Saffat s. 19. ayetinden itibaren başlayan kıyamet ve sonrası ile ilgili anlatımların 24. ayetinde şöyle buyurulmaktadır.
"Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne)".
Bu ayetin mealleri ise genelde, " Durdurun onları; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" şeklinde yapılmaktadır.
Saffat s. 24. ayet öncesinde olan 22 ve 23. ayete baktığımızda ise mealen şöyle buyurulmaktadır.
Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;«Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip
götürün.»
Saffat s. 22 ve 23. ayetlere baktığımız zaman, zalimlerin cehennem yoluna sevk edildikleri görülmektedir yani hesapları görülmüş ve haklarında hüküm verilmiştir. 24. ayete gelince yapılan meallerin " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde olduğu görülmektedir.
Şimdi dikkatli bir Kur'an okuyucusu haklı olarak , " Saffat s. 22. ve 23. ayetlerde haklarında hüküm verilmiş olanlara neden " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." denilmektedir , halbuki onların hükmü verilmemişmiydiki böyle deniliyor? ,sorguya çekilmeden cehennem hükmü nasıl verilmiş?" diyecektir.
Bu sorunun cevabını , "Saffat s.24. ayet'in o şekilde yapılan mealleri yanlıştır" şeklinde verebiliriz, bu seferde yine haklı olarak , " bu ayetin doğru meali hangisidir?" sorusu ile karşılaşılacaktır.
"Vakafe" kelimesi "durmak" anlamında bir kelime olup , "birşeyi vakfetmek demek" , o şeyin süresiz olarak kullanıma açık olması, "tevkif etmek" demek hakkında hüküm kesinleşmiş olan birisini o hükmün gerçekleşmesi için durdurmak demektir.
Saffat s. 24. ayetteki "vakıfuhum" kelimesinin , haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar için kullanılan anlama uygun olarak tevkif edilmeleri yani "haklarındaki hükmün gerçekleşeceği ebedi hapishanede tutmak" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
Saffat s. 24. ayetteki çevirinin problemli olduğu ikinci kelime "mes'ulune" kelimesidir. Bu kelimenin genellikle " sorguya çekilecekler" şeklinde çevrilmiş olduğu görülmektedir.
Kur'anda 4 ayette geçen "mes'ul" kelimesinin anlamı bize bu kelime hakkında doğru bilgiyi verecektir.
[017.034] Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erişinceye kadar en
güzel şekilde yaklaşma başka; verdiğiniz sözü yerine getirin; çünkü verilen
sözde muhakkak bir sorumluluk(mes'ulen) vardır.
[017.036] Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz
ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur (mes'ulen).
25.16 Onlar için orada, diledikleri herşey sürekli vardır. Bu, Rabbin üzerinde sorumluluğu(mes'ulen) üstlenilen bir vaattir.
[033.015] Halbuki bundan evvel Allaha ahid vermişlerdi: arkalarını
dönmiyeceklerdi, Allahın ahdi ise mes'uliyyetlidir(mes'ulen)
Yukarıdaki ayetlerde , Saffat s. 24. ayetindeki "mes'ulune" kelimesinin ,"mes'ulen" kelimesinin anlamına uygun olarak çevrilmediğini görmekteyiz. Bu kelimenin, "yaptığı bir işten veya verdiği bir sözden ötürü sorumluluk altına girmek" şeklinde bir anlama uygun olarak çevrilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.
Sonuç olarak; Saffat s. 24. ayetinin, " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde meallendirilmesinin, haklı olarak bazı soruları beraberinde getireceği için isabetli bir çeviri olmadığını düşünmekteyiz.
Bu ayetin , "VE ONLARI HAPSEDİN MUHAKKAK ONLAR SORUMLUDURLAR!" şeklinde yapılan meallendirmelerin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz. Çünkü bu şekilde yapılan meallerin 22. ve 23. ayetlerin siyak ve sibakına daha uygun olarak çevrildiğini, haklarında cehennem hükmü verilmiş olanların, artık haklarındaki hükmün ebedi olarak uygulanması için TEVKİF edilerek cehennem yoluna sevkedilmeleri emredilmekte olup, buna sebeb olarak onların SORUMLU oldukları yani cehenneme atılmalarının bir gerekçesi olduğu beyan edilmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
15 Nisan 2014 Salı
13 Nisan 2014 Pazar
Fatır s. 1. Ayeti ve Meleklerin Kanatları
Alemlere rahmet ve hidayet olan kur'an ın fatır s. 1. ayetinde rabbimiz bizlere şöyle buyurmaktadır.
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
Allah cc bu ayette gökleri ve yeri yaratmasının yanısıra melekler'den bahsetnektedir. Ayette dikkatimizi çeken nokta meleklerin ikişer, üçer, dörder ve daha ziyade kanatlı olarak vasıflandırılmalarıdır. Meleklerin kanatlarının olması , müteşabih anlatım dediğimiz benzeterek anlatım uslubu içerisinde anlamamızı gerektirmektedir. Müteşabih anlatımın tarifini kısaca hatırlayacak olursak şunları söyleyebiliriz; Kur'an içinde anlatılan gayb ile ilgili anlatımların , duyu organlarımızın algıladığı alan verilerine göre benzetilerek anlatılmasıdır. Melekler'de gaybi alana ait varlıklar olduğu için onlarla ilgili olarak kanatlarının olması şeklindeki anlatımın bizlere benzetilme uslubu içinde anlatılmış olduğunu düşünmekteyiz.
Fatır s. 1. ayetinde meleklerin kanatlı elçiler kılınmasını kur'an bütünlüğünde "cenah" ve "resul " kelimelerinin nasıl kullanıldığına bakmamız gerekmektedir.
El cenahe= kuş kanadı
Cenahani= bir nesnenin iki yanı
Cenahessefineti=geminin iki yanı
Cenahelaskeri=ordunun iki kanadı
Cenahelvadi= vadi'nin iki yanı
Cenahel insani=insan'ın iki yanı
Günah olarak kullandığımız kelimenin aslı'da bu kökten gelmektedir. Cenehu fiili "meylettiler" anlamında olup , arapların "cenahtissefinetü" (gemi iki yanından birine doğru meyletti ) sözlerinden gelir. İnsan'ın haktan uzaklaşıp başka bir yana meyletmesine sebeb olan şey "cünah" olarak adlandırılmıştır. (El müfredat)
Bu kelimenin kanat anlamında hakiki veya mecaz olarak kur'an ayetlerinde kullanılışları şu şekildedir.
[006.038] Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.
[015.088] Kafirler içinde bazı kimselere verdiğimiz kat kat servete gözünü dikme, onlara üzülme; inananları kanatların altına al.
[017.024] Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: «Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!» de.
[020.022] «Ve elini kanadının altına sok, başka bir mucize olarak ayıpsız bir halde bembeyaz olarak çıkıversin.»
[028.032] «Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır» (diye seslenildi).
[026.215] Sana uyan müminleri kanatların altına al
[008.061] Ve eğer onlar sulha meylederlerse(cenehu) sen de ona meylet(fecneh) ve Allah Teâlâ'ya tevekkül kıl! Şüphe yok ki, her şeyi bihakkın işitici ve tamamıyla bilici olan ancak O'dur.
Ayrıca 25 ayette "cünah" kelimesinin kullanıldığı ayetler geçmekte olup konumuz bu kelimenin geçtiği ayetlerden daha ziyade, fatır s. 1. ayetini anlamak üzerinde olduğu bu ayetleri alma gereğini duymadık.
Kuşların kanadının uçma işlevini yerine getirmesinin yanısıra şefkat ve merhamet kavramlarının bu kelime ile somutlaştırılmasını görürüz, kuşlar yavruları korumak için kanatlarının altına alırlar, insanlar içinde bu kelime mecaz olarak kullanılmakta olup şefkat ve merhamet kavramları "onlara kol kanat germek" deyimi ile hepimizin dilinde yer etmiştir.
Fatır s. 1. ayetinde meleklerin elçi olmaları da anlatılmakta olup bu konu ile ilgili kur'anda bir kaç ayet daha mevcuttur.
[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.[081.019] Şüphesiz o şerefli bir elçinin sözüdür.
[016.002] Kullarından dilediğine emrinden rûh ile Melâike indiriyor da buyuruyor ki: şu hakikati bildirin: benden başka ilâh yok, hemen bana korunun.
[002.097] Söyle, her kim Cibrile düşman ise bilsin ki o, o Kur'anı senin kalbin üzerine Allahın iznile indirdi, önündekileri tasdıklayıcı ve mü'minlere bir hidayet ve bişaret olmak için.
[026.193-5] Onu Rûhu’l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.
[042.051] Bununla beraber hiçbir insan için Allah'ın şu üç suret dışında doğrudan doğruya ona söz söylemesi mümkün değildir; ancak, ya vahiy ile, ya perde arkasından ya da bir elçi gönderir, izniyle ona dilediğini vahyeder. Çünkü O, çok yüksek ve çok hikmet sahibidir.
[004.097] Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!
Vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinde Allah cc nin,seçmiş olduğu beşer elçilerine vahyini ulaştıran melek elçilerden bahsedilmekte olup bu vahyin mahiyetini iki kelime ile özetleyecek olursak kanat kelimesinin bir şeyin iki tarafı olmasına uygun olarak korku ve müjde olarak özetleyebiliriz.
[007.037] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.
[008.050] Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!
[016.028] Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk» diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil; doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir.
[016.032] Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler.
Yukarıda verilen örnek ayet meallerinde, meleklerin insanların canlarını almak için görevlendirilmeri ve o insanların yine canlarını iki şekilde yani ya mü'min yada kafir olarak vermelerine karşın, meleklerin o kişilerin mü'min yada kafir olarak canlarını almalarının kanat kelimesinin anlamına uygun olarak iki farklı şekilde almaları anlatılmaktadır.
[011.069] And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. «Selam sana» dediler, «Size de selam» dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.[011.077] Elçilerimiz Lut'a gelince, onun fenasına gitti; çok sıkıldı, «Bu çetin bir gündür» dedi.
Yukarıda vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinde kur'anın farklı surelerinde "İbrahim'in misafirleri" olarak anlatılan ve önce İbrahim as a müjde verip sonra Lut as a ın kavmini helak eden elçi melekler anlatılmakta olup , aynı şekilde kanat kelimesinin anlamına uygun olarak müjde ve azab haberi getirmelerini görmekteyiz.
[010.021] İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırdığımız zaman da âyetlerimiz hakkında derhal bir mekirleri vardır, de ki: Allahın mekri daha çabuktur, haberiniz olsun: elçilerimiz yaptığınız mekirleri yazıb duruyorlar
[050.017-8] Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.
082.010-2] Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.
Bu örnek ayetler ise insanların dünya hayatında yaşadıkları müddet için yapmış olduğu amelleri kayıt alan meleklerin olduğu bilgisinin verildiği ayetler olup, kanat kelimesinin anlamına uygun olarak kişinin yapmış olduğu iyi veya kötü ameli yazmakla görevli olan elçilerdir.
[008.012] Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi.
Enfal s. 12. ayetinde Allah cc nin meleklere mü'minlere sebat vermeleri, kafirlere ise azap vermeleri gibi bir görevi yüklemiş olduğunu görmekteyiz. Bir çok ayet "görünmeyen ordular " olarak vasfedilmiş olan meleklerin mü'minlere yardım,kafirlere ise azap götürdükleri anlatılmaktadır.
Fatır s. 1. ayetine dönecek olursak yukarıda vermiş olduğumuz ayetlerin delaleti ile "meleklerin iki,üç,dört ve daha fazla kanatlı elçiler" olmasının mesajını şu şekilde anlamak mümkündür.
Melekler , Allah cc nin yaratmış olduğu gaybi varlıklar olması nedeni ile onların fiziki yapılarının nasıllığı konusunda herhangi bir bilgimiz olmamakla birlikte , kur'anın bizlere onlar hakkında kanatlı elçiler şeklinde bir bilgi vermesi teşbihi bir anlatımdır. Meleklerin kanatlı elçiler olması demek , kanat kelimesinin "bir nesnenin iki yanı" şeklindeki anlamı olması ve kur'anda kullanılışlarını dikkate alacak olursak bir yanı şefkat ve merhamet, diğer tarafının azap ve helak olarak kullanıldığını görürüz.
Allah cc nin , "yaratmada dilediğini artırması" elçilerine vermiş olduğu görevler ve yetkiler konusunda onun tek yetkili olması , ondan başkasının elçilere görev ve yetki konusunda emir vermek gibi bir durumunun olamayacağı şeklinde anlamak mümkündür.
Meleklerin kanatlı elçiler olmalarını farklı bir açıdan yorumlamak'ta mümkündür. Mearic s. 4. ayetinde mealen " Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir." buyurulmasını yine teşbihi bir anlatım olarak düşünüp, Allah cc nin mülkünün genişliğinin kullarının tasavvur edebilmesi ve meleklerin bu çıkışın teşbihi anlatımına uygun olarak kur'anın nuzül olduğu dönem bilgi altyapısına uygun olarak kanatlarla ifade edilmiş olabileceği düşünülebilir. Kanatların uçmaya yaraması ile meleklerin göğe yükselmesinin bu kanatlar vasıtası ile olmasının anlatılması o günün şatlarına uygun bir benzetme olup , meleklerin bazılarımızın anladığı üzere resimlerde tasvir edilmiş şekli ile hakiki olarak kanatları olan varlıkları olduğu düşünülemez.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
Allah cc bu ayette gökleri ve yeri yaratmasının yanısıra melekler'den bahsetnektedir. Ayette dikkatimizi çeken nokta meleklerin ikişer, üçer, dörder ve daha ziyade kanatlı olarak vasıflandırılmalarıdır. Meleklerin kanatlarının olması , müteşabih anlatım dediğimiz benzeterek anlatım uslubu içerisinde anlamamızı gerektirmektedir. Müteşabih anlatımın tarifini kısaca hatırlayacak olursak şunları söyleyebiliriz; Kur'an içinde anlatılan gayb ile ilgili anlatımların , duyu organlarımızın algıladığı alan verilerine göre benzetilerek anlatılmasıdır. Melekler'de gaybi alana ait varlıklar olduğu için onlarla ilgili olarak kanatlarının olması şeklindeki anlatımın bizlere benzetilme uslubu içinde anlatılmış olduğunu düşünmekteyiz.
Fatır s. 1. ayetinde meleklerin kanatlı elçiler kılınmasını kur'an bütünlüğünde "cenah" ve "resul " kelimelerinin nasıl kullanıldığına bakmamız gerekmektedir.
El cenahe= kuş kanadı
Cenahani= bir nesnenin iki yanı
Cenahessefineti=geminin iki yanı
Cenahelaskeri=ordunun iki kanadı
Cenahelvadi= vadi'nin iki yanı
Cenahel insani=insan'ın iki yanı
Günah olarak kullandığımız kelimenin aslı'da bu kökten gelmektedir. Cenehu fiili "meylettiler" anlamında olup , arapların "cenahtissefinetü" (gemi iki yanından birine doğru meyletti ) sözlerinden gelir. İnsan'ın haktan uzaklaşıp başka bir yana meyletmesine sebeb olan şey "cünah" olarak adlandırılmıştır. (El müfredat)
Bu kelimenin kanat anlamında hakiki veya mecaz olarak kur'an ayetlerinde kullanılışları şu şekildedir.
[006.038] Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.
[015.088] Kafirler içinde bazı kimselere verdiğimiz kat kat servete gözünü dikme, onlara üzülme; inananları kanatların altına al.
[017.024] Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: «Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!» de.
[020.022] «Ve elini kanadının altına sok, başka bir mucize olarak ayıpsız bir halde bembeyaz olarak çıkıversin.»
[028.032] «Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır» (diye seslenildi).
[026.215] Sana uyan müminleri kanatların altına al
[008.061] Ve eğer onlar sulha meylederlerse(cenehu) sen de ona meylet(fecneh) ve Allah Teâlâ'ya tevekkül kıl! Şüphe yok ki, her şeyi bihakkın işitici ve tamamıyla bilici olan ancak O'dur.
Ayrıca 25 ayette "cünah" kelimesinin kullanıldığı ayetler geçmekte olup konumuz bu kelimenin geçtiği ayetlerden daha ziyade, fatır s. 1. ayetini anlamak üzerinde olduğu bu ayetleri alma gereğini duymadık.
Kuşların kanadının uçma işlevini yerine getirmesinin yanısıra şefkat ve merhamet kavramlarının bu kelime ile somutlaştırılmasını görürüz, kuşlar yavruları korumak için kanatlarının altına alırlar, insanlar içinde bu kelime mecaz olarak kullanılmakta olup şefkat ve merhamet kavramları "onlara kol kanat germek" deyimi ile hepimizin dilinde yer etmiştir.
Fatır s. 1. ayetinde meleklerin elçi olmaları da anlatılmakta olup bu konu ile ilgili kur'anda bir kaç ayet daha mevcuttur.
[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.[081.019] Şüphesiz o şerefli bir elçinin sözüdür.
[016.002] Kullarından dilediğine emrinden rûh ile Melâike indiriyor da buyuruyor ki: şu hakikati bildirin: benden başka ilâh yok, hemen bana korunun.
[002.097] Söyle, her kim Cibrile düşman ise bilsin ki o, o Kur'anı senin kalbin üzerine Allahın iznile indirdi, önündekileri tasdıklayıcı ve mü'minlere bir hidayet ve bişaret olmak için.
[026.193-5] Onu Rûhu’l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.
[042.051] Bununla beraber hiçbir insan için Allah'ın şu üç suret dışında doğrudan doğruya ona söz söylemesi mümkün değildir; ancak, ya vahiy ile, ya perde arkasından ya da bir elçi gönderir, izniyle ona dilediğini vahyeder. Çünkü O, çok yüksek ve çok hikmet sahibidir.
[004.097] Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!
Vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinde Allah cc nin,seçmiş olduğu beşer elçilerine vahyini ulaştıran melek elçilerden bahsedilmekte olup bu vahyin mahiyetini iki kelime ile özetleyecek olursak kanat kelimesinin bir şeyin iki tarafı olmasına uygun olarak korku ve müjde olarak özetleyebiliriz.
[007.037] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.
[008.050] Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!
[016.028] Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk» diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil; doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir.
[016.032] Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler.
Yukarıda verilen örnek ayet meallerinde, meleklerin insanların canlarını almak için görevlendirilmeri ve o insanların yine canlarını iki şekilde yani ya mü'min yada kafir olarak vermelerine karşın, meleklerin o kişilerin mü'min yada kafir olarak canlarını almalarının kanat kelimesinin anlamına uygun olarak iki farklı şekilde almaları anlatılmaktadır.
[011.069] And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. «Selam sana» dediler, «Size de selam» dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.[011.077] Elçilerimiz Lut'a gelince, onun fenasına gitti; çok sıkıldı, «Bu çetin bir gündür» dedi.
Yukarıda vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinde kur'anın farklı surelerinde "İbrahim'in misafirleri" olarak anlatılan ve önce İbrahim as a müjde verip sonra Lut as a ın kavmini helak eden elçi melekler anlatılmakta olup , aynı şekilde kanat kelimesinin anlamına uygun olarak müjde ve azab haberi getirmelerini görmekteyiz.
[010.021] İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırdığımız zaman da âyetlerimiz hakkında derhal bir mekirleri vardır, de ki: Allahın mekri daha çabuktur, haberiniz olsun: elçilerimiz yaptığınız mekirleri yazıb duruyorlar
[050.017-8] Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.
082.010-2] Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.
Bu örnek ayetler ise insanların dünya hayatında yaşadıkları müddet için yapmış olduğu amelleri kayıt alan meleklerin olduğu bilgisinin verildiği ayetler olup, kanat kelimesinin anlamına uygun olarak kişinin yapmış olduğu iyi veya kötü ameli yazmakla görevli olan elçilerdir.
[008.012] Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi.
Enfal s. 12. ayetinde Allah cc nin meleklere mü'minlere sebat vermeleri, kafirlere ise azap vermeleri gibi bir görevi yüklemiş olduğunu görmekteyiz. Bir çok ayet "görünmeyen ordular " olarak vasfedilmiş olan meleklerin mü'minlere yardım,kafirlere ise azap götürdükleri anlatılmaktadır.
Fatır s. 1. ayetine dönecek olursak yukarıda vermiş olduğumuz ayetlerin delaleti ile "meleklerin iki,üç,dört ve daha fazla kanatlı elçiler" olmasının mesajını şu şekilde anlamak mümkündür.
Melekler , Allah cc nin yaratmış olduğu gaybi varlıklar olması nedeni ile onların fiziki yapılarının nasıllığı konusunda herhangi bir bilgimiz olmamakla birlikte , kur'anın bizlere onlar hakkında kanatlı elçiler şeklinde bir bilgi vermesi teşbihi bir anlatımdır. Meleklerin kanatlı elçiler olması demek , kanat kelimesinin "bir nesnenin iki yanı" şeklindeki anlamı olması ve kur'anda kullanılışlarını dikkate alacak olursak bir yanı şefkat ve merhamet, diğer tarafının azap ve helak olarak kullanıldığını görürüz.
Allah cc nin , "yaratmada dilediğini artırması" elçilerine vermiş olduğu görevler ve yetkiler konusunda onun tek yetkili olması , ondan başkasının elçilere görev ve yetki konusunda emir vermek gibi bir durumunun olamayacağı şeklinde anlamak mümkündür.
Meleklerin kanatlı elçiler olmalarını farklı bir açıdan yorumlamak'ta mümkündür. Mearic s. 4. ayetinde mealen " Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir." buyurulmasını yine teşbihi bir anlatım olarak düşünüp, Allah cc nin mülkünün genişliğinin kullarının tasavvur edebilmesi ve meleklerin bu çıkışın teşbihi anlatımına uygun olarak kur'anın nuzül olduğu dönem bilgi altyapısına uygun olarak kanatlarla ifade edilmiş olabileceği düşünülebilir. Kanatların uçmaya yaraması ile meleklerin göğe yükselmesinin bu kanatlar vasıtası ile olmasının anlatılması o günün şatlarına uygun bir benzetme olup , meleklerin bazılarımızın anladığı üzere resimlerde tasvir edilmiş şekli ile hakiki olarak kanatları olan varlıkları olduğu düşünülemez.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
10 Nisan 2014 Perşembe
Nahl s. 1. Ayeti Üzerine Bir Anlama Çalışması
Alemlerin rabbi olan Allah cc , alemlere rahmet ve hidayet olarak kulu Muhammed as a indirmiş olduğu kitabının nahl s. 1. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır.
Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh(testa’cilûhu), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Allah'ın emri gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin. Allah, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.
Bu ayet ile ilgili yapılan çevirilerde "eta emrullahi" (Allah'ın emri gelmiştir) ibaresinin "Allah'ın buyruğu gelecektir" , "Allah’ın emri ha geldi ha gelecek" gibi geçmiş zaman sigası ile kullanılmış olan "eta" fiiline, gelecek zaman sigası olarak anlam verilen farklı meallere rastlamaktayız, bazı tefsirlerde "eta" fiilinin mazi (geçmiş zaman)sigasında olmasında rağmen muzari (gelecek zaman) anlamı olarak anlaşılması gerektiği gelecek olan bu "emr" in kıyamet saati olduğu şeklinde yorumlara rastlamaktayız. Yapılan yorumları tamamen yanlış olarak görmediğimizi belirterek ayet içinde geçen bazı kelimelerin kur'an genelindeki diğer ayetlerde kullanılışları ile bağını kurarak nahl s. 1. ayetinin daha doğru bir şekilde anlaşılabileceğini düşünmekteyiz.
"Artık onu istemekte acele etmeyin(fe la testa'ciluhu) ." şeklinde kullanılmış olan ibaredeki "acele etmeyin" (fe la testa'ciluhu) kelimesinin bazı ayetlerde kullanılışını görerek nahl s. 1. ayeti anlama çalışmasına devam edelim.
[046.022-23-24-25] Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.(Hud): «O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.» dedi.Nihayet onu, vâdilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz(ista'celtüm) şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır!Rabbinin emriyle herşeyi yerle bir eder.» dedi. Derken öyle oluverdiler ki, evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. İşte öyle suçlu bir topluluğa Biz böyle ceza veririz.
[006.057] De ki: «Ben Rabbim'den bir belgeye dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de(testa'cilune) elimde değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır.»
[006.058] De ki: «Acele istediğiniz şey(testa'cilune) elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir.
[010.050-51] De ki: Görmüyor musunuz, ya Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse? Suçlular neden bunu acele istiyorlar(yesta'cilune)?Gerçekleştikten sonra mı ona inanacaksınız? Hemen şimdi mi. Hani siz onu acele istiyordunuz(testa'cilune).
[027.046] (Salih): «Ey kavmim! Niye iyilikten önce, acele(testa'cilune) kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?» dedi.
[027.072] De ki: «O acele istediğiniz(testa'cilune) şeyin bir kısmı belki de sizin ardınıza takılmış bulunmaktadır.»
[026.201-204] Onlar acı azabı görecekleri zamana kadar ona iman etmezler.o azap kendilerine ansızın hiç farkında olmadıkları bir anda gelecektir,Derler ki: «Bize bir süre tanınır mı?»yoksa azabımızın acele gelmesini mi(yesta'cilune) istiyorlar?
[037.176-177] Yoksa azabımızı mı acelemi(yesta'cilune) istiyorlar?O azap, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur!
[051.059] Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!(yesta'ciluni)
[013.006] İyilikten önce, kötülük isterler acele olarak (yesta'ciluneke) senden. Oysa onlardan önce nice örnekler geçmiştir. Doğrusu insanların zulmetmelerine rağmen, Rabbın mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki Rabbının cezalandırması; şiddetlidir.
[022.047] Senden, başlarına acele azap getirmeni(yesta'ciluneke) istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
[029.053] Senden azabı acele bekliyorlar(yesta'ciluneke). Eğer süre belirtilmiş olmasaydı azap onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan başlarına ansızın gelecektir.
[029.054] Senden acele azab istiyorlar(yesta'ciluneke), halbuki Cehennem kâfirleri kuşatıp duruyor
Yukarıda vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, nahl s. 1. ayetinde "
onu istemekte acele etmeyin" şeklinde buyurulmasından anlayabileceğimiz şey, Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahyi red eden müşriklerin o elçilerin azab haberlerine karşı rest çekerek o azabı acele olarak getirmelerini istemiş olmalarına karşın , Muhammed as ın müşrik muhataplarıda atalarının yolunu takip ederek, Muhammed as ın da vaad ettiği azabı acele olarak başlarına getirmelerini istemekte olup Allah cc onlara "onu istemekte acele etmeyin" buyurmaktadır.
"Allah'ın emri gelmiştir" (eta emrullahi) cümlesini anlamak için gelen bu emrin nasıl vuku bulduğunu, "eta" ve emr" kelimerinin kullanıldığı ayetleri okuyarak görmek mümkündür.
[002.210] Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi(en ye'tiyehumullah) beklerler? Halbuki iş bitirilmiştir. ( ve gudiyel'emr) Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
[004.047] Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.
[006.008] «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Bir melek indirmiş olsaydık iş (el'emru)bitmiş olurdu da( onlara göz bile açtırılmazdı.
[006.058] De ki: «Acele istediğiniz şey(testa'cilunu) elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş(el'emru) bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir.
[007.150] Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin(el'emru) çabucak (a'ciltüm) gelmesini mi istiyorsunuz?» dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: «Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim kavimle bir sayma» dedi.
[010.024] Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
[011.043] Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): «Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
[011.044] Yere, «Suyunu çek!», göğe, «Ey gök sen de tut!» denildi. Su çekildi, iş de bitti(gudiyel'emru); gemi Cudi'ye oturdu. «Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun» denildi.
[011.058] [DV] Emrimiz(emruna) gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.
[011.076] (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!
[011.094] Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
[011.101] Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
[023.027] Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
[016.033] (Kâfirler) kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
[016.026] Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. Bu azap onlara, farkedemedikleri bir yerden gelmişti.
Örnekleri daha çok mümkün olmakla birlikte vermiş olduğumuz ayet mealleri konuyu anlamakta yeterli olacaktır.
Sonuç olarak; Nahl s. 1. ayetindeki " eta emrullahi" (Allah'ın emri gelmiştir) şeklinde gelen cümlenin bazı meallerde "gelecektir" şeklinde anlam verilmesi , ayetin kur'an bütünlüğünde okunmadan anlaşılması sonucunda yapılmış olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin müşrik muhatpları o elçilerin haber vermiş olduğu azab haberlerine karşı "eğer doğru sözlülerden isen bu azabı bize getir" diyerek rest çekmişlerdir.
[007.070] «Bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Doğru sözlülerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azaba uğrat» dediler.
[007.077] Derken o nâkayı tepelediler ve rablarının emrinden tuğyan ettiler ve dediler ki: Hey Sâlih, sen gerçek mürselînden isen bizi tehdid etmekte olduğun azâbı getir görelim
[029.029] (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen, Allah'ın azabını getir bize!
[011.032] «Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir» dediler.
[026.187] Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.
[046.022] Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.
Bütün elçilerin müşrik muhatapları aynı şekilde ağız birliği etmişcesine aynı sözleri tekrarlamışlardır, ta ki Muhammed as a kadar, mekkeli müşrikler'de aynı şekilde inkarda bulunmalarına karşın Allah cc nahl s. 1. ayetinde o müşriklere hitaben " sizden önceki atalarınız aynı şekilde meydan okumuşlar ve bu meydan okumaları karşılıksız kalmayarak sizlere bir çok ayette verdiğim haber üzere onları helak ettim, sizler'de eğer meydan okumaya devam ederseniz sizden önceki kavimlere ALLAHIN EMRİ GELDİ ARTIK ONU İSTEMEKTE ACELE ETMEYİN" şeklinde buyurmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh(testa’cilûhu), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Allah'ın emri gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin. Allah, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.
Bu ayet ile ilgili yapılan çevirilerde "eta emrullahi" (Allah'ın emri gelmiştir) ibaresinin "Allah'ın buyruğu gelecektir" , "Allah’ın emri ha geldi ha gelecek" gibi geçmiş zaman sigası ile kullanılmış olan "eta" fiiline, gelecek zaman sigası olarak anlam verilen farklı meallere rastlamaktayız, bazı tefsirlerde "eta" fiilinin mazi (geçmiş zaman)sigasında olmasında rağmen muzari (gelecek zaman) anlamı olarak anlaşılması gerektiği gelecek olan bu "emr" in kıyamet saati olduğu şeklinde yorumlara rastlamaktayız. Yapılan yorumları tamamen yanlış olarak görmediğimizi belirterek ayet içinde geçen bazı kelimelerin kur'an genelindeki diğer ayetlerde kullanılışları ile bağını kurarak nahl s. 1. ayetinin daha doğru bir şekilde anlaşılabileceğini düşünmekteyiz.
"Artık onu istemekte acele etmeyin(fe la testa'ciluhu) ." şeklinde kullanılmış olan ibaredeki "acele etmeyin" (fe la testa'ciluhu) kelimesinin bazı ayetlerde kullanılışını görerek nahl s. 1. ayeti anlama çalışmasına devam edelim.
[046.022-23-24-25] Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.(Hud): «O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.» dedi.Nihayet onu, vâdilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz(ista'celtüm) şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır!Rabbinin emriyle herşeyi yerle bir eder.» dedi. Derken öyle oluverdiler ki, evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. İşte öyle suçlu bir topluluğa Biz böyle ceza veririz.
[006.057] De ki: «Ben Rabbim'den bir belgeye dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de(testa'cilune) elimde değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır.»
[006.058] De ki: «Acele istediğiniz şey(testa'cilune) elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir.
[010.050-51] De ki: Görmüyor musunuz, ya Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse? Suçlular neden bunu acele istiyorlar(yesta'cilune)?Gerçekleştikten sonra mı ona inanacaksınız? Hemen şimdi mi. Hani siz onu acele istiyordunuz(testa'cilune).
[027.046] (Salih): «Ey kavmim! Niye iyilikten önce, acele(testa'cilune) kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?» dedi.
[027.072] De ki: «O acele istediğiniz(testa'cilune) şeyin bir kısmı belki de sizin ardınıza takılmış bulunmaktadır.»
[026.201-204] Onlar acı azabı görecekleri zamana kadar ona iman etmezler.o azap kendilerine ansızın hiç farkında olmadıkları bir anda gelecektir,Derler ki: «Bize bir süre tanınır mı?»yoksa azabımızın acele gelmesini mi(yesta'cilune) istiyorlar?
[037.176-177] Yoksa azabımızı mı acelemi(yesta'cilune) istiyorlar?O azap, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur!
[051.059] Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!(yesta'ciluni)
[013.006] İyilikten önce, kötülük isterler acele olarak (yesta'ciluneke) senden. Oysa onlardan önce nice örnekler geçmiştir. Doğrusu insanların zulmetmelerine rağmen, Rabbın mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki Rabbının cezalandırması; şiddetlidir.
[022.047] Senden, başlarına acele azap getirmeni(yesta'ciluneke) istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
[029.053] Senden azabı acele bekliyorlar(yesta'ciluneke). Eğer süre belirtilmiş olmasaydı azap onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan başlarına ansızın gelecektir.
[029.054] Senden acele azab istiyorlar(yesta'ciluneke), halbuki Cehennem kâfirleri kuşatıp duruyor
Yukarıda vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, nahl s. 1. ayetinde "
onu istemekte acele etmeyin" şeklinde buyurulmasından anlayabileceğimiz şey, Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahyi red eden müşriklerin o elçilerin azab haberlerine karşı rest çekerek o azabı acele olarak getirmelerini istemiş olmalarına karşın , Muhammed as ın müşrik muhataplarıda atalarının yolunu takip ederek, Muhammed as ın da vaad ettiği azabı acele olarak başlarına getirmelerini istemekte olup Allah cc onlara "onu istemekte acele etmeyin" buyurmaktadır.
"Allah'ın emri gelmiştir" (eta emrullahi) cümlesini anlamak için gelen bu emrin nasıl vuku bulduğunu, "eta" ve emr" kelimerinin kullanıldığı ayetleri okuyarak görmek mümkündür.
[002.210] Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi(en ye'tiyehumullah) beklerler? Halbuki iş bitirilmiştir. ( ve gudiyel'emr) Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
[004.047] Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.
[006.008] «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Bir melek indirmiş olsaydık iş (el'emru)bitmiş olurdu da( onlara göz bile açtırılmazdı.
[006.058] De ki: «Acele istediğiniz şey(testa'cilunu) elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş(el'emru) bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir.
[007.150] Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin(el'emru) çabucak (a'ciltüm) gelmesini mi istiyorsunuz?» dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: «Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim kavimle bir sayma» dedi.
[010.024] Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
[011.043] Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): «Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
[011.044] Yere, «Suyunu çek!», göğe, «Ey gök sen de tut!» denildi. Su çekildi, iş de bitti(gudiyel'emru); gemi Cudi'ye oturdu. «Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun» denildi.
[011.058] [DV] Emrimiz(emruna) gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.
[011.076] (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!
[011.094] Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
[011.101] Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
[023.027] Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
[016.033] (Kâfirler) kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
[016.026] Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. Bu azap onlara, farkedemedikleri bir yerden gelmişti.
Örnekleri daha çok mümkün olmakla birlikte vermiş olduğumuz ayet mealleri konuyu anlamakta yeterli olacaktır.
Sonuç olarak; Nahl s. 1. ayetindeki " eta emrullahi" (Allah'ın emri gelmiştir) şeklinde gelen cümlenin bazı meallerde "gelecektir" şeklinde anlam verilmesi , ayetin kur'an bütünlüğünde okunmadan anlaşılması sonucunda yapılmış olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin müşrik muhatpları o elçilerin haber vermiş olduğu azab haberlerine karşı "eğer doğru sözlülerden isen bu azabı bize getir" diyerek rest çekmişlerdir.
[007.070] «Bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Doğru sözlülerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azaba uğrat» dediler.
[007.077] Derken o nâkayı tepelediler ve rablarının emrinden tuğyan ettiler ve dediler ki: Hey Sâlih, sen gerçek mürselînden isen bizi tehdid etmekte olduğun azâbı getir görelim
[029.029] (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen, Allah'ın azabını getir bize!
[011.032] «Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir» dediler.
[026.187] Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.
[046.022] Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.
Bütün elçilerin müşrik muhatapları aynı şekilde ağız birliği etmişcesine aynı sözleri tekrarlamışlardır, ta ki Muhammed as a kadar, mekkeli müşrikler'de aynı şekilde inkarda bulunmalarına karşın Allah cc nahl s. 1. ayetinde o müşriklere hitaben " sizden önceki atalarınız aynı şekilde meydan okumuşlar ve bu meydan okumaları karşılıksız kalmayarak sizlere bir çok ayette verdiğim haber üzere onları helak ettim, sizler'de eğer meydan okumaya devam ederseniz sizden önceki kavimlere ALLAHIN EMRİ GELDİ ARTIK ONU İSTEMEKTE ACELE ETMEYİN" şeklinde buyurmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
6 Nisan 2014 Pazar
Adem'in Konulduğu Cennet Nerede İdi ?
Adem ve iblis kıssasında tartışılan konulardan birisi onun ve eşinin yaratıldıktan sonra konuldukları cennet'in nerede olduğuna dairdir.
[002.035] ve dedik ki «ya Adem sen ve zevcen Cenneti mesken edin, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan zalimlerden olmıyasınız
[007.019] Ve ey Adem, zevcenler birlikte cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın!»
20.117119- Bunun üzerine dedik ki: "Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun."Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır."Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da."
Kıssa'nın anlatıldığı, bakara,araf ve taha surelerinde Adem ile eşinin yaratıldıktan sonra konuldukları yer "cennet" olarak vasıflandırılmıştır. Tefsirlerde bu cennet'in dünyada'mı yoksa ahirettemi olduğu tartışmaları yer almıştır.
Adem ve iblis kıssasının konu alan yazılarımızda dikkati çekmek istediğimiz en önemli konu'nun bu kıssa'nın yaşanmış olduğu zaman ve mekan içinde geçenlerden ziyade, bu kıssa ile verilmek istenen hisse'nin ne olması gerektiğinin tefekkür edilmesi olduğunu hatırlatarak bu çerçevede kıssa'yı anlamaya gayret edilmesi gerektiğini söylemiştik.
Kıssa'dan hisse alma çerçevesinde düşünmeye aynı şekilde bu konu ile ilgili olarak düşünmeye devam edilmesi gerektiği hususunu hatırlatarak Adem ile eşinin konulduğu cennet'in neresi olduğundan ziyade , bununla kur'an muhataplarına nasıl bir mesaj verilmek istenmektedir sorusunun cevabının aramak gerekmektedir.
Adem ile eşinin cennet'e konulduktan sonra onlara "şu ağaç hariç dilediğiniz yerden yiyin için" emri olduğunu , ve emri çiğnememeleri gerektiği, emri çiğnediklerinde başlarına gelecek olanlar hatırlatılmakta olup bu hatırlatmaların bizlerle bağının kurulması gerektiği düşünmekteyiz.
Malum olduğu üzere Allah cc yaratmış olduğu insanlara elçileri vasıtası ile bir takım emir ve yasaklar bildirmiş olup bunları kabul edip hayatına geçirenlerin ebedi cennet , kabul etmeyenlerin ebedi cehennem ile karşılık bulacaklarını bildirmiştir. Son elçi Muhammed as ın vasıtası ile gelen son vahiy'dede bu durum bir çok ayette bildirilmiştir. Kur'anın anlatım özelliklerinden birisi kıssa yollu anlatım ile mesajı görselleştirme ve muhataplarının anlamasında kolaylık sağlamasıdır.
Adem ve iblis kıssası'da bu tür anlatım uslubu ile bizlere ,Alemlerin rabbi olan Allah'ın emirlerine isyan etmemiz halinde uğrayacağımız akıbet görsel yolla anlatılmaktadır. Adem ile kendmiz arasında bir paralellik kurarak kıssayı okuduğumuzda şu görülür.
Allah cc Adem'i yaratmış ve ona bir takım yasaklar getirmiştir. Allah cc bizleri'de yaratmış ve bir takım yasaklar getirmiştir. Allah cc Adem'e getirdiği yasağı ağaç sembolu olarak anlatmış olup bu ağaç sembolunun karşılığı bizlere son ilahi hitap olan kur'andaki yasaklardır. Allah cc Adem'e, ağaca yaklaşmadığı müddetçe taha suresindeki anlatımda "aç kalmayacak, susamayacak,güneşte yanmayacak, çıplak kalmayacaksın" buyurmuştur. Aynı şekilde insanlara'da emirlerini yerine getirdikleri takdirde vaad ettiği cennetlerin anlatıldığı ayetleri hatırlayacak olursak, her türlü yiyecek ve içecek, en güzel elbiseler ve gölgelikler şeklinde tasvirler görürüz.
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).
Bunun tersi olarak eğer Adem o ağaca yaklaşacak olursa , aç kalacak , susayacak, sıcaktan yanacak,ve çıplak kalacaktır. Kur'anın cehennem tasvirleri hatırlayacak olursak emirlere riayet etmeyerek isyan edenlerin, okurken bile içinin kalktığı anlatımlar ile cehennemde ebedi olarak ağırlanacağı hatırlatılmaktadır.
Adem ile eşi ağaca yaklaşıp emri çiğnedikleri zaman yaptıkları hatayı anlamışlar tevbe edip bu günahtan affedilmişlerdir. Bu olayı yine bizlere dönük olarak okumak gerekirse şöyle bir mesaj çıkacaktır. İblis yapmış olduğu hatada ısrar ederek ebedi olarak lanete uğramış, Adem ile eşi yaptığı hatadan pişman olmuş ve tevbe ederek af edilmişlerdir. Bizlerde insan olarak her an için şeytan'ın iğvasına kapılarak yasak ağaca yaklaşıp Allah cc nin emirlerine isyan etme potansiyelinde olup tevbe ederek günahlardan kurtulma ve cehennemde ebedi kalanlardan olmaktan kurtulma imkanımız vardır.
Sonuç olarak; tefsir kitaplarında tartışılmakta olan , Adem ile eşinin konuldukları cennet'in neresi olduğu konusu ,"parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali bir tartışma olup yaşanmış olduğu zaman ve mekan içinde kıssayı okumaktan çok bu kıssa ile bizlere verilmek istenen mesajın okunmaya çalışılması gerekmektedir. Adem ile iblis kıssası bütün insanlığın ortak kıssası olup kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların yaşayacağı bir kıssa'dır. Adem ile eşinin konuldukları cennet ise aynı şekilde bize dönük mesajının ne olduğu sorusu sorularak okunması gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[002.035] ve dedik ki «ya Adem sen ve zevcen Cenneti mesken edin, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan zalimlerden olmıyasınız
[007.019] Ve ey Adem, zevcenler birlikte cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın!»
20.117119- Bunun üzerine dedik ki: "Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun."Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır."Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da."
Kıssa'nın anlatıldığı, bakara,araf ve taha surelerinde Adem ile eşinin yaratıldıktan sonra konuldukları yer "cennet" olarak vasıflandırılmıştır. Tefsirlerde bu cennet'in dünyada'mı yoksa ahirettemi olduğu tartışmaları yer almıştır.
Adem ve iblis kıssasının konu alan yazılarımızda dikkati çekmek istediğimiz en önemli konu'nun bu kıssa'nın yaşanmış olduğu zaman ve mekan içinde geçenlerden ziyade, bu kıssa ile verilmek istenen hisse'nin ne olması gerektiğinin tefekkür edilmesi olduğunu hatırlatarak bu çerçevede kıssa'yı anlamaya gayret edilmesi gerektiğini söylemiştik.
Kıssa'dan hisse alma çerçevesinde düşünmeye aynı şekilde bu konu ile ilgili olarak düşünmeye devam edilmesi gerektiği hususunu hatırlatarak Adem ile eşinin konulduğu cennet'in neresi olduğundan ziyade , bununla kur'an muhataplarına nasıl bir mesaj verilmek istenmektedir sorusunun cevabının aramak gerekmektedir.
Adem ile eşinin cennet'e konulduktan sonra onlara "şu ağaç hariç dilediğiniz yerden yiyin için" emri olduğunu , ve emri çiğnememeleri gerektiği, emri çiğnediklerinde başlarına gelecek olanlar hatırlatılmakta olup bu hatırlatmaların bizlerle bağının kurulması gerektiği düşünmekteyiz.
Malum olduğu üzere Allah cc yaratmış olduğu insanlara elçileri vasıtası ile bir takım emir ve yasaklar bildirmiş olup bunları kabul edip hayatına geçirenlerin ebedi cennet , kabul etmeyenlerin ebedi cehennem ile karşılık bulacaklarını bildirmiştir. Son elçi Muhammed as ın vasıtası ile gelen son vahiy'dede bu durum bir çok ayette bildirilmiştir. Kur'anın anlatım özelliklerinden birisi kıssa yollu anlatım ile mesajı görselleştirme ve muhataplarının anlamasında kolaylık sağlamasıdır.
Adem ve iblis kıssası'da bu tür anlatım uslubu ile bizlere ,Alemlerin rabbi olan Allah'ın emirlerine isyan etmemiz halinde uğrayacağımız akıbet görsel yolla anlatılmaktadır. Adem ile kendmiz arasında bir paralellik kurarak kıssayı okuduğumuzda şu görülür.
Allah cc Adem'i yaratmış ve ona bir takım yasaklar getirmiştir. Allah cc bizleri'de yaratmış ve bir takım yasaklar getirmiştir. Allah cc Adem'e getirdiği yasağı ağaç sembolu olarak anlatmış olup bu ağaç sembolunun karşılığı bizlere son ilahi hitap olan kur'andaki yasaklardır. Allah cc Adem'e, ağaca yaklaşmadığı müddetçe taha suresindeki anlatımda "aç kalmayacak, susamayacak,güneşte yanmayacak, çıplak kalmayacaksın" buyurmuştur. Aynı şekilde insanlara'da emirlerini yerine getirdikleri takdirde vaad ettiği cennetlerin anlatıldığı ayetleri hatırlayacak olursak, her türlü yiyecek ve içecek, en güzel elbiseler ve gölgelikler şeklinde tasvirler görürüz.
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).
Bunun tersi olarak eğer Adem o ağaca yaklaşacak olursa , aç kalacak , susayacak, sıcaktan yanacak,ve çıplak kalacaktır. Kur'anın cehennem tasvirleri hatırlayacak olursak emirlere riayet etmeyerek isyan edenlerin, okurken bile içinin kalktığı anlatımlar ile cehennemde ebedi olarak ağırlanacağı hatırlatılmaktadır.
Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini ateş kaplar. (İBRAHİM/50)
Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. O'nu inkar
edenler için ateşten elbiseleri biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar
su dökülür. (HAC/19)
Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.
Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız. (VAKİ'A/52-53)
Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
O da ne besler, ne de açlığı giderir. (ĞAŞİYE/6-7)
Adem ile eşi ağaca yaklaşıp emri çiğnedikleri zaman yaptıkları hatayı anlamışlar tevbe edip bu günahtan affedilmişlerdir. Bu olayı yine bizlere dönük olarak okumak gerekirse şöyle bir mesaj çıkacaktır. İblis yapmış olduğu hatada ısrar ederek ebedi olarak lanete uğramış, Adem ile eşi yaptığı hatadan pişman olmuş ve tevbe ederek af edilmişlerdir. Bizlerde insan olarak her an için şeytan'ın iğvasına kapılarak yasak ağaca yaklaşıp Allah cc nin emirlerine isyan etme potansiyelinde olup tevbe ederek günahlardan kurtulma ve cehennemde ebedi kalanlardan olmaktan kurtulma imkanımız vardır.
Sonuç olarak; tefsir kitaplarında tartışılmakta olan , Adem ile eşinin konuldukları cennet'in neresi olduğu konusu ,"parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali bir tartışma olup yaşanmış olduğu zaman ve mekan içinde kıssayı okumaktan çok bu kıssa ile bizlere verilmek istenen mesajın okunmaya çalışılması gerekmektedir. Adem ile iblis kıssası bütün insanlığın ortak kıssası olup kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların yaşayacağı bir kıssa'dır. Adem ile eşinin konuldukları cennet ise aynı şekilde bize dönük mesajının ne olduğu sorusu sorularak okunması gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
29 Mart 2014 Cumartesi
Salih a.s Kıssası ve Kavminin Deve İle İmtihanı
Salih as Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu elçilerden olup kıssası kur'anın bir kaç suresinde bizlere anlatılmaktadır. Salih as ın kavmine imtihan için gönderilmiş olan dişi deve üzerinden verilmek istenen mesaj ve o mesajın bizler için ne ifade ettiğini anlamaya çalışacağımız bu yazımızda, önce kıssanın kur'anda geçen ayet meallerini vermek istiyoruz.
Araf s. 73-79. ayetlerinde anlatılan kıssanın meali şöyledir.
73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i : "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir ayettir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin , sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74 - Düşünün ki Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): ", doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
Kıssanın araf suresinde anlatılan ayetlerine baktığımızda semud kavminin öne çıkan özelliğinin diğer kavimlerde görüldüğü gibi şirk olduğudur.
[006.123] Böylece, her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları yaptık ki, orada hileler çevirsinler. Halbuki bunlar, kötülüğü başkasına değil kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
[017.016] Bir memleketi helâk etmek murad ettiğimiz vakıt ise oranın mütrefine (itaat) emrederiz, onlar itaat etmez de orada fısk yaparlar, bunun üzerine o memleket aleyhine huküm, hakkolur artık onu tedmir eder de ederiz.
Enam s 123. ayeti ve isra s. 16. ayetinde buyurulduğu üzere "müşriklerin sünneti" olarak tabir edebileceğimiz yoldan Salih as ın kavmininde geçtiği görülecektir.
Helak edilen kavimlere baktığımız zaman gelen elçilere ilk çıkanların o beldenin "mütref" ve "müstekbir" olarak tabir edilen önde gelenleri olduğu görülür. Salih as a karşı çıkanlarda semud kavminin müstekbirleri olmuştur. Müstekbirler ellerinde tuttukları servet ve güç ile , müstaz'af olarak tabir edilen kavmin servet ve güç bakımından geride olanları üzerinde kurdukları tahakkümle onların ne yapacaklarına karar verecek konumda olduklarını iddia etmekte olup bunlara rağmen gelen elçiye iman eden muvahhidler bu müstekbirlere rağmen iman etmektedirler.
Salih as'ın kıssasında semud'a imtihan için ayet olarak bir dişi deve gönderilmiştir. Tefsirlere baktığımız zaman bu devenin kayadan çıktığı ve israiliyyat kabilinden hikayelerin sayfalarca yer aldığı deve üzerinden verilmek istenen mesajın ne olduğu şeklinde herhangi bir düşünde serd edilmediği görülür. Kıssanın diğer surelerinde deve ile ilgili olarak bize dönük mesajları hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
Muhammed as ın mekkeli müşrik muhatapları'da ondan aynı şekilde "görülebilir ayet" istemiş olup Salih as ın kavmine gönderilen görülebir (mubsireten) ayet ve sonra onun kavminin o ayete yapmış olduğu muamele sonrası kavminin başına gelenler ile mekkelilerin ayet istemelerinin red edilmesi gerekçesi olarak gösterilmiştir. isra s. 59. ayetinde bu durum şöyle anlatılır. "O istenilen âyetler le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz"
Salih as'ın hud s. 61-68. ayet mealleri arasında anlatılan kıssası şöyledir.
61. Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i . Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.
62. Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin, babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.
63. (Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız.
64. Ey kavmim! İşte size ayet olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin . Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.
65. Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" Bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.
66. Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, galip gelendir.
67. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi uzak kılındı.
Hud suresinde anlatılan bölümde , Semud'un müstekbirleri klasik müşrik söylemi olan "atalar dini" söylemini öne çıkararak kendi haklılıklarına, babalarının'da müşrik oldukları gerekçesini göstermektedirler. Dikkat edileceği üzere gerekçeleri"biz atalarımızı böyle bulduk" olup gelen vahyi red etmelerinin sebeblerinden biridir. Bu söylem aynı şekilde Muhammed as ın mekkeli muhatapları tarafından'da dile getirilmiştir.
Şuara s.141-159. ayetler meali şöyledir.
141. Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
142. Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
143. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
144. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
145. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
146. Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız ?
147. "Böyle bahçelerde, çeşme başlarında ?"
148. "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında?"
149. dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz .
150. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
151. "O aşırıların emrine uymayın."
152. "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).
153. Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
154. Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.
155. Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.
156. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.
157. Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.
158. Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
159. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Şuara suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman surede anlatılan kıssalardaki ortak nokta olan "ücret istememe" konusu ön planda olup bu konu Muhammed as ın mekkeli muhataplarına söylediği sözlerdendir. Ücret karşılığı bir iş yapmama kişinin iyi niyetinin bir göstergesi olup bütün elçilerin ortak noktalarından birisini oluşturmaktadır.
Deve'nin görünür ayet olarak gönderilmesi ve onun imtihan olması , bu suredeki anlatımda öne çıkmaktadır. Semud ahalisi ile deve'nin su içme hakkı belli günler için sınırlandırılmış olup bu şekil bir imtihan bizlere Allah cc nin bizleri tabi tuttuğu deneme konularında bizler tarafından herhangi bir sorgulama yapmadan teslim olmaktan başka şansımız olmadığı mesajını vermektedir.
Şöyle bir düşünelim, bir köy muhtarı köyün su alma hakkını bir gün kendisine, bir gün bütün köye şeklinde bir taksimde bulunmuş olsa bu muhtarın adı zalim muhtar denilip bütün köyün isyan etmesine sebeb bir durumdur. Ancak Allah cc kullarının imtihan için semud kavmine bir gün, deveye bir gün tayin ettiği zaman bunun adı imtihan olup Allah cc için zalim gibi bir söz söylemek kimsenin haddi olamaz. İşte böyle bir durum semud kavmine gönderilen deve üzerinden örneklendirilerek kulların Allah cc den gelen her şeye boyun eğmek durumunda oldukları isyan etmek şeklindeki tepkilerin karşılığının ne olabileceği gösterilmektedir.
Neml s. 45-53. ayetleri meali şöyledir.
45. Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
46. Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.
47. Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Sâlih: Size çöken uğursuzluk , Allah katından dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.
48. O şehirde dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
49. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.
51. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu: Onları da; (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
53. İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.
Neml suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman , kavmin birbirleri ile çekişen iki gurup yani mü'min ve müşrik şeklinde ikiye ayrıldığını görmekteyiz. Her elçinin çağrısına az da olsa müstaz'aflar dan olan bir gurup iman etmiş ve bunlar müstekbirler tarafından hor ve hakir görülmüşlerdir. 47. ayette kavminin Salih as a onun ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğratıldıkları şeklinde bir şikayetleri vardır.
"Biz hangi kente (ülkeye) bir elçi gönderdikse, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır."
Araf suresi 94. ayetinde bildirilen bu durum Salih as ın kavmi içinde geçerli olup aynı durum Musa as ın kıssasında firavun kavmi için uygulanmıştır.
Bu surede semud kavminin müstekbir taifesinden olan 9 kişilik bir çeteden bahsedilmektedir. Bunlar kavmin önde gelen müstekbirleri olup kendilerini kavm ile ilgili son sözü söyleyenler olarak görmek gibi bir durumları olduğu göze çarpmaktadır, Salih as ı öldürüp sonra biz yapmadık diyerek faili meçhul bir cinayet ile onu ortadan kaldırma planları kurmalarına karşın bu planlarının işiten ve gören Allah cc tarafından nasıl başlarına yıkıldığı malumdur.
Zariyat s. 43-45. ayet mealleri şöyledir.
43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Kamer s. 23-32. ayet mealleri şöyledir.
23 - Semûd da o uyarıları yalanladılar.
24 - "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.
25 - "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).
26 - Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.
27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
32 - Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Şems s. 11-15. ayetleri meali şöyledir.
11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
12 - En azgınları ileri atılınca,
13 - Allah'ın Rasulü (Salih ) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.
14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya.
Sonuç olarak; Salih as Allah cc nin semud kavmine göndermiş olduğu elçilerden olup, helak ile neticelenen bir son ile kur'anda yerini almış bir kavmin elçisidir. Muhammed as ın mekkeli muhatapları bir çok ayette "ona bir ayet indirilmeli değilmiydi" şeklinde isteklerine karşın kur'an, semud kavminin ayet isteği sonucunda onlara gönderilen dişi deve ayetine karşı yaptıkları muamele sonucunda helak edildiklerini hatırlatarak, mekkeli müşrik muhataplara görsel ayet göndermeme gerekçesini semud kavminin sonunu hatırlatarak geri çevirmiştir. Dişi deve ayeti üzerinden verilmek istenen mesajlardan biriside , Allah cc nin kulları için seçmiş olduğu imtihan yolları konusunda kulların onu sorgulamak veya itiraz etmek gibi bir seçenekleri olmadığının , tek seçeneklerinin bu imtihan karşısında boyun eğerek gereğini yapmak olduğu olup red ve isyan şeklinde verilen bir cevabın neticesinin kullara neye mal olacağının canlı bir göstergesi semud kavmi üzerinden gösterilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Araf s. 73-79. ayetlerinde anlatılan kıssanın meali şöyledir.
73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i : "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir ayettir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin , sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74 - Düşünün ki Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): ", doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
Kıssanın araf suresinde anlatılan ayetlerine baktığımızda semud kavminin öne çıkan özelliğinin diğer kavimlerde görüldüğü gibi şirk olduğudur.
[006.123] Böylece, her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları yaptık ki, orada hileler çevirsinler. Halbuki bunlar, kötülüğü başkasına değil kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
[017.016] Bir memleketi helâk etmek murad ettiğimiz vakıt ise oranın mütrefine (itaat) emrederiz, onlar itaat etmez de orada fısk yaparlar, bunun üzerine o memleket aleyhine huküm, hakkolur artık onu tedmir eder de ederiz.
Enam s 123. ayeti ve isra s. 16. ayetinde buyurulduğu üzere "müşriklerin sünneti" olarak tabir edebileceğimiz yoldan Salih as ın kavmininde geçtiği görülecektir.
Helak edilen kavimlere baktığımız zaman gelen elçilere ilk çıkanların o beldenin "mütref" ve "müstekbir" olarak tabir edilen önde gelenleri olduğu görülür. Salih as a karşı çıkanlarda semud kavminin müstekbirleri olmuştur. Müstekbirler ellerinde tuttukları servet ve güç ile , müstaz'af olarak tabir edilen kavmin servet ve güç bakımından geride olanları üzerinde kurdukları tahakkümle onların ne yapacaklarına karar verecek konumda olduklarını iddia etmekte olup bunlara rağmen gelen elçiye iman eden muvahhidler bu müstekbirlere rağmen iman etmektedirler.
Salih as'ın kıssasında semud'a imtihan için ayet olarak bir dişi deve gönderilmiştir. Tefsirlere baktığımız zaman bu devenin kayadan çıktığı ve israiliyyat kabilinden hikayelerin sayfalarca yer aldığı deve üzerinden verilmek istenen mesajın ne olduğu şeklinde herhangi bir düşünde serd edilmediği görülür. Kıssanın diğer surelerinde deve ile ilgili olarak bize dönük mesajları hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
Muhammed as ın mekkeli müşrik muhatapları'da ondan aynı şekilde "görülebilir ayet" istemiş olup Salih as ın kavmine gönderilen görülebir (mubsireten) ayet ve sonra onun kavminin o ayete yapmış olduğu muamele sonrası kavminin başına gelenler ile mekkelilerin ayet istemelerinin red edilmesi gerekçesi olarak gösterilmiştir. isra s. 59. ayetinde bu durum şöyle anlatılır. "O istenilen âyetler le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz"
Salih as'ın hud s. 61-68. ayet mealleri arasında anlatılan kıssası şöyledir.
61. Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i . Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.
62. Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin, babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.
63. (Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız.
64. Ey kavmim! İşte size ayet olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin . Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.
65. Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" Bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.
66. Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, galip gelendir.
67. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi uzak kılındı.
Hud suresinde anlatılan bölümde , Semud'un müstekbirleri klasik müşrik söylemi olan "atalar dini" söylemini öne çıkararak kendi haklılıklarına, babalarının'da müşrik oldukları gerekçesini göstermektedirler. Dikkat edileceği üzere gerekçeleri"biz atalarımızı böyle bulduk" olup gelen vahyi red etmelerinin sebeblerinden biridir. Bu söylem aynı şekilde Muhammed as ın mekkeli muhatapları tarafından'da dile getirilmiştir.
Şuara s.141-159. ayetler meali şöyledir.
141. Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
142. Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
143. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
144. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
145. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
146. Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız ?
147. "Böyle bahçelerde, çeşme başlarında ?"
148. "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında?"
149. dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz .
150. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
151. "O aşırıların emrine uymayın."
152. "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).
153. Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
154. Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.
155. Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.
156. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.
157. Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.
158. Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
159. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Şuara suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman surede anlatılan kıssalardaki ortak nokta olan "ücret istememe" konusu ön planda olup bu konu Muhammed as ın mekkeli muhataplarına söylediği sözlerdendir. Ücret karşılığı bir iş yapmama kişinin iyi niyetinin bir göstergesi olup bütün elçilerin ortak noktalarından birisini oluşturmaktadır.
Deve'nin görünür ayet olarak gönderilmesi ve onun imtihan olması , bu suredeki anlatımda öne çıkmaktadır. Semud ahalisi ile deve'nin su içme hakkı belli günler için sınırlandırılmış olup bu şekil bir imtihan bizlere Allah cc nin bizleri tabi tuttuğu deneme konularında bizler tarafından herhangi bir sorgulama yapmadan teslim olmaktan başka şansımız olmadığı mesajını vermektedir.
Şöyle bir düşünelim, bir köy muhtarı köyün su alma hakkını bir gün kendisine, bir gün bütün köye şeklinde bir taksimde bulunmuş olsa bu muhtarın adı zalim muhtar denilip bütün köyün isyan etmesine sebeb bir durumdur. Ancak Allah cc kullarının imtihan için semud kavmine bir gün, deveye bir gün tayin ettiği zaman bunun adı imtihan olup Allah cc için zalim gibi bir söz söylemek kimsenin haddi olamaz. İşte böyle bir durum semud kavmine gönderilen deve üzerinden örneklendirilerek kulların Allah cc den gelen her şeye boyun eğmek durumunda oldukları isyan etmek şeklindeki tepkilerin karşılığının ne olabileceği gösterilmektedir.
Neml s. 45-53. ayetleri meali şöyledir.
45. Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
46. Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.
47. Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Sâlih: Size çöken uğursuzluk , Allah katından dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.
48. O şehirde dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
49. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.
51. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu: Onları da; (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
53. İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.
Neml suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman , kavmin birbirleri ile çekişen iki gurup yani mü'min ve müşrik şeklinde ikiye ayrıldığını görmekteyiz. Her elçinin çağrısına az da olsa müstaz'aflar dan olan bir gurup iman etmiş ve bunlar müstekbirler tarafından hor ve hakir görülmüşlerdir. 47. ayette kavminin Salih as a onun ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğratıldıkları şeklinde bir şikayetleri vardır.
"Biz hangi kente (ülkeye) bir elçi gönderdikse, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır."
Araf suresi 94. ayetinde bildirilen bu durum Salih as ın kavmi içinde geçerli olup aynı durum Musa as ın kıssasında firavun kavmi için uygulanmıştır.
Bu surede semud kavminin müstekbir taifesinden olan 9 kişilik bir çeteden bahsedilmektedir. Bunlar kavmin önde gelen müstekbirleri olup kendilerini kavm ile ilgili son sözü söyleyenler olarak görmek gibi bir durumları olduğu göze çarpmaktadır, Salih as ı öldürüp sonra biz yapmadık diyerek faili meçhul bir cinayet ile onu ortadan kaldırma planları kurmalarına karşın bu planlarının işiten ve gören Allah cc tarafından nasıl başlarına yıkıldığı malumdur.
Zariyat s. 43-45. ayet mealleri şöyledir.
43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Kamer s. 23-32. ayet mealleri şöyledir.
23 - Semûd da o uyarıları yalanladılar.
24 - "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.
25 - "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).
26 - Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.
27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
32 - Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Şems s. 11-15. ayetleri meali şöyledir.
11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
12 - En azgınları ileri atılınca,
13 - Allah'ın Rasulü (Salih ) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.
14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya.
Sonuç olarak; Salih as Allah cc nin semud kavmine göndermiş olduğu elçilerden olup, helak ile neticelenen bir son ile kur'anda yerini almış bir kavmin elçisidir. Muhammed as ın mekkeli muhatapları bir çok ayette "ona bir ayet indirilmeli değilmiydi" şeklinde isteklerine karşın kur'an, semud kavminin ayet isteği sonucunda onlara gönderilen dişi deve ayetine karşı yaptıkları muamele sonucunda helak edildiklerini hatırlatarak, mekkeli müşrik muhataplara görsel ayet göndermeme gerekçesini semud kavminin sonunu hatırlatarak geri çevirmiştir. Dişi deve ayeti üzerinden verilmek istenen mesajlardan biriside , Allah cc nin kulları için seçmiş olduğu imtihan yolları konusunda kulların onu sorgulamak veya itiraz etmek gibi bir seçenekleri olmadığının , tek seçeneklerinin bu imtihan karşısında boyun eğerek gereğini yapmak olduğu olup red ve isyan şeklinde verilen bir cevabın neticesinin kullara neye mal olacağının canlı bir göstergesi semud kavmi üzerinden gösterilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
27 Mart 2014 Perşembe
Hüdhüd ve Elçilerin Kimliği
Hüdhüd ismini neml suresinde Süleyman as ın kıssasının anlatıldığı ayetlerde, kuşların denetimi sırasında onun orada olmaması neticesinde Süleyman as ın onu sorması sonucunda kur'anda görmekteyiz. Hüdhüd'ün bir kuş olması ve ayetlerde geçen konuşmalarının bir kuş'un bunları konuşmasının mümkün olmadığı düşüncesinden yola çıkılarak , Hüdhüd'ün olsa olsa kuş flamalı orduların başı olduğu yani neticede insan olduğu sonucuna varılmaya çalışıldığı, konu üzerinde araştırma yapanların rastladığı bir düşüncedir.
Gelenekteki kur'an okuma metodu, bir kısım modernizm taraftarının kur'an okuması , iki tarafında kur'anı mesaj içerikli okumama gibi bir ortak noktada buluşturmuştur. Gelenekteki literal okuma mülk suresinin 16.17. ayetlerinde geçen "semada olanın" şeklindeki ibareden hareketle, mücessime ekolu "Allah semadadır" gibi bir anlam çıkarmış olup bunu kabul etmeyi imanın şartı haline getirmiştir. Aynı şekilde modernizm taraftarı bir kısım insan'da özellikle kıssalarda anlatılan sıra dışı olayları aklileştirerek olayın mesaj içerikli olmasını öteleştirmiş geleneksel yanlışın öteki ucu olarak onları red etme yoluna gitmiştir.
Neml suresinde anlatılan Süleyman as kıssasında Hüdhüd adlı kuş'un konuşmasına takılarak , kuş'un konuşmasının imkansız olduğu bunun olsa olsa insan olabileceği şeklinde itirazlara baktığımızda bu itiraz sahiplerininde bir tür modern mücessime olarak görmek mümkündür. Batı ve doğu edebiyatında örneklerini gördüğümüz adına "fabl" denilen , hayvanların konuşturulması yöntemi ile yazılan hikayeleri okurken hiç kimse "yahu hayvan konuşurmu" diye bir itirazda bulunmadan o hayvanın konuşması üzerinden verilen mesajı anlamaya çalışmasına rağmen , kur'anın bu metodu kullanması bazılarımıza acaip gelmektedir.
Allah cc nin insanlara elçi göndererek mesajını onlara iletme ve o mesaja muhatap olan inkarcı insanların, gelen elçilerin kimliği üzerinden onları red etme girişimleri kuran'ın bir çok ayetinde görülmektedir.
[021.003] Kalbleri hep oyunda hem onlar o zalimler şu gizli fısıltıyı sirleştiler: bu sırf sizin gibi, bir beşer artık göre göre sihire mi gidiyorsunuz?
[023.024] Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: «Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.» [023.033-4] Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı: «Bu,» dediler, «sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, büyük bir kayba ve hüsrana uğrarsınız.»
[026.154] Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen
[026.186] Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.
[036.015] Siz, dediler: bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz, hem Rahman hiç bir şey indirmedi, siz sırf yalan söylüyorsunuz
[064.006] (O azabın sebebi) şu ki, onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, hamde lâyıktır.
[011.027] Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.»[023.047] Onun için biz, dediler, bizim gibi iki beşere iyman mı ederiz? Halbuki onların kavmi bize kulluk ediyor
[011.012] Şimdi belki de sen, onların: «Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!» demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.
[025.007] Ve dediler ki: «Bu Resûl için ne var ki, yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık O'nunla beraber bir korkutucu olsa idi!»
Bu konu ile ilgili olarak kur'anda bir çok ayet daha mevcut olmasına rağmen, Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin mesajını öteleyerek kimlikleri üzerinde takılı kalınması öteden beri gelen bir durum olup bu duruma müslümanlar'da düşüp geleneksel peygamber algıları bunun örneğidir.
Süleyman as kıssasında Hüdhüd ile ilgili ayetleri önce okuyup sonra nasıl bir mesaj verilmek isteniyor onu görelim.
[027.020] Bir de kuşları denetledi ve: «Bana ne oluyor, Hüdhüd'ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?
[027.021] Elbette ona şiddetli bir azâb ederim veya boynunu keserim, yâhud da bana her halde açık, kuvvetli bir bürhan getirir
[027.022] Derken bekledi çok geçmeden geldi, ben, dedi: senin ihata etmediğin bir şey ihata ettim ve sana Sebe'den sağlam bir haber getirdim
[027.023] Çünkü ben bir kadın buldum, onlara meliklik ediyor, kendisine her şeyden verilmiş, azametli bir tahtı da var
[027.024] Onu ve kavmini buldum ki Allaha değil, Güneşe secde ediyorlar, Şeytan onlara amellerini yaldızlamış, bu suretle kendilerini yoldan sapıtmış da doğru gidemiyorlar
[027.025] Allâha secde etmemeleri için o Allaha ki Göklerde ve Yerde gizliyi çıkarır ve neyi saklıyorlar, neyi açıklıyorlarsa bilir
[027.026] Allah, başka ilâh yok ancak o, o azîm Arşın sahibi o
[027.027] Bakalım, dedi: sadık mısın yoksa yalancılardan mı oldun?
[027.028] Şu mektubumu (kitabımı)götür bırak onlara, sonra dön kendilerinden de bak ne neticeye varacaklar
Buraya kadar olan okuduğumuz ayetleri sadece literal ve "kıssa içinde dönüp durma" metodu ile okuyup mesaj içerip içermediği gibi bir düşünce ile okuduğumuz zaman ilk takılacağımız yer haliyle " bu nasıl bir kuş'muş konuşuyor" deyip bunun üzerinde yorumlar yaparak "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali parmak'ta takılır kalırız.
Süleyman as ın kimliğine baktığımız zaman onun hükümdar bir elçi olduğunu görürüz. Onun bu kimliği üzerinden verilmek istenen mesaj ile Allah cc nin kendisini hükümdar benzetmesi üzerinden verdiği mesajı paralel olarak düşünmek gerekmektedir'ki Hüdhüd üzerinden verilmek istenen mesaj doğru olarak kavranabilsin.
Allah cc , kendisinin mesajlarını iletmeleri için insanlar içinden seçmiş olduğu bazı kişileri görevlendirmiş ve onlara "KİTAB" verdiğini bildirmiştir. Kitab kelimesinin Süleyman as ın sebe hükümdarına elçi olarak göndermiş olduğu Hüdhüd'e vermiş olduğu mektup için kullanılması bizlere Allah cc ile Süleyman as ın elçi göndermesini bir paralellik içinde düşünmemizi gerektirir.
Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ayet meallerine bakacak olursak, iman etmeyenlerin kendilerine gelen elçileri red etme gerekçelerinden birisi onların " beşer" olduklarıdır. Elçi , "bir hükümdarın mesajını ileten kimse" demek olduğuna göre normal olan durum elçinin getirmiş olduğu mesajın içeriği ile ilgilenmeyi gerektirip elçinin kimliği ile ilgilenmek gibi bir duruma düşülmemesidir.
Hüdhüd'ün getirmiş olduğu mesaja sebe hükümdarının verdiği tepki, bizlere örnek olarak elçinin kimliği ile değil, getirmiş olduğu mesaj ile ilgilenilmesinin gerektiği mesajını vermektedir.
[027.029] Kadın dedi ki: «Ey ileri gelenler bana KERİM BİR KİTAB bırakıldı.
Hükümdar kendisine bırakılan mesajı "KERİM KİTAB" olarak niteleyerek bunu kimin bıraktığı şeklinde bir soru sorma ihtiyacı hissetmeden mesajın içeriği hakkındaki fikirlerini söylemesi, bizlere mesaj içerikli olarak elçilerin kimliğinin ikinci planda olduğu, birinci planda göz önüne alınması gereken şeyin mesajın ihtiva ettiği şeyler olması gerektiğidir.
Neml suresi 28. ayetinde Süleyman as ın Hüdhüd'e , kitabı bıraktıktan sonra ne yapacağına dair olan emri arapça metinde " sümme tevelle anhüm fenzür ma ze yerciune" ( sonra kendilerinden dön bak ne neticeye varacaklar) şeklindeki ibarenin kur'anın değişik yerlerinde "tevelle anhüm" şeklinde geçen ayetleri , Allah cc nin Muhammed as a bir emri şeklinde karşımıza çıkmaktadır.(37.174-178/ 51.54/ 54.6) ayetlerinde tebliğ görevini yerine getirmekle vazifeli olan elçinin kişilerin iman edip etmeme noktasında onlara herhangi bir zorlama yapmaması istenmekte olup bu durumun benzeri ayetler kur'anın bir çok ayetinde " sen ancak müjdeleyici ve korkutucusun" veya, "onların iman edip etmemesi senin üzerine değildir" buyurularak elçinin görevi hatırlatılır, aynı durumu Süleyman as ın Hüdhüd'e verdiği emirdede görmemiz ,Allah cc nin elçilerinin görevi ile Süleyman as ın elçisi arasındaki anlatım benze rliğini görmek açısından bir örnektir.
Elçinin kimliğine takılıp mesajı öteleme geleneksel din algısının en sıkıntılı düşüncelerinden birisi olup, bu düşüncenin tezahürlerini bir çok alanda görmekteyiz. Kur'anı geleneksel algının dışında anlama iddiasında olan bir kısım kişilerin özellikle kur'an kıssalarındaki bu tür anlatımları geleneğin paralelinde okumaları neticesinde bu tür tartışmalar içine düşmesi elçilerin kimliğine takılmanın bir tezahürüdür.
Kur'anı mesaj içermesini öne çıkarıp kıssalardaki bu tür sıradışı anlatımlardaki mesaja yönelenlerin Hüdhüd'un kuş mu insan'mı olduğu gibi kısır tartışmaları bırakarak Hüdhüd adlı kuş üzerinden, onun elçiliğinin öne çıkarılarak getirdiği mesajın önemi ve kimliğinin ikinci planda kalması gerektiğini anlarlar.
Özellikle hadis konusunda hassas davranıp kur'anın dışındaki bilgilerin hepsinin atılması gerektiğini savunup Hüdhüd'ün kimliğini tarihi belgeler üzerinden yorumlamaya çalışarak onun kuş değil insan olduğu, ve kuş flamalı orduların başı olduğu gibi iddiaları'da modernist okuma taraftarlarının bir çelişkisi olarak gördüğümüzü ifade edelim.
Sonuç olarak; Allah cc nin elçi gönderme sünnetine uygun olarak insanların kendi içlerinden seçilen elçilerin beşer olmaları , kendileri gibi beşer olan inkarcı muhatapları tarafından öne çıkarılarak getirdikleri mesaj ötelenmeye çalışılmıştır. Süleyman as kıssası içinde Hüdhüd adlı kuş üzerinden verilmek istenen mesaj , elçilerin kimliği değil getirdikleri mesajın öne çıkarılması olmasına rağmen, modernist okumalar sonucu kimlik tartışmaları içinde kıssanın mesajı es geçilmeye çalışılmaktadır. Kur'anı kiralık okuma metodları ile değilde yine kendi içinden çıkarılan okuma metodu ile anlamaya çalışıldığı takdirde bu tür tartışmaların ne kadar faydasız ve gereksiz olduğu , asıl olanın anlatımlar üzerinden verilmek istenen mesajın olduğu , kıssalardaki şahısların kimliklerinin geçici olduğu ama o şahıslar üzerinden verilmek istenen mesajın evrensel olduğu unutulmamalıdır. Bu mesaj geleneksel islam anlayışındaki peygamber algısının yanlışlığını anlamak bakımından güzel bir örnek arz etmekte olup özellikle Muhammed as ın şahsını öne çıkarıp mesajı ikinci plana atmak şeklinde ortaya çıkan elçi anlayışının değiştirilip yerine mesajı öne çıkaran anlayışın oturtulmasına yardımcı olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR
Gelenekteki kur'an okuma metodu, bir kısım modernizm taraftarının kur'an okuması , iki tarafında kur'anı mesaj içerikli okumama gibi bir ortak noktada buluşturmuştur. Gelenekteki literal okuma mülk suresinin 16.17. ayetlerinde geçen "semada olanın" şeklindeki ibareden hareketle, mücessime ekolu "Allah semadadır" gibi bir anlam çıkarmış olup bunu kabul etmeyi imanın şartı haline getirmiştir. Aynı şekilde modernizm taraftarı bir kısım insan'da özellikle kıssalarda anlatılan sıra dışı olayları aklileştirerek olayın mesaj içerikli olmasını öteleştirmiş geleneksel yanlışın öteki ucu olarak onları red etme yoluna gitmiştir.
Neml suresinde anlatılan Süleyman as kıssasında Hüdhüd adlı kuş'un konuşmasına takılarak , kuş'un konuşmasının imkansız olduğu bunun olsa olsa insan olabileceği şeklinde itirazlara baktığımızda bu itiraz sahiplerininde bir tür modern mücessime olarak görmek mümkündür. Batı ve doğu edebiyatında örneklerini gördüğümüz adına "fabl" denilen , hayvanların konuşturulması yöntemi ile yazılan hikayeleri okurken hiç kimse "yahu hayvan konuşurmu" diye bir itirazda bulunmadan o hayvanın konuşması üzerinden verilen mesajı anlamaya çalışmasına rağmen , kur'anın bu metodu kullanması bazılarımıza acaip gelmektedir.
Allah cc nin insanlara elçi göndererek mesajını onlara iletme ve o mesaja muhatap olan inkarcı insanların, gelen elçilerin kimliği üzerinden onları red etme girişimleri kuran'ın bir çok ayetinde görülmektedir.
[021.003] Kalbleri hep oyunda hem onlar o zalimler şu gizli fısıltıyı sirleştiler: bu sırf sizin gibi, bir beşer artık göre göre sihire mi gidiyorsunuz?
[023.024] Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: «Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.» [023.033-4] Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı: «Bu,» dediler, «sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, büyük bir kayba ve hüsrana uğrarsınız.»
[026.154] Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen
[026.186] Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.
[036.015] Siz, dediler: bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz, hem Rahman hiç bir şey indirmedi, siz sırf yalan söylüyorsunuz
[064.006] (O azabın sebebi) şu ki, onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, hamde lâyıktır.
[011.027] Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.»[023.047] Onun için biz, dediler, bizim gibi iki beşere iyman mı ederiz? Halbuki onların kavmi bize kulluk ediyor
[011.012] Şimdi belki de sen, onların: «Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!» demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.
[025.007] Ve dediler ki: «Bu Resûl için ne var ki, yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık O'nunla beraber bir korkutucu olsa idi!»
Bu konu ile ilgili olarak kur'anda bir çok ayet daha mevcut olmasına rağmen, Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin mesajını öteleyerek kimlikleri üzerinde takılı kalınması öteden beri gelen bir durum olup bu duruma müslümanlar'da düşüp geleneksel peygamber algıları bunun örneğidir.
Süleyman as kıssasında Hüdhüd ile ilgili ayetleri önce okuyup sonra nasıl bir mesaj verilmek isteniyor onu görelim.
[027.020] Bir de kuşları denetledi ve: «Bana ne oluyor, Hüdhüd'ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?
[027.021] Elbette ona şiddetli bir azâb ederim veya boynunu keserim, yâhud da bana her halde açık, kuvvetli bir bürhan getirir
[027.022] Derken bekledi çok geçmeden geldi, ben, dedi: senin ihata etmediğin bir şey ihata ettim ve sana Sebe'den sağlam bir haber getirdim
[027.023] Çünkü ben bir kadın buldum, onlara meliklik ediyor, kendisine her şeyden verilmiş, azametli bir tahtı da var
[027.024] Onu ve kavmini buldum ki Allaha değil, Güneşe secde ediyorlar, Şeytan onlara amellerini yaldızlamış, bu suretle kendilerini yoldan sapıtmış da doğru gidemiyorlar
[027.025] Allâha secde etmemeleri için o Allaha ki Göklerde ve Yerde gizliyi çıkarır ve neyi saklıyorlar, neyi açıklıyorlarsa bilir
[027.026] Allah, başka ilâh yok ancak o, o azîm Arşın sahibi o
[027.027] Bakalım, dedi: sadık mısın yoksa yalancılardan mı oldun?
[027.028] Şu mektubumu (kitabımı)götür bırak onlara, sonra dön kendilerinden de bak ne neticeye varacaklar
Buraya kadar olan okuduğumuz ayetleri sadece literal ve "kıssa içinde dönüp durma" metodu ile okuyup mesaj içerip içermediği gibi bir düşünce ile okuduğumuz zaman ilk takılacağımız yer haliyle " bu nasıl bir kuş'muş konuşuyor" deyip bunun üzerinde yorumlar yaparak "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali parmak'ta takılır kalırız.
Süleyman as ın kimliğine baktığımız zaman onun hükümdar bir elçi olduğunu görürüz. Onun bu kimliği üzerinden verilmek istenen mesaj ile Allah cc nin kendisini hükümdar benzetmesi üzerinden verdiği mesajı paralel olarak düşünmek gerekmektedir'ki Hüdhüd üzerinden verilmek istenen mesaj doğru olarak kavranabilsin.
Allah cc , kendisinin mesajlarını iletmeleri için insanlar içinden seçmiş olduğu bazı kişileri görevlendirmiş ve onlara "KİTAB" verdiğini bildirmiştir. Kitab kelimesinin Süleyman as ın sebe hükümdarına elçi olarak göndermiş olduğu Hüdhüd'e vermiş olduğu mektup için kullanılması bizlere Allah cc ile Süleyman as ın elçi göndermesini bir paralellik içinde düşünmemizi gerektirir.
Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ayet meallerine bakacak olursak, iman etmeyenlerin kendilerine gelen elçileri red etme gerekçelerinden birisi onların " beşer" olduklarıdır. Elçi , "bir hükümdarın mesajını ileten kimse" demek olduğuna göre normal olan durum elçinin getirmiş olduğu mesajın içeriği ile ilgilenmeyi gerektirip elçinin kimliği ile ilgilenmek gibi bir duruma düşülmemesidir.
Hüdhüd'ün getirmiş olduğu mesaja sebe hükümdarının verdiği tepki, bizlere örnek olarak elçinin kimliği ile değil, getirmiş olduğu mesaj ile ilgilenilmesinin gerektiği mesajını vermektedir.
[027.029] Kadın dedi ki: «Ey ileri gelenler bana KERİM BİR KİTAB bırakıldı.
Hükümdar kendisine bırakılan mesajı "KERİM KİTAB" olarak niteleyerek bunu kimin bıraktığı şeklinde bir soru sorma ihtiyacı hissetmeden mesajın içeriği hakkındaki fikirlerini söylemesi, bizlere mesaj içerikli olarak elçilerin kimliğinin ikinci planda olduğu, birinci planda göz önüne alınması gereken şeyin mesajın ihtiva ettiği şeyler olması gerektiğidir.
Neml suresi 28. ayetinde Süleyman as ın Hüdhüd'e , kitabı bıraktıktan sonra ne yapacağına dair olan emri arapça metinde " sümme tevelle anhüm fenzür ma ze yerciune" ( sonra kendilerinden dön bak ne neticeye varacaklar) şeklindeki ibarenin kur'anın değişik yerlerinde "tevelle anhüm" şeklinde geçen ayetleri , Allah cc nin Muhammed as a bir emri şeklinde karşımıza çıkmaktadır.(37.174-178/ 51.54/ 54.6) ayetlerinde tebliğ görevini yerine getirmekle vazifeli olan elçinin kişilerin iman edip etmeme noktasında onlara herhangi bir zorlama yapmaması istenmekte olup bu durumun benzeri ayetler kur'anın bir çok ayetinde " sen ancak müjdeleyici ve korkutucusun" veya, "onların iman edip etmemesi senin üzerine değildir" buyurularak elçinin görevi hatırlatılır, aynı durumu Süleyman as ın Hüdhüd'e verdiği emirdede görmemiz ,Allah cc nin elçilerinin görevi ile Süleyman as ın elçisi arasındaki anlatım benze rliğini görmek açısından bir örnektir.
Elçinin kimliğine takılıp mesajı öteleme geleneksel din algısının en sıkıntılı düşüncelerinden birisi olup, bu düşüncenin tezahürlerini bir çok alanda görmekteyiz. Kur'anı geleneksel algının dışında anlama iddiasında olan bir kısım kişilerin özellikle kur'an kıssalarındaki bu tür anlatımları geleneğin paralelinde okumaları neticesinde bu tür tartışmalar içine düşmesi elçilerin kimliğine takılmanın bir tezahürüdür.
Kur'anı mesaj içermesini öne çıkarıp kıssalardaki bu tür sıradışı anlatımlardaki mesaja yönelenlerin Hüdhüd'un kuş mu insan'mı olduğu gibi kısır tartışmaları bırakarak Hüdhüd adlı kuş üzerinden, onun elçiliğinin öne çıkarılarak getirdiği mesajın önemi ve kimliğinin ikinci planda kalması gerektiğini anlarlar.
Özellikle hadis konusunda hassas davranıp kur'anın dışındaki bilgilerin hepsinin atılması gerektiğini savunup Hüdhüd'ün kimliğini tarihi belgeler üzerinden yorumlamaya çalışarak onun kuş değil insan olduğu, ve kuş flamalı orduların başı olduğu gibi iddiaları'da modernist okuma taraftarlarının bir çelişkisi olarak gördüğümüzü ifade edelim.
Sonuç olarak; Allah cc nin elçi gönderme sünnetine uygun olarak insanların kendi içlerinden seçilen elçilerin beşer olmaları , kendileri gibi beşer olan inkarcı muhatapları tarafından öne çıkarılarak getirdikleri mesaj ötelenmeye çalışılmıştır. Süleyman as kıssası içinde Hüdhüd adlı kuş üzerinden verilmek istenen mesaj , elçilerin kimliği değil getirdikleri mesajın öne çıkarılması olmasına rağmen, modernist okumalar sonucu kimlik tartışmaları içinde kıssanın mesajı es geçilmeye çalışılmaktadır. Kur'anı kiralık okuma metodları ile değilde yine kendi içinden çıkarılan okuma metodu ile anlamaya çalışıldığı takdirde bu tür tartışmaların ne kadar faydasız ve gereksiz olduğu , asıl olanın anlatımlar üzerinden verilmek istenen mesajın olduğu , kıssalardaki şahısların kimliklerinin geçici olduğu ama o şahıslar üzerinden verilmek istenen mesajın evrensel olduğu unutulmamalıdır. Bu mesaj geleneksel islam anlayışındaki peygamber algısının yanlışlığını anlamak bakımından güzel bir örnek arz etmekte olup özellikle Muhammed as ın şahsını öne çıkarıp mesajı ikinci plana atmak şeklinde ortaya çıkan elçi anlayışının değiştirilip yerine mesajı öne çıkaran anlayışın oturtulmasına yardımcı olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR
26 Mart 2014 Çarşamba
Musa a.s ve Firavun - Süleyman a.s ve Sebe Kıssası Arasındaki Anlatım Benzerliği
Bu yazımızın konusu, başlıktan anlaşılacağı üzere, Alah cc nin iki elçisi Musa ve Süleyman as kıssalarında anlatılan firavun ve sebe hükümdarı arasındaki anlatım bağlantısı üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak üzerine olacaktır. Kur'an kelimeleri arasındaki birbiri ile olan ilişkisi maalesef meallere tam yansıyamadığı için mealden yapılan okumalarda bu bağlantıyı görebilmek güçleşmektedir.
Kur'anın benzeterek anlatma metodunu kullanması bir çok ayette karşımıza çıkarak muhataplarına anlama kolaylığı sağladığı malumdur. Allah cc kendisini bizlere, bu metodla hükümdar teşbihatını kullanarak anlatmakta olup bu teşbihat, Süleyman as ın hükümdarlığının benzetmesi üzerinden'de anlatılmaktadır. Beşer bir hükümdar olan Süleyman as ın çağrısına boyun eğen sebe melikesi'nin aldığı karşılık ile, firavun'un Allah cc nin çağrısına boyun eğmemesi sonucunda aldığı karşılık gelecek ayetlerde karşımıza çıkacaktır.
Musa as ın elçi olarak firavun'a gitmesi ile Süleyman as ın elçi olarak hüdhüd'ü sebe hükümdarına göndermesi , firavun ve sebe hükümdarının kendilerine gelen elçilere verdikleri cevap ve akıbetlerinin anlatıldığı ayetleri bir paralellik içinde okuyarak kur'anın teşbihi anlatım güzelliğini anlamaya çalışacağız.
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
[020.024] «Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.»
İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
[020.042] Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın.
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
[079.017] «Firavun'a git; doğrusu o azmıştır.»
İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur mâzâ yerciûn(yerciûne).
[027.028] (Süleyman) Şu kitabımı götür bırak onlara, sonra dön kendilerinden de bak ne neticeye varacaklar.
Allah cc Musa ve Harun'u firavun'a azmış olduğu için belgelerle göndermiş, aynı şekilde Süleyman as elçisini sebe hükümdarına "kitab" yani belge ile göndermiştir.
Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun).
027.029] Dedi ki: Ey ileri gelenler; gerçekten bana çok kerim bir kitab bırakıldı.
44.17-Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm(kerîmun).
[044.017] Andolsun, biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denemeden geçirdik ve onlara kerîm bir resul gelmişti.
Allah cc nin Musa as ı "kerim" olarak nitelendirmesi ile Süleymana s ın gönderdiği elçinin getirmiş olduğu "kitabın" kerim olarak nitelendirilmesine dikkat edelim,daha sonra göreceğimiz ayetlerde firavun ile sebe hükümdarının kendilerine gelen "kerim" elçi ve kitablara vermiş oldukları geri dönüşüm'ün karşılığını nasıl aldıkları anlatılacaktır. Firavun ve hükümdar'a gelen elçiler mesaj ile geldikleri firavun ve sebe hükümdarının karşılıkları şöyle olmuştur.
Fe lemmâ câehum mûsâ bi ayâtinâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ sihrun mufteren ve mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
[028.036] Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince, «Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik» dediler.
Musa as ve firavun kıssasının anlatıldığı diğer ayetleri hatırlayacak olursak , Musa as firavuna kendisinin Alemlerin rabbi olan Allah'ın elçisi olduğunu ve ona iman ederek israiloğullarını serbest bırakmasını istemiş, firavun ise onun mecnun ve sihirbaz olduğunu öne sürerek ne iman etmeye ne de israiloğullarını serbest bırakmaya yanaşmamıştır.
Hükümdarlar'ın yanında "mele" olarak tanımlanan topluluk'tan, firavun ve sebe hükümdarının yanında'da bulunmakta olup Musa ve Süleyman as davetlerine onlar'da şahid olmaktadırlar.
Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun). İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm(rahîmi). Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn(muslimîne).
[027.029-31] (Hükümdar olan kadın) Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Şüphe yok ki bana, çok şerefli bir mektup(kitab) bırakıldı.» Süleymandan ve, o Rahmân, rahîm Allahın ismiyle Şöyle ki: « Bana karşı baş kaldırmayın ve müslümanlar olarak gelin bana!»
Kâlet yâ eyyuhel meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtıaten emren hattâ teşhedûn(teşhedûni). Kâlû nahnu ûlû kuvvetin ve ûlû be’sin şedîdin vel emru ileyki fenzurî mâzâ te’murîn(te’murîne).
[027.032-33] (Melike): «Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin; sizin haberiniz olmadan ben hiçbir işi kestirip atmış değilim.» dedi.Dediler: «Biz güçlüyüz ve yiğit savaşçılarız; ama karar sana aittir. Ne emredeceğini düşün.»
Kâlel meleu min kavmi fir’avne inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun). Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
[007.109-10] Firavun kavminden mele'si, «Doğrusu bu bilgin bir sihirbazdır, sizi memleketinizden çıkarmak istiyor» dediler. (Firavun): «Ne buyurursunuz?» dedi.
Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun). Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
026.034-5] (Fir'avun) Etrafındaki mele'sine dedi ki: «Şüphe yok, bu elbette bir ziyâde bilgin sâhirdir. Sizi büyüsü ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Artık siz ne emredersiniz?»
Firavun ile sebe hükümdarı melesi'ne danışarak durum hakkında bilgi istemişlerdir, firavun ve melesi Musa as ın sihirbaz olduğunu iddia ederek onu red etmişler, sebe hükümdarı'nın melesi son kararın hükümdara ait olduğu o ne karar verirse ona uyacaklarını söylemişlerdir.
Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleh(ezilleten), ve kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
[027.034] Doğrusu, dedi: melikler bir memlekete girdiler mi onu perişan ederler ve ahalisinin azîz olanlarını zelîl kılarlar, evet, böyle yaparlar
Sebe hükümdarı vasat bir düşünceye sahip olup melik vasfına sahip olan birine karşı gelmenin sonucunu bildiği için firavun ve mele'si gibi direk karşı çıkmamıştır.
Kâlû ercih ve ehâhu ve ersil fîl medâini hâşirîn(hâşirîne). Ye’tûke bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
[007.111-112] Dediler ki: «Onu ve kardeşini alıkoy, ve şehirlere toplayıcılar yolla.»«Her bilgin büyücüyü sana getirsinler.»
Ve kâle fir’avnu’tûnî bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
[010.079] Firavun: «Bütün bilgin sihirbazları bana getirin» dedi.
Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
[027.035] Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerimin nasıl bir cevapla döneceklerini göreceğim.
Musa as ın çağrısına karşılık firavun ve melesi ona karşı şavaş açmış ve onun karşısına ülkenin en mahir sihirbazlarını çıkarmalarına karşın sebe hükümdarı Süleyman as a bir iyilik gösterisi olarak hediye göndermektedir.
Ayet içinde geçen "hediyyeten" kelimesini biraz açalım, bu kelime " hidayeten" kelimesinden türemiş olup " bir kimseye rıfkla nazik bir şekilde yolu göstermek,klavuzluk etmek, ya da doğru yolu, yönü ya da istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamındadır.
Sebe hükmüdarının Süleyman as a hediye göndermesi, ona teslim olmayı kabul etmemesi anlamına gelerek Süleyman as çağrısına alternatif sunma çabasının bir ürünüdür. Dikkat edilecek olursa Süleyman as hükümdara gönderdiği "kitab"ta kendisine "müslimin" olarak yani teslim olmuşlar hiç bir şart koşmadan ve ona boyun eğmişler olarak gelmelerini istemekte olup herhangi bir alternatif hidayet önerisi olan hükümdarın hediyelerini Süleyman as asla kabul etmemektedir. Aynı şekilde Allah cc bizlere "müslimin" den olmamızı emretmekle, ona karşı olan imanımızda hiçbir şekilde pazarlık, şart veya karşı görüş ileri sürmemizi istememektedir.
İslam kelimesi ve türevlerinin kur'anda bir çok ayette kullanıldığı malumdur. Bu kelimenin ifade ettiği anlam ile, bir hükümdarın kendisine bağlı olanlara sadece ona boyun eğmesini istemesi ve müslümanlardan olmamızı istemesi Süleyman as ın isteği arasındaki bağı kurduğumuzda daha net anlaşılacaktır.
"Seleme" kelimesi , " dış ve iç afetlerden,belalardan veya dertlerden uzak olmak" anlamına gelen bir kelimedir. İslam kelimesi, "iki taraftan her birinin diğerinden gelecek herhangi bir acıdan salim olması" anlamında bir kelimedir. Müslim kelimesi ise , " karşı taraftan gelecek olan herhangi bir tehlikeye karşı ona sığınmak" anlamında olup sığınma ihtiyacına sahip olan biz insanlar olduğumuz için teslim olmamız gereken varlık Allah cc. dir.
Kelimenin anlamı ile Süleyman as ın kendisine "müslimin" olarak gelmelerini istemesi ile, Allah cc nin kendisine "müslimin" olarak gelinmesini istemesi arasındaki bağlantıyı kurmak gerekirse şunları söyleyebiliriz ; İslam olmak demek bir hükümdar'dan gelecek olana tehlikeye karşı ona kayıtsız şartsız gelmek demek olduğuna göre ve o hükümdar, kendisine teslim olmakla teba sını nasıl tehlikelerden koruyup ona teslim olmasının karşılığını en güzel şekilde verirse, bizlerin Allah cc den gelecek olan tehditlere karşı ona kayıtsız şartsız sığınıp onun , bizim ona karşı olan bu teveccühümüzün en güzel bir şekilde karşılığını vereceği garantisinin gerçek olarak anlatım karşılığının , sebe hükümdarının Süleyman as a teslim olduğu zaman onun sarayında ağırlanması şeklinde görmekteyiz. Yunus s. 84. ayetinde yine Musa as ın dilinden Allah cc ye teslim olunduğuda artık ondan başka vir vekil'e gerek olmadığını ona teslim olan kişinin artık tabiri caizse sırtının yere gelmeyeceği beyan edilir " Musa da: «Ey kavmim, siz gerçekten Allah'a iman ettiyseniz, O'nun birliğine samimiyet ile teslim olmuş müslümanlar iseniz, artık O'na güvenin!» dedi."
Sebe hükümdarının Süleyman as hediyeler göndererek ondan bir nevi özerklik istemesini Süleyman as red eder ve bir hükümdarın kendisine teslim olmayanlara karşı uygulayacağı yöntemi onlara söyler.
Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn(tefrahûne). İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn(sâgırûne).
[027.036-37] (Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman şöyle dedi: «Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz.» (Ey elçi) dön onlara (söyle): «VAllahi karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da, oradan kendilerini perişanlıklar içinde hor ve hakir oldukları halde çıkarırım.» dedi.
Süleyman as kendisine gönderilen hediyeleri, Allah cc nin kendisine verdikleri ile kıyaslayarak onları red etmesi kur'an muhataplarına mesaj olup aynı şekilde bizlerinde dünya malını tercih edip ahireti ötelememek ve bir nevi rüşvet olarak gördüğü dünya malına karşı imanı tercih etmememiz istenmektedir. Bilindiği gibi Allah cc bir çok kavmi elçilerini red ettikleri için helak ettiğini beyan etmektedir, aynı şekilde Süleyman as bir hükümdar olarak kendi çağrısını red eden bir topluluğa yapacağı muameleyi haber vermektedir. Aynı şekil bir haberi Musa as kıssasındada görmekteyiz.
20.61- Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir."
40.30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
40.31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
40.32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat gününden korkuyorum."
40.33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
Allah cc nin, kur'anda kendisini bir hükümdar benzetmesi şeklinde anlattığını tekrar hatırlayacak olursak Süleyman as ın şahsında bir hükümdar'ın kendisine itaat etmeyenlere karşı neler yapacağı anlatılan ayetlerin yanısıra kendisine itaat edenlere karşı uygulayacağı muamelede yine kur'anda bir çok ayette anlatılmaktadır. Bu durum Musa as ın kıssası örneğinde ona iman eden sihirbazların ağzından şöyle anlatılmaktadır.
20.74- "Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir."
20.75- "Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır."
20.76- "İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır."
Firavun ve ordusunun Musa as aın çağrılarını red etmeleri sonucunda uğradıkları akıbet suda boğularak helak olmak şeklinde gerçekleşmiş ve kıyamet günü ebedi azab olarak karşılık alacakları beyan edilmektedir.
7.136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
10.90- Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi.
17.103- Böylelikle, onları o yerden sürüp-sarsıntıya uğratmayı istedi, Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte boğuverdik.
28.39.41- O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.Onları, ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.
[011.098] Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir!
[040.045.46] Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.Ateş, onlar sabah akşam ona arzolunur dururlar, saat kıyam edeceği gün de tıkın Âli Fir'avni en şiddetli azâba
Sebe hükümdarının ise Süleyman as ın çağrısına olumlu cevap vermesi neticesinde Süleyman as tarafından helak edilmekten kurtulmuş hemde onun sarayında ağrılanmak şerefine nail olmuştur. Bu şekil bir anlatım, biz mü'minlerin Allah cc nin çağrısına kulak verdiğimiz takdirde kur'anda bir çok ayette anlatılan cennet tasvirleri olarak karşımıza çıkan mekanlarda ağırlanacağımız haberinin gerçek olarak ispatıdır.
Kîle lehadhulîs sarh(sarha), fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr(kavârîra), kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
[027.044] Sarh'a gir denildi ona, derken onu görünce derin bir susandı ve paçalarını çekti, Süleyman, o dedi: mücellâ bir köşk, sırçadan, kadın ya rabb! Dedi: hakıkaten ben evvel nefsime zulmetmişim, şimdi Süleymanın maıyyetinde teslim oldum Allaha, o rabbül'âlemine
İki kıssada kullanılan kelimelerin birbirleri ile olan ilşkisine örnek olarak sebe hükümdarının girdiği yerin " sarh" olarak nitelendirilip, o sarh'ın ne kadar güzel olduğu ayetin devamında anlatılmasına karşın aynı kelimeyi firavun'un haman'dan bir isteği olarak görmekteyiz.
Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu amilet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn(kâzibîne).
[028.038] Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak , bana bir sarh yap ki Musa'nın ilahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir, dedi.
Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb(esbâbe). Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb(tebâbin).
[040.036-37] Firavun da: «Ey Haman, bana bir sarh yap, belki ben erişirim o yollara.Göklerin yollarına da Musa'nın ilahına muttali olurum ve kesinlikle ben onu yalancı sanıyorum.» dedi. işte bu şekilde Firavun'a kötü ameli güzel gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavun'un düzeni hep hüsrandadır (çıkmazdadır).
Firavun'un haman'dan istediği sarh'ın yapılışı için kullanılan ateş ile, sebe hükümdarının girmiş olduğu sarh'ın yapılışı için kullanılan maddelerin kur'andaki anlatımlarına baktığımız zaman yine kelimelerin birbiri ile nasıl bir ilişkisi olduğu görülecektir.
[002.017] Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan (istevgade naren)kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır.
[002.024] Yapamazsanız ki yapamayacaksınız o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı(veguduhe) insanlarla taş olan ateşten sakının.
[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı (veguduhe), insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.
Sebe hükümdarının Süleyman as a itaat etmesi neticesinden ağırlandığı sarh için kullanılan "gavarira" kelimesinin diğer geçişleri cennet nimetleri ile ilgili anlatımlarda geçmektedir.
[076.015] Çevrelerinde gümüşten billur kablar (gavarira) dolaştırılır.
[076.016] Gümüşten billûrlardır(gavarira), onları muayyen miktarlarda takdir etmişlerdir.
Sonuç olarak; kur'anın anlatım uslubu olarak kullandığı benzetmenin uygulandığı ayetleri konu almaya çalıştığımız bu yazıda, Musa ve Süleyman as ın muhatapları olan firavun ve sebe hükümdarı ile ilgili anlatımlar arasındaki ilşkiyi kelime bağlantıları üzerinden göstermeye gayret ettik, bu şekil anlatımlar kur'anın muhtelif ayetlerinde yer almakta olup, hükümdar tasviri üzerinden Allah cc nin kendisine iman eden ve etmeyenlere nasıl muamele edeceğinin yeryüzünde gerçek bir hükümdar olan Süleyman as kıssası üzerinden anlatımını gördük.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kur'anın benzeterek anlatma metodunu kullanması bir çok ayette karşımıza çıkarak muhataplarına anlama kolaylığı sağladığı malumdur. Allah cc kendisini bizlere, bu metodla hükümdar teşbihatını kullanarak anlatmakta olup bu teşbihat, Süleyman as ın hükümdarlığının benzetmesi üzerinden'de anlatılmaktadır. Beşer bir hükümdar olan Süleyman as ın çağrısına boyun eğen sebe melikesi'nin aldığı karşılık ile, firavun'un Allah cc nin çağrısına boyun eğmemesi sonucunda aldığı karşılık gelecek ayetlerde karşımıza çıkacaktır.
Musa as ın elçi olarak firavun'a gitmesi ile Süleyman as ın elçi olarak hüdhüd'ü sebe hükümdarına göndermesi , firavun ve sebe hükümdarının kendilerine gelen elçilere verdikleri cevap ve akıbetlerinin anlatıldığı ayetleri bir paralellik içinde okuyarak kur'anın teşbihi anlatım güzelliğini anlamaya çalışacağız.
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
[020.024] «Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.»
İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
[020.042] Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın.
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
[079.017] «Firavun'a git; doğrusu o azmıştır.»
İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur mâzâ yerciûn(yerciûne).
[027.028] (Süleyman) Şu kitabımı götür bırak onlara, sonra dön kendilerinden de bak ne neticeye varacaklar.
Allah cc Musa ve Harun'u firavun'a azmış olduğu için belgelerle göndermiş, aynı şekilde Süleyman as elçisini sebe hükümdarına "kitab" yani belge ile göndermiştir.
Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun).
027.029] Dedi ki: Ey ileri gelenler; gerçekten bana çok kerim bir kitab bırakıldı.
44.17-Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm(kerîmun).
[044.017] Andolsun, biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denemeden geçirdik ve onlara kerîm bir resul gelmişti.
Allah cc nin Musa as ı "kerim" olarak nitelendirmesi ile Süleymana s ın gönderdiği elçinin getirmiş olduğu "kitabın" kerim olarak nitelendirilmesine dikkat edelim,daha sonra göreceğimiz ayetlerde firavun ile sebe hükümdarının kendilerine gelen "kerim" elçi ve kitablara vermiş oldukları geri dönüşüm'ün karşılığını nasıl aldıkları anlatılacaktır. Firavun ve hükümdar'a gelen elçiler mesaj ile geldikleri firavun ve sebe hükümdarının karşılıkları şöyle olmuştur.
Fe lemmâ câehum mûsâ bi ayâtinâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ sihrun mufteren ve mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
[028.036] Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince, «Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik» dediler.
Musa as ve firavun kıssasının anlatıldığı diğer ayetleri hatırlayacak olursak , Musa as firavuna kendisinin Alemlerin rabbi olan Allah'ın elçisi olduğunu ve ona iman ederek israiloğullarını serbest bırakmasını istemiş, firavun ise onun mecnun ve sihirbaz olduğunu öne sürerek ne iman etmeye ne de israiloğullarını serbest bırakmaya yanaşmamıştır.
Hükümdarlar'ın yanında "mele" olarak tanımlanan topluluk'tan, firavun ve sebe hükümdarının yanında'da bulunmakta olup Musa ve Süleyman as davetlerine onlar'da şahid olmaktadırlar.
Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun). İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm(rahîmi). Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn(muslimîne).
[027.029-31] (Hükümdar olan kadın) Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Şüphe yok ki bana, çok şerefli bir mektup(kitab) bırakıldı.» Süleymandan ve, o Rahmân, rahîm Allahın ismiyle Şöyle ki: « Bana karşı baş kaldırmayın ve müslümanlar olarak gelin bana!»
Kâlet yâ eyyuhel meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtıaten emren hattâ teşhedûn(teşhedûni). Kâlû nahnu ûlû kuvvetin ve ûlû be’sin şedîdin vel emru ileyki fenzurî mâzâ te’murîn(te’murîne).
[027.032-33] (Melike): «Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin; sizin haberiniz olmadan ben hiçbir işi kestirip atmış değilim.» dedi.Dediler: «Biz güçlüyüz ve yiğit savaşçılarız; ama karar sana aittir. Ne emredeceğini düşün.»
Kâlel meleu min kavmi fir’avne inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun). Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
[007.109-10] Firavun kavminden mele'si, «Doğrusu bu bilgin bir sihirbazdır, sizi memleketinizden çıkarmak istiyor» dediler. (Firavun): «Ne buyurursunuz?» dedi.
Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun). Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
026.034-5] (Fir'avun) Etrafındaki mele'sine dedi ki: «Şüphe yok, bu elbette bir ziyâde bilgin sâhirdir. Sizi büyüsü ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Artık siz ne emredersiniz?»
Firavun ile sebe hükümdarı melesi'ne danışarak durum hakkında bilgi istemişlerdir, firavun ve melesi Musa as ın sihirbaz olduğunu iddia ederek onu red etmişler, sebe hükümdarı'nın melesi son kararın hükümdara ait olduğu o ne karar verirse ona uyacaklarını söylemişlerdir.
Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleh(ezilleten), ve kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
[027.034] Doğrusu, dedi: melikler bir memlekete girdiler mi onu perişan ederler ve ahalisinin azîz olanlarını zelîl kılarlar, evet, böyle yaparlar
Sebe hükümdarı vasat bir düşünceye sahip olup melik vasfına sahip olan birine karşı gelmenin sonucunu bildiği için firavun ve mele'si gibi direk karşı çıkmamıştır.
Kâlû ercih ve ehâhu ve ersil fîl medâini hâşirîn(hâşirîne). Ye’tûke bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
[007.111-112] Dediler ki: «Onu ve kardeşini alıkoy, ve şehirlere toplayıcılar yolla.»«Her bilgin büyücüyü sana getirsinler.»
Ve kâle fir’avnu’tûnî bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
[010.079] Firavun: «Bütün bilgin sihirbazları bana getirin» dedi.
Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
[027.035] Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerimin nasıl bir cevapla döneceklerini göreceğim.
Musa as ın çağrısına karşılık firavun ve melesi ona karşı şavaş açmış ve onun karşısına ülkenin en mahir sihirbazlarını çıkarmalarına karşın sebe hükümdarı Süleyman as a bir iyilik gösterisi olarak hediye göndermektedir.
Ayet içinde geçen "hediyyeten" kelimesini biraz açalım, bu kelime " hidayeten" kelimesinden türemiş olup " bir kimseye rıfkla nazik bir şekilde yolu göstermek,klavuzluk etmek, ya da doğru yolu, yönü ya da istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamındadır.
Sebe hükmüdarının Süleyman as a hediye göndermesi, ona teslim olmayı kabul etmemesi anlamına gelerek Süleyman as çağrısına alternatif sunma çabasının bir ürünüdür. Dikkat edilecek olursa Süleyman as hükümdara gönderdiği "kitab"ta kendisine "müslimin" olarak yani teslim olmuşlar hiç bir şart koşmadan ve ona boyun eğmişler olarak gelmelerini istemekte olup herhangi bir alternatif hidayet önerisi olan hükümdarın hediyelerini Süleyman as asla kabul etmemektedir. Aynı şekilde Allah cc bizlere "müslimin" den olmamızı emretmekle, ona karşı olan imanımızda hiçbir şekilde pazarlık, şart veya karşı görüş ileri sürmemizi istememektedir.
İslam kelimesi ve türevlerinin kur'anda bir çok ayette kullanıldığı malumdur. Bu kelimenin ifade ettiği anlam ile, bir hükümdarın kendisine bağlı olanlara sadece ona boyun eğmesini istemesi ve müslümanlardan olmamızı istemesi Süleyman as ın isteği arasındaki bağı kurduğumuzda daha net anlaşılacaktır.
"Seleme" kelimesi , " dış ve iç afetlerden,belalardan veya dertlerden uzak olmak" anlamına gelen bir kelimedir. İslam kelimesi, "iki taraftan her birinin diğerinden gelecek herhangi bir acıdan salim olması" anlamında bir kelimedir. Müslim kelimesi ise , " karşı taraftan gelecek olan herhangi bir tehlikeye karşı ona sığınmak" anlamında olup sığınma ihtiyacına sahip olan biz insanlar olduğumuz için teslim olmamız gereken varlık Allah cc. dir.
Kelimenin anlamı ile Süleyman as ın kendisine "müslimin" olarak gelmelerini istemesi ile, Allah cc nin kendisine "müslimin" olarak gelinmesini istemesi arasındaki bağlantıyı kurmak gerekirse şunları söyleyebiliriz ; İslam olmak demek bir hükümdar'dan gelecek olana tehlikeye karşı ona kayıtsız şartsız gelmek demek olduğuna göre ve o hükümdar, kendisine teslim olmakla teba sını nasıl tehlikelerden koruyup ona teslim olmasının karşılığını en güzel şekilde verirse, bizlerin Allah cc den gelecek olan tehditlere karşı ona kayıtsız şartsız sığınıp onun , bizim ona karşı olan bu teveccühümüzün en güzel bir şekilde karşılığını vereceği garantisinin gerçek olarak anlatım karşılığının , sebe hükümdarının Süleyman as a teslim olduğu zaman onun sarayında ağırlanması şeklinde görmekteyiz. Yunus s. 84. ayetinde yine Musa as ın dilinden Allah cc ye teslim olunduğuda artık ondan başka vir vekil'e gerek olmadığını ona teslim olan kişinin artık tabiri caizse sırtının yere gelmeyeceği beyan edilir " Musa da: «Ey kavmim, siz gerçekten Allah'a iman ettiyseniz, O'nun birliğine samimiyet ile teslim olmuş müslümanlar iseniz, artık O'na güvenin!» dedi."
Sebe hükümdarının Süleyman as hediyeler göndererek ondan bir nevi özerklik istemesini Süleyman as red eder ve bir hükümdarın kendisine teslim olmayanlara karşı uygulayacağı yöntemi onlara söyler.
Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn(tefrahûne). İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn(sâgırûne).
[027.036-37] (Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman şöyle dedi: «Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz.» (Ey elçi) dön onlara (söyle): «VAllahi karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da, oradan kendilerini perişanlıklar içinde hor ve hakir oldukları halde çıkarırım.» dedi.
Süleyman as kendisine gönderilen hediyeleri, Allah cc nin kendisine verdikleri ile kıyaslayarak onları red etmesi kur'an muhataplarına mesaj olup aynı şekilde bizlerinde dünya malını tercih edip ahireti ötelememek ve bir nevi rüşvet olarak gördüğü dünya malına karşı imanı tercih etmememiz istenmektedir. Bilindiği gibi Allah cc bir çok kavmi elçilerini red ettikleri için helak ettiğini beyan etmektedir, aynı şekilde Süleyman as bir hükümdar olarak kendi çağrısını red eden bir topluluğa yapacağı muameleyi haber vermektedir. Aynı şekil bir haberi Musa as kıssasındada görmekteyiz.
20.61- Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir."
40.30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
40.31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
40.32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat gününden korkuyorum."
40.33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
Allah cc nin, kur'anda kendisini bir hükümdar benzetmesi şeklinde anlattığını tekrar hatırlayacak olursak Süleyman as ın şahsında bir hükümdar'ın kendisine itaat etmeyenlere karşı neler yapacağı anlatılan ayetlerin yanısıra kendisine itaat edenlere karşı uygulayacağı muamelede yine kur'anda bir çok ayette anlatılmaktadır. Bu durum Musa as ın kıssası örneğinde ona iman eden sihirbazların ağzından şöyle anlatılmaktadır.
20.74- "Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir."
20.75- "Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır."
20.76- "İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır."
Firavun ve ordusunun Musa as aın çağrılarını red etmeleri sonucunda uğradıkları akıbet suda boğularak helak olmak şeklinde gerçekleşmiş ve kıyamet günü ebedi azab olarak karşılık alacakları beyan edilmektedir.
7.136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
10.90- Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi.
17.103- Böylelikle, onları o yerden sürüp-sarsıntıya uğratmayı istedi, Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte boğuverdik.
28.39.41- O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.Onları, ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.
[011.098] Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir!
[040.045.46] Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.Ateş, onlar sabah akşam ona arzolunur dururlar, saat kıyam edeceği gün de tıkın Âli Fir'avni en şiddetli azâba
Sebe hükümdarının ise Süleyman as ın çağrısına olumlu cevap vermesi neticesinde Süleyman as tarafından helak edilmekten kurtulmuş hemde onun sarayında ağrılanmak şerefine nail olmuştur. Bu şekil bir anlatım, biz mü'minlerin Allah cc nin çağrısına kulak verdiğimiz takdirde kur'anda bir çok ayette anlatılan cennet tasvirleri olarak karşımıza çıkan mekanlarda ağırlanacağımız haberinin gerçek olarak ispatıdır.
Kîle lehadhulîs sarh(sarha), fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr(kavârîra), kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
[027.044] Sarh'a gir denildi ona, derken onu görünce derin bir susandı ve paçalarını çekti, Süleyman, o dedi: mücellâ bir köşk, sırçadan, kadın ya rabb! Dedi: hakıkaten ben evvel nefsime zulmetmişim, şimdi Süleymanın maıyyetinde teslim oldum Allaha, o rabbül'âlemine
İki kıssada kullanılan kelimelerin birbirleri ile olan ilşkisine örnek olarak sebe hükümdarının girdiği yerin " sarh" olarak nitelendirilip, o sarh'ın ne kadar güzel olduğu ayetin devamında anlatılmasına karşın aynı kelimeyi firavun'un haman'dan bir isteği olarak görmekteyiz.
Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu amilet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn(kâzibîne).
[028.038] Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak , bana bir sarh yap ki Musa'nın ilahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir, dedi.
Ve kâle fir’avnu yâ hâmânubni lî sarhan leallî eblugul esbâb(esbâbe). Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb(tebâbin).
[040.036-37] Firavun da: «Ey Haman, bana bir sarh yap, belki ben erişirim o yollara.Göklerin yollarına da Musa'nın ilahına muttali olurum ve kesinlikle ben onu yalancı sanıyorum.» dedi. işte bu şekilde Firavun'a kötü ameli güzel gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavun'un düzeni hep hüsrandadır (çıkmazdadır).
Firavun'un haman'dan istediği sarh'ın yapılışı için kullanılan ateş ile, sebe hükümdarının girmiş olduğu sarh'ın yapılışı için kullanılan maddelerin kur'andaki anlatımlarına baktığımız zaman yine kelimelerin birbiri ile nasıl bir ilişkisi olduğu görülecektir.
[002.017] Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan (istevgade naren)kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır.
[002.024] Yapamazsanız ki yapamayacaksınız o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı(veguduhe) insanlarla taş olan ateşten sakının.
[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı (veguduhe), insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.
Sebe hükümdarının Süleyman as a itaat etmesi neticesinden ağırlandığı sarh için kullanılan "gavarira" kelimesinin diğer geçişleri cennet nimetleri ile ilgili anlatımlarda geçmektedir.
[076.015] Çevrelerinde gümüşten billur kablar (gavarira) dolaştırılır.
[076.016] Gümüşten billûrlardır(gavarira), onları muayyen miktarlarda takdir etmişlerdir.
Sonuç olarak; kur'anın anlatım uslubu olarak kullandığı benzetmenin uygulandığı ayetleri konu almaya çalıştığımız bu yazıda, Musa ve Süleyman as ın muhatapları olan firavun ve sebe hükümdarı ile ilgili anlatımlar arasındaki ilşkiyi kelime bağlantıları üzerinden göstermeye gayret ettik, bu şekil anlatımlar kur'anın muhtelif ayetlerinde yer almakta olup, hükümdar tasviri üzerinden Allah cc nin kendisine iman eden ve etmeyenlere nasıl muamele edeceğinin yeryüzünde gerçek bir hükümdar olan Süleyman as kıssası üzerinden anlatımını gördük.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
23 Mart 2014 Pazar
İfk Kelimesi Kur'anda Geçişleri Musa'nın Asa'sının İfk'leri Yutması
İfk kelimesi sözlükte , " bulunması gerektiği, kendi cihetinden,yönünden başka tarafa çevrilmiş herşey" anlamında bir kullanılan bir kelimedir. Bundan dolayı esiş yönünden sapan rüzgarlara "mü'tefikat" denmiştir. (el müfredat)
"Esiş yönleri farklı rüzgarlar , farklı yönlerden esen rüzgarlar" (makayisulluga)
Sözlük anlamı olarak bu şekilde kullanılan kelime, kur'anın teşbihi anlatım özelliğine uygun olarak değişik surelerdeki ayetlerde kullanılmıştır. Aişe validemiz ile ilgili olarak "ifk hadisesi" olarak bildiğimiz olayın anlatılması veya Musa as'ın asa'sının sihirbazların "ifk"lerini yutması gibi anlatımlarda kur'anın o muhteşem teşbihatı gözler önüne serilerek muhataplara anlama kolaylığı sağlanmıştır.
Kur'anda rüzgar anlamında kullanılan "rih,riyah,ruh" gibi kelimeler ile içiçe bir bağı bulunan bu kelimenin bağlantılı olarak kullanıldığı kelimeler örgüsüne bakılınca kur'an kelimelerinin birbiri ile nasıl bir anlam örgüsü içinde olduğu görülecektir. Kelimenin önce kur'anda geçişlerini vererek sonra özellikle "ifk" olarak tanımlanan sihirbazların büyüsünün asa tarafından yok edilmesi ile yine "ifk" olarak tanımlanan Aişe validemize yapılan zina isnadının kur'an tarafından nasıl yokedildiği ile aradaki bağı kurmaya sonra asa üzerinden yapılan teşbihi anlamaya çalışacağız.
[046.022] Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek(li te'fikena) için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.
[007.117] Biz de Musa'ya, «Asanı koyuver» dedik, o da koydu; hemen onların ifklerini (ye'fikune) yutmaya başladı.
[026.045] Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların ifklerini (ye'fikune) yutuveriyor!
[051.009] Bundan, dönebilecek(yu'feku) kimseler döndürülür(ufike).
[006.095] Allâh o dâneleri, çekirdekleri pörtleten, ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkaran, işte size söyliyorum Allâh o, şimdi söyleyin nasıl çevriliyorsunuz(tu'fekune)?
[010.034] De ki: «Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?» De ki: «Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?(tu'fekune)»
[035.003] Ey insanlar; Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Allah'tan başka gökten ve yerden sizi rızıklandıran bir yaratıcı var mıdır? O'ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl çevriliyorsunuz(tu'fekune)?
[040.062] İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah'tır; her şeyin yaratıcısıdır; O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?(tu'fekune)
[040.063] İşte, Allah'ın ayetlerini inkâr etmekte olanlar da böyle çevriliyorlar.(yu'feku)
[005.075] Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir resuldur. Ondan önce de resuller gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[009.030] Yahudiler: «Üzeyir Allah'ın oğludur» dediler; Hıristiyanlar da: «Mesih Allah'ın oğludur» dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki küfredenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[029.061] Andolsun ki, eğer onlara sorsan ki, «Gökleri ve yeri kim yarattı ve güneşi ve kameri kim musahhar kıldı?» Elbette diyeceklerdir ki, «Allah.» O halde nasıl çevriliyorlar?(yu'fekune)
[030.055] Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.(yu'fekune)
[043.087] Andolsun, onlara: «Kendilerini kim yarattı?» diye soracak olsan, tartışmasız: «Allah» diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[063.004] Sen onları gördüğün zaman cüsseli-yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar, (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakın. Allah onları kahretsin nasıl da çevriliyorlar.(yu'fekune)
[024.011] Haberiniz olsun ki ifk(ifkun) ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o, hakkınızda bir hayırdır, onlardan her kişiye o vebalden kazandığı, büyüğüne tesaddî eden, ona da büyük bir azâb vardır
[024.012] Ne vardı onu işittiğiniz vakıt erkek ve kadın mü'minler kendi kendilerine husni zann etselerdi de bu açık bir ifktir(ifkun) deselerdi ya
[025.004] İnkâr edenler: Bu (Kur'an), olsa olsa onun (Muhammed'in) uydurduğudur (ifkun). Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır.
[034.043] Karşılarında açık beyyineler halinde âyetlerimiz tilâvet olunduğu zaman o zalimler: «bu başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı ma'budlardan men'etmek isteyen bir adam» dediler ve «bu (Kur'an) başka bir şey değil, sırf uydurulmuş(ifkun) bir iftira» dediler ve o küfredenler hak kendilerine geldiği vakıt bu apaâçık bir sihirden başka bir şey değil, dediler
[046.011] Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki: «Eğer O bir hayır olsaydı, bizden önce ona koşmazlardı.» Bununla başarılı olmamayınca da: « Bu, eski bir yalan (ifkun).» diyecekler.
[029.017] Siz Allah'ı bırakıp sadece bir takım putlara tapıyor, aslı olmayan ifk (ifkun) uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz O'na döneceksiniz.
[037.086] Allah'dan başka uydurma (ifken)tanrılar mı istiyorsunuz?
[037.151-2] Agâh ol, şüphe yok ki, onları iftiralarından(ifkihim) dolayı elbette derler ki; «Allah doğurdu!» Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir.
[046.028] Allah'ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya! Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler. İşte bu onların yalanları ve uydurup(ifkihim) durdukları iftiralarıdır.
[026.222] Onlar, 'gerçeği ters yüz eden(effak),' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
[045.007] Gerçeği sürekli ters yüz eden(effak), günaha düşkün olan herkesin vay haline.
[053.053] Altı üstüne getirilmiş (elmü'tefikate)şehirleri devirip yıktı.
[009.070] Kendilerinden önce olan Nuh, Ad, Semud milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst olmuş şehirler(elmü'tefikati) halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir.
[069.009] Firavun da, ondan öncekiler de ve altüst olmuş şehirler de (el mü'tekati) hep suçla gelmişlerdi.
Kelimenin , "bulunması gereken yerinden başka tarafa çekilmiş her şey" şeklindeki sözlük anlamını yeniden hatırlacak olursak, " ifk" kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin bir kısmının müşriklerin koymuş oldukları ölçülerin kur'an nokta i nazarından görünüşü için, bir kısmının'da kur'anın koymuş olduğu ölçülerin müşriklerin nokta i nazarından görünüşü için kullanıldığını görmekteyiz.Kur'ana iman etmeyenlerin, kur'anın karşısına getirmiş oldukları argümanlar "ifk" olarak nitelenirken, kur'ana iman etmeyenlerin'de kur'anın getirmiş olduğu argümanlar için aynı kelimeyi kullanmaktadırlar. Demekki her düşüncenin karşısındaki karşı düşünce onu "ifk" olarak nitelendirmekte olup müslüman için uyması gereken tek doğru olan vahyin karşısındaki bütün düşüncelerin genel adının "ifk" olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.
Bu kelimenin geçtiği ayetlerden olan Musa as ın kıssasında, elindeki asa'nın sihirbazların yapmış olduğu sihirler için kullandığı kelime olan ifk'lerini yutması anlatılır (7.117/26.45). Müslüman kişi için "ifk" kavramının ifade ettiği anlam vahyin karşısına çıkarılan her şeydir. Musa as ın asa'sı üzerinden verilmek istenen mesaj'da vahyin karşısında duran herşeyin nasıl bir duruma düşeceğinin canlı bir gösterisidir. Aynı şekilde Aişe validemize yapılan zina iftirası aynı şekilde "ifk" olarak nitelendirmiş, o ifk kur'an vahyi ile yok edilerek Aişe validemiz temize çıkmıştır.
Kur'anın teşbihi anlatım özelliğine uygun olarak Musa as ın elindeki asa'nın yılan haline dönüşerek sihirbazların "ifk" olarak nitelendirilen sihirleri yutmasının üzerinden verilmek istenen mesaj, Allah cc tarafından sahip olunan güce dayanan mü'minlerin o gücü arkalarına alarak küfrün kalelerini yıkabilme gücüne sahip olacaklarıdır. Kur'an kıssalarında anlatılan bu tür sıradışı olayları farklı yorumlayıp asa'nın yılan olmasının imkansız olacağını iddia eden düşünce sahiplerinin kur'anın anlatım uslubunu anlamadıklarını düşünmekteyiz.Musa as 'ın asası üzerinden verilmek istenen mesaj biim elimizdeki kur'anın bize emredildiği şekli ile uygulanıp hayata aktarıldığı takdirde asa misali bütün ifkleri yutacağıdır, maalesef bu mesaja değilde asanın yılan gerçekte yılan olup olmadığı şeklindeki kısır tartışmalar bizleri bu tür mesajları doğru anlamaktan alıkoymaktadır.
Sonuç olarak; kur'anın değişik ayet ve surelerinde geçen "ifk" kelimesi ve türevlerinin , sözlük anlamına uygun olarak "herkesin tabi olduğu kıstas'ın karşısındaki farklı düşünce" olarak tarif getirilecek olursa, kur'an karşıtlarının vahye karşı geliştirmiş olduğu her türlü farklı düşünce "ifk" olarak nitelendirilmesine karşın , kur'anın karşısındakilerde o vahye aynı şekilde "ifk" ismini takmışlardır. Ancakmü'minler açsından tek gerçeğin vahyin ortaya koyduğu gerçekler olduğu hatırlanacak olursa kur'anın karşısına çıkan her türlü ifk Musa as asası örneği üzerinden vahyin karşısında yok olmaya mahkumdur. Aişe validemize yapılan zina iftirasıda aynı şekilde "ifk" olarak nitelendirilmiş ve bu iftira vahy ile ortaya konulup yokedilmiştir.Kur'anın görselleştirme metodu ile verdiği bu örnekler muhatpların olayı daha kolay ve gerçek olarak anlamasını sağlamak amacıyla kullandığı bu tür yöntemler kur'anın pek çok ayetinde karşımıza çıkmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR
"Esiş yönleri farklı rüzgarlar , farklı yönlerden esen rüzgarlar" (makayisulluga)
Sözlük anlamı olarak bu şekilde kullanılan kelime, kur'anın teşbihi anlatım özelliğine uygun olarak değişik surelerdeki ayetlerde kullanılmıştır. Aişe validemiz ile ilgili olarak "ifk hadisesi" olarak bildiğimiz olayın anlatılması veya Musa as'ın asa'sının sihirbazların "ifk"lerini yutması gibi anlatımlarda kur'anın o muhteşem teşbihatı gözler önüne serilerek muhataplara anlama kolaylığı sağlanmıştır.
Kur'anda rüzgar anlamında kullanılan "rih,riyah,ruh" gibi kelimeler ile içiçe bir bağı bulunan bu kelimenin bağlantılı olarak kullanıldığı kelimeler örgüsüne bakılınca kur'an kelimelerinin birbiri ile nasıl bir anlam örgüsü içinde olduğu görülecektir. Kelimenin önce kur'anda geçişlerini vererek sonra özellikle "ifk" olarak tanımlanan sihirbazların büyüsünün asa tarafından yok edilmesi ile yine "ifk" olarak tanımlanan Aişe validemize yapılan zina isnadının kur'an tarafından nasıl yokedildiği ile aradaki bağı kurmaya sonra asa üzerinden yapılan teşbihi anlamaya çalışacağız.
[046.022] Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek(li te'fikena) için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.
[007.117] Biz de Musa'ya, «Asanı koyuver» dedik, o da koydu; hemen onların ifklerini (ye'fikune) yutmaya başladı.
[026.045] Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların ifklerini (ye'fikune) yutuveriyor!
[051.009] Bundan, dönebilecek(yu'feku) kimseler döndürülür(ufike).
[006.095] Allâh o dâneleri, çekirdekleri pörtleten, ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkaran, işte size söyliyorum Allâh o, şimdi söyleyin nasıl çevriliyorsunuz(tu'fekune)?
[010.034] De ki: «Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?» De ki: «Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?(tu'fekune)»
[035.003] Ey insanlar; Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Allah'tan başka gökten ve yerden sizi rızıklandıran bir yaratıcı var mıdır? O'ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl çevriliyorsunuz(tu'fekune)?
[040.062] İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah'tır; her şeyin yaratıcısıdır; O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?(tu'fekune)
[040.063] İşte, Allah'ın ayetlerini inkâr etmekte olanlar da böyle çevriliyorlar.(yu'feku)
[005.075] Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir resuldur. Ondan önce de resuller gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[009.030] Yahudiler: «Üzeyir Allah'ın oğludur» dediler; Hıristiyanlar da: «Mesih Allah'ın oğludur» dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki küfredenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[029.061] Andolsun ki, eğer onlara sorsan ki, «Gökleri ve yeri kim yarattı ve güneşi ve kameri kim musahhar kıldı?» Elbette diyeceklerdir ki, «Allah.» O halde nasıl çevriliyorlar?(yu'fekune)
[030.055] Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.(yu'fekune)
[043.087] Andolsun, onlara: «Kendilerini kim yarattı?» diye soracak olsan, tartışmasız: «Allah» diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?(yu'fekune)
[063.004] Sen onları gördüğün zaman cüsseli-yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar, (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakın. Allah onları kahretsin nasıl da çevriliyorlar.(yu'fekune)
[024.011] Haberiniz olsun ki ifk(ifkun) ile gelenler içinizden bir takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o, hakkınızda bir hayırdır, onlardan her kişiye o vebalden kazandığı, büyüğüne tesaddî eden, ona da büyük bir azâb vardır
[024.012] Ne vardı onu işittiğiniz vakıt erkek ve kadın mü'minler kendi kendilerine husni zann etselerdi de bu açık bir ifktir(ifkun) deselerdi ya
[025.004] İnkâr edenler: Bu (Kur'an), olsa olsa onun (Muhammed'in) uydurduğudur (ifkun). Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır.
[034.043] Karşılarında açık beyyineler halinde âyetlerimiz tilâvet olunduğu zaman o zalimler: «bu başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı ma'budlardan men'etmek isteyen bir adam» dediler ve «bu (Kur'an) başka bir şey değil, sırf uydurulmuş(ifkun) bir iftira» dediler ve o küfredenler hak kendilerine geldiği vakıt bu apaâçık bir sihirden başka bir şey değil, dediler
[046.011] Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki: «Eğer O bir hayır olsaydı, bizden önce ona koşmazlardı.» Bununla başarılı olmamayınca da: « Bu, eski bir yalan (ifkun).» diyecekler.
[029.017] Siz Allah'ı bırakıp sadece bir takım putlara tapıyor, aslı olmayan ifk (ifkun) uyduruyorsunuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz O'na döneceksiniz.
[037.086] Allah'dan başka uydurma (ifken)tanrılar mı istiyorsunuz?
[037.151-2] Agâh ol, şüphe yok ki, onları iftiralarından(ifkihim) dolayı elbette derler ki; «Allah doğurdu!» Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir.
[046.028] Allah'ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya! Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler. İşte bu onların yalanları ve uydurup(ifkihim) durdukları iftiralarıdır.
[026.222] Onlar, 'gerçeği ters yüz eden(effak),' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
[045.007] Gerçeği sürekli ters yüz eden(effak), günaha düşkün olan herkesin vay haline.
[053.053] Altı üstüne getirilmiş (elmü'tefikate)şehirleri devirip yıktı.
[009.070] Kendilerinden önce olan Nuh, Ad, Semud milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst olmuş şehirler(elmü'tefikati) halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir.
[069.009] Firavun da, ondan öncekiler de ve altüst olmuş şehirler de (el mü'tekati) hep suçla gelmişlerdi.
Kelimenin , "bulunması gereken yerinden başka tarafa çekilmiş her şey" şeklindeki sözlük anlamını yeniden hatırlacak olursak, " ifk" kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin bir kısmının müşriklerin koymuş oldukları ölçülerin kur'an nokta i nazarından görünüşü için, bir kısmının'da kur'anın koymuş olduğu ölçülerin müşriklerin nokta i nazarından görünüşü için kullanıldığını görmekteyiz.Kur'ana iman etmeyenlerin, kur'anın karşısına getirmiş oldukları argümanlar "ifk" olarak nitelenirken, kur'ana iman etmeyenlerin'de kur'anın getirmiş olduğu argümanlar için aynı kelimeyi kullanmaktadırlar. Demekki her düşüncenin karşısındaki karşı düşünce onu "ifk" olarak nitelendirmekte olup müslüman için uyması gereken tek doğru olan vahyin karşısındaki bütün düşüncelerin genel adının "ifk" olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.
Bu kelimenin geçtiği ayetlerden olan Musa as ın kıssasında, elindeki asa'nın sihirbazların yapmış olduğu sihirler için kullandığı kelime olan ifk'lerini yutması anlatılır (7.117/26.45). Müslüman kişi için "ifk" kavramının ifade ettiği anlam vahyin karşısına çıkarılan her şeydir. Musa as ın asa'sı üzerinden verilmek istenen mesaj'da vahyin karşısında duran herşeyin nasıl bir duruma düşeceğinin canlı bir gösterisidir. Aynı şekilde Aişe validemize yapılan zina iftirası aynı şekilde "ifk" olarak nitelendirmiş, o ifk kur'an vahyi ile yok edilerek Aişe validemiz temize çıkmıştır.
Kur'anın teşbihi anlatım özelliğine uygun olarak Musa as ın elindeki asa'nın yılan haline dönüşerek sihirbazların "ifk" olarak nitelendirilen sihirleri yutmasının üzerinden verilmek istenen mesaj, Allah cc tarafından sahip olunan güce dayanan mü'minlerin o gücü arkalarına alarak küfrün kalelerini yıkabilme gücüne sahip olacaklarıdır. Kur'an kıssalarında anlatılan bu tür sıradışı olayları farklı yorumlayıp asa'nın yılan olmasının imkansız olacağını iddia eden düşünce sahiplerinin kur'anın anlatım uslubunu anlamadıklarını düşünmekteyiz.Musa as 'ın asası üzerinden verilmek istenen mesaj biim elimizdeki kur'anın bize emredildiği şekli ile uygulanıp hayata aktarıldığı takdirde asa misali bütün ifkleri yutacağıdır, maalesef bu mesaja değilde asanın yılan gerçekte yılan olup olmadığı şeklindeki kısır tartışmalar bizleri bu tür mesajları doğru anlamaktan alıkoymaktadır.
Sonuç olarak; kur'anın değişik ayet ve surelerinde geçen "ifk" kelimesi ve türevlerinin , sözlük anlamına uygun olarak "herkesin tabi olduğu kıstas'ın karşısındaki farklı düşünce" olarak tarif getirilecek olursa, kur'an karşıtlarının vahye karşı geliştirmiş olduğu her türlü farklı düşünce "ifk" olarak nitelendirilmesine karşın , kur'anın karşısındakilerde o vahye aynı şekilde "ifk" ismini takmışlardır. Ancakmü'minler açsından tek gerçeğin vahyin ortaya koyduğu gerçekler olduğu hatırlanacak olursa kur'anın karşısına çıkan her türlü ifk Musa as asası örneği üzerinden vahyin karşısında yok olmaya mahkumdur. Aişe validemize yapılan zina iftirasıda aynı şekilde "ifk" olarak nitelendirilmiş ve bu iftira vahy ile ortaya konulup yokedilmiştir.Kur'anın görselleştirme metodu ile verdiği bu örnekler muhatpların olayı daha kolay ve gerçek olarak anlamasını sağlamak amacıyla kullandığı bu tür yöntemler kur'anın pek çok ayetinde karşımıza çıkmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)