ve bunun ismi "Süleyman Mabedi" olarak biliniyordu. Bu nokta hatırdan çıkarılmamalıdır. Kudus'e Müslümanlar tarafından yapılan mescidin Ömer'in orayı fethetmesinden sonra yapıldığı tarihen sabittir. 

İsra suresinin ilerleyen ayetlerinin mealleri şu şekildedir:

2. Biz Mûsâ'ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına "Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin" diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

3. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli!Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.

4. Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: "Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz"

5. Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.

6. Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz.

8. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.

 İsra s. 1. ayetinden sonra, 2. ayette Musa (a.s) a geçilmesi ve devamında İsrailoğullarına hitap edilmesi, bu ayetlerin büyük ihtimalle Mekke'de inen son ayetler olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Mekke'li müşriklerin baskıları sonunda artık bu bölgeyi terk etmenin şart olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu aynı surenin ortalarındaki (76. ayet) ayetlerden anlamak mümkündür. 

Allah (c.c) elçisine, artık bu şehri terk etmesi gerektiğini, kitap ve elçi ile muhatap olmuş olan bir topluluğun ikamet ettiği başka bir şehre hicret etmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu şehir MEDİNE'den başka bir şehir değildir. Surenin ilerleyen ayetleri elçiye hicret edeceği şehirde karşılaşacağı toplum hakkında hem ön bilgi vermekte, hem de o şehirdeki İsrailoğulları topluluğuna, gelecek olan elçiye karşı yanlış yaptıklarında onlara geçmişi hatırlatmaktadır.

Muhammed (a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın önemli bir bölümünün İsrailoğulları'ndan  oluştuğu malumdur.  Bu durumu Medine'de inen ayetlerin çoğunun İsrailoğulları ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerden bahsetmesinden anlayabiliriz. Allah (c.c), bu toplumun da kitap ve elçi ile muhatap kılınmış olmalarından ötürü, Mekke'den gelen Muhammed (a.s.) ile aralarında ortak bir payda olduğunu onlara hatırlatmakta, Musa (a.s) ile devam eden kitap ve elçi silsilesinin bir ferdinin de, Kur'an ve Muhammed (a.s) olduğunu, gelen her kitabın mesajının aynı olduğunu, "dolayısıyla İsrailoğulları'nın da bu elçi ve kitaba inanmaları gerektiğini beyan etmektedir. 

"Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli" denilerek, o topraklarda yaşayan, fakat farklı topluluklara mensup olan insanların kökünün, Nuh (a.s.) a dayandığı hatırlatılarak, aralarındaki nesep bağına dikkat çekilmekte, aralarındaki ortak payda daha da genişletilerek, yakınlaşmanın sağlanması amaçlanmaktadır. (2. ve 3. ayetler)

Ancak, İsrailoğulları'nın bu yakınlaşmayı ret etmesi neticesinde başlarına neler gelebileceği ise, geçmişte yaptıkları yanlışlar ve bu yanlışlarınının onların başlarına nasıl feleketler getirdiği hatırlatılarak, ayaklarını denk almaları gerektiği, bildirilmektedir. (4.5.6.7.8. ayetler)

Konuyu Muhammed (a.s.) açısından değerlendirdiğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır; Mekke'de kendisine düşmanlık eden, inanmalarından artık ümidini kesmiş müşrik bir toplumu terk ederek elçi ve kitaba inandıklarını söyleyen yeni bir topluluk ile tanışmıştır. Allah (c.c), 4. ve 8. ayetler arasında hem İsrailoğullarına mesaj vermekte, hem de Muhammed (a.s) ın Medine'de muhatap olduğu toplumun nasıl bir karaktere sahip olduğunu haber vererek ona göre hazırlık yapması sağlamaktadır.

7. ayette dikkatimizi çekmesi gereken bir kelime "Mescid" kelimesidir. Bu kelime  İsrailoğullarının ibadet mekanı anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin Kur'an'da sadece Müslümanların ibadet mekanı anlamında kullanılmadığının, burada önemli bir husustur. İbadet mekanları tarih boyunca insanlar tarafından kutsal olarak kabul edilmiştir. Her toplumun kendi aidiyetini ifade ettiği, onun etrafında toplandığı ve birlikteliğini sağladığı bir kutsal mekanı mutlaka bulunmaktadır. 

Nuzül dönemi çerçevesinde düşündüğümüzde Arap toplumu için Kabe, bu işlevi taşıyan bir fonksiyona sahipti. Mescidi Haram,  Kabe ve Mekke'nin içinde bulunduğu bölgenin adıdır. Kudüs ise İsrailoğulları için kutsal bir bölge olup, orada da onlar için kutsal sayılan ve adına "Süleyman Mabedi" dedikleri, İsra suresi 7. ayetinde ismi "Mescid" olarak anılan bir ibadet mekanı bulunmaktaydı. 

İsra kelimesinin "Gece Yürüyüşü" anlamından hareketle, Muhammed (a.s.) bir gece evinden çıkıp Mekke'deki müşrik toplumu terk ederek başka bir yere hicret etmiştir. Bundan sonraki mesele Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yapıldığı söylenen bu yürüyüşün neden böyle ifade edilmiş olduğu,  Mekke'den Medine'ye yürüyüş olarak neden ifade edilmediğinin anlaşılması üzerinde olması gerekmektedir. Çünkü bu yazıyı okuyanların en fazla merak ettikleri, hatta etmeleri gereken nokta da burasıdır.

Bu nokta açıklığa kavuştuğu zaman, Muhammed (a.s.) ın Medine'de neden aylarca Kabe yerine Kudüs'e yönelmiş olduğunun sebebi de anlaşılacaktır. Kıble değişimi konusunda en fazla merak edilen hususlardan birisi de bu dur. Bakara suresi içinde geçen kıble değişimi ile ilgili ayetlerde kıblenin yeniden Kabe'ye çevrildiği anlatılırken, neden Kabe yerine Kudus'e yönelme emrinin Kur'an'da bulunmadığı sorusu kafaları kurcalamaktadır. 

Bunun cevabını "Ehli Hadis" fırkası, bu değişim için Kur'an dışında ayrı bir vahiy geldiği yönünde cevaplamış olmasına rağmen, Kur'an dışı vahiy diye birşey olmadığını bilenler için sorunun cevabı aranmaktadır. Biz bunun cevabını Kur'an dışına çıkmadan cevaplamaya çalışalım.

Allah (c.c) İsra s. ilk ayetlerinde kulunu hicret etmeye sevk ederken, hicret edeceği yerdeki toplum ile ilgili bilgi de vermektedir. Bu bilgi o toplumun ilahi vahye aşina olduğu, dolayısı ile müşriklere nazaran, her ne kadar geçmişte yaptıkları yanlışları hatırlatmış olsa da, inanmaya daha yatkın bir topluluk olabileceğini elçisine bildirmektedir.

Bu bilgilere istinaden Muhammed (a.s.), İsrailoğulları ile olan ortak paydayı dikkate alarak, Kudüs'e yönelmiştir. Yani Muhammed (a.s.) Kabe yerine Kudüs'e yönelmeyi Kur'an dışı vahiyle değil, İsra suresi ilk ayetleri ile almış, İsrailoğulları ile ortak paydaları olduğu mesajını onlara vermeye çalışarak inanmaya davet etmiştir. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda İsrailoğullarının inanma konusunda müşriklerden aşağı kalmadıkları ortaya çıkarak, kıble yeniden Kabe olarak belirlenmiş olsa da, hicretin ilk aylarındaki durum bu şekilde idi. 

Biz İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicreti anlattığını iddia ederken, ayet içinde geçen "Mescidi Aksa" nin Medine'de olduğunu veya Medine'de Müslümanlar tarafından yapılmış bir mescid olduğunu asla iddia ediyor değiliz

Bizim iddiamız, Kudüs'te bulunan kutsal mabedin 7. ayet içinde "Mescid" olarak ifade edilmiş olduğu, bu mescidin ise Kudüs'te "Süleyman Mabedi" olarak yıkılmış harap halde bulunan bir yer olduğu, dolayısı ile uzaklığına istinaden böyle bir isimle isimlendirilmiş olduğudur. Bu isim, zaman içinde Kudüs'ün Müslümanlar tarafından alınmasından sonra oraya yapılan mescide isim olarak verilmiştir. Yani Muhammed (a.s) zamanında Kudüs'te "Mescidi Aksa" adıyla bilinen bir yapı mevcut değildi.

Sanırım şimdi İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c) nin neden kulunu Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan ettiği biraz daha ortaya çıkmıştır. Yani Allah (c.c) insanlar tarafından o zaman kutsal olarak bilinen iki yapıdan biri olan Kabe'nin, müşrik kontrolunda olmasından dolayı, elçisini başka bir şehre hicret ettirmiş, bu şehirde ise İsrailoğullarının yöneldiği Kudüs'ü onlarla olan ortak payda nedeniyle, ikinci kutsal yer olarak bilinen yere yönelmesini sağlamak için böyle bir ifade kullanmıştır. 

Kabe ve Mekke'nin kutsallığı Kur'an ile belirlenmiş olsa da, Kudüs'ün kutsallığı konusunda Kur'an'da herhangi bir ifade bulunmadığını burada hatırlatmak isteriz. Kudüs'ün kutsallığı İsrailoğulları tarafından benimsenmiş olsa da, Allah (c.c) kulunun buraya yönelmesinde o zaman için herhangi bir beis görmemiştir. 

İsra s. 1. ayetinde geçen "Barekna havlehu" ifadesinin, yani Muhammed (a.s) ın hicret edeceği şehrin etrafının bereketli kılınmış olması ile neyin anlatılmak istendiğine kısaca şunu söyleyebiliriz. Musa ve Lut (a.s.) ların da hicret ettikten sonra vardıkları yerlerin "Barekna" olarak ifade edilmesi, Muhammed (a.s.) ın da hicret edeceği yerin Allah tarafından onaylı bir yer olduğunu göstermekte olduğunu söyleyebiliriz. (7. 137/ 21. 71) Allah (c.c) kuluna direk olarak "şu şehre hicret et" diye bir emir vermemekte, fakat hicret etmeye daha uygun olan yerin neresi olması gerektiğini 1. ayette beyan etmektedir. 

İsra hadisesinin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuk olduğunu düşünmek, İsra s. 59. , 93. ve diğer benzeri ayetlerdeki beyana ters düşmesi açısından da bir hayli sakıncalıdır. Bu noktadan hareketle yapılacak bir anlama faaliyetinde, İsra s. 1. ayeti ile verilen bilginin mucizevi bir yönünün olamayacağı dikkate alınır, sonrasında ise özellikle sure içine yayılmış olan ayetlerin hicret konusu ile alakası dikkate alınarak bir sonuca varılabilir.

Biz böyle bir iddia ortaya atmakla elbette "Bizim iddiamız tek doğrudur" şeklinde bir söz söylemek istemiyoruz. Bu noktanın dikkate alınarak öylelikle yazının okunması önemlidir. 

Olayı Kur'an bütnülüğünü dikkate alarak düşündüğümüzde ortaya şu sonuç çıkacaktır; Allah (c.c.) kulu Muhammed (a.s.) ı bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüm derken, bizim anlamamız gereken ilk nokta, bu yürütmenin mucizevi bir olay olamayacağı yönünde olmalıdır. İlk düğmeyi böyle iliklediğimiz zaman sonraki düğmeler zaten doğru iliklenecektir.

Sonrasında Bakara suresi içinde bulunan kıble değişimi ile ilgili ayetleri bu konu ile birbirine bağlamaya çalışarak, Muhammed (a.s.) Medine'de İsrailoğulları ile aralarındaki ortak paydaya istinaden onlarla aynı kıbleye yönelmiş olduğunu anlayabiliriz. Bu kıblenin de Kudüs şehri olduğu üzerinde herhangi bir ihtilaf yoktur. 

Şimdi İsra s. 1. ayetinde neden Medine değil de, Mescdi Aksa denildiği daha net ortaya çıkmaktadır. Allah (c.c) kuluna, İsrailoğullarının eksriyette olduğu Medine şehrine hicret etmesini beyan etmekte, bu şehirde ise onlarla olan ortak paydayı hatırlatmak için onların kıblesine yönelmesini bildirmektedir. Bu durum ise Medine'den uzakta olan mescide yani Kudüs'teki kutsal mabede şeklinde ifade edilmektedir. "Mescidi Aksa", Medine'de yaşayan  İsrailoğullarının Mekke'den gelen elçiye karşı içlerinde bir sıcaklık ve inanç bağı hissetmesini amaçlamak açısından kullanılan bir ifadedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

                                

21 Ocak 2024 Pazar

MAİDE SURESİ MEALİ

1- Ey inananlar, bağlılıklarınızı tastamam yerine getirin. Yasaklı olduğunuz halde iken avlanmayı serbestleştirmemek şartı ile, sizin üzerinize peşi sıra okunacaklar hariç, dört ayaklı hayvanlar size serbestleştirildi. Şüphesiz ki Allah istediği kararı verir.

2- Ey inananlar, ne Allah'ın (kulluk) farkındalıklarına ve ne yasak aya ve ne kurbanlık hediyeye ve ne gerdanlık (takılmış kurbanlık)lara ve ne de Efendilerinden bir lütuf ve hoşnutluk peşine düşerek yasak evi ziyarete gelenleri (hürmetsizliği) serbestleştiriniz. Ve serbestleştiğiniz zaman, artık avlanabilirsiniz. Ve sizi Yasak Mescit'ten uzaklaştırdılar diye, bir topluluğa karşı olan öfkeniz aşırı davranarak sizi kabahate sevketmesin. Ve erdemli olmak ve korunma bilinci üzerinde yardımlaşın. Ve günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah sonuçlandırması şiddetlidir.

3- Leş ve kan ve domuzun eti ve Allah'tan başkasına ses yükseltilmiş ve boğulmuş ve vurulmuş ve yüksekten düşmüş ve boynuzla süsülmüş ve yırtıcı hayvan yemiş - ölmeden önce temize çıkardığınız hariç- ve dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile pay aramanız, sizin üzerinize yasaklaştırıldı. Bütün bunlar sizin için itaatten çıkmaktır. (Gerçeği) örtenler bugün sizin itaat sisteminiz(i terk etmenizden)den ümit kesmiştir. Artık onlardan endişe duymayın, benden endişe duyun. Bugün size itaat sisyeminizi eksiksiz yaptım ve sizin üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size itaat sisyemi olarak İslam'a hoşnut oldum. Artık kim açlık sebebi ile zorlandığında, (tıka basa yemeye) meyletmeksizin (yerse), artık şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

4- Senden kendilerine neyin serbestleştirildiğini soruyorlar. De ki: "Size temiz olanlar ve Allah'ın size öğrettiğinden öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanlar (ın sizin için tuttukları) da serbestleştirildi. Artık sizin için tuttuklarından üzerine Allah'ın adını hatırlayarak yeyin. Ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görendir."

5- Bugün size temiz olanlar serbestleştirildi. Ve kitap verilmiş olanların yemeği size serbest ve sizin yemeğiniz de onlara serbesttir. Ve inananlardan korunmuş kadınlar ve sizden önce kitap verilmiş olanlardan korunmuş kadınlar, korunarak zinadan kaçınan ve gizli dostlar tutmamışlar olarak, ödüllerini verdiğiniz zaman (size serbesttir). Ve kim inanmayı (ret ederek) örterse, artık onun işlediği kesinlikle boşa gitmiştir. Ve o ahirette de ziyan edenlerdendir.

6- Ey inananlar namaza kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklere kadar yıkayın ve başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı  mesh edin*. Ve eğer cünüpseniz, artık iyice temizlenin. Ve eğer hasta veya sefer üzerinde veya sizden biri tuvaletten gelmiş veya kadınlara dokunmuşsunuz da (cinsel ilişki) su bulamamışsanız, artık temiz toprağa yönelip ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah sizin üzerinize bir burukluk vermek istemiyor, fakat şükredersiniz diye sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.

* Ayetin Arapça metninde geçen "Vemsehu biruusiküm ve ercüleküm" ibaresi her ne kadar ayakların yıkanmasına işaret ediyor olsa da, ibarenin olması gereken şekli "Vemsehu biruusiküm ve ercüliküm" şeklindeki okumadır. Bu okuma ise ayakların da mesh edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

7- Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini ve onunla sizi bağladığı ve: "işittik ve itaat ettik" dediğiniz yeminle bağlanmış sözünüzü  hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah göğüslerin sahip olduğunu en iyi bilicidir.

8- Ey inananlar, Allah için hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olun. Ve bir topluluğa olan öfkeniz onlara denk davranmayarak sizi kabahate sevketmesin. Denk davranın; O, korunma bilincine daha yakındır. Ve Allah'a karşı korunun. Şüphesiz ki Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

9- Allah, İnanan ve düzgün işler işleyenlere, onlar için bağışlama ve büyük ödül söz verdi.

10- Ve (gerçeği) örtenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar şiddetli ateşin arkadaşlarıdır. 

11- Ey inananlar, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size ellerini genişletmeye eğilim göstermişti de (Allah'ta) onların ellerini sizden uzak tutmuştu. Ve Allah'a karşı korunun. Ve inananlar artık yalnızca Allah'ı üstlenici edinsinler.

12- Ve and olsun ki İsrailoğulları'ndan yeminle bağlanmış söz tutmuş ve içlerinden oniki lider harekete geçirmiştik. Ve Allah: "Ben sizin beraberinizdeyim. And olsun ki eğer kulluk görevlerinizi ayakta tutar ve arınmayı yerine getirir ve elçilerime inanır ve onlara sahip çıkar ve Allah'a güzel borç verirseniz, kesinlikle sizden kötülüklerinizi örter ve kesinlikle altından nehirler akar cennetlere girdiririm. Artık bundan sonra içinizden kim (gerçeği) örtecek olursa, kesinlikle yolun düzgün olanından sapmıştır" demişti.

13- Yeminle bağlanmış sözlerini bozmaları nedeniyle onları dışladık ve kalplerini kaskatı hale getirdik. Kelimeyi konulduğu yerlerinden kaydırıyorlar. Ve onunla kendilerine hatırlatılanlardan hisse almayı unuttular. İçlerinden azı hariç, onların hainliklerine (güneş gibi) doğdurulmaya devam edeceksin.  Yine de sen (şimdilik) onlara karşılık vermekten geç ve müsamaha göster. Şüphesiz ki Allah güzel davrananları sever.

14- Ve "Biz Hristiyanlarız" diyenlerden de yeminle kayıtlanmış sözlerini tutmuştuk. Fakat onlar, onunla kendilerine hatırlatılanlardan hisse almayı unuttular. Bunun üzerine bizde aralarına, kalkışın gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve nefret saldık. Ve Allah onların yetiştirmekte olduklarını ileride haber verecektir.

15- Ey kitabın halkı, size kitaptan gizlediğiniz çok şeyi açıklayan ve çok şeyden de geçen elçimiz kesinlikle gelmiştir. Allah'tan size kesinlikle  bir ışık ve apaçık kitap gelmiştir.

16- Allah, hoşnutluğuna uyanı onunla esenliğin yollarına iletir ve kendi duyumuyla karanlıklardan ışığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.

17- And olsun ki: "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'tir" demiş olanlar (gerçeği) örtmüştür. De ki: "Eğer Meryem oğlu Mesih'i ve onun annesini ve yeryüzündekileri toplu halde yok etmeyi istese, Allah'tan bir şeye hükümran olan artık kimdir? Göklerin yerin ve ikisinin arasında olanların hükümranlığı Allah'ındır. Dileğini takdir eder. Ve Allah herşeyin üzerine ölçü koyucudur."

18- Yahudiler ve Hristiyanlar: "Biz Allah'ın oğulları ve O'nun sevdikleriyiz" dediler. De ki: "Öyleyse suçlarınız yüzünden sizi niçin azaplandırıyor? Aksine, siz takdir ettiğinden bir beşersiniz, dilediği kimseyi bağışlar ve dilediği kimseyi de azaplandırır. Göklerin ve yerin ve ikisinin arasında olanların hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş yalnızca O'nadır."

19- Ey kitabın halkı, "Bize müjdeci ve uyarıcıdan kimse gelmedi" dersiniz diye elçilerden kesiklik olduğu bir dönemde, size (yanlışlarınızı) açıklayan elçimiz gelmiştir. Artık size kesinlikle müjdeci ve uyarıcı gelmiştir. Ve Allah herşeyin üzerine ölçü koyucudur.

20- 21- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden haberciler çıkarmış ve sizi hükümdarlar yapmış ve diğer topluluklardan hiçbirine vermediğini size vermişti. Ey topluluğum, Allah'ın size yazdığı kutsallaştırılmış yere girin ve arkalarınızı dönmeyin, aksi takdirde ziyan edenler olarak geri çevrilirsiniz" demişti.

22- (Topluluğu ona): "Ey Musa, orada zorba bir topluluk var. Ve onlar oradan çıkıncaya kadar biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer onlar oradan çıkarlarsa, artık biz de girenleriz" demişlerdi.

23- (Musa'nın topluluğunun kendilerinden)kaygılandıkları kimselerden olan, Allah'ın kendilerini nimetlendirdiği iki adam: "Üzerlerine kapıdan girin, oradan girdiğiniz zaman, artık şüphesiz ki sizler üstün gelenlersiniz. Ve eğer inananlar iseniz, artık Allah'ı üstlenici edinin" demişti. 

24- (Topluluğu): "Ey Musa, onlar orada daimi oldukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Artık git sen ve Efendin ikiniz savaşın, biz burada oturanlarız" demişlerdi.

25- (Musa): "Efendim, benliğim ve kardeşim haricine (söz geçirmeye) hükümran değilim. Artık bizimle bu yoldan çıkanlar topluluğunun arasını ayır" demişti.

26- (Allah): "Şüphesiz ki orası onlara 40 sene yasaklaştırılmıştır. Yeryüzünde şaşkınca dolaşacaklardır. Artık yoldan çıkmışlar toplululuğunun üzerine üzülme" demişti.

27- 28- 29- Ve onlara  iki Ademoğlunun haberini gerçek (bir neden)le peşi sıra oku. Hani ikisi de yakınlık yaklaştırmışlar, ikisinin  birinden kabul edilmiş, sonrakinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen): "Seni kesinlikle öldüreceğim" demiş, (diğeri ise): "Allah ancak ve ancak korunanlardan kabul eder. And olsun ki eğer sen beni öldürmek için elini genişletecek olursan, ben seni öldürmek için elimi sana genişletici değilim. Şüphesiz ki ben  alemlerin Efendisi olan Allah'tan kaygılanırım. Ben, benim günahıma da, kendi günahına da yerleşmeni, böylelikle ateşin arkadaşlarından olmanı istiyorum. Ve işte bu haksızlık yapanların karşılığıdır" demişti.

30- Bunun üzerine benliği onu kardeşini öldürmeyi ister hale getirmiş, böylelikle o da onu öldürmüş, böylece ziyan edenlerden olmuştu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin avretini nasıl gizleyeceğini ona göstermek için, yerde eşelenen bir karga harekete geçirdi. "Yazıklar olsun bana, şu karga örneği gibi olup ta kardeşimin cesedini gizlemekten beceriksiz mi kaldım?" demiş ve pişmanlardan olmuştu.

32- İşte bundan dolayı, İsrailoğulları'na şunu yazdık: "Gerçek o ki, kim bir benliği başka bir kişiye veya yeryüzünde bozuculuk yapmasının karşılığı olmaksızın öldürürse, sanki insanları toplu halde öldürmüş gibidir. Ve kim de o canı yaşatırsa, sanki insanları toplu halde yaşatmış gibidir." Ve and olsun ki elçilerimiz onlara apaçık deliller getirdi. Sonra bunun ardından içlerinden bir çoğu yeryüzünde kesinlikle savurganlardır.

33- Allah'a ve O'nun elçisine harp açan ve yeryüzünde bozuculuğa koşanların karşılığı, ancak ve ancak öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kestirilmesi veya bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. İşte bu, onlar için şimdikindeki rezilliktir ve onlar için sonrakinde ise büyük azap vardır.

34- Ancak üzerlerine güç yetirmenizden önce (pişman olup) dönenler hariç. Bilin ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

35- Ey inananlar, Allah'tan korunun, ve O'na (yakın olmaya) fırsat peşine düşün ve arzuladığınıza kavuşturulmanız için O'nun yolunda gücünüzü kullanın.

36- Şüphesiz ki (gerçeği) örtenler, yeryüzünde olanlar toplu halde ve onun beraberinde bir o kadarı da onların olmuş olsa, kalkışın gününün azabından kurtulmak için onu kurtulmalık olarak verseler, onlardan kabul olunmaz. Ve acı azap onlar içindir.

37- Ateşten çıkmak isterler. Oysa onlar ondan çıkıcılar değildir. Ve kalıcı azap onlar içindir.

38- Ve erkek hırsız ve kadın hırsızın ellerini, ikisinin kazandıklarına karşılık Allah'tan bir caydırıcılık olmak üzere kesin. Ve Allah, çok güçlüdür en bilgedir.

39- Fakat kim yaptığı haksızlıktan (pişmanlıkla) döner ve (durumunu) düzeltirse, şüphesiz ki Allah'ta artık ona (lütufla) döner. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

40- Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Dilediği kimseyi azaplandırır ve dilediği kimseyi de bağışlar. Ve Allah her şeyin üzerine ölçü koyucudur.

41- Ey Elçi, kalpleri inanmadığı halde ağızları ile "inandık" diyenlerden (gerçeği) örtmekte koşuşturanlar seni üzmesin. Ve yahudilerden de yalana çokça dinleyen, sana (inanmış olarak) gelmeyen diğer topluluğu çokça dinleyenler vardır. Onlar kelimeyi yerlerine konulmasından sonra kaydırıyor: "Size bu verilirse, artık onu alın ve eğer o verilmezse, artık sakının" diyorlar. Allah kimin kötüye düşmesini  isterse, artık ona karşı  Allah'tan hiçbir şeye hükümran değilsin. İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemedikleridir. Şimdikindeki rezillik onlar içindir. Ve sonrakinde büyük azap ise onlar içindir.

42- Onlar, yalanı çokça dinleyen (rüşvet faiz gibi) köksüz kazancı çokça yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, artık (istersen) aralarında karar ver veya onlardan yana kayıtsız kal. Ve eğer onlardan yana kayıtsız kalacak olursan, artık sana asla hiçbir şeyle zora sokamazlar. Ve eğer karar verecek olursan, artık aralarında hakkaniyetle karar ver. Şüphesiz ki Allah hakkaniyetlileri sever.

43- Ve yanlarında onda Allah'ın kararı olan Tevrat olduğu halde, seni nasıl karar verici yapıyorlar? Sonra da bunun ardından (başka tarafa) yöneliyorlar? İşte onlar inananlar değildir.

44- Şüphesiz ki onda yol göstericilik ve ışık olan Tevrat'ı biz indirdik. Teslim olan haberciler Yahudilere onunla karar verirlerdi. Ve Efendiye adanmışlar ve hahamlar, Allah'ın kitabını korumakla görevli ve onun üzerine tanıklar olmaları sebebiyle (onunla karar verirlerdi). Artık insanlardan endişe duymayın benden endişe duyun ve ayetlerimi az bedele satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiği ile karar vermezse, işte onlar (gerçeği) örtücülerin ta kendileridir.

45- Onlara, onda: "Benliğe benlik ve göze göz ve buruna burun ve kulağa kulak ve dişe diş ve yaralamalarda da suça denk karşılık" yazdık. Artık kim bunu (kısası) bağışlarsa, artık o kendisi için (günahını) örten bir karşılık olur. Ve kim Allah'ın indirdiği ile karar vermezse, işte onlar haksızlık yapanların ta kendileridir.

46- Ve ardından Meryem oğlu İsa'yı (elçilerin) izleri üzerinde (yürümek üzere), Tevrat'tan önünde olanı doğrulayıcı olarak peşine düşürdük. Ve ona, onda yol göstericilik ve ışık olan, Tevrat'tan önünde olanı doğrulayıcı ve korunanlar için bir öğüt ve yol gösterici olan İncil'i verdik.

47- Ve İncil'in halkı, ondaki Allah'ın indirdiği ile karar versin. Ve kim Allah'ın indirdiği ile karar vermezse, işte onlar itaatten çıkanların ta kendileridir.

48- Ve sana da kitabı gerçek (bir neden)le, kitap'tan (Tevrat ve İncil'den) önünde olanı doğrulayıcı ve onun üzerine gözetici koruyucu olarak indirdik. Artık  aralarında Allah'ın indirdiği ile karar ver. Sana gelen gerçekten sonra onların keyfi arzularına uyma. Sizden her biriniz için hukuk ve uygulama yöntemi kıldık. Ve eğer Allah dileseydi, sizi tek toplum yapardı, fakat verdikleriyle sizi yıpratmak için (böyle yapmadı). Öyleyse hayırlarda koşuşun. Dönüşünüz toplu halde Allah'adır. Artık hakkında ayrışmakta olduğunuz konuları size haber verecektir.

49- Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile karar ver ve onların keyfi arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bazısından (alıkoyarak)seni kötüye düşürürler onlardan sakın diye (indirdik). Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık bil ki Allah ancak ve ancak bazı suçlarını onlara eriştirmek istiyor. Ve şüphesiz ki insanlardan çoğu, kesinlikle itaatten çıkanlardır. 

50- Yoksa onlar bilgisizliğin kararının peşine mi düşüyorlar? Şüphe duymadan inananlar topluluğu için kararca Allah'tan daha güzel olan kimdir?

51- Ey inananlar, Yahudi ve Hristiyanlara yönelenler olarak tutunmayın. Onlar birbirlerinin yönelenleridir. Ve içinizden kim onları yönelen edinirse, şüphesiz ki artık o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, haksızlık yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

52- Kalplerinde bozukluk olanların: "Bize bir felaketin erişmesinden endişe duyuyoruz" diyerek onlara koşuşturduğunu görürsün. Umulur ki Allah bir açılış veya kendi yanından bir buyruk getirir de, böylelikle benliklerinde sakladıklarından dolayı pişman olurlar.

53- Ve (o zaman) inananlar: "Sizin kesinlikle beraberinizde olduklarına dair, bütün güçleriyle Allah'a yemin etmiş olanlar bunlar mı?" diyeceklerdir. Onların işledikleri boşa gitmiş, böylelikle de ziyan edenlerden olmuşlardır.

54- Ey inananlar, içinizden kim kendi itaat sisteminden geri dönecek olursa (bilsin ki); Allah ileride bir topluluk getirir, O onları sever ve onlar da O'nu severler, inananların üzerine alçak gönüllü, (gerçeği) örtücülerin üzerine güçlüdürler, Allah'ın yolunda güçlerini kullanır ve kınayıcının kınamasından kaygılanmazlar. İşte bu, Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

55- Sizin yöneleniniz ancak ve ancak, Allah ve O'nun elçisi ve kulluk görevlerini ayakta tutan ve arınmayı eğilerek yerine getiren inananlardır.

56- Ve kim Allah'ı ve O'nun elçisini ve inananları yönelen edinirse, şüphesiz ki artık Allah'a taraf olanlar üstün gelecek olanların ta kendileridir.

57- Ey inananlar, itaat sisteminizi alay ve oyun konusu tutan sizden önce kitap verilmiş olanlardan  ve (gerçeği) örtücülerden yönelenler tutmayın. Ve eğer inananlar iseniz, Allah'a karşı korunun.

58- Ve namaza seslendiğiniz zaman ona alay ve oyun konusu olarak tutunurlar. İşte bu onların bağ kurmayan bir topluluk olmaları nedeniyledir.

59- De ki: "Ey kitabın halkı, Allah'a ve bize indirilmiş olana ve önceden indirilmiş olana inandık diye mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Şüphesiz ki çoğunuz itaatten çıkmış kimselersiniz."

60- De ki: "Allah'ın yanında ödülü bundan daha şer olanı size haber vereyim mi? O kimse ki Allah onu dışladı ve ona hiddetlendi ve onlardan maymunlar ve domuzlar ve taşkınlık yapana kul haline getirdi. İşte onlar durumca daha şer ve yolun düzgün olanından daha çok sapmış olanlardır."

61- Ve size geldikleri zaman, "İnandık" derler. Oysa onlar (yanınıza gerçeği) örtücülük hali ile girmiş ve onlar yine (yanınızdan) onunla(örtücü olarak) çıkmışlardır. Ve Allah onların (kalplerinde) gizlemekte olduklarını en iyi bilendir.

62- Ve onlardan çoğunun günah ve düşmanlık ve (rüşvet faiz gibi) köksüz kazancı yemekte koşuştuklarını görürsün. İşlemekte oldukları gerçekten ne kötüdür.

63- Efendiye adanmışların ve ahbar'ın onları günah söylemelerinden ve (rüşvet faiz gibi) köksüz kazancı  yemelerinden vazgeçirmeleri gerekmez miydi? Yetiştirmekte oldukları ne kötüdür.

64- Ve Yahudiler dedi ki: "Allah'ın eli kelepçelenmiştir.Onların elleri kelepçelenmiştir ve dedikleri yüzünden dışlanmışlardır. Aksine, O'nun iki eli de geniştir, nasıl dilerse öyle dağıtır. Ve and olsun ki sana Efendinden indirilmiş olan, içlerinden çoğunun taşkınlığını ve (gerçeği) örtücülüğünü elbette arttırmaktadır. Bundan ötürü aralarını kalkışın gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve nefretle karşılaştırdık. Her ne zaman harp için ateş tutuşturmuşlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve yeryüzünde bozuculuk için koşarlar.  Ve Allah bozucuları sevmez.

65- Ve eğer kitabın halkı inanmış ve korunmuş olsalardı, bunun sonucunda kötü işlerini kesinlikle onlardan örter ve kesinlikle onları nimet cennetlerine girdirirdik.

66- Ve eğer onlar Tevrat'ı ve İncil'i ve onlara Efendilerinden indirilmiş olanı gerçekten ayakta tutmuş olsalardı, bunun sonucunda üstlerinden ve ayaklarının altlarından yerlerdi*. İçlerinden ılımlı bir toplum vardır. Fakat içlerinden bir çoğunun işlemekte oldukları ne kötüdür.

*Göğün ve yerin nimetlerinden faydalanırlardı.

67- Ey Elçi, Efendinden sana indirilmiş olanı ulaştır. Ve eğer yapmazsan, o takdirde O'nun mesajını ulaştırmamış olursun. Ve Allah insanlar(ın zararın)dan seni saracaktır. Şüphesiz ki Allah (gerçeği) örtücüler topluluğunu doğru yola iletmez.

68- De ki: Ey kitabın halkı, Tevrat'ı ve İncil'i ve size Efendinizden indirilmiş olanı ayakta tutana kadar, hiçbir şey üzerinde değilsiniz. And olsun ki sana Efendinden indirilen, onlardan çoğunun taşkınlığını ve (gerçeği) örtücülüğünü elbette arttırmaktadır. Artık (gerçeği) örtücüler topluluğunun üzerine üzülme. 

69- Şüphesiz ki, İnananlar ve Yahudiler ve Sabiiler ve Hristiyanlar'dan, kim Allah'a ve sonraki güne inanır ve düzgün iş işlerse, artık onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

70- And olsun ki İsrailoğullarından yeminle bağlanmış söz tutmuş ve onlara elçiler göndermiştik. Her ne zaman bir elçi onlara benliklerinin hoşlanmadığı şey getirdiyse, bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürüyorlardı.

71- (Elçilere karşı yaptıklarının) bir kargaşaya sebep olmayacağını hesap ettiler. Bu yüzden körleştiler ve sağırlaştılar. Sonra Allah onlara (lütuf ile) döndü, sonra onlardan bir çoğu yine körleştirler ve sağırlaştılar. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

72- And olsun ki, "Şüphesiz ki Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler (gerçeği) örtmüştür. Oysa Mesih, "Ey İsrailoğulları, benim Efendim ve sizin de Efendiniz olan Allah'a kulluk edin. Gerçek şu ki; kim Allah'ı ortaklaştırırsa, artık Allah ona cenneti kesinlikle yasaklaştırmıştır ve onun sığınağı ateştir ve haksızlık yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur" demişti.

73- And olsun ki, "Şüphesiz Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler (gerçeği) örtmüştür. Oysa tek tanrıdan başka tanrı yoktur. Ve eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden (gerçeği) örtenlere kesinlikle acı azap dokunacaktır.

74- Halâ Allah'a (itaatle) dönmezler ve O'nun bağışlamasını istemezler mi? Oysa ki  Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

75- Meryem oğlu Mesih, elçiden başka biri değildir. Ondan önce de kesinlikle elçiler gelip geçmiştir. Ve onun annesi de çok doğru söyleyen bir kadındı. İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz, sonra bir bak nasıl döndürülüyorlar?

76- De ki: "Allah'ın aşağısından size ne faydaya ve ne de zorluğa hükümran olmayana mı kulluk ediyorsunuz? Ve Allah, her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir."

77- De ki: "Ey kitabın halkı, gerçek bir neden olmaksızın itaat sisteminizde ileri gitmeyin. Ve önceden sapmış, birçoklarını da saptırmış ve yolun düzgün olanından daha çok sapmış olan bir topluluğun keyfi arzularına uymayın."

78- İsrailoğulları'ndan (gerçeği) örtenler, Davud ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle dışlanmışlardır. İşte bunun nedeni karşı çıkmaları ve sınırı aşıyor olmalarıydı.

79- Onlar yaptıkları o yadırganandan birbirlerini vazgeçirmiyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötüdür.

80- İçlerinden bir çoğunun (gerçeği) örtenlere yönelmekte olduğunu görürsün. Benliklerinin sunduğu sebebiyle Allah'ın onlara olan kızgınlığı ne sıkıntılıdır. Ve onlar azapta ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

81- Ve eğer onlar Allah'a ve Haberci'ye ve ona indirilmiş olana inansalardı, onlara yönelenler olarak tutunmazlardı. Fakat içlerinden bir çoğu itaatten çıkmış kimselerdir.

82- And olsun ki inananlara karşı düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve ortaklaştıranları bulursun. Ve and olsun ki inananlara karşı sevgide en onların yakını olarak "Biz Hristiyanlarız" diyenleri bulursun. İşte bu, onların içlerinde büyüklenmeyen keşişler ve rahipler olması nedeniyledir.

83- 84- Ve onları elçiye indirilmiş olanı işittikleri zaman tanıdıkları gerçekten dolayı, "Rabbimiz inandık, artık bizi tanıkların beraberinde yaz.Ve bize ne oluyor ki Efendimizin bizi düzgünler topluluğunun beraberinde (cennete) girdirmesini umarken Allah'a ve gerçekten bize gelmiş olana neden inanmayalım?" diyerek gözlerinin yaştan dolduğunu görürsün.

85- Allah'ta bu dediklerinden ötürü onları altından nehirler akar, orada ölüm görmemek üzere kalıcı olacakları cennetleri ödül olarak verdi. Ve işte bu güzel davrananların ödülüdür.

86- Ve onlar ki (gerçeği) örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar şiddetli ateşin arkadaşlarıdır. 

87- Ey inananlar, Allah'ın size serbestleştirdiği temizleri yasaklaştırmayın. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz ki Allah sınırı aşanları sevmez.

88- Ve Allah'ın sizi rızıklandırdıklarından serbest temiz olması şartıyla yeyin ve kendisine inanan olduğunuz Allah'a karşı korunun.

89- Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı (sorumlu) tutmaz. Fakat kendinizi bağladığınız yeminlerden dolayı (sorumlu) tutar. Ev halkınıza doyurmakta olduğunuzun ortalamasından on düşkünü doyurmak veya giydirmek veya bir köleyi hürleştirmek, onun (yemini bozmanın) günahının örtülmesidir. Kim bunu bulamazssa, artık üç gün oruç vardır. İşte bu, dostluk yemini ettiğiniz (ve onu bozduğunuz) zaman, yeminlerinizin günahının örtülmesidir. Ve yeminlerinizi koruyun. Allah, şükredersiniz diye ayetlerini size işte böyle açıklıyor.

90- Ey inananlar, şarap ve kumar ve dikili taşlar ve fal okları, ancak ve ancak şeytan işinden olan bir pisliktir. Arzuladığınıza kavuşturulmanız için artık ondan kaçının. 

91- Şeytan şarap ve kumarda, aranıza ancak ve ancak düşmanlık ve kin düşürmek ve sizi Allah'ı hatırlamaktan ve kulluk görevinden uzaklaştırmak istiyor. Artık sizler vazgeçenlersiniz değil mi?

92- Ve Allah'a itaat edin ve elçiye itaat edin ve sakının. Eğer (başka tarafa) yönelirseniz, artık bilin ki elçimizin üzerine düşen ancak ve ancak açıkça ulaştırmaktır.

93- İnanan ve düzgün işler işleyenler, korundukları ve inanıp düzgünlükleri işledikleri, sonra korundukları ve inandıkları, sonra korundukları ve güzel davrandıkları sürece yediklerinde, üzerlerine sorumluluk yoktur. Ve Allah güzel davrananları sever.

94- Ey inananlar, Allah, duyularıyla algılamadığı halde O'ndan kim kaygılanıyor diye bilmek için,  ellerinizin ve mızraklarınızın ona kavuşabileceği avdan bir şeyle, and olsun ki sizi yıpratacaktır. Bundan sonra kim sınırı aşarsa, artık ona acı azap vardır.

95- Ey inananlar, sizler yasaklı olduğunuz halde iken av (hayvanı) öldürmeyin. Sizden kim onu kasten öldürürse,  artık öldürdüğü hayvan dengi bir karşılığı vardır ki buna da içinizden denkliği sağlayabilen iki kişi, Kabe'ye ulaşan bir kurban veya buyruğunun günahını örtecek bir karşılık olarak, düşkünleri doyurmak veya bunun dengi oruç olarak, yaptığının ağırlığını tatması için karar verir. Allah geçmişte olandan geçti. Ve kim geri dönerse, artık Allah ondan intikam alır. Ve Allah çok güçlüdür intikam sahibidir.

96- Size ve yolculara bir yarar olmak üzere, denizin avı ve onun yemeği size serbestleştirildi. Ve karanın avı ise, yasakta daimi olduğunuz müddetçe üzerinize yasaklaştırıldı. Artık kendisine sürülüp toplanacak olduğunuz Allah'a karşı korunun.

97- Allah, yasak ev Kabe'yi ve haram ayı ve gerdanlık takılmış (kurbanlık) ları  insanlar için (ekonomik ve sosyal açıdan) ayakta durma (vesilesi) kıldı. İşte bu, Allah'ın şüphesiz göklerde ve yerde olanları bilmekte olduğunu ve şüphesiz Allah'ın her şeyi bilici olduğunu bilmeniz içindir. 

98- Bilin, şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir ve şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

99-  Elçinin üzerine ulaştırmaktan başka (görev) yoktur.  Ve Allah her ne açığa vuruyorsunuz ve her ne de gizliyorsunuz onu bilmektedir.

100- De ki: "Murdarın çokluğu seni şaşırtmış olsa bile, murdar ile temiz eşit olmaz." Ey temiz akıl sahipleri arzuladığınıza kavuşturulmanız için, artık Allah'tan korunun.

101- Ey inananlar, açığa vurulduğunda sizi kötü edecek olan şeylerden sormayın. Ve eğer Kur'an indiriliyor olduğu vakit ondan sorarsanız size açığa vurulur. Allah ondan (açıklamadığından) geçti. Ve Allah çok bağışlayıcıdır yumuşak davranıcıdır.

102- Gerçekten sizden önceki bir topluluk ondan sormuş, (açıklandıktan) sonra onları (inanmayarak) örtmüşlerdi.

103- Allah, ne Bahire ve ne Saibe ve ne Vasile ve ne de Ham'dan, (serbest) kılmıştır. Fakat (gerçeği) örtenler Allah'ın üzerine yalan yakıştırıyor ve onların tamamı bağ kurmuyorlar.

104- Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiği zaman: "Atalarımızın üzerinde bulduğumuz bize yeter" dediler. Ya eğer ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayanlar olsa bile mi?

105- Ey inananlar, sizin üzerinde olan (sorumluluk) kendi benliklerinizdir. Siz doğru yolu bulduğunuz zaman, sapmış kimse size zora sokamaz. Dönüşünüz toplu halde Allah'adır, artık işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.

106- Ey inananlar, aranızdaki (yapmanız gereken) tanıklık, birinize ölüm hazır olduğu zaman önerme vaktinde içinizden denkliği sağlayabilen iki kişi, veya yeryüzünde seferde olup ta ölüm erişeni erişmişse sizin dışınızdan diğer iki kişiyi (tanık olarak) bulundurmaktır. Eğer (bu ikisinden) belirsizliğe düşerseniz, namazdan sonra (bu ikisini) alıkoyarak: "Şayet yakınımız dahi olsa bunu bir bedel karşılığı satmayız, Allah'ın tanıklığını gizlemeyiz, gizlediğimiz takdirde günahkarlardan oluruz" diye Allah'a yemin ettirilir.

107- Eğer o ikisinin günah gerçekleştirdiğine rastlanırsa, artık bu sefer  üzerlerine (günah) gerçekleşen hak sahiplerinden, daha yakın olan diğer iki kişi o ikinin yerine geçerek: "Bizim tanıklığımız o ikisinin tanıklığından daha gerçektir, biz sınırı aşmadık, aksi takdirde şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardan oluruz" diye Allah'a yemin ettirilir.

108- İşte bu,  tanıklığı yüz akıyla yerine getirmelerine veya yeminlerinden sonra (başka yeminlere başvurularak) yeminlerinin geri döndürülmesinden kaygılanmalarına daha yakındır. Allah'a karşı korunun ve dinleyin. Ve Allah itatten çıkmışlar topluluğunu doğru yola iletmez.

109- Allah o gün elçileri toplayarak: "Size ne cevap verildi?" der. (Onlar da) "Biz de bilgi yok, şüphesiz ki sen duyularla algılanamayananları en iyi bilicisin" dediler.

110- O zaman Allah dedi ki: "Ey Meryem oğlu İsa, senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. O zaman ki seni Kutsal'ın esintisi ile güçlendirmiştim. İnsanlarla beşikte iken de, yetişkin halde iken de konuşuyordun. Ve o zaman ki sana Kitab'ı ve bilgeliği ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Ve o zaman ki benim duyumumla çamurdan kuş oluşumu gibi takdir ediyor, ona üflüyor ve benim duyumumla kuş oluyordu. Ve doğuştan körlüğü ve abraşı benim duyumumla (hastalardan) uzaklaştırıyordun. Ve o zaman ki ölüleri benim duyumumla çıkarıyordun. Ve o zaman ki İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. O zaman ki onlara apaçık deliller getirmiştin de, onlardan (gerçeği) örtenler: "Bu apaçık sihirden başka bir şey değildir" demişti."

111- Ve o zaman ki Havarilere: "Bana ve elçime inanın" diye vahyetmiştim de: "İnandık ve tanık ol şüphesiz ki biz teslim olanlarız" demişlerdi.

112- O zaman ki Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, senin Efendin gökten bizim üzerimize bir sofra indirmeye güç yetirebilir mi?" demişti de, (İsa onlara): "Eğer inananlar iseniz Allah'tan korunun" demişti.

113- (Onlar da): "Biz ondan yemeyi istiyoruz ki, kalplerimiz rahatlasın ve bize gerçekten doğru söylediğini bilelim ve buna tanıklardan olalım" demişlerdi.

114- Meryem oğlu İsa da: "Efendimiz (olan) Allah'ım, gökten bizim üzerimize bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve senden bir delil olsun. Ve bizi rızıklandır ve sen rızık vericilerin hayırlısısın" demişti.

115- Allah: "Şüphesiz ben onu sizin üzerinize indiriciyim. Fakat bundan sonra içinizden kim (gerçeği) örtecek olursa, şüphesiz ki ben onu insanlardan hiçbirini azaplandırmayacağım azapla azaplandıracağım" demişti.

116- 117- 118- Ve o zaman Allah: Ey Meryem oğlu İsa insanlara "Bana ve anneme Allah'ın aşağısından iki tanrı olarak tutunun" diye, sen mi dedin? demişti de, (İsa): "Sen her türlü eksikten uzaksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi demek olmaz. Eğer ben onu demiş olsaydım, kesinlikle sen onu bilmiştin. Sen benim benliğimdekini bilirsin, ama ben senin benliğindekini bilmem. Şüphesiz ki sen duyularla algılanamayananları en iyi bilensin. Ben onlara senin bana o, -Benim de Efendim, sizin de Efendiniz olan Allah'a kulluk edin-  diye buyurduğundan başkasını demedim. Ve içlerinde kaldığım sürece onların üzerinde tanıktım. Fakat sen benim ömrümü tamamladığında üzerlerinde gözetici sen oldun. Ve sen her şeyin üzerinde tanıksın. Eğer onları azaplandırırsan, artık şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Ve eğer onları bağışlarsan, artık şüphesiz ki sen çok güçlüsün en bilgesin" demişti.

119- Allah: "İşte bu doğru söyleyenlere, doğru söylemelerinin fayda vereceği gündür. Onlara orada ebedi olarak ölüm görmemek üzere kalıcı olacakları altından nehirler akar cennetler vardır. Allah onlardan hoşnut olmuş ve onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bu büyük kurtuluştur" dedi.

120- Göklerin ve yerin ve bunların içinde ne varsa hükümranlığı Allah'ındır. Ve O, herşeyin üzerine ölçü koyucudur.

 

18 Ocak 2024 Perşembe

Maide s. 93. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı Türkçe mealleri üzerinden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, şayet bu okuma ve anlama faaliyetini, karşılaştırmalı olarak bir kaç meal üzerinden yapmaya çalışıyorsa, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden farklı şekilde anlamlandırılmış olduğunu görecek, bu farklı meallerin hangisinin daha isabetli olabileceğinin cevabını arayacaktır. Biz daha önceki bazı yazılarımızda, bu meal farklılıklarına dikkat çekerek, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise, yine böyle bir farklılığa dikkkat çekmeye ve iki farklı mealden hangisinin daha isabetli olabileceğini görmeye çalışacağız. 

Konumuz ile ilgili ayet Maide s. 93. ayeti olup, orjinal metni ve bazı mealleri şu şekildedir:

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

---Abdulbaki Gölpınarlı---İman edip iyi işlerde bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri, inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları ve iyilik ettikleri takdirde haram edilmeden önce yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik edenleri sever.

---Abdullah Parlıyan---İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah'ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah'ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah'ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

Yukarıda örneğini verdiğimiz ayet meallerininMaide s. 90. ayetinden başlayan bir bağlamı bulunmaktadır. Bu ayette içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının şeytan işi pislik olduğu beyan edilmekte, inananların bunlardan sakınması emredilmektedir.

Genel geçer kanıya göre ise içkinin haram edilmesi, bir defada değil aşamalı olarak gerçekleşmiş, son aşama ise Maide s. 90. ve 91. ayetleri ile gerçekleşmiştir. Bu ayet ile tefsirlerde yazılanlara baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içen Müslümanların durumları Allah'ın elçisine sorulmuş ve 93. ayet bu soruya cevap olarak indirilmiştir.

Ancak çoğu meal yapıcısı bu durumu rivayetlerin ışığında değerlendirdiği için, ayete verdikleri meale, orjinal metinde olmamasına rağmen "Haram edilmeden önce" şeklinde bir ilave yapmış, hatta çoğu meal bu sahibi bu ilaveyi parantez içine dahi almadan, sanki orjinal metnin bir parçasıymış gibi göstermiştir.

Ancak konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımızda durum gerçekten böyle midir? şeklinde bir sorunun cevabının da verilmesi icap etmektedir.

Bakara s. 275. , Nisa s. 22. ve 23. , Maide s. 95, Enfal s. 38. ayetlerine baktığımızda, o ayetler içinde "Gad selefe" ifadesinin geçtiği görülmektedir. Bu ifade ise Bakara s. 275. ayetinde faiz yiyenlerin geçmişte yaptıklarının faizciliği terk ettikleri takdirde cezalandırılmayacağı, Nisa s. 22. ve 23. ayetlerde ise evlenme yasakları ile ilgili emirde, geçmişte yapılan fakat bu ayetlerle yasaklanan evliliklerin cezalandırılmayacağı, Maide s. 95. ayetinde ise, ihram yasaklarından önceki yapılanların cezalandırılmayacağı, Enfal s. 38. ayetinde ise inkarcıların yaptıklarını terk ederlerse geçmişlerinin cezalandırılmayacağı haber verilmektedir. 

Bu ayetleri baz alarak Maide s. 93. ayetine yeniden baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içenlerin yaptıklarının af edildiğine dair buna benzer herhangi bir ifadeye rastlamamaktayız. Bunu söylemekle, Allah'ın bunları af etmediği veya etmeyeceğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz. Öyleyse bu ayette başka bir şeyin kast edilmiş olabileceğini düşünmek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Kanaatimiz o dur ki bu ayet, inanan ve yasaklardan kaçınmaya dayalı bir hayat süren mü'minlerin tatmış olduklarından dolayı sorumlu olmayacaklarını, çünkü sahip oldukları inanç onlara, sakınmayı ve korunmayı emretmekte, dolayısı ile kendilerinin cezalandırılmasına sebep olacak hatalardan otomatikman kaçınacaklarını beyan etmektedir.

Bu noktayı dikkate alarak yapılan ayet mealleri ise şöyledir:

---Bahattin Sağlam---İman edip de amel-i salihte bulunanların tattıklarında onlara bir günah yoktur. Sakındıkları takdirde, inanıp ibadet görevlerini yerine getirdikleri takdirde, sonra daha da sakınıp inandıkları takdirde, sonra daha da sakınıp bütün güzellikleri (ve ibadetleri) yaptıkları takdirde.. Şüphesiz Allah sakınıp da güzel ameller yapanları sever.

---Edip Yüksel--- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.

---Mahmut Özdemir---Sakınıp korundukları, iman ettikleri ve Salih Ameller işledikleri, evet yine sakınıp korundukları ve iman ettikleri, yine sakınıp korundukları ve iyilik yaptıkları zaman, tadıp yedikleri şeylerde, iman eden ve Salih Ameller işleyenlere günah yoktur.
Muhsinler’i / İyilik-Güzellik Edenler’i Allah sever.

---Muhammed Esed---İmana ermiş olup doğru ve yararlı işler yapanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duydukları ve [gerçekten] inanıp doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece her istediklerinden serbestçe yararlanabilirler: ¹⁰⁸ yeter ki Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya ve iman etmeye devam etsinler ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine daha çok varsınlar ¹⁰⁹ ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Allah iyilik yapanları sever.

---Süleymaniye Vakfı---İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar, yiyip içtikleri şeyden dolayı sorumlu tutulmazlar[*]. Bu, çekindikleri, inanıp güvendikleri ve iyi işler yaptıkları, yine çekindikleri, inandıkları yine de çekindikleri ve güzel davrandıkları takdirde böyledir. Allah güzel davrananları sever.

Yukarıdaki Maide s. 93. ayeti ile ilgili yapılan meallerin, Kur'an bütünlüğü açısından daha doğru olduğu kanaatimizi belirtmek isteriz. Hatırlatmak isteriz ki; En başta verdiğimiz meal örnekleri hakkında "bu anlamdaki mealler kesinlikle hatalıdır" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte, bu ayetin, gördüğümüz iki farklı mealinden bir tanesinin daha isabetli olduğunu, meallerin de yine neticede bir yorum olduğunu, meal yapıcısının Kur'an ile ilgili müktesebatının yaptığı meale bir yansıması olduğunu söylemek istiyoruz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

11 Ocak 2024 Perşembe

İki Ademoğlunun Kıssasını Nüzul Dönemi Şartlarında Okumak

Kur'an, Muhammed (a.s.) a Mekke ve Medine şehirlerinde, 23 yıllık bir süreç içinde peyderpey indirilmiş bir kitaptır. Bu kitabın indirildiği şehirlerin, kendine özgü şartları mevcut olup, bu durumu Kur'an ayetlerinden kolayca anlamaktayız. Mekke şehrinde inen ayetlerde, o şehrin zengin kodamanlarının vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş anlatılırken, Medine şehrinde inen ayetlerde ise, Yahudi ve Hristiyanların vahye karşı sergiledikleri inkarcı duruş ile ilgili ayetlerin daha yoğunlukta olduğu rahatlıkla gözlemlenebilecektir. 

Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı anlatırken "Kıssa yollu anlatım" olarak bildiğimiz anlatım üslubunu da kullanmaktadır. Bu üslupla anlatılan ayetler Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan mevcut muhataplara bir takım mesajlar içermekte olup, bu mesajlar doğru anlaşıldığı takdirde, bu anlatımların bize dönük ne gibi mesajlar taşımış olabileceği yönündeki sorulara da cevap kolayca bulunabilecektir.

Kıssa yollu anlatım ile ilgili olarak yukarıda söylediğimiz "Doğru anlaşılma" konusu üzerinde biraz durmak gerekirse, şunları söylemek mümkündür:

Kur'an kıssaları ile ilgili olarak bilgi veren eserlerde (tefsir v.s.) dikkatimizi çeken en önemli husus, anlatılan kıssanın ne gibi mesajlar içermiş olabileceği yönündeki bilgiler yerine, o kıssayı masala çeviren  bilgilerin mevcut olduğu, konu ile ilgili olan herkesçe malumdur.

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an eğer bir kıssa anlatıyor ise, öncelikle bu kıssa mevcut muhataplara önemli mesajlar içermektedir. Bu mesajların ne olabileceği ise ilgili ayetlerin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak bizler tarafından da anlaşılabilir. 

Yine hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Kur'an içinde yer alan her kıssa birebir yaşanmış bir kıssa değil, "Temsili kıssa" olarak isimlendirebileceğimiz bir anlatım üslubuna sahiptir. Bu üslup ile anlatılan kıssadaki en önemli husus, olayın birebir yaşanıp yaşanılmadığı konusu değildir. "Bir kıssanın temsili olduğu kanaati nasıl hasıl olabilir?" dersek; "Şayet kıssa ile ilgili yapılan anlama çalışmalarında sorulan sorulara verilebilecek cevaplar bir takım gerçekler ile çakışıyor ise bu kıssanın temsili olma ihtimali daha kuvvetlidir" diyebiliriz.

Örnek olarak, "Adem kıssası birebir yaşanmış bir kıssa değil, temsili bir kıssadır" dediğimiz zaman bu iddianın temelinde kıssa ile ilgili sorulan bir takım sorulara verilen cevapların tam yerine oturmadığı etrafında bir çok tarrtışmaların döndüğü görülecektir. Öyleyse kıssanın birebir yaşanmışlığını dikkate almak yerine, bize yönelik mesajlarının ne olabileceğini dikkate almaya çalışmak daha doğru olacaktır.

Sözü fazla uzatmadan yazımızın esas konusu olan iki Ademoğlu kıssası ile ilgili düşücelerimizi paylaşmaya çalışalım. Medine'de nazil olan Maide suresi içinde "İki Ademoğlunun kıssası"  olarak bilinen bir bir kıssa anlatılmaktadır.  Ancak bu kıssa, bu isimde değil de daha yaygın olarak "Adem'in iki oğlunun kıssası" isimiyle bilinmektedir. 

Bunun sebebi ise, bu kıssanın birebir yaşanmış bir kıssa olduğu düşüncesi ile üretilen israiliyyat dediğimiz bilgilerdir. Bu olayın anlatıldığı ayetlerin tefsir edildiği kitaplara baktığımız zaman, olayın tamamen masala dönüştürüldüğü açıkça görülecektir. Konumuz bu kıssanın anlatıldığı tefsirlerdeki masalları eleştrimek olmadığı için biz sadece kıssa ile ilgili düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Maide suresindeki ayetlerin mealleri şu şekildedir:

27- 28- 29- Onlara iki adem oğlunun gerçek haberini gerçek oku. Hani ikisi de kurban sunmuşlar, ikisinin  birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) "Seni kesinlikle öldüreceğim" demişti. (Diğeri ise) "Allah ancak ve ancak korkanlardan kabul eder. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim,şüphesiz ben  göklerin yerin ikisini arasında bulunanların besleyicisi, büyütücüsü, yetiştiricisi, hayatiyetlerini elinde tutucusu olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki, benim de günahımı, senin de günahını yüklenesin de ateşin arkadaşlarından olasın. Yanlış yapanların karşılığı işte bu dur" demişti.

30- Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeyi ister hale getirdi, böylelikle o da onu öldürdü, zarar edenlerden oldu.

31- Sonrasında Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, şu karga gibi olup ta kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?" dedi ve pişmanlardan oldu.

32- İşte bundan dolayı, İsrailoğullarına şöyle hükmettik: Şüphesiz kim bir canı başka bir cana veya yeryüzünde bozuculuk yapmasının karşılığı olmaksızın öldürdü ise, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de ona yaşama imkanı verirse, sanki bütün insanlara yaşama imkanı vermiş gibidir. And olsun ki elçilerimiz onlara apaçık belgeler getirdi. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.


Kıssa ile ilgili ayetler öncesinde İsrailoğulları ile ilgili bir olayın anlatıldığına  dikkat edilmeli ve kıssa ile bağının olduğu dikkate alınmalıdır.

                   "Onlara iki Ademoğlunun gerçek haberini oku" 

"Onlar" ifadesi ile İsrailoğullarına işaret edilmiş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Medine'deki  Müslüman ve İsrailoğulları'ndan oluşan iki topluluğun "İki Ademoğlu" olarak ifade edildiğini söyleyebiliriz. Allah (c.c.) böyle bir ifade ile Müslüman ve İsrailoğulları toplumunun aynı kökenden olduğuna işaret etmekte, aynı kökenden olan insanların birbirlerine karşı olan muamelelerinin kardeşlik hukuku çerçevesinde olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu vurgu "Ey Nuh ile birlikte taşıdıklarımız" şeklinde bir ifade ile İsra s. 3. ayetinde de göze çarpmaktadır. 

Bir erkek ve bir dişiden yaratıldığımıza işaret eden ayetlerin de bu yönde anlaşılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Aksi takdirde insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunu Kur'an'dan anlamaya çalıştığımızda, bu ayetler bizlere net bir bilgi vermekten uzak kalacaktır.

Medine'de yaşayan İsrailoğullarının Müslümanlara karşı olan haset ve kıskançlığını  Bakara suresi içindeki ayetlerde görmekteyiz. Allah (c.c), Yahudi ve Hristiyanlar ile ilgili ayetlerde, onların inandıkları elçi ve kitapların kaynağı ile son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğuna dikkat çekerek, onların elçiler ve kitaplar arasında ayrım yapmadan hepsine iman etmeleri gerektiğini beyan etmesine rağmen, özellikle Yahudilerin haset ve kıskançlık nedeni ile son elçi ve kitaba karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıkları ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır.

İki oğulun birer kurban sunması, bir oğulun kurbanının kabul edilip diğer oğulun kurbanının kabul edilmeyişi, Allah (c.c.) nin kulları hakkında verdiği karara ne olursa olsun boyun eğilmesi gerektiğini bizlere anlatmaktadır. Allah (c.c) nin gönderdiği son elçi ve kitabı Yahudilerden değil de, Araplardan seçmiş olmasından ötürü hasetlik duyan Yahudilerin, Allah (c.c.) nin verdiği bu karara boyun eğip, son elçinin hangi kavimden olduğunu dikkate almadan teslim olmaları gerektiği, kurban benzetmesi ile ifade edilmektedir. 

Kurbanı kabul edilmeyen kardeşin, kurbanı kabul edilen diğer kardeşini öldürmeye kalkması, haksız oldukları halde saldırgan Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır takınan Yahudilerin haksızlığına işaret etmektedir. Yahudiler son elçinin Arap olmasından dolayı duydukları kin ve hasetle, Müslümanlara karşı saldırgan bir tavır sergilemekte, Allah (c.c.) ise Müslümanlara, henüz onlara karşı koyacak güce sahip olmamaları nedeni ile sabretmeleri, tebliğ dili ile karşılık vermeleri gerektiğini Medine döneminin  ilk inen ayetlerinde öğütlemektedir. Diğer kardeşin öldürmek isteğine karşılık vermeyeceğini ifade etmesinden bunu anlamaktayız.

Aksi takdirde "Kendisini öldürmek isteyen bir kardeşe karşı, diğer kardeşi neden kendisini savunmak istememiş" şeklinde sorular sorulacak ve cevabı peşinde koşulacaktır. Kıssanın temsili olduğu yani birebir yaşanmış olmadığı,  dikkate alındığında bu tür sorulara gerek kalmayacaktır.

Kıssa, Yahudilerin Müslümanlara karşı yaptığı saldırının onları ileride pişmanlığa sürükleyeceğini haber vermekle devam etmektedir. Medine döneminin ilk yıllarında güçsüz olan Müslümanlara karşı yaptıkları fitne ve fücür hareketlerinin, ilerde Müslümanların güçlenmesi ile Yahudilerin nasıl başlarına geçirildiği, Haşr suresi ayetleri ve diğer ayetlerinde açıkça görülecektir.

Kıssanın son ayeti, Allah (c.c.) nin insan hayatına verdiği değeri görmek açısından önemli bir hatırlatmadır. Özellikle İsrailoğullarına bunun en baştan bildirildiğinin beyan edilmiş olması dikkat çekicidir. Kendilerinin inandıklarını iddia ettikleri kitabın onlara böyle bir emir verdiğini bildikleri halde, bile bile bu emri tarih boyunca arkalarına atmış oldukları, binlerce yıllık  geçmişlerinde başlarına gelenlerden anlaşılmaktadır. Her ne zaman bulundukları topraklarda fitne fücür işlemiş iseler, bu yaptıkları onların başlarına geçirilmiş yanlarına kar bırakılmamıştır.

                                              Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur.

Bu söz insanlık tarihinin değişmez bir yasasını veciz olarak anlatmaktadır. Tarih boyunca yapılan zülümlerin hiç bir zaman yapanın yanına kar kalmadığı, er veya geç zalimlerin, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gittiği bir vakıadır. 

Bugün İsrail adındaki devletin, yıllardır Filistin'li Müslümanlara uyguladığı zulümlerin onları nasıl bir sona götüreceğini, bu kıssadan anlamak mümkündür. Masum bir cana kıymanın bütün canlara kıymak gibi olduğunu bilenlerin, yıllardır Filistin halkını çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden vahşice katletmesi onların nasıl bir sonla yıkılacağının habercisidir. Zalim İsrail de yaptıklarının karşılığını elbette dünya ve ahirette görecektir.

Sonuç olarak: Kıssadan bize düşen hisseyi bir cümle de özetlemek gerekirse; Haklı olan haksız tarafından öldürülse de kazanır, haksız olan haklıyı öldürse de kazanamaz.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

    

25 Ekim 2023 Çarşamba

Sünnet (Hitan) Fıtrata Müdahale Etmek midir?

 Türkiye'de son yıllarda Kur'an'ın meal olarak daha geniş kitlelerce okunmaya başlanması, İslam'ın gerekleri olarak bilinen bazı bilgi ameliyelerin  yeniden sorgulanmasını da beraberinde getirdiği malumdur. Sorgulanan ameliyelerden bir tanesi de çocukların sünnet ettirilmesidir. Bu konuda ortaya atılan atılan iddialara baktığımızda, çocukların sünnet ettirilmesinin fıtrata müdahale edilmesi anlamına geldiği, fıtrata müdahale edilmesinin ise (Nisa s. 119) şeytan iğvası olduğu, neticede şirk işlenmiş anlamına geleceği dile getirilmektedir.

Fıtratı kısaca, canlıların yaratılışları gereği kendilerine verilmiş olan özellikler olarak tarif etmek mümkündür. Fıtrata aykırı olan durum ise yaratılıştan kendilerine verilen özelliklerin dışına çıkmaktır.

Sünnet olmak fıtratın değiştirilmesi demek midir? sorusunun cevabını bulabilmek için, sünnet edilme işine konu olan cinsel organın, sünnet sonrasında işlevinin herhangi bir değişime uğrayıp uğramadığının dikkate alınmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

Erkeklerde bulunan cinsel organın bilindiği üzere idrar boşaltmak ve ergenlikte cinsel birleşimde bulunmak gibi bir işlevi bulunmaktadır. Sünnet edilme sonrasında bu işlevlerden hiç birisinin değişime uğramadığı herkesçe malumdur. Sünnet edilen bir kişinin sünnet sonrasında idrar ve (yetişkin kimse ise) cinsel işlev konusunda herhangi bir değişime uğramamamış olması, sünnet ameliyesinin herhangi bir şekilde fıtrata müdahale olmadığının, dolayısı ile şirk işlenme durumuna düşülmediğinin bir göstergesidir.

Fıtrata müdahale demek, bir kimse doğuştan cinsiyet olarak tam sağlıklı bir erkek olarak doğmuş, belli bir zaman sonra bu cinsiyetinden sapkınlığından dolayı memnun olmayarak kendisini kadın olarak değiştirmek istemesidir. Bu asla kabul edilebilir bir durum değildir.  

Bu noktada yine İslam coğrafyasının bazı bölgelerinde yapılan kadın sünneti üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 

Kadına yapılan sünnet ameliyesinin onun cinsel birleşmeden alacağı hazzı engellemesi amacına matuf olması, dolayısı ile fıtrata müdahale sözkonusu olmasından ötürü yapılması asla doğru olmayan bir ameliyedir. Şayet fıtrata müdahale bakımından konuşulacak bir durum varsa kadın sünneti meselesi olmalıdır, erkek sünneti değil.

Sünnet olmak dini bir vecibe midir?.

Bu soruya vereceğimiz en kısa cevap hayır olacaktır. Çocukların sünnet ettirilmesi ülkemizde her ne kadar dini bir vecibe gereği yapılıyor olsa da bu ameliyenin dini karşılığı hiçbir şekilde bulunmamaktadır. Müslüman coğrafyasında yapılıyor olması dini bir vecibe olarak görülmesine karşın, sünnet olmadan yaşayan ve o şekilde ölen bir kimce için sünnet neden olmadığı konusunda hesap gününde ona herhangi bir soru sorulmayacaktır.


11 Mart 2023 Cumartesi

İsra s. 103. Ayeti Örneğinde Kur'an'ı Kendi Bütünlüğünde Anlamak

 Kur'an'ı anlayarak okumaya çalışan bir okuyucunun bazı ayetleri okuduğunda, kafasına bazı soru işaretleri takılması kaçınılmaz, hatta böyle olması da gereklidir. Çünkü kafasına takılan bu soru işaretleri, onu daha detaylı okuma ve araştırmaya yöneltecek, bu durum ise  okuyucunun ufkunu daha da genişletecek Kur'an' karşı olan inancını güçlendirecektir.

Kur'an'ı doğru anlamanın en başta gelen yolu "Kur'an Bütünlüğü" olarak ifade edilen yöntemi dikkate almaktır. Bu yöntemi nasıl dikkate alacağımızı ise bundan önceki yazılarımızda da örneklerle vermeye çalışmıştık. Bu yazımızda, İsra s. 103. ayeti üzerinden bu yöntemin örneklerini vermeye devam edeceğiz. 

İsra s. 101- 104. ayetleri Musa (a.s.) ile Firavun arasında geçen mücadeleden bir kesit sunmaktadır. 

101- وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا

Andolsun ki biz Musâya açık açık dokuz âyet verdik. İşte İsrail oğullarına sor: O, bunlara geldiği vakit Fir'avn ona: «Musa, ben seni herhalde büyülenmiş sanıyorum» demişdi.

102-قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا

O da: «Andolsun, dedi, bunları (her biri basıyretle görülecek) birer ibret olmak üzere göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini bilmişsindir. Ben de, Fir'avn, seni herhalde helak edilmiş sanıyorum».

103-فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعًاۙ

Derken onları o yerden sürüb çıkarmak istedi. Biz de hem kendisini, hem maiyyetindekileri, topdan suda boğuverdik.

104- وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفًاۜ 

Arkasından da İsrâîl oğullarına (şöyle) dedik: (Haydin), o yerde siz oturun. Sonra âhiret va'di geldiği vakit onları da, sizi de bir araya getireceğiz».

Bu kıssanın 103. ayetini okuyan dikkatli bir okuyucu, Musa (a.s.) kıssasının geçtiği diğer ayetleri hatırlayacak, Araf ve Taha surelerinde geçen şu sözler hatırına gelecektir.

7- 105 حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ

«Allaha karşı hakdan başkasını söylememekliğim (üzerime) borcdur. Size Rabbinizden açık bir alâmetle gelmişimdir. Artık İsrâîl oğullarını benimle beraber gönder».

20- 47 فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى

«Hemen gidin de ona (şöyle) deyin: — Biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîl oğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme. Biz sana Rabbinden hakıykî bir âyet getirdik. Selâm (ve selâmet), doğruya tâbi olanlara».

Bu iki ayetteki dikkatimizi çeken husus, İsrailoğullarının Firavun tarafından serbest bırakılmasının istenmiş olmasıdır. İsra s. 103. ayetinde Firavunun, İsrailoğullarını yaşadıkları topraklardan sürmek istemesi ile, İsrailoğullarını serbest bırakmasının istenmesi arasında zıtlık gibi görünen durum, haklı olarak  okuyucunun kafasında bir takım soru işaretlerinin oluşmasına neden olacaktır.

Peki bu müşkilat nasıl çözülecektir.? 

                            Kur'an, içinde ihtilaf barındırmayan bir kitaptır. (Nisa s. 82)

Öncelikle Kur'an'ın bir tarih kitabı olmadığı gerçeğini akıldan çıkarmamak gerektiğini hatırlatmak yerinde olacaktır. Kur'an tarihte geçmiş olayları anlatma amacı tarihi bilgi  değil, vermek istediği mesajın daha da anlaşılır olmasını sağlamaktır. Müşkilatın çözümü için yine aynı surenin önceki ayetlerini hatırlamak gerekmektedir. 

17-73. Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.

17-74. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.

17-75. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.

17-76. Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı.

17-77. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın.

76. ayette geçen "sürüp çıkarmak" şeklinde çevrilen kelimenin Arapça orjinal metindeki karşılığı "Fezze" kelimesidir. Yukarıdaki ayetler gurubunda, Mekkeli müşriklerin Muhammed (a.s.) a karşı olan düşmanlıkları ele alınmakta, elçilerini yurdundan ayrılmak zorunda bırakanların da yurtlarında pek fazla kalamayacaklarının "Sünnetullah" olduğu hatırlatılmaktadır. Sünnetullah olarak bildiğimiz kavramın, geçmiş toplumlar üzerinde uygulanan helak yasaları olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz

Bu noktayı dikkate aldığımızda Firavun ve ordusunun helak sebebinin İsrailoğullarını yaşadıkları topraklardan sürmek istemeleri olduğu beyan edilerek Sünnetullah gereği helak edildikleri haber  verilmektedir. Yani geçmişte helak edilmiş bir topluluğun helak nedeninin, güçlü bir topluluğun güçsüz bir topluluğa karşı zalimce davranarak onları yaşadıkları yerden koparmak istemelerinin neticeleri anlatılarak, Mekke müşriklerinin Muhammed (a.s.) a karşı olan davranışlarının neticelerinin ne olacağına dikkat çekilmektedir.

Allah (c.c) Mekke müşriklerine  blöf yapmadığını, geçmişte yaşanan ve kendilerinden kat be kat üstün güçlere sahip olan Firavun ve ordusunun helak edilmiş olduğunun haberi verilmek sureti ile Mekke müşriklerine gözdağı vermektedir. Bu gözdağı aynı zamanda İsrailoğullarına da verilmektedir. Şöyle ki ;

İsra s. ayetlerine baktığımızda bazı ayetlerinin Medine hicretinin hemen öncesi veya sonrasında inmiş olduğu anlaşılacaktır. Bu ayetlerde Muhammed (a.s.) ın Medine'de karşılaşacağı topluluk olan İsrailoğulları'ndan bahsedilmekte, o topluluğa eskiden yaptıkları yanlışları hatırlatılmakta, eski yanlışlarını tekrar ettikleri takdirde başlarına gelenlerin aynısının geleceği onlara da yani Sünnetullah'ın tekrar edeceği bildirilmektedir. 

Kur'an içinde 3 yerde geçen Fezze kelimesinin aynı sure içinde Adem ve İblis kıssası içinde de geçtiğini görmekteyiz. Bu geçiş bizlere sure içi bütünlüğe örnek teşkil etmiş olması açısından ilginçtir.

Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman aynı kıssanın farklı anlatımlar şeklinde bizlere sunulduğunu görmekteyiz. Bu anlatım üslubu ise Kur'an'ın tarihsel bilgi vermek yerine, mesaja dikkat çekmek şeklinde bir yöntemi olmasındandır.

Adem ve İblis kıssasının İsra s. içinde geçen ayet mealleri şöyledir. 

17- 61. Hani meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin" demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, "Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?" demişti.

17- 62. Yine demişti ki: "Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım."

17- 63. Allah, şöyle dedi: "Çekil, git." Onlardan kim sana uyarsa, kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır."

17- 64. "(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır (vestefziz)   Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun." Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va'detmez.

17- 65. "Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter.


Adem ve İblis, Musa (a.s.) ve Firavun kıssalarının İsra s. içinde geçen bölümünü 64. ve 103. ayetler içinde geçen Fezze fiilini merkeze alarak sure bütünlüğü kurmak mümkündür. Bu bütünlüğü ise kısaca şu şekilde kurabiliriz.

Mekke müşrikleri Muhammed (a.s.) ın davetini türlü yollarla inkar etmekte, onun görevini engellemek için Mekke'den çıkarma planları bile kurmaktadırlar. Onların bu planları geçmişte yaşanmış olan bir helak olayı anlatılarak nasıl bir bedel ödeyeceklerine dikkat çekilmektedir. Geçmişte aynı hatayı Musa (a.s.) a karşı yapmış olan Firavun ve ordusu, denizde boğulmak sureti ile helak edilmişlerdir. Bu helak olayının ise değişmez bir yasa olarak Mekke müşrikleri içinde geçerli olacağı bildirilmektedir.

Bilindiği üzere Şeytan kavramı Kur'an genelinde, kötülüğün en üst sınırı olan kişi ve ameller için kullanılmaktadır. Bu kavram temsili bir kıssa ile bizlere anlatılmaktadır. Kıssada bizler olarak temsil edilen Ademin karşısında İblis adlı temsili bir karakter bulunmaktadır. İblis, Şeytan olarak vasıflandırılarak onun bizlere karşı neler yapacağı, ayağımızı nasıl kaydırmak isteyeceği Kur'an içinde 7 ayrı sure içinde bizlere anlatılmaktadır.  Kıssanın İsra s. içinde geçen bölümünde ise Mekke müşriklerinin Muhammed (a.s.) a karşı yaptıkları eylem, aynı kelime ile özdeşleştirilerek Mekke müşrikleri Şeytana benzetilmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an okuduğumuz zaman karşımıza çıkan bazı ayetler arasındaki çelişki gibi görünen noktalar bütüncül bir okuma yapılmamasından kaynaklanmakta, bütüncül bir okuma yapıldığında ise böyle bir çelişkinin asla olmadığı açıkça görülecektir. Bizler Allah'ın kitabını iman etmiş olma ön kabulü ile okuduğumuz zaman bu gerçeklik daha net olarak karşımıza çıkacaktır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


10 Ocak 2023 Salı

Araf s. 110. Ayeti Örneğinde Kur'an Çevirilerindeki Hatalar

 Kur'an çevirilerinin bazılarına baktığımızda edebi bir üslup olan "Hazf" yani bir ibarede bulunan veya bulunması gereken bazı kelimelerin kaldırılması yolu ile yapılan söz kısaltmasının dikkatlerden kaçırıldığını  görmekteyiz. Bu dikkatsizlik yapılan çevirinin okuyucu tarafından anlaşılmamasına yol açmaktadır. Kur'an'da bulunan bu tür hazf örneklerinin parantez içi izahlarla dikkate alınarak çeviriye yansıtılması, daha sağlıklı bir çeviri yapılmış olmasını da sağlayacaktır.

Ne demek istediğimizi Araf . 110. ayeti üzerinde göstermeye çalışalım. Konu Musa (a.s) ile Firavun ve melesi arasında geçmektedir.

Araf s. 109--قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

Firavun'un toplumundan ileri gelenler dediler ki: "Bu bilgin bir büyücüdür.

Araf s. 110--يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

“Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyuruyorsunuz?"

Araf s. 111--قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

"Onu ve kardeşini şimdilik beklet. Sonra şehirlere toplayıcılar gönder.

Yukarıdaki ayetlerde geçen konuşma Firavun ve onun melesi arasında geçmektedir. Fakat bazı çevirilerde bu konuşma sadece Firavun melesi tarafından yapılıyor gibi gösterilmektedir. Halbuki 109. ayette geçen "Bu bilgin bir büyücüdür" , ve 110. ayette geçen Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor" sözleri Firavun melesi tarafından söylenmiş, yine 110. ayette geçen "Ne buyuruyorsunuz?" sözü ise Firavun tarafından söylenmektedir.

Bunu nereden mi anlıyoruz?.

111. ayette geçen cevabı verenler Firavun melesi olup, 110. ayette geçen "Ne buyuruyorsunuz?" sorusunun cevabını vermektedirler. Bu soruyu soran ise haliyle Firavundur, yoksa kendileri Firavun'a soru sorup yine kendilerinin sordukları soruyu cevaplayacak halleri yoktur. 

Öyleyse metinde hazfedilmiş bir ifade vardır ve o da "Firavun dedi ki" ifadesidir. Bu durumda anlaşılabilir bir çeviri için çevirinin şu şekilde yapılması daha uygun olacaktır.

Araf s. 110 -- Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun dedi ki) Ne buyuruyorsunuz?.

Hazfedilmiş bu ifadenin bir çok çeviride dikkate alındığını da burada belirtmek istiyoruz. Ancak bazı çevirilerde bu hazf dikkate alınmamış, dolayı ile çeviride anlaşılmazlık ortaya çıkmıştır.


                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

6 Ocak 2023 Cuma

Nisa s.127. Ayetinde Geçen وَتَرْغَبُونَ Kelimesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

Kur'an mealini birkaç farklı çeviriden karşılaştırmalı olarak okuyan dikkatli bir okuyucu, Nisa s. 127. ayetinin mealini okuduğunda, karşısına farklı şekilde yapılmış iki farklı meal çıkınca bu meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde bir soru soracak, bu sorunun cevabını aramaya çalışacaktır. Yazımızın konusu, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde olacaktır. 

Ayetin Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا

-----Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nıkahlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.

----Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap'ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.

Meallerden görüldüğü üzere, nikahlamak istediğiniz ve nikahlamak istemediğiniz şeklinde iki farklı anlam verilmesinin sebebi, ayet içinde geçen وَتَرْغَبُونَ kelimesinden kaynaklanmaktadır. 

Kelimenin kökü olan ر غ ب, lügatta: Bir şeye karşı rağbet etmek, hırs göstermek,onu şiddetli bir şekilde arzuyla istemek anlamına gelmektedir ( El Müfredat). Fakat bu kelime عَنْ  edatı ile birlikte kullanıldığında, olumsuz bir anlam kazanarak kişinin rağbetini, hırsını, arzusunu başka bir tarafa çevirmesi anlamına gelmektedir. Bu kullanım örneklerini Kur'an da görmekteyiz.

BAKARA S. 130--- Kendini bilmezlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir(وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ) . Hiç kuşkusuz biz, O'nu dünyada seçkin kıldık ve elbette ahirette de iyilerden olacaktır.

MERYEM S. 46---(Babası) dedi ki: "Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun, (اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي) ey İbrahim? Eğer (bu tutumuna) son vermezsen andolsun seni taşlarım. Uzun bir süre benden ayrıl."

Dikkat edilirse her iki ayette de olumsuz olarak gelen anlam عَنْ edatının kullanılması ile ortaya çıkmıştır.  Bu noktada, " Neden böyle bir olmadığı halde bu ayete bazı meal yapıcıları böyle bir anlam vermişlerdir?" sorusu gündeme gelecektir.

Bizim cevabımız, "Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması ve geçmiş müfessirlerin bu konuda yaptıkları tercih ve her iki anlamın da verilebileceği yönünde ortaya koydukları tercihlerin dikkate alınması olabilir" yönündedir. 

Keşşaf tefsirinde bu ayet hakkında yapılan yorumu okuduğumuzda söylemek istediğimiz daha net anlaşılacaktır.


Kur'an'ın en doğru anlaşılma yönteminin, Kur'an bütünlüğünü dikkate almak olduğunu merkeze alarak bu ayeti anlamaya çalıştığımızda, Nisa suresi ilk ayetlerinin özellikle yetim haklarına vurgu yaptığını görebiliriz. Kendilerine miras kalan yetimlerinin özellikle yetim kızların mallarının en doğru şekilde değerlendirilmesi ilgili ayetlerin emridir. Bu nokta bizi aynı surenin 3. ayetine götürecek, 127. ayetin de daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Nisa s. 3- (Mallarını muhafaza etmek ile sorumlu olduğunuz kız) Yetimlerin haklarını (nikah çağına geldiklerinde onları nikahlayarak) adaletli bir şekilde koruyamamaktan endişe ederseniz, (onların yerine) size helal olan (yetim olmayan hür) kadınları ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer (çok eşlilikte de eşler arasında) adaletli davranamayacağınızdan endişe ederseniz (özgür olan) bir eş, veya sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri cariye) kadını nikahlayın. Bu (şekilde yapılan bir evlilik), adaletten sapmamanız için daha uygun bir yoldur. 

Bu ayette dikkat edilirse kendisine miras kalmış yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi emredilmektedir. 

Bu durumu dikkate alarak 127. ayeti okuduğumuzda aynı durumun bu ayette de karşımıza çıktığını görebiliriz. Ayette yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi gerektiği anlamı daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunları dikkate alarak Nisa s. 127. ayet ile ilgili yapılan iki farklı mealin "Nikahlamayı istediğiniz" şeklinde yapılanın daha  isabetli olduğunu söyleyebiliriz. 

                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.