18 Nisan 2024 Perşembe

Bakara s. 36. Ayetinin Çevirisi Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an ayetleri ile ilgili olarak yapılan farklı yorum ve çevirilere baktığımızda, bu farklılıkların pek çok nedene dayandığını görürüz. Bu nedenlerden bir tanesi de "Zamirin Mercii", yani ayet içinde bulunan zamirin hangi isme döndüğü konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır. Bu konuda birçok müstakil eser ve akademik makale bulunmakta olup daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler bu makalelere bakabilirler. 

Biz bu yazımızda ilgili ayet içinde bulunan zamirin, yapılan çevirilerde genel kaide olan, zamirin en yakın isme değil, diğer bir isme döndürülmesinden kaynaklanan anlam farklılığı üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. 

Ayetin Arapça metni ve çevirileri şu şekildedir:

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Ancak şeytan her ikisinin de ayağını ORADAN kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: "Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir" dedik.

Tek bir meal örneği vermiş olmamızın nedeni, öncelikle hedefimizin mealleri yapan kişiler değil, yapılan mealler olmasındandır. Karşılaştırmalı meallerin toplandığı herhangi bir sitede bu ayetin meallerine bakanlar, bütün meallerin anlam olarak aynı olduğunu göreceklerdir.

Yapılan çeviride "oradan" kelimesini altı çizili olarak yazma nedenimiz, sıkıntının bu kelimeye "Oradan" anlamı verilmiş olmasından kaynaklanmasıdır. Arapça karşılığı ANHA olan kelime, tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, CENNET anlamı kast edilerek yazılmıştır. Bizim düşüncemiz ANHA edatı ile CENNET'in değil, Adem ile eşinin yaklaşmaması istenilen AĞACIN kast edilmiş olduğudur. Bu ayette

Bakara s. 35. ayeti metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 

Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin CENNETTE yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu AĞACA yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.'

Bu ayette geçen iki kelime olan "Cennet" ilk, "Ağaç" ise ikinci sıradadır. Genel geçer gramer kaidesi olarak, zamirin dönmesi gereken yer "Cennet" değil, "Ağaç" kelimesi olmalıdır. Çünkü 36. ayette geçen "Ha" zamirinin dönmesi gereken yer kendisine en yakın kelime olan "Ağaç" kelimesidir.

Burada, "Peki Kur'an meali yapanlar bu kadar basit bir kuralı bilmiyorlar mı?" şeklinde bir sorunun akla gelmesi gayet normal, hatta gereklidir.

Peki, Bakara s. 36. ayetindeki ha zamiri neden ağaca değil de cennet kelimesine döndürülmüş?.

Kur'an meali yapanların tamamı, elbette böyle bir kaidenin olduğunu bilmekte ve bu kaideyi göz önüne alarak ayet çevirilerini yapmaktadırlar. Bu soruya bizim verebileceğimiz cevaplardan bir tanesi ise dikkatli bir okuma yapılmamış olmasını düşünmemizdir. Kur'an'ı yüzlerce binlerce kez okuyup ta bazı anlamları yakalayamamak asla bir suç değil, gayet doğal bir durumdur. Çünkü okuyan kişinin bilgi birikimi, onun Kur'an'ı anlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Biz bunu derken "Biz bu işi yalayıp yuttuk" şeklinde asla bir iddia içinde değiliz. Çünkü Kur'an, okundukça kendisini açan bir kitap'tır. Biz de defalarca okumuş olmamıza rağmen bu ayrıntıyı daha önce maalesef fark edemedik.

Bizim düşüncemize göre meal yapıcıları Kur'an'da geçen Adem ve İblis kıssasının şayet dikkatli olarak okumuş olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Şöyle ki:

Eğer 36. ayette geçen "Anha" yerine, kıssanın geçtiği diğer ayetlerde "Cennet" yerine kullanılan edatın hangisi olduğuna bakmış olsalardı daha isabetli bir anlamı yakalayabilirdi.

Bu kıssanın geçtiği, Bakara s. 35, 38, Araf s. 13, 18, Hicr s. 34, Taha s. 123, Sad s. 77. ayetlerine bakıldığında, ayet içinde geçen "minha" edatının cennet yerine kullanıldığı, ve bu kullanımdan hareketle bile, 36. ayette geçen "Anha" edatının cennet yerine değil de ağaç yerine kullanılmış olduğu kolayca anlaşılabilirdi. 

Durum böyle olunca, "Anha" edatını ağaca götürerek bir anlam verecek olursak, Bakara s. 36. ayetinin meali nasıl olabilir?. 

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا "Derken şeytan ikisinin ayağını (anha) ondan kaydırdı."

Dikkat edilirse "Anhaedatına bütün meallerde verilen "Oradan" anlamını değil, "Ondan" anlamını verdik. Bunun nedeni ise 35. ayette geçen وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ "ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" emrinin şeytanın vesvesesi ile çiğnetilmiş olmasıdır. 

Yani şeytan, Adem ile eşine vesvese vererek önce onların emre karşı gelmelerini sağlamış, sonra da cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bizim bu ayete verdiğimiz anlam şu şekildedir:

---Bakara s. 36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde bulundukları yerden çıkarmış, ve biz de "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için (bundan sonra) yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" demiştik.

Meal yapıcıları eğer bu ayeti dikkatli bir biçimde okumuş olsaydı, cennetten çıkarılmanın öncesinde bir emir ihlali yapılmış olduğuna dikkat ederek, sonrasında cennetten çıkarılmanın meydana geldiğini görebilirlerdi.

Burada bazı kimseler, "Peki senden başka kimse böyle bir anlam vermediyse, senin doğru olduğunun kanıtı nedir?" diyebilir. Biz hiçbir zaman Kur'an ile ilgili olarak yaptığımız yorumlarda kendimizi tek doğru olarak asla gösterme cüretinde bulunmadık. Yanlış yaptığımızı iddia eden delilini ortaya koyar biz de bu delile göre hareket ederiz. Burada şunu da ilave etmek isteriz ki bizim bu ayete verdiğimiz anlam türedi bir anlam değildir. Zemahşeri'nin Keşşaf'ında bu ayetin tefsirine bakanlar, orada da böyle bir düşüncenin olduğunu görebilirler. Biz "Zemahşeri ne derse doğrudur" şeklinde bir iddia ile bunu söylemiyoruz. Bizim iddiamız, bu ayet üzerinde üzerinde yapılan böyle bir yorumun daha isabetli olduğu yönündedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Mart 2024 Çarşamba

Al-i İmran s. 13. Ayetinde Hangi Topluluk Karşısındaki Topluluğu Kendilerinin İki Katı Görüyordu?

 Kur'an'ı mealinden okuyan bir kimse, bazı ayet meallerinin anlam yönünden birbirinden farklı olarak yapıldığına, şayet dikkatli bir okuma yapıyorsa, mutlaka şahit olacaktır. Bu durumun birçok farklı sebebi bulunmaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz meal farklığı ise, "Zamirin mercii" olarak bilinen, yani zamirin ibarede hangi isme döndüğü konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır.

Bu durumdan kaynaklanan meal farklılıklarında, gramer konusu yönünden herhangi bir hata yapıldığını söylemek pek mümkün olmamakla birlikte, ayete verilen bazı anlamların Kur'an bütünlüğü noktasından bakıldığında, sanki Kur'an'da bir çelişki varmış gibi bir durumu ortaya çıkarması bakımından, bir takım sıkıntıları doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zamirin hangi isme döndüğü konusunda verilecek olan kararların, sadece ibarenin gramer açaısından tahlili neticesinde değil, aynı zamanda Kur'an bütünlüğü açısından herhangi bir çelişkiye yol açıp açmadığına da bakılarak verilmesi çok önemlidir.

İfade etmek istediğimiz durum, Al-i İmran s. 13. ayetine yapılan meallerde ortaya çıkmaktadır. Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Bu ayete verilen iki farklı meal de şu şekildedir:

 Örnek 1:

İbretti size birbirleriyle karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda savaşmadaydı, öbürüyse kafirdi ve inananları, gözleriyle iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin bir ibret var.

Örnek 2:

Birbirleriyle karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışmaktaydı, diğer topluluk ise kâfirdi. Allah yolunda çarpışanlar ötekileri gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini kendi yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda görebilenler için ibret vardır.

Ayet, Bedir savaşı ile ilgilidir. Ayet meallerine baktığımızda, karşılaşan iki topluluktan bahsedilmekte, bu topluluktan birinin Allah yolunda savaşan yani inanan, diğer topluluğun ise inkarcı topluluk olduğu bildirilmektedir. Bu ayet ile ilgili yapılan meallerde buraya kadar herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. 

Sıkıntı, hangi topluluğun diğerini kendilerinin iki katı olarak gördükleri noktasındadır. 1. örnek mealde, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde bir meal yapılırken, 2. örnek mealde  ise, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde meal yapılmıştır.

Yapılan iki farklı mealin hiçbirinde gramer yönünden hata yapıldığı için bu farklılığın ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Farklılık, zamirin hangi isme dönmüş olabileceği notasındadır. Ayet metninde geçen يَرَوْنَهُمْ ibaresindeki هُمْ zamirinin, inananlara mı yoksa inkarcılara mı raci olduğu noktasından kaynaklanan farklı tercihlerden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Kur'an bütünlüğüne göre hareket edilmesinin bizi doğruya yaklaştıracağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'an çelişkisiz bir kitaptır, ve onun bu çelişkisizliği zamirin mercii konusu gibi farklı anlamalardan kaynaklanan durumlarda, bize en doğru bir hakemliği yapacaktır.

Enfal s. 44. ayeti, bize bu konuda yardımcı olarak anahtar bir ayet mesabesindedir.

وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

Bu ayet yine Bedir savaşı ile ilgili olup, Al-i İmran s. 13. ayetine nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere ışık tutmaktadır şöyle ki:

Enfal s. 44. ayetinde Allah (c.c.), karşılaşan her iki topluluğu da birbirlerinin gözünde az gösterdiğini bildirmektedir. Al-i İmran s. 13. ayetine dönecek olursak, o ayette Allah (c.c.) bir topluluğu diğerinin gözünde iki katı gösterdiğini bildirmektedir. O zaman Al-i İmran s. 13. ayetinde bizim aramamız gereken nokta, hangi toplululuğa hangi topluluğun az gösterilmiş olduğu noktasında olmalıdır. Bunu da bize Enfal s. 44. ayeti sağlayacaktır.

Allah (c.c.) Enfal s. 44. ayetinde her iki topluluğu da birbirlerine karşı az gösterdiğini bildirmiş olmasından hareketle, Al-i İmran s. 13. ayetine inkarcı topluluğun inanan topluluğu kendilerinin iki katı görmüş olmaları yani çok görmüş olmaları, Enfal s. 44. ayeti ile çelişki arz edecektir. 

Yani 1. örnek mealde verdiğimiz, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördükleri yönünde yapılan mealler, Enfal s. 44. ayetini baz alarak düşündüğümüzde isabetli bir çeviri değildir.

Bu durumda 2. örnek mealde verdiğimiz, inanan toplululuğun inkarcı topluluğu kendilerinin iki katı görmeleri nasıl izah edilebilir?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: 

Bu durumda inkarcı topluluğun, inanan topluluğun sayısının iki katından daha fazla bir sayıya olduğunu anlamaktayız. Tarihi verilerde, Bedir savaşında inkarcıların sayısının inananların sayısının 3 katı fazla olduğu yönünde verilen bilgilerin, bu ayete göre doğru olduğu anlaşılmaktadır.

O zaman Al-i İmran s. 13. ayeti bize, Bedir'de kendilerinden 3 kat sayıya sahip olan inkarcı topluluğun, inanan topluluğun gözünde daha az gösterilerek inananların iki katı olarak gösterildiğini beyan etmektedir.

Ayeti bu şekilde anladığımızda Enfal s. 44. ayeti ile Al-i İmran s. 13. ayeti arasında herhangi bir çelişki doğmamaktadır. Yine de "Neden iki katı gösterilmiş olabilir?" şeklinde bir soru aklına gelen kimseye ise, yine Enfal s. 65. ve 66. ayetlerini gösterebiliriz. 

Enfal s. 65--- Ey Nebi! İnananları (Allah için düşmana karşı) savaşa hazırla! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz inkârcıya galip gelir. Eğer sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkârcılardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Enfal s. 66--- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor. Bu durumda, sizden sabretmesini bilen (dirençli) yüz kişi çıkarsa, bunlar iki yüz kişiye galip gelir ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah (zulme karşı) direnenlerle beraberdir.

Enfal s. 66. ayetine dikkat ettiğimizde Allah (c.c), sabırlı bir inanan topluluğunun kendilerinin iki katı olan bir topluluğa karşı galip gelebileceklerini bildirmektedir. Allah (c.c.) inanan topluluğa kendilerinden 3 kat gibi daha fazla olan inkarcı topluluğun sayısını, kendilerinin iki katı bir sayıya düşürerek az göstermek suretiyle onlara moral kazandırmaktadır.

Sonuç olarak: Kur'an meallerinde, zamirin hangi isme döndüğü konusunda doğan farklı anlayışlardan ötürü bazı ayetlerde birbirine zıt yapılmış çevirileri görmek mümkündür. Bu durumdan kaynaklanan farklılıkları Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak çözmek mümkündür. Al-i İmran s. 13. ayetinde gördüğümüz farklı çevirilerden 2. örnekte verdiğimiz şekilde yapılan mealler yani, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördükleri şeklinde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

7 Mart 2024 Perşembe

A'RAF SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Elif, Lâm, Mim, Sad.

2- Bir kitap ki, sana indirildi. Artık onunla uyarman ve o inananlara hatırlatman için ondan dolayı sakın göğsünde bir burukluk olmasın.

3- Efendinizden size indirilmiş olan şeye takılın ve O'nun berisinden yönelenlere sakın takılmayın. Siz ne kadar da az hatırlıyorsunuz.

4- Ve kasabadan kaçı vardı ki biz onu(n halkını) yok etmiştik te bizim sıkntımız ona geceleyin veya onlar (onun halkı) gündüz uyuyanlar iken birden gelivermişti.

5- Bizim sıkıntımız onlara geldiğinde artık çağrıları: "Şüphesiz ki biz haksızlık yapanlar idik" demelerinden başkası da olmamıştı.

6- Kendilerine (elçi)  gönderilmiş olan kimselere kesinlikle soracağız ve (elçi olarak) o gönderilmiş olanlara da kesinlikle soracağız.

7- (Yaptıklarını) onlara kesinlikle bir bilgi ile anlatacağız. Ve biz onlardan (yaptıklarını) algılamayanlar değildik.

8- Ve o gün, o tartı gerçektir. Artık kimin tartılanları ağır gelirse, işte onlar o başarıya eriştirilenlerin  ta kendileridir.

9- Ve kimin tartılanları hafif gelirse, işte onlar bizim ayetlerimize karşı haksızlık yapmakta oldukları nedeniyle kendi benliklerini ziyana sokmuş olan kimselerdir.

10- Ve ant olsun ki biz size o yerde olanak sağladık ve onda size geçimlikler oluşturduk. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.

11- Ve ant olsun ki biz sizi takdir ettik, sonra sizi suretlendirdik, sonra biz o meleklere "Adem'e boyun eğin" dedik de İblis dışında hemen boyun eğdiler. (İblis) o boyun eğenlerden olmadı.

12- (Allah): "Sana buyurduğum zaman (Ademe) boyun eğmene seni ne alıkoydu?" dedi. (İblis): " Ben ondan daha hayırlıyım. Beni bir ateşten takdir ettin ve onu ise bir çamurdan takdir ettin" dedi.

13- (Allah):"Hemen ondan in, artık senin onda büyüklenmen olmaz. Hemen çık, şüphesiz ki sen o küçülenlerdensin" dedi.

14- (İblis): "Harekete geçirilecekleri güne kadar beni gözetle" dedi.

15- (Allah): "Şüphesiz ki sen o gözetlenmişlerdensin" dedi.

16- 17- (İblis): "Öyleyse beni azdırman nedeniyle, ben de onlar için senin o dosdoğru yoluna kesinlikle oturacağım. Sonra onlara önlerinden ve artlarından ve sağlarından ve sollarından kesinlikle geleceğim. Ve onların daha çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın" dedi.

18- (Allah): "Yerilmiş kovulmuş olarak oradan çık. Ant olsun ki onlardan sana kim takılırsa, kesinlikle cehennemi toplu olarak sizden dolduracağım" dedi.

19- Ve (Allah)" Ey Adem, sen ve eşin bu bahçede durul. İkiniz dilediğiniz yerden yeyin ve sakın şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz o haksızlık yapanlardan olursunuz" (dedi).

20- Derken o şeytan, ikisinden gizlenmiş olan avretlerini ikisine belli etmek için ikisini işkillendirdi ve: "Efendiniz ikinizi bu ağaçtan yalnızca iki melek olursunuz veya o sürekli kalıcılardan olursunuz diye vazgeçirdi" dedi.

21- Ve ikisine: "Şüphesiz ki ben ikiniz için kesinlikle o içtenlikle öğüt vericilerdenim" diye de yemin etti.

22- Böylece ikisini bir aldanmaya sarkıttı. İkisi o ağaçtan tattıklarında, avretleri ikisine belli oldu. Ve ikisi üzerlerini o bahçenin yaprağından kapatmaya başladılar. Ve Efendileri ikisine: "Ben ikinizi o ağaç(a yaklaşmak)tan vazgeçirmedim mi? Ve ikinize: "Şüphesiz ki o şeytan ikinize bir apaçık düşmandır" demedim mi?" diye seslendi.

23- (İkisi): "Ey Efendimiz biz benliklerimize haksızlık yaptık ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen, kesinlikle o ziyan edenlerden oluruz" dediler.

24- (Allah): "Bir kısmınız bir kısıma düşman olarak inin. Ve o yerde belirli bir vakte kadar bir sabitleşme yeri ve bir yarar sizin içindir" dedi.

25- (Allah): "Onda yaşayacaksınız ve onda öleceksiniz ve ondan çıkarılacaksınız" dedi.

26- Ey Adem'in oğulları, biz kesinlikle size avretinizi gizleyecek bir elbise ve bir süslü elbise indirdik. Ve o korunma bilinci elbisesi, bu (onlardan) daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın (gözle görülen) ayetlerindendir, umulur ki hatırlarlar.

27- Ey Adem'in oğulları, o şeytan kendi babanızın ananızın avretlerini kendilerine göstermek için elbiselerini ikisinden çekip soyarak o bahçeden çıkardığı gibi, sizi de ayartmasın. Gerçek şu ki, o ve onun öndaşları, sizin onları görmediğiniz yerden sizi görüyorlar. Şüphesiz ki biz o şeytanları inanmaz kimselere yönelenler yaptık.

28- Ve onlar bir hayasızlık yaptıkları zaman: "Biz kendi atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bize bunu buyurdu" derler. De ki: "Şüphesiz ki Allah, o hayasızlığı buyurmaz. Siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

29- De ki: "Benim Efendim o hakkaniyeti buyurdu. Her boyun eğme yerinin yanında yüzünüzü kaldırın. Ve yaşam sistemini sadece O'na özgüleyenler olarak O'nu çağırın. Başlangıcınızdaki gibi tekrar (O'na) döneceksiniz."

30- Bir bölümü bir doğruya iletti ve bir bölümün üzerine de o sapkınlık gerçek oldu. Şüphesiz ki onlar o şeytanlara Allah'ın berisinden yönelenler olarak sahiplenmişler ve kendilerini kesinlikle doğruya iletilenler olduklarını hesap ediyorlardı.

31- Ey Adem'in oğulları, her boyun eğme yerinin yanında zinetlerinizi (giysilerinizi) (üzerinizde) tutun. Ve yeyin ve için ve sakın savurganlık yapmayın. Şüphesiz ki O, o savurganlık yapanları sevmez.

32- De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti (giysiyi) ve o rızıktan o temizlerini kim yasakladı?" De ki: "Onlar, o kalkışın günü inanmış olanlara özel olarak, bu şimdiki yaşamda inanmış olan kimseler içindir." Bilmekte olan bir topluluğa biz o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz.

33- De ki: "Benim Efendim ancak ve ancak, o hayasızlıkları, onlardan görünen şeyleri ve görünmeyen şeyleri ve o günahı ve o hak olmaksızın o haddi aşmayı ve hakkında bir yetki indirmediği şeyleri Allah'a ortaklaştırmanızı ve Allah'a karşı sizin bilemeyeceğiniz şeyleri söylemenizi yasakladı."

34- Ve her bir toplum için bir süre vardır. Artık onların süresi geldiği zaman, bir saat ertelemezler ve önceleyemezler.

35- Ey Adem'in oğulları, eğer sizden benim ayetlerimi anlatan elçiler size gelir de, kim korunur ve (durumunu) düzeltirse, artık onlara hiç bir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

36- Ve o kimseler ki, bizim ayetlerimizi yalanladılar ve onlardan büyüklendiler, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

37- Artık, Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış veya O'nun ayetlerini yalanlamış kimseden daha haksızlık yapan kimdir? İşte onlara o kitaptan hisseleri (ölümlerine kadar) kavuşacaktır. Nihayet bizim elçilerimiz onların ömürlerini tamamlamaya geldiği zaman: "Sizin Allah'ın berisinden çağırmakta olduğunuz şeyler nerede?" derler. (Onlar da): "Bizden saptılar" derler ve böylece gerçeği örtücüler olduklarına dair kendi benlikleri üzerine tanıklık ettiler.

38- (Allah): "Sizden önce gelip geçmiş o cinden ve o insandan olan toplumların içinde o ateşin içine girin" dedi. Her ne zaman bir toplum (o ateşe) girse, kendi kardeşini dışlar. Nihayet birbirlerine yetiştirilip onda toplu halde oldukları zaman, onların diğer (ateşe giren)leri onların ilk (ateşe giren)lerine: "Ey Efendimiz, bunlar bizi saptırdılar, artık onlara o ateşten (bizden) bir kat fazla azap ver" dedi. (Allah): "Her biri için katlamalıdır, fakat siz bilmezsiniz" dedi.

39- Ve onların ilkleri, onların sonlarına: "Sizin için bizim üzerimizde hiçbir lütuf yoktur (azap hepimiz için aynıdır). Öyleyse kazanmakta olduğunuz nedeniyle o azabı tadın " dedi.

40- Şüphesiz ki o kimseler, bizim ayetlerimizi yalanladılar ve onlardan büyüklendiler. O göğün kapıları onlar için kesinlikle açılmaz ve o deve o iğnenin deliğine geçinceye kadar, o bahçeye giremezler. Ve biz o suç işleyenlere işte böyle karşılık veririz.

41- (Altlarından) cehennemden bir döşek, üstlerinden de (ateşten) kaplamalar onlar içindir. Ve biz o haksızlık yapanlara işte böyle karşılık veririz.

42- Ve o kimseler ki inandılar ve o düzgün işleri işlediler. Biz bir benliği kendi (maddi ve bedeni) kapsayıcılığının dışında yükümlendirmeyiz. İşte onlar o bahçenin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

43- Ve biz göğüslerinde (kin nefret gibi) bağdan ne varsa çekip çıkardık. Onların altından o nehirler akar. Ve onlar: "O övgü Allah'adır, O ki bizi buna (bahçeye)iletti. Eğer Allah bizi (bahçeye)iletmeseydi, biz kendimizi (bu bahçeye) iletebilecek değildik. Ant olsun ki Efendimizin elçileri (bize) gerçeği getirmiş." dediler. Ve onlara: "Bu size, sizin işlemekte olduğunuz nedeniyle ona mirasçı olduğunuz o bahçedir" diye seslenildi.

44- 45- Ve o bahçenin arkadaşları, o ateşin arkadaşlarına: "Biz, Efendimizin bize söz verdiği şeyi kesinlikle gerçek olarak bulduk. Artık siz de Efendinizin söz verdiği şeyi gerçek olarak buldunuz mu?" diye seslendi. (Onlar): "Evet (bulduk)" dediler. Derken onların arasından bir duyurucu: "Allah'ın dışlaması o haksızlık yapanların üzerinedir. O kimseler ki Allah'ın yolundan uzaklaştırırlar ve onda bir eğrilik arama peşine düşerlerdi. Ve onlar o diğer (yaşam) gerçeğini örtücülerdi" diye duyurdu.

46- Ve ikisinin arasında bir engel vardır. Ve o burçların üzerinde de bir takım adamlar vardır ki, onların her birini kendi işaretlerinden tanımaktadırlar. Ve onlar o bahçenin arkadaşlarına: "Selam sizin üzerinizedir" diye seslendiler. Onlar (girmeyi) umuyor oldukları halde ona henüz girmemişlerdir. 

47- Ve bakışları o ateşin arkadaşlarının karşısına çevrildiği zaman: "Ey Efendimiz, bizi o haksızlık yapanlar topluluğunun beraberinde sakın bulundurma" dediler.

48- 49- Ve o burçların arkadaşları, işaretlerinden tanımakta oldukları adamlara: "Toplu olmanız ve büyüklük taslamış olmanız size bir zenginlik sağlamadı. 'Allah onları bir şefkate kavuşturmaz' diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?" diyerek seslendi. (Allah onlara dedi ki): "Girin bahçeye size hiçbir kaygı olmaz ve sizler üzülmezsiniz."

50- Ve o ateşin arkadaşları, o bahçenin arkadaşlarına: "Bizim üzerimize o sudan veya Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden dökün" diye seslendi. (Onlar da): "Şüphesiz ki Allah, bu ikisini de o gerçeği örtücülerin üzerine yasakladı" dediler.

51- Onlar ki, yaşam sistemlerini bir oyalanma ve bir oyun olarak sahiplenmişler ve bu şimdiki yaşam onları aldatmıştı. Onlar bu günleri ile karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi ısrarla reddetmekte oldukları gibi, artık bugün biz de onları (rahmetten) unuturuz.

52- Ve ant olsun ki biz onlara, onu bir bilgi üzere ayrıntılı olarak açıkladığımız, (ona) inanmakta olan bir topluluğu bir doğruya ileten ve bir şefkat olan bir kitap getirmiştik.

53- Onlar, onun (verdiği haberin) geri dönüşümünden başka bir şeye mi bakıyorlar? Onun (verdiği haberin) geri dönüşümü geleceği gün, önceden onu unutmuş olan kimseler: "Efendimizin elçileri  kesinlikle bize o gerçeği getirmiş. Artık bizim için eşlikçilerden kimse varmı ki artık bize eşlikçilik edeler veya (dünyaya) geri döndürülelim de, artık bu işlemekte olduğumuzdan başkasını işleyelim" der. Kendi benliklerini kesinlikle ziyana sokmuşlardır ve yakıştırmakta oldukları şeyler de onlardan sapmıştır.

54- Şüphesiz ki sizin Efendiniz Allah'tır. O'ki, o gökleri ve o yeri altı günde takdir etti, sonra o tahtın üzerine denkleşti. O geceyi, onu durmaksızın isteyen o gündüze kaplatmaktadır. Ve o güneş ve o ay ve o yıldızlar O'nun buyruğuna boyun eğdirilmişlerdir. Dikkat edin, o takdir ediş ve o buyruk O'nundur. O tüm insanların Efendisi Allah, bereketin kaynağıdır.

55- Efendinizi yalvarıp yakararak ve gizli olarak çağırın. Şüphesiz ki O, o sınırı aşanları sevmez.

56- Ve o yerde onun düzeltilmesinden sonra sakın bozuculuk yapmayın. Ve O'nu kaygılanarak ve umutlanarak çağırın. Şüphesiz ki Allah'ın şefkati o iyilik edenlerden yanadır.

57- Ve O ki, kendisinin şefkati önünden o rüzgârları bir müjde olarak gönderir. Nihayet (o rüzgârlar) bir ağır bulutu (pek hafifmiş gibi) kaldırdığı zaman, biz onu bir ölü yöreye sevk ederiz de onunla o suyu indirir, böylece onunla o her çeşit ürünlerden çıkarırız. Biz o ölüleri de böyle çıkarırız. Siz umulur ki hatırlarsınız.

58- Ve o (toprağı) temiz yörenin bitkisi, kendisinin Efendisinin onayıyla (kolayca ve güzel) çıkar. Ve o (toprağı) murdar olan (beldenin bitkisi) ise zorlukla uğraşmaktan başka çıkmaz. Şükreden bir topluluğa o ayetleri işte böyle evirip çeviriyoruz.

59- Ant olsun ki biz Nuh'u topluluğuna gönderdik de: "Ey topluluğum, siz Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Şüphesiz ki ben sizin için bir büyük gün azabından kaygılanıyorum" dedi.

60- Topluluğundan o dolular: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle bir apaçık sapkınlık içinde görüyoruz" dedi.

61-62- 63- (Nuh): "Ey topluluğum bende bir sapkınlık yoktur. Ben ancak o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Ben size Efendimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben size içtenlikle öğüt veriyorum ve ben Allah'tan sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum. Sizden bir adama sizi uyarması ve sizin korunmanız ve merhamet edilmeniz için Efendinizden bir hatırlatma gelmesine şaştınız mı?" dedi.

64- Buna rağmen onlar, onu yalanladılar. Bunun üzerine biz de onu ve onun beraberinde o gemide olan kimseleri kurtardık ve bizim ayetlerimizi yalanlamış olan kimseleri ise batırdık. Şüphesiz ki onlar körler topluluğu idiler.

65- Ve Ad'a da kardeşleri Hud'u (gönderdik, onlara): "Ey topluluğum, siz Allah'a kulluk edin, sizin için  O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Siz hiç korunmaz mısınız?" dedi

66- Topluluğundan o dolu gerçeği örtmüş olan kimseler: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle bir ahmaklık içinde görüyor ve şüphesiz ki biz senin kesinlikle o yalancılardan olduğuna kanaat getiriyoruz" dedi.

67- 68- 69 (Hud): "Ey topluluğum bende bir ahmaklık yoktur. Ben ancak o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Ben size Efendimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben sizin için bir güvenilir içtenlikle öğüt vericiyim. Sizden bir adama sizi uyarması için Efendinizden bir hatırlatma gelmesine şaştınız mı? Ve hatırlayın o zamani ki sizi Nuh toplumundan sonra ardıllar olarak oluşturdu ve o takdir edişte sizi genişlikçe artırdı. Başarıya eriştirilmeniz için artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın" dedi.

70- (Dolgunlar): "Sen bize o tek Allah'a kulluk etmemiz ve kendi atalarımızın kulluk etmekte olduğu şeyleri bırakmamız için mi geldin? Eğer sen o doğru söyleyenlerden isen, senin bizi tehdit etmekte olduğun şeyi haydi bize getir" dediler.

71- (Hud): "Efendinizden üzerinize bir pislik ve bir hiddet kesinlikle çökmüştür. Allah'ın onlar hakkında hiçbir yetki indirmediği, sizin ve sizin atalarınızın onları isimlendirdiği birtakım isimler hakkında benimle tartışıyor musunuz? Artık bakının şüphesiz ki ben de sizin beraberinizde o bakınanlardanım" dedi.

72- Bunun üzerine, onu ve onun beraberinde olan kimseleri bizden bir şefkatle kurtardık ve bizim ayetlerimizi yalanlamış ve (onlara) inanan olmayan kimselerin ise arkasını kestik. 

73- 74- Ve Semud'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik, onlara): "Ey topluluğum, siz Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Efendinizden size kesinlikle bir apaçık delil gelmiştir. Bu, size (gözle görülen) bir ayet olarak Allah'ın dişi devesidir. Onu bırakın da Allah'ın yerinde yesin ve siz ona sakın bir kötülükle dokunmayın, yoksa bir acı azap sizi tutar. Ve hatırlayın o zamanı ki sizi Ad'dan sonra ardıllar olarak oluşturdu ve sizi o yerde yerleştirdi. Onun ovalarından köşkler sahipleniyor ve o dağları evler olarak yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve bu siz yerde bozuculuk yapanlar olarak sakın karışıklık çıkarmayın" dedi.

75- Topluluğundan büyüklük taslamış olan o dolular, içlerinden inanmış olan zayıf düşürülmüş kimselere: "Siz Salih'in kendisinin Efendisinden gönderilmiş biri olduğunu (gerçekten) biliyor musunuz?" dedi. (Onlar da): "Şüphesiz ki biz onunla gönderilmiş olan şeye inananlarız" dediler.

76- Büyüklük taslamış olan kimseler: "Şüphesiz ki biz de sizin kendisine inandığınızı örtücüleriz" dedi.

77- Derken, o dişi deveyi ayaklarından kestiler ve böylece Efendilerinin buyruğundan (uzaklaşıp) başkaldırdılar. Ve onlar: "Ey Salih, eğer o gönderilmiş olanlardan isen, bizi tehdit etmekte olduğun şeyi bize getir" dediler.

78- Bunun üzerine onları o şiddetli sarsıntı tuttu, böylece onlar yurtlarında diz üstü çökenler oluverdiler.

79- O da onlardan (başka tarafa) yöneldi ve: "Ey topluluğum, ant olsun ki ben size Efendimin mesajını ulaştırdım ve ben size içtenlikle öğüt verdim. Fakat siz o içtenlikle öğüt vericileri sevmiyorsunuz" dedi.

80- 81- Ve Lut'u da. Bir zaman topluluğuna: "Siz o tüm insanlardan hiçbirinin onunla sizin önünüze geçmediği (sizden önce kimsenin işlemediği) o hayasızlığa mı geliyorsunuz? Şüphesiz ki sizler o kadınların berisinden bir (cinsel) iştahla o adamlara kesinlikle geliyorsunuz. Hayır siz, bir savurganlık yapanlar topluluğusunuz" demişti.

82- Ve topluluğunun ona cevabı: "Onları kasabanızdan çıkarın, şüphesiz ki onlar çok temiz kalan insanlarmış" demelerinden başkası değildi.

83- Bunun üzerine onu ve o geride kalanlardan olan karısı hariç onun halkını kurtarmıştık.

84- Ve biz onların üzerine bir yağmur yağdırmıştık. Şimdi sen bak o suç işleyenlerin sonu nasıl olmuş.

85- 86- 87- Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik, onlara): "Ey topluluğum, siz Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Efendinizden size kesinlikle bir apaçık delil gelmiştir. Artık o ölçeği ve o tartıyı tastamam yapın. Ve siz o insanların eşyalarını(n değerini) sakın düşük tutmayın.Ve o yerde onun düzeltilmesinden sonra sakın bozuculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve O'na inanan kimseyi tehdit ederek ve Allah'ın yolundan uzaklaştırarak ve onda bir eğrilik arama peşine düşerek sakın her bir yola oturmayın. Ve hatırlayın hani siz az idiniz de sizi çoğalttı. Ve siz o bozuculuk yapanların sonu nasıl oldu bir bakın. Ve eğer sizden onunla gönderilmiş olduğuma bir ekip inanmış ve bir ekipte inanmamışsa, artık Allah aramızda karar verinceye kadar, (bana karşı) direnip gayret etmeye devam edin. Ve O, o karar vericilerin en hayırlısıdır" dedi.

88- 89- Topluluğundan büyüklük taslamış olan o dolular: "Ey Şuayb, seni ve senin beraberindeki inanmış olan kimseleri kasabamızdan kesinlikle çıkaracağız veya kesinlikle bizim inanç sistemimize tekrar döneceksiniz" dedi. (Şuayb): "Eğer biz çirkin görenler olsak da mı? Allah'ın bizi ondan kurtarmasından sonra, eğer sizin inanç sisteminize tekrar dönecek olursak, Allah'a karşı kesinlikle bir yalan yakıştırmış oluruz. Efendimiz Allah'ın dilemesi dışında, bizim için ona tekrar dönmemiz olmaz. Efendimiz her bir şeyi bilgice kapsamıştır. Biz Allah'a dayandık. Ey Efendimiz, bizim aramızla topluluğumuz arasını o gerçek ile aç, sen o açanların en hayırlısısın" dedi.

90- Ve topluluğundan gerçeği örtmüş olan o dolular: "Eğer Şuayb'e takılacak olursanız, o takdirde şüphesiz ki sizler de kesinlikle ziyan edenlersiniz" dedi.

91- Bunun üzerine o şiddetli sarsıntı onları tuttu, böylece yurtlarında diz üstü çökenler oluverdiler.

92- O kimseler ki Şuayb'ı yalanladılar, onda zenginlik içinde hiç yaşamamış gibi (oldular). O kimseler ki Şuayb'ı yalanladılar, onlar o ziyan edenler ta kendileri oldular.

93-  Onlardan (başka tarafa) yöneldi ve: "Ey topluluğum, ant olsun ki ben size Efendimin mesajlarını ulaştırdım ve ben size içtenlikle öğüt verdim. Artık gerçeği örtücüler toplululuğuna nasıl üzülebilirim?" dedi.

94- Ve biz bir kasabaya hiçbir haberci göndermedik ki, onun halkını yalvarıp yakarmaları için o sıkıntıya ve o zarara tutmamış olalım.

95- Sonra biz o kötülüğün yerini o iyiliğe değiştirdik. Nihayet (önceki sıkıntıyı ve zararı kafalarından) sildiler ve onlar: "Kendi atalarımıza da kesinlikle (önce) o zarar ve (sonra da) o ferahlık dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine biz de onlar fark etmezlerken bir anda onları tutuverdik.

96- Ve eğer o kasabaların halkı inanmış ve korunmuş olsalardı, üzerlerine o gökten ve o yerden bereketleri açardık. Fakat yalanladılar, bunun üzerine biz de kazanmakta oldukları şeyler nedeniyle onları tutuverdik.

97- O kasabaların halkı, onlar gece vakti uyuyanlarken bizim sıkıntımızın kendilerine gelmesinden güvende mi gördü?

 98- Veya o kasabaların halkı, onlar kuşluk vakti oyalanırlarken bizim sıkıntımızın kendilerine gelmesinden güvende mi gördü?

99- (O kasabaların halkı) Allah'ın tuzağından güvende mi gördüler? Oysa Allah'ın tuzağından o ziyan edenler topluluğundan başkası (kendisini) güvende görmez.

100- Onların halkının arkasından, o yere mirasçı olan kimseleri (bu haberlerimiz) doğruya iletme(ye yetme)di mi? Eğer biz dileyecek olsak, arkaya takılı suçlarını(n karşılığını) onlara eriştirirdik. Ve biz onların kalplerinin üzerine damga vururuz da, artık onlar işitemezlerdi

101- Bu kasabalar, biz sana onların haberlerinden anlatıyoruz. Ve ant olsun ki elçilerimiz onlara o apaçık delilleri getirdiler. (Atalarının) önceden yalanladıkları şeye onlar da inanan olmadılar. Allah, o gerçeği örtücülerin kalplerine işte böyle damga vurur.

102- Ve biz onların tamamında antlaşmaya hiçbir bağlılık bulmadık. Ve şüphesiz ki biz onların tamamını kesinlikle itaatten çıkanlar olarak bulduk.

103- Sonra biz onlardan sonra Musa'yı, bizim (gözle görülen) ayetlerimizle Firavun ve onun  dolularına harekete geçirdik. Fakat onlara (ayetlerimize) karşı haksızlık yaptılar. Şimdi sen bak o bozuculuk yapanların sonu nasıl olmuş.

104- 105- Ve Musa: "Ey Firavun, şüphesiz ki ben o tüm insanların Efendisinden bir elçiyim. Allah'a karşı o gerçekten başkasını söylememem bana yaraşandır. Ben size Efendinizden bir delil getirdim, artık Yakub'un oğulları'nı benim beraberimde gönder" dedi.

106- (Firavun): "Eğer sen (gözle görülen) bir ayet getirdiysen, eğer sen o doğru söyleyenlerden isen, haydi onu getir" dedi.

107- 108- Bunun üzerine değneğini attı, birden o bir apaçık koca yılan. Ve elini (koynundan) çekip çıkardı birden o, o bakanlar için bembeyaz (oluvermiş).

109- 110- Firavun'un topluluğundan olan o dolular: "Şüphesiz ki bu, kesinlikle en iyi bilici bir sihirbazdır. Sizi, sizin yerinizden çıkarmak istiyor" dedi. (Firavun): "O halde siz ne öneriyorsunuz?" dedi.

111- 112- (Dolgunlar): "Onu ve kardeşini beklet ve o şehirlere sürüp toplayıcılar gönder. Bütün en iyi bilici sihirbazları sana getirsinler" dediler.

113- Ve o usta sihirbazlar Firavun'a geldi. "Eğer o yenenlerin ta kendileri bizler olursak, kesinlikle bir iş karşılığı bizim içindir" dediler.

114- (Firavun): "Evet, ve şüphesiz ki siz kesinlikle yakınlaştırılmış kimselerdensiniz" dedi.

115- (Sihirbazlar): "Ya (ilk) atan sen, ya da (ilk) o atanlar biz olalım ey Musa" dediler.

116- (Musa): "Siz atın." dedi. Attıklarında o insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve bir büyük sihir getirdiler.

117- Ve biz Musa'ya "Değneğini at" diye vahyettik. (Attığında) birden o da onların çarpıtmakta oldukları şeyleri yutuyor.

118- Böylece o gerçek ortaya düştü, ve işlemekte oldukları şeyler geçersiz oldu.

119- Artık orada yenildiler ve küçülenler olarak çevrildiler.

120- 121- 122- Ve o usta sihirbazlar boyun eğiciler olarak (yere) atıldı. "Biz, o tüm insanların Efendisine, Musa'nın ve Harun'un Efendisine inandık" dediler.

123- 124- Firavun: "Benim size ben onay vermemden önce siz ona inandınız. Şüphesiz ki bu, bir tuzaktır, onu bu şehirde kurdunuz ki halkını ondan çıkarasınız. Siz ileride bileceksiniz. Ben kesinlikle sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazından kestireceğim, sonra ben kesinlikle sizi toplu olarak asacağım" dedi.

125- 126- (Onlar da): "Şüphesiz ki biz Efendimize çevrilicileriz. Ve sen bizden Efendimizin ayetleri bize geldiğinde onlara  bizim inanmamızdan başka bir nedenle öç almıyorsun. Ey Efendimiz, bizim üzerimize direnip gayret etme gücü boşalt ve bizim ömrümüzü teslim olanlar olarak tamamla" dediler.

127- Ve Firavun'un topluluğundan olan o dolular: "Musa'yı ve onun topluluğunu, bu yerde bozuculuk yapmaları ve seni ve senin tanrılarını bırakması için mi bırakacaksın?" dedi. (Firavun): "Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını ise yaşatacağız. Ve şüphesiz ki biz onların üstünde boyun eğdiricileriz" dedi.

128- Musa topluluğuna: "Allah'a destek isteğinde buluunun ve direnip gayret edin.Şüphesiz ki  bu yer Allah'ındır, onu kullarından kimi dilerse mirasçı yapar. Ve o son o korunanlarındır" dedi.

129- (Topluluğu): "Sen bize gelmen öncesinden de ve sen geldikten sonra da rahatsız edildik" dediler. (Musa): "Efendinizin sizin düşmanınızı yok etmesi ve bu yerde sizi ardıllar yapması ve sizin nasıl işleyeceğinize bakması umulur" dedi.

130- Ve ant olsun ki Firavun'un hanedanını hatırlamaları için senelerce o kıtlıkla ve o ürünlerden bir eksiltmeyle tuttuk.

131- Onlara o iyilik geldiği zaman, "Bu bizim içindir" derlerdi. Ve eğer onlara bir kötülük eriştirilirse, Musa'ya ve onun beraberinde olanların uğursuzluğuna yorarlardı. Dikkat edin, onların uğursuzlukları (işlediklerinden doğan sonuçları) ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat onların hiçbiri bilmezler.

132- Ve onlar: "Bizi onunla sihirlemen için (gözle görülen) ayetten her ne getirsen de, biz sana inananlar olmayacağız" dediler.

133- Bunun üzerine biz de onların üzerine (zamanlara) ayrılmış (gözle görülen) ayetler olarak o tufanı ve o çekirgeyi ve o haşereleri ve o kurbağaları ve o kanı gönderdik. Bunlara rağmen yine de büyüklük tasladılar ve suç işleyenler topluluğu oldular.

134- Ve üzerlerine o titreten azap çöktüğünde: "Ey Musa, senin Efendinin senin yanındaki antlaşması nedeniyle bizim için çağrı yap. Eğer bizden bu titreten azabı kaldırırsan, sana kesinlikle inanacağız ve Yakub'un oğulları'nı senin beraberinde kesinlikle göndereceğiz" dediler.

135- Biz o titreten azabı onlardan, (yeni bir sarsıntıya) ulaşıcı olacakları bir süreye kadar kaldırdığımızda, onlar hemen yeminlerini bozuyorlardı.

136- Bunun üzerine biz de onlardan öç aldık, bizim ayetlerimizi yalanlamış olmaları ve onlardan duyarsız kalanlar olmaları nedeniyle onları o denizin içinde batırdık.

137- Ve zayıf düşürülmekte olan o topluluğu, onda bizim bereketlendirdiğimiz o yerin doğularına ve batılarına mirasçı yaptık. Ve senin Efendinin Yakub'un oğulları'na o iyiliği, direnip gayret etmeleri nedeniyle böylece tamam oldu. Ve Firavun ve topluluğunun ustalıkla yapmakta oldukları şeyleri ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik.

138-139- 140- Ve Yakub'un oğulları'nı o su kütlesini geçirdik. Derken kendilerine ait putların üzerine saygı ile kapanmakta olan bir topluluğa geldiler. (Musa'ya): "Ey Musa, onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap" dediler. (Musa): "Şüphesiz ki siz, düşüncesizlik etmekte olanlar topluluğusunuz. Şüphesiz ki onların içinde oldukları şey darmadağın olmuştur ve işlemekte oldukları da geçersizdir" dedi. (Musa devamen): "O, sizi o tüm insanların üzerine üstünleştirmişken size tanrı olarak Allah'tan başkasının peşine mi düşeceğim?" dedi.

141- Ve hani sizi o azabın kötüsüne süren Firavun'un hanedanından sizi kurtarmıştık. Oğullarınızı öldürüyorlar ve kadınlarınızı yaşatıyorlardı. Bu sizin için Efendinizden bir büyük yoklamaydı.

 142- Ve Musa ile otuz geceliğine sözleşme yaptık ve onu on ile tamamladık. Ve böylece kendisinin Efendisinin belirlediği vakit kırk geceye tamam oldu. Ve Musa, kardeşi Harun'a: "Toplumumda bana ardıllık et ve düzelt ve sakın o bozuculuk yapanların yoluna takılma" dedi.

143- Ve Musa belirli vaktimiz için geldiğinde ve Efendisi onunla konuştuğunda. (Musa): "Ey Efendim, bana görün de sana bakayım" dedi. (Allah): "Sen beni asla göremeyeceksin. Fakat şu dağa bak, eğer kendi yerinde sabit kalırsa, sen de beni göreceksin" dedi. Onun Efendisi kendisini o dağa ortaya çıkardığında, onu dümdüz bir hale getirdi ve Musa baygın bir halde yere kapaklandı. Ayıldığında: "Sen her türlü eksiklikten uzaksın. Sana itaate döndüm ve ben o inananların ilkiyim" dedi.

144- (Allah): " Ey Musa, şüphesiz ki ben mesajlarımla ve konuşmamla seni o tüm insanların üzerine seçtim. Artık sana verdiğim şeyi tut ve o şükredenlerden ol" dedi.

145- Ve biz ona o levhalarda her bir şeyden bir öğüt ve her bir şeyin ayrıntılı bir açıklamasını yazdık. (Musa'ya) artık onları kuvvetlice tut, kendi topluluğuna da onu en iyi şekilde tutmalarını buyur. Ben o itaatten çıkanların yurdunu yakında size göstereceğim (dedik).

146- O yerde o hak olmaksızın büyüklenmekte olan kimseleri benim ayetlerimden çevireceğim. Ve eğer (gözle görülen) her ayeti görseler, ona inanmazlar. Ve eğer o olgunluğun yolunu görseler, onu yol olarak sahiplenmezler. Ve eğer o azgınlığın yolunu görseler, onu yol olarak sahiplenirler. Bu, onların bizim ayetlerimizi yalanlamış olmaları ve onlara karşı duyarsız kalanlar olmaları nedeniyledir.

147- Ve o kimseler ki,bizim ayetlerimizi ve o diğer (yaşam) karşılaşmasını yalanladılar, onların işledikleri boşa gitmiştir. Onlar işlemekte oldukları şeylerden başkasıyla mı karşılık görecekler?

148- Ve Musa'nın topluluğu, onun arkasından (altın gümüş gibi) takılarından, onun böğürmesi olan bir buzağı cesedini sahiplendi. Onun onlarla konuşamaz ve onları doğru bir doğruya iletemez olduğunu görmediler mi? Onu sahiplendiler ve haksızlık yapanlardan oldular. 

149- Ve (başları pişmanlıkla) ellerine düşürülüp ve kendilerinin kesinlikle sapmış olduklarını gördüklerinde: "Eğer Efendimiz bize merhamet etmezse ve bağışlamazsa, kesinlikle o ziyan edenlerden oluruz" dediler.

150- Ve Musa topluluğuna, çok öfkeli kederli olduğu halde döndüğünde: "Benim arkamdan bana ne sıkıntılı ardıllık ettiniz. Rabbinizin (azap) buyruğunu çabuklaştırdınız mı?" dedi. Ve o levhaları attı ve kardeşinin başını onu kendisine doğru çekerek tuttu. (Kardeşi): "Ey annemin oğlu, şüphesiz ki bu topluluk beni zayıf düşürdü ve neredeyse beni öldürüyorlardı. Artık o düşmanları sakın bana sevindirme ve beni o haksızlık yapanlar topluluğunun beraberinde görme" dedi.

151- (Musa): "Ey Efendim, beni ve kardeşimi bağışla ve bizi şefkatine girdir. Ve sen o merhamet edenlerin en merhametlisisin" dedi.

152- Şüphesiz ki o kimseler o buzağıyı (tanrı olarak) sahiplendiler, onlara bu şimdiki yaşamda Efendilerinden bir hiddet ve bir aşağılanma kavuşacaktır. Ve biz o (yalan) yakıştırıcılara işte böyle karşılık veririz.

153- Ve o kimseler ki o kötülükleri işlediler, sonra bunların arkasından itaate döndüler ve inandılar. Şüphesiz ki senin Efendin, bunların arkasından kesinlikle bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.

154- Ve Musa'dan o hiddet yatıştığında o levhaları tuttu. Ve onların bir nüshasında "Efendilerinden ürkmekte olan kimseler için bir doğruya ileten ve bir şefkat" (yazılıydı).

155- 156- Ve Musa, belirli vaktimiz için topluluğuna yetmiş adam hayırlandırdı. Onları o şiddetli sarsıntı tuttuğunda: "Ey Efendim, eğer dilemiş olsaydın, önceden onları da ve beni de yok ederdin. İçimizdeki o ahmakların yaptığı şey nedeniyle bizi yok mu edeceksin? Bu, senin denemenden başka bir şey değildir. Onunla kimi dilersen saptırırsın ve kimi dilersen de doğruya iletirsin. Sen bizim yönelenimizsin, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen o bağışlayıcıların en hayırlısısın. Ve bizim için bu şimdiki (yaşamda) ve o diğer (yaşamda) bir iyilik yaz. Şüphesiz ki biz sana döndük" dedi. (Allah): "Azabımı dileyeceğim kimseye eriştiririm. Ve şefkatim her bir şeyi kapsamıştır. Onu da korunmakta olan ve o arınmayı yerine getirmekte olan kimselere ve bizim ayetlerimize inanmakta olan kimselere yazacağım" dedi.

157- O kimseler ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de kendisini yazılmış olarak bulacakları o kitap bilgisi olmayan* o haberci elçi'ye takılıyorlar. (O elçi) onlara o benimsenene uygun olanı buyuruyor ve o yadırganandan vazgeçiriyor ve onlara o temizleri serbestleştiriyor ve o murdarları ise yasaklaştırıyor ve onlardan üzerlerinde olan ağır görevlerini ve o bağları (yasakları kaldırıp yere) koyuyor. O kimseler ki ona inandılar ve onu desteklediler ve ona yardım ettiler ve onun beraberindeki indirilmiş olan o ışığa takıldılar. İşte onlar, o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

"El-ümmiyyun" kelimesi okuma yazma bilmemeyi değil, anasından doğduğu gibi olan yani kendilerine kitap bilgisi gelmemiş olan Arap toplumunu ifade etmektedir. Bu isim Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kendilerinden olmayan Araplara verilmiştir. Kur'an (3.20.75- 62. 2)

 158- De ki: "Ey o insanlar, şüphesiz ki ben, Allah'ın, sizin hepinize (gönderilmiş)elçisiyim. O'ki, o göklerin ve o yerin hükümranlığı O'nundur, O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur, yaşatır ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve O'nun o kitap bilgisi olmayan, o haberci elçisine inanın. O ki Allah'a ve O'nun kelimelerine inanır. Doğruya iletilmeniz için ona takılın."

159- Ve Musa'nın topluluğu içinden bir toplum vardı ki onlar, o gerçeğe iletirler ve onunla da eşitliği sağlarlardı.

160- Ve biz onları oniki torun toplumu olarak parça parça ayırdık. Ve biz Musa'ya, topluluğu ondan suvarmasını istediği zaman, "Değneğini o taşa vur" diye vahyettik. Birden ondan oniki su gözesi fışkırdı. (İsrailoğullarından olan) bütün insanlar içecek yerini bildi. Ve biz o bulutu üzerlerine gölgelendirdik ve üzerlerine o kudret helvasını ve o bıldırcını indirdik: "Bizim size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin" (dedik). Ve onlar bize haksızlık yapmadılar, fakat kendi benliklerine haksızlık yapmakta idiler.

161- Ve bir zaman onlara: "O kasabada durulun ve ondan nereden dilediyseniz yeyin ve 'Günahlarımızı üzerimizden dök' deyin ve o kapıdan boyun eğen olarak girin ki, yanılgılarınızı bağışlayalım. O iyilik edenlere (karşılığını) artıracağız" denilmişti.

162- Fakat içlerinden haksızlık yapmış olan kimseler, kendilerine denilmiş sözü başka sözle değiştirmişler, bunun üzerine biz de onların üzerine haksızlık yapmakta olmaları nedeniyle üzerlerine o gökten bir titreten azap göndermiştik.

163- Ve onlara o su kütlesinin hazırında olan o kasabadan sor. Hani onlar o dinlenme (günün)de sınırı aşıyorlardı. Balıkları, dinlenme günlerinde onlara oluk oluk gelir, dinlenme olmayan günlerinde ise onlara gelmezdi. İtaatten çıkmakta oldukları nedeniyle onları işte böyle yokluyorduk.

164- Ve hani içlerinden bir toplum: "Allah'ın kendilerinin yok edici olacağı veya bir çetin azapla azap edici olacağı bir topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?" demişti. (Onlar): "Efendinize karşı bir gerekçe ve onların korunmaları için (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.

165- Onunla hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, biz de o kötülükten vazgeçirmekte olan kimseleri kurtarmış, haksızlık yapmış olanları ise itaatten çıkmakta olmaları nedeniyle bir sıkıntılı azapla tutmuştuk.

166- Ondan vazgeçirildikleri şeyden (uzaklaşıp) baş kaldırdıklarında, biz de onlara: "Kovalanan maymunlar olun" demiştik.

167- Ve hani senin Efendin, onların üzerlerine o kalkışın gününe kadar, onları o azabın kötüsüne sürecek kimseleri kesinlikle harekete geçireceğini duyurmuştu. Şüphesiz ki senin Efendin, o sonuçlandırması kesinlikle çok hızlıdır. Ve şüphesiz ki O, kesinlikle çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

168- Ve onları o yerde toplumlar olarak ayırdık. Ve içlerinden o düzgün olanlar da vardır, ve içlerinden bunun berisinde olanlar da vardır. Ve onları (bozuculuktan) dönmeleri için o iyiliklerle ve o kötülüklerle yokladık.

169- Onlardan sonra bir nesil onların yerine geçti ve o kitaba mirasçı oldu. O en aşağı (dünya)nın sunumunu tutuyorlar ve: "Yakında bizim için bağışlama var" diyorlar. Onlardan, Allah'a karşı gerçekten başkasını söylememelerine dair kitabın yeminle bağlanmış sözü alınmamış mıydı? Ve onun içinde olan şeyi iyice ders almamışlar mıydı? Ve o diğer yurt korunmakta olan kimseler için daha hayırlıdır. Siz hiç bağlantı kurmaz mısınız?

170- Ve o kimseler ki o kitabı sımsıkı tutarlar ve o kulluk görevini ayağa kaldırdılar, şüphesiz ki  biz o düzelticilerin iş karşılığını kayba uğratmayız.

171- Ve bir zaman o dağı onların üstlerine o bir gölgelikmiş gibi çekmiştik de, onlar onun üstlerine düşücü olduğuna (kesin) kanaat getirmişlerdi. "Sizin korunmanız için size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve içindeki şeyleri hatırlayın" (demiştik).

172-Ve o kalkışın günü: "Şüphesiz ki biz bundan duyarsız kalanlardık" dersiniz diye, bir zaman senin Efendin, Adem'in oğullarından onların sırtlarından soylarını almış ve onları kendi benliklerine tanık yaparak: "Ben sizin Efendiniz değil miyim?" (demişti). (Onlar da): "Evet biz tanığız" demişlerdi. 

173- Veya: "Bizim atalarımız önceden ortaklaştırmışlar ve biz onlardan sonra gelen bir soy idik. O geçersizcilerin yaptığı nedeniyle bizi yok mu edeceksin?" dersiniz diye.

174- Ve biz o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz ve umulur ki dönerler.

175- Ve onlara, kendisine bizim ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan sıyrılmış, bu yüzden ona o şeytan takılmış, böylelikle o azgınlardan olmuş kimsenin haberini peşi sıra oku.

176- Ve eğer biz dileseydik, onu kesinlikle onlarla yükseltirdik. Fakat o, o yere sürekli olmak istedi (şimdiki hayatı seçti) ve kendi keyfi arzusuna takıldı. Artık onun örneği o köpeğin örneği gibidir. Eğer üzerine yüklensen, dilini sarkıtıp solur veya onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Bu, bizim ayetlerimizi yalanlamış olan o topluluğun örneğidir. İyice düşünmeleri için onlara bu anlatıyı anlat.

177- Bizim ayetlerimizi yalanlamış ve kendi benliklerine haksızlık yapmakta olan o topluluk örnek olarak ne kötüdür.

178- Allah kimi doğruya iletirse, artık o, o doğruya iletilendir. Ve kimi de saptırırsa, artık işte onlar o ziyan edenlerin ta kendileridir.

179- Ve ant olsun ki, o cinden ve o insandan bir çoğunu (işlediklerinin sonucunda) cehenneme yaydık. Onların kalpleri vardır onlarla kavrayamazlar. Ve onların gözleri vardır onlarla göremezler. Ve onların kulakları vardır onlarla işitemezler. İşte onlar o hayvanlar gibidir, hayır onlar daha da sapkındırlar. İşte onlar o duyarsızların ta kendileridir.

180- Ve o en iyi isimler Allah'ındır. Öyleyse O'nu onlarla çağırın. Ve O'nun isimlerinde eğriltme yapmakta olan kimseleri bırakın. Onlar işlemekte oldukları şeylerin yakında karşılığını görecekler.

181- Ve bizim takdir etmiş olduklarımızdan bir toplum vardır ki onlar o gerçeğe iletirler ve onunla da eşitliği sağlarlar.

182- Ve o kimseler ki bizim ayetlerimizi yalanladılar, onları bilemeyecekleri yerden kademe kademe (azaba) yaklaştıracağız.

183- Ve ben onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz ki benim plânım sağlamdır.

184- Onlar, arkadaşlarında hiçbir cinnet olmadığını düşünmediler mi? O, bir apaçık uyarıcıdan başkası değildir.

185- Onlar, o göklerin ve o yerin hükümranlığına ve Allah'ın herhangi bir şeyden takdir ettiğine ve sürelerinin gerçekten yaklaşmış olma ihtimaline bakmadılar mı? Artık ondan sonra hangi bir söze inanacaklar?

186- Allah kimi saptırırsa, artık onu bir yola iletici olmaz. Ve onları kendi taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakır.

187- Sana o saatten: "Onun sabitleşmesi (gerçekleşmesi) ne zaman?" diye soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, ancak ve ancak Efendimin yanındadır. Onun vaktini O'ndan başkası ortaya çıkaramaz. (O saat) o göklerdekilere ve o yerdekilere ağır gelmiştir. Size bir andan başka şekilde gelmez." Sen onun hakkında araştıran biri gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak ve ancak Allah'ın yanındadır. Fakat (bunu soran) o insanların tamamı bilmezler."

188- De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendi benliğim için bir faydaya ve bir zarara hükümran değilim. Ve eğer ben o algılanamayananı bilseydim, kesinlikle maldan* çoğaltmayı isterdim ve o kötülük de bana dokunmazdı. Ben, inanmakta olan bir toplulğa bir uyarıcıdan ve bir müjdeciden başkası değilim."

*El-hayr kelimesine "Mal" anlamı vermek gerekçemiz, Bakara s. 180. ayetindeki geçişindeki anlamına binaendir.

189- O ki, sizi bir tek benlikten* takdir etmiş ve ondan da onunla durulması için onun eşini meydana getirmiştir. Onu kaplayınca (cinsel ilişki kurduğunda eşi) bir hafif yük yüklendi, böylece onunla (yüküyle bir zaman) geçip gitti. Artık (eşi) ağırlaştığında (doğumu yaklaştığında) ikisi Efendileri Allah'a: "Eğer bize bir düzgün olarak (çocuk) verirsen, kesinlikle o şükredenlerden olacağız" diye çağrı yaptılar.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre Adem ile başlamaktadır. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

190- Fakat ikisine bir düzgün olarak (çocuk) verdiğinde, ikisine verdiği şeyde O'na ortaklar koşmaya kalktılar. Oysa Allah, onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden yücedir.

191- Hiçbir şey takdir edemez, üstelik kendileri takdir edilmekte olanları mı ortaklaştırıyorlar?

192- Oysa onlar, onlara bir yardıma ve kendi benliklerine yardım etmeye güç yetiremezler.

193- Ve eğer onları o doğruya iletene çağırsanız, size takılmazlar. Onları çağırmış olmanız da, susanlar olmanız da sizin için denktir.

194- Şüphesiz ki sizin Allah'ın berisinden çağırmakta olduğunuz şeyler, sizin örnekleriniz gibi kullardır. Öyleyse siz doğru söyleyenler iseniz, haydi onları çağırın da sizi cevaplandırsınlar. 

195- Onların ayakları mı var onlarla yürüyorlar? Yoksa onların elleri mi var onlarla yakalıyorlar? Yoksa onların gözleri mi var onlarla görüyorlar? Yoksa onların kulakları mı var onlarla işitiyorlar? De ki: "Çağırın ortaklarınızı sonra bana plân kurun bana sakın baktırmayın."

196- Şüphesiz ki benim yönelenim Allah'tır. O ki o kitabı indirmiştir. Ve O, o düzgünlere yönelir.

197- Ve sizin O'nun berisinden çağırmakta olduğunuz kimselerin size yardım etmeye güç yetiremezler ve kendi benliklerine de yardım edemezler.

198- Ve eğer siz onları o doğruya iletene çağırsanız, işitmezler. Ve onları sana bakıyorlar olarak görürsün, oysa onlar göremezler.

199- Sen (hataları) o silme (yolunu) tut ve benimseneni buyur ve o düşüncesizlerden yana kayıtsız kal.

200- Ve eğer sana o şeytandan bir dürtü seni dürtüklerse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, bir en iyi işiticidir, bir en iyi bilicidir.

201- Şüphesiz ki o kimseler korunmuşlardır, onlar o şeytandan bir dolaşıcı dokunduğu zaman, onlar hatırlarlar ve birden (gerçeği) görenlerdir.

202- Onların (şeytanların) kardeşleri, onlara o azgınlığa çekerler, sonra da (bu çekmeyi) kısaltmazlar.

203- Ve onlara (gözle görülen) bir ayet getirmediğin zaman: "Onu sen derleyip toplamalı değil miydin?" derler. De ki: "Ben ancak ve ancak Efendimden bana vahyedilmekte olan şeye takılıyorum. Bu, Efendinizden inanan bir topluluğa doğruyu görmeler ve bir doğruya ileten ve bir şefkattir."

204- Ve bu okunan (Kur'an) okunduğu zaman, sizin merhamet edilmeniz için, artık onu dinleyin ve susun.

205- Ve Efendini, o sözden yükseğin berisinden (bir tonla) o sabah serinliği ve o akşamın erken vakti, yalvarıp yakararak ve gizli olarak kendi benliğinde hatırla ve sakın o duyarsızlardan olma.

206- Şüphesiz ki senin Efendinin yanında olan kimseler O'na kulluk etmekten büyüklük taslamazlar ve O'nu her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve O'na boyun eğerler.


20 Şubat 2024 Salı

A'raf s. 43. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Düşünce

 Kur'an mealini karşılaştırmalı olarak birkaç mealden birden dikkatli okuyanlar, bazı ayetlerin anlam açısından birbirinden farklı şekilde çevrilmiş olduğunu göreceklerdir. Bu durumla karşılaşan meal okuyucusu, hangi anlamın daha isabetli olduğunu haklı olarak araştırmaya gidecektir.

A'raf s. 43. ayeti, bir meal okuyucusunun böyle durumla karşılaşacağı ayetlerden biridir. Bu ayeti okuyan bir kimse, ayetin birbirinden farklı olarak çevrilmiş iki farklı anlama sahip olduğunu görecektir. Yazımızın konusu, bu farklı anlamdan hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde olacaktır.

İlgili ayetin Arapça metni ve iki farklı çeviriden ilkinin mealleri şu şekildedir: 

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ahmet Varol

Gönüllerinde kin adına ne varsa hepsini çıkarmışızdır ve altlarından ırmaklar akmaktadır. "Bizi doğru yola ileterek buraya kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermiş olmasaydı biz doğru yola giremezdik. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirdiler" derler. Onlara: "İşte bu cennete yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındınız" diye seslenilir.

Ali Bulaç

Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: 'Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.' Onlara: ' İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir' diye seslenilecek.

Cemal Külünkoğlu

Onların içlerinde kinden ne varsa söküp atarız. Altlarından ırmaklar akarken derler ki: “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bize doğru yolu göstermeseydi kendiliğimizden hidayete eremezdik. Andolsun ki; Rabbimizin resulleri hakkı getirmiştir.” (Onlara:) “İşte (dünyada yapmış olduğunuz) güzel işlere karşılık, şu cennete vâris kılındınız” diye seslenilir.

Diyanet Vakfı

(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.» Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.

Elmalılı (sadeleştirilmiş)

Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. "Bizi buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler." derler. Onlara şöyle seslenilir: "İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz".

Alıntı yaptığımız mealler, www.kuranmeali.com adlı siteden olup, burada sadece birkaç meali örnek olarak alıntıladık. Alıntı yaptığımız mealler övgü veya yergi amaçlı değildir.

A'raf s. 43. ayetine yukarıda verilen 1. grup meallerin ortak yönü, cennete girmiş olanlar tarafından söylenen "Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz kendimiz doğru yolu bulamazdık" şeklindeki ifadedir.

Şimdi aşağıya aynı ayetin farklı şekilde yapılmış 2. grup meal örneklerinden birkaç tanesini verelim:

Bayraktar Bayraklı

Onların göğüslerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. O cennette altlarından ırmaklar akmaktadır. “Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun. Allah bizi getirmeseydi biz bunu bulamazdık. Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişler” dediler. Onlara, “İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık size miras verildi” diye seslenilecektir.

Hasan Basri Çantay

Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.

Yaşar Nuri Öztürk

Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından. Şöyle derler: "Hamd olsun bizi buraya ulaştıran Allah'a. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size, yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet!"

Elmalılı (orjinal)

Bir halde ki derunlarında kîn kabilinden ne varsa hepsini söküb atmışızdır, altlarından ırmaklar akar «hamdolsun o Allaha ki hidayetile bizi buna muvaffak kıldı, o bize hidayet etmese idi bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamıza imkân yoktu, hakıkat rabbımızın Peygamberleri emri hakk ile geldiler» demektedirler, ve şöyle nidâ olunmaktadırlar: işte bu gördüğünüz o Cennet ki buna amelleriniz sebebiyle vâris kılındınız

2. grupta verdiğimiz meallerin ortak yönü, yine cennete girmiş olanlar tarafından söylenen, "Kendilerini cennete Allah'ın ulaştırdığı, kendilerinin Allah'ın nimeti böyle bir şeye ulaşmalarının imkansız" olduğu yönündeki sözleridir.

Ayetin iki farklı mealini verdikten sonra, aradaki farklı anlama sebep olan duruma geçebiliriz.

Ayete iki farklı anlam verilme sebebi, ayet içinde geçen هَدٰينَا- لِنَهْتَدِيَ-هَدٰينَا 

kelimeleridir. Bu 3 kelime aynı kökten olup sözlük olarak, "Yol göstermek, iletmek, klavuzluk yapmak" anlamına gelmektedir. 

Kanaatimizce aradaki anlam farkı, bu kelimenin ıstılahi anlamda mı yoksa lügat anlamında mı kullanılmış olduğunun tercihi noktasındadır. 1. grupta bulunan mealler, kelimeyi ıstılahi anlamda kullanırken, 2. gruptaki mealler, kelimeyi lügat anlamında kullanmayı tercih etmişlerdir.

Peki bu iki farklı mealden hangisi daha isabetlidir?. Meallerden bir grubun doğru diğer grubun ise yanlış olduğunu söylemediğimizi burada önemle hatırlatmak istiyoruz. 

Konunun başlangıcı bir önceki ayet olan 42. ayetten başlamaktadır.

------A'raf s. 42- Onlar ki inandılar ve bozuculuğu önleyici filler işlediler. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

Bu ayette yaşamını iman ve salih amel üzerine sürdürmüş ve o halde ölmüş olan insanların, ahiretteki alacakları karşılık bildirilmektedir. 

43. ayetin ilk bölümünde, "Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akarbuyurularak onların ahiretteki durumları ve verilecek nimetlerden bir kısmı bildirilmektedir.

Ayetin ikinci bölümünde ise, cennete girenlerin sözleri yer almakta, farklı mealler bu bölümün çevirisinden kaynaklanmaktadır. Diğer bölümlerin çevirilerinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا 

Dediler ki: "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti"

Dikkat edilirse cennet ehlinin ağzından çıkan ve ayet içinde geçen "Li heze" işaret zamiri cenneti işaret etmektedir. Çünkü konuşanlar cennettedir. Yani cennet ehli kendilerini cennete ulaştıran Allah'a hamd etmektedir. Cümlenin devamına verilecek anlam, bu ibareye verilecek anlam ile doğrudan alakalı olup, farklı meallerin bu zamirin cenneti işaret ettiğine dikkat edilmemesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Cennet ehlinin kendilerini cennete yerleştiren Allah'a hamd ettiklerini dikkate alan bir meallendirme yapıldığında ayetin devamı şu şekilde gelecektir: 

"Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi."

Bu durumda, 2. grupta bulunan meal örmeklerinin, 1. gruptaki meal örneklerine nazaran daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat edilirse 1. Elmalılı (sadeleştirilmiş), 2. grupta ise Elmalılı (orjinal) meali örnek verilmiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, 2. grupta bulunan orjinal meal ile, 2. grupta bulunan sadeleştirilmiş mealin birbirleri ile uyumlu olmadığıdır. Maalesef Elmalılı mealini sadeleştirmek için ellerine alanlar, Elmalılı'nın verdiği ayet bazı ayet meallerini anlamadan kendi kafalarınca meal vermeye çalışmışlardır.

A'raf s. 43. ayetine bu şekilde verilen farklı mealler, bazılarımız için önemsiz görülebilir. Ancak bizim amacımız meal yapıcılarını övmek veya yermek değil, yapılan meal örneklerini vererek meal okuyucularının bazılarının kafalarında oluşabilecek soru işaretlerine cevap verebilmektir.

A'raf s. 43. ayetine bizim tarafımızdan verilmeye çalışılan meal ise şu şekildedir:

Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi" dediler. Ve onlara "Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

17 Şubat 2024 Cumartesi

EN'AM SURESİ ÇEVİRİSİ

 1- O övgü Allah'adır ki, o gökleri ve yeri takdir etti ve o karanlıkları ve ışığı oluşturdu. Sonra gerçeği örtmüş olan kimseler (başka şeyleri) Efendilerine eşit tutuyorlar.

2- O ki, sizi bir çamurdan takdir etti, sonra bir süreyi (ölüm kararını) yerine getirdi. Ve bir isimlenmiş süre, O'nun yanındadır. Sonra siz tereddüde düşüyorsunuz.

3- Ve O Allah'tır ki, o göklerde ve o yerde (tek tanrıdır). Sizin saklınızı ve açığınızı biliyor ve kazanmakta olduğunuz şeyleri de biliyor.

4- Ve onlara Efendilerinin ayetlerinden bir ayet gelmiyor ki ondan ancak kayıtsız kalanlar olmasınlar.

5- Onlar, o gerçek kendilerine geldiğinde kesinlikle yalanladılar. Artık onlara ileride onunla alay etmekte oldukları şeyin haberleri onlara gelecektir.

6- Onlar görmediler mi biz onlardan önceki kuşaktan kaçını yok ettik. Biz onlara o yerde size sağlamadığımız olanağı sağlamış ve onların üzerlerine göğü(n yağmurunu) bol bol göndermiş ve onların altından akar o nehirleri meydana getirmiştik. Fakat biz onları arkaya takılı suçları nedeniyle yok etmiş ve onlardan sonra diğerlerini bir kuşak olarak meydana getirmiştik.

7- Ve eğer biz sana bir kağıtta (yazılı) bir kitap indirmiş olsaydık ona da elleriyle dokunmuş olsalardı, gerçeği örten kimseler kesinlikle "Bu, bir apaçık sihirden başkası değil" derdi.

8- Ve onlar: "Ona bir melek indirilmiş olmalı değil miydi?" dediler. Ve eğer biz melek indirmiş olsaydık, o buyruk kesinlikle yerine getirilir, sonra onlara bakılmazdı.

9- Ve eğer biz onu bir melek olarak yapmış olsaydık, onu yine kesinlikle bir adam yapardık da giymekte oldukları şeyi kesinlikle giydirirdik*.

*Düştükleri şüpheye yine düşürürdük veya giydikleri şüphe elbisesini yine giydirirdik.

10- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de alay edilmişti de onlardan maskaralık edenleri, onunla alaya etmekte oldukları şey sarıvermişti.

11- De ki: "Siz o yerde gezin, sonra da o yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir bakın."

12- De ki: "O göklerde ve o yerde olan şeyler kimindir?" De ki: "Allah'ındır." Kendi benliğine o şefkati yazmıştır. Onda hiçbir belirsizlik olmayan o kalkışın gününe kesinlikle sizi toplayacaktır. Kendi benliklerini ziyana sokmuş olan kimseler, artık onlar inanmazlar.

13- Ve o gecenin ve o gündüzün içinde durulmuş olan şeyler O'nundur. Ve O, en iyi işiticidir, en iyi bilicidir.

14- De ki: "O göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısı ve O yedirir ve (kendisi) yedirilmez Allah'tan başkasını mı bir yönelen olarak sahipleneceğim?" De ki: "Şüphesiz ki ben, teslim olan kimselerin ilki olmakla ve :" Sen sakın sakın o ortak koşanlardan olma" (diye) buyuruldum."

15-De ki: "Eğer ben Efendime karşı çıkarsam, şüphesiz ki ben bir büyük gün azabından kaygılanırım."

16- O gün kim ondan çevrilirse, kesinlikle (Allah) ona merhamet etmiştir. Ve bu, o apaçık başarıdır.

17- Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, artık onu O'ndan başka kaldırıcı olmaz. Ve eğer sana bir hayır dokundurursa, artık O, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

18- Ve O, kullarının üstünde o boyun eğdiricidir. Ve O, en bilgedir, en iyi haber alıcıdır.

19- De ki: "Hangi bir şey tanıklıkça daha büyüktür?" De ki: "Allah benimle sizin aranızda bir tanıktır. Ve bu okunan (Kur'an), sizi ve ulaştığı kimseleri onunla uyarmam için bana vahyedildi. Gerçekten siz mi Allah'ın beraberinde diğer tanrılar olduğuna kesinlikle tanıklık ediyorsunuz?" De ki: "Ben tanıklık etmem." De ki: "O, ancak ve ancak bir tek tanrıdır. Ve şüphesiz ben sizin ortaklaştırmakta olduğunuz şeylerden beriyim."

20- Bizim kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler, onu oğullarını tanımakta oldukları gibi tanıyorlar. Benliklerini ziyana sokmuş olan kimseler, artık onlar inanmazlar.

21- Ve Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış veya O'nun ayetlerini yalanlamış o kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez.

22- Ve o gün biz onları toplu olarak sürüp toplayacağız sonra da ortaklaştırmış olan kimselere: "Sizin ortaklarınızı olduğunu iddia etmekte olduğunuz kimseler nerede?" diyeceğiz.

23- Sonra onların ayartması: "Efendimiz Allah'a yemin olsun ki biz ortaklaştıranlardan değildik" demelerinden başka birşey olmadı.

24- Bak sen, kendi benliklerine karşı nasıl da yalan söylediler. Ve yakıştırmakta oldukları şeyler onlardan saptı.

25- Ve onlardan seni dinleyen kimseler vardır. Fakat biz onu (Kur'an'ı) kavrarlar diye kalplerinin üzerine bir kamuflaj ve kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Ve eğer onlar her bir ayeti görseler, yine de ona inanmazlar. Hattâ o gerçeği örten kimseler sana geldikleri zaman seninle söz dalaşı yapıyorlar: "Bu, o ilklerin söylencelerinden başkası değil" diyorlar.

26- Ve onlar, ondan hem vazgeçiriyorlar, hem de (kendileri) uzak duruyorlar. Ancak kendi benliklerinden başkasını yok etmiyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

27- Ve onları Ateşin üzerinde durduruldukları zaman: "Ah keşke geri döndürülsek de Efendimizin ayetlerini yalanlamasak ve o inananlardan olsak" dediklerini bir görsen.

28- Aksine, önceden gizlemekte oldukları şey kendilerine belli oldu. Ve eğer geri döndürülseler, ondan vazgeçirildikleri şeye kesinlikle tekrar dönerlerdi. Ve şüphesiz ki onlar kesinlikle yalancılardır.

29- Ve onlar: "O (yaşam), bizim bu şimdiki yaşamımızdan başkası değildir ve (öldükten sonra) biz harekete geçirilecekler de olmayacağız" demişlerdi.

30- Ve onları Efendilerinin huzurunda durduruldukları zaman bir görsen. (Efendileri): "Bu gerçek değil miymiş" dedi. (Onlar): "Efendimize ant olsun ki evet" dediler. (Efendileri) "Öyleyse gerçeği örtmekte olmanız nedeniyle o azabı tadın" dedi.

31- Allah'ın karşılaşmasını yalanlamış olan kimseler, kesinlikle ziyan etmiştir. Nihayet o saat onlara bir anda geldiği zaman ağır yüklerini sırtlarında taşıyarak: "Ey onda ölçüyü kaçırmamız üzerine duyduğumuz özlemimiz" dediler. Dikkat edin, onlar ne kötü şeyler yükleniyorlar.

32- Ve bu şimdiki yaşam bir oyundan ve bir oyalanmadan başka birşey değildir. Ve o diğer yurt korunmakta olan kimseler için kesinlikle daha hayırlıdır. Siz hiç bağlantı kurmaz mısınız?

33- Biz kesinlikle biliyoruz gerçek şu ki; Onların söylemekte oldukları kesinlikle seni üzüyor. Şüphesiz ki onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o haksızlık yapanlar Allah'ın ayetlerini ısrarla reddediyorlar.

34- Ve ant olsun ki senden önceki elçiler de yalanlanmış, buna rağmen onlar bizim yardımımız gelene kadar yalanlandıkları ve rahatsız edildikleri şeye karşı direnip gayret etmişlerdi. Ve Allah'ın (elçilerine yardım) kelimelerini değiştirici olamaz. Ve Ant olsun ki o gönderilmiş olanların (yardım) haberinden bir kısmı sana gelmiştir. 

35- Ve eğer onların kayıtsız kalmaları sana ağır olduysa, eğer o yerde bir tünele veya o gökte bir merdivene güç yetirebilirsen, o zaman onlara da (gözle görülen) bir ayet getirebilirsin. Ve eğer Allah dileseydi, onları o doğruya ileten üzerinde kesinlikle toplardı. Öyleyse sen sakın sakın o düşüncesizlerden olma.

36- Ancak ve ancak işitmekte olan kimseler (olumlu) cevaplandırırlar. Ve o ölüleri ise Allah onları harekete geçirecek sonra da O'na döndürülecekler.

37- Ve onlar: "Ona kendisinin Efendisinden (gözle görülen) bir ayet indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: "Şüphesiz ki Allah (gözle görülen) bir ayet indirmenin bir en doğru ölçüsünü koyucudur." Fakat onların hiçbiri bilmezler.

38- Ve o yerdeki hiçbir canlı ve iki kanadı ile uçan kuş yoktur ki, sizin örneğiniz gibi (yaratılış yasalarına bağlı) toplumlar olmasın. Biz o kitapta hiçbir şeyden ölçüyü kaçırmadık*. Sonra Efendilerine sürülüp toplanacaklar.

* Yarattığımız ne varsa hepsi ile ilgili işleyiş yasalarını gereğince koyduk. 

39- Ve o kimseler ki bizim ayetlerimizi yalanladılar, onlar o karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu bir dosdoğru yol üzerinde yapar.

40-  41- De ki: "Eğer siz doğru söyleyenler iseniz bana söyleyin. Eğer Allah'ın azabı size gelse veya o saat size gelse, siz Allah'tan başkasını mı çağırırsınız? Aksine, siz yalnızca O'nu çağırırsınız. Eğer dilerse sizin kendisi için çağırmakta olduğunuz şeyi kaldırır ve siz de ortaklaştırmakta olduğunuz şeyleri unutursunuz."

42- Ve ant olsun ki biz senden önceki toplumlara da (elçiler) göndermiş, yalvarıp yakarmaları için onları o sıkıntıya ve o zarara tutmuştuk.

43- Bizim sıkıntımız onlara geldiği zaman artık yalvarıp yakarmalı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaştı ve o şeytan onlara işlemekte oldukları şeyleri süsledi.

44- Derken onunla hatırlatıldıkları şeyleri unuttuklarında, onların üzerine her bir şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilmiş olan şeylerle (şımarıp) sevindikleri zaman, onları bir anda tutuverdik de onlar birden umutlarını yitirenler oldular.

45- Böylece haksızlık yapmış olan topluluğun arkası kesildi. Ve o övgü, o tüm insanların Efendisi Allah'adır.

46- De ki: "Siz gördünüz mü, eğer Allah işitmenizi ve görmelerinizi tutsa ve kalplerinizin üzerini mühürlese, onu Allah'ın dışında size getirecek tanrı kimdir?" Bak sen, o ayetleri nasıl evirip çeviriyoruz da sonra onlar sert tutum takınıyorlar.

47- De ki: "Bana söyleyin, eğer Allah'ın azabı bir anda veya açıkça size gelse, o haksızlık yapanlar topluluğundan başkası mı yok edilir?"

48- Ve biz o gönderilmiş olanları müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmalarından başka göndermiyoruz. O halde kim inanır ve (durumunu) düzeltirse, artık onlara hiçbir kaygı olmaz ve onlar üzülmezler.

49- Ve o kimseler ki, bizim ayetlerimizi yalanladılar, onlara itaatten çıkmakta oldukları nedeniyle o azap dokunacaktır.

50- De ki: "Ben size 'Allah'ın depoları benim yanımdadır' demiyorum. Ve ben o algılanamayananı da bilmiyorum ve ben size 'Şüphesiz ki ben bir meleğim' de demiyorum. Ben, bana vahyedilmekte olan şeyden başkasına takılmıyorum." De ki: "O kör ile o gören denk midir? Siz hiç düşünmez misiniz?"

51- Ve Efendilerine sürülüp toplanacaklarından kaygılanmakta olan kimseleri, onunla uyar ki, onlar için O'nun berisinden hiçbir yönelen ve hiçbir eşlikçi yoktur.

52- Ve sen o sabah serinliği ve o akşam karanlığı (sürekli olarak) O'nun yüzünü isteyerek Efendilerini çağırmakta olan kimseleri sakın kovma. Onların hesabından sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Eğer sen onları kovarsan, o haksızlık yapanlardan olursun.

53- Ve böylece biz onları: "Allah'ın aramızdan kendilerine büyük iyilikte bulunduğu bunlar mı?" demeleri için bir kısmını bir kısmı ile denedik. Allah o şükredenleri en iyi bilen değil midir?

54- Ve bizim ayetlerimize inanmakta olan kimseler sana geldiği zaman, artık de ki: "Selam sizin üzerinizedir. Efendiniz kendi benliğine o şefkati  yazmıştır. Şöyle ki: Sizden kim bir düşüncesizlikle bir kötülük işler, sonra onun arkasından itaate döner ve (durumunu) düzeltirse, artık şüphesiz ki O, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir."

55- Ve o suç işleyenlerin yolunun açıkça belli olması için, biz o ayetleri işte böyle ayrıntılandırıyoruz.

56- De ki: "Şüphesiz ki ben, sizin Allah'ın berisinden çağırmakta olduğunuz şeylere kulluk etmemden vazgeçirildim." De ki: "Ben sizin keyfi arzularınıza takılmam. Aksi takdirde kesinlikle sapmış olurum ve o doğruya iletilenlerden olmam."

57- De ki: "Şüphesiz ki ben Efendimden bir apaçık delil üzerindeyim ve siz onu yalanladınız. Sizin kendisinin çabuklaşmasını istemekte olduğunuz (azap) benim yanımda değildir. O karar, Allah'tan başkasına da ait değildir. O, gerçeği anlatır ve O, o ayırıcıların en hayırlısıdır."

58- De ki: "Sizin kendisinin çabuklaşmasını istemekte olduğunuz (azap) eğer benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki o buyruk kesinlikle yerine getirilirdi. Ve Allah o haksızlık yapanları en iyi bilendir."

59- Ve o algılanamayanın anahtarları, O'nun yanındadır. Onu O'ndan başkası bilmez. Ve o karada ve o su kütlesinde olan şeyleri bilir. Hiçbir yaprak düşmüyor ki onu bilmesin. Ve o yerin karanlıkları içinde hiçbir dane, hiçbir yaş ve hiçbir kuru olmaz ki, bir apaçık kitapta olmasın.

60- Ve O ki, geceleyin sizin ömrünüzü tamamlıyor ve gündüzleyin neyi yaraladığınızı (ne  kazandığınızı) biliyor, sonra bir isimlenmiş sürenin yerine getirilmesi için onda sizi harekete geçiriyor. Sonra dönüşünüz O'nadır, sonra sizin işlemekte olduğunuz şeyleri size haberlendirecektir.

61- Ve O, kullarının üstünde boyun eğdiricidir. Ve sizin üzerinize (yaptıklarınızı) kollayıcı olarak (melekler) gönderir. Nihayet sizden birine o ölüm geldiği zaman, bizim elçilerimiz onun ömrünü tamamlar ve onlar (görevlerinde) ölçüyü kaçırmazlar.

62- Sonra o gerçek yönelenleri Allah'a geri döndürülürler. Dikkat edin, o karar O'nundur ve O, o hesabı görücülerin en hızlısıdır.

63- De ki: " 'Ant olsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan, o takdirde kesinlikle o şükredenlerden olacağız' (diye) yalvarıp yakararak ve gizli olarak O'nu çağırıyorsunuz. O karanın ve o su kütlesinin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?"

64- De ki: "Allah sizi ondan ve her bir çıkmazdan kurtarıyor. Sonra da siz O'nu ortaklaştırıyorsunuz."

65- De ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azabı harekete geçirmeye veya bir taraftarlık giydirmeye ve bir kısmınızın sıkıntısını bir kısmınıza tattırmaya o en doğru ölçüyü koyucudur." Bak sen, kavramaları için o ayetleri nasıl evirip çeviriyoruz.

66- Ve o (azap), gerçek olduğu halde senin topluluğun onu yalanladı. De ki: "Ben sizin üzerinize bir dayanak değilim."

67-Her haberin bir sabitleşecek zamanı vardır. Ve siz (bunu) ileride bileceksiniz.

68- Ve bizim ayetlerimiz hakkında (alaya) dalan kimseleri gördüğün zaman, ondan başka bir söze dalıncaya kadar, artık onlardan yana kayıtsız kal. Ve eğer o şeytan sana unutturursa, onu (öğüdü) hatırladıktan sonra artık o haksızlık yapanlar topluluğunun beraberinde sakın oturma.

69- Ve korunmakta olan kimselerin üzerine onların hesabından (sorumluluktan) hiçbir şey yoktur. Fakat korunmaları için onlara bir hatırlatma vardır.

70- Ve kendi yaşam sistemlerini bir oyun ve bir oyalanma olarak sahiplenmiş ve bu şimdiki yaşamın kendilerini aldatmış olduğu kimseleri bırak. Ve hiçbir benlik kazandığı nedeniyle tutsaklaşmasın diye onunla hatırlatma yap. Onun için Allah'ın berisinden hiçbir yönelen ve hiçbir eşlikçi yoktur. Ve eğer türlü eşitlik bedelini denkleştirse de, ondan alınmaz. İşte onlar kazandıkları nedeniyle tutsaklaşan kimselerdir. Gerçeği örtmekte oldukları nedeniyle bir kaynar sudan içecek ve bir acı azap onlar içindir.

71-  72- De ki: "Allah'ın berisinden bize faydası olamayacak ve zararı olamayacak şeyleri mi çağıralım? Ve Allah bizi o doğruya ilettikten sonra ökçelerimiz üzerinde geri döndürülelim de o şeytanların keyfi arzusuna uydurduğu, o yerde şaşkın bir halde dolaşan, (inanan) arkadaşlarının kendisini 'Bize gel'  diye çağırmakta olduğu kişi gibi mi olalım?" De ki: "Şüphesiz ki Allah'ın iletmesi, o doğruya iletmenin ta kendisidir. Ve biz o tüm insanların Efendisine teslim olmakla buyurulduk ve o kulluk görevini ayağa kaldırın ve O'na karşı korunun diye (buyurulduk). Ve O, kendisine sürülüp toplanılacağınızdır."

73- Ve O ki, o gökleri ve o yeri o gerçekle takdir etti.  Ve "Ol" diyeceği gün hemen oluverir. O'nun sözü gerçektir. Ve o boruya üfürüleceği gün o hükümranlık O'nundur. O algılanamayananın ve o tanık olunanın, bilicisidir. Ve O, en bilgedir, en iyi haber alıcıdır.

74- Ve bir zaman İbrahim, kendi babası Azer'e: "Sen putları tanrılar olarak mı sahipleniyorsun? Şüphesiz ki ben, seni ve topluluğunu bir apaçık sapkınlık içinde görüyorum" demişti.

75- Ve böylece o kesinkes inananlardan olması için İbrahim'e, o göklerin ve o yerin hükümranlığını(n kimde olduğunu) gösteriyorduk.

76- Üzerini o gece kapadığında (gökte) parlak bir cisim görmüş: "Bu, benim efendimdir" demiş, kaybolduğunda, "O kaybolanları sevmem" demişti.

77- O ay'ı doğucu olarak gördüğünde, "Bu, benim efendimdir" demiş, kaybolduğunda, " Ant olsun ki eğer Efendim beni doğruya iletmeseydi, kesinlikle o sapkınlar topluluğundan olurdum" demişti. 

78- 79- O güneş'i doğucu olarak gördüğünde, "Bu, benim efendimdir, bu daha büyük" demiş, kaybolduğunda, "Ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin ortaklaştırmakta olduğunuz şeylerden beriyim. Şüphesiz ki ben (fıtrat yasalarına) bir meyleden olarak yüzümü o gökleri ve o yeri açığa çıkarana yönelttim ve ben o ortak koşanlardan değilim" demişti.

80- 81- 82- Ve topluluğu onunla tartışmaya girişmiş o da: "Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Oysa beni kesinlikle doğruya iletmiştir. Ve ben O'na ortaklaştırmakta olduğunuz şeylerden kaygılanmam, Efendimin bir şey dilemesi hariç. Benim Efendim her bir şeyi bilgice kapsamıştır. Siz hiç hatırlamaz mısınız? Siz, hakkında size bir yetki indirmediği şeyleri, Allah'a ortaklaştırmaktan kaygılanmıyor iken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl kaygılanırım? Eğer siz biliyorsanız (söyleyin) o iki kısımdan hangisi o güvende olmaya daha hak sahibidir? O kimseler ki inandılar ve inançlarına haksızlığı giydirmediler, işte onlar, o güvende olmak onlar içindir ve onlar doğruya iletilenlerdir"demişti.

83- Ve bu, topluluğuna karşı bizim onu İbrahim'e verdiğimiz tartışma delilimizdir. Biz dilemekte olduğumuz kimseleri kademelerle yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Efendin bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

84- Ve biz ona İshak ve Yakub'u bahşetmiş, her birini doğruya iletmiştik. Ve biz önceden de Nuh'u doğruya iletmiştik. Ve onun soyundan Davud'u ve Süleyman'ı ve Eyyub'u ve Yusuf'u ve Musa'yı ve Harun'u da. Biz o iyilik edenlere işte böyle karşılık veririz.

85- Ve Zekeriyya'yı ve Yahya'yı ve İsa'yı ve İlyas'ı da (doğruya iletmiştik). Her biri o düzgünlerdendi.

86- Ve biz İsmail'i , Elyesa'yı, Yunus'u ve Lut'u, her birini o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştık.

87- Ve kendi babalarından ve soylarından ve kardeşlerinden de. Onları derleyip toplamış ve bir dosdoğru yola iletmiştik.

88- Bu, Allah'ın onunla kullarından kimi dilerse ileteceği yoludur. Ve eğer (o elçiler de) ortaklaştırmış olsalardı, işlemekte oldukları şeyler onlardan kesinlikle boşa giderdi.

89- İşte onlar o kimselerdir ki, biz kendilerine o kitabı ve o bilgeliği ve o haberciliği vermişizdir. Eğer onlar (Mekkeliler) bunları (reddederek) örterse, bunları (reddederek) örtücüler olmayan bir topluluğu, onların yerine kesinlikle (sorumlulukları) üstlendiririz.

 90- İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onları doğruya iletmiştir, o halde sen de onların iletilmelerini örnek al. De ki: "Ben sizden buna karşı bir iş karşılığı sormuyorum. O, tüm insanlar için ancak bir hatırlatmadan başka bir şey değildir."

91- Ve: "Allah, beşer üzerine hiçbir şey indirmedi" dedikleri zaman, Allah'ın gücünü gereği gibi değerlendiremediler. De ki: "O insanlara bir ışık ve bir doğruya ileten olarak Musa'nın getirdiği, yazılı kağıtlar haline düzenleyip (bir kısmını) belli etmekte ve birçoğunu da gizlemekte olduğunuz sizin ve sizin atalarınızın bilmediklerinin öğretildiği o kitabı kim indirdi? De ki:"Allah (indirdi)." Sonra da daldıklarının içinde oynarlarken onları bırak.

92- Ve bu, bereketlenmiş, önünde olanı bir doğrulayıcı o kasabaların anası ve onun çevresindeki kimseleri uyarman için bizim indirdiğimiz bir kitaptır. Ve o diğer (yaşama) inanmakta olan kimseler buna inanırlar ve onlar o kulluk görevlerini kollayanlardır.

93- Ve Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış veya kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde "Bana da vahyedildi" demiş kimseden ve "Allah'ın indirdiği şey gibi bende indireceğim" demiş kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Ve sen o haksızlık yapanları o ölümün dalgınlıkları içinde oldukları ve o melekler onlara ellerini genişleticiler oldukları zaman: "Çıkarın benliklerinizi, bugün Allah'a karşı gerçeğin dışında söylemekte olmanız ve O'nun ayetlerinden büyüklük taslamanız nedeniyle o alçaklık azabıyla karşılık göreceksiniz" (derken) bir görsen. 

94- Ve ant olsun ki bizim sizi ilk defasında takdir ettiğimiz gibi bize birer birer olarak geldiniz. Ve sizi güçlendirdiğimiz (mal ve insan gücü gibi) şeyleri sırtlarınızın ötesinde bıraktınız. Ve içinizde (Allah'a) ortak kimseler olduğunu iddia ettiğiniz eşlikçilerinizi de sizin beraberinizde göremiyoruz. Ant olsun ki aranız(daki bağlar) büsbütün kesilmiş ve sizin (tanrılıklarını) iddia etmekte olduğunuz şeyler sizden sapmıştır.

95- Şüphesiz ki Allah, o dane ve o çekirdeğin yarıcısıdır. O ölüden o yaşayanı çıkarıyor ve o yaşayandan da o ölüyü çıkarandır. Bu(nları yapan), Allah'tır. Böyle iken nasıl çarptırılıyorsunuz?

96- O ki, sabahın yarıcısıdır. Ve o geceyi bir durulma ve o güneşi ve o ay'ı hesap olarak oluşturdu. Bu, o en güçlünün, o en iyi bilicinin ölçüsüdür.

97- Ve O ki, o yıldızları, o karanın ve o su kütlesinin karanlıkları içinde onlarla doğruya iletilesiniz diye sizin için oluşturdu. Bilmekte olan bir topluluğa (gözle görülen) biz o ayetleri kesinlikle ayrıntılandırdık.

98- Ve O ki, sizi bir tek benlikten meydana getirdi. Akabinde bir sabitleşme yeri, bir de ilgiyi kesme yeri (oluşturdu). Kavrayan bir topluluğa (gözle görülen) biz o ayetleri kesinlikle ayrıntılandırdık.

99- Ve O ki, o gökten bir su indirdi de onunla her bir şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. Ondan da birbiri üstüne binen daneler çıkarıyoruz. Ve o hurmadan onun tomurcuğundan yere sarkmış halde salkımlar ve birbirine benzeşen benzeşmeyen halde üzümlerden ve o zeytinlerden ve o narlardan bahçeler (çıkarıyoruz). Siz ürün verdiği ve olgunlaştığı zaman ürününe bakın (da şükredin). Şüphesiz ki sizin için bunlarda bir inanan topluluğa  kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

100- Ve cinleri Allah'a ortaklar olarak nisbet ettiler. Oysa onları da (Allah) takdir etti. Bir bilgi olmaksızın O'na oğulları ve kızları (isnad ederek) kestirip attılar. O, her türlü eksiklikten uzaktır ve onların nitelemekte oldukları şeylerden yücedir.

101- O göklerin ve o yerin bir örneği olmadan takdir edicisidir. O'nun bir (hayat) arkadaşı (eşi) olmadığı halde O'nun bir çocuğu nasıl olabilir? Ve her bir şeyi takdir etmiştir. Ve O, her bir şeyin bir en iyi bilicisidir.

102- Bu, Efendiniz Allah'tır. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Her bir şeyin takdir edicisidir, öyleyse O'na kulluk edin. Ve O, her bir şeyin üzerinde bir dayanaktır.

103- O görme duyuları O'na yetişemez, oysa O, o görme duyularına yetişir. Ve O, çok lütuf sahibidir, en iyi haber alıcıdır.

104- (De ki): "Efendinizden size doğruyu görmeler kesinlikle gelmiştir. Artık kim doğruyu görürse, kendi benliği içindir. Ve kim kör olursa, onun aleyhinedir. Ve ben sizin üzerinize kollayıcı değilim."

105- Ve böylece "Sen ders almışsın" demeleri için ve bilmekte olan bir topluluğa da onu açıklamamız için, o ayetleri evirip çeviriyoruz.

106- Efendinden sana vahyedilen şeye takıl. O'ndan başka hiçbir yoktur. Ve o ortak koşanlardan kayıtsız kal.

107- Ve eğer Allah dileseydi, ortaklaştırmazlardı. Ve biz seni onların üzerine bir kollayıcı olarak koymadık. Ve sen onların üzerine bir dayanak da değilsin.

108-  Ve Allah'ın berisinden çağırmakta oldukları kimselere sakın sövmeyin, yoksa onlar da bir düşmanlıkla, bir bilgi olmaksızın Allah'a söverler. Biz her bir topluma işlemekte olduklarını böyle süsledik. Sonra onların dönüşleri Efendilerinedir. Artık işlemekte oldukları şeyleri onları haberlendirecektir.  

109- Ve eğer onlara (gözle görülen) bir ayet gelirse, ona kesinlikle inanacaklarına dair güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "(Gözle görülen) o ayetler ancak ve ancak Allah'ın yanındadır." O (delil) gelmiş olduğu zaman da ona inanmayacaklarının farkında olmuyor musunuz?

110- Ve biz onların gönüllerini ve görmelerini ona ilk  defasında inanmadıkları gibi çevirir ve onları kendi taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakırız.

111- Ve eğer biz onlara o melekleri indirmiş olsaydık ve o ölüler onlarla konuşmuş olsaydı ve biz her bir şeyi karşılarında olarak sürüp toplamış olsaydık, Allah dilemedikçe kesinlikle inanacak değillerdi. Fakat onların tamamı düşüncesizlik ediyorlar.

112- 113- Ve biz böylece her bir haberci için o insanın ve o cin'in  şeytanlarını bir düşman yaptık. Onların bir kısmı bir kısmına bir aldatma olarak o sözün yaldızlısını fısıldar. Ve eğer senin Efendin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve yakıştırmakta olduklarını, diğer (yaşama) inanmaz kimselerin gönüllerinin ona meyletmesi ve ona hoşnut olmaları ve gayret ederek kazanmakta oldukları şeyi kazanmaya devam etmeleri için bırak.

114- (De ki): "O ki, size o kitabı ayrıntılanmış olarak indirmişken hakem olarak Allah'tan başkasının peşine mi düşeceğim?"  Ve bizim kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler, onun senin Efendinden o gerçekle indirilmiş olduğunu biliyorlar. Öyleyse sen sakın sakın o tereddüde düşenlerden olma.

115- Ve senin Efendinin kelimesi doğrulukça ve eşitlikçe tamamdır. O'nun kelimelerini hiçbir değiştirici olamaz. Ve O, en iyi işiticidir, en iyi bilicidir.

116- Ve eğer  o yer (Mekke)dekilerin daha çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar o (yanlış) kanaatten başka bir şeye takılmıyorlar. Ve onlar saçmalamaktan başkasını yapmıyorlar.

117- Şüphesiz ki senin Efendin O, kendisinin yolundan sapan kimseyi en iyi bilendir. Ve O, o doğruya iletilenleri de en iyi bilendir.

118- Eğer O'nun ayetlerine inananlar iseniz, artık üzerine Allah'ın adı hatırlanmış şeylerden yeyin.

119- Ve size ne oluyor ki (açlık nedeniyle) kendisine mecbur kaldığınız şey hariç, size yasakladığı şeyleri kesinlikle ayrıntılı olarak açıklamışken, üzerine Allah'ın adı hatırlanmış şeylerden yemiyorsunuz? Ve şüphesiz ki birçokları bir bilgi olmaksızın keyfi arzularına uyarak saptırıyorlar. Şüphesiz ki senin Efendin O, o sınırı aşanları en iyi bilendir.

120- O günahın görünenini ve onun görünmeyenini bırakın. Şüphesiz ki o günahı kazanan kimseler, gayret ederek kazanmakta oldukları nedeniyle yakında karşılık göreceklerdir.

121- Ve üzerine Allah'ın adı hatırlanmamış şeylerden sakın yemeyin. Ve şüphesiz ki o(nu yemek), kesinlikle itaatten çıkmaktır. Ve şüphesiz ki o şeytanlar sizinle söz dalaşı yapmaları için, kendilerine yönelenlere kesinlikle fısıldarlar. Ve eğer siz onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz de kesinlikle ortaklaştıranlarsınız.

122- Bizim bir ölü iken onu yaşattığımız ve ona o insanların arasında onunla yürüyeceği bir ışık verdiğimiz kimse, o karanlıkların içindeki ondan çıkamayan kimsenin örneği gibi midir? O gerçeği örtücülere işlemekte oldukları şeyler işte böyle süslendi.

123- Ve böylece biz her bir kasabada (ekonomik ve sosyal açıdan) en büyükleri, onda tuzak kurmaları sonucunda o (kasaba)nın suç işleyenleri yaptık. Oysa benliklerinden başkasına tuzak kurmuyorlar ve bunu da fark etmiyorlar.

124- Ve onlara bir ayet geldiği zaman: "Allah'ın elçilerine verilmiş olan şeyin bir örneği gibi, bize de verilene kadar, asla inanmayacağız" dediler. Allah, mesajını nereye vereceğini en iyi bilendir. Suç işlemiş olan kimselere tuzak kurmakta oldukları nedeniyle Allah'ın yanından bir küçülmüşlük ve bir çetin azap eriştirilecektir.

125- Artık Allah kimi doğruya iletmeyi isterse, onun göğsünü İslam'a açar. Ve kimi de saptırmayı isterse, onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi bir darlığa, bir burukluğa sokar. Allah, inanmaz kimselerin üzerine o pisliği işte böyle bırakır.

126- Ve bu, senin Efendinin dosdoğru olan yoludur. Hatırlamakta olan bir topluluğa biz o ayetleri ayrıntılı olarak kesinlikle açıkladık.

127- Efendilerinin yanında o esenliğin yurdu onlar içindir. Ve O, işlemekte oldukları nedeniyle onların yönelenidir.

128- Ve onları bir bütün olarak sürüp toplayacağı gün. (Allah): "Ey o cin oymağı, o insandan (inkârcıları) çoğalttınız" (der). Ve onların o insandan olan yönelenleri, "Ey Efendimiz bir kısmımız bir kısmımızla yararlandı ve bize belirlediğin süreye ulaştık" dedi. (Allah): "O ateş, Allah'ın dilemesi dışında onda sürekli kalıcılar olarak sizin barınağınızdır" dedi.  Şüphesiz ki senin Efendin, bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

129- Ve böylece biz o haksızlık yapanların bir kısmını, kazanmakta oldukları nedeniyle bir kısmına (o ateşte) yönelen yaparız.

130- (Allah): "Ey o cin ve o insan oymağı, sizden benim ayetlerimi size anlatan ve sizi bu gününüzle karşılaşmakla uyaran elçiler size gelmedi mi?" (dedi). "Biz benliklerimiz üzerine tanıklık ederiz (ki geldi)" dediler. Ve bu şimdiki yaşam onları aldattı ve kendilerinin kesinlikle gerçeği örtücüler olduklarına dair kendi benlikleri üzerine tanıklık ettiler.

131- Bu, senin Efendinin o kasabaları bir haksızlıkla ve onun halkı (elçilerden) duyarsız kalanlar iken yok edici olmadığındandır.

132- Ve her biri için işledikleri şeylerden dereceleri vardır. Ve senin Rabbin onların işlemekte oldukları şeylerden duyarsız değildir.

133- Ve senin Efendin çok zengindir, o şefkatin sahibidir. Eğer dilerse sizi giderir ve sizi diğer bir topluluğun soyundan meydana getirdiği gibi dileyeceğini size ardıl yapar.

134- Şüphesiz ki size söz verilmekte olan şey, kesinlikle gelicidir ve siz başarısız bırakıcılar da olamazsınız.

135- De ki: "Ey topluluğum, durumunuzun gereği üzere işleyin. Ben de işleyiciyim. O yurdun sonu onun olacağı siz ileride bileceksiniz. Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez."

136- Ve yaydığı o ekinden ve o hayvanlardan Allah'a bir hisse tayin ettiler de kendi iddialarınca: "Bu Allah'a ve bu da bizim ortaklarımıza" dediler. Onların ortakları  için olan şey Allah'a ilişmez, oysa Allah için olan o şey ise onların ortaklarına ilişir. Onlar, ne kötü şeye karar veriyorlar.

137- Ve böylece onların ortakları, o ortak koşanlardan birçoğuna çocuklarını öldürmeyi süsledi ki bunun sonucunda onları mahvetsin ve (sahte) yaşam sistemlerini onlara giydirsin. Ve eğer Allah dileseydi, onu yapamazlardı. Artık sen onları ve yakıştırmakta oldukları o şeyi bırak.

138- Ve onlar kendi iddialarınca: "Bu hayvanlar ve ekin koruma altındadır. Onları bizim dilemekte olduğumuz kimselerden başkası yiyemez" dediler. Ve hayvanlar var ki, onların sırtları(na binmek onlar tarafından) yasaklandı. Ve hayvanlar var ki, O'na  karşı bir yakıştırma yaparak onların üzerine Allah'ın adını hatırlamazlar. Yakıştırma yapmakta oldukları nedeniyle yakında onlara karşılık verecektir.

139- Ve onlar: "Bu hayvanların karınlarında olan şey sadece erkeklerimize özeldir ve eşlerimize yasaklaştırılmıştır. Ve eğer ölü halde olursa, artık onlar onda ortaktırlar." dediler. Nitelemelerinin karşılığını yakında onlara verecektir. Şüphesiz ki O, bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

140- Bir bilgi olmaksızın ahmakça çocuklarını öldürenler ve Allah'ın onlara rızık olarak verdiği şeyleri Allah'a karşı bir yakıştırma yaparak yasaklaştıranlar, kesinlikle ziyan etmiştir. Onlar kesinlikle sapmışlar ve doğruya iletilenler de olmamışlardır.

141- Ve O ki, asmalı ve asmasız bahçeleri ve yemişi değişik olarak o hurmaları ve o ekinleri ve (tadları) birbirine benzeşen ve benzeşmeyen o zeytinleri ve o narları meydana getirdi. Ürün verdiği zaman, onun ürününden yeyin ve biçme gününde de onun hakkını verin ve sakın savurganlık yapmayın. Şüphesiz ki O, o savurganlık yapanları sevmez.

142- Ve o hayvanlardan da yük taşıyan olarak ve (tüyünden) döşek yapılan olarak da (meydana getirdi). Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden yeyin ve o şeytanın adımlarına sakın takılmayın. Şüphesiz ki o, sizin için bir açıklanan düşmandır.

143- Sekiz eş; O koyundan iki ve o keçiden iki. De ki: "O iki erkeği mi yasakladı, yoksa o iki dişiyi mi? Yoksa o iki dişinin rahimlerinin kendisini kapsadığını mı? Eğer siz doğru söyleyenler iseniz, beni bir bilgiyle haberlendirin."

144- Ve o deveden iki ve o sığırdan iki. De ki: "O iki erkeği mi yasakladı, yoksa o iki dişiyi mi? Yoksa o iki dişininin rahimlerin kendisini kapsadığını mı? Yoksa Allah bunu size tembihlediği zaman siz tanıklar mıydınız?" O insanları bir bilgi olmaksızın saptırmak için Allah'a karşı bir yalan yakıştırmış kimseden daha yanlış yapan kimdir? Şüphesiz ki Allah, o haksızlık yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

145- De ki: "Bana (yenilmesinin yasak olduğu) vahyedilen şeyler içinde, bir leş veya bir akıcı kan veya bir domuzun eti ki çünkü o bir pisliktir veya itaatten çıkmak olarak, (kesilirken) ona Allah'tan başkasına ses yükseltilmiş (Allah'tan başkasının adı anılmış) olması dışında, yiyen kimseye onu yemesi yasak edilmiş olarak (bir bilgi) bulamıyorum. Artık kim (açlık sebebi ile) zarar görürse, haddi aşmaksızın ve saldırganlık yapmaksızın (yerse), artık şüphesiz ki senin Efendin, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir."

146- Ve dönmüş* (Yahudi) olan kimselere de tırnak sahibi bütün (hayvanları daha önce) yasaklaştırmıştık. Ve o sığırdan ve o koyundan o ikisinin iç yağlarını, sırtlarında veya bağırsaklarında yüklenen veya kemiğe karışanları dışında, yasaklaştırmıştık. Bu, aşırılıkları nedeniyle bizim onlara karşılığımızdır. Ve şüphesiz ki biz kesinlikle doğru söyleyenleriz.

*Genelde Yahudiler olarak anlam verilen Hadu kelimesine "Dönmüş olanlar" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir

147- Eğer seni yalanlarlarsa artık de ki: "Efendiniz bir kapsayıcı şefkat sahibidir. Ve O'nun sıkıntısı da o suç işleyenler topluluğundan geri döndürülmez."

148- Ortaklaştırmış olan kimselere diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, biz ve bizim atalarımız ortaklaştırmaz ve hiçbir şeyi de yasaklaştırmazdık." Onlardan önceki kimseler de böyle yalanlamıştı da sonunda bizim sıkıntımızı tatmışlardı. De ki: "Yanınızda onu bize karşı çıkarabileceğiniz herhangi bir bilgi varmı? Siz (yanlış) kanaatten başkasına takılmıyorsunuz ve siz saçma sözlerden başkasını söylemiyorsunuz."

149- De ki: "O ulaşan kesin delil Allah'ındır. Eğer dileseydi, sizi kesinlikle toplu olarak doğruya iletirdi."

150- De ki: "Allah'ın bunu yasaklamış olduğuna dair tanıklık etmekte olan tanıklarınızı getirin." Eğer tanıklık ederlerse, sen onların beraberinde sakın tanıklık etme. Ve bizim ayetlerimizi yalanlamış olan kimselerin ve o diğer (yaşama) inanmaz kimselerin sakın keyfi arzularına takılma. Ve onlar Efendilerine (başkalarını) eşit tutmakta olanlardır.

151- De ki: "Gelin Efendinizin size yasakladığı şeyleri peşi sıra okuyayım. Hiçbir şeye O'nu sakın ortaklaştırmayın ve anne babaya bir iyilikle (davranın) ve geçim darlığından dolayı çocuklarınızı sakın öldürmeyin. Size de ve onlara da biz rızık veriyoruz. Ve o hayasızlıklara, onlardan görünen şeye ve görünmeyen şeye sakın yaklaşmayın. Ve Allah'ın (öldürülmesini) yasakladığı o benliği o gerçek (neden) dışında öldürmeyin. Bu, sizin bağlantı kurmanız için size kendisiyle tembihlediğidir."

152- "Ve en çetinliğine ulaşıncaya kadar, onun en iyisi dışında o yetimin malına sakın yaklaşmayın. Ve o ölçeği ve o tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz bir benliği kendi (maddi) kapsayıcılığının dışında yükümlendirmeyiz. Ve söylediğiniz zaman eğer ki yakınlık sahibi olsa da, eşitliği sağlayın. Ve Allah'ın antlaşmasını eksiksiz yerine getirin. Bu, sizin hatırlamanız için size kendisiyle tembihlediğidir."

153- Ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru olan yolumdur, o halde siz de ona takılın. Ve o (başka) yollara sakın takılmayın, sonra sizi O'nun yolundan ayrıştırır. Bu, sizin korunmanız için size kendisiyle tembihlediğidir.

154- Ayrıca biz, en iyi kimseye karşı (nimetimi) tamamlamak ve her bir şeyi ayrıntılı açıklamak ve bir Efendilerinin karşılaşmasına inanmakta olanlar için bir yola ileten ve bir şefkat olarak Musa'ya o kitabı verdik.

155- Ve bu da, bizim onu indirdiğimiz bereketlenmiş bir kitaptır. Sizin merhamet edilmeniz için artık ona takılın ve korunun.

156- "O kitap, ancak ve ancak bizden önceki iki ekibe indirilmiş ve şüphesiz ki biz onların derslerinden kesinlikle duyarsızlar idik" dersiniz diye (indirdik).

157- Veya: "Şayet o kitap bize indirilmiş olsaydı, kesinlikle onlardan daha doğruda olurduk" dersiniz (diye indirdik). Size Efendinizden bir apaçık delil ve bir doğruya ileten ve bir şefkat, kesinlikle gelmiştir. Artık Allah'ın ayetlerini yalanlamış ve onlardan yana sert tutum takınmış kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Bizim ayetlerimizden yana sert tutum takınmakta olan kimselere, sert tutumda oldukları nedeniyle o azabın sıkıntılısıyla karşılık vereceğiz.

158- Onlar (inanmak için) kendilerine ancak o meleklerin gelmesini mi veya senin Efendinin gelmesini mi veya senin Efendinin bir kısım (gözle görülen) ayetlerinin gelmesine mi bakıyorlar? Senin Efendinin bir kısım (gözle görülen) ayetlerinin geleceği gün, önceden inanmamış veya inanmasından bir hayır kazanmamış olan bir benliğe onun inanması, artık fayda vermez. De ki: "Bakının şüphesiz ki biz de bakınanlarız."

159- Şüphesiz ki o kimseler, yaşam sistemlerini ayırdılar ve taraftarlar halinde oldular, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak ve ancak Allah'a kalmıştır, sonra yapmakta oldukları şeyleri onları haberlendirecektir.

160- Kim o iyiliği getirirse, ona onun on katı vardır. Ve kim o kötülüğü getirirse, onun katından başkasıyla karşılık görmez ve onlar haksızlık uğratılmazlar.

161- De ki: "Şüphesiz ki benim Efendim beni bir dosdoğru yola, dimdik ayakta duran bir yaşam sistemine, (fıtrat yasalarına) bir meyleden olan İbrahim'in inanç sistemine iletti. Ve o, o ortak koşanlardan değildi."

162- 163- De ki: "Şüphesiz ki benim kulluk görevim ve kurbanım ve yaşamım ve ölümüm, o tüm insanların Efendisi Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Ve bununla buyuruldum ve ben o teslim olanların ilkiyim."

164- De ki: "Ve O, her bir şeyin Efendisi iken, Efendi olarak Allah'tan başkasının mı peşine düşeceğim? Ve her bir benlik kendisine olandan başkasını kazanmaz. Ve bir ağır yük taşıyıcı da diğerinin ağır yükünü taşımaz. Sonra sizin dönüşünüz Efendinizedir, artık hakkında aykırılığa düşmekte olduğunuz şeyleri sizi haberlendirecektir."

165- Ve O ki, sizi o yerde ardıllar yaptı ve size verdiği şeylerde sizi yoklamak için bir kısmınızı bir kısmın üstüne kademelerle yükselti. Şüphesiz ki senin Efendin, o sonuçlandırması çok hızlıdır ve şüphesiz ki O, kesinlikle bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir.