18 Nisan 2024 Perşembe

Bakara s. 36. Ayetinin Çevirisi Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an ayetleri ile ilgili olarak yapılan farklı yorum ve çevirilere baktığımızda, bu farklılıkların pek çok nedene dayandığını görürüz. Bu nedenlerden bir tanesi de "Zamirin Mercii", yani ayet içinde bulunan zamirin hangi isme döndüğü konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır. Bu konuda birçok müstakil eser ve akademik makale bulunmakta olup daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler bu makalelere bakabilirler. 

Biz bu yazımızda ilgili ayet içinde bulunan zamirin, yapılan çevirilerde genel kaide olan, zamirin en yakın isme değil, diğer bir isme döndürülmesinden kaynaklanan anlam farklılığı üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. 

Ayetin Arapça metni ve çevirileri şu şekildedir:

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Ancak şeytan her ikisinin de ayağını ORADAN kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: "Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir" dedik.

Tek bir meal örneği vermiş olmamızın nedeni, öncelikle hedefimizin mealleri yapan kişiler değil, yapılan mealler olmasındandır. Karşılaştırmalı meallerin toplandığı herhangi bir sitede bu ayetin meallerine bakanlar, bütün meallerin anlam olarak aynı olduğunu göreceklerdir.

Yapılan çeviride "oradan" kelimesini altı çizili olarak yazma nedenimiz, sıkıntının bu kelimeye "Oradan" anlamı verilmiş olmasından kaynaklanmasıdır. Arapça karşılığı ANHA olan kelime, tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, CENNET anlamı kast edilerek yazılmıştır. Bizim düşüncemiz ANHA edatı ile CENNET'in değil, Adem ile eşinin yaklaşmaması istenilen AĞACIN kast edilmiş olduğudur. Bu ayette

Bakara s. 35. ayeti metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 

Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin CENNETTE yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu AĞACA yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.'

Bu ayette geçen iki kelime olan "Cennet" ilk, "Ağaç" ise ikinci sıradadır. Genel geçer gramer kaidesi olarak, zamirin dönmesi gereken yer "Cennet" değil, "Ağaç" kelimesi olmalıdır. Çünkü 36. ayette geçen "Ha" zamirinin dönmesi gereken yer kendisine en yakın kelime olan "Ağaç" kelimesidir.

Burada, "Peki Kur'an meali yapanlar bu kadar basit bir kuralı bilmiyorlar mı?" şeklinde bir sorunun akla gelmesi gayet normal, hatta gereklidir.

Peki, Bakara s. 36. ayetindeki ha zamiri neden ağaca değil de cennet kelimesine döndürülmüş?.

Kur'an meali yapanların tamamı, elbette böyle bir kaidenin olduğunu bilmekte ve bu kaideyi göz önüne alarak ayet çevirilerini yapmaktadırlar. Bu soruya bizim verebileceğimiz cevaplardan bir tanesi ise dikkatli bir okuma yapılmamış olmasını düşünmemizdir. Kur'an'ı yüzlerce binlerce kez okuyup ta bazı anlamları yakalayamamak asla bir suç değil, gayet doğal bir durumdur. Çünkü okuyan kişinin bilgi birikimi, onun Kur'an'ı anlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Biz bunu derken "Biz bu işi yalayıp yuttuk" şeklinde asla bir iddia içinde değiliz. Çünkü Kur'an, okundukça kendisini açan bir kitap'tır. Biz de defalarca okumuş olmamıza rağmen bu ayrıntıyı daha önce maalesef fark edemedik.

Bizim düşüncemize göre meal yapıcıları Kur'an'da geçen Adem ve İblis kıssasının şayet dikkatli olarak okumuş olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Şöyle ki:

Eğer 36. ayette geçen "Anha" yerine, kıssanın geçtiği diğer ayetlerde "Cennet" yerine kullanılan edatın hangisi olduğuna bakmış olsalardı daha isabetli bir anlamı yakalayabilirdi.

Bu kıssanın geçtiği, Bakara s. 35, 38, Araf s. 13, 18, Hicr s. 34, Taha s. 123, Sad s. 77. ayetlerine bakıldığında, ayet içinde geçen "minha" edatının cennet yerine kullanıldığı, ve bu kullanımdan hareketle bile, 36. ayette geçen "Anha" edatının cennet yerine değil de ağaç yerine kullanılmış olduğu kolayca anlaşılabilirdi. 

Durum böyle olunca, "Anha" edatını ağaca götürerek bir anlam verecek olursak, Bakara s. 36. ayetinin meali nasıl olabilir?. 

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا "Derken şeytan ikisinin ayağını (anha) ondan kaydırdı."

Dikkat edilirse "Anhaedatına bütün meallerde verilen "Oradan" anlamını değil, "Ondan" anlamını verdik. Bunun nedeni ise 35. ayette geçen وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ "ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" emrinin şeytanın vesvesesi ile çiğnetilmiş olmasıdır. 

Yani şeytan, Adem ile eşine vesvese vererek önce onların emre karşı gelmelerini sağlamış, sonra da cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bizim bu ayete verdiğimiz anlam şu şekildedir:

---Bakara s. 36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde bulundukları yerden çıkarmış, ve biz de "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için (bundan sonra) yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" demiştik.

Meal yapıcıları eğer bu ayeti dikkatli bir biçimde okumuş olsaydı, cennetten çıkarılmanın öncesinde bir emir ihlali yapılmış olduğuna dikkat ederek, sonrasında cennetten çıkarılmanın meydana geldiğini görebilirlerdi.

Burada bazı kimseler, "Peki senden başka kimse böyle bir anlam vermediyse, senin doğru olduğunun kanıtı nedir?" diyebilir. Biz hiçbir zaman Kur'an ile ilgili olarak yaptığımız yorumlarda kendimizi tek doğru olarak asla gösterme cüretinde bulunmadık. Yanlış yaptığımızı iddia eden delilini ortaya koyar biz de bu delile göre hareket ederiz. Burada şunu da ilave etmek isteriz ki bizim bu ayete verdiğimiz anlam türedi bir anlam değildir. Zemahşeri'nin Keşşaf'ında bu ayetin tefsirine bakanlar, orada da böyle bir düşüncenin olduğunu görebilirler. Biz "Zemahşeri ne derse doğrudur" şeklinde bir iddia ile bunu söylemiyoruz. Bizim iddiamız, bu ayet üzerinde üzerinde yapılan böyle bir yorumun daha isabetli olduğu yönündedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Mart 2024 Çarşamba

Al-i İmran s. 13. Ayetinde Hangi Topluluk Karşısındaki Topluluğu Kendilerinin İki Katı Görüyordu?

 Kur'an'ı mealinden okuyan bir kimse, bazı ayet meallerinin anlam yönünden birbirinden farklı olarak yapıldığına, şayet dikkatli bir okuma yapıyorsa, mutlaka şahit olacaktır. Bu durumun birçok farklı sebebi bulunmaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz meal farklığı ise, "Zamirin mercii" olarak bilinen, yani zamirin ibarede hangi isme döndüğü konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır.

Bu durumdan kaynaklanan meal farklılıklarında, gramer konusu yönünden herhangi bir hata yapıldığını söylemek pek mümkün olmamakla birlikte, ayete verilen bazı anlamların Kur'an bütünlüğü noktasından bakıldığında, sanki Kur'an'da bir çelişki varmış gibi bir durumu ortaya çıkarması bakımından, bir takım sıkıntıları doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zamirin hangi isme döndüğü konusunda verilecek olan kararların, sadece ibarenin gramer açaısından tahlili neticesinde değil, aynı zamanda Kur'an bütünlüğü açısından herhangi bir çelişkiye yol açıp açmadığına da bakılarak verilmesi çok önemlidir.

İfade etmek istediğimiz durum, Al-i İmran s. 13. ayetine yapılan meallerde ortaya çıkmaktadır. Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Bu ayete verilen iki farklı meal de şu şekildedir:

 Örnek 1:

İbretti size birbirleriyle karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda savaşmadaydı, öbürüyse kafirdi ve inananları, gözleriyle iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin bir ibret var.

Örnek 2:

Birbirleriyle karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışmaktaydı, diğer topluluk ise kâfirdi. Allah yolunda çarpışanlar ötekileri gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini kendi yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda görebilenler için ibret vardır.

Ayet, Bedir savaşı ile ilgilidir. Ayet meallerine baktığımızda, karşılaşan iki topluluktan bahsedilmekte, bu topluluktan birinin Allah yolunda savaşan yani inanan, diğer topluluğun ise inkarcı topluluk olduğu bildirilmektedir. Bu ayet ile ilgili yapılan meallerde buraya kadar herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. 

Sıkıntı, hangi topluluğun diğerini kendilerinin iki katı olarak gördükleri noktasındadır. 1. örnek mealde, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde bir meal yapılırken, 2. örnek mealde  ise, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde meal yapılmıştır.

Yapılan iki farklı mealin hiçbirinde gramer yönünden hata yapıldığı için bu farklılığın ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Farklılık, zamirin hangi isme dönmüş olabileceği notasındadır. Ayet metninde geçen يَرَوْنَهُمْ ibaresindeki هُمْ zamirinin, inananlara mı yoksa inkarcılara mı raci olduğu noktasından kaynaklanan farklı tercihlerden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Kur'an bütünlüğüne göre hareket edilmesinin bizi doğruya yaklaştıracağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'an çelişkisiz bir kitaptır, ve onun bu çelişkisizliği zamirin mercii konusu gibi farklı anlamalardan kaynaklanan durumlarda, bize en doğru bir hakemliği yapacaktır.

Enfal s. 44. ayeti, bize bu konuda yardımcı olarak anahtar bir ayet mesabesindedir.

وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

Bu ayet yine Bedir savaşı ile ilgili olup, Al-i İmran s. 13. ayetine nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere ışık tutmaktadır şöyle ki:

Enfal s. 44. ayetinde Allah (c.c.), karşılaşan her iki topluluğu da birbirlerinin gözünde az gösterdiğini bildirmektedir. Al-i İmran s. 13. ayetine dönecek olursak, o ayette Allah (c.c.) bir topluluğu diğerinin gözünde iki katı gösterdiğini bildirmektedir. O zaman Al-i İmran s. 13. ayetinde bizim aramamız gereken nokta, hangi toplululuğa hangi topluluğun az gösterilmiş olduğu noktasında olmalıdır. Bunu da bize Enfal s. 44. ayeti sağlayacaktır.

Allah (c.c.) Enfal s. 44. ayetinde her iki topluluğu da birbirlerine karşı az gösterdiğini bildirmiş olmasından hareketle, Al-i İmran s. 13. ayetine inkarcı topluluğun inanan topluluğu kendilerinin iki katı görmüş olmaları yani çok görmüş olmaları, Enfal s. 44. ayeti ile çelişki arz edecektir. 

Yani 1. örnek mealde verdiğimiz, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördükleri yönünde yapılan mealler, Enfal s. 44. ayetini baz alarak düşündüğümüzde isabetli bir çeviri değildir.

Bu durumda 2. örnek mealde verdiğimiz, inanan toplululuğun inkarcı topluluğu kendilerinin iki katı görmeleri nasıl izah edilebilir?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: 

Bu durumda inkarcı topluluğun, inanan topluluğun sayısının iki katından daha fazla bir sayıya olduğunu anlamaktayız. Tarihi verilerde, Bedir savaşında inkarcıların sayısının inananların sayısının 3 katı fazla olduğu yönünde verilen bilgilerin, bu ayete göre doğru olduğu anlaşılmaktadır.

O zaman Al-i İmran s. 13. ayeti bize, Bedir'de kendilerinden 3 kat sayıya sahip olan inkarcı topluluğun, inanan topluluğun gözünde daha az gösterilerek inananların iki katı olarak gösterildiğini beyan etmektedir.

Ayeti bu şekilde anladığımızda Enfal s. 44. ayeti ile Al-i İmran s. 13. ayeti arasında herhangi bir çelişki doğmamaktadır. Yine de "Neden iki katı gösterilmiş olabilir?" şeklinde bir soru aklına gelen kimseye ise, yine Enfal s. 65. ve 66. ayetlerini gösterebiliriz. 

Enfal s. 65--- Ey Nebi! İnananları (Allah için düşmana karşı) savaşa hazırla! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz inkârcıya galip gelir. Eğer sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkârcılardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Enfal s. 66--- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor. Bu durumda, sizden sabretmesini bilen (dirençli) yüz kişi çıkarsa, bunlar iki yüz kişiye galip gelir ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah (zulme karşı) direnenlerle beraberdir.

Enfal s. 66. ayetine dikkat ettiğimizde Allah (c.c), sabırlı bir inanan topluluğunun kendilerinin iki katı olan bir topluluğa karşı galip gelebileceklerini bildirmektedir. Allah (c.c.) inanan topluluğa kendilerinden 3 kat gibi daha fazla olan inkarcı topluluğun sayısını, kendilerinin iki katı bir sayıya düşürerek az göstermek suretiyle onlara moral kazandırmaktadır.

Sonuç olarak: Kur'an meallerinde, zamirin hangi isme döndüğü konusunda doğan farklı anlayışlardan ötürü bazı ayetlerde birbirine zıt yapılmış çevirileri görmek mümkündür. Bu durumdan kaynaklanan farklılıkları Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak çözmek mümkündür. Al-i İmran s. 13. ayetinde gördüğümüz farklı çevirilerden 2. örnekte verdiğimiz şekilde yapılan mealler yani, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördükleri şeklinde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

7 Mart 2024 Perşembe

A'RAF SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim, Sad.

2- Bir kitap ki sana indirildi. Artık onunla uyarman ve o inananlara hatırlatman için göğsünde bir burukluk olmasın.

3- Efendinizden size indirilen şeye takılın ve O'nun aşağısından yönelenlere takılmayın. Ne de az  hatırlıyorsunuz.

4- Ve kasabadan kaçı vardı ki biz onu(n halkını) yok etmiştik. Sıkntımız ona (o şehre) geceleyin veya onlar (o şehrin halkı) gündüz uykularında iken birden gelivermişti.

5- Sıkıntımız onlara geldiğinde artık çağrıları: "Şüphesiz ki biz haksızlık yapanlardık" demelerinden başkası olmamıştı.

6- Kendilerine (elçi)  gönderilmişlere kesinlikle soracağız ve (elçi olarak) o gönderilmişlere de kesinlikle soracağız.

7- (Yaptıklarını) onlara kesinlikle bilgi ile anlatacağız. Ve biz onlardan (yaptıklarını) algılayamayanlar değildik.

8- Ve o gün, o tartı gerçektir. Artık kimin tartılanları ağır gelirse, işte onlar o başarıya eriştirilenlerin  ta kendileridir.

9- Ve kimin tartılanları hafif gelirse, işte onlar ayetlerimize karşı haksızlık yapmaları nedeniyle benliklerini ziyana sokmuşlardır.

10- Ve ant olsun ki size o yerde olanak sağladık ve orada size geçimlikler oluşturduk. Ne de az şükrediyorsunuz.

11- Ve ant olsun ki sizi takdir ettik, sonra sizi suretlendirdik, sonra o meleklere "Adem'e boyun eğin" dedik de İblis hariç hemen boyun eğdiler. (İblis) o boyun eğenlerden olmadı.

12- (Allah): "Sana buyurduğum zaman (Ademe) boyun eğmekten seni ne alıkoydu?" dedi. (İblis): " Ben ondan daha hayırlıyım. Beni bir ateşten takdir ettin ve onu bir çamurdan takdir ettin" dedi.

13- (Allah):"Hemen oradan in, artık senin orada büyüklenmen olmaz. Hemen çık, çünkü sen o küçülenlerdensin" dedi.

14- (İblis): "Harekete geçirilecekleri güne kadar beni gözetle" dedi.

15- (Allah): "Şüphesiz ki sen o gözetlenmişlerdensin" dedi.

16- 17- (İblis): "Öyleyse beni azdırman nedeniyle, ben de onlar için senin o dosdoğru yoluna kesinlikle oturacağım. Sonra onlara önlerinden ve arkalarından ve sağlarından ve sollarından kesinlikle geleceğim. Ve onların daha çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın" dedi.

18- (Allah): "Yerilmiş kovulmuş olarak oradan çık. Ant olsun ki onlardan kim sana takılırsa, kesinlikle cehennemi toplu olarak sizden dolduracağım" dedi.

19- Ve (Allah Adem'e)" Ey Adem, sen ve eşin bu bahçede durul. İkiniz dilediğiniz yerden yeyin ve sakın şu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde ikiniz o haksızlığı yapanlardan olursunuz" (dedi).

20- Derken o şeytan ikisini, sonucunda kendilerinden gizlenmiş olan avretlerini belli etmek için işkillendirdi ve: "Efendiniz ikinizi bu ağaçtan yalnızca iki melek olursunuz veya o sürekli kalıcılardan olursunuz diye vazgeçirdi" dedi.

21- Ve ikisine: "Şüphesiz ki ben ikiniz için o içtenlikle öğüt verenlerdenim" diye de yemin etti.

22- Böylece ikisini aldanmaya sarkıttı. İkisi o ağaçtan tattıklarında, avretleri ikisine belli oldu. Ve ikisi üzerlerini o bahçenin yaprağından kapatmaya başladılar. Ve Efendileri ikisine: "Ben ikinizi o ağaç(a yaklaşmak)tan vazgeçirmedim mi? Ve ikinize: "Şüphesiz ki o şeytan ikinize bir açıklanan düşmandır" demedim mi?" diye seslendi.

23- (İkisi): "Ey Efendimiz biz benliklerimize haksızlık yaptık ve eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, kesinlikle o ziyan edenlerden oluruz" dediler.

24- (Allah): "Bir kısmınız bir kısıma düşman olarak inin. Ve sizin için o yerde belirli bir vakte kadar bir sabitleşmişlik ve bir yararlanma vardır" dedi.

25- (Allah): "Orada yaşayacaksınız ve orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız" dedi.

26- Ey Ademoğulları, size avretinizi gizleyecek ve süs olacak bir elbise indirdik. Ve o korunma bilinci elbisesi, işte o daha hayırlıdır. İşte bu Allah'ın (gözle görülen) ayetlerindendir, umulur ki hatırlarlar.

27- Ey Ademoğulları, o şeytan babanızın ananızın avretlerini kendilerine göstermek için elbiselerini ikisinden çekip soyarak o bahçeden çıkardığı gibi, sizi de ayatmasın. Çünkü o ve onun öndaşları, sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz o şeytanları inanmazlara yönelenler olarak oluşturduk.

28- Ve onlar bir hayasızlık yaptıkları zaman: "Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bize böyle buyurdu" derler. De ki: "Şüphesiz ki Allah, o hayasızlığı buyurmaz. Allah'a karşı (doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

29- De ki: "Benim Efendim hakkaniyeti buyurdu. Her boyun eğme yerinin yanında yüzünüzü doğru tutun. Ve itaat nizamını sadece O'na özgüleyenler olarak O'nu çağırın. Başlangıcınızdaki gibi tekrar döneceksiniz."

30- Bir bölümü bir doğruya iletti ve bir bölümün üzerine de o sapkınlık gerçek oldu. Çünkü onlar o şeytanlara Allah'ın aşağısından yönelenler olarak tutunmuşlar ve kendilerini kesinlikle doğruya iletilenler olarak hesap ediyorlardı.

31- Ey Ademoğulları, her boyun eğme yerinin yanında giysilerinizi* (üzerinizde) tutun. Ve yeyin ve için ve savurganlık yapmayın. Şüphesiz ki O, o savurganları sevmez.

*"Zinet" kelimesine giysi anlamını verme nedenimiz, müşriklerin giyinik tavafı haram saymaları nedeniyle tarihsel bağlamı dikkate almamızdır.

32- De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı giysiyi ve o rızıktan o temizleri kim yasakladı?" De ki: "O, bu şimdiki yaşamda inanmışlar için (yasak değil)dir. O kalkışın günü ise (gerçeği örtücüler için yasak sadece inananlara) özeldir." Bilen bir topluluk için o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz.

33- De ki: "Benim Efendim ancak ve ancak, o hayasızlıkları, onlardan görünen şeyi ve görünmeyen şeyi ve o günahı ve o hak olmaksızın o saldırganlığı ve hakkında bir yetki indirmediği şeyleri Allah'a ortaklaştırmanızı ve Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri söylemenizi yasakladı."

34- Ve her bir toplum için bir süre vardır. Artık süreleri geldiği zaman, bir saat sonralayamazlar ve önceleyemezler.

35- Ey Ademoğulları, eğer size içinizden benim ayetlerimi anlatan elçiler gelir de, kim korunur ve (durumunu) düzeltirse, artık onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler.

36- Ve ayetlerimizi yalanlamış ve onlara büyüklük taslamış olanlar ise, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

37- Artık, Allah'a karşı bir yalan yakıştıran veya O'nun ayetlerini yalanlayan kimseden daha haksızlık yapan kimdir? İşte o kitaptan hisseleri (ölümlerine kadar) onlara kavuşacaktır. Nihayet elçilerimiz onların ömürlerini tamamlamaya geldiği zaman: "Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız nerede?" derler. (Onlar da): "Bizden saptılar" derler ve böylece benliklerine karşı (gerçeği) örtücüler olduklarına dair aleyhlerine tanıklık ederler.

38- (Allah): "Sizden önce gelip geçmiş o cin ve o insandan olan toplumlarla o ateşe girin" der. Her ne zaman bir toplum (o ateşe) girse kardeşini dışlar. Nihayet birbirlerine yetiştirilip orada toplu halde oldukları zaman, onların sonraki(ateşe giren)leri onların ilk (ateşe giren)lerine: "Ey Efendimiz işte bunlar bizi saptırdılar, artık onlara ateşten (bizden) bir kat fazla azap ver" der. (Allah): "Her biri için katlamalıdır, fakat siz bilmezsiniz" der.

39- Ve onların ilkleri, onların sonrakilerine: "Sizin için bizim üzerimizde hiçbir lütuf yoktur (azap hepimiz için aynıdır). Kazanmakta olduklarınız nedeniyle o azabı artık tadın " der.

40- Şüphesiz ki bizim ayetlerimizi yalanlamış ve onlara karşı büyüklük taslamış olanlar için o göğün kapıları kesinlikle açılmaz ve o deve iğnenin deliğine geçinceye kadar, o bahçeye giremezler. Ve biz o suçlulara işte böyle karşılık veririz.

41--Onlar için cehennemden bir döşek, üstlerinde de (ateşten) kaplamalar vardır. Ve biz o haksızlığı yapanlara işte böyle karşılık veririz.

42- Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemişleri ki, bir benliği genişliğinin dışında yükümlendirmeyiz. İşte onlar o bahçenin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

43- Ve göğüslerinde (kin nefret gibi) bağdan ne varsa çekip çıkardık. Altlarından o nehirler akar. Ve dediler ki: "O övgü Allah'adır, O ki bizi buna (bahçeye)iletti. Eğer Allah bizi (bahçeye)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (bahçeye) iletebilecek değildik. Ant olsun ki Efendimizin elçileri gerçeği getirdi." Ve onlara: "Sizin işlemekte olduklarınız nedeniyle ona mirasçı olduğunuz o bahçe işte budur" diye seslenildi.

44- 45- Ve o bahçenin arkadaşları, o ateşin arkadaşlarına: "Biz, Efendimizin bize söz verdiği şeyi gerçek olarak bulduk. Artık siz de Efendinizin size söz verdiği şeyi gerçek olarak buldunuz mu?" diye seslendi. Dediler ki: "Evet." Derken onların arasından bir duyurucu: "Allah'ın dışlaması o haksızlığı yapanların üzerinedir. Onlar Allah'ın yolundan uzaklaştırır ve onda bir eğrilik arama peşine düşer ve onlar sonrakini (ret ederek) örterlerdi" diye duyurdu.

46- Ve ikisinin arasında bir engel vardır. Ve o burçların üzerinde de bir takım adamlar vardır ki, onların her birini işaretlerinden tanımaktadırlar. Ve onlar o bahçenin arkadaşlarına: "Esenlik üzerinize olsun" diye seslendiler. Onlar oraya henüz girmemiş fakat (girmeyi) ummaktadırlar.

47- Ve bakışları o ateşin arkadaşlarının karşısına çevrildiği zaman: "Ey Efendimiz, bizi o haksızlık yapanlar topluluğunun beraberinde bulundurma" dediler.

48- 49- Ve o burçların arkadaşları, işaretlerinden tanımakta oldukları adamlara seslenerek: "Toplu olmanız ve büyüklük taslamış olmanız size bir zenginlik sağlamadı. 'Allah onları rahmete kavuşturmaz' diye yemin ettiğiniz bunlar mı? dediler. (Allah onlara dedi ki): "Girin bahçeye size kaygı yoktur ve sizler üzülmezsiniz."

50- Ve o ateşin arkadaşları, o bahçenin arkadaşlarına: "Bizim üzerimize o su'dan veya Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden dökün" diye seslendi. (Onlar da): "Şüphesiz ki Allah, o (gerçeği) örtücülerin üzerine bu ikisini de yasaklaştırdı" dediler.

51- Onlar ki, itaat nizamlarına bir eğlence ve bir oyun olarak tutunmuş ve bu şimdiki yaşam onları aldatmıştı. Artık onlar bugünleri ile karşılaşmayı unuttukları ve ayetlerimizi ısrarla reddetmekte oldukları gibi, bugün biz de onları (rahmetten) unuturuz.

52- Ve ant olsun ki biz onlara, onu bilgi üzere ayrıntılı olarak açıkladığımız, inanan bir topluluk için bir doğruya ileten ve bir rahmet olan bir kitap getirmiştik.

53- Onlar, onun (verdiği haberin) geri dönüşümünden başka bir şeye mi bakıyorlar? Onun (verdiği haberin) geri dönüşümü geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar: "Efendimizin elçileri  kesinlikle bize gerçeği getirmiş. Artık bizim için eşlikçilerden kimse varmı ki artık bize eşlikçilik edeler veya (dünyaya) geri döndürülelim de, artık bu işlemekte olduğumuzdan başkasını işleyelim" der. Benliklerini kesinlikle ziyana sokmuşlar ve yakıştırmakta oldukları şeyler de onlardan sapmıştır.

54- Şüphesiz ki sizin Efendiniz Allah'tır. O'ki, o gökleri ve o yeri altı dönemde takdir etti, sonra o tahtın üzerine denkleşti. O geceyi, onu durmadan isteyen o gündüze kaplatır. Ve o güneş ve o ay ve o yıldızlar O'nun buyruğuna boyun eğdirilmişlerdir. Dikkat edin, o takdir ve o buyruk O'nundur. O tüm insanların Efendisi Allah, bereketin kaynağıdır.

55- Efendinizi gizlice yalvarıp yakararak çağırın. Şüphesiz ki O, o sınırı aşanları sevmez.

56- Ve o yerde onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Ve O'nu bir kaygıyla ve bir umutla çağırın. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti o iyilik edenlere yakındır.

57- Ve O, rahmetinin önünden o rüzgârları bir müjde olarak gönderir. Nihayet (o rüzgârlar) bir ağır bulutu (pek hafifmiş gibi) kaldırdığı zaman, onu ölü bir yöreye süreriz de onunla o suyu indirir, böylece onunla o her çeşit ürünlerden çıkarırız. Hatırlamanız için o ölüleri de işte böyle çıkarırız.

58- Ve o (toprağı) temiz yörenin bitkisi, kendisinin Efendisinin onayıyla (kolayca ve güzel) çıkar. Ve o (toprağı) murdar olan (beldenin bitkisi) ise zorlukla uğraşmaktan başka bir şekilde çıkmaz. Şükreden bir topluluk için o ayetleri işte böyle evirip çeviriyoruz.

59- Ant olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik de: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Şüphesiz ki ben sizin için bir büyük gün azabından kaygılanıyorum" dedi.

60- Topluluğundan o dolgunlar: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle bir açıklanan sapkınlık içinde görüyoruz" dedi.

61-62- 63- (Nuh): "Ey topluluğum bende bir sapkınlık yoktur. Ben ancak o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben size içtenlikle öğüt veriyorum ve ben Allah'tan sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum. İçinizden bir adama sizi uyarması ve korunmanız ve merhamet olunmanız için Efendinizden bir hatırlatma gelmesine şaştınız mı?" dedi.

64- Bu uyarıya rağmen onu yalanladılar. Bunun üzerine biz de onu ve onun beraberinde o gemide olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları ise batırdık. Şüphesiz ki onlar kör bir topluluk idiler.

65- Ve Ad'a da kardeşleri Hud'u: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için  O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" dedi

66- Topluluğundan o dolgun (gerçeği) örtenler: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle bir ahmaklık içinde görüyor ve şüphesiz ki biz senin kesinlikle o yalancılardan olduğuna (kesin) kanaat getiriyoruz" dedi.

67- 68- 69 (Hud): "Ey topluluğum bende bir ahmaklık yoktur. Ben ancak o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben sizin için bir güvenilir içtenlikle öğüt vericiyim. İçinizden bir adama sizi uyarması için Rabbinizden bir hatırlatma gelmesine şaştınız mı? Ve hatırlayın ki Nuh toplumundan sonra onların arkasından gelenler olarak oluşturdu ve takdir edilişte sizi genişlikçe artırdı. Başarıya eriştirlmeniz için artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın" dedi.

70- (Dolgunlar): "Sen bize O tek olan Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk etmekte olduğu şeyleri bırakmamız için mi geldin? Eğer o doğru sözlülerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun şeyi haydi getir" dediler.

71- (Hud): "Efendinizden üzerinize bir pislik ve hiddet kesinlikle çökmüştür. Allah'ın haklarında hiçbir yetki indirmediği, sizin ve atalarınızın onları isimlendirdiği birtakım isimler hakkında benimle tartışıyor musunuz? Artık bakının şüphesiz ki ben de sizin beraberinizde o bakınanlardanım" dedi.

72- Bunun üzerine, onu ve onun beraberinde olanları bizden bir rahmetle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanların ve inanmayanların ise arkasını kestik. 

73- 74- Ve Semud'a da kardeşleri Salih'i: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Size Efendinizden kesinlikle apaçık (gözle görülen) bir ayet gelmiştir. İşte bu sizin için (gözle görülen) bir ayet olarak Allah'ın dişi devesidir. Onu bırakın da Allah'ın yerinde yesin ve ona sakın kötülükle dokunmayın, yoksa bir acı azap sizi tutar. Ve hatırlayın ki sizi Ad'dan sonra sizleri onların arkasından gelenler olarak oluşturdu ve sizi o yere yerleştirdi. Onun ovalarından köşkler tutunuyor ve o dağları evler olarak yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve bu yerde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" dedi.

75- Topluluğundan büyüklük taslayan o dolgunlar, içlerinden inanmış olan zayıf düşürülmüş kimselere: "Siz Salih'in kendisinin Efendisinden gönderilmiş olduğunu (gerçekten) biliyor musunuz?" dedi. (Onlar da): "Şüphesiz ki biz onunla gönderilmiş olana inananlarız" dediler.

76- Büyüklük taslayanlar: "Şüphesiz ki biz de sizin ona inandığınızı örtücüleriz" dedi.

77- Derken, o dişi deveyi ayaklarından kestiler ve böylece Efendilerinin buyruğundan (uzaklaşıp) başkaldırdılar. Ve: "Ey Salih, eğer o gönderilmişlerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun şeyi getir" dediler.

78- Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları tuttu, böylece yurtlarında diz üstü çökenler olarak sabahladılar.

79- O da onlardan (başka tarafa) yöneldi ve: "Ey topluluğum ant olsun ki Efendimin mesajını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Fakat siz o içtenlikle öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi.

80- 81- Ve Lut'u da. Bir zaman topluluğuna: "O tüm insanlardan hiçbirinin onunla sizin önünüze geçmediği (sizden önce kimsenin işlemediği) o hayasızlığa mı geliyorsunuz? Şüphesiz ki siz o kadınların aşağısından bir (cinsel) zevkle o adamlara kesinlikle geliyorsunuz. Hayır siz, bir savurganlar topluluğusunuz" demişti.

82- Ve topluluğunun ona cevabı: "Onları kasabanızdan çıkarın, şüphesiz ki onlar çok temiz kalan insanlarmış" demelerinden başkası olmamıştı.

83- Bunun üzerine onu ve o geride kalanlardan olan karısı hariç halkını kurtarmıştık.

84- Üzerlerine bir yağmur yağdırmıştık. Artık bak o suçluların sonu nasıl olmuş.

85- 86- 87- Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Size Efendinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. Artık o ölçeği ve o tartıyı eksiksiz yapın. Ve o insanların eşyalarını(n değerini) düşük tutmayın.Ve o yerde onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Eğer inananlarsanız, sizin için böylesi daha hayırlıdır. Ve O'na inanan kimseyi tehdit ederek ve Allah'ın yolundan uzaklaştırarak ve onda bir eğrilik arama peşine düşerek her bir yola oturmayın. Ve hatırlayın ki hani siz pek az idiniz de sizi çoğalttı. Ve o bozucuların sonu nasıl oldu bir bakın. Ve eğer içinizden bir ekip onunla gönderilmiş olduğuma inanmış ve bir ekipte inanmamışsa, artık Allah aramızda karar verinceye kadar, (bana karşı) direnip gayret etmeye devam edin. Ve O, o karar vericilerin en hayırlısıdır" dedi.

88- 89- Topluluğundan büyüklük taslayan o dolgunlar: "Ey Şuayb, seni ve senin beraberinde olan inanmışları kasabamızdan kesinlikle çıkaracağız veya kesinlikle bizim inancımıza tekrar döneceksiniz" dedi. (Şuayb): "Şayet biz çirkin görenlerden olsak da mı? Allah bizi ondan kurtarmasından sonra, eğer sizin inancınıza tekrar dönecek olursak, Allah'a karşı kesinlikle bir yalan yakıştırmış oluruz. Efendimiz Allah'ın dilemesi dışında, bizim için ona tekrar dönmemiz olmaz. Efendimizin bilgice her şeyi çevrelemiştir. Biz Allah'a dayandık. Ey Efendimiz, bizimle topluluğumuz arasını gerçek ile aç, sen o açanların en hayırlısısın" dedi.

90- Ve topluluğundan (gerçeği) örten o dolgunlar: "Ant olsun ki eğer Şuayb'e takılacak olursanız, o takdirde şüphesiz ki siz kesinlikle ziyan edenlersiniz" dedi.

91- Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları tuttu, böylece yurtlarında diz üstü çökenler olarak sabahladılar.

92- Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, sanki orada zenginlik içinde hiç yaşamadı gibi (oldular). Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, onlar o ziyan edenlerin ta kendileri oldular.

93-  Onlardan (başka tarafa) yöneldi ve: "Ey topluluğum ant olsun ki Efendimin mesajlarını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Artık (gerçeği) örtücü bir toplululuğa nasıl üzülebilirim?" dedi.

94- Ve bir kasabaya hiçbir haberci göndermedik ki, oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye o sıkıntıya ve o zorluğa tutmamış olalım.

95- Sonra o kötülüğün yerini o iyiliğe değiştirdik. Nihayet (önceki sıkıntıyı ve zorluğu kafalarından) sildiler ve "Atalarımıza da kesinlikle (önce) o zorluk ve (sonra da) o ferahlık dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine biz de fark etmez bir haldelerken onları bir anda tutuverdik.

96- Ve eğer o kasabaların halkı inanmış ve korunmuş olsalardı, üzerlerine o gökten ve o yerden bereketleri açardık. Fakat yalanladılar, bunun üzerine biz de onları kazanmakta oldukları nedeniyle tutuverdik.

97- O kasabaların halkı, sıkıntımızın geceleyin onlar uyurlarken gelmesinden güvende mi?

 98- Veya o kasabaların halkı, sıkıntımızın kuşluk vakti onlar oyalanırlarken gelmesinden güvende mi?

99- (O kasabaların halkı) Allah'ın hilesinden* güvendeler mi? Fakat Allah'ın hilesinden o ziyan edenler topluluğundan başkası (kendisini) güvende görmez.

*Allah'ın kulu hiç farkedemeyeceği bir şekilde yakalaması, onu adım adım helake sürüklemesi. (Zemahşeri)

100- Oraların halkının arkasından, o yere mirasçı olanları doğruya iletme(ye yetme)di mi? Eğer dileseydik, arkaya takılı suçlarını(n karşılığını) onlara eriştirir ve kalplerinin üzerine damga vururduk da, onlar artık işitemezlerdi.

101- Bu kasabalar, sana onların haberlerinden anlatıyoruz. Ve ant olsun ki elçilerimiz onlara o apaçık delilleri getirmişti. Fakat onlar önceden yalanladıkları şeye asla inananlar olmadılar. Allah, o (gerçeği) örtücülerin kalplerine işte böyle damga vurur.

102- Ve onların tamamında antlaşmaya hiçbir bağlılık bulmadık. Ve şüphesiz ki onların tamamını kesinlikle itaatten çıkanlar olarak bulduk.

103- Sonra onların arkalarından Musa'yı, (gözle görülen) ayetlerimizle Firavun ve onun dolgunlarına gönderdik. Fakat onlara karşı haksızlık yaptılar.  Artık bak o bozucuların sonu nasıl olmuş.

104- 105- Ve Musa: "Ey Firavun, şüphesiz ki ben o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Hakikat şu, Allah üzerine o gerçekten başkasını demiyorum. Size Efendinizden bir delil getirdim, artık Yakub oğulları'nı benim beraberimde gönder" dedi.

106- (Firavun): "Eğer (gözle görülen) bir ayet getirdiysen, hemen onu getir. Eğer o doğru sözlülerden isen" dedi.

107- 108- Bunun üzerine değneğini attı, birden o bir açıklanan koca yılan. Ve elini (koynundan) çekip çıkardı birden o, o bakanlara birden bir bembeyaz.

109- 110- Firavun'un topluluğundan olan o dolgunlar: "Şüphesiz ki bu, kesinlikle en iyi bilici bir sihirbazdır. Sizi  yerinizden çıkarmayı istiyor" dedi. (Firavun): "O halde ne öneriyorsunuz?" dedi.

111- 112- (Dolgunlar): "Onu ve kardeşini beklet ve o şehirlere sürüp toplayıcılar gönder. Bütün en iyi bilici sihirbazları sana getirirler" dediler.

113- Ve o usta sihirbazlar Firavun'a geldi. "Eğer o yenenlerin ta kendileri bizler olursak, kesinlikle bir iş karşılığı bizim içindir" dediler.

114- (Firavun): "Evet, ve şüphesiz ki siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardansınız" dedi.

115- (Sihirbazlar): "Ya (ilk) atan sen, ya da (ilk) o atanlar biz olalım ey Musa" dediler.

116- (Musa): "Siz atın." dedi. Attıklarında o insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir sihir getirdiler.

117- Ve Musa'ya "Değneğini at" diye vahyettik. Birden o da onların çarpıtmakta oldukları şeyleri yutuyor.

118- Böylece o gerçek ortaya düştü, ve işlemekte oldukları şeyler geçersiz oldu.

119- İşte orada yenildiler ve küçülenler olarak çevrildiler.

120- 121- 122- Ve o usta sihirbazlar boyun eğenler olarak (yere) atıldı. "O tüm insanların Efendisine, Musa'nın ve Harun'un Efendisine inandık" dediler.

123- 124- Firavun: "Ben size onay vermeden önce ona inandınız. Şüphesiz ki bu, kesinlikle halkını oradan çıkarmak için bu şehirde onu kurduğunuz bir hiledir. İleride bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı kesinlikle aykırıdan kestireceğim, sonra kesinlikle toplu olarak sizi astıracağım" dedi.

125- 126- (Onlar da): "Şüphesiz ki biz Efendimize çevrilicileriz.Sen bizden Efendimizin ayetleri bize geldiğinde onlara  inanmamızdan başka bir nedenle öç almıyorsun. Ey Efendimiz, üzerimize direnip gayret etme gücü boşalt ve ömrümüzü teslim olanlar olarak tamamla" dediler.

127- Ve Firavun'un topluluğundan olan o dolgunlar: "Musa'yı ve onun topluluğunu, bu yerde bozuculuk yapmaları ve seni ve senin tanrılarını bırakması için mi bırakacaksın?" dedi. (Firavun): "Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını ise yaşatacağız. Ve şüphesiz ki biz onların üstünde boyun eğdirici bir güce sahibiz" dedi.

128- Musa topluluğuna: "Allah'a destek isteğinde buluunun ve direnip gayret edin.Şüphesiz ki  bu yer Allah'ındır, onu kullarından kimi dilerse mirasçı yapar. Ve o son o korunanlarındır" dedi.

129- (Topluluğu): "Sen bize gelmen öncesinden de ve geldikten sonra da rahatsız edildik" dediler. (Musa): "Efendinizin sizin düşmanınızı yok etmesi ve bu yerde sizi onlara ardıllar yapması ve nasıl işleyeceğinize bakması umulur" dedi.

130- Ve ant olsun ki Firavun halkını hatırlamaları için senelerce kıtlık ve o ürünlerden eksiltmeyle tuttuk.

131- Onlara o iyilik geldiği zaman, "Bu bizim içindir" derlerdi. Ve eğer onlara bir kötülük eriştirilirse, Musa'yı ve onun beraberinde olanların uğursuzluğuna yorarlardı. Dikkat edin, onların uğursuzlukları (işlediklerinden doğan sonuçları) ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat tamamı bilmezler.

132- Ve: "Bizi onunla sihirlemek için (gözle görülen) ayetten her ne getirsen de, biz sana inananlar değiliz" dediler.

133- Bunun üzerine biz de (zamanlara) ayrılmış (gözle görülen) ayetler olarak onların üzerine o tufanı ve o çekirgeyi ve o haşereleri ve o kurbağaları ve o kanı gönderdik. Bunlara rağmen yine de büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular.

134- Ve üzerlerine o titretici azap çöktüğünde: "Ey Musa, senin Efendinin senin yanındaki antlaşmasına göre bizim için çağrı yap. Ant olsun ki eğer bizden bu titretici azabı kaldırırsan, kesinlikle sana inanacağız ve kesinlikle Yakub oğulları'nı senin beraberinde göndereceğiz" dediler.

135- O titretici azabı onlardan, (yeni bir sarsıntıya) ulaşacakları bir süreye kadar kaldırdığımızda, onlar hemen yeminlerini bozuyorlardı.

136- Bunun üzerine biz de onlardan öç alarak onları o denizin içinde batırdık. Çünkü onlar, (gözle görülen) ayetlerimizi yalanlamışlar ve onlardan duyarsız olmuşlardı.

137- Ve zayıf düşürülen o topluluğu, orada bereketler kıldığımız o yerin doğularına ve batılarına mirasçı yaptık. Ve senin Efendinin Yakub oğulları'na olan o iyiliği, direnip gayret etmeleri nedeniyle böylece tamam oldu. Ve Firavun ve topluluğunun ustalıkla yapmakta olduğu şeyleri ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik.

138-139- 140- Ve Yakub oğulları'nı o su kütlesini geçirdik. Derken kendilerine ait putların üzerine saygı ile kapanan bir topluluğa geldiler. (Musa'ya): "Ey Musa, onların tanrıları gibi bize de bir tanrı oluştur" dediler. (Musa): "Şüphesiz ki siz, düşüncesizlik etmekte olan bir topluluksunuz. Şüphesiz ki bunların içinde oldukları (inanç) darmadağın olmuştur ve işlemekte oldukları da geçersizdir" dedi. (Musa devamen): "O, sizi o tüm insanların üzerine üstünleştirmişken size tanrı olarak Allah'tan başkasının peşine mi düşeceğim?" dedi.

141- Ve bir zaman, oğullarınızı öldürerek, kadınlarınızı yaşatarak sizi o azabın kötüsüne süren Firavun yoldaşlarından sizi kurtarmıştık. İşte bunda size Efendinizden büyük bir yoklama vardı.

 142- Ve Musa ile otuz geceliğine sözleşme yaptık ve onu on ile tamamladık. Ve böylece onun Efendisinin belirlediği vakit kırk geceye tamam oldu. Ve Musa, kardeşi Harun'a: "Toplumumda bana ardıllık et ve düzelt ve o bozucuların yoluna takılma" dedi.

143- Ve Musa belirli vaktimiz için geldiği ve Efendisi onunla konuştuğunda. (Musa): "Ey Efendim bana görün de sana bakayım" dedi. (Allah): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak eğer o sabit kalırsa, sen de beni görebilirsin" dedi. Onun Efendisi kendisini o dağa ortaya çıkardığında, onu dümdüz bir hale dönüştürdü ve Musa baygın halde yere düştü. Yeniden ayağa kalktığında: "Sen her türlü eksiklikten uzaksın. Sana döndüm ve ben o inananların ilkiyim" dedi.

144- (Rabbi): " Ey Musa, mesajlarımla ve konuşmamla seni o insanların üzerine saflaştırdım. Artık sana verdiğim şeyi tut ve o şükredenlerden ol" dedi.

145- Ve biz ona o levhalarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin ayrıntılı bir açıklamasını yazdık. (Musa'ya) artık onu bir kuvvetle tut, kendi topluluğuna da onu en iyi şekilde tutmalarını buyur. O itaatten çıkanların yurdunu yakında size göstereceğim (dedik).

146- O yerde o hakları olmaksızın büyüklenenleri ayetlerimden çevireceğim. Ve eğer (gözle görülen) her ayeti görseler, ona inanmazlar. Ve eğer o olgunluğun yolunu görseler, ona yol olarak tutunmazlar. Ve eğer o azgınlığın yolunu görseler, ona yol olarak tutunurlar. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanlamışlar ve onlara karşı duyarsız olmuşlardı.

147- Ve ayetlerimizi ve sonrakinin karşılaşmasını yalanlamış olanların işledikleri, boşa gitmiştir. Onlar işlemekte oldukları şeylerden başkasıyla mı karşılıklanacaklar?

148- Ve Musa'nın topluluğu onun arkasından onların (altın gümüş gibi) süslerinden, onun böğürmesi olan bir buzağı heykeline tutundu. Onun onlarla konuşamaz ve onları doğru bir doğruya iletemez olduğunu görmediler mi? Ona tutundular ve haksızlık yapanlardan oldular. 

149- Ve (başları pişmanlıkla) ellerine düşürülüp ve kendilerinin kesinlikle saptıklarını gördüklerinde: "Ant olsun ki eğer Efendimiz bize merhamet etmez ve bağışlamazsa, kesinlikle o ziyan edenlerden oluruz" dediler.

150- Ve Musa topluluğuna, çok öfkeli kederli olduğu halde döndüğünde:"Benim arkamdan bana ne sıkıntılı ardıllık ettiniz. Rabbinizin (azap) buyruğunu çabukladınız mı?" dedi. Ve o levhaları (yere) attı ve kardeşinin başını tutarak onu kendisine doğru çekiyordu. (Kardeşi): "Ey annemin oğlu, şüphesiz ki bu topluluk beni zayıf düşürdü ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Artık o düşmanları bana sevindirme ve beni o haksızlığı yapanlar topluluğu ile beraber olarak görme" dedi.

151- (Musa): "Ey Efendim beni ve kardeşimi bağışla ve bizi rahmetine girdir. Ve sen o merhametlilerin en merhametlisisin" dedi.

152- Şüphesiz ki o buzağıya (tanrı olarak) tutunanlara bu şimdiki yaşamda Efendilerinden bir hiddet ve bir aşağılanma kavuşacaktır. Ve biz o (yalan) yakıştırıcılara işte böyle karşılık veririz.

153- Ve onlar ki o kötülükleri işlediler, sonra bunların arkasından (itaatle) döndüler ve inandılar. Şüphesiz ki senin Efendin bunların arkasından kesinlikle çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

154- Ve Musa'dan o hiddet yatıştığında o levhaları tuttu. Ve onların bir nüshasında "Efendilerinden ürkenler için bir doğruya ileten ve bir rahmet" (yazılıydı).

155- 156- Ve Musa, belirli vaktimiz için topluluğuna yetmiş adam hayırladı (onöre etti). O şiddetli sarsıntı onları tuttuğunda: "Ey Efendim eğer dilemiş olsaydın, önceden onları da ve beni de yok ederdin. İçimizdeki o ahmakların yapmış olduğu nedeniyle bizi yok mu edeceksin? Bu senin denemenden başka bir şey değildir. Onunla sen dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen bizim yönelenimizsin, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen o bağışlayıcıların en hayırlısısın. Ve bizim için bu şimdikinde ve o sonrakinde bir iyilik yaz. Şüphesiz ki biz sana döndük" dedi. (Allah): "Azabımı dilediğime eriştiririm. Ve rahmetim her şeyi çevrelemiştir. Onu da korunanlara ve o arınmayı yerine getirenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım" dedi.

157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de kendisini yazılmış olarak buldukları o kitap bilgisi olmayan* o haberci elçi'ye takılırlar. (O elçi) onlara o benimsenene uygunu buyuruyor ve o yadırganandan vazgeçiriyor ve onlara o temizleri serbestleştiriyor ve o murdarları ise yasaklaştırıyor ve onlardan üzerlerinde olan ağırlıklarını ve o bağları (kaldırıp yere) koyuyor. Onlar ki ona inandılar ve onu desteklediler ve ona yardım ettiler ve onun beraberindeki indirilen o ışığa takıldılar. İşte onlar  o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

"El-ümmiyyun" kelimesi okuma yazma bilmemeyi değil, anasından doğduğu gibi olan yani kendilerine kitap bilgisi gelmemiş olan Arap toplumunu ifade etmektedir. Bu isim Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kendilerinden olmayan Araplara verilmiştir. Bknz Kur'an (3.20.75- 62. 2)

 158- De ki: "Ey o insanlar, şüphesiz ki ben, Allah'ın, topunuza (gönderilmiş)elçisiyim. O'ki, o göklerin ve o yerin hükümranlığı O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur, yaşatır ve öldürür. Doğruya iletilmeniz için artık Allah'a ve O'nun, Allah'a ve O'nun kelimelerine inanan (önceden) o kitap bilgisi olmayan, o haberci elçisine inanın ve ona takılın."

159- Ve Musa'nın topluluğu içinden bir toplum vardı ki onlar, o gerçeğe iletirler ve onunla da denkliği sağlarlardı.

160- Ve onları oniki torun toplumu haline parça parça olarak ayırmıştık. Musa'ya, topluluğu ondan suvarmasını istediği zaman, "Değneğini o taşa vur" diye vahyetmiştik. Birden ondan oniki su gözesi fışkırmıştı. (İsrailoğullarından olan) bütün insanlar içecek yerlerini bilmişti. Ve o bulutu üzerlerine gölgelendirmiş ve üzerlerine o kudret helvasını ve o bıldırcını indirmiş, "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar haksızlığı bize yapmadılar, fakat haksızlığı benliklerine yapıyorlardı.

161- Ve bir zaman onlara: "O kasabada durulun ve nereden dilediyseniz oradan yeyin ve 'Günahlarımızı üzerimizden dök' deyin ve o kapıdan boyun eğerek girin ki, yanılgılarınızı bağışlayalım. O iyilik edenlere (karşılığını) artıracağız" denilmişti.

162- Fakat içlerinden haksızlık yapanlar, kendilerine denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, bunun üzerine biz de haksızlık yapmakta olmaları nedeniyle üzerlerine, o gökten titretici bir azap göndermiştik.

163- Ve onlardan o su kütlesinin hazırında olan o kasabadan sor. Hani onlar o dinlenme (günün)de sınırı aşıyorlardı. Balıkları, dinlenme günlerinde onlara oluk oluk gelir, dinlenme olmayan günde ise onlara gelmezdi. İtaatten çıkmaları nedeniyle onları işte böyle yokluyorduk.

164- Ve hani içlerinden bir toplum: "Allah'ın kendilerini yok edeceği veya bir sert azapla azaplandıracağı bir topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?" demişti. (Onlar da): "Efendinize karşı bir gerekçe ve onların korunmaları için (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.

165- Ne zaman ki onunla hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, biz de o kötülükten vazgeçirenleri kurtarmış, haksızlık yapanları ise itaatten çıkmaları nedeniyle sıkıntılı azapla tutmuştuk.

166- Ne zaman ki vazgeçirildiklerinden şeyden (uzaklaşıp) baş kaldırdıklarında, onlara: "Kovalanan maymunlar olun" demiştik.

167- Ve hani senin Efendin, onların üzerlerine "o kalkışın gününe kadar, onları o azabın kötüsüne sürecek olanları kesinlikle harekete geçirecektir" diye duyurmuştu. Şüphesiz ki senin Efendinin o sonu kesinlikle çok hızlıdır. Ve şüphesiz ki O, kesinlikle çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

168- Ve onları o yerde parça parça toplumlar olarak ayırdık. Ve içlerinden o düzgün olanlar da vardır, ve içlerinden bunun aşağısında olanlar da vardır. Ve onları (bozuculuktan) dönmeleri için o iyiliklerle ve o kötülüklerle yokladık.

169- Onların arkasından o kitaba mirasçı olan, o en yakının sunumunu tutan ve: "Bize bağışlanma var" diyen ve eğer onlara o sunumun bir örneği gelirse onu da tutan bir nesil onların yerine geçti. Onlardan, Allah'a karşı gerçekten başkasını söylememelerine dair kitabın yeminle bağlanmış sözü alınıp tutulmamış mıydı? Ve onda olan şeyi iyice ders almamışlar mıydı? Ve o sonraki yurt korunanlar için daha hayırlıdır. Hala bağ kurmaz mısınız?

170- Ve o kitabı sımsıkı tutan ve o kulluk görevini ayakta tutmuş olanlara gelince, şüphesiz ki  biz o düzelticilerin iş karşılığını kayba uğratmayız.

171- Ve bir zaman o dağı onların üstlerine o bir gölgelikmiş gibi çekmiştik de, onun üstlerine düşücü olduğuna (kesin) kanaat getirmişlerdi. "Korunmanız için size verdiğimizi bir kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın" (demiştik).

172-Ve o kalkışın günü: "Şüphesiz ki biz bundan duyarsızlardık" dersiniz diye, bir zaman senin Efendin, Ademoğullarından onların sırtlarından soylarını tutmuş ve onları benliklerine tanık yaparak: "Ben sizin Efendiniz değil miyim?" (demişti). (Onlar da): "Evet tanık olduk" demişlerdi.

173- Veya: "Atalarımız önceden ortaklaştırmışlar ve biz onların arkasından gelen bir soyduk. O geçersizcilerin yaptığı nedeniyle bizi yok mu edeceksin?" dersiniz diye.

174- Ve dönmeleri için o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz.

175- Ve onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan sıyrılan, bu yüzden ona o şeytanın takıldığı, böylelikle o azgınlardan olanın haberini peşi sıra oku.

176- Ve eğer dileseydik, kesinlikle onu onlarla yükseltirdik. Fakat o, o yere sürekli olmak istedi (şimdiki hayatı seçti) ve keyfi arzusuna takıldı. Artık onun örneği o köpeğin örneği gibidir. Eğer üzerine yüklensen, dilini sarkıtıp solur veya onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlamış olan o topluluğun örneği işte böyledir. İyice düşünmeleri için onlara bu anlatıyı anlat.

177- Ayetlerimizi yalanlamış ve benliklerine haksızlık yapmakta olan o topluluk örnek olarak ne kötüdür.

178- Allah kimi doğruya iletirse, o doğruya iletilmiş olur. Ve kimi de saptırırsa, işte onlar o ziyan edenlerin ta kendileridir.

179- Ve ant olsun ki, o cin ve o insandan bir çoğunu (işlediklerinin sonucunda) cehenneme yaydık. Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar. Ve onların gözleri vardır onlarla görmezler. Ve onların kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar o hayvanlar gibidir, hayır onlar daha da sapkındırlar. İşte onlar o duyarsızların ta kendileridir.

180- Ve o en iyi isimler Allah'ındır. Öyleyse O'na onlarla çağrı yapın. ve O'nun isimlerinde eğriltme yapanları bırakın. Onlar işlemekte oldukları şeylerin karşılığını yakında görecekler.

181- Ve takdir ettiklerimiz içinde bir toplum vardır ki onlar o gerçeğe iletirler ve onunla da denkliği sağlarlar.

182- Ve ayetlerimizi yalanlamış olanları bilemeyecekleri yerden kademe kademe (azaba) yaklaştıracağız.

183- Ve onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz ki benim plânım sağlamdır.

184- Arkadaşlarında hiçbir cinnet olmadığını düşünmediler mi? O, bir açıklayan uyarıcıdan başkası değildir.

185- O göklerin ve o yerin hükümranlığına ve Allah'ın takdir ettiği herhangi bir şeye ve sürelerinin (günbegün) yaklaşmış olmasına bakmazlar mı? Artık bundan sonra hangi bir olaya inanacaklar?

186- Allah kimi saptırırsa, artık onu bir yola iletici yoktur. Ve onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakır.

187- Sana: "Onun sabitleşmesi (gerçekleşmesi) ne zaman?" diye o saatten soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, ancak ve ancak Efendimin yanındadır. O'ndan başkası onun vaktini ortaya çıkaramaz. (O saat) o göklerdekilere ve o yerdeilere ağır gelmiştir. Size bir andan başka şekilde gelmez." Sen ondan bilgi sahibiymişin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat o insanların tamamı bilmezler."

188- De ki: "Allah dilemedikçe benliğim için ne bir fayda vermeye ve ne de bir zorluk vermeye hükümran değilim. Ve eğer ben o algılanamayananı bilmiş olsaydım, o takdirde kesinlikle maldan* çoğaltmak isterdim ve bana o kötülük de dokunmazdı. Ben inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve bir müjdeciden başkası değilim."

*El-hayr kelimesine "Mal" anlamı vermek gerekçemiz, Bakara s. 180. ayetindeki geçişindeki anlamına binaendir.

189- O, sizi bir tek benlikten* takdir eden ve ondan da onunla durulması için eşini oluşturandır. Eşini kaplayınca (cinsel ilişki kurduğunda eşi) hafif bir yük yüklendi, böylece onunla (bir zaman) hareket etti. Artık ağırlaştığında (doğumu yaklaştığında) ikisi Efendileri Allah'a: "Any olsun ki eğer bize düzgün halde (bir çocuk) verirsen, kesinlikle o şükredenlerden olacağız" diye çağrı yaptılar.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre Adem ile başlamaktadır. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

190- Fakat ikisine düzgün halde (bir çocuk) verdiğinde, ikisine verdiği şeyde O'na ortaklar oluşturdular. Oysa Allah, onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden yücedir.

191- Hiçbir şey takdir edemez, üstelik kendileri de takdir edilmiş olanları mı ortaklaştırıyorlar?

192- Oysa (ortak koştukları) onlara bir yardıma ve kendi benliklerine bile yardım etmeye güç yetiremezler.

193- Ve eğer onları o doğruya iletene çağıracak olsanız, size takılmazlar. Onları çağırmış olsanız da, susmuş olsanız da sizin için denktir.

194- Şüphesiz ki Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız, sizin örnekleriniz gibi kullardır. Öyleyse doğru sözlülerseniz, onları çağırın da sizi cevaplandırsınlar. 

195- Onların ayakları mı var onlarla yürüyorlar? Yoksa onların elleri mi var onlarla yakalıyorlar? Yoksa onların gözleri mi var onlarla görüyorlar? Yoksa onların kulakları mı var onlarla işitiyorlar? De ki: "Çağırın ortaklarınızı sonra bana plân kurun bana sakın baktırmayın."

196- Şüphesiz ki benim yönelenim o kitabı indiren Allah'tır. Ve O, o düzgünlerin yönelenidir.

197- Ve O'nun aşağısından çağırmakta olduklarınız size yardıma ve kendi benliklerine bile yardım etmeye güç yetiremezler.

198- Ve eğer onları o doğruya iletene çağıracak olsanız, işitmezler. Ve onları sana bakıyorlar olarak görürsün, oysa onlar görmezler.

199- Sen (hataları) o silme (yolunu) tut ve benimseneni buyur ve o düşüncesizlerden yana kayıtsız kal.

200- Ve eğer sana o şeytandan bir dürtü seni dürtüklerse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

201- Şüphesiz ki korunanlara o şeytandan bir dolaşıcı dokunduğu zaman, onlar hatırlarlar ve birden (gerçeği) görürler.

202- Onların (şeytanların) kardeşleri, onlara o azgınlığa uzatırlar, sonra da kısaltmazlar.

203- Ve onlara (gözle görülen) bir ayet getirmediğin zaman: "Onu sen derleyip toplamalı değil miydin?" derler. De ki: "Ben ancak ve ancak Efendimden bana vahyedilen şeye takılıyorum. Bu, Efendinizden inanan bir topluluk için doğruyu görmeler ve bir doğruya iletici ve bir rahmettir."

204- Ve bu okunan (Kur'an) okunduğu zaman, merhamet olunmanız için, artık onu dinleyin ve susun.

205- Ve Efendini o sözden yükseğin aşağısından sabah ve akşamın erken vakti, yalvarıp yakararak ve kaygılanarak benliğinde hatırla ve o duyarsızlardan olma.

206- Şüphesiz ki senin Efendinin yanında olanlar O'na kulluk etmekten büyüklük taslamazlar ve O'nu her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve O'na boyun eğerler.


20 Şubat 2024 Salı

A'raf s. 43. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Düşünce

 Kur'an mealini karşılaştırmalı olarak birkaç mealden birden dikkatli okuyanlar, bazı ayetlerin anlam açısından birbirinden farklı şekilde çevrilmiş olduğunu göreceklerdir. Bu durumla karşılaşan meal okuyucusu, hangi anlamın daha isabetli olduğunu haklı olarak araştırmaya gidecektir.

A'raf s. 43. ayeti, bir meal okuyucusunun böyle durumla karşılaşacağı ayetlerden biridir. Bu ayeti okuyan bir kimse, ayetin birbirinden farklı olarak çevrilmiş iki farklı anlama sahip olduğunu görecektir. Yazımızın konusu, bu farklı anlamdan hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde olacaktır.

İlgili ayetin Arapça metni ve iki farklı çeviriden ilkinin mealleri şu şekildedir: 

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ahmet Varol

Gönüllerinde kin adına ne varsa hepsini çıkarmışızdır ve altlarından ırmaklar akmaktadır. "Bizi doğru yola ileterek buraya kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermiş olmasaydı biz doğru yola giremezdik. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirdiler" derler. Onlara: "İşte bu cennete yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındınız" diye seslenilir.

Ali Bulaç

Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: 'Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.' Onlara: ' İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir' diye seslenilecek.

Cemal Külünkoğlu

Onların içlerinde kinden ne varsa söküp atarız. Altlarından ırmaklar akarken derler ki: “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bize doğru yolu göstermeseydi kendiliğimizden hidayete eremezdik. Andolsun ki; Rabbimizin resulleri hakkı getirmiştir.” (Onlara:) “İşte (dünyada yapmış olduğunuz) güzel işlere karşılık, şu cennete vâris kılındınız” diye seslenilir.

Diyanet Vakfı

(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.» Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.

Elmalılı (sadeleştirilmiş)

Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. "Bizi buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler." derler. Onlara şöyle seslenilir: "İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz".

Alıntı yaptığımız mealler, www.kuranmeali.com adlı siteden olup, burada sadece birkaç meali örnek olarak alıntıladık. Alıntı yaptığımız mealler övgü veya yergi amaçlı değildir.

A'raf s. 43. ayetine yukarıda verilen 1. grup meallerin ortak yönü, cennete girmiş olanlar tarafından söylenen "Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz kendimiz doğru yolu bulamazdık" şeklindeki ifadedir.

Şimdi aşağıya aynı ayetin farklı şekilde yapılmış 2. grup meal örneklerinden birkaç tanesini verelim:

Bayraktar Bayraklı

Onların göğüslerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. O cennette altlarından ırmaklar akmaktadır. “Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun. Allah bizi getirmeseydi biz bunu bulamazdık. Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişler” dediler. Onlara, “İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık size miras verildi” diye seslenilecektir.

Hasan Basri Çantay

Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.

Yaşar Nuri Öztürk

Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından. Şöyle derler: "Hamd olsun bizi buraya ulaştıran Allah'a. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size, yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet!"

Elmalılı (orjinal)

Bir halde ki derunlarında kîn kabilinden ne varsa hepsini söküb atmışızdır, altlarından ırmaklar akar «hamdolsun o Allaha ki hidayetile bizi buna muvaffak kıldı, o bize hidayet etmese idi bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamıza imkân yoktu, hakıkat rabbımızın Peygamberleri emri hakk ile geldiler» demektedirler, ve şöyle nidâ olunmaktadırlar: işte bu gördüğünüz o Cennet ki buna amelleriniz sebebiyle vâris kılındınız

2. grupta verdiğimiz meallerin ortak yönü, yine cennete girmiş olanlar tarafından söylenen, "Kendilerini cennete Allah'ın ulaştırdığı, kendilerinin Allah'ın nimeti böyle bir şeye ulaşmalarının imkansız" olduğu yönündeki sözleridir.

Ayetin iki farklı mealini verdikten sonra, aradaki farklı anlama sebep olan duruma geçebiliriz.

Ayete iki farklı anlam verilme sebebi, ayet içinde geçen هَدٰينَا- لِنَهْتَدِيَ-هَدٰينَا 

kelimeleridir. Bu 3 kelime aynı kökten olup sözlük olarak, "Yol göstermek, iletmek, klavuzluk yapmak" anlamına gelmektedir. 

Kanaatimizce aradaki anlam farkı, bu kelimenin ıstılahi anlamda mı yoksa lügat anlamında mı kullanılmış olduğunun tercihi noktasındadır. 1. grupta bulunan mealler, kelimeyi ıstılahi anlamda kullanırken, 2. gruptaki mealler, kelimeyi lügat anlamında kullanmayı tercih etmişlerdir.

Peki bu iki farklı mealden hangisi daha isabetlidir?. Meallerden bir grubun doğru diğer grubun ise yanlış olduğunu söylemediğimizi burada önemle hatırlatmak istiyoruz. 

Konunun başlangıcı bir önceki ayet olan 42. ayetten başlamaktadır.

------A'raf s. 42- Onlar ki inandılar ve bozuculuğu önleyici filler işlediler. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

Bu ayette yaşamını iman ve salih amel üzerine sürdürmüş ve o halde ölmüş olan insanların, ahiretteki alacakları karşılık bildirilmektedir. 

43. ayetin ilk bölümünde, "Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akarbuyurularak onların ahiretteki durumları ve verilecek nimetlerden bir kısmı bildirilmektedir.

Ayetin ikinci bölümünde ise, cennete girenlerin sözleri yer almakta, farklı mealler bu bölümün çevirisinden kaynaklanmaktadır. Diğer bölümlerin çevirilerinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا 

Dediler ki: "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti"

Dikkat edilirse cennet ehlinin ağzından çıkan ve ayet içinde geçen "Li heze" işaret zamiri cenneti işaret etmektedir. Çünkü konuşanlar cennettedir. Yani cennet ehli kendilerini cennete ulaştıran Allah'a hamd etmektedir. Cümlenin devamına verilecek anlam, bu ibareye verilecek anlam ile doğrudan alakalı olup, farklı meallerin bu zamirin cenneti işaret ettiğine dikkat edilmemesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Cennet ehlinin kendilerini cennete yerleştiren Allah'a hamd ettiklerini dikkate alan bir meallendirme yapıldığında ayetin devamı şu şekilde gelecektir: 

"Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi."

Bu durumda, 2. grupta bulunan meal örmeklerinin, 1. gruptaki meal örneklerine nazaran daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat edilirse 1. Elmalılı (sadeleştirilmiş), 2. grupta ise Elmalılı (orjinal) meali örnek verilmiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, 2. grupta bulunan orjinal meal ile, 2. grupta bulunan sadeleştirilmiş mealin birbirleri ile uyumlu olmadığıdır. Maalesef Elmalılı mealini sadeleştirmek için ellerine alanlar, Elmalılı'nın verdiği ayet bazı ayet meallerini anlamadan kendi kafalarınca meal vermeye çalışmışlardır.

A'raf s. 43. ayetine bu şekilde verilen farklı mealler, bazılarımız için önemsiz görülebilir. Ancak bizim amacımız meal yapıcılarını övmek veya yermek değil, yapılan meal örneklerini vererek meal okuyucularının bazılarının kafalarında oluşabilecek soru işaretlerine cevap verebilmektir.

A'raf s. 43. ayetine bizim tarafımızdan verilmeye çalışılan meal ise şu şekildedir:

Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi" dediler. Ve onlara "Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

17 Şubat 2024 Cumartesi

EN'AM SURESİ MEALİ

 1- O övgü, o gökleri ve o yeri takdir eden ve o karanlıkları ve o ışığı oluşturan Allah'adır. Sonra (gerçeği) örtenler (başka şeyleri) Efendilerine denk tutuyorlar.

2- O, sizi bir çamurdan takdir eden, sonra bir süreyi (ölüm kararını) yerine getirendir. Ve bir isimlenmiş süre O'nun yanındadır. Sonra siz tereddüde düşüyorsunuz.

3- Ve O, o göklerde de ve o yerde de Allah'tır. Sizin saklınızı ve açığınızı biliyor ve kazanmakta olduklarınızı da biliyor.

4- Ve onlara Efendilerinin ayetlerinden bir ayet gelmiyor ki ondan ancak kayıtsız kalanlar olmasınlar.

5- Onlara geldiğinde gerçeği kesinlikle yalanladılar. Artık ileride kendisini alaya almakta oldukları şeyin haberleri onlara gelecektir.

6- Onlardan önce bir kısım kuşaklardan kaçını yok ettiğimizi görmediler mi? O yerde size sağlamadığımız olanağı biz onlara sağlamış ve onların üzerlerine göğü(n yağmurunu) bol bol göndermiş ve altlarından akar o nehirleri oluşturmuştuk. Fakat onları arkaya takılı suçları nedeniyle yok etmiş ve onların arkalarından diğerlerini bir kuşak olarak oluşturmuştuk.

7- Ve eğer sana kağıtta (yazılı halde) bir kitap indirmiş olsaydık ona da elleriyle dokunsalardı, (gerçeği) örtenler kesinlikle "Bu, (sihirbaz olduğunu) açıklayan bir sihirden başka bir şey değil" derdi.

8- Ve "Ona bir melek indirilmiş olmalı değil miydi?" dediler. Ve eğer melek indirmiş olsaydık, o buyruk kesinlikle yerine getirilir, sonra onlara bakılmazdı.

9- Ve eğer onu bir melek olarak yapmış olsaydık, onu yine kesinlikle bir adam olarak yapardık da giydikleri şeyi giydirirdik*.

*Düştükleri şüpheye yine düşürürdük veya giydikleri şüphe elbisesini yine giydirirdik.

10- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de alaya alınmıştı da içlerinden maskaraları, kendisini alaya almakta oldukları şey çepeçevre kuşatmıştı.

11- De ki: "O yerde dolaşın, sonra da o yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın."

12- De ki: "O göklerdeki ve o yerdeki olan şeyler kimindir?" De ki: "Allah'ındır."Kendi benliğine o rahmeti yazmıştır. Ant olsun ki sizi, onda bir belirsizlik olmayan o kalkışın gününe toplayacaktır. Benliklerini ziyana sokmuş olanlar, işte onlar artık inanmazlar.

13- Ve o gece ve o gündüzün içinde durulan O'nundur. Ve O, o en iyi işiticidir o en iyi bilicidir.

14- De ki: "O göklerin ve o yerin yarıp açığa çıkarıcısı ve O yedirir fakat yedirilmez Allah'tan başkasına mı yönelen olarak tutunacağım?" De ki: "Şüphesiz ki ben, teslim olanın ilki olmamla ve sakın o ortak koşanlardan olmamamla buyuruldum."

15-De ki: "Eğer Efendime karşı çıkacak olursam, şüphesiz ki ben bir büyük gün azabından kaygılanırım."

16- O gün kim ondan çevrilirse, kesinlikle (Allah) ona merhamet etmiştir. Ve işte bu, o açıklayan kurtuluştur.

17- Ve eğer Allah sana bir zorluk dokunduracak olursa, artık onu O'ndan başka kaldırıcı yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokunduracak olursa, artık O, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

18- Ve O, kullarının üstünde boyun eğdiricidir. Ve O, O en bilgedir O en iyi haber alıcıdır.

19- De ki: "Hangi şey tanıklıkça en büyüktür?" De ki: "Allah benimle sizin aranızda bir tanıktır. Ve bu okunan (Kur'an) bana, sizi ve ulaştığı kimseyi onunla uyarmam için vahyolundu. Gerçekten siz mi Allah'ın beraberinde diğer tanrılar olduğuna kesinlikle tanıklık ediyorsunuz?" De ki: "Ben tanıklık etmem." De ki: "O, ancak ve ancak tek bir tanrıdır. Ve şüphesiz ben sizin ortaklaştırmakta olduğunuz şeylerden uzağım."

20- Kendilerine o kitabı verdiklerimiz onu (Kur'an'ı) kendi oğullarını tanır gibi tanırlar. Benliklerini ziyana sokmuş olanlar, onlar artık inanmazlar.

21- Ve Allah'a karşı bir yalan yakıştıran veya kendisinin ayetlerini yalanlayan o kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez.

22- Ve o gün onları toplu olarak sürüp toplayacak, sonra da ortaklaştıranlara: "(Tanrılıklarını) iddia etmekte olduğunuz ortaklarınız nerede?" diyeceğiz.

23- Sonra onların ayartması: "Efendimiz Allah'a yemin olsun ki biz ortaklaştıranlardan değildik" demelerinden başka birşey olmadı.

24- Bak, benliklerine karşı nasıl da yalan söylediler. Ve yakıştırmakta oldukları şeyler onlardan saptı.

25- Ve içlerinden seni dinleyenler vardır. Fakat onu (Kur'an'ı) kavrarlar diye kalplerinin üzerine bir kamuflaj ve kulaklarına da bir ağırlık oluşturduk. Ve eğer onlar her delili görseler, yine de ona inanmazlar. Hattâ o (gerçeği) örtenler sana geldikleri zaman seninle söz dalaşı yaparak: "Bu, o ilklerin söylencelerinden başkası değil" diyorlar.

26- Ve onlar, ondan hem vazgeçiriyorlar, hem de (kendileri) uzak duruyorlar. Ancak benliklerinden başkasını yok etmiyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

27- Ve onları Ateşin üzerinde durduruldukları zaman: "Ah keşke geri döndürülsek de Efendimizin ayetlerini yalanlamasak ve o inananlardan olsak" dediklerini bir görsen.

28- Aksine, önceden gizlemekte oldukları (yeniden diriliş gerçeği) kendilerine belli oldu. Ve eğer geri döndürülseler, ondan vazgeçirtildiklerini kesinlikle tekrar dönerlerdi. Ve şüphesiz ki onlar kesinlikle yalancılardır.

29- Ve onlar: "O (yaşam) bu şimdiki yaşamımızdan başkası değildir ve (öldükten sonra) biz harekete geçirilecekler de değiliz" demişlerdi.

30- Efendilerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen. (Efendileri): "Bu gerçek değil miymiş" dedi. (Onlar): "Efendimize ant olsun ki evet" dediler. (Efendileri) "Öyleyse (gerçeği) örtüyor olmanız nedeniyle o azabı tadın" dedi.

31- Allah'ın karşılamasını yalanlamış olanlar, kesinlikle ziyan etmiştir. Nihayet o saat onlara bir anda geldiği zaman ağır yüklerini sırtlarında taşıyarak: "Orada ölçüyü kaçırmamızdan dolayı eyvahlar olsun bize" derler. Dikkat edin, onların taşıdıkları ağır yük ne kötüdür.

32- Ve bu şimdiki yaşam bir oyundan ve bir eğlenceden başka birşey değildir. Ve o sonraki yurt korunanlar için kesinlikle daha hayırlıdır. Hala bağ kurmaz mısınız?

33- Kesinlikle biliyoruz gerçek şu ki; Onların söylemekte oldukları kesinlikle seni üzüyor. Şüphesiz ki onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o haksızlığı yapanlar Allah'ın ayetlerini ısrarla reddediyorlar.

34- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de yalanlanmış, buna rağmen onlar yardımımız gelene kadar yalanlandıkları ve rahatsız edildikleri şeye karşı direnip gayret etmişlerdi. Ve Allah'ın (elçilerine yardım) kelimelerini değiştirici olmaz. Ve Ant olsun ki o gönderilmişlerin (yardım) haberinden elbette sana gelmiştir. 

35- Ve eğer onların kayıtsız kalmaları sana ağır geldiyse, eğer o yerde bir tünele veya o gökte bir merdivene güç yetirebilirsen, o zaman onlara da (gözle görülen) bir ayet getirebilirsin. Ve eğer Allah dileseydi, onları o doğruya ileten üzerinde kesinlikle toplardı. Öyleyse sakın o düşüncesizlerden olma.

36- Ancak ve ancak işitmekte olanlar (olumlu) cevaplandırırlar. Ve o ölüleri ise onları Allah harekete geçirecek sonra da O'na döndürülecekler.

37- Ve: "Ona kendisinin Efendisinden (gözle görülen) bir ayet indirilmesi gerekmez miydi?" dediler. De ki: "Şüphesiz ki Allah (gözle görülen) bir ayet indirmeye güç yetiricidir." Fakat onların hiçbiri (bunu) bilmezler.

38- Ve o yerdeki hiçbir canlı ve iki kanadı ile uçan kuş yoktur ki, sizin örneğiniz gibi (yaratılış yasalarına bağlı) toplumlar olmasın. Biz o kitapta hiç bir ölçüyü kaçırmadık*. Sonra Efendilerine sürülüp toplanacaklar.

* Yarattığımız ne varsa hepsi ile ilgili işleyiş yasalarını gereğince koyduk. 

39- Ve ayetlerimizi yalanlamış olanlar, o karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu bir dosdoğru yol üzerinde yapar.

40-  41- De ki: "Eğer doğru sözlülerseniz bana söyleyin. Eğer Allah'ın azabı size gelse veya o saat size gelse, Allah'tan başkasını mı çağırırsınız? Aksine, yalnızca O'nu çağırırsınız. Eğer dilerse kendisi için çağırmakta olduğunuz şeyi kaldırır ve siz de ortaklaştırmakta olduğunuz şeyleri unutursunuz."

42- Ve ant olsun ki senden önceki toplumlara da (elçiler) göndermiş, yalvarıp yakarmaları için onları o sıkıntıya ve o zorluğa tutmuştuk.

43- Sıkıntımız onlara geldiği zaman artık yalvarıp yakarmalı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaştı ve o şeytan onlara işlemekte oldukları şeyleri süsledi.

44- Derken onunla hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, onların üzerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilmiş olan şeylerle (şımarıp) sevindikleri zaman, onları bir anda tutuverdik de onlar hemen umutlarını yitirenler oldular.

45- Böylece haksızlık yapan topluluğun arkası kesildi. Ve o övgü o tüm insanların Efendisinedir.

46- De ki: "Bana söyleyin, eğer Allah işitmenizi ve görmelerinizi tutsa ve kalplerinizin üzerini mühürlese, onu Allah'ın dışında size getirecek tanrı kimdir? "Bak, o ayetleri nasıl evirip çeviriyoruz da sonra onlar sert bir tutum takınıyorlar.

47- De ki: "Bana söyleyin, eğer Allah'ın azabı size bir anda veya açıkça gelse, o haksızlığı yapanlar topluluğundan başkası mı yok edilir?"

48- Ve o gönderilmişleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmalarından başka göndermiyoruz. O halde kim inanır ve (durumunu) düzeltirse, artık onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler.

49- Ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, itaatten çıkmaları nedeniyle onlara o azap dokunacaktır.

50- De ki: "Size 'Allah'ın depoları benim yanımdadır' demiyorum. Ve ben o algılanamayananı da bilmiyorum ve size 'Şüphesiz ki ben meleğim' de demiyorum. Ben, bana vahyolundan başkasına da takılmıyorum." De ki: "O kör ile o gören denk midir? Halâ düşünmez misiniz?"

51- Ve Efendilerine sürülüp toplanacaklarından kaygılananları, onunla uyar ki, onlar için O'nun aşağısından hiçbir yönelen ve hiçbir eşlikçi yoktur.

52- Ve O'nun yüzünü isteyerek o sabah o akşam karanlığı (sürekli olarak) Efendilerini çağırmakta olanları kovma. Onların hesabından sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Eğer onları kovarsan, o haksızlığı yapanlardan olursun.

53- Ve böylece sonunda onları: "Allah'ın aramızdan kendilerine büyük iyilikte bulunduğu bunlar mı?" demeleri için bir kısmını bir kısmı ile denedik. Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?

54- Ve ayetlerimize inanmakta olanlar sana geldiği zaman, artık de ki: "Esenlik üzerinize olsun. Efendiniz kendi benliğine o rahmeti  yazmıştır. Şöyle ki: İçinizden kim düşüncesizce bir kötülük işler, sonra onun arkasından (itaate) döner ve (durumunu) düzeltirse, artık şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir."

55- Ve o suçluların yolunun açıkça belli olması için o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz.

56- De ki: "Şüphesiz ki ben, Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınıza kulluk etmemden vazgeçirildim." De ki: "Ben sizin keyfi arzularınıza takılmam. Aksi takdirde sapmış ve o doğruya iletilemeyenlerden olurum."

57- De ki: "Şüphesiz ki ben Efendimden apaçık bir delil üzerindeyim ve siz onu yalanladınız. Kendisinin çabuklaştırılmasını istemekte olduğunuz (azap) benim yanımda değildir. O karar, Allah'tan başkasına ait değildir. O, gerçeği anlatır ve O, o ayırıcıların en hayırlısıdır."

58- De ki: "Çabuklaştırılmasınıhızlı istemekte olduğunuz (azap) eğer benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki o buyruk kesinlikle yerine getirilirdi. Ve Allah o haksızlığı yapanları en iyi bilendir."

59- Ve o algılanamayanın anahtarları, O'nun yanındadır. Onları O'ndan başkası bilmez. Ve o karada ve o su kütlesinde olan şeyleri bilir. Bir yaprak düşmüyor ki onu bilmesin. Ve o yerin karanlıkları içinde bir dane, bir yaş ve bir kuru yoktur ki, bir açıklayan kitapta olmasın.

60- Ve O, geceleyin sizin ömrünüzü tamamlayan ve gündüzleyin açtığınız yarayı (ne kazandığınızı) bilen, sonra bir isimlenmiş sürenin yerine getirilmesi için onda sizi harekete geçirendir. Sonra dönüşünüz O'nadır, sonra işlemekte olduklarınızı sizi haberlendirecektir.

61- Ve O, kullarının üstünde boyun eğdiricidir. Ve sizin üzerinize (yaptıklarınızı) kollayıcılar gönderir. Nihayet birinize o ölüm geldiği zaman, elçilerimiz onun ömrünü tamamlar ve onlar (görevlerinde) ölçüyü kaçırmazlar.

62- Sonra gerçek sahipleri Allah'a geri döndürülürler. Dikkat edin, o karar O'nundur ve O, o hesabı görücülerin en hızlısıdır.

63- De ki: " 'Ant olsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan, o takdirde o şükredenlerden olacağız' (diye) gizlice yalvarıp yakararak O'na çağırıyorsunuz. O karanın ve o su kütlesinin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?"

64- De ki: "Allah sizi ondan ve her türlü felâketten kurtarıyor. Sonra da siz O'nu ortaklaştırıyorsunuz."

65- De ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden veya ayaklarınızın altından azabı harekete geçirmeye veya taraftarlığı giydirerek bir kısmınızın kötülüğünü bir kısmınıza tattırmaya güç yetiricidir." Bak, kavramaları için o ayetleri nasıl evirip çeviriyoruz.

66- Ve o (azap), gerçek olduğu halde senin topluluğun onu yalanladı. De ki: "Ben sizin dayanağınız değilim."

67-Her haberin sabitleşmiş zamanı vardır. Ve ileride bileceksiniz.

68- Ve ayetlerimizde (alaya) dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir olaya dalıncaya kadar, artık onlardan yana kayıtsız kal. Ve eğer o şeytan sana unutturursa, onu (öğüdü) hatırladıktan sonra artık o haksızlık yapanlar topluluğunun beraberinde oturma.

69- Ve korunanların üzerine onların hesabından (sorumluluktan) hiçbir şey yoktur. Fakat korunmaları için onlara hatırlatma vardır.

70- Ve itaat nizamlarına bir oyun ve bir eğlence olarak tutunan ve bu şimdiki yaşamın onları aldattığı kimseleri bırak. Ve hiç bir benlik kazandığı nedeniyle tutsaklaşmasın diye onunla hatırlatma yap. Onun için Allah'ın aşağısından bir yönelen ve bir eşlikçi yoktur. Ve eğer türlü denklik bedelini denkleştirecek olsa da, ondan alınmaz. İşte onlar kazandıkları nedeniyle tutsaklaşmış olanlardır. Onlar için (gerçeği) örtmekte olmaları nedeniyle kaynar sudan bir içecek ve acı azap vardır.

71-  72- De ki: "Allah'ın aşağısından bize fayda veremeyecek ve zorluk veremeyecek olanı mı çağıralım? Ve Allah bize o doğruya ilettikten sonra ökçelerimiz üzerinde geri döndürülelim de o şeytanların keyfi arzusuna uydurduğu, o yerde şaşkın bir halde dolaşan, arkadaşlarının onu 'Bize gel'  diye çağırmakta olduğu kişi gibi mi olalım?" De ki: "Allah'ın iletmesi, o doğruya iletmenin ta kendisidir. O tüm insanların Efendisine teslim olmakla ve o kulluk görevini ayakta tutmakla ve O'na karşı korunmakla buyurulduk. Ve O, kendisine sürülüp toplanılacağınızdır."

73- Ve O, o gökleri ve o yeri o gerçekle takdir etti.  Ve "Ol" diyeceği gün (her şey) oluverir. O'nun sözü gerçektir. Ve o boruya üfürüleceği gün hükümranlık O'nundur. O algılanamayananın ve o tanık olunanın, bilenidir. Ve O, en bilgedir en iyi haber alıcıdır.

74- Ve bir zaman İbrahim, babası Azer'e: "Sen putlara tanrılar olarak mı tutunuyorsun? Şüphesiz ki ben, seni ve topluluğunu bir açıklanan sapkınlık içinde görüyorum" demişti.

75- Ve böylece o kesinkes inananlardan olması için İbrahim'e, o göklerin ve o yerin hükümranlığını (n kimde olduğunu) gösteriyorduk.

76- Gece üzerini kapadığında bir yıldız görmüş: "İşte bu, benim efendimdir" demiş, kaybolduğunda, "Ben o kaybolanları sevmem" demişti.

77- Ay'ı doğmuş olarak gördüğünde, "İşte bu, benim efendimdir" demiş, kaybolduğunda, " Ant olsun ki eğer Efendim beni doğruya iletmeseydi, kesinlikle o sapıklar topluluğundan olurdum" demişti. 

78- 79- Güneş'i doğmuş olarak gördüğünde, "İşte bu, benim efendimdir, bu en büyük" demiş, kaybolduğunda, "Ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin ortaklaştırmakta olduğunuz şeylerden uzağım. Şüphesiz ki ben (fıtrat yasalarına) bir meyilli olarak yüzümü o gökleri ve o yeri yarıp açığa çıkarana yönelttim ve ben o ortak koşanlardan değilim" demişti.

80- 81- 82- Ve topluluğu onunla tartışmaya girişmiş o da: "Beni doğruya iletmişken Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ve ben O'na ortaklaştırmakta olduğunuz şeylerden kaygılanmam, ancak Efendimin bir şey dilemesi hariç. Benim Efendimin bilgice her şeyi çevrelemiştir. Halâ hatırlamaz mısınız? Hakkında size bir yetki indirmediği şeyleri, siz Allah'a ortaklaştırmaktan kaygılanmıyor iken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl kaygılanırım? Eğer biliyorsanız (söyleyin) iki kısımdan hangisi o emniyete daha hak sahibidir? İnanmış ve inançlarına haksızlığı giydirmeyenler, işte onlar emniyettelerdir ve onlar doğruya iletilenlerdir"demişti.

83- Ve bunlar, topluluğuna karşı onu İbrahim'e verdiğimiz tartışma delilimizdir. Dilediğimizi kademelerle yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Efendin en bilgedir en iyi bilicidir.

84- Ve ona İshak ve Yakub'u bahşetmiş, her birini doğru yola iletmiştik. Ve önceden de Nuh'u doğruya iletmiştik. Ve onun soyundan Davud'u ve Süleyman'ı ve Eyyub'u ve Yusuf'u ve Musa'yı ve Harun'u da. Biz o iyilik edenlere böyle karşılık veririz.

85- Ve Zekeriyya ve Yahya ve İsa ve İlyas, her biri o düzgünlerdendir.

86- Ve İsmail'i , Elyesa'yı, Yunus'u ve Lut'u, hepsini o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştık.

87- Ve babalarından ve soylarından ve kardeşlerinden de. Onları derleyip toplamış ve bir dosdoğru yola iletmiştik.

88- İşte bu, Allah'ın onunla kullarından kimi dilerse ileteceği yoludur. Ve eğer (o elçiler de) ortaklaştırsalardı, işlemekte oldukları şeyler kesinlikle onlardan boşa giderdi.

89- İşte onlar, kendilerine o kitabı ve o bilgeliği ve o haberciliği vermiş olduklarımızdır. Eğer onlar (Mekkeliler) bunları (reddederek) örterse, bunları (reddederek) örtücüler olmayan bir topluluğu, onların yerine kesinlikle (sorumlulukları) üstlendiririz.

 90- İşte onlar, Allah'ın doğruya iletmiş olduklarıdır, o halde sen de onların iletilmelerini örnek al. De ki: "Ben buna karşılık sizden bir iş karşılığı sormuyorum. O, tüm insanlar için ancak bir hatırlatmadan başka bir şey değildir."

91- Ve: "Allah, beşer üzerine hiçbir şey indirmedi" demekle, Allah'ın gücünü gereği gibi değerlendiremediler. De ki: "O insanlara ışık verici ve bir doğruya ileten olarak Musa'nın getirdiği, yazılı kağıtlar haline düzenleyip (bir kısmını) belli etmekte ve birçoğunu da gizlemekte olduğunuz sizin ve atalarınızın bilmediklerinin öğretildiği o kitabı kim indirdi? De ki:"Allah (indirdi)." Sonra da onları daldıklarının içinde oynamaya bırak.

92- Ve işte bu, önünde olanı doğrulayıcı o kasabaların anası ve çevresinde olanları uyarman için indirdiğimiz bereketlenmiş bir kitaptır. Sonrakine inananlar buna inanırlar ve onlar o kulluk görevini kollayanlardır.

93- Ve Allah'a karşı bir yalan yakıştıran, veya kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde "Bana vahyolundu" diyen kimseden ve "Allah'ın indirdiğinin örneği gibi bende indireceğim" diyen kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Ve sen o haksızlık yapanları o ölümün dalgınlıkları içinde oldukları ve o melekler onlara ellerini genişleticiler oldukları zaman: "Çıkarın benliklerinizi, bugün Allah'a karşı gerçeğin dışında söylemekte olmanız ve O'nun ayetlerinden büyüklük taslamanız nedeniyle o önemsizlik azabıyla karşılık göreceksiniz" (derken) bir görsen. 

94- Ve ant olsun ki sizi ilk defasında takdir ettiğimiz gibi bize tek başınıza geldiniz. Ve insan gücü olarak size verdiğimizi sırtlarınızın ötesinde bıraktınız. Ve ortaklarınız olduklarını iddia ettiğiniz sizin içinizdeki eşlikçilerinizi de sizin beraberinizde göremiyoruz. Ant olsun ki aranız(daki bağlar) paramparça kesilmiş ve (tanrılıklarını) iddia etmekte olduğunuz şeyler sizden sapmıştır.

95- Şüphesiz ki Allah, o dane ve o çekirdeğin yarıcısıdır. O ölüden yaşayanı çıkarıyor ve yaşayandan da o ölüyü çıkarandır. İşte bu, Allah'tır. Böyle iken nasıl çarptırılıyorsunuz?

96- O sabahın yarıcısıdır. Ve o geceyi bir durulma ve o güneşi ve o ay'ı hesap olarak oluşturdu. İşte bu, o en güçlünün o en iyi bilicinin ölçüsüdür.

97- Ve O, o karanın ve o su kütlesinin karanlıkları içinde onlarla doğruya iletilesiniz diye sizin için o yıldızları oluşturdu. Bilen bir topluluk için (gözle görülen) o ayetleri kesinlikle ayrıntılandırdık.

98- O, sizi bir tek benlikten oluşturdu. (Sizin için) bir sabitleşmiş yer, bir de ilgiyi kesme yeri vardır. Kavrayan bir topluluk için (gözle görülen) o ayetleri kesinlikle ayrıntılandırdık.

99- O, o gökten bir su indirdi. Onunla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan yeşillik çıkardık. Ondan da birbiri üstüne binmiş daneler çıkarıyoruz. Ve o hurma tomurcuklarından yere doğru sarkmış salkımlar ve birbirine benzeyen benzemeyen üzümlerden ve zeytinlerden ve narlardan bahçeler çıkarıyoruz. Olgunlaştığı ve ürün verdiği zaman ürününe bakın (da şükredin). Şüphesiz ki bunda size inanan bir topluluk için  kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

100- Ve cinleri Allah'a ortaklar olarak nisbet ettiler. Halbuki onları da (Allah) takdir etmiştir. Bir bilgi olmaksızın O'na oğulları ve kızları (isnad ederek) kestirip attılar. O, her türlü eksiklikten uzaktır ve onların nitelemekte oldukları şeylerden yücedir.

101- O gökleri ve o yeri bir örneği olmadan takdir edicisidir. O'nun eşi olmadığı halde O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? Ve her şeyi O takdir etti. Ve O, her şeyi en iyi bilicidir.

102- İşte bu, sizin Efendiniz Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Her şeyin takdir edicisidir, artık O'na kulluk edin. Ve O, her şeyin üzerinde dayanaktır.

103- O görme duyuları O'na yetişemez ama O, o görme duyularına yetişir. Ve O, o çok lütuf sahibidir, o en iyi haber alıcıdır.

104- Efendinizden size doğruyu görmeler gerçekten gelmiştir. Artık kim doğruyu görürse, benliği içindir. Ve kim kör olursa, onun aleyhinedir. Ve ben sizin üzerinize kollayıcı değilim.

105- Ve böylece "Sen ders almışsın" demeleri ve bilen bir topluluğa da onu açıklamamız için, o ayetleri evirip çeviriyoruz.

106- Efendinden sana vahyolunana takıl. O'ndan başka tanrı yoktur. Ve o ortak koşanlardan kayıtsız kal.

107- Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, ortaklaştırmazlardı. Ve seni onların üzerine kollayıcı tayin etmedik. Ve sen onların dayanağı da değilsin.

108-  Ve Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarına sakın sövmeyin, aksi takdirde onlar da bir düşmanlıkla bir bilgi olmaksızın Allah'a söverler. Her bir topluma işlemekte olduklarını böyle süsledik. Sonra onların dönüşleri Efendilerinedir. Artık işlemekte oldukları şeyleri onları haberlendirecektir.  

109- Ve onlara eğer (gözle görülen) bir ayet gelirse, ona kesinlikle inanacaklarına dair güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "(Gözle görülen) o ayetler ancak ve ancak Allah'ın yanındadır." O (delil) geldiği zaman da ona inanmayacaklarının farkında olmuyor musunuz?

110- Ve onların gönüllerini ve görmelerini ona ilk  defasında inanmamış oldukları gibi çevirir ve onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakırız.

111- Ve eğer biz onlara o melekleri indirmiş olsaydık ve o ölüler onlarla konuşmuş olsaydı ve her şeyi karşılarına sürüp toplamış olsaydık, Allah dilemedikçe kesinlikle inanacak değillerdi. Fakat onların tamamı düşüncesizlik ediyorlar.

112- 113- Ve böylece her bir haberci için o insanın ve o cin'in  şeytanlarını düşman olarak oluşturduk. Onlar bir kısmı bir kısmını bir aldatmayla o sözün yaldızlısını fısıldar. Ve eğer senin Efendin dilemiş olsaydı, bunu yapamazlardı. Artık onları ve yakıştırmakta olduklarını, sonrakine inanmazların gönüllerinin ona meyletmesi ve ondan hoşnut olmaları ve gayret ederek kazanmakta olduklarını kazanmaya devam etmeleri için bırak.

114- O, size o kitabı (zamanlara) ayrıntılandırılmış olarak indirmişken doğru karar veren olarak Allah'tan başkasının peşine mi düşeceğim? Ve kendilerine o kitabı verdiklerimiz biliyorlar ki, şüphesiz ki o, senin Efendinden gerçek (bir neden)le indirilmiştir. Öyleyse sakın o tereddüde düşenlerden olma.

115- Ve senin Efendinin kelimesi doğrulukça ve denklikçe tamamdır. O'nun kelimelerini değiştirici olmaz. Ve O, O en iyi işiticidir O en iyi bilicidir.

116- Ve eğer  o yer(Mekke)dekilerin daha çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar (yanlış) kanaatten başka bir şeye takılmıyorlar. Ve onlar saçmalamaktan başkasını yapmıyorlar.

117- Şüphesiz ki senin Efendin O, kendisinin yolundan sapanı en iyi bilendir. Ve O, o doğruya iletilenleri de en iyi bilendir.

118- Eğer kendisinin ayetlerine inananlarsanız, artık üzerine Allah'ın adı hatırlanmış şeylerden yeyin.

119- Ve size ne oluyor ki (açlık nedeniyle) ona zorlanmanız hariç, size yasakladığını kesinlikle ayrıntılı olarak açıklamışken, üzerine Allah'ın adı hatırlanmış şeylerden yemiyorsunuz? Ve şüphesiz ki birçokları keyfi arzularına uyarak bir bilgi olmaksızın saptırıyorlar. Şüphesiz ki senin Efendin O, o sınırı aşanları en iyi bilendir.

120- O günahın görünenini ve onun görünmeyenini bırakın. Şüphesiz ki o günahı kazananlar, gayret ederek kazanmakta oldukları nedeniyle karşılık göreceklerdir.

121- Ve üzerine Allah'ın adı hatırlanmamış şeylerden yemeyin. Ve çünkü o(nu yemek), kesinlikle itaatten çıkmaktır. Ve şüphesiz ki o şeytanlar sizinle söz dalaşı yapmaları için, kendilerine yönelenlere kesinlikle fısıldarlar. Ve eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki sizler de kesinlikle ortaklaştıranlarsınız.

122- Ölü iken kendisine yaşama döndürdüğümüz ve ona o insanlar arasında onunla yürüyeceği bir ışık oluşturduğumuz kimse, o karanlıklar içinden çıkamayan kimsenin örneği gibi midir? O (gerçeği) örtenlere işlemekte oldukları şeyler işte böyle süslendi.

123- Ve böylece her bir kasabada (ekonomik ve sosyal açıdan) en büyüklerini, orada hile kurmaları sonucunda oranın suçluları yaptık. Oysa benliklerinden başkasına hile kurmuyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

124- Ve onlara bir ayet geldiği zaman: "Allah'ın elçilerine verilmiş şeyin bir örneği gibi, bize de verilene kadar, asla inanmayacağız" dediler. Allah, mesajını nereye vereceğini en iyi bilendir. Hile kurmakta olmaları nedeniyle suçlulara Allah'ın yanından bir küçülmüşlük ve bir sert azap eriştirilecektir.

125- Artık Allah kimi doğruya iletmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar. Ve kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü göğe yükseliyormuş gibi dar ve buruk bir hale sokar. Allah, inanmazların üzerine o pisliği işte böyle yığar.

126- Ve işte bu, senin Efendinin dosdoğru olan yoludur. Hatırlayan bir topluluk için o ayetleri kesinlikle ayrıntılı olarak açıkladık.

127- Efendilerinin yanında o esenliğin yurdu onlar içindir. Ve O, işlemekte oldukları nedeniyle onların yönelenidir.

128- Ve o gün onları toplu olarak sürüp toplar. (Allah): "Ey o cin oymağı, o insandan (inkârcıları) çoğaltmak istediniz." Ve onların o insandan olan yönelenleri, "Ey Efendimiz bir kısmımız bir kısmımızla yararlanmak istedi ve bize belirlediğin bir sürenin sonuna ulaştık" dedi. (Allah): "O ateş, Allah'ın dilemesi hariç orada sürekli barınağınızdır" dedi.  Şüphesiz ki senin Efendin en bilgedir en iyi bilicidir.

129- Ve böylece biz o haksızlığı yapanları, kazanmakta oldukları nedeniyle (o ateşte) bir kısmını bir kısmına yönelen yaparız.

130- (Allah): "Ey o cin ve o insan oymağı, içinizden size benim ayetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle karşılaşmakla uyaran elçiler gelmedi mi?" (dedi). "Benliklerimiz üzerine tanıklık ederiz (ki geldi)" dediler. Ve bu şimdiki yaşam onları aldattı ve (gerçeği) örtücü olduklarına dair benlikleri aleyhine tanıklık ettiler.

131- İşte bu, senin Efendinin o kasabaları haksızlıkla ve halkı (elçilerden) duyarsızlarken yok edici olmadığındandır.

132- Ve her biri için işledikleri şeylerden dolayı dereceler vardır. Ve senin Rabbin onların işlemekte oldukları şeylerden duyarsız değildir.

133- Ve senin Efendin çok zengindir, o rahmetin sahibidir. Dilerse sizi giderir ve sizi diğer bir topluluğun soyundan oluşturduğu gibi dilediğini size ardıl yapar.

134- Şüphesiz ki size söz verilen şey kesinlikle gelicidir ve siz başarısız bırakıcılar değilsiniz.

135- De ki: "Ey topluluğum, olduğunuz hal üzere işleyin. Ben de (bende olduğum hal üzere) işleyiciyim. O yurdun sonu onun olacağı ileride bileceksiniz. Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez."

136- Ve yaydığı o ekin ve o hayvanlardan Allah'a hisse tayin ettiler de kendi iddialarınca: "Bu Allah'a ve bu da ortaklarımıza" dediler. Ortaklarına olan şey Allah'a ilişmez, fakat Allah'a olan şey ise ortaklarına ilişir. Karar vermekte oldukları şey ne kötüdür.

137- Ve böylece ortakları, o ortak koşanlardan birçoğuna çocuklarını öldürmeyi süsledi ki bunun sonucunda onları mahvetsin ve (sahte) itaat nizamlarını onlara giydirsin. Ve eğer Allah dileseydi, onu yapamazlardı. Artık sen onları ve yakıştırmakta oldukları o şeyi bırak.

138- Ve kendi iddialarınca: "Bu hayvanlar ve ekin yasaklaştırılmıştır. Onları bizim dilediğimizden başkası yiyemez" dediler. Ve hayvanlar var ki, onların sırtları (onlar tarafından) yasaklandı. Ve hayvanlar var ki, onların üzerlerine O'na  karşı yakıştırma yaparak Allah'ın adını hatırlamazlar. Yakıştırma yapıyor olmaları nedeniyle yakında onlara karşılık verecektir..

139- Ve dediler ki: "Bu hayvanların karınlarında olan şey sadece erkeklerimize özeldir ve eşlerimize yasaklaştırılmıştır. Ve eğer ölü halde olursa, artık onlar onda ortaktırlar." Nitelemelerinin karşılığını yakında verecektir. Şüphesiz ki O, en bilgedir en iyi bilicidir.

140- Bir bilgi olmaksızın ahmakça çocuklarını öldüren ve Allah'ın onlara rızık olarak verdiği şeyleri Allah'a karşı yakıştırma yaparak yasaklaştıranlar, kesinlikle ziyan etmiştir. Onlar kesinlikle sapmışlar ve doğruya iletilenler de olmamışlardır.

141- Ve O, asmalı ve asmasız bahçeleri ve yemişleri aykırı o hurma ve o ekinleri ve (tadları) birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları yetiştirdi. Ürün verdiği zaman onun ürününden yeyin ve biçme gününde de onun hakkını verin ve savurganlık yapmayın. Şüphesiz ki O, o savurganları sevmez.

142- Ve o hayvanlardan da yük taşıyan ve (tüyünden) döşek yapılanı da. Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden yeyin ve o şeytanın adımlarına takılmayın. Şüphesiz ki o, size apaçık bir düşmandır.

143- Sekiz eş; O koyundan iki ve o keçiden iki. De ki: "O iki erkeği mi yasakladı, yoksa o iki dişiyi mi? Yoksa o iki dişinin rahimlerinin kendisini kapsadığını mı? Eğer doğru sözlülerseniz beni bilgiyle haberlendirin."

144- Ve o deveden iki ve o sığırdan iki. De ki: "O iki erkeği mi yasakladı, yoksa o iki dişiyi mi? Yoksa o iki dişininin rahimlerin kendisini kapsadığını mı? Yoksa Allah size böyle önerirken tanıklar mıydınız?" O insanları bir bilgi olmaksızın saptırmak için Allah'a karşı bir yalan yakıştıran kimseden daha yanlış yapan kimdir? Şüphesiz ki Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

145- De ki: "Bana (yenilmesi yasak olduğu) vahyolunan şeyler içinde, leş veya akıcı kan veya domuzun eti, çünkü o bir pisliktir veya itaatten çıkmak olarak (kesilirken) kendisine Allah'tan başkasına ses yükseltilmiş olması dışında, yiyenin üzerine onu yemesi yasaklaştırılmış (bir bilgi) bulamıyorum. Artık kim (açlık sebebi ile) zorlanırsa, saldırganlık yapmaksızın ve sınırı aşmaksızın (yiyebilir), şüphesiz ki senin Efendin artık çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir."

146- Ve (daha önce) Dönenlere* de bütün tırnaklı hayvanları yasaklaştırmıştık. Ve o sığır ve o koyundan o ikisinin iç yağlarını, sırtlarında veya bağırsaklarında taşınan veya kemiğe karışanları hariç, yasaklaştırmıştık. İşte bu, aşırılıkları nedeniyle onlara karşılığımızdır. Ve şüphesiz ki biz kesinlikle doğru sözlüleriz.

*Hadu kelimesine "Dönenler" anlamı verme gerekçemiz, Araf s. 156. ayetindeki bağlamına binaendir.

147- Eğer seni yalanlarlarsa artık de ki: "Efendiniz geniş rahmet sahibidir. Ve O'nun sıkıntısı da o suçlular topluluğundan geri döndürülmez."

148- Ortaklaştıranlar diyecekler ki: "Eğer Allah dilemiş olsaydı, biz ve atalarımız ortaklaştırmaz ve hiçbir şeyi de yasaklaştırmazdık." Onlardan öncekilerde sıkıntımızı tadana kadar böyle yalanlamışlardı. De ki: "Yanınızda onu bize karşı çıkarabileceğiniz herhangi bir bilgi varmı? Siz (yanlış) kanaatten başkasına takılmıyorsunuz ve siz saçma sözlerden başkasını söylemiyorsunuz."

149- De ki: "En üst seviyedeki o kesin delil Allah'ındır. Eğer dilemiş olsaydı, sizi kesinlikle toplu olarak doğruya iletirdi."

150- De ki: " 'Şüphesiz ki Allah bunu yasakladı' diye tanıklık edecek tanıklarınızı getirin. Eğer tanıklık ederlerse, sen onların beraberinde tanıklık etme. Ve ayetlerimizi yalanlayan ve sonrakine inanmazların ve Efendilerine (başkalarını) denk tutanların keyfi arzularına takılma.

151- De ki: "Gelin Efendinizin size yasakladığı şeyleri peşi sıra okuyayım. Hiçbir şeyi O'na ortaklaştırmayın ve anne babaya iyilik edin ve geçim darlığından çocuklarınızı öldürmeyin. Size de ve onlara da biz rızık veriyoruz. Ve o hayasızlıklara, onlardan görünen şeye ve görünmeyen şeye yaklaşmayın. Ve Allah'ın (öldürülmesini) yasakladığı o benliği o gerçek (neden) dışında öldürmeyin. İşte size bağ kurmanız için bunu önerdi."

152- "Ve en sertliğine ulaşıncaya kadar, onun en iyisi dışında o yetimin malına yaklaşmayın. Ve o ölçeği ve o tartıyı hakkaniyetle eksiksiz yapın. Bir benliği genişliğinin dışında yükümlendirmeyiz. Ve söylediğiniz zaman eğer ki yakınlık sahibi de olsa, denkliği sağlayın. Ve Allah'ın antlaşmasını eksiksiz yerine getirin. İşte size hatırlamanız için bunu önerdi."

153- Ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur, o halde siz de ona takılın. Ve o (başka) yollara takılmayın, sonra sizi O'nun yolundan ayrıştırır. İşte size korunmanız için bunu önerdi.

154- Ayrıca, en iyiye karşı (nimetimi) yerine getirmek ve her şeyi ayrıntılı açıklamak, bir yola ileten ve bir rahmet olarak, Efendilerinin karşılamasına inanmaları için Musa'ya o kitabı vermiştik.

155- Ve işte bu da, indirdiğimiz bereketlenmiş bir kitaptır. Bağışlanmanız için artık ona takılın ve korunun.

156- "O kitap, ancak ve ancak bizden önceki iki ekibe indirilmiş ve biz onların derslerinden kesinlikle duyarsızlardık" dersiniz diye (indirdik).

157- Veya: "Şayet o kitap bize indirilmiş olsaydı, kesinlikle onlardan daha doğruya iletilen olurduk" dersiniz diye (indirdik). İşte size Efendinizden apaçık bir delil ve bir doğruya ileten ve bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve onlardan yana sert tutum takınan kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Ayetlerimizden yana sert tutum takınanlara, sert tutumda olmaları nedeniyle o azabın sıkıntılısını karşılık olarak vereceğiz.

158- Onlar (inanmak için) kendilerine ancak o meleklerin gelmesini veya senin Efendinin gelmesini veya senin Efendinin bir kısım (gözle görülen) ayetlerinin gelmesine mi bakıyorlar? Senin Efendinin bir kısım (gözle görülen) ayetlerinin geldiği gün, önceden inanmamış veya inanmasından bir hayır kazanmamış olan bir benliğin inanması, artık ona fayda vermez. De ki: "Bakının şüphesiz ki biz de bakınanlarız."

159- Şüphesiz ki onlar itaat nizamlarını ayırmış ve taraftarlar halinde olmuşlar var ya, sen hiçbir şekilde onlardan değilsin. Onların işi ancak ve ancak Allah'a kalmıştır, sonra yapmakta oldukları şeyleri onları haberlendirecektir.

160- Kim o iyiliği getirirse, ona onun on katı vardır. Ve kim o kötülüğü getirirse, onun katından başkasıyla karşılık görmez ve onlara haksızlık yapılmaz.

161- De ki: "Şüphesiz ki benim Efendim beni bir dosdoğru yola, dimdik ayakta duran bir itaat nizamına, (fıtrat yasalarına) bir meyilli olarak İbrahim'in inancına iletti. Ve o, o ortak koşanlardan değildi."

162- 163- De ki: "Şüphesiz ki benim kulluk görevim (namazım) ve kurbanım ve yaşamım ve ölümüm, o tüm insanların Efendisi Allah'adır. Onun ortağı yoktur. Ve bununla buyuruldum ve ben o teslim olanların ilkiyim."

164- De ki: "Ve O, her şeyin Efendisi iken, Efendi olarak Allah'tan başkasının mı peşine düşeceğim? Ve her bir benlik kendisine olandan başkasını kazanmaz. Ve hiçbir ağır yük taşıyıcı da diğerinin ağır yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Efendinizedir, hakkında aykırılaşmakta olduğunuz şeyleri artık sizi haberlendirecektir."

165- Ve O, sizi o yerin ardılları olarak oluşturan ve verdiği şeyle sizi yoklamak için bir kısmınızı bir kısımın üstüne kademelerle yükseltendir. Şüphesiz ki senin Efendinin o sonu çok hızlıdır ve şüphesiz ki O, kesinlikle çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.