9 Aralık 2025 Salı

DUHAN SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- O apaçık kitaba ant olsun. 

3- Şüphesiz ki biz onu bir bereket verilmiş gecede indirdik, şüphesiz ki biz uyarıcılar idik.

4- 5- Her bir bilge buyruk, bizim yanımızdan bir buyrukla onda ayrılır. Şüphesiz ki biz (elçi) göndericiler idik.

6- Senin Efendinden bir sarmalayıcı iyilik olarak. Şüphesiz ki O, en iyi işiticinin, en iyi bilicinin ta kendisidir.

7- Eğer siz kesin bilgiyle inananlar iseniz, o göklerin ve o yerin ve o ikisinin arasında olan şeylerin Efendisidir.

8- O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur, O yaşatır ve öldürür. (O), sizin de efendinizdir ve sizin o ilk atalarınızın da efendisidir.

9- Hayır, onlar bir kararsızlık içinde oynamaktadırlar.

10- 11- Artık sen, o göğün o insanları kaplayacak bir apaçık duman getireceği günü gözetle. Bu, bir acı azaptır.

12- (O insanlar o zaman): "Ey Efendimiz, bu azabı bizden kaldır, şüphesiz ki biz (artık) inananlarız" (derler).

13- Onlar için o hatırlamanın nasıl (faydası olacak?) Ve oysa onlara bir apaçık elçi de gelmişti.

14- Sonra onlar, ondan (başka tarafa) yakınlaşmışlar ve (ona): "Bir öğretilmiş, bir cinlenmiş" demişlerdi.

15- Şüphesiz ki biz o azabın biraz kaldırıcılarıyız, (sonra) şüphesiz ki siz (eski halinize) tekrar dönücülersiniz.

16- O gün, biz o en büyük yakalama ile yakalarız. Şüphesiz ki biz öç alıcılarız.

17- 18- 19- 20- 21- Ve ant olsun ki biz onların öncesi Firavun'u denedik ve onlara: "Siz, Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim" diye ve: "Siz, Allah'a karşı yücelenmeyin. Şüphesiz ki ben size bir apaçık yetki getirdim. Ve şüphesiz ki ben benim Efendime ve (aynı zamanda) sizin Efendinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmadıysanız, artık siz benden uzaklaşın" diye bir değerli elçi gelmişti.

22- Sonunda o, kendisinin Efendisine: "Şüphesiz ki bunlar suç işleyenler topluluğudur" diye çağrı yaptı.

23- 24- (Allah): "Artık sen kullarımı bir gece yürüt, şüphesiz ki siz izlenmişler (olacak)sınız. Ve sen o su kütlesini sakin bir halde terk et. Şüphesiz ki onlar batırılmışlar ordusudur" (dedi).

25- 26- 27- Onlar bahçelerden ve su gözlerinden ve ekinlerden ve değerli yerlerden ve nimetten onda lezzetlenenler oldukları nicesini bıraktılar.

28- İşte böyle. Ve biz onlara diğer bir topluluğu mirasçı yaptık.

29- Artık onların üzerine o gök ve o yer ağlamadı ve onlar bakılanlar da olmadılar.

30- 31- Ve ant olsun ki biz Yakub'un oğullarını Firavun'dan (kaynaklanan) alçaltıcı azaptan, kurtardık. Şüphesiz ki o, o savurganlık yapanlardan bir yücelenen idi.

32- Ve ant olsun ki biz onları o tüm insanların üzerine bir bilgi üzerine seçmiştik.

33- Ve biz onlara ayetlerden öyle birşey vermiştik ki onda bir apaçık yoklama vardı.

34-35- 36- Şüphesiz ki bunlar kesinlikle: "O (ölüm) bizim o ilk ölümümüzden başkası değildir. Ve biz (dirilerek) yayılanlardan da olmayacağız. Eğer siz doğru söyleyenler iseniz, haydi bizim atalarımızı getirin" diyorlar.

37- Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tubba topluluğu ve onlardan önceki kimseler mi? Biz onları yok etmiştik. Şüphesiz ki onlar suç işleyenler idiler.

38- Ve biz o gökleri ve o yeri ve o ikisinin arasında olan şeyleri oyuncular olarak takdir etmedik.

39- Biz o ikisini o gerçek (amaç) dışında takdir etmedik, fakat onların tamamı bilmezler.

40- Şüphesiz ki o ayırma günü onların toplu olarak belirlenmiş vaktidir.

41- O gün bir yakın, bir yakından hiçbir şeyi ihtiyaçsız kılamaz ve onlar yardım da edilmezler.

42- Allah'ın sarmaladığı kimse başka. Şüphesiz ki O, çok güçlünün, sarmalayıcılığı süreklinin ta kendisidir.

43- 44- 45- 46- Şüphesiz ki o zakkumun ağacı, o günahkarların yiyeceğidir. O yağ tortusu gibidir. O karınlarda fokurdar. O kaynar suyun fokurdaması gibi.

47- 48- 49- 50- (Zebanilere): "Siz onu tutun da, onu o şiddetli ateşin ortasına sürükleyin. Sonra siz onun başının üstüne o kaynar suyun azabından dökün. (Sonra siz ona)'Tat (bu azabı) şüphesiz ki sen o çok güçlünün, o çok bilgenin ta kendisisin' (deyin)" (denilir).

51- 52- 53- Şüphesiz ki o korunanlar güvenli yerdedir. Bahçelerde ve su gözlerinde. Onlar karşılıklı oturanlar olarak ince ipekten ve kalın ipekten (elbiseler) giyerler.

54-İşte böyle. Biz onları iri belirgin gözlülerle eşlendirmişizdir.

55- Onlar, onda her meyveyi güvenliler olarak çağırırlar.

56- 57- Onlar, onda o ilk ölüm dışında o ölümü tatmazlar. Ve O, onları senin Efendinden bir lütuf olarak şiddetli ateşin azabından korumuştur. Bu, o büyük başarının ta kendisidir.

58- Böylece biz onu, ancak ve ancak onların hatırlamaları için senin dilinle kolaylaştırdık.

59- Artık sen gözetle, şüphesiz ki onlar da gözetleyenlerdir.


8 Aralık 2025 Pazartesi

ZUHRUF SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- 3- O apaçık kitaba ant olsun ki, biz onu sizin bağlantı kurmanız için bir Arabi okuma olarak yaptık.

4- Ve şüphesiz ki o, bizim yanımızda o kitabın anasındadır, o çok yücedir, en bilgedir.

5- Siz savurganlar topluluğu oldunuz diye, Şimdi o hatırlatmaya (karşı olan sorumluluğunuzu) görmezden gelerek biz sizden uzaklaşacak mıyız? 

6- Ve biz, o ilklerin içinde haberciden nicesini gönderdik.

7- Ve onlara hiçbir haberci gelmiyordu ki, onunla ancak alay ediyor olmasınlar.

8- Bunun üzerine biz de, onlardan (Mekke'lilerden) yakalayış bakımından daha çetin olanları yok ettik. Ve o ilklerin örneği (bu kitapta) geçmiştir.

9- Ve eğer sen onlara: "O gökleri ve o yeri kim takdir etti?" diye sorarsan, onlar kesinlikle: "Onları o çok güçlü, o en iyi bilici takdir etti" diyeceklerdir.

10- O ki, o yeri size bir döşek yaptı ve onda ve sizin (gideceğiniz yolda) doğruya iletilmeniz için size yollar açtı.

11- Ve O ki, o gökten bir ölçüyle su indirdi. Böylece biz onu bir ölü yöreye yaydık. Siz de böyle çıkarılacaksınız.

12- 13- 14- Ve O ki, o çiftleri onların hepsini takdir etti ve size o gemiden ve o hayvandan sizin binmekte olduğunuz şeyi, sizin onun sırtlarının üzerine denkleşmeniz, sonra sizin Efendinizin nimetini hatırlamanız, onun üzerine denkleştiğiniz zaman sizin: "Her türlü eksiklikten uzaktır ki O, bunu bize boyun eğdirdi, ve oysa (boyun eğdirmese) biz ona yaklaşıcılar değildik. Ve şüphesiz ki biz Efendimize çevrilicileriz" demeniz için meydana getirdi.

15- Ve onlar, O'na kendisinin kullarından bir parça oluşturdular. Şüphesiz ki o insan, kesinlikle bir apaçık nankördür.

16- Yoksa O, takdir etmekte olduğu şeylerden kızları (kendisi için) tuttu da ve o oğulları size mi seçti?

17- Ve onlardan biri o çok sarmalayıcılığı kapsamlı için bir örnek olarak ortaya koyduğu şey ile müjdelendiği zaman, onun yüzü simsiyah olur ve o (öfkesinden) yutkunandır

18- (Onlar) o takı içinde yetiştirilmekte olan kimseyi oysa o (kız), çekişmede apaçık olmayan bir durumda olanı mı (Allah'a yakıştırıyorlar)?

19- Ve onlar o melekleri ki o kimseler sarmalayıcılığı kapsamlının kullarıdır, onları dişiler saydılar. Onlar, onların takdir edilişine tanık mı oldular? Onların tanıklıkları kitaplaştırılacak ve onlar sorulacaklar.

20- Ve onlar: "Eğer sarmalayıcılığı kapsamlı dileseydi, biz onlara kulluk etmezdik" dediler. Bu hususta onlar için hiçbir bilgi yoktur. Onlar saçmalamaktan başka söz söylemiyorlar.

21- Yoksa biz onlara onun öncesinden bir kitap verdik de onlar onu mu sıkıca tutanlardır?

22- Hayır, onlar: "Şüphesiz ki biz, kendi atalarımızı bir ana toplum (inancı) üzerinde bulduk ve şüphesiz ki biz onların izleri üzerinde doğruya iletilenleriz" dediler.

23- Ve böylece biz senden önce bir kasabada hiçbir uyarıcı göndermedik ki onun refahlıları ancak: "Şüphesiz ki biz, kendi atalarımızı bir ana toplum (inancı) üzerinde bulduk ve şüphesiz ki biz onların izleri üzerinde (onları) örnek alanlarız" demiş olmasın.

24- (Gelen uyarıcı onlara): "Eğer ki ben size atalarınızı sizin onun üzerinde bulduğunuz şeyden (yol bakımından) daha doğrusunu getirmiş olsamda mı (onları örnek alacaksınız)?" dedi. Onlar: "Şüphesiz ki biz, sizin onunla gönderildiğiniz şeyi örtücüleriz" dediler.

25-  Bunun üzerine biz de onlardan öç aldık, artık sen bak o yalanlayanların sonu nasıl olmuş.

26- 27- Ve bir zaman İbrahim kendi babası ve topluluğuna: "Şüphesiz ki ben, sizin kulluk etmekte olduğunuz şeylerden beriyim. O ki, beni yarıp çıkarmış olanın dışında, çünkü şüphesiz ki O beni doğruya iletecektir" dedi.

28- Ve O onu (bu sözünü) onların (ortak koşanların) dönmeleri için onun takipçilerinde bir kalıcı kelime yaptı.

29- Hayır, ben onları ve onların atalarını o gerçek ve bir apaçık elçi kendilerine gelene kadar yararlandırdım.

30- O gerçek onlara geldiğinde onlar: "Bu, bir sihirdir ve şüphesiz ki biz onu örtücüleriz" dediler.

31- Ve onlar: "Bu okunan (Kur'an), o iki kasabadan bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. 

32- Yoksa senin Efendinin sarmalayıcı iyiliğini onlar mı paylaştırıyorlar? Onların arasında geçimliklerini biz paylaştırdık ve biz onların bir kısmının bir kısmı hizmetli olarak tutması için, onların bir kısmını bir kısmın üstüne kademeler bakımından yükselttik. Ve senin Efendinin sarmalayıcı iyiliği, onların toplamakta olduğu şeylerden daha hayırlıdır.

33- 34- 35- Ve eğer o insanlar bir tek ana toplum olacak olmasaydı, biz sarmalayıcılığı kapsamlıya karşı gerçeği örtmekte olan kimselere onların evleri için gümüşten tavanlar ve yükseliş yolları kesinlikle yapardık ki onlar onların üzerinde yukarı çıkarlardı. Ve onların evleri için kapılar ve oturaklar ki onlar onların üzerinde dayanırlardı. Ve altın yaldızlar. Ve bütün bunlar bu şimdiki yaşamın bir yararından başkası değildir. Ve o diğer (yaşam) ise, senin Efendinin yanında o korunanlar içindir.

36- Ve kim sarmalayıcılığı kapsamlının hatırlatmasından gözünü yumarsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz ki artık o, ona bir yakın arkadaş olur.

37- Ve şüphesiz ki onlar, onları o yoldan uzaklaştırırlar ve onlar ise kendilerinin doğruya iletilenler olduklarını hesap ederler.

38- Nihayet biz geldiği zaman onlar: "Keşke benimle senin aranda iki doğunun arası uzaklığı olsa" der, artık ne kötüdür o yakın arkadaş.

39- (Onlara): "(Bu pişmanlığınız) bugün size asla fayda vermeyecek. Hani siz haksızlık yapmıştınız. Şüphesiz ki siz o azapta ortak olanlarsınız" (denir).

40- Artık o sağırlara sen mi işittireceksin, veya o körleri ve bir apaçık sapkınlıkta olan kimseleri sen mi doğruya ileteceksin?

41- Şimdi eğer biz seni (yaşamdan alıp) götürsek de, artık şüphesiz ki biz onlardan öç alıcılarız.

42- Veya biz sana, bizim onlara söz verdiğimiz şeyi göstersek de, artık şüphesiz ki onların üzerine güç yetiricileriz.

43- Öyleyse sen, sana vahyedilmiş şeye sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen, bir dosdoğru yol üzerindesin.

44- Ve şüphesiz ki o, sana ve senin topluluğuna kesinlikle bir hatırlatmadır. Ve siz ileride sorulacaksınız.

45- Ve sen, bizim senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden olan kimselere sor, biz onlara sarmalayıcılığı kapsamlının berisinden kulluk edilecek tanrılar belirlemiş miyiz?

46- Ve ant olsun ki biz Musa'yı, Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik de o: "Şüphesiz ki ben o tüm insanların Efendisinin elçisiyim" dedi.

47- Ne zaman ki o, onlara bizim ayetlerimizi getirdiğinde, onlar birden onlardan dolayı gülüyorlardı.

48- Ve biz onlara herhangi bir ayet göstermiyorduk ki, o kendisinin kızkardeşinden (benzerinden) daha büyük olmasın. Ve biz onları dönmeleri için o azapla tuttuk.

49- Ve onlar: "Ey o sihirbaz sen, senin Efendinin senin yanındaki antlaşması nedeniyle bizim için çağrı yap. (Eğer çağrına cevap verirse) biz kesinlikle doğruya iletilenler (olacağ)iz" dediler.

50- Ne zaman ki biz onlardan o azabı kaldırdığımızda, onlar birden sözlerini bozuyorlardı.

51- 52- 53- Ve Firavun topluluğunun içinde seslendi de: "Ey topluluğum, Mısır hükümranlığı ve benim altımdan akmakta olan bu nehirler benim değil mi? Siz hiç görmez misiniz? Yoksa ben daha hayırlı değil miyim bundan? ki o bir değersizdir ve neredeyse (meramını) açıklayamaz. Öyleyse onun üzerine altından bilezikler atılmalı veya onun beraberinde o (saflar halinde) yaklaştırılan melekler gelmiş olmalı değil miydi?" dedi.

54- Böylece o, topluluğunu hafife aldı da onlar ona itaat ettiler. Şüphesiz ki onlar itaatten çıkanlar topluluğu idi.

55- Ne zaman ki onlar bizi öfkelendirdiklerinde biz de onlardan öç aldık, böylece biz onları toplu olarak batırdık.

56- Böylece biz onları bir geçmiş ve o diğerleri için bir örnek yaptık.

57- 58- Ve Meryem'in oğlu bir örnek olarak ortaya konulduğunda, senin topluluğun birden ondan dolayı (senden) uzaklaşıyorlar ve onlar: "Bizim tanrılarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu?" diyorlar. Onlar, onu sana söz dalaşı yapmaktan başka (amaçla) ortaya koymuyorlar. Hayır, onlar çekişenler topluluğudur.

59- O, bizim onun üzerine nimet verdiğimiz ve bizim onu Yakub'un oğullarına bir örnek yaptığımız bir kuldan başkası değildir.

60- Eğer biz dileseydik, kesinlikle sizden melekler yapardık da o yerde onlar ardıl olurlardı.

61- Ve şüphesiz ki o, kesinlikle o anın bilgisidir, artık siz onda (o anda) sakın tereddüte düşmeyin ve siz beni izleyin. Bu, bir dosdoğru yoldur.

62- Ve o şeytan sizi sakın (bundan) uzaklaştırmasın. Şüphesiz ki o, size bir apaçık düşmandır.

63- 64- Ve İsa o apaçık delilleri getirdiğinde: "Ben, size kesinlikle o bilgelikle ve sizin hakkında aykırılığa düşmekte olduğunuz şeylerin bir kısmını benim size açıklamam için geldim. Artık siz Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Efendimin sizin de Efendinizin ta kendisidir, artık siz O'na kulluk edin. Bu, bir dosdoğru yoldur" demişti.

65- Buna rağmen onların arasından o gruplar aykırılığa düştü. Artık yazıklar olsun bir  acı günün azabından dolayı haksızlık yapmış olan kimselere.

66- Onlar (inanmak için) fark etmezlerken ancak o anın kendilerine beklenmeyen bir zamanda gelmesine mi bakıyorlar?

67- O gün o korunanlar dışında o dostların bir kısmı bir kısma bir düşmandır.

68- 69- 70- (Allah o gün onlara): "Ey benim kullarım, bugün size hiçbir kaygı olmaz ve siz üzülmezsiniz. O kimseler ki bizim ayetlerimize inanmışlar ve onlar teslim olanlardır. Siz ve sizin eşleriniz neşelendirilecekler olarak o bahçeye girin" (der).

71- Altından tepsiler ve kadehler onların üzerinde dolaştırılır. Onda o benliklerin kendisine karşı güçlü arzu duymakta ve o gözlerin lezzet almakta olduğu şeyler vardır. Ve siz onda sürekli kalıcılarsınız.

72- Bu, o bahçedir ki, siz işlemekte olduğunuz şeyler nedeniyle ona mirasçı kılındınız.

73- Ondaki birçok meyve sizin içindir, siz ondan yiyeceksiniz.

74- Şüphesiz ki o suç işleyenler cehennem azabında sürekli kalıcıdırlar.

75- (Bu azap) onlardan ara verilmez ve onlar onda umut yitirenlerdir.

76- Ve biz onlara haksızlık yapmadık, fakat onlar o haksızlık yapanların ta kendileri oldular.

77- 78- Ve onlar: "Ey (cehennemin) hükümranı, senin Efendin bizim üzerimize (ölüm hükmünü) yerine getirsin" diye seslendiler. O da: "Şüphesiz ki siz (onda) durup bekleyicilersiniz. Ant olsun ki biz size o gerçeği getirmiştik, fakat sizin tamamınız o gerçeği çirkin görenlerdeniz" dedi.

79- Yoksa onlar bir iş mi karara bağladılar? Öyleyse şüphesiz ki biz de karara bağlayanlarız.

80- Yoksa onlar, şüphesiz ki bizim onların saklılarını ve başbaşa konuşmalarını işitmeyiz mi hesap ediyorlar? Hayır, ve onların yanında bizim elçilerimiz (her yaptıklarını) yazıyorlar.

81- Sen de ki: "Eğer sarmalayıcılığı kapsamlı için bir çocuk olsaydı, o takdirde ben (o çocuğa) o kulluk edenlerin ilkiydim."

82- O göklerin ve o yerin, o tahtın Efendisi, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

83- Artık sen  onları karşılacakları günlerine kadar dalmaya ve oynamaya bırak ki onlar (o gün için) söz verilmektedirler.

84- Ve O ki, o gökte de tanrıdır ve o yerde de tanrıdır. Ve O, en bilgedir, en iyi haber alıcıdır.

85- Bereketi boldur ki O, o göklerin ve o yerin ve o ikisinin arasında olan şeylerin hükümranlığı kendisinindir. O anın bilgisi, O'nun yanındadır. Ve siz O'na döndürüleceksiniz.

86- Ve onların O'nun berisinden kulluk etmekte oldukları şeyler o eşlikçiliğe sahip olamaz, bilerek o gerçeğe tanıklık etmiş kimseler başka.

87- Ve eğer sen onlara kendilerini kimin takdir ettiğini sorarsan, onlar kesinlikle "Allah" diyecekler, böyle iken onlar nasıl çarptırılıyorlar

88- Ve onun: "Ey Efendim, şüphesiz ki bunlar inanmazlar topluluğudur" demesinin (bilgisi de O'nun yanındadır).

89- Artık sen onları görmezden gel ve "Selam" de. Artık onlar ileride bilecekler.


2 Aralık 2025 Salı

Gayri Metluv Vahiy Düşüncesinin Şura s. 51. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Çoğu kimsenin malumu olduğu üzere İslam düşüncesinde, "Gayri Metluv Vahiy" olarak adlandırılan ve Muhammed a.s. isnad edilen rivayetlerin de vahiy yani Kur'an'a eşdeğer olduğu esasına dayandırılan ve zamanla bazı kesimlerde itikat haline getirilmiş bir düşünce vardır. 

Bu düşünceye göre  "Metluv Vahiy" olarak adlandırılan vahiy, namazlarda okunan yani Kur'an içindeki ayetlerden oluşan vahiy, "Gayri Metluv Vahiy" olarak adlandırılan vahiy ise namazlarda okunmayan vahiy, yani Muhammed a.s. a isnad edilen rivayetlerdir.

Bu düşüncenin kökü "Ehli Hadis" olarak bilinen ve başını İmam Şafii'nin çektiği ekibe dayanmaktadır. Bu ekibin inancına göre hadisler öylesine kutsal sözlerdir ki aynı Allah'ın sözü olan Kur'an ayetleri ile eşdeğerdir. Bu ekibe mensup olanlar bu iddialarına destek olarak bazı Kur'an ayetlerini de  işlerine geldiği gibi tevil etmekten kaçınmamışlardır.

Biz bu düşüncenin doğruluğunu veya yanlışlığını eğer hakem kitap Kur'an doğrultusunda anlamak istiyorsak, karşımızdaki ilk ayet Şura s. 51. ayetidir. Biz bu ayeti baz alarak Allah'ın insanlarla iletişim kurma yolunu öğrenebilir, sonrasında da "Gayri Metluv Vahiy" düşüncesini bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Ayetin metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

51- Ve bir beşer için Allah'ın onunla iletişim kurması olası değildir, ancak vahyederek veya bir engelin ötesinden (söz söylemesi) veya bir (melek) elçi gönderir de dileyeceği şeyi kendisinin onayı ile ona vahyeder. Şüphesiz ki O, bir çok yücedir, bir en bilgedir.

Bu ayetten anlaşılacağı üzere, Allah c.c. insanlarla 3 yolla iletişim kurmaktadır.

1- Vahyederek.

2- Engel ötesinden iletişim kurarak.

3- Bir melek elçi göndererek.

1. sıradaki konuşma şekli Yusuf a.s. a kuyuda iken vahyetmesi, Musa'nın annesine onu denize atmasını vahyetmesi gibi yani adına ilham da dediğimiz içsel bir duygu olarak. Bu durumu Şems s. 7. ve 8. ayetlerde daha net görmekteyiz. Allah c.c. bu ayetlerde nefse, fücuru ve takvayı ilham ettiğini beyan etmektedir.

2. sıradaki iletişim şekli Musa a.s. a has bir iletişim şekli olarak Kur'an'da karşımıza çıkmaktadır. 

3. sıradaki iletişim kurma şekli ise Muhammed a.s. kadar gelen ve "Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanlara melek elçi vasıtası ile yapılan vahiy türüdür.

Bu noktadan hareketle, şimdiye kadar gelmiş, geçmiş ve gelecek olan insanlarla Allah c.c. 1. sıradaki vahiy türüyle iletişim kurmuş, iletişim kurmakta ve iletişim kuracaktır. 3. sıradaki iletişim şeklini Musa a.s. a has bir iletişim türü olduğunu düşündüğümüzde, 2. sıradaki iletişim türü, "Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanlara melek elçi ile yapılan, yani  vahyederek iletişim şeklidir. Bu durumun keyfiyetini Allah c.c. ve sadece o elçiler bilmekte, bizler ise 3. kişiler olarak sadece bize Kur'an'daki verilen bilgiyle yetinmek durumundayız. 

"Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanların bir beşer olduğunu da hesaba kattığımız zaman, onlarla yapılan iletişim şeklinin 1. ve 3. sıradaki iletişim kurma olarak karşımıza çıkmakta olduğunu görürüz.

Yani Allah c.c. "Nebi Resul" olarak seçtiği insanların hepsiyle hem Şems s. 7. 8. ayetlerde de karşımıza çıktığı gibi ilham yoluyla iletişim kurmakta, hem de 3. sırada olduğu gibi melek elçi vasıtasıyla vahyederek iletişim kurmaktadır.

Biz sıradan insanlara gelince, Allah c.c. bizlerle sadece 1. sıradaki olan ilham yoluya iletişim kurmaktadır. Yani seçilmiş elçilerin bizden farkı, onların hem 1. sıradaki hem de 3. sıradaki iletişim şekli ile muhatap olmalarıdır.

İş Muhammed a.s. a gelince; O, önce bir beşer olması hasebiyle Allah c.c. onunla 1. sıradaki şekli ile iletişim kurmakta, sonra bir "Nebi Resul" olması hasebiyle 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmaktadır.

Allah c.c. nin 3. sıradaki şekli ile kurduğu iletişimin sonuçları bugün elimizde "Kur'an-ı Kerim" olarak nitelenen kitapta bulunmaktadır. Yani Allah c.c. kulu ve elçisi Muhammed a.s. seçerek melek elçi ile vahyettiği şeyler, bugün bizim elimizde yazılı vahiy olarak bulunmaktadır.

Muhammed a.s. elçiliği boyunca kendisine vahyedilen ayetleri insanlara tebliğ etmiş, ve bu tebliğ zamanı içinde beşer olarak yaşantısına da devam etmiştir. Bu yaşantısının içinde elbette ki konuşmuş ve bazı fiillerde bulunmuştur. Bu konuşma ve fiiller, kendisine yapılan vahiyle ilgili olduğu gibi beşeri yaşantısının bir gereği olarak ta karşımıza çıkmaktadır.

Yani Allah c.c. Muhammed a.s. ile elçilik görevinin başına kadar sadece 1. sıradaki şekli ile iletişim kurmuş, elçilik görevinden sonra ise hem 1. hem de 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmuştur. Kur'an vahyi dışındaki sözleri ve fiilleri, kendisinin beşer olması nedeni ile 1. sıradaki iletişimin sonuçlarıdır.

Zaman içinde burada ele almanın hacmi genişleteceği bazı saikler nedeniyle Muhammed a.s. ın beşer olması neticesinde ağzından dökülen sözler, Kur'an ile eşdeğer görülmeye başlanmıştır. Ne yazık ki bu eşdeğer görülmenin kaynağı ne ona vahyedilen kitap, ne de kendisidir. "Erike Hadisi" olarak literatüre geçen ve ona atfedilen sözlerin ona atılmış bir iftira olmaktan öte geçmeyeceği bir gerçektir.

Aksine, onun güzide arkadaşlarının herhangi bir konuda onun vahiy olmayan görüşleri karşısında kendilerinin karşı öneride bulundukları sabittir. Eğer onlar "Ehli Hadis" ekibinin iddiası gibi düşünmüş olsalar veya elçi a.s. Kur'an harici sözlerinin de Kur'an ile eşdeğer olduğunu söylemiş olsaydı, onlar asla karşı öneride bulunmazlar teslim olurlardı.

 Örneğin Uhud yenilgisi ile ilgili Al-i İmran suresi ayetlerine baktığımızda elçinin arkdaşlarını arkalarından çağırmasına rağmen onların bu çağrıyı dinlememiş olmaları karşısında ne Allah c.c. ne de elçi onların inkara düştüğünü söylememiştir. Ahzab suresinde Zeyd'e "Eşini yanında tut" dediği halde Zeyd'in bu sözü dinlememesi vahyi inkar olarak değerlendirilip de o ve diğer sahabe "Hadis İnkarcısı" olarak görülebilir mi?

Görünen o ki; "Gayri Metluv Vahiy" düşüncesi temellerini asla vahiyden almayan, hadisleri de vahiy kategorisine sokmak düşüncesine dayalı bir projenin ürünüdür ki hadisler yoluyla İslami konularda daha rahat bir oynama alanı oluşturulabilsin.

Şimdi bu projenin asıl sakat yanı şu dur; Bu projeye inanan insanların beyni öyle bir yıkamaya tabi tutulmuştur ki, buna inanmayanlar, Kafir, Zındık, Hadis inkarcısı, Sünnet inkarcısı gibi isimlerle yaftalanmaktadır.

Ancak Kur'an'ı hakem yaparak konuya baktığımız zaman işin rengi değişmekte, oklar tersine dönmektedir. Nasıl mı?

"Şirk" olarak bildiğimiz, Allah'a ortaklık isnat etmek olan ve "Büyük Zulüm" olarak vasıflanan durum, burada ortaya çıkmaktadır. Allah c.c. nin hüküm alanını bir başka kişiye paylaştırmak olan şirk, onun elçisine ait olduğu iddia edilen sözlerin onun sözlerine eşdeğer olduğunu iddia etmekle de ortaya çıkmaktadır.

Başkalarını elçinin sözlerini Kur'an ile eşdeğer görmedikleri için bazı isimlerle yaftalayan kişilerin kendilerinin bu düşünceyle Allah'a ortak koştuklarını bilmeleri gerekmektedir. 

Sonuç olarak; Allah c.c. yarattığı bütün insanlarla iletişim kurmuş ve kurmaya devam etmektedir. Bu iletişim şekli biz gibi insanlara göre "Nebi Resul" olarak seçilen insanlarda farklılık arz etmektedir. Bizlerle sadece Şura s. 51. ayetteki sırasıyla 1. ve Şems 7.ve 8. ayetlerdeki anlatıma göre ilham yoluyla iletişim kurarken, "Nebi Resul" olarak seçilen insanlarla hem bu şekilde hem de Şura s. 51 ayetteki 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmaktadır. Muhammed a.s. da bizler gibi bir beşer olması hasebiyle ona ilham yoluyla iletişim kurulmaktadır. Bu iletişim şeklini "Vahyi Gayri Metluv" olarak adlandırmak en büyük olan şirktir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.


ŞURA SURESİ ÇEVİRİSİ

1- 2- Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf.

3- Çok güçlü en bilge Allah, sana ve senden önceki kimselere böyle vahyeder.

4- O göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler, Allah'ındır. Ve O, çok yücedir, çok büyüktür.

5- Neredeyse o gökler üstlerinden yarılacaklar. Ve o melekler Efendilerini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve yerdeki kimseler için bağışlama isterler. Dikkat edin şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcının, sarmalayıcılığı süreklinin ta kendisidir.

6- Ve o kimseler ki, O'nun berisinden yakınlar bellediler. Allah, onların üzerinde bir kollayıcıdır ve sen onların üzerinde bir üstlenici değilsin.

7- Ve böylece biz, senin o kasabaların anasını ve onun çevresinde olan kimseleri uyarman ve o toplanmanın günü ile uyarman için ki onda hiçbir kuşku yoktur, sana bir Arabi okuma vahyettik. Bir bölük o bahçede ve bir bölük de o alevli ateştedir.

8- Ve eğer Allah dileseydi, onları kesinlikle bir tek ana toplum yapardı. Fakat O dileyeceği kimseyi kendi sarmalayıcı iyiliğine girdirir. Ve o haksızlık yapanlar ise, onların hiçbir yakını ve yardımcısı yoktur.

9- Yoksa onlar O'nun berisinden yakınlar mı bellediler. Oysa Allah o yakının ta kendisidir ve O, o ölüleri (yeniden) yaşatacaktır. Ve O, her bir şeyin üzerine bir en doğru ölçü koyucudur.

10- (Sen de ki): "Ve siz herhangi bir şeyden aykırılığa onun hakkında düşerseniz, artık onun kararı Allah'adır. Bu, Allah'tır benim Efendimdir, ben O'nu üstlenici edindim. Ve ben O'na içtenlikle yönelirim."

11- (O), o göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısıdır. O, size kendi benliklerinizden eşler ve o hayvanlardan da eşler meydana getirdi. O, sizi bu şekilde yayıyor. O'nun örneği gibi hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işiticidir, en iyi görücüdür.

12- O göklerin ve o yerin kilitleri, O'nundur. O, o rızkı kime dilerse geniş tutar ve bir ölçüye göre verir. Şüphesiz ki O, her bir şeyi bir en iyi bilicidir.

13- O, size o yaşam sisteminden izlenecek yol yaptığı o şeyi ki onu Nuh' a da tembihlemişti. Ve o şey ki biz sana da vahyettik ve yine o şey ki biz onu İbrahim' e ve Musa'ya ve İsa'ya da, "Siz , o yaşam sistemini ayakta tutun ve siz onda sakın ayrışmayın" diye tembihlemiştik. O şey ki sen onları ona çağırmaktasın o ortak koşanların üzerine ağır geldi. Allah, dileyeceği kimseyi kendisine derleyip toplar ve kendisine içten yönelmekte olan kimseyi doğruya iletir.

14- Ve onlar kendilerine o bilgi geldikten sonra kendi aralarında bir saldırganlıktan başka nedenle ayrışmadılar. Ve eğer senin Efendinden bir isimlenmiş süreye kadar öne geçmiş bir kelime olmasaydı, onların arasında (karar) kesinlikle yerine getirilirdi. Şüphesiz ki o kitaba onlardan sonra mirasçı kılınmış olan o kimseler, ondan kesinlikle bir kuşku verici kararsızlık içindedirler.

15- Bundan dolayı artık sen çağır ve buyurulduğun gibi dosdoğru ol. Ve onların keyfi arzularını sakın izleme. Ve sen de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiği şeye inandım. Ve ben aranızda eşit davranmakla buyuruldum. Allah, benim de Efendimdir ve sizin de Efendinizdir. Bizim işlediklerimiz bizedir ve sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda hiçbir tartışma olamaz. Allah, bizim aramızı toplayacaktır. Ve o varış yeri O'nadır."

16- Ve Allah hakkında O'na cevap verildikten sonra tartışmakta olan kimselerin tartışma delilleri,  Efendilerinin yanında boşa çıkıcıdır. Bir hiddet onların üzerinedir ve bir çetin azap onlar içindir.

17- Allah O ki, o kitabı ve tartıyı o gerçekle indirdi. Ve sana ne bildirdi ki belki o an bir yakındır.

18- Ona inanmaz o kimseler onun çabuklaşmasını istiyor. Ve inanmış olan kimseler ise ondan korkuyla titreyenlerdir. Ve onlar onun o gerçek olduğunu biliyorlar. Dikkat edin, şüphesiz ki o an hakkında tereddüte düşmekte olan o kimseler, kesinlikle bir apaçık sapkınlık içindedirler.

19- Allah, kendisinin kullarına karşı çok lutfedicidir ve dileyeceği kimseye rızık verir. Ve O, çok kuvvetlidir, çok güçlüdür.

20- Kim o diğer (yaşamın) ekinini isterse, biz onun için kendisinin ekininde artıracağız. Ve kim o şimdiki (yaşamın) ekinini isterse, biz ona ondan veririz ve ona o diğer (yaşamda nimet olarak) hiçbir hisse yoktur.

21- Yoksa onların ortakları mı var ki onlar, o yaşam sisteminden ona Allah'ın onay vermediği şeyi onlara izlenecek yol yaptılar? Eğer o ayırmanın kelimesi olmasaydı, onların arasında (karar) kesinlikle yerine getirilirdi. Şüphesiz ki o haksızlık yapanlar var ya, bir acı azap onlar içindir.

22- Sen o haksızlık yapanları kazandıkları şeylerden dolayı korkuyla titreyenler olarak görürsün. Ve o (kazandıkları) onlara (tepelerine) düşücüdür. Ve o kimseler ki inandılar ve o düzgün işleri işlediler, onlar o bahçenin yeşilliklerindedir ve Efendilerinin yanında dileyecekleri şeyler onlar içindir. Bu, o büyük lüftun ta kendisidir.

23- Bu, Allah'ın kendisinin inanmış ve o düzgün işleri işlemiş kimseler olan kullarına müjdelemekte olduğu şeydir. Sen de ki: "Ben buna karşı sizden o yakınlıktaki o sevgi dışında bir iş karşılığı sormuyorum." Ve kim bir iyilik edinirse, biz onun için onda bir iyilik artıracağız. Şüphesiz ki Allah, bir çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını bir vericidir.

24- Yoksa onlar (senin için): "O, Allah'a karşı bir yalan yakıştırdı" mı diyorlar? Eğer ki Allah dilerse senin kalbinin üzerine mühür vurur (sen o zaman bunu yaparsın). Ve Allah o geçersizi ortadan kaldırır ve kendisinin kelimeleriyle o gerçeği ortaya koyar. Şüphesiz ki O, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir.

25- Ve O ki, kendisinin kullarından o itaatle dönüşü kabul eder ve onları o kötülüklerden yok sayar ve O, sizin yapmakta olduğunuz şeyleri bilir.

26- Ve O, inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olan kimseleri cevaplandırır ve onlara kendisinin lütfundan artırır. Ve o gerçeği örtücüler var ya, bir çetin azap onlar içindir.

27- Ve eğer Allah kendisinin kulları için o rızkı geniş tutsaydı, onlar o yerde kesinlikle hadsizlik yaparlardı. Fakat O dileyeceği şeyleri bir ölçüyle indiriyor. Şüphesiz ki O, kendisinin kullarını(n işlerini) bir en iyi haber alıcıdır, bir en iyi görücüdür.

28- Ve O ki, onların karamsarlığı düşmesinin arkasından o faydalı yağmuru indiriyor ve kendisinin sarmalayıcı iyiliğinden yayıyor. Ve O, yakın dosttur, övgüye çok layıktır.

29- O göklerin ve o yerin ve o ikisinde canlıdan yaydığı şeylerin takdir edilişi, O'nun ayetlerindendir. Ve O, onları dileyeceği zaman toplamaya da ölçü koyucudur.

30- Ve size bir musibetten değen şey, sizin ellerinizin kazandığı nedeniyledir ve O, birçoğunu da yok sayıyor.

31- Ve siz o yerde (Allah'ı) yetersiz bırakıcılar değilsiniz. Ve sizin için Allah'ın berisinden hiçbir yakın dost ve yardımcı yoktur.

32- Ve o su kütlesinde o bayraklar gibi (yelken açmış) o akıp giden (gemi)ler O'nun ayetlerindendir.

33- Eğer O dilerse o rüzgarı durultur da onlar, onun (su kütlesinin) sırtının üzerinde hareketsiz kalanlar oluverirler. Şüphesiz ki bunda her bir çokça direnip gayret eden, şükreden için kesinlikle ayetler vardır.

34- Veya onları kazandıkları nedeniyle boğarak yok eder ve O birçoğunu da yok sayıyor.

35- Ve bizim hakkında söz dalaşı yapmakta olan kimseler (şunu) bilsin ki onlar için hiçbir kaçış yeri yoktur.

36- Artık o şey ki size herhangi bir şeyden verilmiştir, artık o (verilmiş olan) bu şimdiki yaşamın bir yararıdır. Ve Allah'ın yanında olan şey ise, inanmış ve Efendilerini üstlenici edinmekte olan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

37- Ve o kimseler ki o günahın büyüklerinden ve o hayasızlıklardan uzaklaşırlar ve hiddetlendikleri zaman, onlar yok sayarlar.

38- Ve o kimseler ki Efendilerini cevaplandırdılar ve o kulluk görevini ayağa kaldırdılar. Ve onların işleri de aralarında danışma iledir. Ve onlar bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.

39- Ve o kimseler ki kendilerine o saldırganlık değdiği zaman, onlar yardımlaşırlar.

40- Ve bir kötülüğün karşılığı, onun örneği bir kötülüktür. Buna rağmen kim yok sayar ve düzeltirse, artık onun iş karşılığı Allah'ın üzerindedir. Şüphesiz ki O, o haksızlık yapanları sevmez.

41- Kim kendisine haksızlık yapılmasının arkasından yardımlaşır (hakkını alır)sa, artık işte onların üzerine hiçbir yol (sorumluluk) yoktur.

42- O yol (sorumluluk) ancak ve ancak o insanlara haksızlık yapmakta olan ve o yerde o gerçek olmaksızın saldırganlık yapmakta olan kimselerin üzerinedir. İşte onlar var ya, bir şiddetli azap onlar içindir.

43- Kim direnerek gayret eder ve bağışlarsa, şüphesiz ki bu kesinlikle o işlerin kararlısındandır.

44- Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun hiçbir yakın dostu O'ndan sonra yoktur. Ve sen o azabı gördüklerinde o haksızlık yapanları: "Geri dönüşe herhangi bir yol var mıdır?" diyorlarken görürsün.

45- Ve sen onları ona (ateşe) sunulurlarken o alçalmadan dolayı saygı duyanlar olarak bir gizliden bakışla bakıyorlarken görürsün. Ve inanmış olan kimseler: "Şüphesiz ki o ziyan edenler o kimselerdir ki, onlar o kalkışın günü kendi benliklerini ve kendi ailelerini ziyana sokmuşlardır" dedi. Dikkat edin, o haksızlık yapanlar bir kalıcı azabın içindedir.

46- Ve onlar için Allah'ın berisinden kendilerine yardım edecek hiçbir yakınları olmadı. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol yoktur.

47- Siz, bir günün gelmesi öncesinden Efendinizi cevaplandırın ki onun Allah'tan hiçbir geri döndürmesi olmaz. Sizin için o gün hiçbir sığınacak yer yoktur ve sizin için (suçlarınızı) bir yadırgama da yoktur.

48- Yok eğer onlar kayıtsız kalırlarsa, artık biz seni onların üzerine bir kollayıcı olarak göndermedik. Senin üzerinde olan o ulaştırmadan başkası değildir. Ve şüphesiz ki biz o insana bizden bir sarmalayıcı iyilik tattırdığımız zaman, ona sevinir. Ve eğer onlara  ellerinin öncelediği nedeniyle bir kötülük değerse, artık şüphesiz ki o insan bir nankördür.

49- 50- O göklerin ve o yerin hükümranlığı, Allah'ındır. O ne dilerse takdir eder. O kime dilerse dişiler bahşeder ve kime dilerse o erkekleri bahşeder. Veya onları erkekler ve dişiler olarak çift olarak (bahşeder). Ve O dileyeceği kimseyi de verimsiz olarak yapar. Şüphesiz ki O, bir en iyi bilicidir, bir en doğru ölçü koyucudur.

51- Ve bir beşer için Allah'ın onunla iletişim kurması olası değildir, ancak vahyederek veya bir engelin ötesinden (söz söylemesi) veya bir (melek) elçi gönderir de dileyeceği şeyi kendisinin onayı ile ona vahyeder. Şüphesiz ki O, bir çok yücedir, bir en bilgedir.

52- Ve böylece biz sana bizim buyruğumuzdan bir esinti vahyettik. Sen o kitap nedir ve o inanç nedir biliyor değildin, fakat biz onu sana bir ışık yaptık. Biz onunla bizim kullarımızdan dileyeceğimiz kimseleri doğruya iletiriz. Ve şüphesiz ki sen kesinlikle bir dosdoğru yola iletiyorsun.

53-  Allah'ın yoluna ki, o göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler O'nundur. Dikkat edin, o işler(in sonucu) Allah'a varır.


28 Kasım 2025 Cuma

FUSSİLET SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- 3- 4- (Bu) o çok şefkatli, sarmalayıcılığı üsrekliden indirilme bir kitaptır ki, onun ayetleri bilmekte olan bir topluluk için bir müjdeci ve bir uyarıcı olmak üzere bir Arabi okuma olarak ayrıntılanmıştır. Böyle olmasına rağmen onların (ortak koşanların) tamamı kayıtsız kaldı, artık onlar işitmezler.

5- Ve onlar: "Senin bizi kendisine çağırmakta olduğun şeyden, bizim kalplerimiz bir kamuflaj içindedir ve bizim kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin aranda da bir engel vardır, haydi sen (işleyeceğini) işle şüphesiz ki biz de (işleyeceğimizi) işleyenleriz" dediler.

6- 7- 8- Sen de ki: "Ben ancak ve ancak sizin örneğiniz bir beşerim. Bana sizin tanrınızın ancak ve ancak bir tek tanrı olduğu vahyediliyor. Öyleyse siz O'na karşı dosdoğru olun ve O'nun bağışlamasını isteyin. Ve o ortak koşanlara yazıklar olsun. O kimseler ki o arınmayı yerine getirmezler ve onlar o diğer (yaşam) gerçeğini örtenlerin ta kendileridir. Şüphesiz ki o kimseler inandılar ve o düzgün işleri işlediler, kesilmemiş bir iş karşılığı onlar içindir."

9- 10- 11- 12- Sen de ki: "Gerçekten siz mi nankörlük ediyorsunuz? O ki o yeri iki günde takdir etmiştir ve siz O'na benzerler ediniyorsunuz. Bu, o tüm insanların Efendisidir. Ve onda onun üstünden sabitlikler ve onda bereketler meydana getirdi ve onda onun ihtiyaçlarını o soranlar için denk olarak dört günde ölçülendirdi. Sonra o göğü denkleştirmeye yöneldi ve o duman halindeydi, böylece ona ve o yere 'İkiniz isteyerek veya istemeyerek gelin' dedi. İkisi 'Biz isteyenler olarak geldik' dediler. Böylece onları yedi gökler olarak iki günde yerine getirdi ve her göğe kendi işini vahyetti." Ve biz o yakın göğü kandillerle süsledik ve bir kollamayla (onu kolladık). Bu, o en güçlünün, o en iyi bilicinin ölçüsüdür.

13- Yok eğer onlar kayıtsız kalırlarsa, artık sen de ki: "Ben sizi Ad'ın ve Semud'un yıldırımı örneği bir yıldırımla uyardım."

14- Hani onlara önlerinden ve artlarından, "Siz Allah'tan başkasına kulluk etmeyin" diye elçiler gelmişti. Onlar: "Eğer bizim Efendimiz dileseydi, kesinlikle melekler indirirdi, artık şüphesiz ki biz sizin onunla gönderildiğiniz şeyi örtücüleriz" demişlerdi.

15- Şimdi Ad'a gelince, artık onlar o yerde o gerçek olmaksızın büyüklük tasladılar ve onlar: "Bizden kuvvet bakımından daha çetin kimdir?" dediler. Onlar görmediler mi şüphesiz ki Allah o kimsedir ki onları takdir etmiştir O, onlardan kuvvet bakımından daha çetindir. Ve onlar bizim ayetlerimizi ısrarla reddetmekte idiler.

16- Bunun üzerine biz de felaket günlerinde bizim o rezilliğin azabını onlara tattırmamız için onların üzerine bir kavurucu soğuk rüzgar gönderdik. Ve o diğer (yaşamın) azabı ise daha rezil edicidir ve onlar yardım da edilmezler.

17- Ve Semud'a gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik, buna rağmen onlar o körlüğü o doğruya iletmenin üzerine tercih ettiler, bunun üzerine onları kazanmakta oldukları nedeniyle o alçaltıcılığın azabının yıldırımı tuttu.

18- Ve biz inanmış ve korunmakta olan kimseleri ise kurtardık.

19- Ve o gün Allah'ın düşmanları o ateşe sürülüp toplanır, artık onlar düzenli olarak sevk edilirler.

20- Nihayet onlar ona geldikleri zaman, onların işitme duyuları ve gözleri ve derileri onların yapmakta oldukları şeylere tanıklık eder.

21- 22- 23- Ve onlar derilerine: "Siz, bize karşı niçin tanıklık ettiniz?" derler. Onlar: "Bizi Allah konuşturdu, O ki her şeyi konuşturmuştur. Ve O sizi ilk defasında takdir etmiştir ve siz O'na döndürülüyorsunuz. Ve siz, sizin kulaklarınızın ve gözlerinizin ve derilerinizin size karşı tanıklık etmesinden gizleniyor olmadınız. Üstelik siz, sizin işlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu Allah'ın bilmez olduğu kanısına varmıştınız. Ve bu, sizin varsayımınızdır ki sizin Efendinize karşı bu kanınız sizi mahvetti, böylece siz de o ziyan edenlerden oldunuz" dediler.

24- Şimdi eğer onlar direnip gayret ederlerse, artık o ateş onlar için bir barınaktır. Ve eğer onlar hoşnutluk isterlerse, artık onlar o hoşnut edilmişlerden de olmazlar.

25- Ve biz onlara yakın arkadaşlar musallat ettik de onlar, önlerinde olan şeyleri ve arkalarında olan şeyleri onlara süslediler ve kendilerinden önce gelip geçmiş o cinden ve o insandan olan ana toplumların içinde o söylenen (azap sözü) onların üzerine de gerçek oldu. Ve şüphesiz ki onlar ziyan edenlerden oldular.

26- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Siz, bu okunan (Kur'an) ı dinlemeyin ve onun hakkında amaçsız sözler söyleyin, umulur ki siz yenersiniz" dediler.

27- Artık biz o gerçeği örtmüş olan kimselere bir çetin azabı kesinlikle tattıracağız ve biz onları işlemekte oldukları şeylerin ön kötüsü ile kesinlikle karşılıklandıracağız.

28- Bu, Allah'ın düşmanlarının karşılığı o ateştir. Ondaki sürekli kalıcılığın yurdu, onların bizim ayetlerimizi ısrarla reddetmekte olmaları nedeniyle onlar içindir.

29- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Ey Efendimiz, sen bizi saptırmış olan o cinden ve insandan olan o ikiyi bize göster, biz o ikisini o en aşağılıklardan olmaları için bizim ayaklarımızın altına alalım" dedi.

30- 31- 32- Şüphesiz ki o kimseler "Bizim Efendimiz Allah'tır" dediler, sonra onlar dosdoğru oldular, onların üzerine: "Siz, sakın kaygılanmayın ve sakın üzülmeyin ve siz o bahçeyle müjdelenin ki o sizin söz verilmekte olduğunuzdur. Biz, sizin bu şimdiki yaşamda ve o diğer (yaşamda) yakınlarınızız. Ve onda sizin benliklerinizin güçlü arzu duymakta olduğu şeyler sizin içindir ve onda sizin çağırmakta olduğunuz şeyler çok bağışlayıcıdan, sarmalayıcılığı sürekliden  bir ikram olarak sizin içindir" diye(n) o melekler iner.

33- Ve söz bakım ından daha iyi kimdir o kimseden ki, o Allah'a çağırmış ve bir düzgün iş işlemiş ve "Şüphesiz ki ben o teslim olanlardanım" demiştir?

34- Ve o iyilikle o kötülük denk olmaz. Sen (o kötülüğü) o en iyiyle sav, o zaman seninle kendisi arasında bir düşmanlık olan o kimse birden sanki sıcak yakın dost oluvermiştir. 

35- Ve bu, direnip gayret eden kimselerden başkasına karşılaştırılmıyor. Ve bu, büyük hisse sahibi (kimselerden) başkasına da karşılaştırılmıyor.

36- Ve eğer seni o şeytandan bir dürtü seni dürtüklerse, sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, bir en iyi işiticinin, bir en iyi bilicinin ta kendisidir.

37- Ve o gece ve o gündüz ve o güneş ve o ay, O'nun ayetlerindendir. Siz, o güneşe ve o aya boyun eğmeyin ve Ve siz eğer yalnızca O'na kulluk etmekte olanlar iseniz, siz Allah'a boyun eğin O ki onları takdir etmiştir.

38- Yok eğer onlar büyüklük taslarlarsa, artık senin Efendinin yanında bulunan kimseler o gece ve o gündüz O'nu her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve onlar bıkmazlar.

39- Ve O'nun ayetlerindendir, şüphesiz ki sen o yeri boynunu bükmüş olarak görürsün, biz onun üzerine o suyu indirdiğimiz zaman birden silkelenir ve kabarır. Şüphesiz O ki onu yaşatmıştır, elbette ki o ölüleri de (yeniden) yaşatıcıdır. Şüphesiz ki O, her bir şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

40- Şüphesiz ki o kimseler bizim ayetlerimiz hakkında eğriltme yapmaktadırlar, onlar bize karşı gizli kalmazlar. Öyleyse o ateşte bırakılacak kimse mi daha hayırlıdır? Yoksa o kalkışın günü güvenli olarak gelecek kimse mi? Siz dilediğiniz şeyi işleyin. Şüphesiz ki O, sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bir en iyi görücüdür.

41- Şüphesiz ki o kimseler kendilerine geldiğinde o hatırltmayı (reddederek) örttüler. Ve şüphesiz ki o, kesinlikle bir güçlü kitaptır.

42- O geçersiz ona onun önünden ve arkasından gelemez. (O), bir en bilgeden bir övgüye layıktan indirilmedir.

43- Sana, kesinlikle senden önceki o elçilere söylenmiş olan şeylerden başkası söylenmiyor. Şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle bir bağışlama sahibidir ve bir acı sonlandırma sahibidir.

44- Eğer biz onu bir yabancı okuma yapsaydık, onlar kesinlikle: "Onun ayetleri ayrıntılanmalı değil miydi? (Kitap) bir yabancı (okuma, biz ise) bir Arabız" diyeceklerdi. Sen de ki: "O, inanmış olan kimseler için bir doğruya ileten ve iyileştirendir." Ve o kimseler ki inanmazlar, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (kitap), onlara karşı bir körlüktür. Onlara (sanki) bir uzak taraftan sesleniliyor (da onlar işitmiyorlar).

45- Ve ant olsun ki biz Musa'ya o kitabı verdik de onda aykırı düşüldü. Ve eğer senin Efendinden öne geçmiş bir kelime olmasaydı, onların arasında (karar) kesinlikle yerine getirilirdi. Ve şüphesiz ki onlar (Mekkeliler), ondan kesinlikle bir kuşku verici kararsızlık içindedirler.

46- Kim bir düzgün iş işlerse, artık kendi benliğinedir ve kim kötülük yaparsa benliğinin aleyhinedir. Ve senin Efendin o kullara haksızlık yapıcı değildir.

47- O anın bilgisi O'na geri döndürülür. O'nun bilgisi dışında ürünlerden hiçbiri kendilerinin kılıflarından çıkmıyor ve hiçbir dişi yüklü kalmıyor ve doğuramaz da. Ve o gün onlara: "Benim ortaklarım nerede?" diye seslenilir, onlar: "Biz sana duyurduk ki bizden hiçbr tanık yoktur" dediler.

48- Ve onların önceden kulluk etmekte oldukları şeyler onlardan sapmış ve onlar kendileri için hiçbir kaçış yeri olmadığı kanısına varmışlardır.

49- O insan o hayrın çağrısından bıkmaz. Ve eğer ona bir şer dokunursa, (o) birden bir ümitsiz karamsardır.

50- Ve eğer biz kendisine dokunan bir zararrın arkasından ona bizden bir kapsayıcı iyilik tattırırsak, kesinlikle: "Bu benim (eserim) dir. Ve ben o anın ayağa dikilici olcağı kanısına da varmıyorum. Ve eğer ben Efendime geri döndürülürsem de şüphesiz ki O'nun yanında kesinlikle o iyilik benimdir" der. Artık biz gerçeği örtmüş olan kimselere işledikleri şeyleri kesinlikle haber vereceğiz ve biz onlara kesinlikle bir sert azaptan tattıracağız.

51- Ve biz o insanın üzerine nimet verdiğimiz zaman, kayıtsız kalır ve yanıyla uzaklaşır. Ve ona o şer dokunduğu zaman ise, hemen bir geniş çağrı sahibidir.

52- Sen de ki: "Siz gördünüz mü eğer o Allah'ın yanından ise sonra siz onu (reddererek) örttüyseniz, kendisi bir uzak ayrışma içindeki kimseden daha sapkın kimdir?"

53- Biz onlara (gözle görülen) ayetlerimizi o ufuklarda ve kendi benliklerinde yakında göstereceğiz ki nihayet onun o gerçek olduğu onlara belli olacak. Senin Efendin onlara yetmedi mi? Şüphesiz ki O, her bir şeyin üzerinde bir tanıktır.

54- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar Efendilerinin karşılaşmasından bir tereddüt içindedirler. Dikkat edin şüphesiz ki O, her bir şeyi bir kuşatıcıdır.


24 Kasım 2025 Pazartesi

Mü'min s. 46. Ayeti Çerçevesinde Kur'an Okumalarımızın Serencamı

Bundan önceki bir yazımızda Ahzab s. 69. ayetini ele alarak Kur'an okumalarımızda yaptığımız bazı hataları ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Mümin s. 46. ayetini ele alarak yaptığımız okuma hatalarını ele almaya çalışacağız.

Ayetin çevirisi şu şekildedir:

--- Mü'min s. 45- 46- Böylece Allah onu, onların kurduğu tuzakların kötülüklerinden korudu ve Firavun'un hanedanını ise o azabın kötüsü o ateş kuşattı. Onlar sabah serinliği ve akşam karanlığı (sürekli olarak) ona sunulurlar. Ve o anın ayağa kaldırılacağı gün ise: "Firavun'un hanedanını o azabın en çetinine girdirin" (denilecektir).

Tabi ki bu ayetin önceden gelen bir bağlamı bulunmaktadır ve anlama çalışmasının bu bağlam gözetilerek yapılması gerektiği malumdur. Biz burada konuyu farklı bir açıdan ele alacağımız için sadece konumuz ile ilgili ayetin çevirisini veriyoruz.

Mümin s. 46. ayeti denildiği zaman ilk akla gelen şey, bu ayetin kabir azabına dair delil sunan bir ayet olduğudur. Tefsirlere bakıldığında da bu ayet hakkında ilk söylenilen şeyin bu olduğu görülecektir.

 Bu ayet hakkında böyle bir iddiada bulunulması dahi kabir azabı olarak bilinen konunun dışardan devşirilme olduğunun, yani Kur'an'ın bu konuda böyle bir beyanı olmamasına rağmen, Kur'an'ın ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zaman aralığında, yaşamında ateşi hak edecek işler yapmış olan bir kimsenin yeniden dirilişe kadar kabrinde azap göreceği meselesinin başka kültürlerden ithal edilen bir konunun sonucu olduğunun delilidir.

Çünkü, Kur'an okunurken öncelikle bir ayetin neye delil olabileceği değil, o ayetin okuyucuya nasıl bir mesaj vermiş olabileceği yönünde düşüncelerin ortaya çıkması gerekmektedir. Eğer bir ayet bir şeye delil olarak sunulacaksa, ortaya atılan bir iddianın Kur'an içinde onu ret eden bir ayetin bulunması gerekmektedir ki o ayeti delil olarak sunmak gereği ortaya çıksın.

Ne var ki, Kur'an'ın nuzül sürecinde ne Allah'ın elçisi ne de sahabe Mü'min s. 46. ayetini okudukları zaman, "Bakın bu ayet kabir azabına dair bir delil sunmaktadır" şeklinde bir söz sarf etmemiştir. Allah resulüne atfedilen bu konuya dair sözlerin, bu ithal düşünceyi daha da kuvvetlendirmek amacıyla uydurulmuş olduğu açıktır.

Peki öyleyse böyle bir iddia neden ve ne zaman ortaya atıldı?

Bu konunun başlangıcı "Ruh - beden ayrımı" olarak ifade edilen kökü Yunan felfesine dayanan bir düşüncenin İslam düşüncesine ithal edilmesinin sonucudur. Biz bu konuyu yazıyı uzatmamak adına burada ele almayacak, sadece Kur'an okumalarımızda yaptığımız ilk düğmenin yanlış iliklenmesi sonucu ortaya çıkan garabeti bu ayet üzerinden ortaya koymaya çalışacağız.

Ancak şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğiz ki İslam düşüncesinde genel geçer bir düşünce olan, "Beden ölür ruhlar ölmez" şeklindeki iddianın Kur'an içinde bir karşılığı kesinlikle bulunmamaktadır.

Kur'an okumalarında yapılması gereken en önemli şeyin, ayeti bir konuya delil olarak sunmak değil, o ayetin bizim hayatımıza dair nasıl bir mesaj vermiş olabileceği olması gerektiğini söylemiştik. 

Öyleyse biz Kur'an okurken "Kur'an'da kabir azabı var mı?" şeklinde bir soru sormak yerine, "Kur'an ölüm ile yeniden diriliş arası geçen zaman hakkında neler söylüyor?" sorusunun cevabını aramamız gerektiğini düşünüyoruz.

Bu sorunun cevabını Kur'an içinde Yunus s. 45- İsra s. 52- Taha s. 103- 104- Mü'minun s. 112-113-114-Rum s. 55- 56- Ahkaf s. 35- Yasin s. 52- Kamer s. 7- 8- Mearic s. 43- 44. ayetlerinde bulabiliriz.

Bu ayetleri temiz akıl ile okuyan bir kimsenin ayetlerden alacağı mesaj, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçen zamanın ölü kişi açısından sıfır zaman olduğu yönündedir. Yani bugün ölen bir kimse eğer ki binlerce yıl kabrinde kalsa dahi yeniden diriliş zamanı, kendisinin kabirde çok az kaldığı yönünde bir bilgi sahibi olduğudur.

Şimdi bu ayetleri okuyan temiz akıl sahibi bir kimseye siz kabir azabından bahsederseniz alacağınız cevap, bu iddianın Kur'an içinde herhangi bir karşılığı olmadığı yönünde olacaktır. Aksine iddia etmek de zaten Kur'an'da çelişki olduğunu iddia etmek anlamına gelecektir ki bu kitapta asla bir çelişki yoktur.

Bu kitapta bir çelişki yoksa ki evet yoktur, öyleyse çelişki Kur'an'ı ithal fikirlere payanda yaparak okumaya çalışan kafalardadır.

Zaten kabir azabını savunan kimselere Kur'an'da bu konunun karşılığı olmadığını söyleseniz size vereceği cevap "Ayet diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde bir cevap olacaktır. Kur'an'ın bir Müslüman için ne değer ifade etmesi gerektiğinden habersiz bir kimseye böyle bir şeyi anlatabilmenin zorluğu ortadadır.

Önemli olan bir kimsenin Kur'an'ı her konuda hakem kitap olarak görebilmesidir. Kitabı hakem olarak gören kimse kitaba teslim olur ve hiçbir sorun kalmaz. Eğer rivayetleri hakem kitap olarak görüyorsa rivayetlerle kitabı teslim almaya kalkar ve sonucunda karşısındaki kimseyi "Hadis inkarcısı" olarak yaftalar geçer gider.

Sonuç olarak; Kur'an ithal fikirlere payanda yapılacak bir kitap değildir. Bu amaçla okunan bir kitap yol gösterici olmaktan çıkar, yoldan çıkarıcı bir hale gelir. Şimdi bir kimse "Kur'an kabir azabından bahsetmektedir" diyecek olsa, biz ona yukarıda referans olarak verdiğimiz ayetlerle arada bir bağ kurmasını isteriz ki o kişi o iddiayla o ayetler arasındaki bağı asla kuramaz teslim olmaya niyeti varsa teslim olur.

Öyleyse biz Mü'min s. 46. ayetini cımbızlama bir şekilde okumak yerine konu ile alakalı ayetlerin bütününü dikkate alarak okuyacak olursak böyle bir düşüncenin sakatlığı ortaya çıkacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


23 Kasım 2025 Pazar

MÜ'MİN SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Ha, Mim.

2- 3- Bu kitabın indirilmesi, o en güçlü, o en iyi bilici, o peşe takılı suçun bağışlayıcısı ve o itaatle dönüşün kabul edicisi, o sonuçlandırması çok çetin, uzunluk (imkan) sahibi, Allah'tandır. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Ve o varış yeri O'nadır.

4- Allah'ın ayetleri hakkında, gerçeği örtmüş olan kimseler dışında söz dalaşı yapmıyor. Artık onların o yörelerde çevrilip durması seni aldatmasın.

5- Onların öncesi Nuh'un topluluğu ve onlardan sonraki o gruplar da yalanlamıştı. Ve her bir ana toplum kendi elçilerine karşı onu (öldürme amacıyla) tutmaya eğilim göstermişler ve o gerçeği o geçersizle boşa çıkarmak için onunla (o geçersizle) söz dalaşı yapmışlar, bunun üzerine ben de onları tutuvermiştim. Artık benim sonlandırmam nasıl olmuş?

6- Böylece senin Efendinin gerçeği örtmüş olan kimseler üzerindeki: "Şüphesiz ki onlar o ateşin arkadaşlarıdır" sözü gerçek oldu.

7- 8- 9- O tahtı taşımakta olan kimseler (melekler) ve onun çevresindeki kimseler (melekler), Efendilerini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tutarlar ve O'na  inanırlar ve O'na inanmış olan kimseler için: "Ey Efendimiz, sen her bir şeyi sarmalayıcı iyilik bakımından ve bilgi bakımından kapsamışsındır, öyleyse sen itaate dönmüş ve senin yolunu izlemiş kimseleri bağışla ve sen onları şiddetli ateşin azabından koru. Ey Efendimiz, sen onları Adn bahçelerine girdir, o ki sen onlara söz vermiştin ve onların babalarından ve eşlerinden ve soylarından düzgün olmuş kimseleri de (girdir). Şüphesiz ki sen çok güçlünün, en bilgenin ta kendisisin. Ve sen onları o kötülüklerden koru. Ve sen o gün kimi o kötülüklerden korursan, kesinlikle onu sürekli sarmalamışsındır. Ve bu, o büyük başarının ta kendisidir" diye bağışlama isterler.

10- Şüphesiz ki gerçeği örtmüş olan kimselere: "Allah'ın öfkesi kesinlikle sizin kendi benliklerinize olan öfkenizden daha büyüktür. Hani siz o inanca çağrılıyordunuz da gerçeği örtüyordunuz" diye seslenilir.

11- Onlar: "Ey Efendimiz, sen bizi iki kere öldürdün ve iki kere yaşattın, artık biz de peşimize takılı suçlarımızı itiraf ettik, şimdi çıkmaya herhangi bir yol var mıdır?" dediler.

12- (Onlara cevaben): "Bu, size şu nedenledir: Allah tek olarak çağrıldığı zaman, siz gerçeği örttünüz. Ve eğer O'na ortak koşulursa siz inanırdınız. Artık karar çok yüce, çok büyük Allah'ındır" (denilir).

13- O ki size kendi (gözle görülen) ayetlerini gösteriyor ve sizin için o gökten bir rızık indiriyor. Ve (bunu da) içten yönelmekte olan kimseden başkası hatırlamıyor.

14- Ve eğer ki o gerçeği örtücüler çirkin görse de, siz Allah'ı o yaşam sistemini O'na özgüleyenler olarak çağırın.

15- (O), o kademelerin yükselticisi o tahtın sahibidir. O, o karşılaşmanın günüyle uyarmak için, kendisinin buyruğundan o esintiyi kendisinin kullarından dilediğinin üzerine bırakır.

16- Onlar o gün (kabirlerden çıkıp) belirginleşenlerdir. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Onlara): "Bugün o hükümranlık kimindir?" (diye sorulur. Onlar): "(O hükümranlık) o tek, o boyun eğdirici Allah'ındır" (diye cevap verirler).

17- O gün her bir benlik kazandığı şey ile karşılık görür. Bugün hiçbir haksızlık yapılmaz. Şüphesiz ki Allah o hesabın çok görenidir.

18- Ve sen onları o günün yaklaşıcılığı ile uyar ki o zaman o kalpler yutkunanlar olarak o gırtlaklara dayanır. O haksızlık yapanlar için hiçbir sıcak dost ve itaat edilir bir eşlikçi yoktur.

19- O, o gözlerin hainini de ve o göğüslerin gizlemekte olduğu şeyleri de bilir.

20- Ve Allah (kararı) o gerçekle yerine getirir. Ve onların O'nun berisinden çağırmakta oldukları şeyler ise hiçbir (kararı) yerine getiremezler. Şüphesiz ki Allah, en iyi işiticinin, en iyi görücünün ta kendisidir.

21- Onlar, o yerde gezmediler mi ki böylece kendilerinden önce olan kimselerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Onlar, o yerde kuvvet bakımından ve eser bakımından kendilerinden (Mekke'lilerden) daha çetindi. Buna rağmen Allah onların peşlerine takılı suçları nedeniyle onları tutuverdi. Ve onlar için Allah'tan hiçbir koruyucu da olmadı.

22- Bunun nedeni; Onların elçileri apaçık delilleri onlara getiriyorlardı da onlar gerçeği örttüler, bunun üzerine Allah onları tutuverdi. Şüphesiz ki O, çok kuvvetlidir, o sonuçlandırması çok çetindir.

23- 24- Ve ant olsun ki biz Musa'yı bizim (gözle görülen) ayetlerimizle ve bir apaçık yetkiyle Firavun'a ve Haman'a ve Karun'a gönderdik de onlar (ona): "Bir çok yalancı sihirbaz" dediler.

25- Ne zaman ki o, bizim yanımızdan onlara o gerçeği getirdiğinde onlar: "Siz, onun beraberinde inanmış olan kimselerin oğullarını öldürün ve onların kadınlarını ise yaşatın" dediler. Ve o gerçeği örtücülerin planı bir sapkınlık içinde olmaktan başkası değildir.

26- Ve Firavun: "Siz beni bırakın da ben Musa'yı öldüreyim ve o kendisinin Efendisini çağırsın. Şüphesiz ki ben onun, sizin yaşam sisteminizi değiştirmesinden veya bu yerde o bozuculuğa sırt vermesinden kaygılanıyorum" dedi.

27- Ve Musa: "Şüphesiz ki ben, o hesabın gününe inanmaz her büyüklenenden benim Efendime ve (aynı zamanda) sizin Efendinize sığındım" dedi.

28- 29- Ve Firavun'un hanedanından bir inanan adam -ki kendisinin inancını gizlemektedir-: "Siz 'Benim Efendim Allah'tır' diyen bir adamı öldürecek misiniz? Ve oysa o size, sizin Efendinizden o apaçık delilleri getirmiştir. Ve eğer o bir yalancı ise, onun yalanı kendisinedir. Ve eğer o bir doğru söyleyen ise, size söz vermekte olduğu şeyin bazısı size değdirilecektir. Şüphesiz ki Allah, o çok yalancı savurgan kimseyi doğruya iletmez. Ey topluluğum, bugün bu yerde üstün gelenler olarak o hükümranlık sizindir. Eğer bize gelirse, Allah'ın sıkıntısından bize kim yardım eder?" dedi. Firavun: "Ben size benim gördüğümden başkasını göstermiyorum ve ben sizi o olgunluğun yolundan başkasına da iletmiyorum" dedi.

30- 31- 32- 33- 34- 35- Ve inanmış olan kimse: "Ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin için Nuh'un topluluğu ve Ad ve Semud ve onlardan sonraki aynı minval örnek üzere kimseler olan o grupların günü örneği (bir günden) kaygılanıyorum. Ve Allah o kullara bir haksızlık etmek istiyor değildir. Ve ey topluluğum, şüphesiz ki ben sizin için o bağırışmanın gününden kaygılanıyorum. O günde siz arkasını dönenler olarak (başka tarafa) yakınlaşırsınız. Sizin için Allah'tan (gelen azaptan) hiçbir sarıcı yoktur. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir doğruya iletici de yoktur. Ve ant olsun ki önceden Yusuf size o apaçık delilleri getirmişti de siz, onun size getirdiği şeyden bir kararsızlık içinde olmaktan geri kalmamıştınız. Hatta o yok olduğu (öldüğü) zaman siz, 'Allah onun arkasından bir elçi asla harekete geçirmez' demiştiniz. Allah, o kuşkucu savurgan kimseyi böyle saptırır. O kimseler ki kendilerine gelmiş bir yetki olmaksızın Allah'ın ayetleri hakkında söz dalaşı yapıyorlar. (Bunu yapmak) Allah'ın yanında ve inanmış olan kimselerin yanında öfke bakımından büyük olmuştur. Allah, her bir büyüklenen zorbanın kalbinin üzerine böyle damga vurur" dedi.

36- 37- Ve Firavun: "Ey Haman, bana bir yüksek kule yap umarım ki ben o araçlara ulaşırım. O göklerin araçlarına, böylece ben Musa'nın tanrısına ulaşırım. Ve şüphesiz ki ben onun kesinlikle bir yalancı olduğu kanısına varıyorum" dedi. Ve Firavun'a işinin kötülüğü böyle süslendi ve o yoldan uzaklaştırıldı. Ve Firavun'un planı bir yıkımdan başkası olmadı.

38- 39- 40- 41- 42- 43- 44- Ve inanmış olan kimse: "Ey topluluğum, beni izleyin ki ben sizi o olgunluğun yoluna ileteyim. Ey topluluğum, bu şimdiki yaşam, bir yararlanmadır. Ve şüphesiz ki o diğer (yaşam) ise, o sabitliğin yurdunun ta kendisidir. Kim bir kötülük işlerse, onun örneğinden başkasıyla karşılık görmez. Ve erkekten veya dişiden kim bir inanan olarak bir düzgün iş işlerse, işte onlar o bahçeye onda bir kısıtlama olmaksızın rızıklananlar olarak girerler. Ve ey topluluğum, bana ne oluyor ki ben sizi o kurtuluşa çağırıyorum ve siz ise beni o ateşe çağırıyorsunuz? Siz beni Allah'a nankörlük etmeye ve hakkkında bana bir bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ve ben ise sizi çok güçlüye, çok bağışlayıcıya çağırıyorum. Sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin bu şimdiki (yaşamda) ve o diğer (yaşamda) kendisine bir çağrı (hakkı) olmadığında ve bizim geri dönüşümüzün Allah'a olduğunda ve o savurganlık yapanların o ateşin arkadaşlarının ta kendileri olduğunda kuşku yoktur. Siz, benim dediğim şeyleri(n doğruluğunu) yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah o kulları bir en iyi görücüdür" dedi.

45- 46- Böylece Allah onu, onların kurduğu tuzakların kötülüklerinden korudu ve Firavun'un hanedanını ise o azabın kötüsü o ateş kuşattı. Onlar sabah serinliği ve akşam karanlığı (sürekli olarak) ona sunulacaklar. Ve o anın ayağa kaldırılacağı gün ise: "Firavun'un hanedanını o azabın en çetinine girdirin" (denilecektir).

47- Ve o zaman ki onlar o ateşin içinde birbirleriyle tartışırlar da o zayıflar büyüklük taslamış olan kimselere: "Şüphesiz ki biz sizi izleyen idik, şimdi siz bizden o ateşten (küçük) bir hisse dahi olsa ihtiyaç giderenler misiniz?" der.

48- Büyüklük taslamış olan kimseler ise: "Şüphesiz ki bizim hepimiz onun içindeyiz, Şüphesiz ki Allah kesinlikle o kulların arasında karar vermiştir" dedi.

49- Ve o ateşin içindeki kimseler cehennemin görevlilerine: "Siz, Efendinizi çağırın da o azaptan bir gün olsa bizden hafifletsin" dedi.

50- (Görevliler): "Bizim elçilerimiz size o apaçık delilleri getirmiş değil miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Görevliler): "O halde siz çağırın. Ve o gerçeği örtücülerin çağrısı ise bir sapkınlık içinde olmaktan başkası değildir" dediler.

51- Şüphesiz ki biz elçilerimize ve inanmış olan kimselere bu şimdiki yaşamda ve o tanıkların ayağa kalkacağı günde kesinlikle yardım ederiz.

52- O gün o haksızlık yapanlara onların gerekçeleri fayda vermez ve o dışlama onlar içindir ve o yurdun kötüsü de onlar içindir.

53- 54- Ve ant olsun ki biz, Musa'ya o doğruya ileteni verdik ve Yakub'un oğullarını, o temiz akıl sahipleri için bir doğruya ileten ve bir hatırlatma olan o kitaba mirasçı yaptık.

55- Artık sen direnip gayret et. Şüphesiz ki Allah'ın söz vermesi bir gerçektir. Ve sen de kendinin peşine takılı suçun için bağışlama iste ve Efendini o akşam karanlığı ve o gündüzün erken vakti övgü ile her türlü eksiklikten uzak tut. 

56- Şüphesiz ki o kimseler kendilerine gelmiş bir yetki olmaksızın Allah'ın ayetleri hakkında söz dalaşı yapıyorlar, onların göğüslerinde bir büyüklük (kompleksin) den başkası yoktur ki onlar ona ulaşıcı değillerdir. öyleyse sen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi işiticinin, en iyi görücünün ta kendisidir.

57- Elbette ki o göklerin ve o yerin takdir edilişi, o insanların takdir edilişinden daha büyüktür. Fakat o insanların tamamı (bunu) bilmezler.

58- Ve o kör ve o gören denk olmuyor ve inanmış ve o düzgün işleri işleyen kimseler ve o kötülük yapanlar da (denk olmuyor). Siz ne kadar da az hatırlıyorsunuz.

59- Şüphesiz ki o an kesinlikle gelicidir ki onda hiçbir kuşku yoktur. Fakat o insanların tamamı (buna) inanmazlar.

60- Ve sizin Efendiniz: "Siz beni çağırın, bende size cevap vereyim. Şüphesiz ki o kimseler bana kulluk etmekten büyüklük taslıyorlar, onlar cehenneme boyun bükenler olarak gireceklerdir" dedi.

61- Allah O ki, size o geceyi sizin onda durulmanız için ve o gündüzü de bir açıkça görülebilen olarak, yaptı. Şüphesiz ki Allah o insanların üzerine kesinlikle bir lütuf sahibidir. Fakat o insanların daha çoğu şükretmezler.

62- Bu, Allah'tır sizin Efendinizdir, her şeyin takdir edicisidir. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur.  Böyle iken siz nasıl çarptırılıyorsunuz?

63- Allah'ın ayetlerini ısrarla reddetmekte olan kimseler böyle çevrilir.

64- Allah O ki, o yeri sizin için bir sabitlik ve o göğü de bir tavan yaptı ve sizi şekillendirdi de sizin şeklinizi iyileştirdi ve size o temizlerden rızık verdi. Bu Allah'tır sizin Efendiniz. O halde o tüm insanların Efendisi Allah, bereketi boldur.

65- O, yaşayandır. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde siz O'nu, o yaşam sistemini O'na özgüleyenler olarak çağırın. O övgü, o tüm insanların efendisi Allah'adır.

66- De ki: "Şüphesiz ki ben, benim Efendimden o apaçık deliller bana geldiğinde sizin Allah'ın berisinden kulluk etmekte olduğu şeylere kulluk etmekten vazgeçirildim ve ben o tüm insanların Efendisine teslim olmakla buyuruldum."

67-  O ki, sizi bir topraktan, sonra bir döllenmiş hücreden, sonra (rahme) asılan bir embriyodan takdir etti, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra sizin en çetinliğine ulaşmanız, sonra sizin ihtiyarlar olmanız için (sizi yaşatıyor). Ve sizden kiminin ömürleri önceden tamamlanıyor ve siz bağlantı kurmanız için böylece bir isimlenmiş süreye ulaşıyorsunuz.

68- O ki, yaşatır ve öldürür. Artık O bir buyruk yerine geleceği zaman, ona ancak ve ancak "Ol" der, o da hemen oluverir.

69- Sen görmedin mi o kimseleri ki onlar Allah'ın ayetleri hakkında söz dalaşı yapıyorlar? Onlar nasıl da çevriliyorlar?

70- O kimseler ki, o kitabı ve bizim elçilerimizi onunla gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Artık onlar ileride bilecekler.

71- 72- O zaman o (demirden) bağlar ve o zincirler onların boyunlarındadır. Onlar kaynar suda (öylece) sürüklenirler, sonra o ateşte kaynatılırlar.

73- 74- Sonra onlara: "Sizin Allah'ın berisinden ortak koşmakta olduğunuz şeyler nerede? " denildi. Onlar: "Bizden saptılar, hayır biz önceden hiçbir şeyi çağırıyor değildik" dediler. Allah o gerçeği örtücüleri böyle saptırır.

75- 76- (Onlara): "Bu, sizin o yerde o gerçek olmaksızın sevinmekte olmanız nedeniyle ve sizin çalımlanarak yürümekte olmanız nedeniyledir. Siz, onda sürekli kalıcılar olarak cehennemin kapılarına girin" (denildi). Artık ne sıkıntılıdır o büyüklenenlerin barınağı.

77- Artık sen direnip gayret et. Şüphesiz ki Allah'ın söz vermesi bir gerçektir. Şimdi eğer biz sana, bizim onlara söz vermekte olduğumuz şeyin bir kısmını göstersek de veya senin ömrünü tamamlasak da, artık onlar bize döneceklerdir.

78- Ve ant olsun ki biz senden önce elçiler gönderdik, biz onlardan kimini sana anlattık ve biz onlardan kimini sana anlatmadık. Bir elçi için Allah'ın onayı olmadıkça (gözle görülen) bir ayet getirmesi olmamıştır. Artık Allah'ın buyruğu geldiği zaman, (o buyruk) o gerçekle yerine getirilir ve o geçersizciler orada ziyan eder.

79- Allah O ki, o hayvanları sizin onlardan bir kısmına binmeniz için takdir etti ve siz onlardan kısmını da yiyorsunuz.

80- Ve onlarda, sizin göğüslerinizdeki bir ihtiyaca ulaşmanız için faydalar, sizin içindir. Ve siz onların üzerinde ve o gemilerin üzerinde taşınıyorsunuz.

81- Ve O size kendi ayetlerini gösteriyor. Öyleyse siz Allah'ın hangi (gözle görülen) ayetlerini yadırgıyorsunuz?

82- Artık onlar, o yerde gezmediler mi ki böylece kendilerinden önceki kimselerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Onlar, kuvvet bakımından ve eser bakımından kendilerinden (Mekke'lilerden) daha çoktu. Buna rağmen onların kazanmakta oldukları şeyler onlardan bir ihtiyacı gidermedi.

83- Ne zaman ki onların elçileri, onlara o apaçık delilleri getirdiğinde, onlar kendilerinin yanındaki o bilgiden dolayı sevindiler ve kendisiyle alay etmekte oldukları şey onları sarıverdi.

84- Ne zaman ki onlar, bizim sıkıntımızı gördükleri zaman: "Biz Allah'a o tek olarak inandık ve biz (redderek) örttük o şey ki onunla (sana) ortak koşanlar idik" dediler.

85- Onlar bizim sıkıntımızı gördüklerinde onların inanmaları onlara fayda vermedi. (Bu), Allah'ın yasasıdır ki kendisinin kulları hakkında gelip geçmiştir. Ve o gerçeği örtücüler orada ziyan etmiştir.


8 Kasım 2025 Cumartesi

Narsist ve Bağnaz Duyguları Din Üzerinden Tatmin Etmeye Çalışmak

 Bugün kendisini İslam'a ve Müslümanlığa nisbet eden bir çok kimsenin birbirleri ile birçok konuda anlaşamadığı, fikir ayrılığı içinde olduğu bir gerçektir. Bu durumun elbette birçok sebepleri bulunmaktadır.  Biz, bu durumun sebeplerini sadece kişilik sorunu üzerinden irdelemeye çalışacağız. 

Müslümanların fikir ayrılığı içinde olmasının bir çok sebebi olmasına rağmen, biz bu durumu bir kişilik bozukluğu olan "Narsistlik" ve "Bağnazlık" üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.

İnternet ortamında arama motoruna "Narsistlik nedir?" diye bir soru sorsanız alacağınız cevaplardan biri aşağıdadır. 

-----Narsistik kişilik bozukluğu, insanların mantıksız derecede yüksek bir kendi önem duygusuna sahip olduğu bir ruh sağlığı durumudur. Çok fazla ilgiye ihtiyaç duyarlar ve bunu ararlar. Tüm insanların kendilerine hayran olmasını isterler. Bu bozukluğa sahip kişiler, başkalarının duygularını anlama veya önemseme yeteneğinden yoksun olabilir. Ancak bu aşırı özgüven maskesinin ardında, öz değerlerinden emin değildirler. En ufak bir eleştiriden kolayca rahatsız olurlar.

Maalesef kendisini İslam'a ve Müslümanlığa nisbet eden bazı kimselerde bu kişilik bozukluğuna rastlamaktayız. Nasıl mı?

Kendisini öne çıkarmak ve insanların gözünde önemli bir konuma sahip olma hastalığına sahip olan kişiler bu duygularını bir cemaat sahibi olmak üzerinden tatmin etmeye gayret ettiklerini görmekteyiz.

                                                         Kör satıcının kör alıcısı olur.

Bugün İslam dünyasındaki din konusundaki cehaletin had safhada olduğu aşikardır. Bu cehaletten nemalanmak isteyen açıkgöz din simsarları kendilerini bir şekilde öne çıkararak, cahil insanları kendilerine bağlamakta, onları kendi etrafında toplayarak dini bir oluşum meydana getirmektedir.

Bunları yaparken kendilerinde çok büyük ilmi ve fikri faziletler olduğu yönünde göz boyamalarla insanları aldatmaktadırlar. Din konusunda zır cahil olan bu aldanan insanlar, bağlandıkları kişinin kendilerine göre din konusunda son derece bilgili!! olduğunu gördüklerinde onu neredeyse ilah konumuna getirerek farkında olmadan "Şirk" batağına saplanmaktadırlar. Bu konuda kendilerini ikaz edenleri ise kesinlikle ret etmekte oldukları da malumdur. Bu durumu bağnazlıkla ilgili olarak işlemeye çalışacağız.

"Türkiye'de dini hayat kliniklerde tedavi görmesi gereken din manyakları tarafından ele geçirilmiştir." (Atasoy Müftüoğlu)

Atasoy ağabeyin bu tesbiti sadece Türkiye ile sınırlı değildir. Özellikle tarikatçı kesime bakıldığında, bu tarikatların başındakilerin veya onlara mensup bazı kimselerin din adına anlattığı menkıbelerin aklı başında bir insanın ağzından çıkması mümkün olmayan sözler ve meydana gelmesi imkansız olaylar olduğu her aklı selim sahibi kişinin malumudur.

Bunları söyleyen kişiler ise kendilerini dinleyen insanlar üzerinde öyle bir etkiye sahiplerdir ki, "Alem buysa kral benim" edasında tavırlar sergileyerek karşısısındaki insanları sihirlemekte, zaten bu duruma baştan gönüllü olanlar da anında sihirlenmektedirler.

Bu tiplerin önce psikiyatrik açıdan incelemeye tabi tutmak gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü içlerinde olan narsist duyguları tatmin etmenin yolunu din kapısında bulmuşlar, bu yollar hem manevi olarak duygularını tatmin etmekteler hem de maddi olarak nemalanmaktadırlar.

Narsist duygulara sahip olan kesim sadece tarikatlar içinde değil, kendisini "Kur'anMüslümanı" olarak takdim eden bazı kimselerde de narsist türden duygulara sahip olduklarını görmekteyiz. Şöyle ki;

                                    "1500 senedir kimsenin bulamadığını ben buldum"

Bu ifadeleri sözlü olarak kullanmamalarına rağmen, fiili olarak kullanan ve Kur'an üzerinden akla ziyan çıkarımlarda bulunan kimselerin olduğu da gözden kaçmayan bir gerçektir. Elbette Kur'an hakkında konuşma yapma hakkını kimseye sınırlayacak değiliz, ancak bu kitap kimsenin narsist duygularını tatmin etme aracı da olamaz.

Kur'an hakkında bir çıkarım yapabilirsiniz, bu yaptığınız çıkarım doğru olabilir, yanlış da olabilir hatta akıllara zarar bir çıkarım da olabilir. Fakat yaptığınız çıkarım sonucunda "İşte en doğrusu bu dur, bunu ötesindeki çıkarımlar hepsi yanlıştır" diye bir söz sarfettiğinizde bu cahillikten öte bir kişilik bozukluğunun göstergesi olacaktır.

1500 yıldır Kur'an hakkında doğru veya yanlış bir çok söz söylenmiştir, bundan sonra da söylenecektir. Ancak söz söyleyecek kişinin hakkında konuştuğu kitabı iyi tanıması anlaması ve ondan sonra konuşmaya cesaret etmesini beklemek hakkımızdır.

Meal okumanın çoğalması ile başlayan meal sorgulama konusu bazı narsist kimseler tarafında istismar edilerek kendi kişilik bozukluklarının tatmin aracı olduğunu söyleyebiliriz.

                                            "Bütün mealler hatalı benim mealim hariç"

Meallerde hata konusu Kur'an okuyanların gündeminde önemli bir yer tuttuğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bütün mealleri bir kalemde silip atmak hatanın ötesinde sıkıntılı bir durumdur. Bu söylemi dillendiren insanların bir kısmına baktığımızda kendilerinin yaptığı ve doğru olduğu mealin bu olduğunu ifade ettikleri ayet mealleri, yanlış olduğunu iddia ettikleri ayet meallerine rahmet okutturacak derece hatalı ve hatanın ötedinde tahrif unsurları taşımaktadır.

"1500 yıldır bu söylenmemiş bunu da ben söyleyeyim tamam olsun" dercesine söylemler üretmek kişilik bozukluğunun göstergesinden başka bir şey değildir. 

Ayrıca konuları tartışmaya açma ve onlar üzerinde konuşabilme yeteneğinde de başarılı olduğumuz pek söylenemez.

Kişi yüzde yüz doğru olduğunu iddia ettiği bir konu hakkında, eğer bu konunun karşı bir muhalifi varsa onun haklılık payı yüzde elliye düşecektir. Neden mi?

Kişi eğer bu düşüncesini karşı tarafla konuşmak istiyorsa, karşı tarafa katılmasa da ona da bir haklılık payı bırakmalıdır ki karşılıklı konuşma imkanı olsun. Eğer kişi sadece ben haklıyım tarzında bir yaklaşım ile karşı tarafı dışlayacak olursa, kendisini de dinleyen çıkmayacak, bu sefer karşı tarafla herhangi bir iletişim imkanı da kalmayacaktır.

Biz karşımızdaki düşüncenin yanlış olduğu kanaatinde olsak bile kendimizin tezinin dinlenmesi için, karşı tarafı da  dinlemek zorunda olduğumuzu unutmayan bir yaklaşım tarzı sergilemek zorundayız. Aksi takdirde "Kargadan başka kuş tanımam" üslubu ile yapılan bir yaklaşım, kişilik bozukluğunun bir yansıması olacaktır.

Bu konuda elbette söylenebilecek birçok söz ve konu vardır, bir de en büyük hastalığımız olan bağnazlık üzerinde durmak istiyoruz.

Müslüman olarak çoğumuz sahip olduğumuz düşüncenin tek doğru olduğu bunun dışında herhangi bir doğru olmadığı, bizim doğrularımız dışında bir düşünce sahibi olmanın saf dışı edilme dini literatürü kullanacak olursak tekfir edilme sebebbi olarak görmekteyiz.

Şurası bir gerçektir ki, dini anlamda herhangi bir ihtilafın mercii Kur'an olmalıdır. İhtilaflar bu kitabın aydınlığında çözülmeli ve herkes bu kitabın hükmüne teslim olmalıdır. Bu konu da ayrı bir sıkıntı kaynağı olmakla birlikte bu yazının konusu değildir.

Narsistlik olarak ortaya çıkan kişilik bozukluğu daha sınırlı sayıdaki kimselerde olmasına rağmen, Bağnazlık olarak ortaya çıkan kişilik bozukluğu daha geniş sayıdaki kimselerde görülmektedir.

Narsistlik daha akıllı!! kimselerde ortaya çıkan bir bozukluk olmasına rağmen, bağnazlık kıt akıllı kimselerde, yani aklını narsistlere kiralayanlarda ortaya çıkan bir bozukluktur.

Bağnaz kimselerde beyin denilen düşünme organı, narsistlere kiraya verildiği için o narsistler o bağnazların yerine düşünmekte, o bağnazlara ise sadece o söylenileni bilinçsizce savunmak düşmektedir. 

Tabi bunu din adına yaptıkları için uhrevi bir karşılığı da olduğunu zannederek bu işlerini daha bir aşkla ve şevkle yapmaktadırlar.

Narsistlik ve Bağnazlık ortaya çıkan bozukluk, kişinin bazı duygularını tatmin aracıdır. Bizim ilgi alanımız dini konular olduğu için, biz bu alanda böyle kişilik bozukluklarına sahip olan kimselere dikkat çekmeye çalışıyoruz. Diğer alanlarda bu tür kişilik bozukluğuna sahip insanların olduğu malumdur.

Bu durum tedavi gerektiren bir konu olmasına rağmen maalesef, hiç kimse bunun bir hastalık olduğunu bile farketmeden ortalıkta dolaşmaktadır. 

Peki böyle durumda olan insanlarla karşılaştığımız zaman yapmamız gereken nedir?

--- Furkan s. 63 - Ve Rahman'ın kulları o kimselerdir ki o yerin üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve o düşüncesizler onlara söz söylediği zaman, "Selam" derler.

Bu konuda örnek verilebilecek birçok ayet bulunmaktadır. Eğer biz de karşımızdaki gibi aynı bozukluğa sahip değilsek yapılacak en doğru davranış Furkan s. 63. ayeti olmalıdır.

Bunun tersi bir davranış iki inatçı keçinin bir köprüde toslaşmasından başka bir şey olmayacak neticede her iki keçi dereye düşecektir.


7 Ekim 2025 Salı

Kur'an'da Eti Pişirerek Yemek Var mı? (Kur'an'da Namazı Bulamayanlara)

Son yıllarda Kur'an üzerine kafa yoran bazı kimselerin, biz insanlık ailesi olarak sanki dün yeryüzüne indirilmiş ve bize Allah (c.c.) tarafından da bir kitap verilmiş ve bu kitaptaki bazı emir ve nehiyler konusunda önceden hiçbir bilgi birikimine sahip değilmişiz gibi kitabı okuma eylemi içinde olduklarına şahit olmaktayız.

Özellikle ritüel olarak bildiğimiz namaz, hacc, oruç gibi kulluk ameliyelerinin Kur'an'da olmadığı iddia edilmekte ve bunlarla ilgili ayetler bin dereden su getirilerek tevil edilmekte, sonuçta "Bakın Kur'an'da namaz, hacc, oruç yok" denilerek işin içinden çıkılmaktadır. Hatta daha ileri gidilerek namaz adı bildiğimiz ibadetin müşrik adeti olduğu bile iddia edilmektedir.

Bu iddiada bulunanlar aslında bir noktada haklı sayılabilir. Nasıl mı?

Çünkü namaz içinde yapılan kıyam, rüku, secde gibi ameliyeler insanlığın ortak paydasıdır. Yani insanlar tanrı olarak kutsadıkları varlıklara olan tazimlerini bu şekiller ile yerine getirmektedirler. Bir hindu, tanrı olarak bildiği şeye kulluğunu ona secde ederek gösterirken, bir Müslüman ise tanrı olarak bildiği Allah (c.c.) ye karşı olan kulluğunu ona secde ederek gösterir.

Burada secde eyleminin ilk olarak müşriklerden çıktığı, Müslümanların da bunu onlardan sahiplendiği anlaşılmasın. Allah (c.c) bize kitabında insanların tek bir toplum olduğu yani fıtri melekelere sahip olarak yaratıldığı, sonradan bu melekelerin bazılarında kaybolarak şirke dönüştüğünü bildirir.

Yani insanda aslonan Allah'a kulluktur, şirk ise arızi bir durumdur. İnsanlık fıtri melekelerini kullanarak Allah'a secde ederken, zaman içinde bazıları bunu unutup secdelerini başka tanrılara yapmış, ortak adı "EZZİKR" olan tarih boyunca elçilerle gönderilen kitaplar bunu hatırlatmak amacı ile gönderilmiştir.

Bizim asıl amacımız Kur'an'da namazı ispat değildir. Amacımız Kur'an'ın binlerce yıllık insanlık bilgi birikimine sahip bir topluma indiğinden hareketle Hacc s. 36. ayetinden bir örnekleme yapmaya çalışmaktır.

Hacc s. 36- Ve o iri bedenli develer, biz onları da sizin için Allah'ın farkındalıklarından olarak yaptık. Onlardaki hayır sizin içindir. (Kesim için) saflar halinde oldukları zaman, onların üzerine Allah'ın ismini hatırlayın. Yanları üzeri düşüp kımıldamadıkları zaman, artık onlardan yeyin ve o tok gözlüye de ve aç gözlüye de yedirin. İşte böylece şükretmeniz için onları size boyun eğdirdik.

Yukarıdaki ayet çevirisi hayvan kesiminin nasıl yapılacağı hakkındadır. Şimdi biz eğer daha önceden et yemek konusunda hiçbir bilgi birkimimiz yok ve bu et yemeyi Kur'an'a göre yapacak olursak, bu etin pişirilmeden yenmesi gerektiğini iddia edebiliriz.

Çünkü ayet, kesim bittiği zaman onlardan yemeyi emretmektedir. Ayette kestikten sonra pişirerek yeyin şeklinde bir emir bulunmamaktadır. Hatta Kur'an'ın herhangi bir yerinde kesilen hayvanın etinin pişirilerek yenmesi ile ilgili bir ayet bulunmamaktadır.

Ama hiçbir alklı selim sahibi kimse "Kur'an'da etin pişirilerek yenmesi hakkında ayet yoktur, etin çiğ olarak yenmesi gerekir, onun için eti pişirerek yemek müşriklerin adetidir" şeklinde bir söz de sarfetmez.

Neden sarfetmez?

Çünkü etin pişirilerek yenmesi insanlığın binlerce yıllık bilgi birikiminin getirdiği bir ameliyedir. Aslonan etin pişmiş olarak yenmesidir, etin çiğ olarak yenmesi şeklinde bir eylem ortaya koyan kimse sıradışı bir iş yapmış olarak görülür.

Şimdi, etin nasıl yeneceğini Kur'an'dan bulmaya çalışan bir kimse bu ayeti gördüğü zaman Kur'an'a uymak adına yapması gereken şey hayvan kesildikten sonra onu hemen yemesi yani pişirmeden yemesidir. Eğer Kur'an'da etin nasıl yeneceğini arayan bir kimseyse eti pişirerek yemesi Kur'an'a uymaMAsı anlamına gelecektir.

Burada hemen haklı olarak "Etin nasıl yeneceğini de mi Kur'an'a bakacağız?" itirazı gelecektir.

Elbette bizim böyle bir iddiamız yoktur. Bizim kastımız bazı kimselerin Kur'an'a bakış açısındaki sakatlığa dikkat çekmektir.

Kur'an'ın namaz hocası kitapları gibi detaylı bir namaz anlatımında bulunması gerektiği iddiasında bulunarak, bu detayları bulamadıkları için "Kur'an'da namaz yoktur" iddiasında bulunanlar, Kur'an'da etin nasıl yeneceği hakkında bilgi olmamasına rağmen, onu pişirerek yemektedirler.

Kur'an namazın şeklinden çok, ruhuna vurgu yapmıştır. Çünkü şekli olarak öteden beri müşrikler tarafından uygulanan bir eylemdir. Putlara karşı kılınan namaz şirk eylemi olup, putlardan temizlenerek kılınan namaz ise bir tevhid eylemidir.

Şimdi tekrar sorarız;

Kur'an'da nasıl namaz kılınacağını bulamayanlar, kesilen hayvanın etini nasıl yiyorlar?


29 Ağustos 2025 Cuma

Asr Suresi ve Hakkı ve Sabrı Tavsiye Etme Görevimiz

Asr suresini okuduğumuz zaman, insanın hakkı ve sabrı birbirine tavsiye ederek zarardan kurtulabileceğinin bizlere beyan edildiğini görmekteyiz.

Peki bir inanan olarak bu surenin beyanını bugün hayata nasıl yansıtabiliriz?

Bu sorunun cevabını bu yazının yazıldığı günlerde Konya'da bir doktorun bir hastasını açık giyiminden dolayı "Teşhirci" olduğu gerekçesi ile muayene etmemesi üzerinden yürüyen tartışmaları merkeze alarak vermeye çalışacağız.

Bu olayın karşı mahalle çocukları tarafından nasıl görüldüğü bu yazının konusu değildir. Çünkü karşı mahalleye göre o doktor gerici bir yobaz olduğu için böyle bir tepki vermiştir. 

Biz bu olay üzerinden İslami hassasiyet gerektiren konularda bir inanan olarak nasıl bir bakış açısı sergilemek gerektiği üzerinde düşünmeye çalışacağız.

Konu hakkında yazılanlara baktığımızda İslami cenahın bu noktada farklı tutumlar sergilediğini görmekteyiz.

1- Doktorun hastasının muayene etmeyi ret etmesinin doğru olduğunu savunan taraf.

2- Doktorun hastasının muayene etmeyi ret etmesinin yanlış olduğunu savunan taraf.

3- "Size ne kardeşim nasıl giyinirse giyinsin alemin giyiminden size ne" diyen taraf.

Bizim bu konudaki kanaatimiz şu dur; Bir doktor her ne kadar hasta seçimi hakkı olduğunu iddia etse de, bir kişinin giyiminin uygun olmadığı gerekçesi ile onu muayene etmeyi ret etmesi doğru değildir.

Dün baş örtüsünden dolayı haksızlığa uğrayan insanların haklarını savunurken kullandığımız argümanları unutarak, bugün açık giyimli bir bayanın uğradığı durumu alkışlamamız hakkaniyete uygun değildir.

Sayın doktorun hassasiyetini bu noktada doğru görüyor, fakat hastasına karşı yaptığı muameleyi doğru bulmuyoruz.

Bunu söylerken 3. şıktaki tarafta olmadığımız bilinmelidir. Sayın doktor eğer kendisine gelen o hastanın giyim tarzının hoş olmadığını uygun bir dille söylemiş olsaydı, daha doğru bir iş yapmış olacağını düşünüyoruz.

"Hastanın giyiminden doktora ne" diyen olabilir. Fakat İslami hassasiyetii olan bir kişi inancı açısından yanlış bulduğu bir şeyi karşı tarafa uygun bir dille uyararak aktarmak durumundadır.

İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır. İnsanların yaşam tarzına karışmak kimin haddinedir?

Bu olay bizlere göstermektedir ki, inanan insanlar olarak toplumun İslami değerlere olan saygısızlığı bizleri gerçekten rahatsız etmektedir ve bu rahatsızlığımızı nasıl dile getirmemiz gerektiği asıl konuşulması gereken noktadır.

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki; Toplumda İslami değerlere uygun olmayan bir durum görüldüğü zaman bizim inanç değerlerimiz, bu duruma tepki verilmesi gerektiğini söyler. Bu tepkinin nasıl ve ne şekilde verilmesi gerektiği önemlidir. 

Bu tepki elbette incitici dil ve şiddet ile verilmeyecektir.

İnandığımızı iddia ettiğimiz kitap, her konuda olduğu gibi bizlere bu konuda da yol göstericidir.

Kimsenin inandığı değerlere küfür ve hakaret etmeyeceğiz ki onlar da bizim inandığımız değerlere küfür ve hakaret etmesinler. (Enam s. 108. ayet)

Bir kimsenin inandığı değerlere hakaret ederek o kimsenin inancını terk ettiği görülmüş değildir, aksine o kişi inancına daha da sıkı sarılacaktır.

Bugün toplulumuzun büyük bir kesimi İslami değerleri baz alarak ona göre bir yaşam tarzı belirlemediği, hatta İslami değerlere aleni bir şekilde karşı olduğunu beyan ederek bu değerlere ters ne varsa yapıp inkarcılığını alenileştirme eğiliminde olduğu için, bizim inandığımız değerler üzerinden onları eleştirmemiz toplumda bir sıkıntıya neden olmaktadır. Bu sıkıntı bizim susmamızı ve yanlışlara karşı tepki vermememizi elbette gerektirmez.

Toplumdaki insanların yargı değerlerinin farklı olması bu durumu ortaya çıkarmaktadır. Bizim için yanlış olan bir yaşam tarzı onlar için gayet normal olup, buna müdahele edilmesi onlar için yanlıştır.

Yaşadığımız toplumda durum maalesef bu şekildedir.

Bizler elbette "Ne halleri varsa görsünler" diyerek bir kenara çekilecek değiliz.

Herkesini inancını ve yaşamını ona göre belirlediği bir ideolojisi vardır ve yaşamını bu çizgide sürdürmektedir.

Bizim kimseye şirin görünmek için değerlerimizden taviz vermek gibi durumumuz asla söz konusu değildir. Fakat içimizde bu noktaya gelmiş insanların olması maalesef üzücü bir durumdur.

Bazı bayanların açıklık sınırlarını zorlar şekilde olan giyim(sizlik) tarzı, gerçekten rahatsızlık vericidir. Bu rahatsızlığı önlemek polisiye tedbirlerle de mümkün değildir.

Bizler Asr suresi gereği hakkı ve sabrı tavsiye etmeye her zaman devam edeceğiz. Araf suresi 161. 166. ayetler arasında anlatılan deniz kıyısında yaşayan bir toplumun helak edilişi bizler için bu noktada önemli bir beyandır.

O kıssaya baktığımızda toplumun 3 kısma ayrıldığı görülmektedir. 1- Yasağa riayet etmeyenler. 2- Yasağa riayet edenler ve etmeyenleri uyaranlar. 3- Neme lazımcı olanlar. 

1. ve 3. gurupta olanların helak edildiğinin bizlere beyan edilmiş olması yasağa riayet etmemenin ve neme lazımcılığın yanlış bir tutum olduğunun anlaşılmasıdır. İçimizde olan neme lazımcılar ve müdaheneciler bize bir ayak bağından başka birşey değildir.

Toplumdaki gidişatın yanlış olduğunu bu durumun insanlara açıkça söylenmesi bizim inancımızın bir gereği ve inananlar olarak vazifemizdir. İçimizden ve dışımızdan buna engel olmaya çalışanlar elbette olacaktır.

İnananlar olarak her konuda ayrışmayı başardağımız gibi toplumdaki yanlışlara tepki verilecek mi yoksa verilmeyecek mi noktasında da ayrışmayı başardığımız bu olay üzerinden anlaşılmaktadır.

Tekrar ediyoruz, biz inandığımız değerleri kitaba uygun bir yolla anlatmaya devam edeceğiz, başkaları da karşı çıkmaya devam edecek. İnsanlar karşı çıkıyor diye susacak veya aman onları kırmayalım incitmeyelim diye onların hoşuna gidecek tavırlar içinde asla olmayacağız. 

Neticede herkes inandığının ve yaşadığının hesabını verecektir. 


24 Temmuz 2025 Perşembe

ZÜMER SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Bu kitabın indirilmesi, o en güçlü, o en bilge Allah'tandır.

2- Şüphesiz ki biz o kitabı sana o gerçekle indirdik, öyleyse sen de o yaşam sistemini Allah'a özgüleyerek O'na kulluk et.

3- Dikkat edin, o katışıksız yaşam sistemi Allah'ındır. Ve o kimseler ki O'nun berisinden bir takım yakınlar bellemişlerdir, onlar: "Biz onlara, bizi Allah'a bir yakınlıkla yaklaştırmalarından başka (bir nedenle) kulluk etmiyoruz" (diyorlar). Şüphesiz ki Allah, onların aykırılığa düşmekte oldukları şeyler hakkında onların arasında karar verecektir. Şüphesiz ki Allah, o yalancı, çok nankör kimseyi doğruya iletmez.

4- Eğer Allah bir çocuk sahiplenmek isteseydi, kesinlikle takdir etmekte olduğu şeylerden dileyeceği şeyi seçerdi. O, her türlü eksiklikten uzaktır. O, tek, boyun eğdirici güç sahibi Allah'tır.

5- O, o gökleri ve o yeri o gerçekle takdir etti. O geceyi o gündüzün üzerine sarıyor ve o gündüzü de o gecenin üzerine sarıyor ve o güneşi ve o ayı boyun eğdirmiştir. Her biri bir isimlenmiş süreye akmaktadır. Dikkat edin O, çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.

6- O, sizi bir tek benlikten takdir etti, sonra ondan da onun eşini meydana getirdi ve sizin için o hayvanlardan sekiz eş indirdi. O sizi, sizin annelerinizin karınlarında üç karanlık içindeki bir takdirin ardından bir takdirle takdir ediyor. Bu, Allah'tır sizin Efendinizdir. O hükümranlık O'nundur. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Böyle iken siz nasıl çevriliyorsunuz?

7- Eğer siz gerçeği örterseniz, şüphesiz ki Allah sizden ihtiyaçsızdır ve O, kulları için o gerçeği örtmeye hoşnut olmaz. Ve eğer siz şükrederseniz, sizin için ona hoşnut olur. Ve bir ağır yük taşıyıcı, diğerinin ağır yükünü taşımaz. Sonra sizin dönüşünüz Efendinizedir, artık O sizin işlemekte olduğunuz şeyleri size haberlendirecektir. Şüphesiz ki O, o göğüslerin sahip olduğunu bir en iyi bilicidir.

8- Ve o insana bir zarar dokunduğu zaman, kendisinin Efendisini O'na içtenlikle yönelerek çağırır, sonra O onu kendisinden (mal ve insan gücü gibi) bir nimetle güçlendirdiği zaman, önceden O'nu çağırmakta olduğu şeyi unutur ve Allah'a benzerler edinir, bunun sonucunda (başkalarını da) O'nun yolundan saptırır. Sen de ki: "Sen gerçeği örtmenle biraz yararlan. Şüphesiz ki sen o oteşin arkadaşlarındansın."

9- (Böyle bir kimse mi daha hayırlıdır) yoksa o, o diğer (yaşamın) sakınmasıyla o gecenin vakitlerinde boyun eğici olarak ve ayakta durucu olarak gönülden bağlı olan ve kendisinin Efendisinin sarmalayıcı iyiliğini beklemekte olan kimse mi? Sen de ki: "Bilir kimseler ve bilmez kimseler denk midir?" Ancak ve ancak o temiz akıl sahipleri hatırlarlar.

10- Sen de ki: "(Allah size şöyle buyuruyor.) Ey benim inanmış olan kullarım, siz Efendinize karşı korunun. Bu şimdiki (yaşamda) iyilik etmiş olan kimseler için bir iyilik vardır. Ve Allah'ın yeri kapsayıcıdır. Ancak ve ancak o direnerek gayret edenlere iş karşılıkları bir kısıtlama olmaksızın tastamam verilecektir." 

11- 12- Sen de ki: "Şüphesiz ki ben o yaşam sistemini Allah'a özgüleyerek O'na kulluk etmekle buyuruldum. Ve ben o teslim olanların ilki olmak için de buyuruldum."

13- Sen de ki: "Eğer ben Efendime karşı çıkarsam, şüphesiz ki bir büyük gün azabından kaygılanırım."

14- 15- Sen de ki: "Ben yaşam sistemimi Allah'a özgüleyerek O'na kulluk ediyorum. Artık siz de O'nun berisinden dilediğiniz şeye kulluk edin." De ki: "Şüphesiz ki o ziyan edenler o kimselerdir ki, onlar o kalkışın günü kendi benliklerini ve kendi ailelerini ziyana sokmuşlardır. Dikkat edin bu, o apaçık ziyanın ta kendisidir."

16- Onların üstünden o ateşten gölgeler ve onların altından da (o ateşten) gölgeler, onlar içindir. Bu, Allah'ın kendisinin kullarını onunla kaygılandırmakta olduğudur. Ey benim kullarım, artık siz benden korunun.

17- Ve o kimseler ki o taşkınlık yapandan (Tağut'tan) ona kulluk etmekten uzaklaştılar ve Allah'a içtenlikle yöneldiler, o müjde onlar içindir. Artık sen benim kullarımı müjdele.

18- O kimseler ki, o söyleneni dinlerler de onun en iyisini izlerler. İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onları doğruya iletmiştir ve işte onlar, o temiz akıl sahiplerinin ta kendileridir.

19- O kimseyi mi o azabın kelimesi kendisinin üzerine bir gerçek olmuştur? Artık o ateşin içindeki kimseyi sen mi kurtaracaksın?

20- Fakat o kimseler ki Efendilerinden korundular, özel odalar onlar içindir, onların altından o nehirler akar yapılanmış özel odalar da onların üstündedir. (Bu), Allah'ın söz vermesidir. Allah, o verdiği söze aykırı davranmaz.

21- Sen görmedin mi şüphesiz ki Allah o gökten bir su indirdi böylece onu o yerin içindeki kaynaklara soktu, sonra onunla bir ekin çıkarıyor ki onun renkleri değişiktir? Sonra (o ekin) olgunlaşır böylece sen de onu sararmış olarak görürsün, sonra onu bir kırıntı haline getiriyor. Şüphesiz ki bunda, o temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir hatırlatma vardır. 

22- (O kalpleri katılaşan kimse mi) yoksa Allah onun göğsünü İslam'a açmış, artık o da kendisinin Efendisinden bir ışık üzerindeki kimse mi (daha hayırlıdır?) Artık yazıklar olsun Allah'ın hatırlatmasından kalpleri katılaşanlara. İşte onlar, bir apaçık sapkınlık içindedir.

23- Allah, o sözün en iyisini bir benzeşmeli tekrarlanan kitap olarak indirdi. Efendilerinden endişe etmekte olan kimselerin derileri ondan ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın hatırlatmasına karşı yumuşar. Bu, Allah'ın doğruya iletmesidir, onunla kimi dilerse doğruya iletir. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir doğruya iletici yoktur.

24-  (O azaptan güvende olan kimse mi) yoksa o kalkışın günü o azabın kötüsünden kendi yüzünü koruyacak kimse mi (daha hayırlıdır?) Ve o haksızlık yapanlara: "Siz kazanmakta olduğunuz şeyleri tadın" denilmiştir.

25- Onlardan önceki kimseler de yalanlamıştı da o azap onlara fark edemeyecekleri yerden gelmişti.

26- Böylece Allah onlara bu şimdiki yaşamda o rezilliği tattırmıştı. Ve o diğer (yaşam)ın azabı ise, daha büyüktür. Eğer onlar biliyor olsalardı.

27- Ve ant olsun ki biz o insanlara, bu okunan (Kur'an) da onların hatırlamaları için, her bir örnekten ortaya koyduk.

28- Onların korunmaları için, bir eğriliği olmayan bir Arabi okuma olarak.

29- Allah, kendisinde birbiriyle uyuşamayan ortakları olan haldeki bir adamı ve tek adama bağlı haldeki bir adamı, bir örnek olarak ortaya koydu. Bu ikisi bir örnek bakımından denk olur mu? O övgü Allah'adır. Hayır, onların tamamı bilmezler.

30- Şüphesiz ki sen (gelecekte) bir ölüsün ve şüphesiz ki onlarda (gelecekte) ölülerdir.

31- Sonra şüphesiz ki sizler o kalkışın günü Efendinizin yanında birbirinizle çekişeceksiniz.

32- Artık Allah'a karşı yalan söylemiş ve o doğruyu, kendisine geldiği zaman yalanlamış kimseden daha haksızlık yapan kimdir? O gerçeği örtücüler için cehennemde bir barınak yok mudur?

33- Ve o kimse ki o doğruyu getirmiş ve kendisi de onu doğrulamıştır, (ona uyanlar var ya) işte onlar, o korunanların ta kendileridir.

34- Efendilerinin yanında dileyecekleri şeyler, onlar içindir. Bu, o iyilik edenlerin karşılığıdır.

35- Sonunda Allah onlardan işledikleri şeyin en kötüsünü örtecek ve onları işlemekte oldukları şeylerin en iyisiyle karşılık verecektir.

36- Allah kendisinin kuluna yeterli değil midir? Ve onlar seni O'nun berisinden olan kimselerle kaygılandırıyorlar. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir doğruya iletici yoktur.

37- Ve Allah kimi doğruya iletirse, artık onun için hiçbir saptırıcı yoktur. Allah çok güçlü, öç sahibi değil midir?

38- Ve eğer sen onlara: "O gökleri ve o yeri kim takdir etti?" diye sorarsan, onlar kesinlikle "Allah" diyecekler. Sen de ki: "Siz, Allah'ın berisinden çağırmakta olduğunuz şeyleri gördünüz mü? Eğer Allah bana bir zarar isterse, onlar O'nun zararını kaldıranlar mıdır? Veya bana bir sarmalayıcı iyilik isterse, onlar O'nun sarmalayıcı iyiliğini tutanlar mıdır?" Sen de ki: "Allah bana yeterlidir. O üstlenici edinenler yalnızca O'nu üstlenici edinir."

39- 40- Sen de ki: "Ey topluluğum, siz durumunuzun gereği üzere işleyin. Şüphesiz ki ben de işleyiciyim. Kendisini rezil edecek bir azab kime gelecek ve bir sürekli azap kimin üzerine serbest olacak, artık siz ileride bileceksiniz.

41- Şüphesiz ki biz sana o kitabı o insanlar için o gerçekle indirdik. Artık kim doğruya iletilirse, kendisinin benliğinedir. Ve kim saparsa, ancak ve ancak kendi benliğine karşı sapar. Ve sen onların üzerine bir üstlenici değilsin.

42- Allah, o benlikleri ölümlerinin vaktinde ömürlerini tamamlar ve ölmeyen benliği ise uykusunda (ömrünü tamamlar). Böylece o benliğin üzerine o ölümü ona hükmettiğini tutar ve o diğerini ise bir isimlenmiş süreye kadar (yaşama) gönderir. Şüphesiz ki bunda, düşünmekte olan bir topluluğa kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

43- Yoksa onlar Allah'ın berisinden eşlikçiler mi bellediler? Sen de ki: "Eğer ki onlar bir şeye hükümran olamazlar ve bağlantı kuramazlar olsalarda mı?"

44- Sen de ki: "O eşlikçilik, toplu olarak Allah'ındır. O göklerin ve o yerin hükümranlığı kendisinindir. Sonra siz O'na döndürüleceksiniz."

45- Ve Allah tek olarak hatırlandığı zaman, o diğer (yaşama) inanmaz kimselerin kalpleri sıkışır. Ve O'nun berisinden kimseler hatırlandığı zaman ise, onlar birden müjdeleşirler.

46- Sen de ki: "O göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısı, o algılanamayanın ve tanık olunanın bilicisi Allah'ım! Hakkında aykırılığa düşmekte oldukları şeylerde kullarının arasında sen karar vereceksin."

47- Ve eğer o yerde olan şeyler toplu olarak ve onun beraberinde bir örneği de haksızlık yapmış olan kimselerin olsaydı, o kalkışın günü o azabın kötülüğünden dolayı, kesinlikle onu kurtulmalık olarak verirlerdi. Ve onlara hesap etmekte olmadıkları şeyler Allah'tan belli olmuştur.

48- Ve onlara kazandıkları şeylerin kötülükleri belli olmuş ve kendisiyle alay etmekte oldukları şey onları sarıvermiştir.

49- Ve o insana o zarar dokunduğu zaman, bizi çağırır. Sonra biz onu bizden (mal ve insan gücü gibi) bir nimet verdirdiğimiz zaman: "O bana ancak ve ancak (benim yanımdaki) bir bilgi üzerine verilmiştir" der. Hayır, o bir denemedir, fakat onların tamamı bilmezler.

50- (Karun gibi) onlardan önceki kimseler de kesinlikle onu dedi de onların kazanmakta oldukları şeyler onlardan bir ihtiyacı gidermedi.

51- Böylece kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara değdirildi. Bunlardan (Mekkelilerden) haksızlık yapmış olan kimselere de kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara değdirilecektir. Ve onlar (Allah'ı) yetersiz bırakıcılar olamazlar.

52- Onlar bilmediler mi, şüphesiz ki Allah o rızkı kime dilerse geniş tutuyor ve bir ölçüye göre veriyor? Şüphesiz ki bunda, inanmakta olan bir topluluğa kesinlikle ayetler vardır.

53- 54- 55- 56- 57- 58- De ki: "(Allah size şöyle buyuruyor): Ey benim kendi benliklerine karşı savurganlık yapmış kimseler olan kullarım, siz Allah'ın sarmalayıcı iyiliğinden yana sakın karamsar olmayın. Şüphesiz ki Allah, o peşlere takılı suçları toplu olarak bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcının, sarmalayıcılığı süreklinin ta kendisidir. Siz, o azabın size gelmesi öncesinden Efendinize içtenlikle yönelin ve O'na teslim olun, sonra siz yardım da edilmezsiniz. Ve siz, fark edemezken o azabın beklenmedik bir zamanda gelmesi öncesinden, Efendinizden size indirilmiş olan şeyin en iyisini izleyin. Bir benliğin 'Ey Allah'ın yanında ölçüyü kaçırmam üzerine duyduğum özlemim, şüphesiz ki ben kesinlikle o maskaraya alanlardandımdemesi veya 'Eğer şüphesiz ki Allah beni doğru yola iletmiş olsaydı, kesinlikle ben de o korunanlardan olurdumdemesi veya o azabı gördüğü vakit 'Eğer şüphesiz ki benim için bir tekrar olsaydı, artık ben de o iyilik edenlerden olurdumdemesi (öncesinden size indirilmiş şeye takılın).

59- (Allah ona): "Hayır, ayetlerim kesinlikle sana gelmişti de sen onları yalanlamış ve büyüklük taslamış ve o gerçeği örtücülerden olmuştun" (diyecek).

60- Ve sen o kalkışın günü sen Allah'a karşı yalan söylemiş olan kimselerin yüzlerini simsiyah olarak görürsün.  O büyüklenenler için cehennemde bir barınak yok mudur?

61- Ve Allah, korunmuş olan kimseleri başarıları nedeniyle kurtarır. Onlara o kötülük dokunmaz ve onlar üzülmezler.

62- Allah, her bir şeyin takdir edicisidir. Ve O, her bir şeyin üzerinde bir üstlenicidir.

63- O göklerin ve o yerin kilitleri, O'nundur. Ve o kimseler ki Allah'ın ayetlerini (redderek) örttüler, işte onlar, o ziyan edenlerin ta kendileridir.

64- Sen de ki: "Ey o düşüncesizler, siz bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi buyuruyorsunuz?"

65- 66 -Ve ant olsun ki sana ve senden önceki kimselere (şöyle) vahyedilmiştir: "Eğer sen ortak koşarsan, senin işin kesinlikle boşa gider ve kesinlikle o ziyan edenlerden olursun. Hayır, öyleyse sen Allah'a kulluk et ve o şükredenlerden ol."

67- Ve onlar Allah'ı O'nun gücünün gereğiyle değerlendiremediler. Ve o yer o kalkışın günü toplu olarak O'nun avucundadır ve o gökler de O'nun sağ eliyle dürülmüştür. O, her türlü eksiklikten uzaktır ve onların ortak koşmakta oldukları şeylerden yücedir.

68- Ve boruya üflenmiştir de Allah'ın dilediği kimseler dışında o göklerdeki kimseler ve o yerdeki kimseler yıkılmıştır. Sonra ona diğer bir daha üfürülmüş, birden onlar ayağa kalkmış olarak bakıyorlar.

69- Ve o yer kendisinin Efendisinin ışığıyla aydınlanmış ve o kitap konulmuş ve o haberciler ve o tanıklar getirilmiş ve onların arasında o gerçek onlara haksızlık yapılmaksızın yerine getirilmiştir.

70- Ve her bir benliğe işlediği şey tastamam verilmiştir. Ve O, onların yapmakta oldukları şeyleri en iyi bilendir. 

71- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler cehenneme küme küme olarak sevk edilmiştir. Nihayet onlar ona geldikleri zaman, onun kapıları açılmış ve onun  görevlileri onlara: "Efendinizin ayetlerini size peşi sıra okumakta olan ve sizi bu gününüzle karşılamakla uyarmakta olan sizden elçiler size gelmedi mi?" demiş, onlar da: "Evet" demişler, fakat o azabın kelimesi o gerçeği örtücülerin üzerine gerçek olmuştur.

72- (Onlara): "Siz, onda sürekli kalıcılar olarak cehennemin kapılarına girin" denilmiştir. Artık ne sıkıntılıdır o büyüklenenlerin barınağı.

73- Ve Efendilerinden korunmuş olan kimseler o bahçeye küme küme olarak sevk edilmiştir. Nihayet onlar ona geldikleri zaman onun kapıları açılmış haldedir ve onun görevlileri onlara: "Selam sizin üzerinizedir siz temizlendiniz, artık sürekli kalıcılar olarak ona girin" demiştir.

74- Ve onlar da: "O övgü Allah'adır, O ki bize verdiği sözünü doğruladı ve bu yere bizi mirasçı yaptı, biz o bahçeden nerede dilersek yerleşiyoruz" demişlerdir. Artık o (güzel işleri) işleyenlerin iş karşılığı ne güzeldir.

75- Ve sen, o melekleri de o arşı çevresinden kuşatanlar olarak Efendilerini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tutmakta olduklarını görürsün. Ve onların arasında (karar) gerçekle yerine getirilmiş ve: "O övgü o tüm insanların Efendisinedir" denilmiştir.