15 Temmuz 2018 Pazar

BAKARA SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim. 

2- Bu, kendisinde bir belirsizlik olmayan o kitap'tır, o korunanları bir doğruya iletendir.

3- Onlar ki, o algılanamayanana inanırlar ve o kulluk görevini* ayağa kaldırırlar ve onlara rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar. 

* Bu ayete bütün mealler (istisnalar hariç) Namazı dosdoğru kılarlar şeklinde anlam vermiş olmaları, Salat kavramının geniş bir anlama sahip olması gerçeğini bir kenara itmektedir. Bu kavram namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğu için, bu anlamın genişliğini meale yansıtmaya çalıştık. Yukimunessalate kelimesine verdiğimiz bu anlamı, Meryem s. 59. ayetini dikkate alarak tercih ettik. Ayrıca Mekke döneminde inen ayetlerde geçen Salat kavramının müşrikler tarafından içinin boşaltılmış olmasını haber veren ayetler, böyle bir anlamı vermemizdeki etkenlerden birisidir.

4- Ve onlar ki, sana indirilmiş şeye ve senden önceki indirilmiş şeye de inanırlar ve onlar o sonrakine de kesinkes inanırlar.

5- İşte onlar, Efendilerinden bir doğruya ileten üzerindedirler. Ve işte onlar, o başarıya eriştirilenlerin ta kendileridir.

6- Şüphesiz ki (gerçeği) örtenleri uyarsan da yahut uyarmasan da onlar için denktir, onlar inanmazlar.

7- Allah onların kalplerinin üzerini ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir. Görmelerinin üzerinde ise bir kaplama vardır. Ve büyük bir azap onlar içindir. *

* 6. ve 7. ayetlerde bahsedilen inkâr edenlerin, Medine'de belirli bir gurup olduğu genelleme içermediğine dikkat edilmelidir. 

8- (Medine'deki) o insanlardan kimi: "Biz Allah'a ve o sonraki güne inandık" diyor. Oysa onlar inananlar değildir.

9- Allah'ı(n elçisini)* ve inanmışları aldatıyorlar. Oysa benliklerinden başkasını aldatmıyorlar ve bunu da fark etmiyorlar. 

* 9. ayette (elçisini) şeklinde açtığımız parantezin gerekçesi; Aldatma fiilinin Allah'a nispet edilerek kullanılmasının nedeni Allah'ın elçisine edilen muamelenin Allah'a edilmiş gibi olmasından ötürüdür. Ayrıca Fetih s. 10. ayetinde Allah'ın elçisine yapılan biatın Allah'a yapılmış gibi beyan edilmesi bu parantezi açmamızın gerekçelerinden birisidir (Nisa s. 80). 

10- Onların kalplerinde bir bozukluk vardır. Bundan dolayı Allah da onların bozukluğunu arttırmıştır. Yalanlamakta oldukları nedeniyle acı bir azap onlar içindir.

11- Ve onlara: "Bu yerde bozuculuk yapmayın" denildiği zaman onlar: "Biz ancak ve ancak  düzelticileriz" diyorlar.

12- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar o bozucuların ta kendileridir, fakat bunu fark etmezler.

13- Ve onlara: "(İnanmış) o insanların inandığı gibi siz de inanın" denildiği zaman onlar: "O ahmakların inandığı gibi inanır mıyız?" diyorlar. Dikkat edin, şüphesiz ki onlar o ahmakların ta kendileridir, fakat bunu bilmezler.

14- Ve inanmışlarla karşılaştıkları zaman, "Biz inandık" diyorlar. Ve şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman: "Şüphesiz ki biz sizin beraberinizdeyiz, biz (inananları) ancak ve ancak alaya alanlarız" diyorlar.

15- Allah, alaya almalarının karşılığını onlara verecektir*. (Şimdilik) taşkınlıkları içinde bocalamalarını uzatmaktadır.

*15. ayette geçen Allahü yestehziu bihim cümlesinin bir çok mealde motamot bir tercüme ile, Allah onlarla alay eder şeklinde çevrilmesine karşılık, bizim bu şekilde çevirmemizin gerekçesi, Arapların işlenen bir suça verdikleri karşılığı aynı kelime ile ifade etmek bir üsluba sahip olmalarındandır. Arap şair Amr Bin Külsüm'ün şu beyitinde olduğu gibi: Dikkat edin kimse bize karşı bir cahillik etmesin, bu sefer cahillerin cahilliklerinden daha fazla cahillik ederiz. Şura s. 40 ayeti olan Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür, Arapların kullandığı bu üslubun ayete yansımış halidir. 

16- İşte onlar, o doğruya iletene karşılık o sapkınlığı satın almış olanlardır. Artık bu ticaretleri onlara fayda sağlamamış ve doğruya iletilenler de olmamışlardır.

17- Onların örneği, bir ateş tutuşturmak isteyen birinin örneği gibidir. (Ateş)  kendi çevresinde olan şeyleri aydınlattığında, Allah onların ışıklarını gideriverir ve onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakır.

18- Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler.

19- Veya (onların örneği) içinde karanlıklar ve gök gürlemesi ve şimşek bulunan, gökten boşalan yağmura tutulmuş, çakan o yıldırımlardan dolayı o ölümün sakınması ile parmaklarını kulaklarına tıkayanlar gibidir.  Ve Allah o (gerçeği) örtücüleri kuşatıcıdır.

20- O şimşek neredeyse onların görmelerini kapıp götürüverecek. (Şimşek) onları her ne zaman aydınlatsa, on(un aydınlığın)da yürürler. Ve üzerleri karartıldığı zaman ise, dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, işitmelerini ve görmelerini kesinlikle giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.
 
21- Ey o insanlar, korunmanız için sizi ve sizden öncekileri takdir etmiş olan Efendinize kulluk edin.

22- O'ki, sizin için o yeri bir döşek, göğü de bir tavan* olarak oluşturdu ve o gökten bir su indirip onunla size bir rızık olarak o ürünlerden çıkardı. Artık sizler bilmekte olduğunuz halde Allah'a denkler kılmayın.

* Tavan anlamını verme gerekçemiz, Enbiya s. 32. ayetine istinadendir. 

23- Ve eğer kulumuza indirdiğimiz şeyden bir belirsizlik içindeyseniz, haydi siz de onun örneğinden bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlülerseniz Allah'ın aşağısından tanıklarınızı da çağırın.

24- Eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamazsınız, artık onun yakıtı o insanlar ve o taşlar olan, o (gerçeği) örtücüler için hazırlanmış o ateşten korunun.

25- Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemişlere, onlar için kesinlikle, altlarından o nehirler akar bahçeleri müjdele. Her ne zaman oradan bir rızık olarak bir üründen rızıklandırılsalar: "Bu önceden rızıklandırıldığımızdır" derler. (Bu ürün) onlara (dünyada tattıklarına) benzer olarak verilmiştir. Ve oradaki temizlenmiş eşler onlar içindir. Ve onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

26- Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği de ondan (küçüklük bakımından) daha üstün olanını da bir örnek olarak ortaya koymaktan çekinmez. İnanmışlara gelince, onlar hemen bilirler ki şüphesiz ki o (örnek) Efendilerinden bir gerçektir. Ve (gerçeği) örtenlere gelince, hemen onlar "Allah böyle bir örnekle neyi istedi?" derler. Allah onunla birçoğunu saptırır ve birçoğunu da doğruya iletir. Onunla o itaatten çıkanlardan başkasını da saptırmıyor.

27- Onlar ki, Allah'ın antlaşmasını, onun yeminle bağlanmasının arkasından bozarlar ve Allah'ın, ona iliştirilmesini buyurduğu şeyi keserler ve o yerde bozuculuk yaparlar. İşte onlar o ziyan edenlerin ta kendileridir.

28- Allah'ı (n gerçeğini) nasıl örtebiliyorsunuz? Siz ölüler iken size yaşattı. Sonra sizi öldürecek, sonra sizi yine yaşatacak, sonra O'na döndürüleceksiniz.

29- O, o yerde olanları toplu olarak sizin için takdir etti. Sonra göğü denkleştirmeye yöneldi, böylece onu da yedi gök olarak denkleştirdi. Ve O, her şeyi en iyi bilicidir.

30- Ve bir zaman senin Efendin o meleklere: "Ben o yerde bir ardıl* oluşturucuyum" demişti de (melekler): "Biz seni övgünle her türlü eksiklikten uzak tutmakta ve seni kutsallaştırmakta iken, orada bozuculuk yapacak ve orada kanlar akıtacak olanı mı oluşturacaksın?" demişlerdi. (Allah): "Şüphesiz ki ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri en iyi bilenim" demişti.

(*)- 30 ayette geçen Halifeten kelimesine, Bir ardıl anlamını verme nedenimiz için bakınız Yunus s. 14-73, Araf s. 69- 74. Bu ayetlerde geçen kelime, helak edilenlerin yerine geçenler için kullanılmaktadır. Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere dikkat ettiğimizde, helakı hak eden toplumların yerine, başka toplumlar geçmiştir. Sünnetullahı ve bu surenin İsrailoğulları genelindeki bağlamını merkeze aldığımızda kan döken ve bozuculuk yapan bir topluluk mutlaka yok edilir ve yerine bir başka topluluk gelir.

31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretmiş ve sonra o(isimlere sahip ola)nları o meleklere sunarak: "Eğer doğru sözlülerseniz, bana bunların isimlerini haber verin" demişti.

32- (Melekler de): "Sen her türlü eksiklikten uzaksın, bizde senin öğrettiğinden başka bilgi yoktur, şüphesiz ki sen o en iyi bilenin o en bilgenin ta kendisisin" demişlerdi.

33- (Allah): "Ey Adem, onların isimlerini onlara haber ver" demişti de, (Adem) onların isimlerini onlara haber verdiğinde (Allah meleklere): "Ben size, 'şüphesiz ki ben o göklerin ve o yerin algılanamayanını en iyi bilenim ve belli etmekte olduğunuz şeyleri ve gizlemekte olduğunuz şeyleri de en iyi bilenim' dememiş miydim?" demişti.

34- Ve bir zaman o meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik de iblis hariç onlar hemen boyun eğmişlerdi. O, direnmiş ve büyüklük taslamış ve o (gerçeği) örtücülerden olmuştu.

35- Ve (Adem'e): "Ey Adem, sen ve eşin o bahçede durul ve ikiniz orada nereden dilediyseniz bol bol yeyin ve ikiniz şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz de o haksızlığı yapanlardan olursunuz" demiştik.

36- Derken o şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde oldukları şeyden çıkarmış, ve biz de: "Bir kısmınız bir kısma bir düşman olarak inin. Ve sizin için o yerde belirli bir vakte kadar bir sabitlik ve bir yararlanma vardır" demiştik.

37- Bunun üzerine Adem, kendisinin Efendisinden (öğretilen) kelimeleri karşılamış, böylelikle (Efendisi de) ona (lütufla) dönmüştü. Şüphesiz ki O, o çok (lütufla) dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

38- (Biz de onlara): "Toplu olarak oradan inin, eğer benden bir doğruya ileten gelir de kim benim doğruya iletenime takılırsa, artık onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler" demiştik.

39- Ve onlar ki, (gerçeği) örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

40- Ey Yakub oğulları, sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Ve benim antlaşmamı eksiksiz yerine getirin ki, ben de sizin antlaşmanızı eksiksiz yerine getireyim ve yalnızca benden ürkün.

41- Ve sizin beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğim şeye inanın ve onu ilk örtücü olmayın. Ve ayetlerimi az bir bedele satmayın ve yalnızca bana karşı korunun.

42- Ve o gerçeğe o geçersizliği giydirmeyin. Ve siz bilmekte olduğunuz halde o gerçeği de saklamayın.

43- Ve o kulluk görevini ayakta tutun ve o arınmayı yerine getirin. Ve o saygıyla eğilenlerin beraberinde saygıyla eğilin.

44- O kitabı peşi sıra okumakta olduğunuz halde, o insanlara o erdemi buyurup da benliğinizi unutuyor musunuz? Hala bağ kurmaz mısınız?

45- Ve direnip gayret ederek ve o kulluk görevinizi ayakta tutarak destek isteyin. Şüphesiz ki o, saygı duyanlardan başkasının üzerine kesinlikle ağır gelir.

46- Onlar ki, Efendileriyle karşılaşacaklarına ve O'na dönücüler olduklarına (kesin) kanaat getirenlerdir.

47- Ey Yakub oğulları, sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştım.

48- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) bir benliğe (başka) bir benlikten bir şey karşılık olmaz. Ve ondan eşlikçilik de kabul edilmez ve ondan denklik bedeli de tutulmaz ve onlar yardım da edilmezler.

49- Ve bir zaman, oğullarınızı boğazlayarak ve kadınlarınızı yaşatarak sizi o azabın kötüsüne süren Firavun yoldaşlarından kurtarmıştık. Ve işte bunda size Efendinizden büyük bir yoklama vardı.

50- Ve bir zaman sizin için o su kütlesini ayırmış, böylelikle sizi kurtarmış ve Firavun askerlerini de siz onlara bakarken batırmıştık.

51- Ve bir zaman, Musa ile kırk geceliğine sözleşmiş, sonra onun arkasından siz  haksızlık yaparak o buzağıya (tanrı olarak) tutunmuştunuz.

52- Sonra bunun arkasından (pişman olup döndüğünüzde) şükretmeniz için sizden (hatalarınızı) silmiştik.

53- Ve bir zaman Musa'ya, doğruya iletilmeniz için o kitabı ve o (doğru ile yanlışı) ayıranı vermiştik.

54- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, şüphesiz ki sizler o buzağıya (tanrı olarak) tutunmakla benliğinize haksızlık yaptınız. Haydi, sizi en güzel şekilde yaratanınıza (itaate) dönün, (itaate dönmeyen) benliklerinizi de öldürün*. İşte bu, sizi en güzel şekilde yaratanınızın yanında sizin için daha hayırlıdır. Böylece size (lütufla) dönmüş olur. Çünkü O, o çok (lütufla) dönücünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir" demişti.

*- 54. ayete böyle bir anlam verme gerekçemiz, ayet içinde geçen Faktülü (öldürün) kelimesinin, Kur'an içinde geçtiği hiçbir ayette mecazi anlamda kullanılmamış olmasıdır. Hakiki anlamı dikkate alınarak verilen bir mealde Kendinizi öldürün olarak ortaya çıkan anlamın düşük olması bizi, bazı tefsirlerde geçen yorumları dikkate almaya yönelterek, kelimeye mecazi bir anlam vermememize, ve tevbe edenlerin tevbe etmeyenleri öldürmesi gerektiği şeklinde bir anlam vermeye yöneltmiştir. Her mealin neticede bir yorum olduğu hata ve yanlıştan uzak olmadığı unutulmamalıdır. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

55- Ve bir zaman Musa'ya: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görünceye kadar, sana asla inanmayacağız" demiştiniz de, bundan dolayı siz bakarken sizi o yıldırım çarpmıştı.

56- Sonra ölümünüzün arkasından, şükretmeniz için sizi harekete geçirmiştik.

57- Ve o bulutu üzerinize gölgelendirmiş ve üzerinize o kudret helvasını ve o bıldırcını indirmiş: "Sizi rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar haksızlığı bize yapmadılar, fakat onlar haksızlığı benliklerine yapıyorlardı.

58- Ve bir zaman: "Şu kasabaya girin de, nereden dilediyseniz oradan bol bol yeyin ve o kapıdan boyun eğerek girin ve 'Günahlarımızı üzerimizden düşür' deyin ki, biz de sizin yanılgılarınızı bağışlayalım. Ve o iyilik edenlere (karşılığını) artıracağız" demiştik.

59- Buna karşılık haksızlık yapanlar, kendilerine denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, bunun üzerine biz de o haksızlığı yapanların üzerine itaatten çıkmaları nedeniyle gökten bir titretici azap indirmiştik.

60- Ve bir zaman Musa, topluluğunu suvarmak istemişti de, biz de ona: "Değneğini o taşa vur" demiştik. Böylece ondan oniki göze fışkırmış, (topluluğundan olan) bütün insanlar su içeceği yerlerini kesinlikle bilmişti. (Onlara): "Allah'ın rızkından yeyin ve için ve bu yerde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" (demiştik).

61- Ve bir zaman: "Ey Musa, biz tek çeşit yiyeceğe asla direnç gösteremeyeceğiz. Bizim için hemen Efendine çağrı yap da, o yerin bitirmekte olduğu şeylerden sebzesinden ve salatalığından ve sarmısağından ve mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz de, (Musa): "Daha hayırlı olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Mısır'a inin şüphesiz ki sorduğunuz şey sizin için vardır" demişti. (Nankörlüklerinden dolayı) üzerlerine o aşağılanma ve o durgunluk vuruldu ve Allah'tan bir hiddete yerleştiler. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini örtüyorlar ve o habercileri o hakları olmaksızın öldürüyorlardı. İşte bu, karşı çıkmaları ve sınırı aşmaları nedeniyledir.

62- Şüphesiz ki inanmışlar ve dönenler* ve o yardımcılar* ve o Sabiiler (var ya), kim Allah'a ve o sonraki güne inanır ve bir düzgün iş işlerse, artık onların iş karşılıkları Efendilerinin yanındadır. Ve onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler. 

*Hadu kelimesine "Dönenler" anlamı verme gerekçemiz, Araf. s. 156. ayetinde geçen bağlamına binaendir.
*Nasara kelimesine "Yardımcılar" anlmı verme gerekçemiz, Al-i İmran s. 52. ayetinde geçen bağlamına binaendir.

63- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u sizin üstünüze yükseltmiş: "Korunmanız için size verdiğimizi bir kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırınızda tutun" (demiştik).

64- Sonra siz bunun arkasından (başka tarafa) yönelmiştiniz. Eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, kesinlikle o ziyan edenlerden olurdunuz.

65- Ve ant olsun ki içinizden o dinlenme (günün)de sınırı aşmış olanları bilmişsinizdir. Bundan dolayı onlara: "Azarlanıp kovalanan maymunlar olunuz"demiştik.

66- Böylece bunu önündekilere ve ardındakilere ibret verici bir karşılık ve o korunanlar için bir öğüt olarak yapmıştık.

67- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Şüphesiz ki Allah size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti de (onlar): "Bize bir alay konusu olarak mı tutunuyorsun?" demişler, (Musa): "(Alay ederek) o düşüncesizlerden olmamdan Allah'a sığınırım" demişti.
 
68- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap da o nasıldır bize açıklasın" demişler, (Musa): "Şüphesiz ki O, 'O (sığır), ne (toprağı ekmek için) belirleyen ve ne de körpe, ikisinin arasında bir sığırdır' diyor. Buyurulduğunuzu hemen yerine getirin" demişti.

69- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap da onun rengi nedir bize açıklasın" demişler, (Musa):  " Şüphesiz ki O, 'Onun rengi o bakanların içine ferahlık veren sapsarı bir sığırdır' diyor" demişti.

70- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap da o nasıl (bir yaşlı ve körpe olmayan sapsarı sığır)dır bize açıklasın. Çünkü (o yaşlı ve körpe olmayan sapsarı) sığırlar bizce birbirine benzeşiyor. Ve şüphesiz ki biz eğer Allah dilemişse, kesinlikle doğruya iletilenlerden oluruz" demişlerdi.

71- (Musa): "Şüphesiz ki O, 'O, o yeri sürerek bitkin düşmemiş ve o ekini suvarmamış, (bu gibi eksiklerden) uzaklaştırılmış kendisinde sarıdan başka renk olmayan bir sığırdır' diyor" demişti de (onlar): "Şimdi bize gerçeği getirdin" demişler ve hemen onu boğazlamışlardı. Ama neredeyse bunu yapmayacaklardı.

72- Ve bir zaman bir benliği öldürmüştünüz de, onu (öldürmenin suçunu) üzerinizden kaldırmaya çalışmıştınız. Ve Allah gizlemekte olduklarınızı ortaya çıkarandır.

73- Bunun üzerine biz de: "Onu (sığır boğazlamayı) onun bazısına (öldürme olaylarına) uygulayın" demiştik. Allah işte böyle o ölüleri yaşatır ve bağ kurmanız için kendisinin (gözle görülen) ayetlerini size gösterir. 

74- Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı. Artık o (kalpleriniz) o taşlar gibi, hattâ katılıkça (taştan) daha serttir.  Ve şüphesiz ki o taşlardan öylesi vardır ki ondan o nehirler fışkırır. Ve onlardan öylesi vardır ki, (ortasından) çatlar da ondan o su çıkar. Ve onlardan öylesi vardır ki, Allah'ın endişesinden dolayı aşağı yuvarlanır. Ve Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

75- Artık size inanacaklarına halâ umutlanıyor musunuz? Muhakkak onlardan bir bölük vardır ki Allah'ın kelâmını işitiyor, sonra bağ kurmalarının arkasından onu bile bile oynatıyorlar.

76- Ve inanmışlarla karşılaştıkları zaman: "Biz inandık" diyorlar. Ve onların bir kısmı bir kısmı ile ile yalnız kaldıkları zaman ise: "Allah'ın size açtığını, Efendinizin yanında onu size karşı tartışmak için getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz? Halâ bağ kurmaz mısınız?" diyorlar.

77- Onlar bilmezler mi şüphesiz ki Allah onların saklamakta oldukları şeyleri ve açığa vurmakta oldukları şeyleri biliyor.

78- Ve onlardan anasından doğduğu gibi olanlar (okuma bilmeyenler) vardır ki onlar o kitabı bilmezler, (bildikleri) ancak (boş) dilekte bulunmaktır. Ve onlar (yanlış) kanaatten başka bir şeyde bulunmuyorlar.

79- Artık yazıklar olsun o kimselere ki o kitabı elleri ile yazarlar, sonra da onu az bir bedele satmak için: "Bu, Allah'ın yanındandır" derler. Artık elleri ile yazdığı şeylerden dolayı onlara yazıklar olsun ve kazanmakta oldukları şeylerden dolayı da onlara yazıklar olsun. 

80- Ve: "O ateş bize sayılanmış günlerden başka asla dokunmaz" dediler. De ki: "Allah'ın yanından bir antlaşmaya mı tutundunuz? Eğer öyle ise Allah antlaşmasına asla aykırılaşmaz. Yoksa Allah'a karşı bilemeyeceğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?"

81- Hayır, kim bir kötülük kazanır ve bu yanılgısı onu kuşatmış (olarak ölür) ise, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

82- Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemişler var ya, işte onlar o bahçenin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

83- Ve bir zaman Yakub oğulları'ndan: "Allah'tan başka kimseye kulluk etmeyeceksiniz ve anne babaya ve o en yakınlığın sahibine ve o yetimlere ve o durgunlara iyilik edeceksiniz ve o insanlara bir iyilikle söz söyleyeceksiniz ve o kulluk görevini ayakta tutacaksınız ve o arınmayı yerine getireceksiniz" diye, yeminle bağlanmış söz almıştık. Sonra içinizden pek azı dışında (başka tarafa) yönelmiştiniz. Ve sizler de halâ buna kayıtsız kalanlarsınız.

84- Ve bir zaman; "Kanlarınızı akıtmacaksınız ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye, sizden yeminle bağlanmış sözünüzü almış, siz de sabitleş(me sözü ver)miştiniz. Ve sizler de halâ buna tanıklarsınız.

85- Sonra sizler onlarsınız ki, birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir bölük o günah ve düşmanlıkta sırt sırta vererek onları yurtlarından çıkarıyorsunuz. Ve eğer size esirler olarak gelirlerse de, onlardan kurtulmalık alıyorsunuz. Halbuki onları çıkarmak size yasaklanmıştı. Yoksa siz o kitabın (kurtulmalık almayı serbest bırakan) kısmına inanıyorsunuz da, (birbirinizi yerinizden çıkarmayı yasaklayan) kısmını örtüyor musunuz? Artık içinizden bunu yapanın karşılığı, bu şimdiki yaşamda bir rezilliktir. Ve o kalkışın günü ise o azabın en sertine geri döndürüleceklerdir. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

86- İşte onlar, o sonrakine karşılık bu şimdiki yaşamı satın almış olanlardır. Artık o azap onlardan hafifletilmez ve onlar yardım edilmezler.

87- Ve ant olsun ki Musa'ya o kitabı vermiş ve onun arkasından elçileri peşine düşürmüştük. Ve Meryem oğlu İsa'ya da o apaçık delilleri vermiş ve onu o kutsal'ın esintisi ile güçlendirmiştik. Her ne zaman bir elçi benliklerinizin hoşlanmadığı bir şeyi size getirmiş olsa, büyüklük taslayarak bir bölüğünü yalanladınız ve bir bölüğünü de öldürüyordunuz değil mi?

88- Ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) kılıflıdır" dediler.  Aksine, (gerçeği) örtmeleri nedeniyle Allah onları dışlamıştır. Bundan dolayı pek azı inanırlar.

89- Ve onlara Allah'ın yanından onların beraberinde olan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap geldiğinde, ki önceden örtücü (Arap)ler üzerine fetih istiyorlardı. Fakat tanıdıkları onlara geldiğinde (bu sefer de) onu (kitabı) örttüler. Artık Allah'ın dışlaması o (gerçeği) örtücülerin üzerinedir.

90- Allah'ın, kullarından kime dilerse kendi lütfundan (kitap) indirmesine bir saldırganlık yaparak, Allah'ın indirdiğini örtmekle, karşılığında benliklerini ona sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Bu yüzden hiddet üzerine hiddete yerleştiler. Ve o (gerçeği) örtücülere bir önemsizleştirici azap vardır.

91- Ve onlara: "Allah'ın indirdiği şeye inanın" denildiği zaman, onlar: "Biz, bize indirilmiş şeye inanırız" derler ve onun ötesinde olanı (ret ederek) örterler. Halbuki o, onların beraberinde olanı doğrulayan bir gerçektir. De ki: "Eğer inananlarsanız, önceden Allah'ın habercilerini niçin öldürüyordunuz?"

92- Ve ant olsun ki Musa size o apaçık delilleri getirmiş, onun (Tur'a çıkmasının) arkasından haksızlık yaparak o buzağıya tutunmuştunuz.

93- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü almış ve Tur'u sizin üstünüze yükseltmiş: "Size verdiğimizi bir kuvvetle tutun ve dinleyin" (demiştik). (Bu emre rağmen) "İşittik ve karşı çıktık" demişler ve (gerçeği) örtmeleri nedeniyle kalplerine o buzağı (sevgisi) içirilmişti. De ki: "Eğer inananlardansanız, inancınızın size onu buyurmakta olduğu şey ne sıkıntılıdır."

94- De ki: "Eğer sonraki yurt Allah'ın yanında (Yahudi olmayan) o insanların aşağısından sadece size bir özellik ise, eğer doğru sözlülerseniz hemen o ölüm dileğinde bulunun."

95- Fakat ellerinin öncelediği nedeniyle onu ebedi olarak asla dile getirmezler. Allah, o haksızlığı yapanları en iyi bilicidir.

96- Ve onları kesinlikle, yaşama karşı o insanların en isteklisi, hattâ ortaklaştıranlardan da (daha istekli) olarak bulacaksın. Her biri bin sene ömürlenmeyi arzu eder. Oysa ömür verilmesi onu o azaptan uzaklaştıracak değildir. Ve Allah onların işlemekte olduklarını en iyi görücüdür.

97- De ki: "Kim Cibril'e bir düşmansa şu bir gerçek ki, önündekini doğrulayıcı, o inananlara bir doğruya ileten ve bir müjde olarak, Allah'ın onayıyla onu senin kalbine o indirmiştir."

98- Kim, Allah'a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e düşmansa, artık şüphesiz ki Allah da o (gerçeği) örtücülere bir düşmandır.

99- Ve ant olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Ve onları o itatten çıkanlardan başkası örtmüyor.
 
100- Her ne zaman bir antlaşma yaptılarsa, onlardan bir bölük onu (umursamayarak) atmadı mı? Hayır, onların hiçbiri inanmazlar.

101- Ve onlara Allah'ın yanından onların beraberinde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, o kitap verilmişlerden bir bölük bilmezlermiş gibi (umursamayarak) Allah'ın kitabını sırtlarının ötesine attı.

102- Ve o (insan) şeytanların Süleyman'ın hükümranlığı üzerine peşi sıra okumakta oldukları o şeye takıldılar. Oysa Süleyman (gerçeği) örtmemiş, fakat o (insan) şeytanlar (gerçeği) örtmüşlerdi. Onlar o insanlara, o sihri ve Babil'deki o iki güç sahibi* Harut ve Marut'a indirilmiş şeyi öğretiyorlardı. Ve o ikisi "Biz ancak ve ancak bir denemeyiz sakın (gerçeği) örtme" deyinceye kadar hiçbir kimseye bir şey öğretmiyorlardı. O ikisinden onunla adam ile eşinin arasını ayrıştıran şeyleri öğreniyorlardı. Ve onlar Allah'ın onayı olmadıkça, onunla hiçbir kimseye zorluk verebilecek değillerdi. Ve onlar kendilerine zorluk verebilecek, fayda veremeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Ve ant olsun ki onlar (insan şeytanlar) kim onu (sihri) satın almışsa onun için sonrakinde (güzel) bir takdir olmayacağını bilmişlerdir. Benliklerini onunla sattıkları şey kesinlikle ne sıkıntılıdır. Keşke biliyor olsalardı. 

(*)-102. ayet içinde geçen Melekeyn  kelimesine Elçi anlamı verme gerekçemiz, Harut ve Marut'un bildiğimiz anlamda iki melek anlamı verildiğinde ortaya çıkan problemlerin, bu ayetin Kur'an içinde birbirinden çok farklı biçimde anlaşılan bir ayet durumuna düşürmesidir. Bu konu ile ilgili açıklama dipnot olarak değil, ayrı bir makale halinde blogumuzda mevcuttur.

103- Ve eğer onlar inanmış ve korunmuş olsalardı, Allah'ın yanındaki ödül daha hayırlı olurdu. Keşke biliyor olsalardı.

104- Ey inananlar, "Bize çobanlık et" demeyin, "Bizi gözet" deyin ve dinleyin. Ve o (gerçeği) örtücülere acı bir azap vardır.

105- O kitabın halkından olan (gerçeği) örtenler ve o ortak koşanlar, Efendinizden sizin üzerinize bir hayır indirilmesini arzu etmiyor. Oysa Allah kitap ve elçiliğini* kime dilerse özel kılar. Ve Allah, çok büyük lütuf sahibidir. 

* Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

106- Eğer bir ayetten hükmü kaldırır veya onu unutturursak, ondan daha hayırlısını veya onun örneğini getiririz. Şüphesiz ki Allah'ın herşeyin üzerine en doğru ölçü koyucu olduğunu bilmedin mi?
 
107- O göklerin ve o yerin hükümranlığının şüphesiz ki Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Ve sizin için Allah'ın aşağısından hiçbir yönelen ve yardımcı yoktur.

108- (Ey Yahudiler) yoksa siz önceden Musa'ya sorulduğu gibi (size gönderilen) elçinize de mi soruyorsunuz? Ve kim o inancı o (gerçeği) örtme ile değiştirirse, artık kesinlikle o denk yoldan sapmıştır.

109- O kitabın halkından olanların birçoğu, kendilerine doğru ve gerçeğin apaçık belli olmasının arkasından, benliklerindeki çekememezlikten ötürü, inanmanızdan sonra sizi (gerçeği) örtücüler olarak geri döndürmeyi arzu etti. Artık Allah buyruğunu getirinceye kadar (hatalarını) silin ve müsamaha gösterin. Şüphesiz ki Allah, herşeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

110- Ve o kulluk görevini ayakta tutun ve o arınmayı yerine getirin. Ve benliğiniz için hayırdan ne öncelerseniz, onu Allah'ın yanında bulacaksınız. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızı en iyi görücüdür.

111- Ve "O bahçeye, bir Dönen'den veya Yardımcılar'dan olandan başkası asla giremez" dediler. Bu, onların (boş) dilekleridir. (Onlara) de ki: "Eğer doğru sözlülerseniz haydi sağlam kanıtınızı getirin."

112- Hayır, kim iyilik eden olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, artık onun iş karşılığı kendisinin Efendisinin yanındadır. Ve onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler. 

113- Ve o Yahudiler: "O Yardımcılar hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Ve o Yardımcılar: "O Yahudiler hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Oysa onlar o kitabı peşi sıra okuyorlar. (Kitap) bilmez (müşrik)ler de onların sözlerinin örneğini dedi. Artık Allah, hakkında aykırılaşmakta oldukları konularda o kalkışın günü onların aralarında karar verecektir.

114- Ve Allah'ın boyun eğilen yerlerinde onun isminin onlarda hatırlanmasından alıkoyan ve onların harap olması için koşan kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? İşte onlar için oralara ancak kaygılananlar olarak girmekten başkası yoktur. Bu şimdikinde bir rezillik onlar içindir. Ve o sonrakinde ise büyük bir azap onlar içindir.

115- Ve doğu ve batı Allah'ındır. Nereye yönelirseniz, Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz ki Allah, (kudreti) çok geniştir en iyi bilicidir.

116- Ve: "Allah bir çocuğa tutundu" dediler. O, her türlü eksiklikten uzaktır. Aksine, o göklerdeki ve o yerdeki şeyler O'nundur. Hepsi O'na bağlananlardır.

117- O gökleri ve o yeri bir örneği olmadan takdir edicisidir. Ve bir buyruk yerine geleceği zaman, ona ancak ve ancak "Ol" der, o da oluverir.

118- Ve (kitap) bilmez (müşrik) ler: "Allah'ın bizimle konuşması veya bize (gözle görülen) bir ayet gelmesi gerekmez miydi?" dedi. Onlardan öncekiler de onların sözlerinin örneğini demişti. Kalpleri birbirine benzeşti. Kesinkes inanan bir topluluk için biz o (gözle görülen) ayetleri kesinlikle açıkladık.

119- Şüphesiz ki biz seni bir gerçek (bir neden) üzerine müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. O şiddetli ateşin arkadaşlarından sen sorulmazsın.

120- Ve o Yahudiler ve o Yardımcılar, onların inançlarına takılıncaya kadar senden asla hoşnut olmaz. (Onlara) de ki: " Şüphesiz ki Allah'ın iletmesi, o doğruya iletmenin ta kendisidir." Ve and olsun ki eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına takılırsan, Allah'tan sana  hiçbir yönelen ve yardımcı yoktur.

121- Kendilerine o kitabı verdiklerimiz, onu izlemenin hakkını vererek izlerler. İşte onlar ona inanmakta olanlardır. Ve kim onu (kitabı) örterse, işte onlar o ziyan edenlerin ta kendileridir.

122- Ey Yakub oğulları, sizi nimetlendirdiğim o nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi o tüm insanların üzerine lütuflandırmıştım.

123- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) bir benliğe (başka) bir benlikten bir şey karşılık olmaz. Ve ondan denklik bedeli kabul edilmez ve ona eşlikçilik fayda vermez ve onlar yardım da edilmezler.

124- Ve bir zaman Efendisi İbrahim'i bir takım kelimeler(den oluşan buyruklar)la yoklamış, o da onları (yerine getirerek) tamamlamıştı. (Efendisi ona) "Şüphesiz ki ben seni o insanlara bir önder yapıcıyım" demişti. (İbrahim) "Soyumdan da (önderler yap)" demişti. (Efendisi ona) "Benim antlaşmama o haksızlığı yapanlar kavuşamaz" demişti.

125- Ve bir zaman o Ev'i (Kâbe'yi) o insanlar için ödül yeri ve güvenli yer olarak yapmış ve (insanlara): "İbrahim'in konumundan ( kulluk ve elçiliğinden dolayı vazifelerine siz de) kulluk görevi olarak tutunun" (demiş), İbrahim ve İsmail'e: "O Ev'imi, etrafında o dolaşanlar ve o kapananlar ve o saygıyla eğilip boyun eğenler için temizleyin" diye antlaşma yapmıştık.

126- Ve bir zaman İbrahim: "Ey Efendim burayı bir güvenli yöre olarak yap, ve onlardan Allah'a ve o sonraki güne inanan buranın halkını o ürünlerden rızık ver" demiş, (Efendisi de): "Kim (gerçeği) örterse onu da pek az yararlandırırım sonra da onu o ateşin azabına zorlarım. Ve ne sıkıntılıdır o dönüş" demişti.

127- 128- 129- Ve bir zaman İbrahim, o Ev'den (Kabe'den) temelleri: "Ey Efendimiz bizden kabul et, şüphesiz ki sen o en iyi işitenin o en iyi bilenin ta kendisisin. Ey Efendimiz ikimizi sana teslim olanlardan yap ve bizim soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum meydana getir ve bize (hacc ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı kulluk görevlerimizi göster ve bize (lütuf ile) dön. Şüphesiz ki sen o çok (lütufla) dönücünün o çok merhamet edicinin ta kendisisin. Ey Efendimiz onlara, içlerinden senin ayetlerini peşi sıra okuyacak ve onlara o kitabı ve o bilgeliği öğretecek ve onları arındıracak bir elçi harekete geçir. Şüphesiz ki sen o en güçlünün o en doğru karar vericinin ta kendisisin." (diyerek) yükseltiyor ve İsmail'de (yükseltiyordu).

130- Ve İbrahim'in inancından, benliğini ahmak hale getirenden başka kim ilgisini keser? Ve and olsun ki biz onu bu şimdikinde saflaştırmıştık. Ve şüphesiz ki o, sonrakinde de kesinlikle o düzgünlerdendir.

131- Bir zaman Efendisi ona "Teslim ol" demiş, o da "O tüm insanların Efendisine teslim oldum" demişti.

132- Ve İbrahim bunu oğullarına da önerdi ve Yakup ta (oğullarına önerdi): "Ey oğullarım şüphesiz ki Allah, size bu itaat nizamını saflaştırdı, artık siz sakın teslim olanlardan başkası olarak ölmeyin" (diye öğütledi).

133- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar), o ölüm Yakub'a hazır olduğu zaman yoksa siz tanıklar mıydınız? Hani oğullarına, "Benim arkamdan neye kulluk edeceksiniz?" demişti de, (oğulları): "Senin tanrına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın tanrısına, tek tanrı olarak kulluk edeceğiz. Ve biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.

134- Bunlar, bir toplumdu gelip geçti. O toplumun kazandığı kendisine ve sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte oldukları şeylerden sorulmazsınız.

135- Ve: "Bir dönen veya Yardımcılar olun ki, doğruya iletilesiniz" dediler. De ki: "Aksine, (doğru yol fıtrat yasalarına) bir meyilli olan İbrahim'in inancıdır. Ve o, o ortak koşanlardan değildi."

136- (Onlara): "Biz Allah'a ve bize indirilmiş şeye ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara indirilmiş şeye ve Musa'ya ve İsa'ya verilmiş şeye ve o habercilere Efendilerinden verilmiş şeye inandık. İçlerinden hiçbirinin arasını ayrıştırmayız. Ve biz O'na teslim olanlarız" deyin.

137- Eğer O'na sizin inanışınızın örneği gibi inanırlarsa, kesinlikle doğruya iletilenlerdir. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, onlar ancak ve ancak bir çatlatlık içindedirler. Allah, onlara karşı sana yetecektir. Ve O, o en iyi işiticinin, o en iyi bilicinin ta kendisidir.

138- Allah'ın boyası. Ve boya bakımından Allah'tan daha iyi olan kimdir? Ve biz O'na kulluk edenleriz.

139- Ve de ki: "O, bizim de Efendimiz ve sizin de Efendiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Ve bizim işlediklerimiz bize ve sizin işledikleriniz de sizedir. Ve biz O'na özgülenenleriz."

140- Yoksa siz; "Şüphesiz ki İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunlar, bir Dönen veya bir Yardımcılar dı" mı diyorsunuz? De ki: "Siz mi en iyi bilensiniz yoksa Allah mı?" Ve yanındaki bir tanıklığı Allah'tan gizlemiş olandan daha haksızlık yapan kimdir? Ve Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

141- Bunlar, bir toplumdu gelip geçti. O toplumun kazandığı kendisine ve sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte oldukları şeylerden sorulmazsınız.

142- O insanlardan o kimi ahmaklar: "Onları üzerinde bulundukları (şimdiki) kıblelerinden ne yönellti?" diyecekler. De ki: "Doğu da ve batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse bir dosdoğru yola iletir."

143- Ve böylece sizi o insanların üzerine tanıklar olmanız ve o elçinin de sizin üzerinize bir tanık olması için dengeli bir toplum olarak yaptık. Senin üzerinde bulunduğun (Kabe'yi), o elçiye uyan ile iki ökçesi üzerinde çevrileni bilmekten başka nedenle kıble yapmadık. Ve bunu yapmamız Allah'ın doğruya iletimi üzerinde olanlardan başkalarının üzerine ağırdır. Allah sizin inanmanızı kayba uğratacak değildir. Şüphesiz ki Allah o insanlara kesinlikle çok acıyıdır çok merhamet edicidir.

144- Biz senin yüzünün göğe çevrildiğini kesinlikle görüyoruz. Şimdi seni ona hoşnut olacağın o kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü o Yasak Mescit tarafına yönelt. Ve nerede olursanız, artık yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Ve şüphesiz ki o kitap verilmişler, bunun Efendilerinden  bir gerçek olduğunu kesinlikle biliyorlar. Ve Allah onların işlemekte olduklarından duyarsız değildir.

145- Ve ant olsun ki eğer o kitap verilmişlere her delili getirmiş olsan, yine de senin kıblene takılmıyor. Sen de onların kıblesine bir takılan değilsin. Onların bir kısmı bir kısmının kıblesine de takılan değillerdir. Ve and olsun ki eğer o bilgiden sana gelenin arkasından onların keyfi arzularına takılırsan, o takdirde şüphesiz ki sen de kesinlikle o haksızlık yapanlardansın.

146- Kendilerine o kitabı verdiklerimiz, onu (o Yasak Mescid'in kıble olduğunu)* oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ve şüphesiz ki içlerinden bir bölük gerçeği bilmekte oldukları halde kesinlikle gizliyorlar. 

(*) Bu ayeti bir çok meal (Muhammed'i) şeklinde bir parantez açarak çevirmesine rağmen, ayetin bağlamı kıble konusu ile alakalı olduğu için o şekilde açılan parantezlerin bağlama uymadığını düşünmekteyiz.

147- Gerçek, senin Efendindendir. Öyleyse sakın o tereddüte düşenlerden olma.

148- Ve herkes için yüzünü çevirdiği yer vardır, o ona yönelicidir. Öyleyse o hayırlarda koşuşun. Nerede olursanız Allah sizi (kalkış gününde) toplu olarak bir araya getirecektir. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

149- Ve nereden çıkmış olursan, yüzünü o Yasak Mescit tarafına yönelt. Ve şüphesiz ki o, senin efendinden bir gerçektir. Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

150- Ve nereden çıkmış olursan, yüzünü o Yasak Mescit tarafına yönelt. (Yahudilerin) içlerinde haksızlık yapanlardan başka insanların size karşı tartışması olmasın diye, nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Doğruya iletilmeniz ve sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlamam için, sakın onlardan endişelenmeyin benden endişelenin.

151- Bunun için sizin içinizden, ayetlerimizi size peşi sıra okuyan ve sizi arındıran ve size o kitabı ve o bilgeliği öğreten ve size biliyor olmadığınız şeyleri öğreten, sizden bir elçi gönderdik.

152- Artık beni hatırlayın ki ki bende sizi hatırlayayım ve bana şükredin ve bana nankörlük etmeyin.

153- Ey inanmışlar, direnip gayret ederek ve o kulluk görevinizi ayakta tutarak (Allah'tan) destek isteyin. Şüphesiz ki Allah, o direnip gayret edenlerin beraberindedir.

154- Ve Allah'ın yolunda öldürülen kimselere "Ölüler" demeyin. Aksine onlar yaşayanlardır, fakat siz bunu fark edemezsiniz.

155- Ve sizi, o kaygıdan ve o açlıktan ve o mallardan ve o benliklerden ve o ürünlerden eksiltme ile mutlaka biraz yoklayacağız. O direnip gayret edenleri müjdele.

156- Onlar ki, bir hoş olmayan durum onlara eriştirildiği zaman: "Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz ki biz O'na dönücüleriz" derler.

157- İşte onlara Efendilerinden sahip çıkmalar ve bir rahmet vardır. Ve işte onlar o doğruya iletilenlerin ta kendileridir.

158- Şüphesiz ki Safa ve Merve, Allah'ın farkındalıklarındandır. Kim o Ev'i (Kabe'yi) hacc veya umre yaparsa, bu ikisini dolaşmasında onun üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve kim gönüllü bir hayır işlerse, şüphesiz ki Allah şükrün karşılığını vericidir en iyi bilicidir.

159- Şüphesiz ki o apaçık delillerden ve o doğruya iletenden indirdiğimizi, bizim onu o insanlara o kitapta açıklamamızın arkasından gizleyenler var ya, işte onları Allah dışlar ve dışlayıcılar da onları dışlar.

160- Ancak (itaatle) dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş ve (kitabı) açıklamış olanlar var ya, işte onlar, benimde kendilerine (lütufla) dönecek olduklarımdır. Ve ben, o çok (lütufla) dönücünün o çok merhamet edicinin ta kendisiyim.

161- Şüphesiz ki onlar (gerçeği) örttüler ve (gerçeği) örtücü oldukları halde öldüler, işte Allah'ın ve o meleklerin ve o (inanan) insanların toplu olarak dışlaması onların üzerinedir. 

162- Onlar onda (o dışlamada) sürekli kalıcıdırlar. O azap onlardan hafifletilmez ve onlar bakılmazlar.

163- Ve sizin tanrınız, tek bir tanrıdır. O'ndan başka tanrı yoktur. O, o çok şefkatlidir o çok merhamet edicidir.

164- Şüphesiz ki o göklerin ve o yerin takdir edilişinde, o gece ve o gündüzün aykırılığında ve insanların menfaatini sağlayan (yüklerle) o su kütlesinde akar o gemilerde ve Allah'ın, onun ölümünden sonra onunla o yeri yaşattığı, o gökten indirdiği suda ve her bir canlıdan orada yaymasında ve o rüzgârları evirip çevirmesinde ve o yer ve o gök arasındaki boyun eğdirilmiş o bulutlarda, bağ kuran bir topluluk için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

165- Ve o insanlardan kimi, Allah'ın aşağısından denklere tutunarak Allah'ın sevgisi gibi onları severler. Ve inanmışların Allah'a olan sevgisi ise daha serttir. O haksızlık yapanlar o azabı gördüklerinde o bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın o azabının ne kadar sert olduğunu keşke (önceden) görebilseydi.

166- O zaman kendilerine takılınanlar, kendilerine takılmışlardan uzaklaşmış, o azabı görmüşler ve onlarla bağları paramparça edilmiştir.

167- Ve uymuş olanlar: "Keşke bizim için bir tekrar daha olsa da, onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak" dedi. Allah işte böyle onların işlediklerini hayıflanmalar olarak gösterir. Ve onlar o ateşten çıkacak da değillerdir.

168- Ey o insanlar, o yerde olan şeylerden serbest temiz olarak yeyin. Ve o şeytanın adımlarına takılmayın. Şüphesiz ki o, size (kitapta) bir açıklanan düşmandır.

169- O size ancak ve ancak o kötülüğü ve o hayasızlığı, bilemeyeceğiniz şeyleri Allah'a karşı demenizi buyurur.

170- Ve onlara: "Allah'ın indirdiği şeye takılındenildiği zaman,  "Hayır, atalarımızı onun üzerinde bulduğumuz şeye takılırız" derler. Ya ataları bağ kuramazlar ve doğruya iletilmezler olsa da mı (onlara uyacaklar)?

171- Ve (gerçeği) örtenlerin örneği, çağırma ve seslenmeden başka bir şey işitmez haykıran  (hayvan) ın örneği gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu nedenle onlar bağ kuramazlar.

172- Ey inanmışlar, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yeyin. Ve eğer yalnızca O'na kulluk ediyorsanız Allah'a şükredin. 

173- O size ancak ve ancak o ölü hayvanı ve kanı ve domuzun etini ve (kesilirken) kendisine Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi yasaklamıştır. Artık kim (açlık sebebi ile) zorlanırsa, saldırganlık yapmaksızın ve sınırı aşmaksızın (yemesinde), artık ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

174- Şüphesiz ki Allah'ın o kitaptan indirdiğini gizleyenler ve onu pek az bir bedele satanlar var ya; İşte onlar karınlarında o ateşten başkasını yemiyorlar. O kalkışın günü Allah onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve acı bir azap onlar içindir.

175- İşte onlar, o doğruya iletene karşılık o sapkınlığı, o bağışlanmaya karşılık o azabı satın almış olanlardır. Onlar o ateşin üzerinde ne de dirençlidirler.

176- İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın o kitabı o gerçekle indirmesi nedeniyledir. Ve şüphesiz ki o kitap üzerinde aykırılaşanlar, kesinlikle bir uzak çatlağın içindedirler.

177- Yüzlerinizi o doğuya ve o batı yönüne yöneltmeniz o erdem değildir. Fakat o erdem, kişinin Allah'a ve o sonraki güne ve o meleklere ve o kitaba ve o habercilere inanması ve o mala olan sevgisine rağmen onu o en yakınlık sahibine ve o yetimlere ve o durgunlara ve o yolun oğluna (yolda kalmışa) ve o soruculara ve o boyunduruk altındakilere vermesi ve o kulluk görevini ayakta tutması ve o arınmayı yerine getirmesi ve antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını eksiksiz yerine getirmeleri ve o sıkıntıda ve o zorlukta ve  o sıkıntılı (savaş) vaktinde o direnip gayreti etmesidir. İşte onlar, doğru sözlülerdir. Ve işte onlar, o korunanların ta kendileridir.

178- Ey inanmışlar, o (cinayetle) öldürmelerde o suça denk karşılık, sizin üzerinize yazıldı. O hür o hüre ve o köle o köleye ve o kadın o kadına karşılıktır. Kime (öldürülenin) kardeşi tarafından (denk karşılık hakkından) bir şey silinirse, artık o benimsenene takılmak ve bir iyilikle ona ödemek vardır. İşte bu, Efendinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa, artık ona acı bir azap vardır.

179- Ve ey o temiz akıl sahipleri! Korunmanız için o suça denk karşılıkta, sizin için bir yaşam vardır.

180- O ölüm birinize hazır olduğu zaman, eğer bir mal bırakıyor ise ana babaya ve o en yakınlara, o benimsenene uygun bir öneride bulunması, o korunanların üzerine bir gerçek (vazife) olarak yazıldı.

181- Artık kim onu işitmesinden sonra değiştirirse, şüphesiz ki bunun günahı ancak ve ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

182- Fakat kim öneride bulunanın (haksızlığa) meyletmesinden veya günahından kaygılanır da onların aralarını düzeltirse, artık ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır  çok merhamet edicidir.

183- Ey inanmışlar, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, korunmanız için size de yazıldı.

184- Sayılanmış günlerdir. Artık içinizden kim hasta veya sefer üzerinde, (tutamadığının) sayısınca sonraki günlerden (tutar). Ve ona zorlukla dayananların üzerine ise, artık bir durgun yiyeceği kurtulmalık vardır. Fakat kim gönüllü bir hayır işlerse, artık o kendisi için daha hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz orucu tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, o insanları bir doğruya ileten ve o doğruya iletenden açıklamalar ve (doğru ile yanlışı birbirinden) ayıran bu okunan (Kur'an) onda indirildi.  Artık içinizden kim o aya tanık olursa, onu tutsun. Ve kim hasta veya sefer üzerindeyse, (tutamadığının) sayısınca sonraki günlerde tutar. Allah sizin için kolaylık ister ve sizin için zorluk istemez. (Bu ruhsat), sayıyı eksiksiz yapmanız ve sizi doğruya ilettiği şeye karşılık Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

186- Ve kullarım sana benden sorduğu zaman, şüphesiz ki ben onlara yakınım. Beni çağırdığı zaman, o çağrıcının çağrısını cevaplandırırım. Öyleyse onlar da beni cevaplandırsınlar, bana inansınlar ki olgunluğa erişmiş olsunlar.

187- Orucun gecesi kadınlarınız ile cinsel ilişki kurmanız size serbestleştirildi. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah, sizin benliğinize karşı ihanet etmekte olduğunuzu bildi de size (lütufla) döndü ve sizden (hatalarınızı) sildi. Artık şimdi onlarla (oruç gecelerinde de) temasta bulunabilir ve Allah'ın sizin üzerinize yazdığının peşine düşebilirsiniz. Ve beyaz iplik siyah iplikten size o şafaktan apaçık belli oluncaya kadar yeyin ve için, sonra orucu geceye tamamlayın. Ve o boyun eğilen yerlerde kapananlar durumda iken, onlarla temasta bulunmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah o insanlara korunmaları için kendisinin ayetlerini işte böyle açıklıyor.

188- Ve mallarınızı aranızda geçersiz nedenle yemeyin. Ve insanların mallarından bir bölümünü o günahla yemek için bilmekte olduğunuz halde onları o karar vericilere sarkıtmayın.

189- Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: "Onlar o insanlar için hac ve vakit ölçüleridir." Ve o erdem o evlere sırtlarından gelmek (işi usulüne göre yapmamak) değildir. Fakat o erdem, kişinin korunmasıdır. Ve o evlere kapılarından gelin (işi usulüne göre yapın). Ve başarıya eriştirilmeniz için Allah'a karşı korunun.

190- Ve sizinle öldürüşenlerle, siz de Allah'ın yolunda öldürüşün ve sınırı aşmayın. Şüphesiz ki Allah, o sınırı aşanları sevmez. 

191- Ve onları nerede ele geçirdiyseniz öldürün ve onlar sizi nereden çıkardılarsa siz de onları çıkarın. Ve o kargaşa(yı çıkarmaları) o öldürmekten daha serttir. Ve onlar sizinle o Yasak Mescit yanında öldürüşünceye kadar, siz de orada onlarla öldürüşmeyin. Eğer onlar sizinle öldürüşürlerse, artık siz de onları öldürün. O (gerçeği) örtücülerin karşılığı, işte böyledir.

192- Eğer onlar vazgeçerlerse, artık şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

193- Ve bir kargaşa kalmayıncaya ve o itaat nizamı Allah'a ait oluncaya kadar, onlarla öldürüşün. Eğer onlar vazgeçerlerse, artık o haksızlığı yapanlardan başkasına düşmanlık yoktur.

194- Yasak ay yasak aya karşılıktır. Ve hürmetker de denklik esası üzerinedir. Kim size karşı sınırı aşarsa, size karşı sınırın aşılma örneği kadar siz de ona sınırı aşın. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah, o korunanların beraberindedir.

195- Ve Allah'ın yolunda harcayın. Ve ellerinizle kendinizi yok oluşla karşılaştırmayın. Ve iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, o iyilik edenleri sever.

196- Ve haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer kısıtlanırsanız, artık o hediyeden kolayınıza geleni (gönderin). O hediye kesim yerine ulaşıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden kim hasta veya onun başından bir rahatsızlığı varsa, oruçtan veya bağıştan veya kurbanlıktan bir kurtulmalık ödemesi gerekir. Artık güvende olduğunuz zaman, kim hac zamanına kadar umre ile yararlanacak olursa, artık ona da o hediyeden kolayına gelen (vardır). Kim de (kurbanlık) bulamazsa, hacda üç gün ve hacdan döndüğünüz zaman ise yedi gün oruç vardır. Bu eksiksiz on (oruç)dur. Bunlar, ev halkı o Yasak Mescit'in hazırında olmayan kimseyedir. Ve  Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın o sonu çok serttir.

197- Hac bilinen aylardır. Kim onlarda haccı kendisi için belirlerse, artık hacda cinsel ilişki ve yoldan çıkma ve söz dalaşı yoktur. Ve hayırdan ne yaparsanız, Allah onu bilir. Ve (hac için) azıklanın, şüphesiz ki azığın en hayırlısı o korunma bilincidir. Ey o temiz akıl sahipleri benden korunun.

198- (Hac aylarında ticaret yaparak) Efendinizden bir lütfun peşine düşmenizde sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Artık Arafat'tan akın akın döküldüğünüz zaman, artık Meşar-ı Haram (Müzdelife) yanında Allah'ı hatırlayın. Ve sizi doğruya ilettiği gibi O'nu hatırlayın. Ve şüphesiz ki siz onun öncesinden kesinlikle o sapkınlardan idiniz.

199- Sonra o insanlar nereden döküldüyse siz de dökülün ve Allah'ın bağışlamasını isteyin. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

200- (Hac ve kurban gibi) zamanlı ve mekânlı kulluk görevinizi yerine getirdiğiniz zaman, artık Allah'ı atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta ondan daha sert bir hatırlamayla hatırlayın. O insanlar içinde: "Efendimiz bize bu şimdikinde ver" diyen vardır. Ve o sonrakinde ona hiçbir takdir yoktur.

201- Ve içlerinden kimi de: "Efendimiz bize bu şimdikinde de bir iyilik ve o sonrakinde de bir iyilik ver ve bizi o ateşin azabından koru" der.

202- İşte onlara, kazandıkları şeylerden bir hisse vardır. Ve Allah'ın o hesabı çok hızlıdır.

203- Ve Allah'ı sayılanmış günlerde hatırlayın. Kim (Mina'dan Mekke'ye dönmeyi) iki günde çabuklaştırırsa, artık ona günah yoktur. Ve kim sonralarsa, korunan kimse için artık ona da günah yoktur. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin ki O'na sürülüp toplanılacaksınız.

204- Ve o insanlardan kimi vardır ki, bu şimdiki yaşama dair sözleri seni şaşırtır, ve kalbindekine Allah'ı tanıklandırır. Oysa o çekişenlerin en azılısıdır.

205- Ve (başka tarafa) yöneldiği zaman ise, o yerde orada bozuculuk yapmaya o ekini ve o nesli (iktisadi ve sosyal düzeni) yok etmeye koşar. Ve Allah o bozuculuğu sevmez.

206- Ve ona "Allah'a karşı korun" denildiği zaman, güçlülük gururu onu o günah ile tutar. Artık ona cehennem yeterlidir ve kesinlikle ne sıkıntılıdır o döşek.

207- O insanlardan kimi vardır ki Allah'ın rızasının peşine düşmek için benliğini feda eder.  Ve Allah o kullara karşı çok acıyıcıdır.

208- Ey inanmışlar, el birliğiyle barış ve selâmete girin, ve o şeytanın adımlarına takılmayın. Şüphesiz ki o, size (kitapta) bir açıklanan düşmandır.

209- Eğer size o apaçık delillerin gelmesinin arkasından kayacak olursanız, artık bilin şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür, en bilgedir.

210- Onlar (inanmak için) Allah'ın ve o meleklerin o bulut gölgelerinin içinden gelmesini ve o buyruğun yerine getirilmesinden başka bir şeye mi bakıyorlar? Ve o işler Allah'a döndürülür.

211- Yakub oğullarına sor, onlara apaçık ayetten kaçını verdik. Ve kim Allah'ın nimetini, kendisine gelmesinin arkasından değiştirirse, artık şüphesiz ki Allah'ın o sonu çok serttir.

212- (Gerçeği) örtenlere bu şimdiki yaşam süslendi de bu yüzden onlar inanmışlardan bir kısmını gülünç duruma düşürüyorlar. Oysa korunan bu kimseler o kalkışın günü onların üstündedirler. Ve Allah, kime dilerse bir kısıtlama olmaksızın rızık verir. 

213- O insanlar (yaratılış ayarı olarak) tek toplumdu (zaman içinde ayrıştılar). Bunun üzerine Allah, o habercileri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak harekete geçirdi. Ve insanlar arasında hakkında ayrıştıkları şeylerde karar vermesi için onların beraberindeki o kitabı da gerçeklikle indirdi. Ve onlara o apaçık delillerin gelmesinin arkasından kendi aralarındaki bir saldırganlık yüzünden aykırılaşanlar, kendilerine o (kitap) verilmişlerden başkası da olmadı. Böylece Allah, kendi onayıyla inanmışları, kendisinde aykırılaştıkları o gerçeğe iletti. Ve Allah, kimi dilerse bir dosdoğru yola iletir.

214- Yoksa siz, sizden önceki gelip geçenlerin (sıkıntılarının) örneği size de gelmeden, o bahçeye girivereceğinizi mi hesab ettiniz? O sıkıntı ve o zorluk onlara öylesine dokunmuştu ki, o elçi ve onun beraberindeki inanmışlar: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sarsılmışlardı. Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır.

215- Sana, neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Maldan ne harcarsanız, anne baba ve o en yakınlara ve o yetimlere ve o durgunlara ve o yolun oğluna (yolda kalmışa) olmalıdır. Ve hayırdan ne yapıyorsanız, artık şüphesiz ki Allah onu en iyi bilicidir."

216- Size çirkin geldiği halde, o öldürüşme sizin üzerinize yazıldı. Ve sizin çirkin gördüğünüz bir şey, sizin için daha hayırlı olabilir. Ve sizin sevdiğiniz bir şey ise, sizin için daha şer olabilir. Ve  Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

217- Sana, yasak aydan (yani) onda öldürüşmekten soruyorlar. De ki: "Onda öldürüşmek büyük (günah)tır. Ve Allah'ın yolundan uzaklaştırmak ve O'nu (n gerçeğini) örtmek ve o Yasak Mescit'ten uzaklaştırmak ve onun halkını oradan çıkarmak, Allah'ın yanında daha büyüktür. Ve o kargaşa(yı çıkarmak) o öldürmekten daha büyük (günah)tır." Eğer onların gücü yetecek olsa, sizi itaat nizamınızdan geri döndürünceye kadar sizinle öldürüşmeye devam edeceklerdir. Ve içinizden kim itaat nizamından geri döndürülür de (gerçeği) örtücü olarak ölürse, işte onların işledikleri bu şimdikinde ve o sonrakinde boşa gitmiştir. Ve işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

218- Şüphesiz ki inanmış ve Allah'ın yolunda göç eden ve güçlerini kullanmış olanlar var ya, işte onlar Allah'ın rahmetini bekleyebilirler. Ve Allah çok bağışlayacıdır çok merhamet edicidir.

219- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: "İkisinde de büyük günah ve o insanlar için faydalar vardır. Ancak bu ikisinin günahı, ikisinin faydasından daha büyüktür." Ve sana neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "(İhtiyaçtan) o silineni."  Allah bu şimdiki ve o sonraki (hayat) hususunda düşünmeniz için o ayetleri işte böyle açıklıyor.

220- Ve sana o yetimlerden de soruyorlar. De ki: "Onların (durumlarını) düzeltmek daha hayırlıdır. Ve eğer onlarla birbirinize karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah o bozucuyu, o düzelticiden (ayırt etmeyi) bilir. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, sizi kesinlikle şiddetli sıkıntıya sokardı Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür en bilgedir.

221- Ve Allah'a ortak koşan o kadınlarla, onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. Ve inanan bir kadın köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtmış bile olsa ortak koşan (hür) bir kadından daha hayırlıdır. Ve  ortak koşan o erkekleri onlar  inanıncaya kadar (inanan kadınlarla) evlendirmeyin. Ve inanan bir erkek köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtmış bile olsa ortak koşan (hür) bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar o ateşe çağırıyorlar. Ve Allah ise kendi onayıyla o bahçeye ve bağışlanmaya çağırıyor. Ve o insanlara hatırlamaları için kendisinin ayetlerini açıklıyor.

222- Ve sana hayızdan soruyorlar. De ki: "O, bir rahatsızlık halidir. Artık hayızda kadınlardan uzaklaşın ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın (cinsel ilişki kurmayın). Temizlendikleri zaman, artık Allah'ın size buyurduğu yerden onlara gelebilirsiniz (cinsel ilişki kurabilirsiniz). Allah şüphesiz ki (itaatle) dönenleri sever ve temizlenenleri de sever."

223- Kadınlarınız sizin için (nesillerinizin devamını sağlayan) tarladır. O halde tarlanıza (Allah'ın emrettiği yerden) nasıl dilediyseniz gelin ve benliğiniz (için hayrı) önceleyin ve Allah'a karşı korunun. Ve bilin ki O'nunla karşılaşıcısınız. Ve o inananları müjdele.

224- Ve yeminlerinizden dolayı Allah'ı, erdemliliğe ve korunmaya ve o insanların arasını düzeltmeye bir kayıtsızlık vesilesi kılmayın. Ve Allah en iyi işiticidir, en iyi bilicidir.

225- Allah sizi yeminlerinizdeki amaçsız sözden dolayı (sorumlu) tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığından (sorumlu) tutar. Ve Allah çok bağışlacıdır çok yumuşak davranıcıdır.

226- Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler, dört ay beklerler. Eğer (uzaklaşma yemininden) dönerlerse, şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

227- Ve eğer evlilik bağını çözmeye kesin kararlılarsa, şüphesiz ki Allah en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

228- Evlilik bağı çözülmüş kadınlar, üç hayız müddeti benliklerini (evlenmeden) bekletirler. Eğer Allah'a ve o sonraki güne inanıyorlarsa, rahimlerinde Allah'ın takdir ettiğini gizlemeleri onlara serbest olmaz. Ve (onları boşayan) kocaları eğer arayı düzeltmek isterlerse onları (kendilerine) geri döndürmeye daha hak sahibidirler. Ve onların hakları olduğu gibi üzerlerine de o benimsenene uygun sorumlulukları vardır. Ve o adamlar için onların üzerindeki (hakları) bir kademe daha fazladır. Ve Allah çok güçlüdür, en bilgedir.

229- Evlilik bağının çözülmesi, iki defadır. Artık (sonrasında ise) benimsenen şekilde sıkıca tutmak veya bir iyilikle salıvermek vardır. (Boşadıktan sonra) onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız size serbest olmaz. Ancak her ikisinin Allah'ın  sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanmaları hariç. Eğer siz de bu ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanırsanız, artık kadının onu kurtulmalık olarak vermesinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, artık onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar o haksızlık yapanların ta kendileridir.

230- Eğer onun ( kadının üçüncü defa) evlilik bağını çözerse, artık o kadın onun arkasından ondan başka bir eş ile evleninceye kadar (tekrar) ona serbest olmaz. Eğer o (evlendiği kişi) kadının evlilik bağını çözerse, eğer (önceden ayrılan) o ikisi de Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarına (kesin) kanaat getirirlerse, artık birbirlerine dönmelerinde ikisinin de üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, bilen bir topluluk için onları böyle açıklıyor.

231- Ve kadınların evlilik bağını çözdüğünüz zaman, onlar (bekleme) sürelerine ulaştıklarında, artık onları benimsenene uygun olarak sıkıca tutun, veya benimsenene uygun olarak salıverin. Onlara, zorluk vermek ve sınırı aşmanız için sıkıca tutmayın. Ve kim bunu yaparsa, artık kesinlikle benliğine haksızlık yapmıştır. Ve Allah'ın ayetlerine bir alay konusu olarak  tutunmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini ve size onunla öğüt vermek için o kitap ve o bilgelikten indirdiğini hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah, her şeyi en iyi bilicidir.

232- Ve kadınların evlilik bağını çözdüğünüz zaman onlar (bekleme) sürelerine ulaştıklarında, artık kendi aralarında karşılıklı hoşnutluk ve o benimsenene uygun anlaştıkları zaman, koca(aday)ları ile evlenmelerine sertlik göstermeyin. İçinizden Allah'a ve o sonraki güne inanan bununla öğütleniyor. Sizin için bu, daha arınmış ve daha temizdir. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

233- Ve (evlilik bağı çözülmüş) anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen kimse (baba) için, çocuklarını eksiksiz iki yıl emzirirler. Ve (emzirme süresince) onların (annelerin) rızıkları, o benimsenene uygun olarak babaya aittir. Bir benlik genişliğinin haricinde yükümlendirilemez. Ne bir anneye çocuğu sebebiyle ve ne de bir babaya çocuğu sebebiyle zorluk verilemez. O mirasçı üzerine de bu örnek vardır. Ve eğer ikisi karşılıklı hoşnutluk ve danışmadan dolayı çocuğu (iki yıldan önce sütten) ayırmak isterlerse, artık ikisinin de üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz (emzirme ücretini) benimsenene uygun teslim ettiğiniz zaman, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. ve Allah'a karşı o korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın işlemekte olduklarınızı en iyi görücüdür.

234- Ve içinizden ömürleri tamamlanarak geriye eşler bırakanların eşleri, benliklerini benimsenen şekilde dört ay on gün bekletirler. Artık bu sürelerine ulaştıkları zaman, benlikleri için o benimsenene uygun yaptıkları (evlilik anlaşmaları)ndan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve Allah işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi haber alıcıdır.

235- Ve (bekleme sürelerini doldurmamış) kadınlarla evlenmek isteğinizi onlara hitabetle sunmanızdan, veya benliklerinizde kamufle etmenizde dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur. Allah, sizin onları hatırlayacağınızı bildi. Fakat benimsenen sözü demek haricinde, onlarla saklı olarak sakın sözleşme yapmayın. Ve o yazılı süreye ulaşıncaya kadar onlarla o evliliğin bağını kararlaştırmayın. Ve Allah'ın benliklerinizdekini şüphesiz ki bilmekte olduğunu bilin de O'ndan sakının. Ve bilin şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok yumuşak davranıcıdır.

236- Ve eğer kadınların evlilik bağını, onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) veya onlara bir (mehir) belirlemeden çözecek olursanız, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve onları yararlandırın. Genişliği olanın üzerine ölçüsünce, darlığı olanın da üzerine ölçüsünce, o benimsenene uygun onları yararlandırması vardır. (Bunu yapmak) o iyilik edenlerin üzerine bir gerçek (vazife)dir.

237- Ve eğer onlara dokunmanız öncesinden onların evlilik bağını çözer ve onlara da bir (mehir) belirlemişseniz, artık belirlediğinizin yarısı vardır. Ancak onların (kadınların mehri) silmeleri veya o evliliğin bağı kendisinin elinde olanın (yarısını vermeyi) silmesi başkadır. Ve (yarısını vermeyi) silmeniz (yani tamamını vermeniz) korunma bilicine daha yakındır. Ve aranızdaki lütufkârlığı unutmayın. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

238- O kulluk görevini kollayın ve en ortadaki o kulluk görevinizi (namazı da kollayın). Ve Allah'a bağlananlar olarak ayağa kalkın.

239- Eğer (güvenliğinizden) kaygılanırsanız, artık yaya veya binekli olarak (koruyun). (Güvenliğinizden) artık emin olduğunuz zaman, biliyor olmadığınız şeyleri size öğrettiği gibi artık Allah'ı hatırlayın.

240- Ve içinizden ömürleri tamamlanarak geriye eşler bırakacak olanlara, eşleri için (evlerinden) çıkarılmaksızın bir yıl geçimlerini temin edecek yararlanma önermek vardır. Eğer onlar (kendi istekleriyle) çıkarlarsa, benliklerinin benimsenene uygun yaptıklarından dolayı, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah çok güçlüdür en bilgedir.

241- Ve nikâh bağı çözülmüş kadınlara o benimsenene uygun fayda sağlamak, o korunanların üzerine bir gerçek (vazife)dir.

242- Allah, bağ kurmanız için kendisinin ayetlerini size böyle açıklıyor.

243- Binlerce oldukları halde o ölümün sakınması ile yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün"dedi, sonra onları yaşattı. Şüphesiz ki Allah, o insanların üzerine kesinlikle bir lütuf sahibidir. Fakat o insanların daha çoğu şükretmezler.

(*) Buradaki Ölün emrinin, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanım olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

244- Ve Allah'ın yolunda öldürüşün ve bilin şüphesiz ki Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

245- Kimdir ki o Allah'a bir iyi ödünçle ödünç verir de, O'da onu kendisi için bir katlamayla pek çok katlar. Ve Allah, sıkar  ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.

246- Musa'dan sonraki Yakub oğulları'ndan o dolgunları görmedin mi? Bir zaman kendi habercilerine: "Bize bir hükümdar harekete geçir de Allah'ın yolunda öldürüşelim" demişlerdi. (Haberci de onlara): "O öldürüşme sizin üzerinize yazılır da, öldürüşmemeniz sizden umulur mu?demiş. (Onlar da) " Bize ne oluyor ki yurtlarımızdan ve oğullarımızdan çıkarılmış olduğumuz halde, biz Allah'ın yolunda neden öldürüşmeyelim?" demişlerdi. Fakat o öldürüşme üzerlerine yazıldığında ise, içlerinden pek azı dışında (başka tarafa) yöneldiler. Ve Allah o haksızlığı yapanları en iyi bilicidir.

247- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki Allah size Talut'u o hükümdar olarak harekete geçirdi" demiş, (Onlar ise): "Biz hükümdarlığa ondan daha hak sahibi durumda ve ona o maldan da bir genişlik verilmemiş iken, onun bizim üzerimize o hükümdarlığı nasıl olabilir?" demişlerdi. (Nebileri de): "Şüphesiz ki Allah sizin üzerinize hükümdar olarak onu saflaştıdı, onun o bilgide ve o bedende genişliğini artırdı. Allah hükümranlığını kime dilerse verir. Ve Allah (kudreti) çok geniştir en iyi bilicidir" demişti.

248- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki onun hükümdarlığının delili, size o meleklerin taşıdığı sandığın gelmesidir ki, onda Efendinizden bir durgunluk ve Musa ailesi ve Harun ailesinin bıraktığı şeylerden bir kalıntı bulunmaktadır. Eğer İnananlarsanız şüphesiz ki işte bunda sizin için kesinlikle (gözle görülen) bir ayet vardır" demişti.

249- Talut askerleri ile (sefer için) ayrıldığında: " Şüphesiz ki Allah, sizi bir nehir ile yoklayıcıdır. Kim o nehrin suyundan içerse, artık benden değildir. Ve kim ancak kendisinin eliyle bir avuç almak dışında tatmadıysa, artık şüphesiz ki o bendendir" demişti. İçlerinden pek azı dışında, ondan içtiler. Onu, o ve onun beraberindeki kendisine güvenenler ile geçtiğinde, (Talut'a güvenmemiş olan geride kalanlar): "Bugün Calut ve askerlerine karşı gücümüz yetmez" demişler, Allah ile karşılaşacaklarına (kesin) kanaat getiren (Talut'la beraber geçen) ler ise: "Askeri birlikten, pek az halde olan kaçı vardır ki,pek çok  olan askeri birliği karşı Allah'ın onayıyla yenmiştir. Ve Allah o direnip gayret edenlerin beraberindedir" demişti.

250- Calut ve askerlerine karşı meydana çıktıklarında: "Efendimiz üzerimize direnç ve gayret boşalt, ayaklarımızı kalıcılaştır, o (gerçeği) örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et demişlerdi.

251- Sonunda Allah'ın onayıyla onları hezimete uğrattılar ve Davut Calut'u öldürdü ve Allah ona o hükümdarlığı ve o bilgeliği verdi ve ona dileyeceği şeylerden öğretti. Ve Allah'ın insanl o insanların bir kısmını bir kısmı  ile savması olmasaydı, o yer kesinlikle bozulurdu. Fakat Allah, o tüm insanların üzerine bir lütuf sahibidir.

252- Bunlar, Allah'ın ayetleridir. Onları sana gerçek (bir neden)le peşi sıra okuyoruz. Ve şüphesiz ki sen kesinlikle o gönderilmişlerdensin.

253- Bunlar o elçiler ki, onların bir kısmını bir kısmının üzerine lütuflandırdık. İçlerinden kimi ile Allah konuşmuş ve bir onların kısmını da kademelerle yükseltmiştir. Ve Meryem oğlu İsa'ya o apaçık delilleri verdik ve onu Kutsal'ın esintisi ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kendilerine o apaçık deliller geldikten sonra onların arkasından öldürüşmezlerdi. Fakat aykırılaştılar, içlerinden kimi inandı ve içlerinden kimi (gerçeği) örttü. Ve eğer ayet Allah dilemiş olsaydı, öldürüşmezlerdi. Fakat Allah ne isterse yapar.

254- Ey inanmışlar, onda alışverişin ve dostluğun ve eşlikçiliğin olmayacağı gün gelmesi öncesinden, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın. Ve o (gerçeği) örtücüler o haksızlık yapanların ta kendileridir.

255- Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. Yaşayandır (her an) yönetimdedir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. O göklerdeki olan şeyler ve o yerdeki olan şeyler O'nundur. O'nun onayı olmadan, O'nun yanında eşlikçilik edecek kimdir ki o? Onların önlerinde olan şeyleri ve arkalarında olan şeyleri bilir. Ve dilediği hariç O'nun bilgisinden hiçbir şeyi kuşatamazlar. O'nun tahtı gökleri ve yerden geniştir. Bu ikisinin kollanması O'na ağır gelmez. Ve O, çok yücedir çok büyüktür

256- O itaat nizamında zorlama yoktur. O olgunluk, o azgınlıktan kesinlikle apaçık belli olmuştur. Kim o taşkınlık yapanı(n taşkınlığını) örter ve Allah'a inanırsa, artık kesinlikle o dayanıklı kulpa sıkıca tutunmuştur. Ve Allah en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

257- Allah, inanmışların yönelenidir. Onları o karanlıklardan o ışığa çıkarır. Ve (gerçeği) örtenlerin yöneleni ise o taşkınlık yapandır. Onları o ışıktan o karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

258- Allah, kendisine o hükümdarlık verdi diye, kendisinin Efendisi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Efendim yaşatır ve öldürür" demiş, (tartışan da):  "Ben de yaşatır ve öldürürüm" demişti. İbrahim: "Şüphesiz ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir" demiş, o (gerçeği) örtücü birden dehşete düşmüştü. Ve Allah o haksızlığı yapanlar topluluğunu doğruya iletmez.

259- Veya tavanları onun üzerine çöken bir kasabaya uğrayan kimse gibisini (görmedin mi?). "Allah ölümünden sonra burayı nasıl yaşatacak?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah ona) "Kaç (zaman) kaldın?" demiş, o da: "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine ve içeceğine bir bak hiç bozulmamış. Ve eşeğine bir bak, o insanlara böylece seni bir ayet yapmak için ve o kemiklere de bir bak onları nasıl ayaklandırıyor, sonra onlara bir et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) kendisine apaçık belli olduğunda: "Biliyorum şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur" demişti.

260- Ve bir zaman İbrahim: "Efendim, o ölüleri nasıl yaşatıyorsun bana göster" demiş, (Rabbi de ona): "Yoksa inanmadın mı?" demiş. (İbrahim de): "Hayır (inandım) fakat kalbimin rahatlaması için (sordum)" demişti. (Rabbi ona): "Öyleyse o kuştan dördünü tut da onları kendine alıştır, sonra da her dağın üzerine onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır, koşarak sana gelirler. Ve bil şüphesiz ki Allah çok güçlüdür en bilgedir" demişti. 

261- Mallarını Allah'ın yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren bir danenin örneği gibidir. Ve Allah kime dilerse katlar. Ve Allah (kudreti) çok geniştir en iyi bilicidir.

262- Onlar ki, mallarını Allah'ın yolunda harcarlar sonra harcadıkları şeyin arkasına iyiliği çok görmeyi ve rahatsızlık vermeyi takmazlar. Onların iş karşılığı Efendilerinin yanındadır. Ve onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler.

263- Benimsenen bir söz ve bağışlama, arkasına rahatsızlık vermek takılan bağıştan daha hayırlıdır. Ve Allah çok zengindir çok yumuşak davranıcıdır.

264- Ey inanmışlar bağışlarınızı, Allah'a ve o sonraki güne inanmadığı halde, malını o insanlara gösteriş olarak harcayan kimse gibi, başa kakmak ve rahatsızlık vermekle geçersizleştirmeyin. Onun örneği, üzerinde bir toprak olan, kuvvetli bir yağmur eriştirildiğinde üzerindekini selin sürükleyerek onu çıplak halde bıraktığı bir kayanın örneği gibidir. Kazandıkları şeylerden hiçbir şey elde edemezler. Ve Allah o (gerçeği) örtücüler topluluğunu doğruya iletmez.

265- Ve mallarını, Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek ve benliklerindekini kalıcılaştırmak için harcayanların örneği, bir tepede bulunan, bol yağmur eriştirildiğinde yemişini iki kat veren, bol yağmur eriştirilmese de çisentisi düşen bahçe gibidir. Ve Allah işlemekte olduklarınızı görücüdür.

266- Sizden biriniz arzu eder mi ki, onun hurmalıklardan ve üzümlüklerden oluşan, altından o nehirler akar, içinde o her türlü ürünlerden yetişen bir bahçesi olsun, (yaşça) o büyüklük eriştirilmiş ve onun soyu zayıf kimseler olsun da ona içinde ateş olan bir kasırga eriştirilerek yakıp kül etsin? Allah, düşünmeniz için o ayetleri size işte böyle açıklıyor.

267- Ey inanmışlar kazandığınız şeylerin temizlerinden ve sizin için o yerden çıkardıklarımız şeylerden harcayın. Ve size verilse ona gözünüzü yummadan alamayacağınız murdarı harcamaya yeltenmeyin. Ve bilin şüphesiz ki Allah, çok zengindir, övgüye çok layıktır.

268- O şeytan size o muhtaçlığı söz verir ve o hayasızlığı buyurur. Ve Allah ise size kendisinden bağışlama ve lütuf  söz verir. Ve Allah (kudreti) çok geniştir, en iyi bilicidir.

269- O bilgeliği kime dilerse verir. Ve o bilgelik kime verilmişse, artık ona kesinlikle birçok hayır verilmiştir. Ve bunu o temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamıyor.

270- Ve zorunlu harcamadan ne harcarsanız ve adakdan da ne adarsanız, onu şüphesiz ki Allah bilir. Ve o haksızlık yapanların hiçbir yardımcıları yoktur.

271- Eğer o bağışları (başkalarına) belli ederseniz o ne güzeldir. Ve eğer onları o muhtaçlara (başkalarından) gizler de verirseniz, artık o kendiniz için daha hayırlıdır. Ve kötülüklerinizden bir kısmını sizden örter (kaldırır). Ve Allah işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi haber alıcıdır.

272- Onları doğruya iletimi senin üzerine değildir. Fakat Allah kimi dilerse doğruya iletir. Ve maldan ne harcarsanız, benliğiniz içindir. Ve siz ancak Allah'ın yüzünün peşine düşmek dışında (bir amaçla) harcamıyorsunuz. Ve maldan ne harcıyorsanız, size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

273- (Harcamalarınız) kendilerini Allah'ın yolunda kısıtlayan, o yerde dolaşarak (rızık teminine) güç yetiremeyen o muhtaçlar içindir. O düşüncesizler, onların iffetlerinden ötürü zengin olduklarını hesap ederler. Sen onları çehrelerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek o insanlardan bir şey sormazlar. Ve maldan ne harcıyorsanız, şüphesiz ki Allah onu en iyi bilicidir.

274- Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, saklı veya açık olarak harcarlar, artık onların iş karşılığı Efendilerinin yanındadır. Ve onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler.

275- Onlar ki, o faizi yiyorlar, onlar kendisine o şeytanın dokunmadan dolayı çarptığı kimsenin ayağa kalkışından başka bir şekilde ayağa kalkmazlar. Çünkü onlar (yaşarlarken): "Alışveriş ancak ve ancak o faiz gibidir" demişlerdi. Halbuki Allah alışverişi serbestleştirmiş ve o faizi ise yasaklaştırmıştır. Kim kendisine Efendisinden bir öğüt gelir de vazgeçerse, artık geçmişteki kendisinin ve onun buyruğu da Allah'a aittir. Ve her kim de tekrar dönerse, işte onlar o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

276- Allah, o faiz (kazancın)i  mahveder ve o bağışları (n kazancını) ise artırır. Ve  Allah bütün azılı (gerçeği) örtücü günahkârı sevmez.

277- Şüphesiz ki inanmış ve o düzgün işler işlemiş ve o kulluk görevini ayakta tutmuş ve o arınmayı yerine getirmişler var ya, onların iş karşılığı Efendilerinin yanındadır. Ve onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmezler.

278- Ey inanmışlar, Allah'a karşı korunun ve eğer inananlardan iseniz faizden kalan(alacaklar)ı bırakın.

279- Bunu eğer yapmadıysanız, artık Allah ve elçisinden (açılan) bir harbi artık duyun. Eğer (itaatle) dönerseniz, artık mallarınızın başları  (sermayeniz) sizindir. Böylece siz haksızlık yapmaz ve haksızlığa da uğratılmazsınız.

280- Ve eğer (borçlu) zorluk sahibi ise, artık kolaylığa kadar bakmak vardır. Ve eğer bilirseniz (borcu silerek) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. 

281- Ve öyle bir güne karşı korunun ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra her bir benliğe kazandığı eksiksiz verilir ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

282- Ey inanmışlar, bir isimlenmiş süreye kadar bir borçla borçlandığınız zaman, artık onu yazın. Ve aranızdan bir yazıcı da onu denklikle yazsın. Ve yazıcı da Allah'ın ona öğrettiği şekilde yazmaya direnmesin hemen yazsın. Ve üzerinde (alacaklının) hakkı olan da dikte ettirsin ve Efendisi olan Allah'a karşı korunsun ve ondan hiç bir şeyi düşük tutmasın. Eğer üzerinde (alacaklının) hakkı olan, ahmak veya zayıf veya borcunu dikte ettirmeye kendisinin gücü yetmiyorsa, o takdirde onun yöneleni borcu denklikle dikte ettirsin. Ve (bunu yaparken) adamlarınızdan iki kişiyi de tanık bulundurun. Eğer iki adam olmazsa, o takdirde hoşnut olacağınız o tanıklardan bir adam ve kadınlardan biri şaşıracak olursa sonrakinin ona hatırlatması için iki kadını (tanık) bulundurun. Ve o tanıklar çağrıldıkları zaman direnmesinler. Ve (borç) küçük veya büyük olsa da onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. İşte bu sizin için Allah'ın yanında daha hakkaniyetli, o tanıklıkça daha sağlam ve (borç konusunda) herhangi bir belirsizliğe düşmemenize en yakındır. Ancak aranızda hazır (peşin) ticaret olarak idare ettiğinizi kayıt altına almamanızda sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve birbiriniz ile alışveriş yaptığınız zaman, tanık bulundurun. Ve yazıcıya da ve tanığa da zorluk verilmesin. Ve eğer böyle yaparsanız, artık şüphesiz ki o sizin için yoldan çıkmaktır. Ve Allah'a karşı korunun. Ve Allah size öğretiyor. Ve Allah her şeyi en iyi bilicidir.

283- Ve eğer sefer üzerinde iseniz ve yazıcı da bulamadıysanız, o takdirde (borç karşılığında) alıkonulmuş rehinler yeter. Eğer (borçlu ve alacaklı olarak) bir kısmınız bir kısmınıza güvenirse, kendisine güvenilen kimse artık emanetini ödesin ve Efendisi olan Allah'a karşı korunsun. Ve o tanıklığı sakın gizlemeyin. Ve kim onu gizlerse, muhakkak ki onun kalbi günahkâr olmuştur. Ve şüphesiz ki Allah işlemekte olduklarınızı en iyi bilicidir.

284- O göklerdeki olan şeyler ve o yerdeki olan şeyler, Allah'ındır. Ve eğer benliklerinizde olanı belli ederseniz veya onu gizlerseniz, Allah sizi onunla hesaba çeker. Artık kimi dilerse bağışlar ve kimi dilerse azaplandırır. Ve Allah her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

285- O elçi, kendisine Efendisinden indirilmiş şeye inandı ve o inananlar da. (Elçi ve inananların) hepsi, Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve elçilerine inandı. (İnananlar dediler ki): "O'nun elçilerinden hiçbirinin arasını (Yahudiler gibi) ayrıştırmayız." Ve: "İşittik ve itaat ettik, Ey Efendimiz senin bağışlamanı isteriz. Ve dönüş yalnız sanadır" dediler.

286- Allah, bir benliği genişliği haricinde yükümlendirmez. Kazandığı (iyilik) kendisine, kazandığı (kötülük) da aleyhinedir. Ey Efendimiz, eğer unutur veya yanılırsak, bizi sorumlu tutma. Ey Efendimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun gibi üzerimize bir ağırlık yükleme. Ey Efendimiz, bize ona gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Bizden (hatalarımızı) sil ve bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim sahibimizsin, artık o (gerçeği) örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et. 


5 Haziran 2018 Salı

Bakara s. 249. Ayetindeki Bir Çeviri Sorunu: "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" Diyenler Kimler?

Bakara s. 249. ayetini Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okuyan bir kimsenin kafasında, bu ayet içinde geçen "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" diyenlerin kimler olduğuna dair bir takım soru işaretleri oluşacaktır. Çünkü yapılan bir çok çeviri maalesef, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğini meale yansıtmamış (bazı meallerde yansıtıldığını görmekteyiz) bunun neticesinde ise, bu sözü söyleyenlerin Talut'un emrine itaat eden gurup olduğu gibi bir durum ortaya çıkarak, bir çeviri sorunu oluşturmuştur. 

Yazımızın konusu, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğinin çeviriye yansıtarak, okuyucuların kafasında oluşabilecek soru işaretlerinin giderilmesine yönelik olacaktır.

 فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ

Ayetin çevirileri genellikle şu şekilde yapılmaktadır:

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki: İddiamız, bu ayetin yapılan çevirilerinin hatalı olduğu değil, okuyucunun kafasında bir takım soru işaretleri belirecek şekilde yapılmış olmasıdır. Oluşabilecek soru işaretlerinin, ayet içine parantez açılmak sureti ile giderilmesi mümkündür.

Şimdi ayeti bir kaç parçaya bölerek okumaya çalışalım.

"Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi"

Ayetin bu cümlesi Talut'un, ordusunu bir güven ve itaat testine tabi tuttuğunu göstermektedir. Geçecekleri yol üzerinde olan ırmağın suyundan içip içmemeleri, ordunun Talut'a karşı ne derece itaatkar olduğunun göstergesi olacaktır.

" Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler."

Bu cümle Talut'un ordusu içinde büyük bir kesimin onun emrine itaat etmediğini göstermektedir.

Talut'un ordusunu tabi tuttuğu bu deneme, aynı zamanda ordu içinde bir ayrışıma da sebep olacaktır. Çünkü bir komutanın, kendisine itaat etmeyen askerler ile çıkacağı bir sefer, kendi sonunu eli ile hazırlamasına sebep olacaktır. Talut'un söylediği "ondan içen benden değildir" sözü, nehrin suyundan içen askerlerin orduya artık dahil olmayacağını ordu dışında kalacağını göstermektedir.

Burada dikkate alınması gereken önemli bir husus, ordunun iki kısma ayrılmış olmasıdır. Ayetin bundan sonraki kısmında bu ayrışımın ortaya çıkarılması önemlidir.

"Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince"

Talut artık sadece kendisine itaat eden askerler ile kalmış, diğerleri ordudan ayrılmış, yola kendisine itaat eden askerlerle devam etmektedir. Cümle içinde geçen آمَنُوا kelimesinin, "İnananlar, İman edenler" şeklinde çevrilmesine karşın bu kelimenin çevirisine, kelimenin sözlük anlamlarından biri olan Güven anlamının verilmesinin daha uygun olacağını burada hatırlatmak isteriz.

"Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok dediler

Bu cümle ayetin çevirisinde sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz cümledir. Çünkü bu sözü sanki bir önceki cümledeki  "Kendisi ve kendisiyle olan inananlar" olarak bahsedilen kimselerin söylemiş olduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Halbuki ordu içinde ayrışım meydana gelmiş, itaat etmeyenler ordudan ayrılmış, itaat edenler ise Talut ile yola devam etmektedir. Talut'a itaat eden askerlerin ise "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" sözünü söylemiş olmaları pek mümkün değildir.

Bu sözü, Talut'a itaat etmeyerek ordudan ayrılanların söylemiş olması, daha makul bir yaklaşımdır. Bu durumun çeviriye parantez açılmak sureti ile yansıtılması, okuyucuda oluşması muhtemel olan soru işaretlerini ortadan kaldıracaktır.

"
Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler."

Bu sözü söyleyenler ise, Talut'a itaat ederek orduda kalan askerlerdir. Burada iki gurubun birbiri ile karşılıklı olarak bir konuşması söz konusudur.

Talut'a itaat etmeyen ordudan ayrılanlar= Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.
Talut'a itaat eden ordu içinde kalanlar=    Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız çeviri örneği şu şekildedir:

Bakara s. 249- Talut ordusu ile sefere çıktığında (ordusuna), "Allah, (bana itaat edip etmediğiniz ve güven duyup duymadığınız hususunda) sizi bir nehir ile imtihan edecek, kim o nehrin suyundan içerse (bana itaat etmemiş ve bana güven duymamış olduğu için) benden değildir. O nehrin suyundan bir avuç almak müstesna olmak üzere tatmayan ise (bana itaat etmiş ve güven duymuş olduğu için) bendendir." dedi. Talut'un bu emrine rağmen ordusundan az bir kısmı müstesna olmak üzere, o nehrin suyundan içti (ona itaat eden ve etmeyenler, güven duyan ve duymayanlar böylece birbirinden ayrılmış oldu). Nehri, kendisine itaat eden ve güven duyanlar ile birlikte geçtiğinde, (Talut'a itaat etmeyen ve güven duymayan geride kalanlar) "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Rablerine kavuşacaklarını kesin olarak bilen (Talut'a güven duyan ve itaat eden) ler ise, "Nice sayıca az olan topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile sayıca çok olan topluluğa karşı galip gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dedi.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

4 Haziran 2018 Pazartesi

Bakara s. 243. Ayeti: Allah İsrailoğullarını Öldükten Sonra Nasıl Diriltti?

Arapça orjinal metni, أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللَّهُ مُوتُوا ثُمَّ أَحْيَاهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ olan, Türkçeye yapılan çevirileri ise, "Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez." olarak yapılan Bakara s. 243. ayeti, içinde Ölüm ve Diriliş kelimelerini barındırmasından dolayı, bu kelimelerin hakiki anlama mı, yoksa mecazi anlama mı sahip oldukları konusunda üzerinde düşünülmesi gereken bir ayettir. 

Bu ayeti okuyan bir kimse, ayet içinde geçen ölüm ve dirilişin keyfiyetini merak edecek, bu olayın nasıl gerçekleştiği konusundaki sorularına cevap arayacaktır.

Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Ölüm ve Diriliş kelimelerinin hakiki anlamlara sahip olduğu şeklindeki yorumlar ağırlık kazanmakta, fakat bu ayeti tek bir ayet olarak okuyup anlamaya çalışmak yerine, devam eden ayetlerde anlatılan Talut kıssası ile birlikte bütüncül olarak okuduğumuzda, bu kelimelerin hakiki anlamdan ziyade, mecazi bir anlam taşıdığı görülecektir. 

[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Nebilerinden birine: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.

Bakara s. 243. ayetinde geçen, binlerce oldukları halde ölüm korkusu ile yurtlarından çıkanları, 246. ayet ile birleştirerek okuduğumuzda, binlerce kişinin yurtlarından çıkma sebebinin, düşmanlarının onlara karşı galip gelmesi neticesinde olduğunu görmekteyiz. 243. ayette onların bu durumları Ölüm olarak tasvir edilmektedir. Talut kıssasını okuduğumuzda ise, İsrailoğullarının Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak, yeniden yurtlarına döndüklerini görmekteyiz. Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak galip gelen İsrailoğullarının yurtlarına geri dönmesi ise Diriliş, yani yeniden hayata dönüşleri olarak tasvir edilmektedir.

243. ayeti Talut kıssası ile bağlantılı okuduğumuzda, ayet içinde geçen Ölüm kelimesini Esaret, Diriliş kelimesini ise Özgürlük ile eşitlemenin daha isabetli bir yaklaşım olduğu kanaatindeyiz.

Bakara s. 243. ayetinde topluluğun adının zikredilmemiş olmasına rağmen, bu topluluğun İsrailoğulları olması, ilerleyen ayetler ile bağını kurmaya çalıştığımızda daha muhtemel olduğu görülmektedir. Fakat ayetlerin daha önemli tarafı ise, olayın sadece tek bir topluluğu değil, geçmiş ve gelecek olan bütün toplumları ilgilendirmesidir. Çünkü ayetler, düşmanları tarafından esaret altına alınan bir topluluğun özgürlüklerine nasıl kavuşabileceğini, yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğullarının başlarından geçen bir olay üzerinden anlatmaktadır. Bu kıssa aynı zamanda, tüm zamanlarda bu durum ile karşılaşacak olan topluluklara bir mesaj vermektedir.

Bütüncül bir okuma sonucunda Bakara s. 243. ayetinin, Talut kıssasının sonuç ayeti olduğu görülmektedir. Ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin ise bu bağlamada mecazi bir anlama sahip olduğu daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. 

Bakara s. 243. ayetine verilecek olan anlamın, Talut kıssası dikkate alınmak sureti ile yapılmaya çalışılması, ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin üzerinden verilmek istenilen mesajın daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız anlam çalışması şu şekildedir:

Bakara s. 243- Binlerce kişilik kalabalık topluluk olmalarına rağmen (düşmanları ile savaşmanın verdiği) ölüm korkusu ile yerlerinden yurtlarından çıkanları görmedin mi?. (Düşmanları ile savaşmaktan korkmalarından dolayı yerleri yurtları istila edilerek zelil duruma düştükleri için) Allah onlara Ölün * dedi, sonra onları (düşmanlarına karşı galip getirmek sureti ile yeniden kaybettikleri yurtlarını geri kazandırarak) hayata döndürdü. Allah insanlara lütufkar olmasına rağmen, insanların çoğu buna karşı nankörce davranırlar.

(*) Buradaki Ölün emri, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanımdır. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

Sonuç olarak: Düşmanları tarafından galebe çalınarak yerlerinden ve yurtlarında çıkarılmak sureti ile esaret altına alınan yani ölen bir topluluğun özgürlüğüne kavuşmasının, yani dirilmesinin yegane yolu, düşmanlarına karşı savaşarak galip gelmek sureti ile olacaktır. Esaretin ölüm ile eşitlendiğini dikkate aldığımızda, bugün İslam coğrafyasının bazı bölgelerinin işgal altında olmasının ne kadar acı bir durum olduğu da ortaya çıkacak, bu esaretten kurtuluşun Kur'an'da verilen reçetesi ise, tatbik edilecek günleri beklemektedir.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Bakara s. 233. Ayetinde Geçen " izâ sellemtüm mâ âteytüm bil ma’rûfi" Cümlesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Bakara s. 233. ayeti içinde geçen "iza sellemtüm ma ateytüm bil marufi" cümlesinin çevirisini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, bu cümlenin çevirisinin iki farklı şekilde meallere yansıdığını görecek, ve hangi çevirinin daha doğru konusunda tereddüte düşecektir. Yazımızda bu cümleye yapılan farklı çevirilerden hangisinin daha doğru olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili cümlenin iki farklı çevirisi şu şekilde yapılmaktadır:

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ

1- Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh yoktur.

2-Eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla size bir günah yüklenmez.

1. guruptaki çevirilerin anlamı, çocuğu emzirecek olan süt anneye çocuk için vereceği bu hizmete karşılık bir ücret ödenmesi ile ilgili iken, 2. guruba dahil olan çevirilerin anlamı, süt anneye teslim edilecek olan çocuğun güvenliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu iki farklı çevirinin sebebini araştırdığımızda ayet ile ilgili kıraat farklılıkları karşımıza çıkmakta, cümle içinde geçen bir kelimenin farklı okuyuşları bu anlam farklılığını doğurmaktadır. Kıraat farklılıkları ile ilgili görüşleri merak edenler, Zemahşeri, Razi, Kurtubi, Taberi gibi müfessirlerin bu ayet ile ilgili olarak yaptıkları tefsirlere bakabilirler. 

Biz ayet içi bütünlüğe dikkat ederek farklı çevirilerin hangisinin daha isabetli olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşacağız. Ayet içindeki şu cümle, bu konuda bize yardımcı olacaktır.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir.

Bu cümle eşinden ayrılan emzirme çağında çocuğu olan bir kadının, bu çocuğu emzirme süresince kendisi ve çocuğun maddi ihtiyaçlarının baba tarafından karşılanması gerektiğini beyan etmektedir. Her iki cümle içinde geçen بِالْمَعْرُوفِ kelimesi ortak payda olarak alınmak sureti ile, konumuz olan cümlenin hangi çevirisinin daha uygun olabileceğini bulmak mümkündür.

Emziren anne ve emzirilen çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması maruf ölçülerde babaya ait ise, çocuğu kendi annesinin emzirmemesi nedeniyle süt anneye verilmesi neticesinde, çocuğu emzirecek olan süt annenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması da yine maruf ölçülerde süt anneye verilen çocuğun babasına ait olmalıdır. Konumuz olan cümlenin böyle bir durumu beyan etmiş olması, kanaatimizce daha makuldür. 

Dolayısı ile konumuz olan cümlenin iki farklı çevirisinden daha isabetli olanı kanaatimizce, 1. şıktaki şekilde yapılan çevirilerdir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, isabetli olmadığını düşündüğümüz 2. şıktaki çevirinin yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmediğimizdir.

Buna göre Bakara s. 233. ayetinin tamamının çevirisi şu şekilde olmalıdır:

Bakara s. 233- (Boşanmış) Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir. Hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklenmez. Anne ve baba çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Çocuğun babası ölecek olursa annenin ihtiyaçlarını karşılamak) aynı şekilde mirasçıların üzerine vazifedir. Eğer anne ve baba karşılıklı rıza ile yaptıkları istişare sonucunda, çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, anne ve babaya herhangi bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt annelerine) emzirtmek isterseniz, emzirme ücretini uygun ölçüler dahilinde verdiğiniz takdirde, size bir günah yoktur. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 238. Ayetindeki "Hafizu Ales Salavati" İfadesine Farklı Bir Anlam Denemesi

Arapça orjinal metni حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ  olan, Bakara s. 238. ayetinin, Türkçeye yapılan çevirileri, büyük çoğunlukla "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." şeklinde yapılmaktadır. Biz, böyle yapılan bir çevirinin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde geçenحَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ  ifadesinin anlamını, aynı surenin 157. ayetinde geçen "Salavatün" kelimesinin anlamını dikkate alarak, farklı bir anlam denemesi yapmaya çalışacağız.

Ayetin حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesinin,  "Namazlara ve orta namaza devam edin" şeklinde yapılan çevirilerinde, farklı görüşler ortaya atılan ve hangi namaz olduğu hususunda ortak bir fikir birliği olmayan "Orta Namaz" deyiminin, diğer namazlara göre daha önemli olduğu gibi bir anlam uyandırmış olmasına karşın, bu sefer de diğer namazların orta namaza göre daha önemli olmadığı gibi anlam ortaya çıkarabileceği, bizi bu konuda farklı bir anlam çalışması yapmaya iten nedenlerden birisidir.

Bu ayetin o şekilde yapılan çevirilerinde, bazı zihinlere takılması muhtemel olan bu tür soru işaretlerinin, yapacak olduğumuz anlam denemesi ile giderilebileceğini düşünmekteyiz.

Bakara s. 155- Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihana tabi tutarız. Başlarına gelenlere karşı dayanma ve mücadele gücüne sahip olanları müjdele.

Bakara s. 156- Onlar ki, böyle sıkıntılı durumlar ile karşılaştıklarında (asla isyan etmezler)"Bizim her şeyimiz Allah'a aittir, biz ona döneceğiz" dediler.

Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde, Allah (c.c) kullarını yaşadıkları hayat içinde bir takım sıkıntılı durumlar ile sınayacağını bildirmekte, bu sınamalara karşı isyan etmeden dayanan ve bu sıkıntılardan kurtulmak için mücadele edenleri övmektedir. 157. ayette ise bu kimselere Allah (c.c) tarafından verilecek olan ödülden bahsedilmekte, bu ödül ise ayet içinde "Salavatün" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bakara s. 157. ayeti içinde geçen bu kelime, bizi surenin 238. ayetinde geçen aynı kelimenin anlamı ile aralarında bir bağ kurulabileceği düşüncesine sevk etmiştir.

Bakara s. 157- İşte onlara Rablerinden destek ve bağışlama vardır, ve onlar doğru yol üzerindedirler.

Dikkat edilirse 157. ayet içinde geçen kelime, namaz anlamında değil, destek ve bağışlanma anlamında kullanılmakta, ve 155. ve 156. ayetler ile bir bağlam dahilindedir. Yine dikkat edilirse, Bakara s. 226. ayetten beri süregelen boşanma ile ilgili hüküm ayetlerinin sonuna geldiğinde حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ buyurulmakta, bu buyruktaki الصَّلَوَاتِ kelimesine verilebilecek anlamın, önceki ayetlerde geçen boşanma ile ilgili hükümler arasında bir bağının kurulabileceğini akla getirmektedir. 

Hatırlayacak olursak, Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde başa gelen sıkıntılara, kullar tarafından verilen olumlu karşılıkların ödülü, Allah(c.c) den salavat üzere olmaktır. Öyleyse Bakara s. 238. ayetinde geçen حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesine, "Salavat üzerinde olmayı gözetin" şeklinde, taslak bir anlam vermek mümkündür. Bu taslak anlamdan sonra anlamı biraz daha açarak ayete yansıtabiliriz.

Malum olduğu üzere, Allah (c.c) 226. ayetten beri süregelen, insanların yaşamları içinde karşılaşabilecekleri ailevi durumlar ile ilgili hükümleri sıralamakta, ve bu hükümlere riayet etme konusunda titizlik gösterilmesini istemektedir. Allah (c.c) kulları ile ilgili hükümlerine riayet edenlere ve etmeyenlere vereceği karşılığı ise müteaddit ayetlerinde beyan etmektedir.

Kulları için sıraladığı hükümlere riayet edenlere vereceği karşılığı, Bakara s. 157. ayette Salavatün kelimesi ile bildiren Rabbimiz, aynı surenin 238. ayetinde, Allah'ın koyduğu hükümlere riayet etmek sureti ile, yine bu karşılığı almaya özen gösterilmesini istemektedir.

Bütün bunları dikkate alarak, Bakara s. 238. ayetine şu şekilde bir anlam vermek mümkündür.

Bakara s. 238- (Sizin için koyduğumuz bu hükümlere riayet etmek sureti ile Rabbinizden) Bağışlama ve destek üzere bir hayata ve (sizi kötülüklerden alıkoyacak olan) namaza özen gösterin. Allah'a itaat için ayağa kalkın.

Mevdudi, Tefhim-ül Kur'an adlı eserinde, konumuz olan ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır. Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir. Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir."
Mevdudi, dikkat edilirse bu ayet ile ilgili olarak yazdıklarında daha önceki ayetler ile bir bağ kurmakta, Allah'ın hükümlerine riayet etmek ile namaz arasında bir bağ kurmaktadır. Biz bu ayete verdiğimiz anlamda Ankebut s. 45. ayeti ile parantez içinde bağ kurmaya çalıştık.

Tevbe s. 99. ayetine baktığımızda Salavat kelimesi o ayette de karşımıza çıkmakta, ve o ayette de dua ve destek anlamında kullanılmaktadır. 

[009.099]  Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Resulün dualarına (salavüttürresul) nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

Sonuç olarak: Bakara s. 238. ayeti içinde geçen Salavatün ve Salat kelimeleri bir çok mealde Namaz olarak verilmesine karşın, biz sadece Salat kelimesine namaz anlamı vererek, diğer kelimeye Bakara s. 157 ve Tevbe s. 99. ayetlerinde geçen anlamlar doğrultusunda bir anlam vermeye çalıştık. 

Kur'an üzerinde yapılan her yorumun kişisel görüşler olduğunu, doğru veya yanlış olma ihtimalini hiç bir zaman unutmadığımızı hatırlatarak, bu ayetin yapılan çevirilerine sadece katılmadığımız, fakat o çevirileri yanlış, bizim yaptığımız anlam çalışmasını doğru olarak göstermeye çalışmadığımız bilinmelidir. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

22 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 232. Ayetine Verilen Çelişkili Mealler Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı, Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, Bakara s. 232. ayetini karşılaştırmalı okuduğunda, karşısına bu ayet ile ilgili olarak birbirinden farklı mealler çıkacak, haklı olarak bu meallerden hangisinin doğru olduğu konusunda karar vermekte zorlanacaktır. Yazımızda bu ayet ile ilgili yapılan mealleri ele almaya, hangi mealin daha doğru olduğu konusundaki görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bakara s. 232. ayetinin Arapça metni şu şekildedir:

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۗ ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Bakara s. 232. ayeti, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta, eşlerini boşamış olan erkeklerin, boşadığı eşlerinin yeniden bir başka erkekle evlenmeleri hususunda, onlara mani olmamalarını emretmektedir.

Fakat bu ayet ile ilgili yapılan bazı meallere baktığımızda bu durumu yansıtmadıklarını görmekteyiz. Erişme imkanı bulduğumuz mealleri 1- Anlamı tam olarak yansıtamamış, 2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış, 3- Anlamı doğru olarak yansıtmış mealler başlığı altında, 3 bölümde incelemeye çalışacağız.

                                       1- Anlamı tam olarak yansıtamayan mealler.

---Abdulbaki Gölpınarlı: 
Kadınları boşadınız da zamanlarını geçirdiler mi aralarında güzellikle uzlaşırlarsa kocalarına varmalarına engel olmayın. Bu, içinizde Allah’a ve son güne inananlara verilmiş bir öğüttür. Bu, sizin için daha hayırlıdır, daha temiz bir iştir. Siz bilmezsiniz ama Allah bilir.

---Abdullah Parlıyan: 
Ve eşlerinizi boşadığınızda, bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan, herbiriniz için bir uyarıdır. Bu sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.

Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin--Ali Bulaç: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.

---Bekir Sadak: 
Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ermişse, kocaları ile birbirleriyle güzellikle anlaşmışlarsa evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse bundan ibret alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Celal Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda şer’î bekleme süresi sona erince aralarında örfe uygun iyilik ölçüleri içinde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bununla sizden Allah’a ve Âhiret gününe inananlara öğüt veriliyor. Bu sizin için daha uygun ve daha pâk ve nezîhtir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Edip Yüksel: 
Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın. İçinizden ALLAH’a ve ahiret gününü onaylayan kimseler bundan öğüt alır. Bu sizin için daha arı ve daha sağlıklıdır. Siz bilmeseniz de ALLAH bilir.

---Elmalılı Hamdi Yazır: 
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

---Gültekin Onan: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini (ecele) de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Tanrı’ya ve ahiret gününe inananlara bununla (böyle) öğüt verilir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Tanrı bilir de siz bilmezsiniz.

---Harun Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda iddetlerinin sonuna ulaştıklarında aralarında örfe uygun olarak anlaştıkları takdirde artık onları kocalarıyla nikahlanmaktan alıkoymayın! İşte bu içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere kendisiyle verilen bir öğüttür. İşte bu, sizin için daha faydalı ve daha temizleyicidir. Şüphesiz Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.

---Hasan Basri Çantay: 
Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru’ bir suretde anlaşdıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın, işte içinizden Allaha ve âhiret gününe îmân etmekde olan (lar) a bununla öğüd veriliyor. Bu sizin için daha fazıyletli ve daha temizdir. (Ondaki maslahatı) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Kadri Çelik: 
Kadınları boşadığınızda, böylece bekleme müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları zaman, kendi aralarında güzellikle anlaşmaları durumunda, evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Şaban Piriş: 
Kadınları boşadığınız vakit, onlar da bekleme sürelerini bitirince aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere, bununla öğüt veriliyor. Bu, sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

---Ümit Şimşek: 
Kadınları boşadığınız zaman, iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru şekilde anlaşacak olurlarsa kocalarına dönmelerine engel olmayın. Sizden Allah'a ve âhiret gününe inanmış olanlara verilen öğüt işte budur. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temiz bir iştir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki, ayetin çevirisi ile ilgili  problem olarak gördüğümüz kısım, ayetin وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesidir, ve bu cümle yukarıdaki meal örneklerinde "Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın." şeklinde çevrilmektedir. Yukarıda verdiğimiz meallerde gramer yönünden herhangi bir çeviri hatası bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayetin bu şekilde yapılan bir çevirisi, okuyucu tarafından net bir şekilde anlaşılmayacaktır şöyle ki:

Dikkat edileceği üzere ayet, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta ve onlara seslenerek, eşlerini boşamış olan erkeklere, boşadıkları eşleri tekrar evlenmek istedikleri zaman, onlara engel olmamalarını emretmektedir.

Buradaki asıl önemli nokta, eşleri tarafından boşanmış olan kadınların, evlenecekleri erkeklerin eski eşleri mi, yoksa başka erkekler mi olduğudur. Ayet içinde bu durum biraz kapalı şekilde,  أَزْوَاجَهُنَّ kelimesi ile ifade edildiği, ve bu kelime ayet içinde "kadınların kocalarına" anlamına geldiği için, yukarıdaki örnek mealler anlamı daha açık ve net olarak yansıtmaktan kaçınarak, motamot bir çeviri yaparak yanlış bir çeviri yapmış olmaktan kurtulmuş olmalarına karşın, anlamı tam olarak yansıtamama durumuna düşmüşlerdir. Çünkü böyle bir çeviri, okuyucu tarafından boşanan kadınların evlenecekleri erkeklerin kimler olduğu sorusunun sorulmasına sebep olmakta, ve bu sorunun cevabı ayet içinde bulunamamaktadır.

                                    2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış olan mealler.


Bu gurupta vereceğimiz mealler, Bakara s. 232. ayetinin anlamını yanlış olarak yansıtan meallerdir. 

---Adem Uğur: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Bayraktar Bayraklı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayınız! İşte bununla, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız, kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---Cemal Külünkoğlu: 
Kadınları boşayıp da bekleme sürelerini doldurdukları zaman eğer daha önceki kocaları ile örfe uygun (meşru) bir biçimde anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın! Bununla içinizden Allah`a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah (neyin sizin için hayırlı olacağını) bilir, siz bilmezsiniz. 

---Diyanet İşleri: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Diyanet Vakfı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Sadık Türkmen: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında örfe uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, (eski) eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel çıkarmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Süleyman Ateş: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.

---Yaşar Nuri Öztürk: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikahlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah’a ve âhıret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir, Allah bilir ama siz bilmezsiniz. 

---Ali Fikri Yavuz: 
Kadınları (Ric’î talâkla) boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşrû bir şekilde anlaştıkları takdirde, ey veliler, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın. Bu anlatılanlar, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olanlara verilen bir öğüttür. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah sizin menfaatinizi bilir, siz bilemezsiniz.

---Hayrat Neşriyat: 
Hem kadınları (ric`î, dönüşü mümkün bir boşama ile) boşadığınızda, bekleme müddetlerini de bitirdiklerinde, artık aralarında meşrû` olarak anlaştıkları takdirde, bu durumda kocalarıyla (tekrar) evlenirler diye onlara mâni` olmayın! Bu, içinizden Allah`a ve âhiret gününe îmân etmekte olan kimselere, kendisiyle nasîhat olunan(bir e mir)dir. Bu, sizin için daha hayırlı ve da ha temizdir. Çünki (sizin için neyin daha hayırlı olduğunu, ancak) Allah bilir, siz bilmezsiniz.


---Ömer Nasuhi Bilmen: 
Ve kadınları boşadığınızda, onlar da iddetlerini sonuna erdirince onların kendi aralarında maruf veçhile karşılıklı rızayla kocaları ile tekrar evlenmelerine mani olmayınız. Sizden Allah’a ve Ahiret gününe inanmış olanlara işte bununla öğüt verilir. Bu husus sizin için daha faydalı ve daha temizdir ve Allah Teâlâ bilir, siz bilmezsiniz. 


---Suat Yıldırım: 
Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın. Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bu ayetlerle öğüt verilir. Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Bu guruptaki meallere baktığımızda bu meallerin ortak paydaları, ilgili cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermiş olmalarıdır. Bu şekil bir anlam maalesef doğru bir anlam değildir. Şöyle ki:

Ayetin muhatabı, bilindiği gibi eşlerini boşamış olan erkeklerdir. Muhatabın, eşlerini boşayan erkekler olduğu bir cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermek çelişkili bir anlamdır. Çünkü ayet hem eski kocaya hitap edecek, hem de eski kocaya hitaben "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın."  yani "Sizinle evlenmelerine engel olmayın" diyecek, bu anlamın kabul edilebilir olmaktan uzak olduğu aşikardır.

Bu şekil hatalı bir meal verme gerekçelerinden bir tanesi de, ayetin boşanmış olan kadının velisine hitap ettiği düşüncesidir ki, Ali Fikri Yavuz tarafından yapılan mealde, bu anlayışı görmekteyiz. Ayet içinde "Ey veliler" şeklinde anlam verilecek herhangi bir ibare bulunmamasına rağmen, maalesef bu ibare ayet içinde var gibi parantez dahi açılmadan konulmuştur. 

Ayetin boşanan kadınların velisine hitap ettiği düşüncesi, maalesef mezhebi kaygılardan dolayı ortaya çıkmıştır. Yani ayet mezhebi görüşler doğrultusunda çevrilmeye çalışılmıştır, yani mezheplerin bu konuda sahip olduğu görüşleri, ayete söyletmek adına böyle bir çeviri yapılmış, yapılan bu iş ise ancak "Kitaba uymak değil, kitabına uydurmak" deyimi ile ifade edilebilir. 

Çünkü ayet içindeki طَلَّقْتُمُ ve فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ  kelimelerinin muhatabı, eşlerini boşayan erkekler olup, boşanan kadınların velisi olarak anlamlandırılabilecek olan herhangi bir kelime ayet içinde yoktur. Suat Yıldırım tarafından yapılmış olan meal, bu garip durumu en net bir şekilde ortaya koyan bir meal örneğidir.

                                    3. Anlamı doğru olarak yansıtan mealler.

Bu gurupta vereceğimiz meal örnekleri, Bakara s. 232. ayetinin anlamını doğru olarak yansıtan meallerdir. 

---Ahmet Varol: 
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerini tamamlarlarsa, aralarında iyilik üzere anlaşmaları durumunda (kendileriyle evlenmeye niyetlendikleri) eşleriyle nikahlanmalarını engellemeye çalışmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edene öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha elverişli ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---İlyas Yorulmaz: 
Kadınlarınızı boşadığınız ve bekleme süreleri dolduğu zaman, başka erkeklerle evlenmek için örfe uygun aralarında anlaşırlarsa, onların evlenmelerine engel olmayın. Sizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseler için verilen öğüt budur. Böylece sizin için en temiz ve en güzel yolda budur. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

Muhammed Esed:
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 
---Muhammed Esed: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 


---Mustafa İslamoğlu: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, aralarında münasip bir biçimde anlaştıkları takdirde, eş(namzet)leriyle evlenmelerine engel çıkarmayın! Bu, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan herkese bir uyarıdır; işte bu sizin için en yararlı ve en temiz olandır. Allah her şeyi bilir ve fakat siz bilemezsiniz. 


---Erhan Aktaş: 
Boşadığınız kadınlar, bekleme sürelerini tamamlayınca; aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde; onların eşleriyle1 evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere yapılan bir öğüttür. Bu sizin için daha iffetli, daha temiz bir yoldur. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

1- Evlenmeye karar verdikleri kimselerle. Bu kimseler, boşanılan kimseler yani eski eşler değil, evlenmeye uygun görülen kimselerdir.

---Süleymaniye Vakfı Meali:
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa, koca adaylarıyla[1*] marufa uygun olarak anlaştıkları taktirde evlenmelerine engel olmayın[2*]. Bu, içinizden Allah'a ve Ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Sizin için iyi ve temiz[3*] olan budur. Bunları bilen Allah'tır siz bilemezsiniz.

[1*] Kadın kocasıyla zaten evli olacağı için ayetteki eşleri ifade mecazdır, koca adayı anlamında kullanılmıştır. 

[2*] Kadın eşini kendi seçer. Yaptığı seçim sadece marufa uygunluk açısından denetlenir. 


[3*] Buradaki kelimelere ism-i tafdil anlamı uygun olmadığı için sıfat-ı müşebbehe anlamı verilmiştir.


Bu guruptaki mealler, erkeğin boşadığı kadının bir başka erkekle evlenmek istediğinde, eski eşin ona engel olmaması gerektiği yönünde yapılmış, ve anlamı doğru olarak yansıtmaktadır. Erhan Aktaş ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çeviride, dipnot ile bu durumun izah edilmiş olması, okuyucu tarafından ayetin daha net ve doğru şekilde anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.

Mealleri karşılaştırmalı olarak vermemizin amacı, bir ayeti mezhebi ön kabul ile çevirmek ile, herhangi bir ön kabul olmadan çevirmenin farkını göstermektir.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

Ali Bulaç:
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin