10 Eylül 2011 Cumartesi

İÇİMİZDEKİ "PAVLUS"LAR VE KUR'ANI TAHRİF GİRİŞİMLERİ

Blogumuzun başlığı olarak seçtiğimiz "kur'anı mümince anlamak" ismini neden şeçtiğimizi daha önceki yazılarımızda, kur'an adına söz söylemek iddiasında olupta, nahl s. 98. ayetinin tersine Allahtan kaçıp şeytana sığınarak okuyanların kur'an ayetlerini nasıl tahrif etmeye yeltendiğini ve bu düşünceleri ile bazı saf müslümanları kandırıp onları "deizm" in kucağına nasıl attığını yaptıkları tahriflerin örneklerini vererek dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu yazımızın geç kalmış bir yazı olduğu düşünerek bunların isimlerini değil düşüncelerini ve beslenme kaynaklarını ortaya koyarak kur'ana bakış açılarını ve bu bakış açılarının neticesinde kur'anı özellikle kıssalar üzerinden tahrif etme girişimlerininin nereden kaynaklandığını dikkat çekmeye çalışacağız.

"Pavlus"  incili tevhid çizgisinden çıkarıp hurafelerle beslemiş ve bugünkü hıristiyanlığı tesis eden biridir. İsa as ın getirdiği kitabı asli çizgisinden saptırıp yahudi hurafeleri ile kaynaştırıp bugünkü hıristiyanlıktaki teslis inancının kurucusu olarak tarihte yerini almıştır. Bu inancı kurarken yaptığı iş incili hevasına göre yorumlayıp yahudi hurafeleri ile incili kaynaştırmak olmuştur. 

Bugün müslüman kimliği altında olupta pavlusun yolundan gitmeye çalışan ve kur'anı hevasına göre yorumlayıp tahrif etmeye yeltenen bazı kimselerin varlığına şahid olmaktayız. Tarihin her devrinde bu tipler olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bunların isimleri değişsse bile taktikleri ve beslenme kaynakalrı değişmez. Araf suresi 175-176 ayetlerindeki

(Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler)




Ataları olan "bel'am ve "pavlusun" izini takip ederek kur'anı tahrif etmeye yeltenen ve bu yolda ter döken müslüman kimlikli şahıslar özellikle "TARİHSELCİLİK" ve "DETERMİNİZM" gibi kaynağını yunan felsefesinden alan düşüncelerle kur'ana bakarak " kur'anın ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" şeklindeki söylemlerle "kur'anını demek istediği budur" diyerek kendi hevalarını kur'ana uydurmaya çalışmaktadırlar. Tarihselci bakış açısı özellikle kur'andaki cezalar üzerinden yola çıkarak " bu cezalar bugün uygulanamaz" diyerek kendileri ayrı bir ceza sistemi oluşturmaya kalkmaktadırlar. Tarihselci tahrif çalışmalarını ayrı bir yazımızda ortaya koymak istediğimiz için bu yazımızda determinist tahrif çalışmaları üzerinde durmak istiyoruz.

TAHRİF KAPISININ DETERMİNİZM İLE ZORLANMASI

Determinizm, sonundaki "izm " ekindende anlaşılacağı üzere kaynağı batıda ve insan ürünü olan bir düşünce sistemidir. Bu düşüncenin temelini sayın Hakkı yılmazın bir makalesinden alıntı yaparak hem bu düşünce , hemde kendi düşüncesi hakkında bilgi sahibi olalım.

"Determinizmde deney konusu olmayan esrarengiz hiçbir olay ve kuvvet yoktur. Evrende olaylar birbirini kovalarlar. Yani bir olay diğerini, o da başka birini meydana getirir. Evren bir olaylar zinciri olarak devam eder. Bir olayı meydana getiren yine başka bir olaydır, metafizik veya doğaüstü bir kuvvet değildir.
Evrende her şeyin bir sebebi vardır. Sebepsiz bir şey olmaz. Her şeyin sebebi de yine kendi cinsinden başka bir olaydır. Birinci olaya SEBEP, ikinci olaya SONUÇ denilir. Sebep ile sonuç arasında matematiksel bir oran vardır. Sebep ortaya çıkınca, sonuç da ZORUNLU olarak meydana gelir. Eserde sebepten fazla bir şey bulunmaz.
Bu kurala göre, evrende sıkı bir DETERMİNİZM hakim ise, yani her şey SEBEP-SONUÇ ilişkisinde ise, mucize diye bir şey olamaz ."

Son cümleye dikkat edecek olursak " bu kurala göre  evrende sıkı bir determinizm hakim ise ,yani herşey sebep -sonuç ilişkisi içinde ise MUCİZE DİYE BİR ŞEY OLAMAZ" demekte ve bu kuramını kur'an kıssalarında daha önce örneklerini verdiğimiz şekli ile tabiri caizse kafasını gözünü çıkararak uygulamaya çalışmaktadır. 

Bu düşünce sadece hakkı yılmaz ile ortaya konmuş bir düşünce değildir. Kendisi bu tahrif işleminin acemi bir oyuncusu olmaktan öteye geçememesine rağmen bugün yazdıklarını hiç incelemeye veya kur'ana uygun olup olmadığını hiç düşünmeden kabul eden müritleri maalesef mevcuttur. Kur'an kıssalarını  determinist bir gözle okumanın kaynağı nereden ve ne zaman kaynaklandığı sorusunun cevabını bulmak için biraz gerilere gitmek gerekmektedir.

Batıda rönesans akımı ile başlayan kültürel değişimin sonucu olarak olaylara ilahi merkezli bir bakışın yerine yeryüzü ve insan merkezli bir bakış geliştirilmeye başlanmıştır. Bunun sebebi tevbe s 34. ayettede bildirildiği üzere batıdaki din adamları sınıfının Allah adına insanlara zulumde zirve yapmalarıdır. Bu zulumde zirvenin sonucu olarak Allaha ve onun adına görev yaptıklarını iddia eden din adamlarının dayandığı kitaba ( incile) karşı itirazlar başgöstermeye başlamıştır. Rönesans akımının devamı olarak batıda "rasyonalizm" akımı ortaya çıkmış ve bu akımın söyleminde kutsal kitabın (incilin) muhtevasında birçok mitolojik ifadeler bulunduğu , dolayısı ile artık bu kitabın hayattan çıkarılması gerektiği düşünceleri vardır.

Batıda bu düşünceler konuşulmaya başlayınca sahneye "rudolf bultmann" isimli bir hıristiyan ilahiyatçı çıkar ve bir karşı tez ortaya koyar. Bu kişinin tezi ise " madem kutsal kitapta mitolojik öğeler olduğu için hayatın dışına atılmak isteniyor . Öyle ise kitabı hepsini hayattan çıkarmak yerine içindeki mitolojik ifadeleri  arındıralım" şeklinde özetlenebilir. ( bu konu için daha geniş bir çalışma olan "kur'anı mitolojiden arındırma fikri" isimli makaleyi  okumanızı tavsiye ederim).

İslam dünyasındaki rönesans akımının öncüleri diyebileceğimiz "muhammed abduh" ve "reşid rıza" gibi kişilerde müslümanların geri kalmışlığının sebeblerini geleneksel anlayıştaki hurafelerin sebeb olduğu vu bu hurafelerin temizlenerek müslümanlarında batı gibi çağdaş!! bir anlayışa sahip olabileceklerini savunmaya başlamışlardır. Ancak gözden kaçırdıkları önemli bir nokta vardır.  Batıda çıkan bu hareketin sebebi ile islam dünyasında çıkan bu hareketin sebebi aynı olmasına rağmen abduh ve rızanın sundukları reçete islam dünyasına uymamıştır.Çünkü mitolojik ifadeleri barındıran incilin kaynağı ilekur'anın kaynağı vahiy olmasına rağmen kur'an aslı ile mevcut durumda iken incil aslı ile mevcut değildir. Öyleyse incil için tabi tutulacak olan arındırma fikri kur'ana nasıl uygulanabilir.Kur'an için yapılmaya çalışılan bu uygulamayı biraz açalım.

 KUR'AN KISSALARINI AKLA UYGUN HALE GETİRMEK 

Batı dünyasıda revaç bulan " incili mitolojiden arındırma" fikrinin karşılığı "kur'an kıssalarını aklileştirmek" şeklinde revaç bulmaya başlanmıştır. Bunun uygulamasıda kıssalardaki "determinist" anlayış ile çelişen kısımlar yeniden yorumlanarak batı kaynaklı düşüncelerin verilerine uygun hale getirilmeye çalışılacaktır. Muhammed abduh yaptığı tefsir çalışmasında bunun örneklerini sergilemiştir.Yine mısırlı bir yazar olan " halefullah" ta kur'an kıssaları konusunda bu yönde çalışmalarını sergilemiştir. 

Türkiyede ise "muhammed esed" in "kur'an mesajı" adlı mealinin ingilizceden türkçeye çevrilmesi ile bu konular daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Bu konuları dile getiren çevrelerin kendilerini "kur'an merkezli düşünce" söylemi arkasına sığınarak dile getirmeleri bazı  müslümanların kafasınıda çelmeyi başardığını görmekteyiz.

Kur'anı , kendisinden değilde batı verileri ile anlamaya çalışan kişilerin bu konudaki tesbitlerini gördüğümüz zaman gözümüze çarpan ilk husus ayetleri bu verilere uydurmak için yaptıkları şeyin ayetleri metin üzerinden tahrif ederek özellikle yaptıkları meallerin adını "yorum" anlam" gibi yan tarifler ile süsleyerek yapmalarıdır. Minareye çalmadan önce uydurdukları bir kılıf olan " kur'anın ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" şeklindeki sözler kur'anın ne demek istediğini kendi hevalarına uygun bir şekilde anlama metodunun bir önsözüdür. Burada şunu ifade edelimki türkiyede yapılan bütün " yorum " veya "anlam" çalışması denilen mealerin hepsini bu tahrif kategorisine sokmuyoruz. Metne sadık kalarak yapılan yorumlu meallerden bizde fayadalanmaktayız. "Kur'anın demek istediği budur" deyip kur'an ayetlerinin ne bütünlüğünü nede kronolojik sırasını nede gramerini hiçe sayıp "ben yaptım oldu" mantığı içinde yapanların yaptıkları yorumlar yine kur'an tarafından rededilmektedir çünkü kur'an sağlamasını kendi içinde yapan bir kitap olup hiç biryerinde eğrilik barındırmaz ve başkalarının yapmaya çalıştıkları eğriltmeyide yine kendi bütünlüğü içinde red eder.

Biz bu tür eğriltme çalışmAlarını örneklerini vererek ortaya koymaya devam edeceğiz.Kur'an ,incil veya tevrat gibi metni tahrif edilmiş bir kitap değildir. Ama çağdaş bel'am ve pavluslar metnini değil anlamını tahrif etmek maksadıyla özellikle kur'an kıssaları üzerinden taarruzlarına devam etmektedirler ancak kur'an bu taarruzları kendisi geri püskürtmektedir. Kıyamete kadar devam edecek olan bu tür çalışmalar her zaman yenilmeye mahkum olup bu çalışmaların sahipleride hesap gününde azabın en şiddetlisine tabi olacaktır.

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.




9 Eylül 2011 Cuma

BİR HADİS VE "METİN TENKİDİ" METODU İLE SAĞLAMASININ YAPILMASI

"Hadis" kelimesi dini literatürde Muhammed sav den rivayet edilen sözler olarak kullanılmaktadır. Bu sözlerin Muhammed sav in hayatta iken tamamı kur'an gibi kayda geçirilmediği bir vakıadır. Arap toplumunda yazıya geçme kültürü pek gelişkin olmadığı için bu sözlerin küçük bir bölümü yazıya geçirildiği halde bugün rivayet kitaplarında bulunanların büyük bir kısmı vefatından 200-250 yıl sonra derlenmeye çalışılmıştır. Bütün hadisçilerin ortak oldukları üzere bu elimizdeki bu sözler Muhammed sav in ağzından çıktığı şekli ile değil mana olarak rivayet edilmiştir. 

Harfi harfine, kelimesi kelimesine rivayet edilip te bugün kitaplarda olan hiçbir hadis yoktur. Muhammed sav in vefatını müteaakip müslümanlar arasındaki siyasi ayrılıklar kendini itikadi alandada göstermiş ve bu itikadi alan mensupları kendi görüşlerini sağlamlaştırmak için kur'anı hevalarına göre te'vil etmeye başlamışlardır. Kur'anın yanısıra görüşlerini muhammed sav e tasdik ettirmek amaçlı olarakta bir çok hadis uydurulmuştur. Ve bu dönem islam tarihi açısından kara bir tablo olup bu kara tablonun devamı günümüzdede itikadi fırkalar olarak sürdürülmektedir

Bu fırkaların sığındıkları en geniş sığınaklardan birisi "hadisler" sığınağıdır. Elimizdeki  rivayet kitaplarında "sahih" olması mümkün olan hadislerden kat be kat fazlası "zayıf" ve uydurma" olarak mevcuttur. "Hadis usulu" adı altında bir ilim dalı ihdas edilip  hadisler bir ayrıma tabi tutulmaya çalışılmıştır. Hadislerin "sahihtir "veya" değildir " şeklinde bir karara varılma metodu olarak islam dnyasında 2 farklı metod geliştirlmiştir. 1- senet tenkidi, 2- metin tenkidi. 1. metod olan senet tenkidi yöntemi ehli hadisin benimsediği bir metod olup kendi içinde bir çok açmaz barındırmaktadır. 

Sened tenkidi ile hadislerin sahihliğini ölçme metodu, bir hadisin Muhammed  sav in ağzından çıkıp hadis musanniflerine gelene kadar o hadisi rivayet eden senet zincirindeki kişilerin " cerh ve tadil " denilen metod ile güvenilirliğinin ölçülme metodudur. Bu senet zincirinde  ortalama 8- 10 tane kişi bulunabilmektedirSenet zincirindeki kişilerin güvenilirliği konusu hadisçiye göre değişkenlik arz eden bir metoddur. 

Bir hadis zincirindeki  herhangi bir kişi bir hadisçiye göre güvenilir olabildiği gibi başka bir hadisçi için güvenilmez olabilmektedir. Zincirdeki bir kişinin güvenilir veya güvenilmez oluşunun ölçüsü o hadisçinin kriterlerine göre belirlenmekte olup mezhebi ve meşrebi kriterler burada öne çıkmaktadır. Kısaca herhangi bir hadisçinin eline gelen bir hadisin "sahih" veya "uydurma" oluşu o hadisçinin belirlediği ölçüler üzerinden yapılmakta bir hadisteki senet zinciri o hadisçinin belirlediği ölçüye uyuyorsa hadisin metni ikinci plana itilir ve "sahihtir" damgası vurulur . 

"Metin tenkidi" metodunda ise senet zincirinden önce o hadisin metnine bakılır ve metinin kur'ana uygun olup olmaması sonucu o hadisin "sahih" veya " uydurma" olduğu kararına varılır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir. Kişi kur'anıda kendi anlayışına göre tevil edip te o hadis hakkında karar veremez mi ? evet verebilir ancak kur'an kendi içinde herhangi eğrilik barındırmadığı için o eğriliği dışarı atar. Şunu kesinlikle söyleyebilir ki, bir hadisin sağlamlık derecesini ölçmenin en sağlam yolu o hadisin kur'an ölçüsüne vurulmasıdır. Şimdi "metin tenkidi" metodu ile bir hadisin sahih olup olmaması konusunu pratikte uygulayabiliriz. 

Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği  kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).]

Hadisi ilk okuduğumuzda Allah cc nin tevbeleri kabul etmesi konusu ile ilgili olarak göze çarpmasına rağmen Allahın günah işlemeyen bir toplumu helak etmesi dikkatimizi çekmektedir. Kur'an bizlere helak edilmenin gerekçelerini bildirirken bu gerekçeler içinde günah işlemeyen bir topluluğun helak edildiğinin haberini vermez. Helak edilen kavimlerin helak gerekçeleri şunlardır.


-11.117 Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez. 

-6.047- De ki: «Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zalimlerden başkası mı yok olur? Bana bildirin.»

-6.6 - Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarından başka bir nesil yetiştirdik.

-8-54- Firavun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rablerinin ayetlerini yalanladılar da onları günahlarından ötürü yok ettik. Firavun taifesini suda boğduk, hepsi zalimlerdi. 

-18.59- Haksızlıklarından ötürü işte yok ettiğimiz şehirler! Onları yok etmek için bir süre tayin etmiştik.

-10.13- And olsun ki, sizden önce nice nesilleri, peygamberleri onlara belgeler getirmişken, haksızlık ederek inanmadıkları zaman yok etmiştik. İşte biz suçlu milleti böyle cezalandırırız.

-04.13- Kâfir olanlar peygamberlerine dediler ki: «Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!» Rableri de onlara: «Zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!» diye vahyetti.

-17.7-Nuh'dan sonra nice nesilleri yok etmişizdir. Kullarının günahlarından haberdar ve onları gören olarak Rabbin yeter.

-17.16- Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklarına yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz.
-21.6- Onlardan önce yoketmiş olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, bunlar mı inanacaklar?

-21.9 Sonra Biz onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık; aşırı gidenleri ise yok ettik.

-22.45- Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, sarayları bomboş kalmıştır

-23.48- Böylece onları yalanladılar ve bu sebeple helâk edilenlerden oldular.

-28.58- Nimet ve refaha karşı nankörlük eden nice şehri yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir. Oralara Biz varis olmuşuzdur. 
-28.59 Rabbin şehirlerin anasına, onlara ayetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe onları yok etmiş değildir. Zaten Biz yalnız, halkı zalim olan şehirleri yok etmişizdir.
-44.37- Bunlar mı daha üstün yoksa Tubba milleti ve onlardan öncekiler mi? Onları yok etmişizdir, çünkü onlar suçlu idiler.
- 50.36- Bu inkarcılardan önce, kendilerinden daha kuvvetli olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri yok etmişizdir. Kurtuluşu var mı?

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah cc nin helak etttiği kavimlerin ortak özellikleri gelen elçileri inkar etmeleridir hud surenin 117 ayeti bile tek olarak bu hadisin derecesi ile ilgili bilgi vermeye yetmektedir. Allah cc nin sünnetinden olan elçilerini yalanlayan kavmin helak olması konusu kur'anda önemli bir yer tutmaktadır. Allah cc nin günah işlemeyen bir kavmi helak edeceğine dair herhangi bir sünneti olduğuna dair kur'anda bir bilgi yoktur. Dolayısı ile  bu hadis kur'an ölçüsüne vurularak yapılan bir "metin tenkidi" metodundan "sahihtir" damgasını yemesinin imkanı bulunmamaktadır. Hadise vurulacak damga ancak " UYDURMADIR" olabilir.

Sonuç olarak yukarıda mealini verdiğimiz hadis metni kur'an ayetleri ışığında incelendiği zaman görülürki  "kaş yapayım derken göz çıkarmak " misali Allah cc nin tevbeleri kabul etmesi konusunda muhammed sav e söylettirilmiş bir hadis olup sünnetullahın tecellisi olan  günahkar olan bir kavmin helak edileceğinin haberlerinin aksine günah işlemeyen kavmin helak edileceği haberi kur'anla bağdaşmaz, aksine Allah ve resulune atılan bir iftiradır." Allahın sünnetinde bir değişiklik olmadığı" ayetlerini göz ardı eden ve "benim adıma yalan uyduran cehennemde yerini hazırlasın" sahih hadisini unutan hadis uydurucularının hesabını kıyamet günü Allah cc görecektir.

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

8 Eylül 2011 Perşembe

MUHAMMED (a.s) DUAYA ORTAK ETMEK ve "SALAT-I TEFRİCİYYE"

Allah cc adem as dan muhammed as a kadar gönderdiği bütün resul ve kitapların ortak çağrısı insanların Allahtan başkasına kulluk etmeyi bırakıp sadece kendisine kuluk etmelerini sağlamaktır. Şirk dediğimiz şey , insanların Allaha ibadet etmeyi bırakıp bir takım taştan heykellere tapması şeklinde gerçekleşmez .Bu yazımızda kendini islama nisbet eden kişilerin ağızlarında çokça dolaşan ve  şirk unsurlarını kendisinde barındıran bazı sözler üzerinde durarak bu sözlerin nasıl bir şirk unsuru içerdiğini  orataya koymaya gayret edeceğiz.

Kur'an Muhammed sav in sadece bir  beşer olduğu,kendisine vahyedilen uyduğu,kendisine herhangi bir fayda veya zarar vermeye muktedir olmadığı,vahye uymadığı takdirde şah damarının kesileceği gibi bir çok uyarıları taşımasına rağmen hıristiyanların isa as a verdiği aşırı yüceltici düşüncelerin etkisinde kalarak "sizin varda bizim yokmu" gibi bir düşüncenin eseri olarak "sizde ne varsa bizde daha iyisi var" rekabetine girilmiş iş  maalesef resuller arası bir rekabete dönüştürülmüştür. Allahın gönderdiği bütün resullerin bizim resullerimiz olduğu inancı bir tarafa bırakılarak  muhammed sav için " bizim resulumuz" tabiri dillerde pelesenk olmuştur. Muhammed as ne kadar bizim peygamberimiz ise isa , musa diğer bütün resuller salat ve selam onlara olsun bizim resullerimizdir. Ancak muhammed sav e bazı müslümanlar tarafından kur'ana rağmen verilmek istenen görev ne onun istediği nede Allah cc nin kullarının istediğidir. Maalesef adına "ilahi" denilen bazı müzik eserlerinde muhammed sav e nerede ise yarı ilahlık  payesi verilerek Allahın yanına ortak koşulmaya çalışılmaktadır. 

"Arafat dağı yüce bir dağdır inanın muhammed ölmedi sağdır" veya " mahşerde nebiler bile senden medet ister" şeklindeki sözler kur'ana iftira mahiyetinde olup sahibini şirke sürükleyen sözlerdir. Kur'an " her nefsin ölümü tadacağı", muhammed sav inde öleceği (zümer 30,enbiya 34) gibi ayetlere rağmen onun ölmediği hatta kerameti kendinden din baronları ile arkadaşlık yaptığı, kabrinde namaz kıldığı ve kendilerini ziyarete gelenleri gördüklerine ve buna benzer bir sürü iftiralara maruz bırakılmışlardır. Ahirette herhangi bir kayırmanın olmadığını bildiren bir sürü ayete rağmen bırakın normal kulları nebilere dahi  yardım edeceği dillerde şarkı olmuştur. Bu  tür iftiralar bir tarafa  adına "salatı tefriciyye" denen ve faydaları hakkında bir sürü yalanlar uydurulan ve olmazsa olmaz adedi olan" 4444" olan iftiraların sözleri üzerinde durmak istiyoruz.

“Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukdâ bihil-havâicu ve tünâlü bihir-reğâibü ve hüsnül-havâtimi ve yustaskal ğamâmu bivechihil Kerîm ve alâ âlihî ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma’lûmin lek.”

“Allahım! Bizim Efendimiz Muhammed’e (sav) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir, Allah’ım, onun ehl-i beytine, ashabına da her göz kırpacak kadar zamanda (her an, saniye) her nefes alacak zamanda sana malum olan varlıklar sayısınca salât et.”

İmamı Kurtubî Hazretleri şöyle buyurmuş: “Bir kimse, çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini, ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi (kalkması) için “Salât-i Tefriciye”yi (4444) defa okuyup, bu mübarek Salâtü Selâm ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, Yüce Allah, o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir sebeb yaratır ve ona muradını verir.”

Burada öncelikle " vesile edinmek" tabiri üzerinde durmak istiyoruz. Kur'anda ölü olan birini vesile ederek " onun yüzü hürmetine" şeklinde bir aracı edinme emri yoktur. Ancak hayatta olan kişiler birbirlerine dua edebilirler oda hiç bir kimseyi aracı edinmemek şartı iledir. Bu vesile edinme konusu maide suresinde "Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz." mealindeki ayete dayandırılarak sanki o ayet "ölü olanları dua için aracı kılın" şeklinde anlaşılmış vesilenin "onun yolunda cihad etmek" olduğu üstü kapatılarak maalesef bazılarının ekmeğine yağ ve bal olmuştur.

Tefriciyyenin sözlerine gelecek olursak " onun hürmetine düğümler çözülür" sözü felak suresindeki " düğümlere üfleyenlerin şerrinden " kime sığınılacağı bildirilmiş olup ,"birisinin hürmetine olmadan olmaz" şeklinde bir ilave olmamasına rağmen birisinin hürmetine düğümler çözdürülmeye çalışılmaktadır.

"hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir" sözü ile Allah cc nin şu ayetleri ne kadar uygunluk sağlamaktadır.

-2.186- Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar. 

-13.14-Hak duâ ancak onadır, ondan başka yalvarıp durdukları ise onları hiç bir şeyle icabet etmezler, onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucuna açana benzer ki o, ona gelmez, kâfirlerin duâsı hep bir dalâl içindedir. 

Bugün özellikle tasavvufi söyleme hakim olan düşünce insanın Allaha bir aracı olmadan ulaşamayacağı , bunun için bir veliyi aracı kılmak gerektiği düşüncesidir. Bu tamamen bir şirk düşüncesi olup Allaha bir iftiradır.Haşa Allah ile bir cumhurbaşkanını mukayese edip , "ona nasıl direk varılamıyorsa Allahada öyle varılmaz" deyip din baronlarının forsu öne çıkarılmaya çalışılmıştır.  


Zümer s. 3 ayeti bu durumu ne kadar açık bir şekilde ortaya koyar. "İyi bil ki Allahındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ıbadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki Allah onların aralarında ıhtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz"  

Kaf s. 16 ayetide Allahın kullarına ne kadar yakın olduğunu bildirmesi açısından dikkat çekicidir. "And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız."
 
"Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir" . 


Maksatlara ne onun yüzü hürmetine ulaşılır nede güzel sonuçlara onun yüzü suyu hürmetine varılır. Güzel bir sonuca kişi ancak dünyada yaptığı salih amellerin karşılığında ulaşır.

Tavsiyemiz şudurki içinde Allaha ve resulune iftiraya varan sözleri barındıran ne anlama geldiğinin farkında bile olunmadan okunan"salatı tefriciyye" nin  yerine, her nerede olursa olsun kullarını işiten , gören ve dualarına icabet eden dularının kabulu için onlardan muhammed sav i aracı bile istemeyen Allah cc ye halis bir kaple el açıp ondan istemek yeterli olacaktır.

-40.60- Rabbiniz: «Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir» buyurmuştur.

-7.55- Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez. 

Hıristiyanların isa as ilah seviyesi getirmelerine heves edilerek Muhammed as ı isa as gibi görmek durumuna düşen bazı müslümanlar bunun tezahürlerini müzik eserlerinde veya dualarında onu aracı ederek Allaha ve resulune güya sevgi gösterisinde bulunmak istemelerine rağmen bu yapılanlar kur'an tarafından red edilmektedir . Aksine bunların şirk olduğu ve kişiyi " müşrik" durumuna düşürdüğü ve resul as a dost olmak adına ona düşmanlık olduğu bilinmelidir.  

                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Eylül 2011 Çarşamba

KURBAN EDİLMEK İSTENEN İSMAİL AS MI , İSHAK AS MI ?

Kur'anda İbrahim as ın oğlunu kurban etmek ile imtihana tutulması konusunun içinde tartışılan konulardan birisi bu oğlunun kim olduğu meselesidir.Kur'anda bu konuda net bir isim zikredilmemesi geçmişteve günümüzde tartışlına konulardan birisidir. Bildiğimiz üzere İbrahim as ın ismail ve ishak adında iki oğlu vardır ve kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu geçmişte bazı tefsirciler tarafından ileri sürülmüştür. Şunu önce belirtmek isterizki kıssaların bize anlatılmasındaki ana fikrin o kıssadan bir hisse almak amaçlı olduğu ve önemli olanın o kıssada bizim için ne gibi bir mesaj olduğudur. Bu konunun tartışılması (kurban edilmek istenenin kim olduğu konusu) o kıssadaki Allaha en sevdiğini onun yolunda kurban edebilme teslimiyetinin arka plana atılarak kıssa içinde dönüp dolaşarak kıssaları geçmişte yaşanmış bir hikaye demeti olarak görmek anlamına gelir. Birde üstüne, kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu gibi bir düşünce kur'an bütünlüğünü hesaba katmadan anlaşılmaya çalışılan bir konunun ne gibi yanlışlara götürdüğünün bir örneğidir. 

Günümüzde "kur'anı tevrattan anlama" düşüncesininde bir uzantısı olarak gördüğümüz bu gibi düşünceler kuran kıssalarını tevrata doğrulatmak gibi yanlışlığın eseri olarak karşımıza çıkmaktadır. Halbuki esas olan kur'anı tevrattan değil tevratı kur'andan anlamaya çalışmaktır. Nasılki hadislerin doğruluğunu kur'anla sağlamasını yaptıktan sonra kabul veya red ediyorsak tevrattaki bir haberin doğruluğunuda kur'anla sağlamasını yapıp kabul veya red etmemiz gerekir. 

Kurban edilmek istenen oğlunun ishak olduğu tevratta yazdığı için bu düşünceye kapılanların kendi düşüncelirinin kaynağının geçmişteki  tefsirlere sızan israiliyat haberler olduğunu bilmeleri gerekir. Bunun traji komik diyebileceğimiz tarafıda modernist kur'an anlayışlarına sahip olan bir kısım zevatında bunu kabul etmeleridir. Bu konu "sadece kur'an " diyenlerinde sadece kur'an ile imtihanı olup net bir isim verilmeden ancak kur'an bütünlüğünde o ismin hangisi olduğu konusu tartışalımayacak kadar açık olan bir konuda, kur'an + rivayet + tevrat gibi yan kaynaklara teslim olmalarının göstergesidir.

Bu konu ile ilgili ayetlerin meallerini görerek devam edelim.  İbrahim as ın ateşten kurtulmasının ardından lut as ın kavmine gönderilen meleklerin önce ibrahim as a uğraması ile ilgili ayetlerin mealleri ile şu şekildedir.

Hud suresi 69-75. ayetlerinin meali  

69- Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.
70- Ellerinin ona uzanmadığını görünce (İbrahim durumdan) hoşlanmadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: "Korkma. Biz Lut kavmine gönderildik."
71- Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.
72- "Vay bana" dedi (kadın). "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.."
73- Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid'tir."

Hicr suresi 51-56. ayetlerinin meali 

51- Onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.
52- Yanına girdiklerinde "Selam" demişlerdi. O da: "Biz sizden korkmaktayız" demişti.
53- Dediler ki: "Korkma biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz."
54- Dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?"
55- Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma."
56- Dedi ki: "Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?"

Meryem suresi 47-50. ayetlerinin meali

47- (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi.
48- "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım."
49- Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakup'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
50- Onlara rahmetimizden armağan(lar) bağışladık ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.

Enbiya suresi 69-73. ayetlerinin meali

69- Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."
70- Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
71- Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık.
72- Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık.
73- Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi.

Saffat suresi 99-113. ayetlerinin meali

99- (İbrahim) Dedi ki: “Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir.”
100- “Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.”
101- Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik.
102- Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın.”
103- Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup  onu alnı üzerine yatırdı.
104- Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik.
105- “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.”
106- Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.
107- Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.
108- Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
109- İbrahim’e selam olsun.
110- Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
111- Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandır.
112- Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı da müjdeledik.
113- Ona ve İshak’a bereketler verdik. İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmeden de.

Zariyat suresi 24-30. ayetleri

24- Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi?
25- Hani, yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk."
26- Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi.
27- Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "Yemez misiniz?" dedi.
28- (Onlar yemeyince) Bunun üzerine içine bir tür korku düştü. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler.
29- Böylece karısı çığlıklar kopararak geldi ve yüzüne vurarak: "Kısır, yaşlı bir kadın (mı doğum yapacakmış)? dedi.
30- Dediler ki: "Öyle. (Bunu) Senin Rabbin buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir."

Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere hud suresideki bölümde "ishakın ve yakubun" müjdelenmesinden, hicr suresindeki bölümde "bilgin bir çocuk" müjdelenmesinden, meryem suresindeki bölümde "ishakın armağan edilmesinden", enbiya suresinde "ishakın" armağan edilmesinden, zariyat suresindeki bölümde "bilgin bir çocuk"müjdelenmesinden , en teferruatlı olarak anlatıldığı saffat suresindeki bölümde ise 112. ayette ishakın müjdelenmesinin önce İbrahim as ın bir oğlu daha olduğu anlaşılmaktadır ve İshak as ikinci bir oğul olarak zikredilmektedir. Öyleyse kıssada kurban edilmek istenen oğul ishak as değil öteki oğlu ismail as dır.

İbrahim as ın iki oğlunun ismi ibrahim suresi 39. ayetinde şu mealde geçmektedir.14. 39- «Kocamışken, bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.» Kur'anda İbrahim as ın iki oğlundan bahseden ayetlerdeki isim sıralamasına baktığımız zamanda ismail as ın ismi önce geçer buda bize ismail as ın ilk oğlu olduğu hakkında bir bilgi vermektedir.
-2.136 «Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız» deyin.
-2.140 Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? de. Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
-3.84«Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz, biz O'na teslim olanlarız» de.
-004.163] [DI] Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik. 

Kur'anı bir bütünlük içinde anlamaya örnek olarak gösterebileceğimz bir ayette, enbiya suresi 85. ayetidir bu ayette mealen " İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların her biri sabredenlerdendi." buyurulması ve ayette sabrın vurgulanması ile ismail as arasında bir bağ kurmak gerekirse saffat suresi 102. ayetinde "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın." ayetindeki sabrın vurgulanması ismail as ile bağlantılıdır. 

Bu kadar kolay anlaşılan bir konu hakkında böyle bir ihtilaf neden? diye bir sorunun cevabını yine klasik kur'an anlayışlarının hakim olduğu "kur'anı rivayetlerden öğrenme" mantığı yatmaktadır.Klasik tefsirlerde bile kurban edilmek istenen oğulun ishak as olduğu yolundaki haberlerin zayıf ve uydurma olduğu yolundaki söylemlere rağmen günümüzdede bu düşüncenin "sadece kur'an" diyenlerin bir kısmı tarafından dile getirilmeye çalışılmasının arka planında kur'an + ........ şeklinde ilaveler yatmaktadır. Halbuki" kur'anı kur'andan anlamak" şeklindeki bir yöntem ile okunan kur'anda böyle bir ters anlama ulaşmak mümkün değildir.

  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

1 Eylül 2011 Perşembe

Musa a.s a Verilen 9 Ayet ile On Emir Arasındaki Fark

Sayın ihsan eliaçıkla yapılan bir söyleşide kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar içinde olan isra 101. ayeti ile ilgili düşüncesini ele almak ve bu düşüncesine katılmama gerekçelerimizi ayetler ışığında ele almak istiyoruz. Sayın yazarın kur'an kıssaları ile ilgili düşüncelerine az çok vakıf olduğumuz için isra s. 101. ayeti ile ilgili düşünceside bu görüşleri doğrultusundadır. Malum olduğu vechile ihsan eliaçığın bu düşünceleri kendi ürünü olmayıp tarihi derinlikleri olan bir düşüncedir ve bu düşünceyi dillendirenlerdeki genel  anlayışa oda kendisini kaptırmış ve kendisinin kur'an meali olmasına rağmen kur'an bütünlüğünü gözetmeden  ve oluşturulan önkabulleri kur'ana onaylattırma amaçlı olduğu gözden kaçmayan tesbitlerini isra s. 101. ayeti ile ilgili sorulan bir soruya verdiği cevapta görmekteyiz. Önce sayın yazar ile yapılan röpörtajdaki soruyu ve onun verdiği cevabı görelim.  

İsra suresi 101 ayette “ve andolsun biz Musa’ya apaçık dokuz ayet verdik” diyor. Burada kastedilen on emir mi? Eğer böyleyse kadim bilgilerimiz bize dokuz değil on emir olduğunu söylüyor. Hangisi doğru dokuz mu on mu? 
Cumartesi yasağı daha sonra kaldırıldı. Bu ayet kaldırıldıktan sonra dokuz ayet kalıyor. Birde iki ifade; Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın ile Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin... diye belirtilen iki ayet tek bir ayette sayılabiliyor. 
Sayın yazar daha önceki bir yazısındada bu düşünceleri doğrultusunda görüşler serdetmiştir o yazısındanda  alıntı yapıp sonra bu düşünceleri hakkındaki düşüncelerimize geçelim.



 Aynı şekilde Kur’an, halkını sınıflara ayıran, zayıfları ezen, erkeklerine kurbanlık koyun muamelesi yapan, kadınlarını hayasızlığa zorlayan ve böylece ülkede “devlet terörü” estiren Firavun yönetimine, Hz. Musa aracılığı ile “dokuz ayet” iletildiğini söyler. (İsra; 17/101, Neml; 27/12).


Bu dokuz ayetin ne olduğunu Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır;


“Saffan bin Assal’dan, o şöyle demiştir: “Bir Yahudi arkadaşına Bizi şu peygambere götür de “apaçık dokuz ayet” hakkında soralım dedi. Bunun üzerine hep beraber Hz. Peygamber (s.a.v) ’in yanına gittik. O ikisi soruyu sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bu dokuz ayet; 1- Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın 2- Hırsızlık yapmayın 3- Zina yapmayın 4- Adam öldürmeyin 5- Sihir yapmayın 6- Faiz yemeyin 7- İftira atmayın 8- Savaşta kaçmayın 9-Cumartesi yasağına riayet edin…dir.” dedi. Bunun üzerine o iki Yahudi ayağa kalktı ve Hz. Peygamber’in ellerini ayaklarını öperek şöyle dediler; “Şahadet ederiz ki sen peygambersin. Eğer kavmimiz tarafından öldürülmekten korkmasıydık, hiç şüphesiz sana tabi olurduk.” (Razi, Kurtubi, İbn Kesir).


Öyle anlaşıyor ki bunlar aslında Firavun yönetimine yönelik çağrılardı. Çünkü Hz. Musa’dan bu “dokuz ayeti” Firavun yönetimine iletmesi istenmiştir. Firavun’un “ateşe çağıran çete elebaşları” (eimme) bunlara uymaya çağırılmıştır.


 
Öncelikle söylemek isterizki sayın yazar musa as ın kıssasındaki kronolojik sırayı karıştırmıştır. Çünkü  firavun ve kavmine verilen 9 ayet (mucize) ile firavun zulmunden kurtulup rabbi ile buluşmaya gittiğinde aldığı levhaları ( sayın yazarın 10 emir dediği) alma zamanı ve bu ayetlerin mahiyetleri farklıdır. Kur'an ayetleri ile bu konuyu biraz daha genişletelim. 


17.101- Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»  

27.12- Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz ayet  ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır 


Neml s. 12. ayetinde musa as ın Allah cc tarafından kendisine verilen 9 ayet (mucize) ile firavun ve kavmine gönderilmesi anlatılmaktadır. "Firavun ve kavmine" denilmesi firavuna ve kendi kavmine değil "firavun ve onun kavmine" dir. Firavun ve kavmine verilen 9 ayetin kur'andaki anlatımı şöyledir. Musa as kıssasının araf s. ve şuara s. bölümlerinde firavun ile ilk karşılaşması şu şekilde anlatılır.

7.107-108- Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir ejderha oluverdi; elini çıkardı, bakanlar bembeyaz olduğunu gördüler.

 26.32 -Bunun üzerine Asasını bırakıverdi, ap açık bir ejderha kesiliverdi.
 26.33- Bir de elini çekti çıkardı, o da bakanlara bem beyaz oluverdi.
 

Bu ayetlerde musa as a verilen 9 ayetten (mucizeden) ikisinden bahsedilmektedir. 3. ayet kıssanın araf ,taha ve şuara s. ayetlerinde anlatılmaktadır.

 7.117- Biz de Musa'ya, «Asanı koyuver» dedik, o da koydu; hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. 

 20.69- «Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»

 26.45- Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor! 
  
Asanın sihirbazların sihirlerini yutmasının ve sihirbazların iman etmesinin ardından araf s. 133. ayetinde 5 tane daha ayet zikredilmektedir.

7.133- Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler (mucizeler) olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.

Bu musallat kılınan ayetlere firavun kavminin tepkileride diğer ayetlerde şu şekilde anlatılmaktadır.  zuhruf s. 46.50. ayet mealleri şöyledir. 

46- Andolsun, Biz Musa'yı, Firavun'a ve onun 'önde gelen çevresine' ayetlerimizle gönderdik. O da, dedi ki: "Gerçekten ben, alemlerin Rabbinin elçisiyim."
47- Fakat onlara ayetlerimizle geldiği zaman, bir de ne görsün, onlar bunlara (alay edip) gülüyorlar.
48- Biz onlara biri ötekinden daha büyük olmayan hiçbir ayet göstermedik. Belki dönerler diye, onları azapla yakalayıverdik.
49- Ve onlar dediler ki: "Ey büyücü, sende olan ahdi (sana verdiği sözü) adına bizim için Rabbine dua et; gerçekten biz hidayete gelmiş olacağız."
50- Fakat onlardan azabı çekip-giderince, bir de görürsün ki onlar andlarını bozuyorlar.
Firvun ve kavmine gönderilen 9. ayet ise denizin yarılma olayıdır ve bu olayda şuara s. 63. ayetinde bildirilmektedir. 
26.63-Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.

Bakara s. ve araf suresinde musa as ın asasını taşa vurarak oradan 12 pınar fışkırdığını görüyoruz. Anck bu ayet (mucize) in firavun ve kavmi ile bağlantısı yoktur bu ayet israiloğulları ile bağlantılıdır. Yukardaki ayetlerde firavun ve kavmine gönderilen 9 ayetin (mucizenin) geçtiği ayetleri gördük.

Araf suresinde musa as ve israiloğullarının firavun zulmunden kurtarıldıktan sonra rabbi ile 40 gece sözleşip onunla buluşmaya giitiğini ve buluşmada ona levhalar (on emir) verildiğini görüyoruz. Konu ile ilgili ayet mealleri şöyledir. 


138- İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi.
139- Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
140- "O sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah'tan başka bir İlah mı arayacağım?"
141- "Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı."
142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi.
143- Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.
144- (Allah:) "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol."
145- Biz ona Levhalarda herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) "Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim" (dedik).
146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. 

 Bu ayetlerden anladığımıza göre firavun ve kavmine verilen 9 ayet (mucize) ile musa as a firavun zulmunden kurtulduktan verilen levhaların (on emirin) arasında kronolojik bir zaman farkı olup sayın yazarın iddiasını yalanlamaktadır
On emir ile 9 ayet ile illaki bir bağ kurma niyetinde olan sayın yazar matemetik dehası !! sayesinde on emirden biri olduğunu iddia ettiği cumartesi çalışma yasağının sonradan kaldırıldığını iddia ederek 9 sayısına ulaşmak başarısını göstermiştir!!. Ne zaman kaldırıldığı konusunda herhangi bir bilgi vermeyen sayın yazar "önemli olan rakamları eşlemek gerisini geç " dercesine orayı es geçmiştir. Acaba israiloğullarına haram kılınan bazı helaller ne zaman kaldırılmıştır? bunun cevabınıda kur'andan bulmaktayız. 
nisa s. 160. ayetinde 

"Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık "

 mealinde buyurulmasından, ali imran s. 50 . ayetinde isa as ın dilinden

"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin. 

 mealinde buyurulmasından , araf s. 157. ayetinde 

"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları elçiye, o okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar. O, onlara iyilik emreder ve onları kötülükten alıkoyar, temiz, hoş şeyleri kendileri için helal, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indirir atar. İşte o zaman ona iman eden, ona tam saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile brlikte indirilen nuru izleyen kimseler; işte o asıl maksada ulaşan kurtulmuşlar, onlardır."
 

 mealinde buyurulmasından anlaşılmaktadırki,zulumleri sebebi ile kendilerine Allah cc tarafından ceza olarak verilen önceden helal olan bazı şeylerin onlara haram kılınmasına son verilmesi bir kısmı isa as   ile geri kalnı ise muhammed as ile helal kılınmıştır ve bu helallığa cumartesi yasağıda dahildir.


Sayın yazar bir başka yazısında bu görüşünü muhammed sav e destekletmek amacı ile rivayetleri referans gösterip bu 9 ayet ile on emiri  haşa onada karıştırtmaktadır. Halbuki kendisininde hem fikir olacağını düşündüğümüz ve hadis usulunde " metin tenkidi" dediğimiz usule göre rivayetlerin kur'anla sağlamasının yapılması ve bu sağlama neticesinde sahih veya uydurma olup olmadığının anlaşılabileceği bilinmektedir. ve bu rivayetin, yukarda verdiğimiz ayetler ışığında ele alındığı takdirde sahih olamayacağı aşikardır. 

Peki ihsan eliaçık bu hataları neden ve nasıl yapıyor? şeklinde bir soruya verilecek cevabımızda şı olacaktır. Öncelikle kur'anı, kur'andan değilde kur'an dışı düşüncelerin ışığında anlamaya çalışan kafaların bu tip hatalara düşmesi kaçınılmazdır.Çünkü önce kafada bir şablon oluşturulup kur'an kavramlarını veya kıssalarını bu şablona göre anlamaya çalışılmaktadır. Bu şablona uymayan ayetlerde haliyle ona uydurulmaya çalışılacaktır. İhsan eliaçığında yapmaya çalıştığı budur. Özellikle kur'an kıssaları konusundaki görüşlerini bu şablon ışığında anlamaya çalışan sayın yazar "ben yaptım oldu" mantığı içinde ayetleri kur'an bütünlüğü ve tarihi seyir hesabı yapmadan karıştırarak okuyucunun önüne koymaktadır.

"Kur'anı mümince anlamak" veya "kur'anı kur'andan anlamak" düsturunun gereğince kur'ani kavramları veya kıssaları kur'an verileri ışığında anlamaya bu düstüre aykırı olduğumuz anlatımların doğru bildiğimiz şekli ile anlamaya ve anlatmaya elimizden geldiğince devam edeceğiz. 

             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


24 Ağustos 2011 Çarşamba

Tebyinül Kur'andan Tahriful Kur'an Örnekleri 7 (Bakara Kıssası)

"Tebyinül kur'an" adlı eserdeki tahrifleri ele almaya bakara suresine adını veren bakara kıssası ile devam ediyoruz. Bu kıssadada sayın yazar diğer kur'an kıssalarında olduğu gibi kelimeler üzerinde oynayarak ve tarihi sıralamayı göz ardı ederek , musa as ın kur'anda anlatılan kıssasının diğer kısımlarıyla karıştırarak tahrif cinayetlerine devam etmektedir. Önce kıssa ile ilgili verdiği ayetlerin meallerini verelim. 

67.         Ve hani Mûsâ kavmine, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. O [Mûsâ], “Ben câhillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım” dedi.
68.         Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o [sığır] her ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. O [Mûsâ], “O [Rabbim] diyor ki: ‘Şüphesiz o [sığır], pek yaşlı değil, pek körpe de değil, ikisi arası dinçtir.’ Haydi, emrolunduğunuz şeyi yapınız” dedi.
69.         Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. O [Mûsâ], “Şüphesiz O [Rabbim] diyor ki”: “Şüphesiz o [sığır], rengi bakanlara sürur veren, sapsarı bir inektir” dedi.
70.         Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle doğru yolu bulmuşlarız” dediler.
71.         O [Mûsâ], “Şüphesiz O [Rabbim] diyor ki”: “O [sığır], zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte tam şimdi gerçeği getirdin” dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı.
72.         Ve hani siz bir nefsi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.
73.         Sonra Biz, “Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın” dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir.

Dikkat edileceği üzere kıssanın 67. ile 72. ayetleri arsı mealinde bir problem olmamasına rağmen 73. ayetin meali üzerinden kıssayı anlatarak iddia attiğimiz tahrifini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Şimdi eserinde bu kıssasile ilgili yazdıklarına bakalım.  

Bu pasaj, İsrâîliyâtın etkisiyle yanlış yorumlanmıştır. Âyetlerin tahliline geçmeden bu konuyla ilgili iddialara yer vermek istiyoruz .  

Şeklinde klasik bir girişle başlayarak eserin hacmini veya kendi yaptıklarını örtme amacıyla bizimde kabul edemeyeceğimiz rivayetleri sergileyerek tabiri caizse yavuz hırsız veya minareye kılıf uydurma amaçlı olarak eserinde yer vermektedir. 

Burada sayın yazarın katılmadığı ancak bizim katıldığımız bir görüşüne yer vermek istiyoruz. 

Bu pasaj klasik kaynaklarda, İsrâîloğulları'nın işi fazla detaya boğmaları nedeniyle işlerinin zora koşulduğu, o sebeple verilen emri fazla irdelemeden hemen yapılması gerektiği noktasında açıklanmıştır. 

Kur'anda müminlerin vasıflarından biri olarak zikredilen konulardan biriside Allah ve resulu bir işe hükmettiği zaman müminlerin ona teslim olmaları şeklindedir. Tabiki bu emirler resul olan musa as ve rabbinin verdiği bir emir içinde geçerlidir. 

33.36 Allah ve resulu bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur. 

24.51 Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: «İşittik, itaat ettik» demek, ancak müminlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır. 

Bakara s. 93. ayetinde bu konunun esas amacı hususunda bizlere bir mesaj verilmektedir.  
 
 2.93 Sizden kesin söz almış ve Tur'u tepenize dikmiştik, «Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve dinleyin» demiştik «İşittik ve karşı geldik» dediler de inkarları yüzünden buzağı sevgisi kalblerine sindirildi. De ki, «Eğer inanmışsanız, imanınız size ne kötü şey emrediyor?



Kur'anda israiloğulları ile ilgli ayetlere baktığımız zaman onların firavunun zulmundan kurtarıldıklarını ve onca rızık ile nimetlendirilmelerine karşılık onların buna şükür değil nankörlük ile cevap verdikleri bildirlmektedir. Ve bu nankörlükleri karşısında israiloğuları daha ağır imtihanlarla karşılaştırılmaktadır. Bakara kıssasında anlatılan olayda bunun bir örneğidir. İçlerine buzağı sevgisi sindirilen bir kavmin onu kesmek ile imtihanları bu kıssanın amaçlarından biridir.Amacımız bu kıssadaki tahrif konusu olduğu için bu kıssa ile ilgili anlatılmak istenen hisse konusunu ayrı bir yazımızda ele almak istediğimiz için biz tebyinül kur'an adlı eserden alıntılarla iddialarımızı ortaya koymaya çalışacağız.

Yukarda dediğimiz gibi kıssanın 67.ile 72. ayetlerinin mealinde herhangi bir problem yoktur, ancak kıssayı dayandırdığı 73. ayet mealinde ve konu ile yazdıklarında sayın yazar kur'an tarafından verilen tarihi verileride hiçe sayıp konuyu tamamen karıştırarak şöyle devam etmektedir.

73.         Sonra Biz, “Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın” dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir.

Bu âyetlerde de İsrâîloğulları'nın geçmişlerinden başka bir kesit; atalarının işlemiş olduğu bir cürüm ve Allah'ın onlara verdiği emirler nakledilmekte; ayrıca Mûsâ'nın işlediği cinâyet nedeniyle başına gelebilecek sıkıntılardan kurtulması için o'nun Mısır'dan başka bir yere gönderilişi konu edilmektedir. Aynı konu Kasas sûresi'nde de yer almıştı.  

Sayın yazarın  "bu ayetlerde   Musa as ın işlediği bir cinayet nedeniyle başına gelebilecek sıkıntılardan kurtulması için onun mısırdan başka bir yere gönderilişi konu edilmektedir" şeklindeki bir iddiasına karşı önce kelimeleri tahrif etmeden önceki tarihi bilgileri nasıl tahrif ettiğini görelim.  

Bakara suresindeki israiloğulları ile ayetlerin başlangıcı 40. ayettten başlamaktadır. 50. ayette "firavunun zulmunden kurtarıldıkları" hatırlatılan israiloğullarına  atalarının bu kurtuluştan sonraki yaptıkları hatırlatılmaktadır. Yani anlatılan tarihi süreç firavunun boğulup denizden karşı tarafa geçtikleri zaman içindeki olaylardır. Bilindiği gibi mu sa as ın işlediği cinayet mısırda ve daha resul olmadan önceki bir olaydır. Sayın yazar bu olayı karıştırarak kıssayı tahrife dayanak yapmaya çalışmaktadır.

Sayın yazar konuya şu şekilde devam etmektedir.

Burada Mûsâ'nın elçiliğe hazırlanışı ve o'nun vahye muhatap olması nedeniyle sosyal ölülerin diriltilmesi söz konusudur. Âyetteki, Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir ifadesi de, buna işaret eder, cesedin canlanmasına değil. Nitekim Rasûlullah ve o'nun tebliğ ettiği vahiylerle ilgili de şöyle buyurulmuştur  

Sayın yazar musa as ın elçiliğe hazırlanma zamanını ve mekanını buradada karıştırmış ve "sosyal ölülerin diriltilmesi söz konusudur" demektedir. Halbuki kendisinin 72. ayete verdiği mealde "hani siz bir nefsi öldürmüştünüz" şeklinde verdiği ayet mealini unutarak buradaki öldürme hadisesini mecaz olarak görmekte ve hakiki anlamda verdiği meale karşılık ayetin izahında bunu mecaz olarak değerlendirmekte ve kur'anda mecaz olarak geçen ayetleri iddiasına dayanak olarak sunmaktadır. Yazar daha önceki yazılarımızdaortaya koyduğumuz şekilde tenakuzlarına bir yenisini daha katmaktadır. Eserinde gözümüze çarpan bir husus bir  konu ile ilgili tefsirlerdeki geleneksel yanlış bilgileri ortaya dökerek eserin hacmini büyültmesi ve o yanlışların üstüne kendi yanlışını bine ederken o yanlışla kendi yanlışını örtmeye çalışmasıdır. Sayın yazarın  eserinde şimdiye kadar okumaya fırsat bulduğumuz kadarıyla bir göz boyama diyebileceğimiz şekilde yüzde 70 i yanlış alıntılarla eserini doldurup yüzde 30 kendi düşüncelerini ortaya koymaya çalışmasıdır.
73. ayeti kıssadan ayrı bir ayet olarak değerlendiren sayın yazar aşağıdaki şekilde devam ederek ve mevdudinin eserinden alıntılarla tefsirSine devam etmektedir. Mevdudinin bu yazdıklarına bizimde katılmadığımızı ifade edelim. 

Bu paragraf, “sığır kesme” pasajının devamı olarak algılanmış, makul ve makbul olmayan iddialar öne sürülmüştür. Bunlardan biri de, birçok konuda takdir ettiğimiz Mevdûdî tarafından zikredilmiştir:  

Mevdudiden yaptığı alıntıların devamında sayın yazar şu şekilde devam etmektedir. 

Âyette geçen  بعض[ba‘z] sözcüğü, “kısım, parça” anlamında edat olduğu gibi, بَعُضَ [ba‘uza/eza etti, acıttı] fiilinin mastarı da olabilir. Klasik anlayış, sözcüğün “parça” anlamını [edat hâlini] dikkate almıştır. 

BA‘Z
بعض [ba‘z] sözcüğü, “parça” anlamında kullanıldığı gibi, بعض [ba‘uza/dişledi, eziyet etti] fiilinin mastarı da olur. Hatta,  بعوضة[ba‘uzat/sivrisinek] sözcüğü de buradan gelir.[48]

DARB
Bu sözcüğün de birçok anlamı vardır. Bu konu hakkında Sâd sûresi'nin tahlilinde Eyyûb kıssası sadedinde açıklamalarda bulunmuştuk ve kelimenin, “yola çıkmak, bir başka yere gitmek” anlamını tercih etmiştik.[49]
Sözcükler bu anlama alındığında mana şöyle olur: Öldürülen kişi sebebiyle Mûsâ'ya eza edilmemesi için o'nu Mısır'dan uzaklaştırın, yola koyultun. Burada emir, Mûsâ'ya Mısır'dan kaçmasını öneren kimseye verilmiş, o da Mûsâ'nın Mısır'dan kaçmasını sağlamıştır. Bu kişi Mü’min sûresi'nde, “Firavun'un yakınlarından olup imanını gizleyen biri” olarak nitelenmiştir. Biz bu kişinin, Firavun'un karısı –ki Kur’ân'da övülmektedir– olduğu kanaatindeyiz. 

Sayın yazar 73. ayeti kıssadan ayrı bir paragraf olarak değerlendirerek "ba'z"kelimesi üzerinde durarak makul ve makbul !! iddalarına delil getirmeye devam etemktedir. "ba'z" kelimesinin sonundaki "he " zamirini hesaba katmadan bu kelimenin esas anlamını bırakıp yan anlamını tercih etmektedir. ragıp elisfahaninin müfredatında bu kelimenin anlamı "bir nesnenin cüzü, kısmı yada parçası " olarak verilmiş sivrisinek anlamı ise esas anlamından hareketle " diğer hayvanlara nispetle cisminin küçük olmasından dolayı" verildiği yazılır . Yani" bir nesnenin bir kısmı" bu kelimenin esas anlamıdır ve siyak ve sibaka uygun olanda budur. 

Yine aynı şekilde "darebe " (vurmak) fiilinede esas anlamını terkederek yan anlamını tercih etmiş ve bu iddiasını "özrü kabahatinden büyük" dedirtecesine eyyub as kıssasındaki darebe fiilinede yola çıkmak anlamını verdiğini buradada bunu tercih ettiğini söylemektedir. "darebe" fiiline "yoa çıkmak" manası yine esas anlamından hareketle ayakları yere vurmaktan kinaye olarak yan anlam olarak verilmiştir. Ancak burada verilmesi gerekn esas anlamı terkederek yan anlamı tercih etmiştir . Halbuki siyak ve sibaka uygun olan esas fiilin esas anlamıdır. 

 Sayın yazar burada artık tabiri caizse iyice çuvallayarak mutad olduğu üzere tenakuzlarına devamla 73. ayete şu anlamı vermektedir. "öldürülen kişi sebebiyle musaya eza edilmemesi için onu mısırdan uzaklaştırın" burada kur'an bütünlüğü ve arapçanın kuralları darmadağın edilerek verdiği mananın makul ve makbulluğu!!  üzerinde biraz duralım. Öncelikle bakara kıssasının tarihi ile musa as ın işlediği cinayet zamanı arasındaki zaman farkını  hesaba katmayan sayın yazar  "idrubuhu bi ba'diha" kelimesini musaya eziyet edilmemesi için mısırdan uzaklaştırın" şeklinde meallendirerek kur'anda israiloğulları için söylenen "kelimeleri yerinden oynatmanın" örneklerini sergilemiştir. Sayın yazar arap gramer kaidelerini kendi belirleyerek "hu" müzekker zamiri ile "he" müennes zamirlerini musa as için kullanmaktadır.Arapları " bizleri babalarımızın bulduğumuz dilden geri çevirmek isteyen bir adam dedirtircesine gramer kurallarını dahi hevası uğruna tahrif etmekten çekinmeyen bir arapça uzmanıdır!!! sayın yazarımız.Tarihi hesaba katmadan yaptığı tahriflere birini daha ekleyerek, musa as ın gençlğinde yani daha resul olmadan işlediği cinayet ile firavunla olan mücadelesinin anlatıldığı mümin suresindeki " imanını gizleyen adamı"  firavunun karısı" olarak söyleyip kendini iyice gülünç duruma sokmaktadır. mümin s. 28 ayetinde " gale raculun mü'minun"  ayetini acab hangi arap " kadın bir mümin " olarak anlamış bizim sayın yazarımız buna kadın diyor? . O ayetlerde mümin kişi için erkek tabirini kullanmış olsa bile o mümin kişinin musa as  ile bir konuşması olmadığını ayetlerde görmekteyiz. 

Sonuç olarak: özellikle kur'an kıssaları üzerindeki tahriflerini ortaya koymaya çalıştığımız "tebyinul kur'an" adlı eserin bakara kıssasında gördüğümz üzere diğer tahrif edilmiş kıssalara ilaveten burada tarihi olayların seyri birbirine karıştırılarak ve kelimeler yerinden oynatılarak sayın yazarın adeti olduğu üzere tahriflere " durmak yok yola devam" denilmektedir. Biz bu yazımızı sayın yazar kıssadaki tahirflerini ele alma amaçlı olarak yazdığımız için bu kıssadan hisse alma amaçlı olarak anlaşılması gerekenlerin üzerinde bir başka yazımızda durmak istiyoruz. 
               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC   BİLİR.

Al-i İmran7. Ayeti Işığında Arş Kavramı,Sekiz Meleğin Arşı Taşıması

3 -7- Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. 

Allah cc bu ayetinde kur'an ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak iki kısım olduğunu bizlere bildirmektedir. "Muhkem" kelimesinde  pek fazla bir anlama sorunu olmamasına rağmen "müteşabih" kelimesinde bir çok ihtilaf meydana gelmiştir. Genel geçer bir anlayış olarak  "müteşabih ayetler bilinemez" şeklindeki bir anlayış kur'ana uyan bir anlayış değildir. Kamer suresinde 4 ayette ve kur'anın diğer ayetlerinde "düşünüp öğüt alınması için kolaylaştrılmış bir kitap" olarak vasıflanan bir kitabın içinde anlaşılmaz ayetler gurubunun  olduğunu iddia etmek bu ayetlere muvafık değildir. 


Kur'an ayetlerine baktığımız zaman bize iki alan hakkında bilgiler verdiğini görürüz.1. gözlerimizle şahit olduğumuz alan  2. gaybi alan , gözlerimizle şahit olduğumuz alan ile ilgili ayetler "muhkem ayetler" kategorisinde değerlendirilmektedir .Ancak gözlerimizle şahit olmadığımız  ve " gaybi alan " dediğimiz Allah, cennet ,cehennem,cin, melek, şeytan, gibi kavramlarda kur'anda bizlere  anlatılmaktadır. Müteşabih kelimesinin " benzeştirmek" olan  anlam karşılığındanda anlaşılacağı üzere Allah cc" gaybi alan " kategorisine dahil olan kısmı  bizlere muhkem ayetlere benzeştirerek anlatmaktadır.  İnsanların anlama kapasitesi gözleri ile gördüğü ve aklı ile algılayabildiği  ile sınırlı olması hasebiyle Allah cc bizlere bu gayb alanınıda bizim anlama kabiliyetimize uygun olarak bizlere bildirmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse müteşabih ayetlerin özelliği "ŞAHİD OLMADIĞIMIZ GAYB ALEMİNİN, GÖZÜMÜZÜN VE AKLIMIZIN SINIRLARI DAHİLİNDE BİZLERE ANLATILMASI" dır. Ve bu anlatım uslubu içinde kur'andaki arş , istiva,yed, vech, vs gibi kavramlar bizlere anlatılmaktadır. Biz bu yazımızda "arş " kavramının kur'anda ne şekilde anlatıldığını anlamaya çalışacağız. 


"arş" kavramının önce muhkem olarak kullanıldığı ayetleri görelim.                                                                                                                                                                                                       27-23- "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir arşa var.                                                                                                                                                 
12-100- Babasını ve annesini arşa  çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur.   

  Her  iki ayette geçen "arş" kelimelerinin anlamı "taht "tır. Bu kelimenin ifade       ettiği anlam ise güç ,kudret ,azamet  göstergesidir. Sebe melikesinin ve yusufun hükümranlığının ifadesi üzerinde oturduğu "taht veya arş" ile anlatılmaktadır. Kur'anda bir çok ayette " Rahman arş üstüne istiva etti " mealinde ayet bulunmaktadır. 7.54-  10.3 - 13.2 - 20.5- 25.59- 32.4  gibi . birde Allahın "büyük arşın rabbi" olduğu mealinde ayetler bulunmaktadır . 9.29-17.42- 21.22- 23.86-23.116-27.26- 40.15- 43.82- 81.20-85.15 .   "istiva" kelimesinin lügat anlamına baktığımızda "oturmak" şeklinde bir anlam çıkmaktadır.    "errahmanu alel arşı isteva " ayetinin meal karşılığıda "rahman arş üzerine oturdu" şeklindedir.     Şura s. 11 de  " o nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur " mealindeki ayete göre Allahı yarattıklarının hiç bir şekilde benzeri olmadığına göre bu ayetleri ne şekilde anlamak gerekir sorusu gündeme gelmektedir. Haşa Allah cc yi insanların tahta  oturması şeklinde bir oturma  anlayışının  sapık bir anlayış olduğuna göre   yine  bir kralın tahta oturmasının  onunmecazi olarak  güç kudret ve iktidar sahibi olmasını ifade ettiğini unutmayalım.  


  Müteşabih kavramına yüklediğimiz anlam çerçevesi içinde bu ayetlere baktığımız zaman ayetler bize açılmaktadır." Müteşabih "kavramını  " ŞAHİD OLMADIĞIMIZ GAYB ALEMİNİN, GÖZÜMÜZÜN VE AKLIMIZIN SINIRLARI DAHİLİNDE BİZLERE ANLATILMASI "  şeklindeki tariften yola çıkarak arş ve istiva kavramlarınının anlaşılabileceğini düşünüyoruz.( Tabiki burada parantez içi bir hatırlatmamızda  olacaktır kökleri tarihte kalmış "mücessime" akımının düştüğü yanlış bu ayetleri lafzi bir biçimde yorumlayarak Allahı insan biçimci bir şekle sokması ve sapkınlığa düşmesidir) Şahid olduğumuz alan verileri ile düşündüğümüz zaman bir hükümdarın hükümranlığının sembolu onun üzerinde oturduğu tahtıdır. Bir hükümdarın oturduğu tahtın büyüklüğü, hakimiyeti ile orantılıdır. Allah cc  arşının büyüklüğünü  bizlere  teşbih ile anlatarak azameti , kudreti ve hakimiyeti karşısında ancak ona secde edilebileceğini bizlere göstermektedir. 

Burada yeri gelmişken Allahın arşının büyüklüğünü ifade etmesi bakımından bakara 255.ayeti olan " ayetel kürsi" olarak bilinen ayeti hatırlamakta fayda var. " onun kürsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır"  ayetindeki  "kürsi" kelimesinin anlamınıda hatırlamak gerekirse "kürsi ,arşın altında bulunan    Allah cc nin yarattığı bir şey olarak tarif edilmiştir" anadoluda bilidiğimiz gibi yüksek  bir yere çıkmak için kullanılan veya kahvelerde oturulan küçük sandalyelerede kürsi denir.  "kürsi" kavramı muhkem anlam olarak sad s. 34. ayettede geçmektedir ancak buradaki " kürsi" kelimesi meallerde  hatalı olarak "taht " şeklinde çevrilmiştir . 

Kürsi kelimesinin anlam karşlığı "yüksek bir yere çıkmak için  ku llanılan   bir araç " manasında anladığımız zaman Allah cc nin arşının büyüklüğünün anlatılışı dahada azamet kazanmaktadır bakara 255. deki " kürsi" kelimeside müteşabih olarak anlamak gerekmektedir.Arşına çıkmak için kullandığı kürsinin genişliği gökleri ve yeri kaplayan ALLAH CC nin arşının büyüklüğünü kürsisinin kapladığı alan doğrultusunda anlamaya çalıştığımız zaman " arşının" ,dolayısıyla hakimiyetinin büyüklüğü karşısında  onun  hakimiyetini inkar eden kullarının acziyeti ve zavallığını   sözler anlatmaya yetmez.

"Arş" kavramının müteşabih (benzeştirmeli)   bir anlatım tarzı ile Allah cc nin kullarına kendi azametini anlatması  olarak anladığımız  zaman zihni kapasitemizin en son sınırlarını zorlayarak Allahın hükümdarlığını  anlamaya gayret etsek bile bu onun büyüklüğünü anlamaya yeterli olmayacaktır .Böylesine ululuk .azamet. ve hükümranlık sahibi olan Allah cc karşısında biz kullarına düşen ise ona  ortaklar koşmadan secde etmektir.  


"Arş " kavramının geçtiği  hakka s. 17. ayetinde  müteşabih bir kullanımın güzel bir örneği verilmiştir.  bu konuyu anlamak için hakka suresi 13. ve 37. ayetlerini okumamız gerekmektedir . ayet mealleri şöylediir. 

13- Artık sur'a tek bir üfürülüşle üfürüleceği.
14- Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman.
15- İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vukubulmuş (gerçekleşmiş)tur.
16- Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.'
17- Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek) taşır.
18- Siz o gün arzolunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz.
19- Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun."
20- "Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım."
21- Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir.
22- Yüksek bir cennette.
23- Devşirilecek (meyve ve eşsiz ürün)leri pek yakındır.
24- "Geride kalan günlerde, 'peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere,' afiyetle yiyin ve için."
25- Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi."
26- "Hesabımı hiç bilmeseydim."
27- "Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi.
28- "Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı."
29- "Güç ve kudretim yok olup gitti."
30- (Allah buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın."
31- "Sonra çılgın alevlerin içine atın."
32- "Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin."
33- "Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu."
34- "Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı."
35- "Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur."
36- "İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur."
37- "Bunu da, hata edenlerden başkası yemez."

Ayetlerden anlaşıldığı üzere kıyamet sonrası olacaklar bizlere bir mahkeme salonu görüntüsü içinde teşbihi bir şekilde anlatılmaktadır.   13.14.15.16. ayetlerde kıyametin kopuşu anlatılmaktadır. 17. ayette meleklerin semanın etrafını çevirmelerini davalıların mahkemeden hesabı görülmeden çıkmamasını sağlamak  yani kaçmanın mümkün olmadığı , davalılar hazır bulundurulduktan sonra ve yine teşbihi bir biçimde mahkeme başkanının azametli bir biçimde  salona girişi resmedilmektedir.    

Zengin ve soylu kişilerin çölde 4 kişinin taşıdığı "tahtırevan" denilen  araçlarla yol aldıklarını  bazı arap filmlerinde gözümüze çarpmıştır. Zenginlik ve ihtişamın göstergesi olan bu araçlarla taşınmanın teşbihi bir şekilde 8 ayrı melek tarafından taşınmasının bize anlatmak istediği, Hakimlerin hakimi olan Allah cc nin azameti ve büyüklüğünü  müteşabih bir anlatım  tarzıyla anlatılmasıdır. Etrafı kimsenin dışarı çıkamamasını sağlamak amacıyla melekler tarafından çevrilmiş bir salona benzetilen yer , yine azamet ve büyüklüğün bir göstergesi sayılan tahtırevanın dahada azametli olduğunun göstergesi 8 melek tarafından   "arşının 8 melek tarafından taşınması" ayeti ile anlatılması herkes hazır olduktan sonra mahkemeye hakimin girişi resmedilmektedir. 

18 ayette  mahkeme başlamıştır  , 19.24 ayetler arasında    suçsuz görülüp kitabı sağından verilen kişi ebedi kalacağı cennete gönderilir.   25. 37 ayetler arasında kitabı solundan verilerek ebede cehenneme gönderilen kişinin bu karara bir itirazı olmadığını görmekteyiz. Çünkü hakimlerin en adili olan Allah cc tarafından muhakeme edilmiştir. ve devamında gerekçeli kararıda açıklanmaktadır. Buna benzer bir mahkeme salonu teşbihi zümer suresi 68 ile 75 ayetlerdede görmekteyiz. 


Sonuç olarak ali imran s. 7 ayeti ışığında muhkem ve müteşabih olarak iki kısım olan kuran ayetleri muhkem ayetler ışığında anlaşılmaya çalışıldığı takdirde kolay  bir şeklide anlaşılmaktadır . Müteşabih ayetlerin anlaşılmaz ayetler gurubu değil aksine muhkemlerle benzeştirilerek anlatılan  ayetler  olduğu düşüncesi ışığında anlaşılan ayetleri  antropomorfik ( insan biçimci) bir anlayışa kaçmadan anladığımız takdirde    kolaylaştırılmış bir kitap olan kur'ana uygun bir biçimde anlamış oluruz . 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.                                                     

21 Ağustos 2011 Pazar

Mü'min s. 46. ve Tevbe s.101. Ayeti Kabir Azabına Delil Olurmu

Kur'anda varlığına dair hiçbir delil bulunmayan kabir azabı konusu Resulullah s.a.v den rivayet edildiği iddia edilen hadisler yoluyla itikadi bir konu haline getirilmiş ve buna inanmayan kişiler kafir ilan edilmeye kadar gidilmiştir. Bizlerin iman etmesi gereken her türlü itikadi bilgi Kur'an kaynaklı olması gerekmesine rağmen bu konu hadisler yolu ile itikat alanında mühim bir yer teşkil ettirilmiştir. 
 
Kabir azabı konusuna girmeden önce Kur'an harici bize gelen bir bilgiyi ne şekilde kabul edeceğimizi hatırlamadan bu konunun açıklığa kavuşması zor görünmektedir.Bizlere hadis adı gelen herhangi bilginin sağlamasını Kur'an ile yapmadıkça o bilginin doğruluğu ve yanlışlığı anlaşılamaz.Hadis adı altında gelen bir bilgi Kur'an ile uyuşuyorsa kabule şayandır eğer bu bilgi Kur'anla uyuşmuyorsa kabul edilemez. Kabir azabı hakkında gelen hadisleri de bu kriter ile ölçmek zorundayız. Yani Kur'anın doğruluğu hadis ile değil , hadisin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir. Kabir azabı konusu da bu kriter ile ölçüldüğü zaman karşımıza çıkan sonuç bu haberlerin sahih olmadığıdır. 

Geleneksel din anlayışına hakim olan genel geçer düşünce Kur'an ile hadis çakışınca Kur'anı hadise uydurmak şeklinde bir anlayıştır. Kabir azabı konusu da bu anlayışa uydurulan meselelerdendir. Özelikle Mümin suresi 46. ayeti kabir azabına delil getirilen bir ayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımız Mü'min s. 46. ayetinin kabir azabına delil olup olmayacağı ile ilgili olacaktır. Ölüm ile diriliş arası durumu kur'an ışığında başka bir yazımızda ortaya koymaya çalışmıştık. Bu ayeti anlamak için konu bütünlüğü içinde okunması gerekmektedir. Ayetin bağlamı bilindiği gibi Musa as ve Firavun kıssası ile ilgilidir. Mü'min s. 23. ve 50. ayetlerinin meali şu şekildedir.

23- Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
24- Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler.
25- Böylece, o, Katımız'dan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
26- Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."
27- Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım."
28- Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez."
29- "Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?" Firavun dedi ki: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum."
30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum."
33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
34- "Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır."
35- "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler."
36- Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim,"
37- "Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.
38- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim."
39- "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur."
40- "Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler."
41- "Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."
42- "Siz beni Allah'a (karşı) inkar etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a çağırıyorum.
43- "İmkanı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar."
44- "İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir."
45- Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.
46- Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).
47- Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?
48- Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)."
49- Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azaptan bir günü (olsun) bize hafifletsin."
 50- (Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir. 

Firavun , Haman ve Karun bilindiği üzere kur'anda küfrüne örnek verilen sembol şahsiyetlerdendir. Bu 3 insan gurubu ademden kıyamete kadar müstazafların başına musallat olan ve olacak olan zalimlere bir örnektir. Bu inkarcılar daha dünyada iken cehennemi hak edenler gurubuna dahildirler. Yani daha dünyada iken bunların yerleri rezerve edilmiştir. Buna dair ayet meallerinden birkaçını örnek olarak verelim.

5.10 İnkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
22.51 Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
57.19 Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır

  4.115 Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! 

Daha dünyada iken yaptıkları karşısında cehennemi hak eden İbrahim as ın babasının zikri geçen Tevbe s 113. ayetinde de "çılgın ateşin yaranı oldukları açıklananlardan oldukları" kimseler bahsedilmektedir. Mümin s. 45 ayetinde de mümin kimseyi koruyup firavun ve yaranının ateşin en kötüsüne aday oldukları ve ateşin onları kuşattıkları 46. ayette bildirilmektedir. 


Yunus s. 33. ayetinde fasıkların iman etmeyeceklerini kesin olarak bildiren rabbimiz yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerde de bunların yerlerinin cehennem olduğunu beyan etmektedir. Firavun ve yaranı da bunlara dahildir. Sabah akşam ateşe sunulmaları kıyamet gününden önce değil aksine hayatta iken ateşe rezervasyonu yapılanlardan oldukları için "sabah akşam ateşe sunulurlar" denilmektedir. 

Kur'anda ölümden sonra kabirlerden kalkanlar için kullanılan "yattığımız yerden bizi kim kaldırdı" sorusunu soranlar şayet kabirlerinde herhangi bir azap görselerdi bu sözleri söyleyecekleri bize bildirilir miydi? 

Kabir azabı ile ilgili delil getirilen ayetlerden biride Tevbe s. 101 ayetidir. Ayetin meali şöyledir.


9.101 Çevrenizdeki Bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.
 
 Ayette geçen "iki defa azab edilmesi " tabirinden yola çıkılarak birinci azabın kabirde olacağı görüşü ortaya atılmıştır. Kur'an bütünlüğü göze alındığı zaman bu ayetinde kabir azabına delil olmayacağı ortaya çıkmaktadır.


10.97 Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler. 
26.201Onlar acıklı azabı görmedikçe ora inanmazlar. 
39.26 Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilseler!

Tevbe s. 126. ayetine baktığımızda, iki defa azap etmenin nerede olduğu daha net anlaşılmaktadır. 


[009.126]  Ya görmüyorlar mı ki, onlar her yıl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar da sonra tevbe etmiyorlar. Ve onlar düşünüp ibret de almıyorlar.

Tevbe s. 101. ayetinin bağlamı Medine ve çevresindeki münafıklar ile olduğunu dikkate aldığımızda, Tevbe s. 126. ayetinde onların yanlışlarını düşünüp kendilerini düzeltmeleri için, yılda bir veya iki defa belaya çarptırıldıklarının anlatılmış olduğunu görmekteyiz. Tevbe s. 101. ayeti onlara verilecek olan bu belayı haber vermekte, kendilerini düzeltmedikleri takdirde ise, büyük azaba yani ebedi cehennem azabına atılacaklarını bildirmektedir.

Sonuç olarak: kur'anda herhangi bir şekilde bizlere haber verilmemesine rağmen kabir azabı konusu hadisler gündeme getirilerek ortaya atılmıştır. Ancak hadisleri kur'anla sağlama yapma gereğince bu konuya kur'andan delil yoktur. Kur'andan delil olarak getirilen Mümin s. 46 ve Tevbe s. 101 ayetlerini kur'an bütünlüğünde ele aldığımız zaman bunların delil olamayacakları ortadadır.
 
                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.