İnsan, fıtratı gereği birlikte yaşamaya ihtiyaç duyan bir yaratılışa sahiptir. Birlikte yaşama ihtiyacı içinde olan insanların bu yaşamlarında birbirlerine karşı olan hak ve sorumluluklarının belirli kurallara bağlı olması gayet doğal hatta ihtiyaçtır. İnsanlık tarihini kısaca özetleyecek olursak , bu kuralların kim tarafından belirlenmesi gerektiği noktasında yapılan mücadeleden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
[002.213] İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı
olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri
hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da
gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra,
aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine
Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi.
Allah dilediğini doğru yola iletir.
Bakara s. 213. ayeti , elçi ve kitapların gönderiliş sebebini ve bu göndermeler sonucunda gelişen olayları beyan etmektedir.
[051.056] Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım.
Zariyat s. 51. ayeti , bizlerin yaratılış amacını açıklamaktadır. "Kulluk" denilince sadece bir takım ritüeller ile bu kulluğun yansıtılmasının gerektiğinin anlaşılması sonucunda maalesef şu anda yaşadığımız din sadece bir tapınak dini olarak kabul görülmüş ve ona göre bir yaşayış içine girilmiştir. Bu gün bir çok insan dinin sadece ritüel boyuta indirgenilmesinden duydukları rahatsızlıkları , bu dini hepten terkederek göstermektedirler.
Maalesef , bizler bu dinin evrensel söylemini dile getirmekte aciz kaldığımız için , bir çok kişi kendisini "Dinsiz" olarak lanse etmekten çekinmemektedir , halbuki "Dinsiz" olma iddiası nın da bir "Din" olduğunu bilmeyen bu insanlar, İslam dinini terkedip başka dinlere yelken açmakla "Dinsiz" bir hayata geçtikleri zannetmektedir , ne acıdır ki bu insanlar "Dinsiz" bir hayatın asla olamayacağını bilmemektedirler.
"Din", kişinin seçtiği yaşam tarzını belirleyen bir kavram olup sadece İslam , Hıristiyanlık , Yahudilik , Budizm , Hinduizm v.s gibi isimlerle değil , Kapitalizm, Marksizm , Futbol , Parti , Deizm gibi isimler altında toplanmak bir çeşit dini düşünce anlamına gelmektedir.
[016.002] Allah, melekleri Kendi tarafından bir vahiy ile kullarından
dilediği kimselere, «Benden başka tanrı yoktur. Bana karşı gelmekten sakının!»
diye uyarmak üzere gönderir.
Nahl s. 2 ve benzeri ayetlerde , elçilerin gönderiliş amacının tek bir ilah olan Allah (c.c) kulluk olduğu belirtilmektedir. "İlah" ve "Kul" kavramları bu noktada iki önemli kavram haline gelmektedir.
Arapça orjinali ,"Abd" olan bu kelime sözlükte "Kendini alçaltıp , kibrini ve gururunu kırıp bunu göstermek" anlamındadır.
Bu kelime Kur'an öncesi arap dilinde , genellikle savaşlar sonucunda esir alınan ve galip taraftan birisi tarafından hizmet amacı ile kullanılan kişiler için kullanılmaktaydı. Böyle durumda olan bir kişi , sahibine karşı herhangi bir isyan türü eylemde bulunamaz sadece verilen emirleri uygular , sahibinin emirlerine karşı eylemlerde bulunduğu takdirde cezaya çarptırılmayı hak ederdi.
Kur'an ,"Abd" kelimesine ıstılahi bir anlam yükleyerek , yaratılan bütün insanların "Abd" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek herkesi tek bir sınıf altında toplamıştır. Yeryüzünde yaşayan insanların bir çoğunun "Sınıfsız toplum" sloganı ile, bir takım ideolojiler altında toplandığını ve bu toplumu oluşturmak için nice kanlar döküldüğünü hatırlayacak olursak , insanların en muzdarip olduğu durum, kendisi gibi birisinin ondan farklı bir sınıfta olması ve onun emirlerine uymak zorunda kalmasıdır.
Kur'an bu meseleyi kökten hallederek bütün insanların "Kul" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek , kimsenin bu statü haricinde başka bir rütbe takmaya soyunmamasını istemiştir. Binlerce yıldır insanların mücadele ettikleri "Sınıfsız toplum" hayali , Kur'anın insanlara önerdiği sistemin temelini teşkil etmektedir.
Bir şekilde İnsanların başında "Yönetici" sıfatı ile olan kimseler dahi bu sıfatlarını kullanırken Allah (c.c) den bağımsız olarak kullanmamakta , onun çizgilerini belirlediği hükümler çerçevesinde zaman ve mekan şartlarına göre hükümler ihdas ederek "Kul" olma bilincini ayakta tutmaktadırlar. Yöneticiler şayet bu bilinçden uzak olarak bir yönetim sergiledikleri takdirde durum farklı bir mecraya girmektedir. İslam toplumunda yönetici olan bir kimse, aldığı kararların temelinin Kur'an onaylı olmasına dikkat etmek zorundadır , şayet buna dikkat etmez ise onun yaptığı işin adı "Tağut" luktur.
"Kula kul olmak" deyimi işte burada devreye girmiş ve kendisi "Kul" statüsünde olan birisi, kendisi gibi olan insanları kendisine kul olmaya çağırmaktadır.
"İlah" kavramı insanlık için önemli kavramlardan birisi olup , " Kulluk edilen şey" anlamına gelmektedir. Allah (c.c) gönderdiği elçi ve kitaplar da, bu sıfatın kendisine ait olduğunu , başka kimse tarafında asla kullanılamayacağını , bu sıfatı kullanmanın ve bu sıfatı kullananlara tabi olmanın adına, "Şirk" diyerek bunun cezasının çok şiddetli olacağını haber vermektedir.
"Tağut" kavramı "azmak ve haddi aşmak" anlamında bir kelime olup , İlah kavramı ile iç içedir , Allah (c.c) dışında ilahlığa soyunan her türlü unsura verilen bir isim olarak Kur'an literatüründe yerini almıştır.
Neden tek ilah olarak sadece Allah (c.c) olması gerekmektedir ?.
[030.028] Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd verdi. Sizi merzûk
ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi
şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi
nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri
âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.
İlah-kul ilişkisinin misal ile anlatılmasının en güzel örneklerinden birisi olan bu ayette , nuzül dönemi insanının yaşantısında geçerli olan , efendi -köle arasında ki ast-üst ilişkisine dikkat çekilerek Allah (c.c) , "Siz insan olduğunuz halde elinizin altında olan köleleriniz ile dahi eşit tutulmaya razı olmuyorken siz beni nasıl benden daha aşağıda birisi ile eşit tutarsınız" buyurarak akletmelerini istemektedir.
[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa
idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah
Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
Bu ayet, içinde yaşadığımız dünyadaki fesadın va huzursuzluğun sebebini açıklayan bir ayet olarak karşımızda durmaktadır.
Allah (c.c), tarih boyunca göndermiş olduğu elçi ve kitaplarda , insanların yaşamları içinde tabi olacağı kuralları beyan etme yetkisinin sadece kendisine ait olması gerektiğini bildirmiştir. Peki bu yetkinin kendisinde olmasını gerektiren sebebler nelerdir ?.
Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve yüce kudret sahibi olması nedeniyle yarattıklarının tabi olması gereken kuralları belirleme yetkisine sahiptir. Bir dünya düşünelim ki , yaşayan bütün insanlar sadece tek bir İlahın belirlediği kuralllar dahilinde ortaya koyulan bir sistemin kurallarına uyarak yaşamaktalar , bu İlah bir insanın başka bir insanın hakkını gasb etmek gibi bir eylem içine girildiği zaman bunu hem dünyada belirlenen cezalar ile caydırıyor , hem de ahirette vaad ettiği cezalar ile bunu pekiştiriyor , veya bir insana yapılan iyiliğe bunun kat kat fazlasını karşılık olarak vereceğini vaad ederek böyle yaşamayı teşvik ediyor.
Dünyanın böyle bir sistem ile yönetildiğini ve içinde yaşadığımız dünyadaki fesad ortamını düşündüğümüz zaman , Enbiya s. 22. ayetinde başka ilahlar olması neticesinde ortaya çıkacak fesad ortamını anlamak kolaylaşacaktır.
Enbiya s. 22. ayetini düz bir okuma ile okumak , sanki göklerde ve yerde Allah (c.c) dışında başka ilahlar olduğu takdirde kurgu filmlerdeki gibi ilahlar savaşı şeklinde bir savaşı akla getirebilir. Halbuki Allah (c.c) dışında birilerinin kendisi gibi olan insanları yönetmeye kalkması yani ilahlığa soyunması, onun boyundan büyük işleri kalkışması anlamına gelecektir. Boyundan büyük işlere kalkan insanoğlu , bu işi yüzüne gözüne bulaştırarak yaşadığı toprakları fesada boğarak yönetme iddiasında olduğu insanların hayatlarını, onlara zulmetmek sureti ile cehenneme çevirecektir.
Elçiler ve kitaplar ile önerilen sistem evrensel mi dir ?.
Bu gün önümüzde duran en önemli sorun , Allah (c.c) nin önerdiği sistemin uygulanabilir olup olmadığı konusundadır. Sorun , elimizde olan Kur'anın yaşadığımız hayatın gerçeklerine dair bir önermesinin olup olmadığı ve bu önermenin ne kadar doğru ve gerçekçi olduğu konusunda düğümlenmektedir.
Maaleseftir ki elimizdeki kitaba karşı geliştirilen bakış açıları , onun tapınak dininin bir kitabı, bazılarımızın kafasındaki yerleşik ama yanlış olan din algısının onaylatılmasına yarayan bir kitap , bazılarımızda da sadece indiği zaman çerçevesinde olan insanlara hitap eden yani tarihsel bir kitap olduğu , bazılarımızda da gereksiz bir kitap olduğu şeklindedir.
Allah (c.c) ileriyi göremeyen , bu gün veya yarın gelinecek yaşam şartlarını tahmin edemeyen birisi olarak mı böyle bir kitabı gönderdi ?.
Allah (c.c) yarattığı insanların belli bir zamana kadar kendisinin indirdiği kitaplardaki hükümler ile yönetildikten sonra , o kitaplar yaşanılan çağın gereklerine yetersiz geldiği için , "bundan sonra başınızın çaresine bakın benden bu kadar" mı dedi ?.
Her iki soruya verilecek cevap "Hayır" olacaktır ama , bu Kitabın yaşanan hayata dair söylemi nedir? , özellikle ekonomik , sosyal ve hukuki kuralların bu gün için uygulama imkanı varmı dır ? gibi soruların cevabının verilmesi gerekmektedir.
Kur'ana baktığımız zaman yaşadığımız hayata dair olan ekonomik ve hukuksal emir , yasak ve uygulamaların ana hatlarının çizildiğini görmekteyiz. Kur'an içindeki günlük hayat içinde gerekli olan ihtiyaçlara dair olan uygulamalar sadece indiği zaman için geçerli olan uygulamalar değildir.
Özellikle "Sadece Kur'an" söylemini dile getirerek , neredeyse ayakkabı bağlama hakkındaki hükmün bile Kur'anda olduğunu veya olması gerektiğini savunan bazı kimselerin, bu düşüncelerinin havada kalan ayakları yere basmayan bir düşünce olduğunu anlayarak hepten Kur'anı terk ederek deist düşünceye doğru yelken açtıklarını görmekteyiz.
Kabahat Kur'anda mı?, yoksa "Herşey Kur'anda var" diyerek olmadığını görenlerde mi ?.
"Kabahat Kur'an da dır" demek haşa Allah (c.c) ye karşı bir isyan sözünden başkası olamaz , o zaman kabahat Kur'ana olan yanlış yaklaşım sonucu duvara toslayarak deist düşünceye dalanlardadır.
Öyleyse , "Kur'an nasıl bir kitap ve ona karşı nasıl bir bakış açısı içinde olmalıyız?" sorusuna cevap vermeye çalışmak zorundayız.
Kur'an yaşanan hayata dair önermelerini en ince ayrıntılarına kadar yapmaz , ana hatlarını çizerek , evrensel bir hitap olma özelliğini kaybetmez , peki bunu nasıl yapar?.
Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların yaşadığı bu mekanın geçici bir mekan , asıl ebedi yurdun "Ahiret" olduğunu hatırlatarak , bütün yaşamın ahiret endeksli olmasını önerir. Dünyada yapılan en küçük iyilik ve kötülüğün kaybolmayacağını defaatle hatırlatarak yaptıklarımıza dikkat etmemizi ister. Herkesin başına bir polis dikmenin mümkün olmadığı için olayı "Vicdan polisi" şeklinde bir polis kuvvetine havale eder ki, bu yöntemle kişiler kendi polislikleri yapmak zorunda kalırlar.
"Vicdan polisi" nin devre dışı bırakıldığı durumlarda, gerçek polis kuvveti devreye girerek insanları bu yaptıklarını engeller veya cezalandırır. Allah (c.c) birlikte yaşamanın bir gerçeği olan bu cezalandırma yönteminin kurallarını en ince ayrıntısına kadar değil , hırsızlık , zina , iftira , katl , fesad gibi cezalar örneğinde göstererek nasıl bir mantıkla ceza yöntemi uygulanacağını gösterir.
Kur'anda cezasını bulamadığımız herhangi bir suç türüne verilecek cezayı , Kur'anda ki önerilmiş olan cezalar dikkate alınarak hukukçular tarafından belirlenecektir, bu durum kitabın evrenselliğini beraberinde getirmektedir.
Sorun Kitap ta değil, Kitaba uyması zor gelenlerdedir.
Bu gün karşımızda olan sorunlardan birisi de , yaşanan dünyaya adapte olan Müslümanların yaşadığı hayatı red etmeyen bir din hayal etmeleridir. Müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan, kendisi İslam'ın kurallarına uymak yerine İslam'ın kurallarının kendisine uymasını istemektedir.
İş hayatı nedeniyle yoğun bir koşturmaca içine giren insanlar , bu hayat içinde dinin kendilerine emrettiği namaz uygulamasını delmek için namaz konusunda farklı düşünceler içine girerek namazı hayattan çıkarmak noktasında, yapılan yanlışları kalkan edinerek namazı hepten hayat içinden çıkarma yollarını aramaya girmişler ve bu çıkarma işini Kur'andan onay alarak !!!! yapmaya çalışmaktadır.
Kadın için emredilen örtünme emri , yine iş hayatı içinde örtünmenin bazı sıkıntılar doğurması nedeniyle ,Kur'andan onay almak !!! suretiyle böyle bir emrin olmadığı sonucuna varılmış ve bu emir delinmiştir.
Ekonomik hayatta faiz, kişilerin ve ülkelerin sömürülmesine kapı açan en önemli faktör olup , Kur'an bunu yasaklamıştır. Yaşadağımız hayat içinde kapitalist bir sistemin hakim olması nedeniyle faiz bu sistemin temelini teşkil etmekte ve faiz olgusunun kalkması kapitalizm'in sonunu getirecek en büyük etkendir. Müslümanların bile kapitalist bir hayata adapta olmuş olmaları bu haramlılığın en başta karşı gelen gurubu olarak bizleri oluşturmuştur.
Allah (c.c) nin yasakladığı bir işlem dünya gerçeklerine uymadığı için haram olmaması gerektiği şeklinde bir düşünceye bir kısım müslümanların düşmüş olması bizim geldiğimiz noktanın neresi olduğunu göstermesi bakımında ibret vericidir.
Bu gün ülkemizde yönetim sistemi Kur'an ile uyuşmayan bir yapı içinde olup , bu sistemi yönetenlerin Müslüman kimliğine sahip olmuş olmaları sistemin sahiplenilmesi gerektiği noktasında bazı yaklaşımları beraberinde getirmiş ve bu sistemin İslam ile uyuştuğu düşüncesi hakim olmaya başlamıştır.
Bu konuda bizlerin göremediği nokta şu dur ; Sistemin temeli olan Kemalizm ile, bu sistemin yürümesini sağlayan temeli serbest seçimlere dayanan demokratik sistemi birbirinden ayırmak gerektiğini düşünmekteyiz. Demokratik seçim sistemi bir araç olup, seçmenden tercih etmesini istediğiniz sistem burada önem arz etmektedir.
Eğer sistem, İslami hükümlere dayali ise bu sistemi savunan kişilerin içinden, hangisinin bu işi yapacağını belirlemek için yapılan seçimler ile , Kemalizm adlı ideoloji üzerine kurulu sistemi savunan kişiler içinden, bu sistemi hangisinin daha iyi ayakta tutacağını belirlemek için yapılan seçimi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Seçimler bu noktada araç vazifesi görmekte esas amaç Kemalist ideolojiyi ayakta tutmak adına kurulu olan siyasi partilerden birisini tercih etmektir.
Bir kısım Müslümanın unuttuğu veya görmek istemediği şu nokta vardır ; Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitaplarda verdiği talimat yaşanan çağa uymak değil, yaşanan çağı Allah (c.c) nin emirlerine uydurmaya çalışmak olmuştur. Elçi kıssalarında ki mücadeleler hep bu kavganın bir sonucu olup yaşanan hayatın kurallarını kimin belirlemesi noktasında yaşanan kavgalar, bizleri bu kavganın hangi tarafında olmamız gerektiğini belirlememizi şart koşmaktadır.
Eğer bizler inandığımız sistemin hayata pratizesi anlamında bazı zorluklar ile karşı karşıya isek , inandığımız değerlerden vazgeçmek büyük bir hatadır. Eğer inandığımız sistem hayata pratize edilemiyor ise bunun hatasını inanç değerlerimizde değil , kendimizde aramak en doğru yol olacaktır.
Yaratılma amacımızı " Sadece Allaha kul olmak" şeklinde beyan eden Rabbimizin bize kulluk için çizdiği yoldaki bazı çakıl taşları veya dikenler eğer bizleri yolumuzdan alıkoyarak , düz veya dikensiz olduğunu düşündüğümüz başka yollara saptırırsa bu yolda yürümenin bedeli ahirette ağır olacaktır. Şurasını asla unutmayalım ki inandığımız değerleri hayata sistem olarak aktarmanın yolu önce bu sistemin kişisel bazdaki değerlerini kendi hayatımızda yaşamamızı gerektirir.
Kişisel bazda yaşanılmayan inanç değerleri , zamanla o kişiler tarafından toplum bazında yaşanılması gerekmeyen içi boş değerler olarak görülmeye başlanarak , o toplumun yaşadığı ve tarih boyunca elçiler ve kitaplar tarafından "Şirk" olarak bildirilen bir hayat tarzı, içselleştirilerek Allah (c.c) nin dininden fevc fevc kaçılarak başka dinlere yelken açılmaya başlanacaktır.
Bizler hatayı önce kendimizde arama erdemini göstermeyerek , hatayı başkalarında bulup kendi hatamızı görmeye yanaşmadığımız müddetçe , kendimizi doğrultmak yerine yamukluklara uyarak o şekil bir hayat sürer isek, bu hayatın hesabının verilme vakti geldiği vakit geri dönerek hatalarımız telafi etme imkanımız asla olmayacaktır.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) bizlere tarih boyunca elçiler ve kitaplar göndererek , ona nasıl "Kul" olmak gerektiğini öğretmiştir. Bu gün onun vaaz ettiği kuralların yaşanabilirlilik noktasında ortaya çıkan düşüncelerin kaynağı o kitabın eksiği , Allah (c.c) nin hatası değil bizlerin yaşadığımız hayatı içselleştirmemizden kaynaklanan sorunlardır. Hatayı Allah (c.c) de aramak yerine önce kendimizde arayarak "Nerede hata yapıyoruz?" sorusunun cevabını aramaya çalıştığımız zaman önemli bir mesafe kat etmiş sayılacağız.
Kur'an adındaki kitabın hayata dair söyledikleri uygulanamaz iddiasında isek , bu kitabı terkederek başka kitaplara tabi olmak zorunda kalacağımız muhakkaktır. "Kitapsızlık" gibi bir kavramın dünya üzerinde yaşayan hiç bir insan için geçerli olmayacağını hatırlatarak , Kur'anı hayat kitabı olarak görmek istemeyenler , başka kitapları hayat kitabı olarak görecekler , ve kitapsız ve dinsiz bir hayat yaşadıklarını sadece ZANNEDECEKLERDİR.
RABBİMİZ BİZLERİ İNANDIĞI DEĞERLERE SARILARAK BU DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN ELÇİLERİN YOLUNDAN AYIRMASIN.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
4 Ekim 2015 Pazar
1 Ekim 2015 Perşembe
Muhammed (a.s) Tıp Doktoru mu idi ?
Alemlere rahmet ve hidayet kaynağı olan Kur'an kendisine indirilmesi sebebi ile, "Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya s. 107) hitabına mazhar olan Muhammed (a.s) ın bu misyonu zaman içinde ters çevrilerek , Alemlere rahmet olması durumu sadece şahsı ile sınırlandırılmış "Levlake levlak lema halaktül eflak" (Sen olmasaydın bu alemi yaratmazdım) hitabına !!! mazhar olan bir kişi haline getirilmiştir.
Kur'an ile Muhammed (a.s) ın arasının ayrılması sonucunda, Kur'andan bağımsız bir kişilik haline sokulan elçi , sözleri ve fiilleri Kur'an ayetini nesh edebilecek derecede birisi haline getirilmiş , bütün yaptıkları ve söyledikleri "Vahy" olarak görülen bir kişi haline getirilerek onun elçi olmasından önce bir beşer olduğunun üstü örtülmüştür.
Bütün söyledikleri ve yaptıkları artık "Vahy" olarak görülmeye başlanan bir peygamberin, dünya hayatı ile ilgili söyledikleri de, yaptıkları da ilahi bir mesaj olarak görülmeye başlanmış, kendisini yaşadığı hayatın bilgi birikiminden soyutlamış ve o hayattan hiç bir şey öğrenmemiş bir peygamber portresi ortaya çıkmıştır.
Ortak hafıza , veya bilgi birikiminin Muhammed (a.s) ın hayatındaki katkısı .
[049.013] Ey insanlar! Muhakkak ki, Biz sizi bir erkek ile dişiden yarattık ve sizleri şubelere ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız. Şüphe yok ki, sizin ind-i ilâhide en mükerrem olanınız en ziyâde müttakî olanınızdır. Muhakkak ki Allah Teâlâ alîmdir, habîrdir.
İnsanlar fıtrat olarak birlikte yaşama itiyadı içinde olan bir varlıktır. Yaşadıkları hayat içinde olan gereksinimlerimi sahip oldukları bilgilerin üzerine yeni bilgiler ekleyerek gidermeye çalışmak, bütün insanların takip ettiği bir yoldur. Bu gün insanlık olarak sahibi olduğumuz bilgiler binlerce yıllık insanlık tarihinin üyelerinin yaşadıkları zaman içinde ürettikleri bilginin bir ürünü olup kıyamete kadar gelecek olan insanlar , bu günkü bilgilerin üzerine yeni bilgiler ekleyerek bunu devam ettireceklerdir.
Hastalanmak, bütün insanlığın en önemli sorunlarından birisidir. Hastalıkların tedavi edilme yollarını aramak , ilk insanın hasta olması ile başlayan bir yol olup , bu gün hastalıkların tedavi edilme yöntemleri hakkındaki bilgi birikimimiz ilk insandan beri süregelen tedavi yöntemlerine yapılan bilgi eklemeleri sonucundadır.
Bu tarihi arka plan üzerinden gittiğimizde , Muhammed (a.s) ın doğduğu topraklar üzerinde yaşayan insanlar da , binlerce senedir süregelen insanlık tarihinin fertlerinden olup , hasta oldukları zaman kullandıkları yöntemler o zaman yaşayan insanların kullandıkları tedavi usulleridir.
Muhammed (a.s) böyle bir ortam içinde doğmuş ve büyümüş bir kişi olarak yaşadığı çevrenin kültür ve bilgi birikimine sahip bir insandır. Onun "Elçi" olmuş olması , "Beşer" olmasına engel değildir. Onun yaşadığı hayat içinde karşılaştığı hastalık nevinden sorunlara getirmiş olduğu rivayet edilen çarelerin ,onun beşer olması öne çıkarılarak değerlendirilmeyip elçi olması öne çıkarılarak değerlendirilmeye çalışılması sonucunda "Tıbbı Nebevi" deyimi ortaya çıkarak, Muhammed (a.s) ın uyguladığı veya tavsiye ettiği rivayet edilen tedavi uygulamalarının insanlığın bilgi birikiminin bir ürünü değil sanki vahyi bir tavsiye olduğu düşüncesi hakim olmuştur.
"Tıbbı Nebevi" nedir ?.
Bu deyim Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde karşılaşılan hastalıklar ile ilgili söyledikleri veya yaptıklarını konu alan bir deyimdir. Muhammed (a.s) karşılaştığı hastalık nevinden sıkıntılara önermiş olduğu yol , insanlığın ortak hafızasının ve bilgi birikiminin bir ürünü olan "Kevni Ayetler" ile yapılmış olan tedavi usulleri olup maalesef sanki vahyi bir tedavi usulu gibi algılanarak muamele görmüş hala aynı muamele devam etmektedir.
Örneğin "Hacamat" adı verilen tedavi usulu, binlerce yıllık bir geçmişe sahip olduğu halde, bu yöntemin Muhammed (a.s) a Cebrail tarafından öğretilen bir usul olduğu iddiası, onun beşer oluşunun biz Müslümanlar tarafından hazmedilememesinin en büyük göstergesidir. Bu usul ilk defa onun tarafından uygulanması diye bir durum asla söz konusu olamaz. Arap toplumundaki hacamat ve başka tedavi yöntemleri, binlerce yıldır geliştirilen tedavi yöntemlerinin o günkü bir uygulaması olup bunun dini yönden herhangi bir hüküm yoktur. Yapılmasının zararlı olduğunu iddia etmemekle birlikte bu uygulamayı "Sünnet" olarak görüp , sadece sünnete uymak adına yapmak aptalca bir düşünceden başka bir şey değildir.
Muhammed (a.s) doktor mu idi ?.
Muhammed (a.s) ın elçilikten önce ticaret ile uğraştığı, siyer kitaplarındaki bilgilerden bilinmektedir. Onun insanlarla olan ilişkisi sonucunda , o insanların sahip olduğu bilgi birikimlerine onunda ulaşması anlamına gelir. Tedavi yöntemleri konusunda onun bu ilşkileri dikkate alınarak ,daha önce bilinmeyen bir yöntemi uyguladığı veya tavsiye ettiği iddia edilmiş olsa bile , onun bu usulu vahy olarak aldığını değil insanlarla olan ilişkileri sonucunda elde ettiği bilgileri değerlendirmesi olarak okumak gerekmektedir.
Genel kanı olarak yaygın olan "Gayri metluv vahiy" düşüncesi bu konuda da devreye girmiş , Muhammed (a.s) ın insan olması ve yaşadığı zamanın bilgi birikimine sahip olması nedeni ile sahip olabileceği tedavi usulleri ile bilgiler sanki ona Cebrail tarafından indirilmiş bilgiler olarak kabul görmüş hala öyle devam etmektedir.
Bazı televizyon kanallarında satılan çörek otu yağları ile ilgili yapılan reklamlara baktığımızda, bu facia net olarak ortaya çıkmaktadır. Muhammed (a.s) ın adını kullanarak ürünlerini satmak isteyen bu istismarcı guruh, ağına maalesef bir çok müslümanı düşürmüş , bu güruh derdine çare arayan Müslümanlara ürünleri alarak sevap işlemiş olacakları zannını vererek ceplerini doldurmaktadırlar.
Tıbbı nebevi ile ilgili rivayetlerin, bizleri aslında şöyle bir bilgi ve kanaat sahibi yapması gerektirir idi ; Muhammed (a.s) yaşadığı zamanın şartları ve bilgisi dahilinde hastalıktan kurtulmak için üfürükçülere değil , kevni ayetlere sığınmayı tavsiye etmiş ve kendisi bunu uygulamış ve tavsiye etmiştir. Bizde onun bu örnekliğini dikkate alarak din tüccarlarının tavsiye ettiği yola değil onun yoluna yani tıp ilminin tavsiye ettiği tedavi yöntemlerine baş vurmalıyız.
Ama maalesef öyle olmamış , onun kullandığı bu tedavi yöntemlerini kullanmak kişiyi sevaba sokacağı düşüncesi ile kullanılmaya başlanmış ve onun üzerinden büyük bir sektör oluşturularak istismar aracı haline getirilmiştir.
Deve sidiği ile ilgili rivayet ve bunun üzerinden yapılan yanlışlıklar .
Buhari ve bazı rivayet kitaplarında , Muhammed (a.s) ın bazı kimselere tedavi amacı ile deve sütü ve idrarı içmelerini tavsiye ettiğine dair kayıtlar mevcut olup , bu rivayetler günümüzde bazı kesimler tarafından sünnet olarak algılanarak bir başka kesimin alay konusu haline gelmektedir. Bu rivayeti eğer sahih olarak değerlendirirsek şunları söylemek mümkündür;
Muhammed (a.s) ın hastalıkların tedavisi için kullandığı , bildiği ve tavsiye ettiği tedavi yöntemleri , o gün için bilinen , kullanılan ve tavsiye edilen bilgiler olup deve sidiğinin tedavi amaçlı kullanılıyor olmasına dayanarak böyle bir tavsiyede bulunmuş olabilir. Muhammed (a.s) ın yaşadığı toplum içindeki bilgileri kullanarak böyle bir tavsiyede bulunması, ehli hadis kesim tarafından evrensel bir bilgi , bir başka kesim tarafından alay konusu haline getirilmiştir.
Her iki kesimin bu konudaki yaklaşımları yanlış olup, eğer böyle bir tavsiye varsa sadece tarihsel bir bilgidir ve bu gün için daha etkin tedavi yolları mevcut olup deve sidiğinin tedavi amaçlı kullanılmasına ihtiyaç yoktur.
Atalar ile övünmek hastalığı olarak ifade edebileceğimiz , tarihteki Müslüman ilim adamlarının fen, matematik , fizik , kimya , tıp v.s ilim dallarında yapmış oldukları buluşlar, sanki onların bu yapmış oldukları buluşları ilk defa yapıyor ve kendilerinden önce bu konularda çalışma yapmış başka bilim insanlarından faydalanmamış gibi bir hava oluşturulmak istenmektedir.
Müslüman bilim insanlarının yaptıklarını asla küçümsememekle birlikte onların yaptıkları şey , kendilerinden önce bu konularda çalışma yapmış bilim insanlarının ki bu insanlar başka dinlere mensupturlar , yaptıkları çalışmaların üzerine bir tuğlada onların koyması neticesindedir.
Bu gün maalesef batının yaptığı bilimsel çalışmalar karşısında sadece, "ne olacak canım bunları yüzlerce yıl önce müslümanlar bulmuş" demekten başka bir söz bulamamaktayız. Maalesef , yüzlerce yıl önce Müslüman bilim insanlarının yapmış oldukları çalışmaları devam ettirerek dünya üzerinde söz sahibi olmak gibi bir düşünce olmadan sadece geçmişteki fotoğraflarla avunmaya çalışan terkedilmiş aşıklar misali yerimizde saymaktayız.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) tıp doktoru değil , şirk hastalığına tutulmuş olanlara şifa olacak bir kitabın elçisidir. Beşer olması nedeni ile yaşadığı zaman içerisindeki hayatın bilgisi ile kendisi de donanmış olup , tıp konusundaki rivayet edilen bilgiler , onun bu bilgileri elçi olması nedeni ile değil , insan olması sayesinde yaşadığı hayattan edinmiş olduğu tecrubi bilgiler sayesindedir. Bu nedenle, "Tıbbı Nebevi" şeklinde bir deyimin kullanılması doğru bir yaklaşım değildir. Bu deyimin kullanılma sebebi , Muhammed (a.s) ın beşer yönünün dikkate alınmaması veya beşer olduğu gözden tutulmak istenilmesi nedeniyledir.Bazılarımızın hoşuna gitmese de Muhammed (a.s) ın beşer olma yönü ve yaşadığı zaman içindeki bilgileri kullandığı hiç bir zaman göz ardı edilmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'an ile Muhammed (a.s) ın arasının ayrılması sonucunda, Kur'andan bağımsız bir kişilik haline sokulan elçi , sözleri ve fiilleri Kur'an ayetini nesh edebilecek derecede birisi haline getirilmiş , bütün yaptıkları ve söyledikleri "Vahy" olarak görülen bir kişi haline getirilerek onun elçi olmasından önce bir beşer olduğunun üstü örtülmüştür.
Bütün söyledikleri ve yaptıkları artık "Vahy" olarak görülmeye başlanan bir peygamberin, dünya hayatı ile ilgili söyledikleri de, yaptıkları da ilahi bir mesaj olarak görülmeye başlanmış, kendisini yaşadığı hayatın bilgi birikiminden soyutlamış ve o hayattan hiç bir şey öğrenmemiş bir peygamber portresi ortaya çıkmıştır.
Ortak hafıza , veya bilgi birikiminin Muhammed (a.s) ın hayatındaki katkısı .
[049.013] Ey insanlar! Muhakkak ki, Biz sizi bir erkek ile dişiden yarattık ve sizleri şubelere ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız. Şüphe yok ki, sizin ind-i ilâhide en mükerrem olanınız en ziyâde müttakî olanınızdır. Muhakkak ki Allah Teâlâ alîmdir, habîrdir.
İnsanlar fıtrat olarak birlikte yaşama itiyadı içinde olan bir varlıktır. Yaşadıkları hayat içinde olan gereksinimlerimi sahip oldukları bilgilerin üzerine yeni bilgiler ekleyerek gidermeye çalışmak, bütün insanların takip ettiği bir yoldur. Bu gün insanlık olarak sahibi olduğumuz bilgiler binlerce yıllık insanlık tarihinin üyelerinin yaşadıkları zaman içinde ürettikleri bilginin bir ürünü olup kıyamete kadar gelecek olan insanlar , bu günkü bilgilerin üzerine yeni bilgiler ekleyerek bunu devam ettireceklerdir.
Hastalanmak, bütün insanlığın en önemli sorunlarından birisidir. Hastalıkların tedavi edilme yollarını aramak , ilk insanın hasta olması ile başlayan bir yol olup , bu gün hastalıkların tedavi edilme yöntemleri hakkındaki bilgi birikimimiz ilk insandan beri süregelen tedavi yöntemlerine yapılan bilgi eklemeleri sonucundadır.
Bu tarihi arka plan üzerinden gittiğimizde , Muhammed (a.s) ın doğduğu topraklar üzerinde yaşayan insanlar da , binlerce senedir süregelen insanlık tarihinin fertlerinden olup , hasta oldukları zaman kullandıkları yöntemler o zaman yaşayan insanların kullandıkları tedavi usulleridir.
Muhammed (a.s) böyle bir ortam içinde doğmuş ve büyümüş bir kişi olarak yaşadığı çevrenin kültür ve bilgi birikimine sahip bir insandır. Onun "Elçi" olmuş olması , "Beşer" olmasına engel değildir. Onun yaşadığı hayat içinde karşılaştığı hastalık nevinden sorunlara getirmiş olduğu rivayet edilen çarelerin ,onun beşer olması öne çıkarılarak değerlendirilmeyip elçi olması öne çıkarılarak değerlendirilmeye çalışılması sonucunda "Tıbbı Nebevi" deyimi ortaya çıkarak, Muhammed (a.s) ın uyguladığı veya tavsiye ettiği rivayet edilen tedavi uygulamalarının insanlığın bilgi birikiminin bir ürünü değil sanki vahyi bir tavsiye olduğu düşüncesi hakim olmuştur.
"Tıbbı Nebevi" nedir ?.
Bu deyim Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde karşılaşılan hastalıklar ile ilgili söyledikleri veya yaptıklarını konu alan bir deyimdir. Muhammed (a.s) karşılaştığı hastalık nevinden sıkıntılara önermiş olduğu yol , insanlığın ortak hafızasının ve bilgi birikiminin bir ürünü olan "Kevni Ayetler" ile yapılmış olan tedavi usulleri olup maalesef sanki vahyi bir tedavi usulu gibi algılanarak muamele görmüş hala aynı muamele devam etmektedir.
Örneğin "Hacamat" adı verilen tedavi usulu, binlerce yıllık bir geçmişe sahip olduğu halde, bu yöntemin Muhammed (a.s) a Cebrail tarafından öğretilen bir usul olduğu iddiası, onun beşer oluşunun biz Müslümanlar tarafından hazmedilememesinin en büyük göstergesidir. Bu usul ilk defa onun tarafından uygulanması diye bir durum asla söz konusu olamaz. Arap toplumundaki hacamat ve başka tedavi yöntemleri, binlerce yıldır geliştirilen tedavi yöntemlerinin o günkü bir uygulaması olup bunun dini yönden herhangi bir hüküm yoktur. Yapılmasının zararlı olduğunu iddia etmemekle birlikte bu uygulamayı "Sünnet" olarak görüp , sadece sünnete uymak adına yapmak aptalca bir düşünceden başka bir şey değildir.
Muhammed (a.s) doktor mu idi ?.
Muhammed (a.s) ın elçilikten önce ticaret ile uğraştığı, siyer kitaplarındaki bilgilerden bilinmektedir. Onun insanlarla olan ilişkisi sonucunda , o insanların sahip olduğu bilgi birikimlerine onunda ulaşması anlamına gelir. Tedavi yöntemleri konusunda onun bu ilşkileri dikkate alınarak ,daha önce bilinmeyen bir yöntemi uyguladığı veya tavsiye ettiği iddia edilmiş olsa bile , onun bu usulu vahy olarak aldığını değil insanlarla olan ilişkileri sonucunda elde ettiği bilgileri değerlendirmesi olarak okumak gerekmektedir.
Genel kanı olarak yaygın olan "Gayri metluv vahiy" düşüncesi bu konuda da devreye girmiş , Muhammed (a.s) ın insan olması ve yaşadığı zamanın bilgi birikimine sahip olması nedeni ile sahip olabileceği tedavi usulleri ile bilgiler sanki ona Cebrail tarafından indirilmiş bilgiler olarak kabul görmüş hala öyle devam etmektedir.
Bazı televizyon kanallarında satılan çörek otu yağları ile ilgili yapılan reklamlara baktığımızda, bu facia net olarak ortaya çıkmaktadır. Muhammed (a.s) ın adını kullanarak ürünlerini satmak isteyen bu istismarcı guruh, ağına maalesef bir çok müslümanı düşürmüş , bu güruh derdine çare arayan Müslümanlara ürünleri alarak sevap işlemiş olacakları zannını vererek ceplerini doldurmaktadırlar.
Tıbbı nebevi ile ilgili rivayetlerin, bizleri aslında şöyle bir bilgi ve kanaat sahibi yapması gerektirir idi ; Muhammed (a.s) yaşadığı zamanın şartları ve bilgisi dahilinde hastalıktan kurtulmak için üfürükçülere değil , kevni ayetlere sığınmayı tavsiye etmiş ve kendisi bunu uygulamış ve tavsiye etmiştir. Bizde onun bu örnekliğini dikkate alarak din tüccarlarının tavsiye ettiği yola değil onun yoluna yani tıp ilminin tavsiye ettiği tedavi yöntemlerine baş vurmalıyız.
Ama maalesef öyle olmamış , onun kullandığı bu tedavi yöntemlerini kullanmak kişiyi sevaba sokacağı düşüncesi ile kullanılmaya başlanmış ve onun üzerinden büyük bir sektör oluşturularak istismar aracı haline getirilmiştir.
Deve sidiği ile ilgili rivayet ve bunun üzerinden yapılan yanlışlıklar .
Buhari ve bazı rivayet kitaplarında , Muhammed (a.s) ın bazı kimselere tedavi amacı ile deve sütü ve idrarı içmelerini tavsiye ettiğine dair kayıtlar mevcut olup , bu rivayetler günümüzde bazı kesimler tarafından sünnet olarak algılanarak bir başka kesimin alay konusu haline gelmektedir. Bu rivayeti eğer sahih olarak değerlendirirsek şunları söylemek mümkündür;
Muhammed (a.s) ın hastalıkların tedavisi için kullandığı , bildiği ve tavsiye ettiği tedavi yöntemleri , o gün için bilinen , kullanılan ve tavsiye edilen bilgiler olup deve sidiğinin tedavi amaçlı kullanılıyor olmasına dayanarak böyle bir tavsiyede bulunmuş olabilir. Muhammed (a.s) ın yaşadığı toplum içindeki bilgileri kullanarak böyle bir tavsiyede bulunması, ehli hadis kesim tarafından evrensel bir bilgi , bir başka kesim tarafından alay konusu haline getirilmiştir.
Her iki kesimin bu konudaki yaklaşımları yanlış olup, eğer böyle bir tavsiye varsa sadece tarihsel bir bilgidir ve bu gün için daha etkin tedavi yolları mevcut olup deve sidiğinin tedavi amaçlı kullanılmasına ihtiyaç yoktur.
Atalar ile övünmek hastalığı olarak ifade edebileceğimiz , tarihteki Müslüman ilim adamlarının fen, matematik , fizik , kimya , tıp v.s ilim dallarında yapmış oldukları buluşlar, sanki onların bu yapmış oldukları buluşları ilk defa yapıyor ve kendilerinden önce bu konularda çalışma yapmış başka bilim insanlarından faydalanmamış gibi bir hava oluşturulmak istenmektedir.
Müslüman bilim insanlarının yaptıklarını asla küçümsememekle birlikte onların yaptıkları şey , kendilerinden önce bu konularda çalışma yapmış bilim insanlarının ki bu insanlar başka dinlere mensupturlar , yaptıkları çalışmaların üzerine bir tuğlada onların koyması neticesindedir.
Bu gün maalesef batının yaptığı bilimsel çalışmalar karşısında sadece, "ne olacak canım bunları yüzlerce yıl önce müslümanlar bulmuş" demekten başka bir söz bulamamaktayız. Maalesef , yüzlerce yıl önce Müslüman bilim insanlarının yapmış oldukları çalışmaları devam ettirerek dünya üzerinde söz sahibi olmak gibi bir düşünce olmadan sadece geçmişteki fotoğraflarla avunmaya çalışan terkedilmiş aşıklar misali yerimizde saymaktayız.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) tıp doktoru değil , şirk hastalığına tutulmuş olanlara şifa olacak bir kitabın elçisidir. Beşer olması nedeni ile yaşadığı zaman içerisindeki hayatın bilgisi ile kendisi de donanmış olup , tıp konusundaki rivayet edilen bilgiler , onun bu bilgileri elçi olması nedeni ile değil , insan olması sayesinde yaşadığı hayattan edinmiş olduğu tecrubi bilgiler sayesindedir. Bu nedenle, "Tıbbı Nebevi" şeklinde bir deyimin kullanılması doğru bir yaklaşım değildir. Bu deyimin kullanılma sebebi , Muhammed (a.s) ın beşer yönünün dikkate alınmaması veya beşer olduğu gözden tutulmak istenilmesi nedeniyledir.Bazılarımızın hoşuna gitmese de Muhammed (a.s) ın beşer olma yönü ve yaşadığı zaman içindeki bilgileri kullandığı hiç bir zaman göz ardı edilmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
30 Eylül 2015 Çarşamba
Kur'an Muhammed (a.s) a Nasıl Ulaştı ?
Allah (c.c) sadece kendisine kul olmaları için yaratmış olduğu biz insanlara , bu kulluğun nasıl olması gerektiğini yine kendisi tarafından seçilen biz gibi insanlar aracılığı ile bizlere bildirmiş, bu bildirme şekline "Vahy" denilmiştir. Yazımızın konusu seçilen elçilere nasıl bir yolla vahyedildiği olup , Muhammed (a.s) a elimizdeki kitabın nasıl vahyedildiği hakkında olacaktır.
[042.051] Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması olacak şey değildir. Meğer ki bir vahy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip de izni ile dilediğini vahyetsin. Muhakkak ki O; Aliyy'dir, Hakim'dir.
Şura s. 51. ayetinde Allah (c.c) nin insanlarla konuşmasının 3 türü anlatılmakta olup , bizim konumuz "Elçi gönderme" yolu olarak bildirilen ve Muhammed (a.s) a gelen vahy'i de içine alan kısmı ile ilgili olacaktır.
Öncelikle "Elçi" olarak çevrilen , " Resul" kelimesinin anlamı üzerinde durmak istiyoruz.
"Raslün" sözcüğü ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır.
"Negatün Rasletün" ; kolay ve yumuşak yürüyen dişi deve.
"İblün Merasilü" ; Kolay bir şekilde gönderilen develer.
"Resul" sözcüğü ıstılahi olarak ; "Başkalarına aktarılmak üzere söz yüklenen kişi " anlamındadır. (El Müfredat)
[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Hac s. 75. ayetinde , Allah (c.c) sözünü başkalarına aktarmak üzere "Melek" ve "İnsan" dan elçi seçtiğini beyan etmektedir. "Melek elçi" olarak tavsif edilenler , Allah (c.c) nin sözünü "Beşer elçi" olarak bildiğimiz insanlara aktarmak için seçilmiş elçiler olup, nasıllığı hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz. "Melek" adı verilen her ne ise onun sadece gaybe ait bilgiler ihtiva ettiğini ve ne liği konusunda bizlere herhangi bir bilgi verilmediğine dikkat çekmek, vahyedilmenin keyfiyetini bilmek sadece elçilere has bir durum olup , bizlere bu konuda verilen bilgiler kadar yetinip, bunun ilerisine gitmenin doğru olmadığını hatırlatmak istiyoruz.
[017.036] Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
[017.085] Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: ruh rabbımın emrindendir ve size ılimden ancak az bir şey verilmiştir
[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»
Hacc s. 75 ve Nahl s. 2. ayetlerinde, Allah (c.c) nin genel olarak vahyini ulaştırma yolu anlatılmaktadır. Bundan sonraki ayetlerde bu iki ayetin yol göstericiliğinde, vahyin Muhammed (a.s) a gelişi ile ilgili ayetler üzerinde durmaya gayret edeceğiz.
[002.097-98] De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Bakara s. 97 de , vahyi Muhammed (a.s) a indiren "Cibril" den bahsedilmektedir , bu Cibril kim veya nedir?.
Bakara s. 97. ayetinde "Cibril" ismi verilen şey, Hacc. 75 ve Nahl 2. ayetlerinden öğrendiğimiz , Allah (c.c) nin sözünü başkasına (Muhammed a.s) aktarmak ile görevli olan "Melek elçi" dir. Bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz , bu elçiyi sadece göz ile (o da her defasında değil) Muhammed (a.s) görmüştür.
[016.101-2] Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»
Nahl s. 102. ayetinde kitabın "Ruhul Kudüs" tarafından indirilmiş olduğu beyan edilmektedir. Bu terimin Allah (c.c) nin kendisini ifade ettiği şeklinde bir düşüncenin doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu terim ile ifade edilen her ne ise , Kur'anın Allah (c.c) den ona verilerek yani elçi seçilerek verildiği , onunda Muhammed (a.s) a getirdiği anlaşılmaktadır. Bu kimdir ? diye sorulacak olursa cevabımız , Hacc s. 75. ve Nahl s. 2. ayetlerde bahsedilen vahyi beşer elçiye aktarmakla yükümlü olan "Melek elçi" dir. Yine tekrar ediyoruz bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz, bu elçinin ne liği konusu bizim için gayb olup üzerinde spekülasyonlar yapmak gaybı taşlamaktır.
[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.
Şuara suresindeki bu ayetlerde , Kur'anı Rabbimizin ve Ruhul emin'in indirdiğinden bahsedilmektedir. Ruhul emin terimi ile ifade edilen şey Allah (c.c) nin kendisi olarak okumanın doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Bu ayeti de yine Hacc s. 75 , Nahl s. 2. ayetlerin delaletinde okumak bizleri doğruya götürecektir.
[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Necm suresi ayetlerinde , Muhammed (a.s) ın Mekkelilere okuduklarının kendi hevasından olmadığı, ona vahyedilenleri okuduğu belirtilmekte ,ilerleyen ayetlerde ona bu vahyin kim tarafından ilka edildiği anlatılmaktadır. Bu ayetler klasik tefsir algısında miraç baz alınarak okunmaya çalışılmış olup, olmayan bir olayın Kur'an tarafından onaylatılma ameliyesi her açıdan duvara toslamıştır. Vahyin gelişi ile ilgisi bakımından okuyanların bir kısmı "Melek Elçi" olgusunu göz ardı ederek onların da ayrı bir duvara tosladıklarını söyleyebilirz.
5. ayetteki "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesinde kast edilenin "Melek elçi" değil de , Allah (c.c) olduğunu iddia edenlerin bu iddialarının ne derece olduklarını onların söylediklerini doğru kabul ederek okumaya çalışalım.
Necm s. ayetinde "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesindeki öğretenin Allah (c.c) olduğunu varsayalım , 6-7-8-9. ayetlere baktığımızda Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "İki yay aralığı" kadar olduğu söylenmektedir. 10. ayette vahyedenin Allah (c.c) olduğunu yine varsayalım, 11 ve 12. ayetlerde Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) yi gördüğü , 13. ayette Allah (c.c) yi bir başka inişinde yine gördüğü yani bu görüşün ilk olmadığı , 14-15-16-17. ayetlerde Allah (c.c) yi gördüğü yer ve görmesinin nasıl olduğu anlatıldıktan sonra , 18. ayette "Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü." buyurulmaktadır, yani Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü görmüş.
Bu ayetleri böyle okuduğumuz zaman ortaya şu sorular çıkıp, bunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
1- Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "iki yay aralığı" kadar olmasını nasıl izah edebiliriz ?.
2-Allah (c.c) yere inermi ?.
3-Muhammed (a.s) Allah (c.c) yi bir başka inişinde ne zaman görmüştür?.
4- Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü nasıl görür ?.
Bu sorular , "Melek elçi" olgusunun göz ardı edilerek okunması sonucunda ortaya çıkmakta olup, bu iddiada olanlara bu soruları sorduğumuzda bataklığa düşmüş kimse misali debelendikçe battığını, vermeye çalıştığı cevaplar ile red ettikleri geleneksel anlayıştan daha beter yanlışlar içine girdiklerini maalesef gördük.
İlgili ayetler şayet , Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinin delaleti ile okunmaya çalışılsaydı böyle sıkıntılı bir durum içinde düşülmez ve ilgili ayetler daha doğru okunabilirdi.
[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.
Tekvir suresindeki bu ayetlerde "Kerim elçi" olarak vasfedilen kişi Muhammed (a.s) değildir, ilerleyen ayetlerde bunun böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Muhammed (a.s) ın onu yani "Kerim elçi" yi apaçık ufukta görmesinden bahsedilmekte ve bu görüşü , Necm suresindeki "Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu." mealindeki ayetlerden "Melek elçi" yi önceki görüşü anlatılmaktadır.
Tekvir s. 19. ayetinde geçen "Kerim elçi" ibaresi , Hakka s. 40. ayetinde de geçmektedir. Bu suredeki "Kerim elçi" Muhammed (a.s) olup ilerleyen ayetler bunu göstermektedir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) biz kullarına olan emir ve yasaklarını, seçtiği beşer elçilere vahyetmek sureti ile bildirmiştir. Muhammed (a.s) bu zincirin en son halkası olup , kendisine vahy edilen kitap, Allah (c.c) nin Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinde buyurduğu şekli ile "Melek elçi" ile ona vahyedilmiştir. Bizler "Melek elçi" nin nasıllığı hakkında bir bilgi sahib olmadığımız için bu konuda herhangi bir yorumda bulunmak bizi yanlışa götürebilir.
Bilmemiz gereken şey , Allah (c.c) nin yeryüzünde seçmiş olduğu beşer elçiye vahyetmek için melek elçi seçmiş olduğudur. Bu elçinin kimliği veya ne liği bizim için gayb olup , vahyin Muhammed (a.s) a nasıl geldiği hakkındaki bilgiler bu kadardır. Sadece Muhammed (a.s) ın şahid olduğu bir durum olup böyle bir elçinin olmadığı iddiasında bulunmak bu konudaki ayetleri bütünlük içinde okuduğumuzda hatalı bir okuma yöntemi olacağını ifade etmek isteriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
[042.051] Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması olacak şey değildir. Meğer ki bir vahy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip de izni ile dilediğini vahyetsin. Muhakkak ki O; Aliyy'dir, Hakim'dir.
Şura s. 51. ayetinde Allah (c.c) nin insanlarla konuşmasının 3 türü anlatılmakta olup , bizim konumuz "Elçi gönderme" yolu olarak bildirilen ve Muhammed (a.s) a gelen vahy'i de içine alan kısmı ile ilgili olacaktır.
Öncelikle "Elçi" olarak çevrilen , " Resul" kelimesinin anlamı üzerinde durmak istiyoruz.
"Raslün" sözcüğü ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır.
"Negatün Rasletün" ; kolay ve yumuşak yürüyen dişi deve.
"İblün Merasilü" ; Kolay bir şekilde gönderilen develer.
"Resul" sözcüğü ıstılahi olarak ; "Başkalarına aktarılmak üzere söz yüklenen kişi " anlamındadır. (El Müfredat)
[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Hac s. 75. ayetinde , Allah (c.c) sözünü başkalarına aktarmak üzere "Melek" ve "İnsan" dan elçi seçtiğini beyan etmektedir. "Melek elçi" olarak tavsif edilenler , Allah (c.c) nin sözünü "Beşer elçi" olarak bildiğimiz insanlara aktarmak için seçilmiş elçiler olup, nasıllığı hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz. "Melek" adı verilen her ne ise onun sadece gaybe ait bilgiler ihtiva ettiğini ve ne liği konusunda bizlere herhangi bir bilgi verilmediğine dikkat çekmek, vahyedilmenin keyfiyetini bilmek sadece elçilere has bir durum olup , bizlere bu konuda verilen bilgiler kadar yetinip, bunun ilerisine gitmenin doğru olmadığını hatırlatmak istiyoruz.
[017.036] Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
[017.085] Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: ruh rabbımın emrindendir ve size ılimden ancak az bir şey verilmiştir
[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»
Hacc s. 75 ve Nahl s. 2. ayetlerinde, Allah (c.c) nin genel olarak vahyini ulaştırma yolu anlatılmaktadır. Bundan sonraki ayetlerde bu iki ayetin yol göstericiliğinde, vahyin Muhammed (a.s) a gelişi ile ilgili ayetler üzerinde durmaya gayret edeceğiz.
[002.097-98] De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Bakara s. 97 de , vahyi Muhammed (a.s) a indiren "Cibril" den bahsedilmektedir , bu Cibril kim veya nedir?.
Bakara s. 97. ayetinde "Cibril" ismi verilen şey, Hacc. 75 ve Nahl 2. ayetlerinden öğrendiğimiz , Allah (c.c) nin sözünü başkasına (Muhammed a.s) aktarmak ile görevli olan "Melek elçi" dir. Bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz , bu elçiyi sadece göz ile (o da her defasında değil) Muhammed (a.s) görmüştür.
[016.101-2] Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»
Nahl s. 102. ayetinde kitabın "Ruhul Kudüs" tarafından indirilmiş olduğu beyan edilmektedir. Bu terimin Allah (c.c) nin kendisini ifade ettiği şeklinde bir düşüncenin doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu terim ile ifade edilen her ne ise , Kur'anın Allah (c.c) den ona verilerek yani elçi seçilerek verildiği , onunda Muhammed (a.s) a getirdiği anlaşılmaktadır. Bu kimdir ? diye sorulacak olursa cevabımız , Hacc s. 75. ve Nahl s. 2. ayetlerde bahsedilen vahyi beşer elçiye aktarmakla yükümlü olan "Melek elçi" dir. Yine tekrar ediyoruz bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz, bu elçinin ne liği konusu bizim için gayb olup üzerinde spekülasyonlar yapmak gaybı taşlamaktır.
[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.
Şuara suresindeki bu ayetlerde , Kur'anı Rabbimizin ve Ruhul emin'in indirdiğinden bahsedilmektedir. Ruhul emin terimi ile ifade edilen şey Allah (c.c) nin kendisi olarak okumanın doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Bu ayeti de yine Hacc s. 75 , Nahl s. 2. ayetlerin delaletinde okumak bizleri doğruya götürecektir.
[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
Necm suresi ayetlerinde , Muhammed (a.s) ın Mekkelilere okuduklarının kendi hevasından olmadığı, ona vahyedilenleri okuduğu belirtilmekte ,ilerleyen ayetlerde ona bu vahyin kim tarafından ilka edildiği anlatılmaktadır. Bu ayetler klasik tefsir algısında miraç baz alınarak okunmaya çalışılmış olup, olmayan bir olayın Kur'an tarafından onaylatılma ameliyesi her açıdan duvara toslamıştır. Vahyin gelişi ile ilgisi bakımından okuyanların bir kısmı "Melek Elçi" olgusunu göz ardı ederek onların da ayrı bir duvara tosladıklarını söyleyebilirz.
5. ayetteki "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesinde kast edilenin "Melek elçi" değil de , Allah (c.c) olduğunu iddia edenlerin bu iddialarının ne derece olduklarını onların söylediklerini doğru kabul ederek okumaya çalışalım.
Necm s. ayetinde "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesindeki öğretenin Allah (c.c) olduğunu varsayalım , 6-7-8-9. ayetlere baktığımızda Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "İki yay aralığı" kadar olduğu söylenmektedir. 10. ayette vahyedenin Allah (c.c) olduğunu yine varsayalım, 11 ve 12. ayetlerde Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) yi gördüğü , 13. ayette Allah (c.c) yi bir başka inişinde yine gördüğü yani bu görüşün ilk olmadığı , 14-15-16-17. ayetlerde Allah (c.c) yi gördüğü yer ve görmesinin nasıl olduğu anlatıldıktan sonra , 18. ayette "Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü." buyurulmaktadır, yani Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü görmüş.
Bu ayetleri böyle okuduğumuz zaman ortaya şu sorular çıkıp, bunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
1- Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "iki yay aralığı" kadar olmasını nasıl izah edebiliriz ?.
2-Allah (c.c) yere inermi ?.
3-Muhammed (a.s) Allah (c.c) yi bir başka inişinde ne zaman görmüştür?.
4- Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü nasıl görür ?.
Bu sorular , "Melek elçi" olgusunun göz ardı edilerek okunması sonucunda ortaya çıkmakta olup, bu iddiada olanlara bu soruları sorduğumuzda bataklığa düşmüş kimse misali debelendikçe battığını, vermeye çalıştığı cevaplar ile red ettikleri geleneksel anlayıştan daha beter yanlışlar içine girdiklerini maalesef gördük.
İlgili ayetler şayet , Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinin delaleti ile okunmaya çalışılsaydı böyle sıkıntılı bir durum içinde düşülmez ve ilgili ayetler daha doğru okunabilirdi.
[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.
Tekvir suresindeki bu ayetlerde "Kerim elçi" olarak vasfedilen kişi Muhammed (a.s) değildir, ilerleyen ayetlerde bunun böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Muhammed (a.s) ın onu yani "Kerim elçi" yi apaçık ufukta görmesinden bahsedilmekte ve bu görüşü , Necm suresindeki "Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu." mealindeki ayetlerden "Melek elçi" yi önceki görüşü anlatılmaktadır.
Tekvir s. 19. ayetinde geçen "Kerim elçi" ibaresi , Hakka s. 40. ayetinde de geçmektedir. Bu suredeki "Kerim elçi" Muhammed (a.s) olup ilerleyen ayetler bunu göstermektedir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) biz kullarına olan emir ve yasaklarını, seçtiği beşer elçilere vahyetmek sureti ile bildirmiştir. Muhammed (a.s) bu zincirin en son halkası olup , kendisine vahy edilen kitap, Allah (c.c) nin Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinde buyurduğu şekli ile "Melek elçi" ile ona vahyedilmiştir. Bizler "Melek elçi" nin nasıllığı hakkında bir bilgi sahib olmadığımız için bu konuda herhangi bir yorumda bulunmak bizi yanlışa götürebilir.
Bilmemiz gereken şey , Allah (c.c) nin yeryüzünde seçmiş olduğu beşer elçiye vahyetmek için melek elçi seçmiş olduğudur. Bu elçinin kimliği veya ne liği bizim için gayb olup , vahyin Muhammed (a.s) a nasıl geldiği hakkındaki bilgiler bu kadardır. Sadece Muhammed (a.s) ın şahid olduğu bir durum olup böyle bir elçinin olmadığı iddiasında bulunmak bu konudaki ayetleri bütünlük içinde okuduğumuzda hatalı bir okuma yöntemi olacağını ifade etmek isteriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
29 Eylül 2015 Salı
Eyyub (a.s)' a Şeytan'ın Dokunmasını Nasıl Okuyalım ?
Kur'an; kıssa yollu anlatım üslubu ile geçmiş yaşantılardan kesitler sunarak, bizlere o yaşantılardan örnekler çıkarmamızı ve yaşadığımız hayatı bu örnekler dahilinde şekillendirmemizi istemektedir. Elçi kıssaları bu noktada önemli bir örneklik olup, o kıssalar içindeki doğru ve yanlışların anlatılması, bizlerin yürüdüğü yolda o doğruların alınmasını, o yanlışların tekrarlanmaması amacına matuftur.
Eyyub(a.s); Kur'an'da zikri geçen elçilerden birisidir. Bu elçinin kıssasında; kavmi ile olan bir mücadelesinin anlatımı değil, onun hastalık ile olan mücadelesinin anlatımını görmekteyiz. Bu yazımızda onun kıssasının bize dönük nasıl bir okumaya tabi tutulabileceğini ele almaya çalışacağız.
[021.083-4] Ve Eyyûb'u da (an) o vakit ki, Rabbine nidâ etti, (dedi ki:) «Şüphe yok, beni zarar kapladı, ve Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin.» Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.
[038.041-4] Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti. «Ayağın ile vuruver, işte bu, soğuk, yıkanılacak ve içilecek bir su.»Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere, ona tekrar ailesini ve geçmiş olanlarla bir mislini daha vermiştik.Ey Eyyüb: «Eline bir demet sap al, onunla vur, yeminini bozma» demiştik. Gerçekten O çok sabırlı bir kulumuzdu, daima Allah'a yönelirdi
Görüldüğü gibi Eyyub(a.s)'ın kıssası iki sure içinde kısaca anlatılmaktadır. Kıssada onun sağlık yönünden sıkıntıya düştüğü anlatılarak ENBİYA Suresi'nde onun isyan haline girmediği, Rabbi'ne dua ederek O'ndan şifa istediği, SAD Suresi içindeki kıssada ise onun nasıl bir tedavi yöntemi kullandığı anlatılmaktadır. Bu iki sure içindeki ayetlerin bize dönük mesajını okumaya çalıştığımızda şunları söylemek mümkündür;
Bizlerin yaşadığımız hayat içinde sağlık ve sıhhat yönünden bazı aksaklıklar yaşamamız olağan bir durumdur. Öncelikle sağlık ve sıhhat yönünden sıkıntıya düşmemek için gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini hatırlattıktan sonra, böyle bir sıkıntıya düştüğümüzde nasıl bir yol izlemek gerektiği bizlere Eyyub(a.s) üzerinden öğretilmektedir.
Kıssanın ENBİYA Suresi içindeki ayetlerinde, Eyyub(a.s)'ın Rabbi'ne sığındığı, isyan haline girmediği, bunun sonucunda eski sağlığını tekrar geri kazandığı anlatılmakta, SAD Suresi içindeki ayetlerde ise bu sağlığını geri kazanmak için uyguladığı yolu görmekteyiz.
Bu sığınmanın nasıl olduğunu görmek için önce «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» cümlesini tahlil etmemiz gerekmektedir. Eyyub(a.s); başına gelen hastalığı "Şeytan dokunması" şeklinde bir deyim ile ifade etmesini, "Şeytan"dan Allah(c.c)'ye sığınılması gereken ayetlerinin ışığında okunması gerektiğini düşünmekteyiz.
[007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.
[041.036] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.
[023.097-98] De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»
İnsanın başına gelen maddi bir sıkıntının "Şeytan dokunması" olarak deyimlendirilmesi, bu sıkıntılardan kurtulmanın yolunun Allah(c.c)'ye sığınmaktan geçtiğini hatırlatmak amacına matuf olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Esas mesele; bu sığınmanın nasıl olması gerektiğinde olup, bu dokunmadan kurtulmak için üfürükçü hocalar veya sırlı dualar türü kitaplarda yazanlardan mı, yoksa Allah(c.c)'nin ayetlerinden mi yardım isteneceğindedir.
Cevabın "Allah(c.c)'nin ayetlerinden yardım isteneceği" şeklinde olacağı muhakkaktır ancak bu ayetlerin hangi ayetler olduğu konusunda biz Müslümanların büyük bir yanlış içinde olduğunu söylemek istiyoruz.
SAD 42 ayetinde "Ürkud bi riclike" (Ayağın ile yere vuruver) ibaresindeki "Urkud" kelimesi "Ayakla yere vurmak" anlamında bir kelime olup, yayaya nisbet edildiğinde "Yeri ayakla basıp çiğnemek" yani "YÜRÜMEK" anlamına gelir.
Allah(c.c), kulu ve elçisi Eyyub(a.s)'a içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulması için yürüyerek yani Allah(c.c)'nin yarattığı kevni ayetleri arayıp bularak çare aramasını öğütlemektedir. Bu öğüt ne bizler için ne anlama gelmektedir?
Bugün birçok Müslümanın herhangi bir hastalık yüzünden sıkıntıya düştüğü zaman, mushaf içindeki ayetlerin okunarak şifaya kavuşabileceği gibi bir zan içinde olduğu hepimizce bilinen bir olgudur. Bu zan öyle bir sektör meydana getirmiştir ki, hangi duanın hangi hastalığa iyi geldiği şeklindeki bilgileri kapsayan kitaplar, din istismarcılarının en büyük rant sağladıkları alan oluşturmuştur.
Alllah(c.c); Eyyub(a.s)'a "Yürü" diye emrederek, hastalığı için kevni ayetlerden şifa aramasını istemiştir. Bu yol bizler için önemli bir örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Eyyub(a.s) bir elçi olduğu ve şifa aramak için yollara düştüğü halde, kerameti müritlerinden menkul bazı hoca kılıklı şeytanların, yaptıkları dua ile kişilerin kurtululacaklarını vehmettirmeleri hangi ayete, hangi kitaba sığar?
[026.080] Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.
İbrahim(a.s)'ın bu sözünü, hasta olan bir kişinin şifa bulmasının yolunun, derdine çare aramaksızın yattığı yerden sadece dua ile gerçekleşeceği düşüncesi içinde okursak büyük bir yanılgı içine düşmüş oluruz. Bu sözü "Hastalandığım zaman O'nun yarattığı ayetler yardımı ile bana şifa veren O'dur" şeklinde okumak Kur'an'ın genel mantığına daha uygundur.
[016.068-9] Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.
NAHL Suresi'ndeki bu ayetlerde, arı tarafından yapılan balın şifa olduğu haber verilmektedir. Bugün bile balın çeşitli hastalıklara nasıl bir şifa kaynağı olduğunu bilmeyen yoktur. Bal örneği Allah(c.c)'nin yarattığı kevni ayetlerden birisi olup, bu tür ayetlerin okunarak dertlere şifa aranması gerekmektedir.
[010.057] Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalblerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.
[017.082] Kuran'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır.
[041.044] Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor.
Kur'an "Şirk"i bir hastalık olarak göstererek, bu hastalığın şifasının Kur'an'da olduğunu, yani şirkin ilacının "Tevhid" olduğunu beyan etmektedir. Gel gelelim zaman için değişen bakış açıları, Kur'an ayetlerinin okunup hastaya üflenerek hastanın iyileşeceği zannı hakim olmuş ve istismarcıların elinde büyük bir sektör haline gelmiştir.
Müslümanlar olarak yüzyıllardır en büyük eksikliğimiz "Ayet ve Kitap" kelimelerinin çağrıştırdığı anlamın sadece "Kur'an" için geçerli olduğu zannıdır. "Ayet" denildiği zaman Allah(c.c)'nin yaratmış olduğu her şey, "Kitap" denildiği zaman Allah (c.c) nin ayetlerinin içinde bulunduğu kainat aklımıza gelmiş olsaydı, herhangi bir hastalığa duçar olduğumuz zaman mushaf içindeki ayetleri okumak yerine Allah(c.c)'nin "Kainat Kitabı" içindeki "Ayet"lerinden yardım alarak tedavi yollarını aramak, Allah(c.c)'nin elçisine tavsiye ettiği, dolayısı ile bizlerin de böyle bir tavsiyeye uyarak aynı yolu takip etmemiz gerektiği yönündeki öğütler olarak okumak gerekmektedir.
"Ayağın ile vuruver, işte bu, soğuk, yıkanılacak ve içilecek bir su"
Allah(c.c); Eyyub(a.s)'a üfürükçü hocalara gitmesini veya din simsarlarının yazdıkları "Sırlı dualar" gibi aldatıcı isimler altında yazılmış olan kitapları alarak onların içinde yazanları okuyarak iyileşebileceğini asla SÖYLEMEMİŞTİR. Ona yürümesini yani tedavi usullerini aramasını emrederek, bir tedavi usulu ve kevni bir ayet olarak yerden fışkıran kaplıca veya termal su ile tedavi olmasını emretmiştir.
"Eline bir demet sap al, onunla vur,"
Bu cümle maalesef kainat ayetlerinden yardım almak şeklinde değil, İsrailiyyat kaynaklı bilgiler baz alınarak, Eyyub(a.s)'ın karısını dövmek için yemin ettiği, bu yeminini yerine getirmesi için ona bir tür "ŞER'İ HİLE" öğretildiği şeklinde okunarak, haşa Allah(c.c)'yi aldatmak isteyen bazı şarlatanların delil ayeti haline getirilmiştir.
Eyyub(a.s)'ın karısını dövmek için yemin etmiş olduğu düşüncesi Kur'an kaynaklı değil, Tevrat kaynaklı olup, bunun güvenilirliğinin olması mümkün değildir. Kafaları düzenbazlığa ayarlanmış olan bir takım zevat tarafından, bu düzenbazlıklarını Kur'an'a onaylattırmak gibi bir düşünce içinde okunan ayetler, maalesef bizlerin hilebaz ve düzenbazlıklarının desteğini Kur'an'da aramak gibi gayri ahlaki bir durum içine itmiştir.
Ayet içinde geçen "Dığsen" kelimesi "Yaş ile kurusu birbirine karışmış demet halindeki ot" anlamındadır. Allah(c.c), Eyyub(a.s)'a hastalığının tedavisi için "Kevni ayetler" grubuna giren "Su" ve "Bitki" kullanarak derdine şifa aramasını emretmektedir.
Su ve bitkilerden oluşan tedavi yöntemleri ve bu yöntemler ile gelişen tıp ilmi Allah(c.c)'nin "Kevni ayetler" grubuna dahil olan ayetlerinden olup, hastalıkların tedavisi bu ayetler grubunun okunarak şifa aranması gerekmektedir. Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Kur'an içindeki ayetler zannederek, bu ayetleri okuyarak veya okutarak hastalıklarına çare bulacaklarını zannedenler, şifa yerine ancak maddi ve manevi hastalıklarını artırmaktadırlar.
Bize ne oluyor ki; Allah(c.c)'nin elçisi olan bir zat, sadece "Kavli dua" yöntemini tercih etmeyerek, "Fiili dua" yöntemi ile derdinin çaresini aramak için yollara düşüp "Kevni ayetler"i okuyarak hastalığının tedavisini yaparken, bizler üfürükçü hocalardan veya din simsarlarının yazdığı dua kitaplarındaki yazılanları okuyarak dertlerimize çare bulmaya çalışıyoruz?
Sonuç olarak; kıssaların geçmiş yaşantılardan örnekler vererek, yaşanan güne dair bir mesaj olarak okunması gerektiğine dair düşüncelerimizi, Eyyub(a.s)'ın kıssası bazında değerlendirmeye çalıştığımız zaman, onun başına gelen hastalıktan nasıl bir yolla kurtulduğunu öğreten ayetleri okumaya çalıştığımızda karşımıza şunlar çıkmaktadır;
Hastalık, kişinin yaşadığı hayat içinde mutlaka başına gelen bir durum olup, öncelikle isyan etmeyerek bu hastalıktan kurtulmanın yolunu araması gerekmektedir. Hastalıktan kurtulmak için her konuda olduğu gibi bu duruma düşen birisinin yapması gereken şey; Allah(c.c)'ye sığınmaktır. Bu sığınmanın nasıllığı bizlere Eyyub(a.s) kıssasında anlatılmakta olup "Kevni ayetler" yardımı ile meydana getirilmiş ilaçların kullanılması Allah(c.c)'ye sığınmanın bir yoludur. Mushaf içindeki ayetleri hastalıklardan şifa bulmak için okuyanlar, bu hastalıklarına şifa bulmak şöyle dursun, hastalıklarına hem maddi, hem de manevi olarak yeni ilave hastalıklar eklemekten başka bir işe yaramayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
28 Eylül 2015 Pazartesi
Şeytan Kavramı ve Kur'anda Geçtiği Ayetler Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması
Şeytan , Kur'anın odak kavramlarından bir tanesi olup , istisnasız olarak yaratılan bütün insanları ilgilendiren ve onların hayatlarının her anında karşı karşıya oldukları tehlikenin sembolleştirilmiş ismi olup , "Uzaklaştı" anlamına gelen "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bu kavram Kur'anda,"İblis" adında bir kişilik üzerinden müşahhas hale getirilerek anlatılmış olup , bu şahsiyetin konuşmaları üzerinden anlatılan biz Ademoğullarına yapmayı vaad ettiği iğvalar ve ayak kaydırmaları bizlere okunarak ,"Şeytan" ve onların yandaşlarına karşı nasıl tavır takınılması gerektiği öğretilmektedir.
[002.034] Ve meleklere: «Ademe secde edin» dedik de İblis'ten başka (diğerlerinin tümü) secde ettiler. O ise, dayattı ve kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
[002.035] «Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
[002.036] Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz» dedik.
Kur'an ın farklı surelerine dağılmış olan bu kıssanın merkezinde , Adem ile eşinin ayağını kaydırmak isteyen İblis vardır. İsyan ettikten sonra onun adının artık "İblis" olarak değil , "Şeytan" olarak anılması dikkati çeken bir nokta olup asıl mesaj buradadır. İblis'in konuşması üzerinden onun bizlerin ayağımızı kaydırmak için kullanacağı taktikler anlatılarak , Kur'an geneline yayılmış ayetlerde bu vaadini nasıl pratize ettiği ve insanları nasıl ayarttığı anlatılmaktadır.
[007.016-21] «Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın» dedi. Allah dedi ki; Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.»«Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.» Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.»«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti.
[015.039-43] (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. (Allah) Dedi ki: «İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.»«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»«Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir.»
[017.061-65] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.«Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza» dedi. «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder. Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.»
[020.117-121] Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: «Ey Âdem! Şüphesiz bu sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun).»Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.
[038.082-3] İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»
İblis adı verilerek müşahhaslaştırılan Şeytan, artık Ademe secde etmeyen bir kişiliğe verilen isimden çok , İblis adlı bir karakter üzerinden Adem ve eşi üzerinde yaptığı iğvanın neye sebeb olduğu gösterilerek , insanları yoldan çıkarmaya yeltenen her türlü unsurun adı olmuştur. Şeytan ile ilgili ayetlerin tamamında ona uyanların akıbetlerinin cehennem olduğu beyan edilerek ondan sakınılması emredilmektedir. Bu yazımızda , Kur'anın "Şeytan" veya "Şeytanlık" olarak vasıflayarak bizleri sakındıran ayetlerinden örnekler vererek asıl mesajı anlamaya çalışacağız.
Müslümanlar olarak bu konudaki tartışma alanımız, şeytan ve onun bizlere karşı oynamak istediği oyunları görerek nasıl bir tavır içinde olmamız gerektiği iken , bu kıssa ile ilgili tartışma alanları genel olarak kıssanın bire bir yaşanmış bir kıssa şeklinde okunmasından kaynaklanan sorulara cevap şeklinde geçmektedir. Olayı sadece İblis adı verilen karakterin üzerinden okumaya çalışmak , pek çok tefsir problemini beraberinde getirmiştir. Olayı o karakter üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik okumalar yaparak anlamaya çalışmak ilgili ayetlerin daha kolay ve daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.
[004.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.
Şirk , Allah (c.c) nin yaşamakta iken tevbe ederek dönen hariç, bu hal üzere ölen kimse için bağışlamayacağı kadar büyük bir cürüm olup , Nisa s. 116. ayet sonrasındaki ayetlerde bu durumun şeytan ile ilişkisi kurulmaktadır.
[004.117] Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar, o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
[004.118] Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: «Andolsun, kularından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.
[004.119] «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
[004.120] Şeytan onlara vaadeder ve onları kuruntuya düşürür. Halbuki, şeytan onlara bir aldatmadan başka bir şey vaadetmez.
[004.121] İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.
Bu ayetlerde ki şirk olgusunu anlayabilmek için , Mekke müşrik inancını hatırlamak gerekmektedir. Dişilere tapmak şeklindeki şirkleri Kur'anın bir çok yerinde geçmektedir . "Hayvanların kulaklarını yarmak" şeklindeki şirk amelleri Maide s. 103. ayetinde şöyle anlatılmaktadır.
[005.103] Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmiştir. Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek O’na iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.
İnsanların yaşamı içinde tabi olacakları kuralları , Allah (c.c) dışında kimsenin tayin yetkisi yoktur. Şeytan , insanlara hile ve desiseler ile böyle kuralları Allah (c.c) nin değil kendilerinin tayin edebileceklerini fısıldar. Mekke müşrikleri işte böyle bir fısıldamaya tabi olarak kendi kafalarınca haram-helal tayin edip ,bu kuralı bazı hayvanlar için uygulayarak şeytana tabi olup , şirk işlemişlerdir.
Bu şirk olgusunu evrenselleştirecek olursak , Allah (c.c) nin yetki alanı içinde olan ve kullarına bildirmiş olduğu kuralları hiçe sayarak bu kuralların karşısına , kul yapısı getirilen her türlü kural , şeytanın fısıltısının sonucu olup , akıbeti ebedi Cehennemdir.
[002.208] Ey müminler, bütün varlığınız ile İslâm'a (barışa) girin. Sakın Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.
Bu ayeti , Allah (c.c) nin İslam dan başka din arayanın ondan kabul olunmayacağı (3/85) , bize din olarak İslamı seçtiğini (5/3) beyan eden ayetler ışığında okuyacak olursak , bize seçilen hayat sisteminin Allah (c.c) tarafından tayin edildiği , bunu dışında başka sistemler ihdas etmenin şeytanın izinden gitmek olduğu , şeytanın bizlere böyle sistem önermesinin sebebinin, onun bizlere düşman olmasının bir sonucu olduğunu haber vermektedir.
[002.267] Ey İnananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.
[002.268] Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.
İnfak konusunda Kur'anda bir çok ayet beyan edilmiştir. Şeytan yine bu konuda devreye girerek , insanı infak etmekten alı koymak ister , ve böyle bir cimriliğin şeytan iğvası olduğu hatırlatılmatadır.
[004.038] Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!
Mal infak etmek şeklindeki amel, sadece Allah (c.c) nin rızasına nail olmak değil de , başkalarına gösteriş olmak için yapılırsa, bu yapılan infakın kabule şayan olmadığı , çünkü böyle bir infakı yapanların şeytan ile dost oldukları vurgulanmaktadır.
[004.060] Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
Nisa s. 60. ayetinde , "İman ettim" demelerine rağmen bu imanlarının gereklerini yerine getirmeyerek "Tağut" kelimesi ile ifade edilen , "Allah (c.c) ye karşı azgınlaşarak ona alternatif din uyduranlara ve onların hükümlerine tabi olmak isteyenlerin bu tür arzular içine girmesine yine şeytan ın sebeb olduğu beyan edilmektedir.
[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.
Bu ayette , "Allah yolu" ve "Tağut yolu" adında iki yoldan bahsedilerek , tağut yolunda savaşanlar "Şeytan dostu" olarak vasıflandırılmaktadır.
[005.090] Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?
Maide s. 90. ayetinde bahsedilen unsurların , "Şeytan ameli" yani bunları iman etmiş bir kişinin yapmaması gerektiği , bu amelleri teşvik eden ve yapılmasını isteyen kim olursa olsun adının "Şeytan" olduğu , bu amelleri işletme sebebinin düşmanlık ve kin sokmak , salat ve zikirden alıkoymak olduğu beyan edilmektedir.
[006.071] De ki: «Biz hiç Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zarar vermeyecek nesnelere yalvarır mıyız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza (şirke) döner miyiz? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri o avanak kimse gibi. De ki: «Allah'ın hidayet yolu doğru yolun ta kendisidir. Ve biz alemlerin Rabbine teslimiyet göstermekle emrolunduk.»
Ayet şirk'e düşme halini bir misal ile anlatmaktadır şöyle ki ; Doğru yola çağrıldığı halde , bu çağrıya kulak vermeyerek , kendisine şirk temeline dayalı bir inanç çağrısına icabet etmenin uçuruma düşmek olduğu , böyle bir duruma aklını kullanan birisinin düşmeyeceği belirtilmektedir.
[006.121] Üzerlerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin; çünkü o, kesinlikle Allah'ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.
Bu ayet, arap cahiliyesinde hakim olan şirk düşüncesinin, yakınlık kastı ile kesilen hayvanlar üzerinden nasıl işletildiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) dışında kulluk ettikleri için kestikleri hayvanlar üzerine o kulluk ettiklerinin adlarını anarak onları tazim etmek sureti ile düşülen şirk'in müsebbibinin şeytan olduğu ifade edilerek onlara uyulmaması gerektiği hatırlatılmaktadır.
[007.26-27] Ey Âdemoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.
Ayet , mecazi bir anlatım üslubu dahilinde , Allah (c.c) bizlere korunmamız için indirmiş olduğu vahyi bir elbiseye benzeterek , şeytanın bütün amacının bizleri böyle bir elbiseden soyundurup , çıplak kalmamızı yani vahiyden yoksun bir hayat sürmemizi amaç edindiğini haber vererek, bu elbiseyi üzerimizden çıkardığımız takdirde ,babamız Adem gibi ayağımızın Cennetten kayacağını haber vermektedir.
[007.175] Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat.
Buyurularak başlayan ayetin devamında , şeytanın peşine takılma yolunun nasıl olduğu haber verilmektedir.
[007.176] Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur! İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.
Allah (c.c) nin ayetlerini hayatında gereği gibi yaşamayan, hevasını ilah edinen bir yaşam süren insanın durumu bir misal ile beyan edilmektedir. Allahın ayeti derken sadece elçiler aracılığı ile inen kitaplardaki ayetlerin anlaşılmış olması , "Ayet" kavramının anlamını daraltıcı bir düşünce olup , bu kavram Allah (c.c) nin yarattığı her şeyi kapsamına almaktadır. "Kevni ayetler" olarak bildiğimiz ayetleri okumanın kitabi ayetleri okumak gibi farz olduğu , ayetler arasında ayırım yaparak yapılan okumanın , biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğu durumun bir sebebi olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz.
[007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.
[041.036] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.
[023.097-98] De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»
"Vesvese" denilen fısıldama şekli, insana yanlış şeyler yapmayı teşvik eden bir unsurdur. Her insan böyle teşvike müsait bir yapıda yaratılmıştır. Her an için içine yanlış şeyleri yapmasını isteyen duygular hakim olmakta olan insanın böyle duygular geldiği ana hemen bunun şeytan iğvası olduğunu bilerek yanlışı değil doğruyu yapmayı emreden Rabbine iltica etmesi emredilmektedir. "Kur'anın ana mesajı nedir ?" şeklinde sorulan bir soruya , "Şeytandan Allah (c.c) ye nasıl sığınılacağını öğretmesidir" denilse sanırım yanlış bir cevap olmayacaktır.
[008.047] Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.O vakit şeytan kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş ve: «Bugün insanlardan size galip gelecek yok ben de sizi destekliyorum.» demişti. Fakat iki ordu karşılışınca ardına dönüverdi ve: «Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben Allah'tan korkarım. Öyle ya, Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir.» dedi.
Bu ayette , Bedir harbi öncesi müşrik ordusunun hali anlatılmaktadır. Mü'minlere karşı savaşmaya olan isteklerini onlara şeytan'ın güzel gösterdiğini , ancak kendilerine süslü gösterilen bu amelin aslında bir nevi şeytan tarafından şatışa getirilmek olduğu anlatılmaktadır. Yani şeytan iğvasına kapılarak ameller işleyenler aslında onun tarafından satışa getirilmekte ve yaptırdığının yanlış olduğunu kendisinin bildiği gibi bir durum çizilerek insanları bir nevi enayi yerine koyduğu anlatılmaktadır.
[012.005] Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».
[012.100] Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah'a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf: «Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim'dir» dedi.
Yusuf as. 5 ila 100. ayetler arasında geçen zaman içinde Yusuf (a.s) ın başına gelenlere sebeb olan kardeşleri için arayı şeytanın bozduğu ifade edilmektedir. Yusuf'un kardeşlerine , ona böyle bir kötülük yapması için vesvese verenin şeytan olduğu belirtilerek , bu tür yapılan kötülüklerin şeytan işi olduğu bizlere bildirilmektedir. Yusuf (a.s) ın , kardeşlerinin kendisine yapmış olduğu bu hatayı şeytana yükleme sebebi kardeşlerine karşı bir alicenaplıktır. Kardeşlerinin yaptığı hatayı şeytan olgusuna yükleyerek ortada tevbe edildiğinde af olan bir hata olduğunu bizlere anlatmaktadır.
[014.022] İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.
İbrahim s. 22. ayetinde kıyamet gününden bir kesit sunulmaktadır . Şeytan tarafından aldatılarak Cehenneme girmeye hak kazanan kişilere hitaben, şeytanın onları dünya hayatında iken nasıl satışa getirdiği , enayi yerine koyduğunu hatırlatarak , şu anda dünya hayatında yaşamakta olan bizlere , şeytanın oyunlarına boyun eğdiğimiz takdirde onun tarafında satışa getirilip enayi yerine konulduğumuz hatırlatılmakta ve yol yakınken bu yanlıştan dönülmesi istenmektedir.
[015.016-8] Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[067.005] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.
Gökyüzünün şeytan dan korunduğunu ifade eden bu ve başka surelerdeki ayetler , vahyin iniş sürecinde ona Allah (c.c) den başka herhangi birisi tarafından harici bir ilavede bulunulmadığını , Muhammed (a.s) a inen vahyin katışıksız ve saf olduğu ifade edilmektedir.
[016.063] Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü-göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acıklı bir azab vardır.
Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen elçileri red ederek, vahye karşı cephe alanların bu amellerine sebeb olan şeyin kendilerini aldatarak vahyi çirkin , inkarlarını güzel gösteren şeytana tabi olanların , kıyamet günü yanlarında Allah (c.c) yerine şeytanı bulacakları yani hep birlikte Cehenneme yuvarlanacakları beyan edilmektedir.
[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
Bu ayet sadece Kur'anı sesli olarak okumaya başlarken euzu besmele çekilmesini değil , okunarak anlaşılması noktasında meydana gelen yanlış okumaların izalesi veya böyle bir durum meydana gelmemesi için zihnin sadece Allah (c.c) ye has kılınmasını emretmektedir. Bu ayeti , özellikle tarih boyunca vahyi kendi hevalarına uydurmak için yapılan okumaları dikkate alarak okuduğumuzda, ayetin ne kadar önemli bir noktaya dikkat çektiği anlaşılacaktır. Her türlü ön yargıdan arınmış bir şekilde, sadece Allaha sığınarak okunan kitap bizleri doğru yola götürecektir.
[017.026-27] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Ayet, kişinin elinde olan varlığın sadece kendisinin olmadığı , ihtiyacı olanların da bu varlıkta hak sahibi olduğu , bunun bilincinden uzak yapılan yanlış harcamaların Rabbine karşı nankör olan şeytanla kardeş olmak anlamına geldiğini vurgulamaktadır.
[017.053] İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.
Bu ayet , iman edenlerin arasında her zaman bozgunculuk çıkarmak isteyen şeytanların , bu bozgunculuğu çıkarmak için , iman edenler arasındaki bazı sürtüşmeleri koz olarak kullanabilecekeri dikkat çekilerek , kimsenin eline böyle bir koz verilmemesi , bunun içinde iman edenlerin birbirleri ile söz ve davranış bakımından en güzel yollarla iletişim kurmaları emredilmektedir.
[018.063] O da: «Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş» dedi.
[012.042] İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: «Efendinin yanında beni an» dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha birkaç yıl hapiste kaldı.
Bu iki ayette unutulmanın şeytana mal edilme sebebi , o kişilerin böyle bir unutmayı bilerek garez olsun diye yapmadıkları, bu yüzden herhangi bir sorumluluk altında tutulmayacaklarını göstermek içindir.
[019.044-45] Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.«Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.»
İbrahim (a.s) ın babasından talep ettiği şey , babasının Allah (c.c) dışında kulluk etmekte olduklarının şeytana kulluk demek olduğu ve şeytanın Allaha asi olduğu , dolayısı ile ona kulluk edenlerin de Allah a karşı asi olmak anlamına geldiği ve bu asilik cezasının ebedi Cehennem olduğu hatırlatılmaktadır.
[019.66-68] İnsan: «Ben öldüğümde mi diriltileceğim?» der.Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mi? Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.
Ahireti red eden bir düşünce temeline dayalı hayat tarzını empoze edenlerin şeytan olduklarını ifade eden ayet , bu şeytanlar ile bunlara inananların cehennem ile karşılık göreceklerinin beyan etmektedir.
[019.083] Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
Ayet küfre sapanların bu amelleri işleme sebeblerinin , onların şeytanlar ile yakın temasta bulunmaları sebebi ile olduğunu beyan etmektedir. Ayeti ,kişinin küfre sapma konusunda herhangi bir iradede bulunmamasına rağmen sadece Allah (c.c) böyle istediği için şeytanların o kişiye musallat olduğu yönünde okumak yanlıştır. Allah (c.c) kullarına seçme özgürlüğü tanıyarak hangi yolda seçim yaptılarsa o yolu onlar için açmaktadır.
[021.81-82] Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk.
[038.035-37] Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi Şeytanları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.
Cin ve şeytanların Süleyman (a.s) ın emrine verilmesinin anlamı üzerinde müstakil bir başlık altında değerlendirme yapmaya çalışmıştık , kısaca söylemek gerekirse ; Süleyman (a.s) elinde büyük bir güç bulundurması nedeniyle her an için azgınlık yapma imkanı olanları dahi kontrol edebilecek bir yapıyı kurmuş bulunmaktaydı. Bu şeytanlar insan harici bir unsur olmayıp şeytanlaşmış insanlar olup her devir ve her ülke içinde bu türler bulunmakta olup asıl önemli noktanın bunları adil bir biçimde bertaraf etmek ve azgınlık yapmalarına müsade etmeyecek sosyal , ekonomik ve askeri yönden kuvvetli bir yapı oluşturmaktır.
[022.3-4] İnsanlardan kimileri de Allah hakkında bilgisizce tartışır da her kaypak şeytanın ardına düşer. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür.
Hacc. suresinin bu ayetlerini anlamak için aynı surenin 8. ayetinde " İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır." şeklindeki beyanı dikkate almak gereği vardır. Bu ayette, Allah hakkında konuşmak için gerekli olan bilgilerin, ayette "Hüden" ve "Kitabin münirin" olarak tavsif edilen bir kaynak tan gelen bilgiler ,yani "Kur'an" ışığında olması gerektiği , bu kitap baz alınmadan yapılan konuşmaların, şeytanın peşine takılmak olduğu ve şeytana uyan her kişininde sapıtacağı ve sonunun alevli azap olacağı beyan edilmektedir.
[022.52-53] Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
[006.112] Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.
Bu ayetleri , tarih boyunca gelen elçilerin çağrılarına karşı en amansız bir biçimde karşı koymaya çalışan müşrikleri anlatan ayetleri hatırlayarak okuduğumuzda daha kolay anlamak mümkündür. Bu elçilere karşı gelme sebebini ins ve cin şeytanlarının o insanları iğva etmesi sonucu olduğu ve bu karşı gelişlerinin o müşriklerinin serbest iradelerini kullanarak yapıldığı yani bilerek ve isteyerek bir karşı çıkış olduğu beyan edilmektedir.
[024.021] Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.
Bu ayette , hayasızlığı ve kötülüğü yapmaya teşvik eden her kişi ve unsur "Şeytan" olarak vasıflandırılarak onlara ayak uydurulmaması emredilmektedir. Bu şeytanlardan kurtulmanın yegane yolu, Allah (c.c) nin rahmetine ve merhametine sığınmak olduğu vurgulanarak , temize çıkmanın yolunun ondan geçtiği vurgusu yapılmaktadır.
[025.027-9] O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: «Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor» der.
Bu ayetlerde , hesap gününden bir kesit sunularak , dünya hayatında resullerin yolunu takip etmeyerek , resullere düşman olan şeytanları dost edinerek Kur'an dan saptırılmış, böylece cehenneme girmeyi hak etmiş olan birisinin pişmanlıkları anlatılarak, böyle bir pişmanlık yaşamamak için , elçilerin yolunun izlenmesi , onlara düşman olan şeytanların dost edinilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır.
[027.023-24] Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen bu ayetler , Sebe ülkesinin hükümdarı ve halkının Allah (c.c) dışındakilere secde ederek şirk işledikleri ve bu şirk'i işlemlerine sebebin "Şeytan" olduğu vurgulanmaktadır. Güneşe secde etmek şeklinde yapılan şirk'in bize dönük okumasını yaptığımızda , secde edilmesi , yani emirlerinin hayat içinde geçerli olması gereken yegane varlığın Allah (c.c) olması bunun dışında yapılan secdenin yani itaat uygulamalarının "Şeytan" iğvası olduğu belirtilmektedir. Sebe ülke halkının tapmış olduğu güneş objesinin bu günkü karşılığını , Allah (c.c) nin dışında kulluk edilen her türlü şirk unsuru olarak söyleyebiliriz.
[028.015-16] Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Ey Rabbim, doğrusu ben kendime yazık ettim, artık bağışlamanla benim suçumu ört! dedi. O da onu bağışladı. Gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Musa (a.s) ın kavga eden iki kişiyi ayırmak için araya girmesi sonucu kazaen işlemiş olduğu cinayet için söylediği söz ve ardından tevbe etmesi , şeytan iğvası sonucu yapılmış bir işin ardından tevbe edilmesi gereğini , ve bu tevbenin kabul edileceğini haber vermektedir.
[029.038] Ad ve Semud kavmini de. Bunu, oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.
Allah (c.c) nin helak ettiği kavimlerden olan Ad ve Semud'un helak olma sebebini hatırladığımızda , buna sebeb olanın bu yaptıklarını onlara süsleyerek güzel gösteren şeytan olduğu , halbuki onların bu yaptıklarının çirkin olduğunu bilmelerini sağlayan bilgilerin kendilerine geldiği halde, bunları kulak arkası ederek şeytanın peşine takıldıkları beyan edilmektedir.
[031.021] Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denince: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?
Allah (c.c) nin kitabına davet edildiği halde red edenlerin büyük çoğunluğu bu gün dahi kendilerinin tabi olduğu kimselerin düşünce , söylem ve eylemlerinin kitaba uymasa bile onlar için belirleyici kaynak olduğu iddiasını dile getirmektedirler. Bu yolda gidenlerin düşüncelerini belirleyen unsurun , "Şeytan" olduğu belirtilerek bu yolun sonunun alevli azab olduğu hatırlatılmaktadır.
[034.20-21] And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.
Bu ayetler , Sebe s. 15. ayetten itibaren başlayan bir konunun sonuç ayetleridir. Kendilerine verilen refaha karşılık şükür görevini yerine getirmeyerek nankörlük eden Sebe ülkesi halkının başına gelenlerin anlatıldığı ayetlerde, bu halkın bu sona uğramasının sebebinin İblis olduğu ve onun Adem kıssasındaki vaadlerinin Sebe halkı örneğinde nasıl pratize ettiği anlatılmaktadır. Kendilerine verilen nimete karşı nankörlük eden her kişi , ülke v.s İblisin onlara nankörlük yolunda yapmış olduğu iğva sonucunda bunları yaptıkları beyan edilmektedir.
[035.5-6] Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.
Şeytan'ın insanları ateş yaranı etme yollarından birisi, onları Allah ile kandırmasıdır. Samiri karakterli insanların , Allah (c.c) nin dinine bir avuç doğru katarak , o doğruları yem mesabesinde kullanmaları sonucunda bir çok insan bunlara tabi olarak maalesef cehennem yaranı olmaktadır.
[036.059-61] Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?
Yasin suresi ayetlerinde , dünya hayatında iken kendisine gelen bilgilere sırt çevirerek , şeytan ile arkadaş olan kimsenin, ahiretteki halinden bir kesit sunularak , yol yakınken elçiler ile gelen bilgileri dikkate alıp, kime kulluk edeceğimiz veya etmeyeceğimizi bilerek bir yaşam sürmemiz gereği hatırlatılmaktadır.
[037.062-5] «Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!»
Saffat suresinin bu ayetlerinin öncesindeki cennet ile ilgili ayetlerden sonra bunlar buyurularak , tercihte bulunulması istenerek cehennemde sunulacak yiyeceğin kötülüğü "Şeytan başı" olarak betimlenmektedir. Böyle bir yiyecek henüz gözle görülmediği için çirkinliği dünya üzerinde bilinebilecek en çirkin şey olarak vasıflanan "Şeytan" olgusu ile tarif edilmektedir.
[038.041] Kulumuz Eyyub'u da an o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: «Bak bana, Meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!»
Eyyub (a.s) ın , başına gelen durum için böyle bir ifade kullanmış olması , şeytan dan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği göz önüne alınarak düşünülmesi gerekmektedir. Hastalık bir nevi şeytan dokunuşu olarak bundan Allah (c.c) ye sığınmak nasıl olacaktır sorusunun cevabı , Allah (c.c) nin ayetleri dediğimiz zama aklımıza eğer kevni ayetler ile yapılan tedavi usullari geliyorsa bu ayeti anladık demektir. Eyyub (a.s)kendisine dokunan şey den tedavi usullerini kullanarak Allah (c.c) ye sığınmış ve eski haline dönmüştür.
[043.061-62] Hiç şüphesiz o (isa), kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.
Bütün elçilerin ortak çağrısı , insanların dünya hayatındaki yaptıkları amellerin ahiret hayatında karşılarına çıkarak , yaptıklarına göre yerlerinin belli olacağını haber vermektir. Kişiler ahiret merkezli bir hayat tarzı sürdükleri müddetçe , dünya hayatında yaptıkları amelleri daha doğru yapmaya gayret edecek ve bu gayret en fazla şeytanları üzecektir. Şeytanlar bizleri bu yoldan çevirerek kendilerinin hayat tarzını taklit etmemizi için iğvaya kıyamete kadar devam edecek ve bu tehlikeyi Rabbimiz elçileri ile haber vermektedir.
[043.036] Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar
Sonunda Bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!» der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız.
Yaşamını Allah (c.c) nin ona önerdikleri üzerine kurmayanlar , Allah (c.c) nin "Şeytan" olarak vasıfladığı kişi ve sistemler üzerine bir hayat kurarlar. Bu hayatları bitip , Allah (c.c) nin huzuruna geldikleri zaman , o şeytanlar ile birlikte haşroluncakları için birbirlerinden kaçacak yer arayacakları beyann edilerek böyle bir duruma düşülmemesi için önerilenlerin yapılması istenmektedir.
[047.24-25] Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir? Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.
Kur'an doğru yola davet eden bir kitap olup , bu yolu red ederek küfre sapanlara şeytan onlara süsleyerek güzel göstermiş ve yaptıklarının hiç hesabını vermeyeceklerini onlara fısıldayarak sadece dünya hayatını hedefleyen bir hayat tarzını onlara iğva ederek ahirette ellerinin boş kalmasını sağlamıştır.
[058.009] Ey inananlar! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın; iyilik yapmak ve Allah'a karşı gelmekten sakınmayı konuşun; kıyamet günü huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.
Kur'anın "Gizli konuşmak" olarak nitelediği usuller ile yapılan eylemlerin "Takva" temelli olması gerektiği , bunun dışında yapılan gizli işlerin şeytanlık olduğu hatırlatılarak bu amellerin terkedilmesi istenmektedir.
[058.14-19]Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. İşledikleri şey ne kötüdür! Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na yemin ederler; kendilerine bir yarar sağlayacağını sanırlar. Dikkat edin; onlar şüphesiz yalancıdırlar. Şeytan onlara baskın gelip Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki; şeytanın taraftarları muhakkak hüsrana uğrayanların kendileridir.
Mücadele suresi içindeki bu ayetlerde münafıklardan bahsederek onların bu nifaklarına sebeb olan şeytanın onlara galip gelerek Allah'ı unutturduğu , şeytana taraftar olanların her zaman kayba uğrayacakları haber verilmektedir.
[059.016-17] Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.İkisinin sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Zalimlerin cezası budur.
Haşr suresindeki bu ayetlerde , münafıkların durumu ele alınarak şeytan ile aynileştirilmekte ve insana inkar ettirdikten sonra onun arkasında durmadığı yani kaypak arkadaş misali onu yarıyolda bırakarak sattığı , bu şeytanların ve onlara uyanların ortak karargahlarının ateş olduğu beyan edilmektedir.
[026.210-3] Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.«Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?» de.Bunlar ona kulak verirler ve çoğu yalancılardır.
[081.025] Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.
Kur'an hakkında ileri sürülen şüpheleri red etmeye yönelik olan bu ayetlerde , bu kitabın muhteviyatında ve nuzulünde şeytan etkisi gibi gibi bir durumun asla sözkonusu olmadığı beyan edilmektedir. Şeytanların kendilerine kulak verenlere indiği beyan edilerek , kendisine Kur'an inen "Şerefli Elçi" nin böyle bir kulak vermesi durumunun olmadığı haber verilmektedir.
Sonuç olarak ; Buraya kadar aldığımız ayetlere dikkat ettiğimizde , Adem kıssasındaki İblis adındaki şahsiyetin insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiklerinin hayat içinde nasıl pratize edilerek insanların yoldan çıkarıldığı anlatılmaktadır. "Şeytan" özel bir kişiliğin adı olmaktan çok belirli vasıflara haiz olanların genel bir adı olarak Kur'anda yerini bulmuştur. Bize düşen görev bu ayetleri rehber edinerek , düşmanımız olan "Şeytan" a karşı yenilmemenin yollarını hayat içinde pratize etmektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
[002.034] Ve meleklere: «Ademe secde edin» dedik de İblis'ten başka (diğerlerinin tümü) secde ettiler. O ise, dayattı ve kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
[002.035] «Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
[002.036] Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz» dedik.
Kur'an ın farklı surelerine dağılmış olan bu kıssanın merkezinde , Adem ile eşinin ayağını kaydırmak isteyen İblis vardır. İsyan ettikten sonra onun adının artık "İblis" olarak değil , "Şeytan" olarak anılması dikkati çeken bir nokta olup asıl mesaj buradadır. İblis'in konuşması üzerinden onun bizlerin ayağımızı kaydırmak için kullanacağı taktikler anlatılarak , Kur'an geneline yayılmış ayetlerde bu vaadini nasıl pratize ettiği ve insanları nasıl ayarttığı anlatılmaktadır.
[007.016-21] «Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın» dedi. Allah dedi ki; Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.»«Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.» Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.»«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti.
[015.039-43] (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. (Allah) Dedi ki: «İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.»«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»«Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir.»
[017.061-65] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.«Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza» dedi. «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder. Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.»
[020.117-121] Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: «Ey Âdem! Şüphesiz bu sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun).»Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.
[038.082-3] İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»
İblis adı verilerek müşahhaslaştırılan Şeytan, artık Ademe secde etmeyen bir kişiliğe verilen isimden çok , İblis adlı bir karakter üzerinden Adem ve eşi üzerinde yaptığı iğvanın neye sebeb olduğu gösterilerek , insanları yoldan çıkarmaya yeltenen her türlü unsurun adı olmuştur. Şeytan ile ilgili ayetlerin tamamında ona uyanların akıbetlerinin cehennem olduğu beyan edilerek ondan sakınılması emredilmektedir. Bu yazımızda , Kur'anın "Şeytan" veya "Şeytanlık" olarak vasıflayarak bizleri sakındıran ayetlerinden örnekler vererek asıl mesajı anlamaya çalışacağız.
Müslümanlar olarak bu konudaki tartışma alanımız, şeytan ve onun bizlere karşı oynamak istediği oyunları görerek nasıl bir tavır içinde olmamız gerektiği iken , bu kıssa ile ilgili tartışma alanları genel olarak kıssanın bire bir yaşanmış bir kıssa şeklinde okunmasından kaynaklanan sorulara cevap şeklinde geçmektedir. Olayı sadece İblis adı verilen karakterin üzerinden okumaya çalışmak , pek çok tefsir problemini beraberinde getirmiştir. Olayı o karakter üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik okumalar yaparak anlamaya çalışmak ilgili ayetlerin daha kolay ve daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.
[004.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.
Şirk , Allah (c.c) nin yaşamakta iken tevbe ederek dönen hariç, bu hal üzere ölen kimse için bağışlamayacağı kadar büyük bir cürüm olup , Nisa s. 116. ayet sonrasındaki ayetlerde bu durumun şeytan ile ilişkisi kurulmaktadır.
[004.117] Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar, o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
[004.118] Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: «Andolsun, kularından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.
[004.119] «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
[004.120] Şeytan onlara vaadeder ve onları kuruntuya düşürür. Halbuki, şeytan onlara bir aldatmadan başka bir şey vaadetmez.
[004.121] İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.
Bu ayetlerde ki şirk olgusunu anlayabilmek için , Mekke müşrik inancını hatırlamak gerekmektedir. Dişilere tapmak şeklindeki şirkleri Kur'anın bir çok yerinde geçmektedir . "Hayvanların kulaklarını yarmak" şeklindeki şirk amelleri Maide s. 103. ayetinde şöyle anlatılmaktadır.
[005.103] Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmiştir. Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek O’na iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.
İnsanların yaşamı içinde tabi olacakları kuralları , Allah (c.c) dışında kimsenin tayin yetkisi yoktur. Şeytan , insanlara hile ve desiseler ile böyle kuralları Allah (c.c) nin değil kendilerinin tayin edebileceklerini fısıldar. Mekke müşrikleri işte böyle bir fısıldamaya tabi olarak kendi kafalarınca haram-helal tayin edip ,bu kuralı bazı hayvanlar için uygulayarak şeytana tabi olup , şirk işlemişlerdir.
Bu şirk olgusunu evrenselleştirecek olursak , Allah (c.c) nin yetki alanı içinde olan ve kullarına bildirmiş olduğu kuralları hiçe sayarak bu kuralların karşısına , kul yapısı getirilen her türlü kural , şeytanın fısıltısının sonucu olup , akıbeti ebedi Cehennemdir.
[002.208] Ey müminler, bütün varlığınız ile İslâm'a (barışa) girin. Sakın Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.
Bu ayeti , Allah (c.c) nin İslam dan başka din arayanın ondan kabul olunmayacağı (3/85) , bize din olarak İslamı seçtiğini (5/3) beyan eden ayetler ışığında okuyacak olursak , bize seçilen hayat sisteminin Allah (c.c) tarafından tayin edildiği , bunu dışında başka sistemler ihdas etmenin şeytanın izinden gitmek olduğu , şeytanın bizlere böyle sistem önermesinin sebebinin, onun bizlere düşman olmasının bir sonucu olduğunu haber vermektedir.
[002.267] Ey İnananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.
[002.268] Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.
İnfak konusunda Kur'anda bir çok ayet beyan edilmiştir. Şeytan yine bu konuda devreye girerek , insanı infak etmekten alı koymak ister , ve böyle bir cimriliğin şeytan iğvası olduğu hatırlatılmatadır.
[004.038] Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!
Mal infak etmek şeklindeki amel, sadece Allah (c.c) nin rızasına nail olmak değil de , başkalarına gösteriş olmak için yapılırsa, bu yapılan infakın kabule şayan olmadığı , çünkü böyle bir infakı yapanların şeytan ile dost oldukları vurgulanmaktadır.
[004.060] Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
Nisa s. 60. ayetinde , "İman ettim" demelerine rağmen bu imanlarının gereklerini yerine getirmeyerek "Tağut" kelimesi ile ifade edilen , "Allah (c.c) ye karşı azgınlaşarak ona alternatif din uyduranlara ve onların hükümlerine tabi olmak isteyenlerin bu tür arzular içine girmesine yine şeytan ın sebeb olduğu beyan edilmektedir.
[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.
Bu ayette , "Allah yolu" ve "Tağut yolu" adında iki yoldan bahsedilerek , tağut yolunda savaşanlar "Şeytan dostu" olarak vasıflandırılmaktadır.
[005.090] Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?
Maide s. 90. ayetinde bahsedilen unsurların , "Şeytan ameli" yani bunları iman etmiş bir kişinin yapmaması gerektiği , bu amelleri teşvik eden ve yapılmasını isteyen kim olursa olsun adının "Şeytan" olduğu , bu amelleri işletme sebebinin düşmanlık ve kin sokmak , salat ve zikirden alıkoymak olduğu beyan edilmektedir.
[006.071] De ki: «Biz hiç Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zarar vermeyecek nesnelere yalvarır mıyız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza (şirke) döner miyiz? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri o avanak kimse gibi. De ki: «Allah'ın hidayet yolu doğru yolun ta kendisidir. Ve biz alemlerin Rabbine teslimiyet göstermekle emrolunduk.»
Ayet şirk'e düşme halini bir misal ile anlatmaktadır şöyle ki ; Doğru yola çağrıldığı halde , bu çağrıya kulak vermeyerek , kendisine şirk temeline dayalı bir inanç çağrısına icabet etmenin uçuruma düşmek olduğu , böyle bir duruma aklını kullanan birisinin düşmeyeceği belirtilmektedir.
[006.121] Üzerlerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin; çünkü o, kesinlikle Allah'ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.
Bu ayet, arap cahiliyesinde hakim olan şirk düşüncesinin, yakınlık kastı ile kesilen hayvanlar üzerinden nasıl işletildiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) dışında kulluk ettikleri için kestikleri hayvanlar üzerine o kulluk ettiklerinin adlarını anarak onları tazim etmek sureti ile düşülen şirk'in müsebbibinin şeytan olduğu ifade edilerek onlara uyulmaması gerektiği hatırlatılmaktadır.
[007.26-27] Ey Âdemoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.
Ayet , mecazi bir anlatım üslubu dahilinde , Allah (c.c) bizlere korunmamız için indirmiş olduğu vahyi bir elbiseye benzeterek , şeytanın bütün amacının bizleri böyle bir elbiseden soyundurup , çıplak kalmamızı yani vahiyden yoksun bir hayat sürmemizi amaç edindiğini haber vererek, bu elbiseyi üzerimizden çıkardığımız takdirde ,babamız Adem gibi ayağımızın Cennetten kayacağını haber vermektedir.
[007.175] Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat.
Buyurularak başlayan ayetin devamında , şeytanın peşine takılma yolunun nasıl olduğu haber verilmektedir.
[007.176] Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur! İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.
Allah (c.c) nin ayetlerini hayatında gereği gibi yaşamayan, hevasını ilah edinen bir yaşam süren insanın durumu bir misal ile beyan edilmektedir. Allahın ayeti derken sadece elçiler aracılığı ile inen kitaplardaki ayetlerin anlaşılmış olması , "Ayet" kavramının anlamını daraltıcı bir düşünce olup , bu kavram Allah (c.c) nin yarattığı her şeyi kapsamına almaktadır. "Kevni ayetler" olarak bildiğimiz ayetleri okumanın kitabi ayetleri okumak gibi farz olduğu , ayetler arasında ayırım yaparak yapılan okumanın , biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğu durumun bir sebebi olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz.
[007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.
[041.036] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.
[023.097-98] De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»
"Vesvese" denilen fısıldama şekli, insana yanlış şeyler yapmayı teşvik eden bir unsurdur. Her insan böyle teşvike müsait bir yapıda yaratılmıştır. Her an için içine yanlış şeyleri yapmasını isteyen duygular hakim olmakta olan insanın böyle duygular geldiği ana hemen bunun şeytan iğvası olduğunu bilerek yanlışı değil doğruyu yapmayı emreden Rabbine iltica etmesi emredilmektedir. "Kur'anın ana mesajı nedir ?" şeklinde sorulan bir soruya , "Şeytandan Allah (c.c) ye nasıl sığınılacağını öğretmesidir" denilse sanırım yanlış bir cevap olmayacaktır.
[008.047] Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.O vakit şeytan kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş ve: «Bugün insanlardan size galip gelecek yok ben de sizi destekliyorum.» demişti. Fakat iki ordu karşılışınca ardına dönüverdi ve: «Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben Allah'tan korkarım. Öyle ya, Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir.» dedi.
Bu ayette , Bedir harbi öncesi müşrik ordusunun hali anlatılmaktadır. Mü'minlere karşı savaşmaya olan isteklerini onlara şeytan'ın güzel gösterdiğini , ancak kendilerine süslü gösterilen bu amelin aslında bir nevi şeytan tarafından şatışa getirilmek olduğu anlatılmaktadır. Yani şeytan iğvasına kapılarak ameller işleyenler aslında onun tarafından satışa getirilmekte ve yaptırdığının yanlış olduğunu kendisinin bildiği gibi bir durum çizilerek insanları bir nevi enayi yerine koyduğu anlatılmaktadır.
[012.005] Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».
[012.100] Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah'a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf: «Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim'dir» dedi.
Yusuf as. 5 ila 100. ayetler arasında geçen zaman içinde Yusuf (a.s) ın başına gelenlere sebeb olan kardeşleri için arayı şeytanın bozduğu ifade edilmektedir. Yusuf'un kardeşlerine , ona böyle bir kötülük yapması için vesvese verenin şeytan olduğu belirtilerek , bu tür yapılan kötülüklerin şeytan işi olduğu bizlere bildirilmektedir. Yusuf (a.s) ın , kardeşlerinin kendisine yapmış olduğu bu hatayı şeytana yükleme sebebi kardeşlerine karşı bir alicenaplıktır. Kardeşlerinin yaptığı hatayı şeytan olgusuna yükleyerek ortada tevbe edildiğinde af olan bir hata olduğunu bizlere anlatmaktadır.
[014.022] İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.
İbrahim s. 22. ayetinde kıyamet gününden bir kesit sunulmaktadır . Şeytan tarafından aldatılarak Cehenneme girmeye hak kazanan kişilere hitaben, şeytanın onları dünya hayatında iken nasıl satışa getirdiği , enayi yerine koyduğunu hatırlatarak , şu anda dünya hayatında yaşamakta olan bizlere , şeytanın oyunlarına boyun eğdiğimiz takdirde onun tarafında satışa getirilip enayi yerine konulduğumuz hatırlatılmakta ve yol yakınken bu yanlıştan dönülmesi istenmektedir.
[015.016-8] Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[067.005] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.
Gökyüzünün şeytan dan korunduğunu ifade eden bu ve başka surelerdeki ayetler , vahyin iniş sürecinde ona Allah (c.c) den başka herhangi birisi tarafından harici bir ilavede bulunulmadığını , Muhammed (a.s) a inen vahyin katışıksız ve saf olduğu ifade edilmektedir.
[016.063] Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü-göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acıklı bir azab vardır.
Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen elçileri red ederek, vahye karşı cephe alanların bu amellerine sebeb olan şeyin kendilerini aldatarak vahyi çirkin , inkarlarını güzel gösteren şeytana tabi olanların , kıyamet günü yanlarında Allah (c.c) yerine şeytanı bulacakları yani hep birlikte Cehenneme yuvarlanacakları beyan edilmektedir.
[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
Bu ayet sadece Kur'anı sesli olarak okumaya başlarken euzu besmele çekilmesini değil , okunarak anlaşılması noktasında meydana gelen yanlış okumaların izalesi veya böyle bir durum meydana gelmemesi için zihnin sadece Allah (c.c) ye has kılınmasını emretmektedir. Bu ayeti , özellikle tarih boyunca vahyi kendi hevalarına uydurmak için yapılan okumaları dikkate alarak okuduğumuzda, ayetin ne kadar önemli bir noktaya dikkat çektiği anlaşılacaktır. Her türlü ön yargıdan arınmış bir şekilde, sadece Allaha sığınarak okunan kitap bizleri doğru yola götürecektir.
[017.026-27] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Ayet, kişinin elinde olan varlığın sadece kendisinin olmadığı , ihtiyacı olanların da bu varlıkta hak sahibi olduğu , bunun bilincinden uzak yapılan yanlış harcamaların Rabbine karşı nankör olan şeytanla kardeş olmak anlamına geldiğini vurgulamaktadır.
[017.053] İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.
Bu ayet , iman edenlerin arasında her zaman bozgunculuk çıkarmak isteyen şeytanların , bu bozgunculuğu çıkarmak için , iman edenler arasındaki bazı sürtüşmeleri koz olarak kullanabilecekeri dikkat çekilerek , kimsenin eline böyle bir koz verilmemesi , bunun içinde iman edenlerin birbirleri ile söz ve davranış bakımından en güzel yollarla iletişim kurmaları emredilmektedir.
[018.063] O da: «Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş» dedi.
[012.042] İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: «Efendinin yanında beni an» dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha birkaç yıl hapiste kaldı.
Bu iki ayette unutulmanın şeytana mal edilme sebebi , o kişilerin böyle bir unutmayı bilerek garez olsun diye yapmadıkları, bu yüzden herhangi bir sorumluluk altında tutulmayacaklarını göstermek içindir.
[019.044-45] Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.«Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.»
İbrahim (a.s) ın babasından talep ettiği şey , babasının Allah (c.c) dışında kulluk etmekte olduklarının şeytana kulluk demek olduğu ve şeytanın Allaha asi olduğu , dolayısı ile ona kulluk edenlerin de Allah a karşı asi olmak anlamına geldiği ve bu asilik cezasının ebedi Cehennem olduğu hatırlatılmaktadır.
[019.66-68] İnsan: «Ben öldüğümde mi diriltileceğim?» der.Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mi? Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.
Ahireti red eden bir düşünce temeline dayalı hayat tarzını empoze edenlerin şeytan olduklarını ifade eden ayet , bu şeytanlar ile bunlara inananların cehennem ile karşılık göreceklerinin beyan etmektedir.
[019.083] Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
Ayet küfre sapanların bu amelleri işleme sebeblerinin , onların şeytanlar ile yakın temasta bulunmaları sebebi ile olduğunu beyan etmektedir. Ayeti ,kişinin küfre sapma konusunda herhangi bir iradede bulunmamasına rağmen sadece Allah (c.c) böyle istediği için şeytanların o kişiye musallat olduğu yönünde okumak yanlıştır. Allah (c.c) kullarına seçme özgürlüğü tanıyarak hangi yolda seçim yaptılarsa o yolu onlar için açmaktadır.
[021.81-82] Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk.
[038.035-37] Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi Şeytanları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.
Cin ve şeytanların Süleyman (a.s) ın emrine verilmesinin anlamı üzerinde müstakil bir başlık altında değerlendirme yapmaya çalışmıştık , kısaca söylemek gerekirse ; Süleyman (a.s) elinde büyük bir güç bulundurması nedeniyle her an için azgınlık yapma imkanı olanları dahi kontrol edebilecek bir yapıyı kurmuş bulunmaktaydı. Bu şeytanlar insan harici bir unsur olmayıp şeytanlaşmış insanlar olup her devir ve her ülke içinde bu türler bulunmakta olup asıl önemli noktanın bunları adil bir biçimde bertaraf etmek ve azgınlık yapmalarına müsade etmeyecek sosyal , ekonomik ve askeri yönden kuvvetli bir yapı oluşturmaktır.
[022.3-4] İnsanlardan kimileri de Allah hakkında bilgisizce tartışır da her kaypak şeytanın ardına düşer. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür.
Hacc. suresinin bu ayetlerini anlamak için aynı surenin 8. ayetinde " İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır." şeklindeki beyanı dikkate almak gereği vardır. Bu ayette, Allah hakkında konuşmak için gerekli olan bilgilerin, ayette "Hüden" ve "Kitabin münirin" olarak tavsif edilen bir kaynak tan gelen bilgiler ,yani "Kur'an" ışığında olması gerektiği , bu kitap baz alınmadan yapılan konuşmaların, şeytanın peşine takılmak olduğu ve şeytana uyan her kişininde sapıtacağı ve sonunun alevli azap olacağı beyan edilmektedir.
[022.52-53] Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
[006.112] Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.
Bu ayetleri , tarih boyunca gelen elçilerin çağrılarına karşı en amansız bir biçimde karşı koymaya çalışan müşrikleri anlatan ayetleri hatırlayarak okuduğumuzda daha kolay anlamak mümkündür. Bu elçilere karşı gelme sebebini ins ve cin şeytanlarının o insanları iğva etmesi sonucu olduğu ve bu karşı gelişlerinin o müşriklerinin serbest iradelerini kullanarak yapıldığı yani bilerek ve isteyerek bir karşı çıkış olduğu beyan edilmektedir.
[024.021] Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.
Bu ayette , hayasızlığı ve kötülüğü yapmaya teşvik eden her kişi ve unsur "Şeytan" olarak vasıflandırılarak onlara ayak uydurulmaması emredilmektedir. Bu şeytanlardan kurtulmanın yegane yolu, Allah (c.c) nin rahmetine ve merhametine sığınmak olduğu vurgulanarak , temize çıkmanın yolunun ondan geçtiği vurgusu yapılmaktadır.
[025.027-9] O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: «Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor» der.
Bu ayetlerde , hesap gününden bir kesit sunularak , dünya hayatında resullerin yolunu takip etmeyerek , resullere düşman olan şeytanları dost edinerek Kur'an dan saptırılmış, böylece cehenneme girmeyi hak etmiş olan birisinin pişmanlıkları anlatılarak, böyle bir pişmanlık yaşamamak için , elçilerin yolunun izlenmesi , onlara düşman olan şeytanların dost edinilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır.
[027.023-24] Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen bu ayetler , Sebe ülkesinin hükümdarı ve halkının Allah (c.c) dışındakilere secde ederek şirk işledikleri ve bu şirk'i işlemlerine sebebin "Şeytan" olduğu vurgulanmaktadır. Güneşe secde etmek şeklinde yapılan şirk'in bize dönük okumasını yaptığımızda , secde edilmesi , yani emirlerinin hayat içinde geçerli olması gereken yegane varlığın Allah (c.c) olması bunun dışında yapılan secdenin yani itaat uygulamalarının "Şeytan" iğvası olduğu belirtilmektedir. Sebe ülke halkının tapmış olduğu güneş objesinin bu günkü karşılığını , Allah (c.c) nin dışında kulluk edilen her türlü şirk unsuru olarak söyleyebiliriz.
[028.015-16] Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Ey Rabbim, doğrusu ben kendime yazık ettim, artık bağışlamanla benim suçumu ört! dedi. O da onu bağışladı. Gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Musa (a.s) ın kavga eden iki kişiyi ayırmak için araya girmesi sonucu kazaen işlemiş olduğu cinayet için söylediği söz ve ardından tevbe etmesi , şeytan iğvası sonucu yapılmış bir işin ardından tevbe edilmesi gereğini , ve bu tevbenin kabul edileceğini haber vermektedir.
[029.038] Ad ve Semud kavmini de. Bunu, oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.
Allah (c.c) nin helak ettiği kavimlerden olan Ad ve Semud'un helak olma sebebini hatırladığımızda , buna sebeb olanın bu yaptıklarını onlara süsleyerek güzel gösteren şeytan olduğu , halbuki onların bu yaptıklarının çirkin olduğunu bilmelerini sağlayan bilgilerin kendilerine geldiği halde, bunları kulak arkası ederek şeytanın peşine takıldıkları beyan edilmektedir.
[031.021] Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denince: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?
Allah (c.c) nin kitabına davet edildiği halde red edenlerin büyük çoğunluğu bu gün dahi kendilerinin tabi olduğu kimselerin düşünce , söylem ve eylemlerinin kitaba uymasa bile onlar için belirleyici kaynak olduğu iddiasını dile getirmektedirler. Bu yolda gidenlerin düşüncelerini belirleyen unsurun , "Şeytan" olduğu belirtilerek bu yolun sonunun alevli azab olduğu hatırlatılmaktadır.
[034.20-21] And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.
Bu ayetler , Sebe s. 15. ayetten itibaren başlayan bir konunun sonuç ayetleridir. Kendilerine verilen refaha karşılık şükür görevini yerine getirmeyerek nankörlük eden Sebe ülkesi halkının başına gelenlerin anlatıldığı ayetlerde, bu halkın bu sona uğramasının sebebinin İblis olduğu ve onun Adem kıssasındaki vaadlerinin Sebe halkı örneğinde nasıl pratize ettiği anlatılmaktadır. Kendilerine verilen nimete karşı nankörlük eden her kişi , ülke v.s İblisin onlara nankörlük yolunda yapmış olduğu iğva sonucunda bunları yaptıkları beyan edilmektedir.
[035.5-6] Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.
Şeytan'ın insanları ateş yaranı etme yollarından birisi, onları Allah ile kandırmasıdır. Samiri karakterli insanların , Allah (c.c) nin dinine bir avuç doğru katarak , o doğruları yem mesabesinde kullanmaları sonucunda bir çok insan bunlara tabi olarak maalesef cehennem yaranı olmaktadır.
[036.059-61] Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?
Yasin suresi ayetlerinde , dünya hayatında iken kendisine gelen bilgilere sırt çevirerek , şeytan ile arkadaş olan kimsenin, ahiretteki halinden bir kesit sunularak , yol yakınken elçiler ile gelen bilgileri dikkate alıp, kime kulluk edeceğimiz veya etmeyeceğimizi bilerek bir yaşam sürmemiz gereği hatırlatılmaktadır.
[037.062-5] «Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!»
Saffat suresinin bu ayetlerinin öncesindeki cennet ile ilgili ayetlerden sonra bunlar buyurularak , tercihte bulunulması istenerek cehennemde sunulacak yiyeceğin kötülüğü "Şeytan başı" olarak betimlenmektedir. Böyle bir yiyecek henüz gözle görülmediği için çirkinliği dünya üzerinde bilinebilecek en çirkin şey olarak vasıflanan "Şeytan" olgusu ile tarif edilmektedir.
[038.041] Kulumuz Eyyub'u da an o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: «Bak bana, Meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!»
Eyyub (a.s) ın , başına gelen durum için böyle bir ifade kullanmış olması , şeytan dan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği göz önüne alınarak düşünülmesi gerekmektedir. Hastalık bir nevi şeytan dokunuşu olarak bundan Allah (c.c) ye sığınmak nasıl olacaktır sorusunun cevabı , Allah (c.c) nin ayetleri dediğimiz zama aklımıza eğer kevni ayetler ile yapılan tedavi usullari geliyorsa bu ayeti anladık demektir. Eyyub (a.s)kendisine dokunan şey den tedavi usullerini kullanarak Allah (c.c) ye sığınmış ve eski haline dönmüştür.
[043.061-62] Hiç şüphesiz o (isa), kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.
Bütün elçilerin ortak çağrısı , insanların dünya hayatındaki yaptıkları amellerin ahiret hayatında karşılarına çıkarak , yaptıklarına göre yerlerinin belli olacağını haber vermektir. Kişiler ahiret merkezli bir hayat tarzı sürdükleri müddetçe , dünya hayatında yaptıkları amelleri daha doğru yapmaya gayret edecek ve bu gayret en fazla şeytanları üzecektir. Şeytanlar bizleri bu yoldan çevirerek kendilerinin hayat tarzını taklit etmemizi için iğvaya kıyamete kadar devam edecek ve bu tehlikeyi Rabbimiz elçileri ile haber vermektedir.
[043.036] Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar
Sonunda Bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!» der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız.
Yaşamını Allah (c.c) nin ona önerdikleri üzerine kurmayanlar , Allah (c.c) nin "Şeytan" olarak vasıfladığı kişi ve sistemler üzerine bir hayat kurarlar. Bu hayatları bitip , Allah (c.c) nin huzuruna geldikleri zaman , o şeytanlar ile birlikte haşroluncakları için birbirlerinden kaçacak yer arayacakları beyann edilerek böyle bir duruma düşülmemesi için önerilenlerin yapılması istenmektedir.
[047.24-25] Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir? Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.
Kur'an doğru yola davet eden bir kitap olup , bu yolu red ederek küfre sapanlara şeytan onlara süsleyerek güzel göstermiş ve yaptıklarının hiç hesabını vermeyeceklerini onlara fısıldayarak sadece dünya hayatını hedefleyen bir hayat tarzını onlara iğva ederek ahirette ellerinin boş kalmasını sağlamıştır.
[058.009] Ey inananlar! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın; iyilik yapmak ve Allah'a karşı gelmekten sakınmayı konuşun; kıyamet günü huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.
Kur'anın "Gizli konuşmak" olarak nitelediği usuller ile yapılan eylemlerin "Takva" temelli olması gerektiği , bunun dışında yapılan gizli işlerin şeytanlık olduğu hatırlatılarak bu amellerin terkedilmesi istenmektedir.
[058.14-19]Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. İşledikleri şey ne kötüdür! Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na yemin ederler; kendilerine bir yarar sağlayacağını sanırlar. Dikkat edin; onlar şüphesiz yalancıdırlar. Şeytan onlara baskın gelip Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki; şeytanın taraftarları muhakkak hüsrana uğrayanların kendileridir.
Mücadele suresi içindeki bu ayetlerde münafıklardan bahsederek onların bu nifaklarına sebeb olan şeytanın onlara galip gelerek Allah'ı unutturduğu , şeytana taraftar olanların her zaman kayba uğrayacakları haber verilmektedir.
[059.016-17] Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.İkisinin sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Zalimlerin cezası budur.
Haşr suresindeki bu ayetlerde , münafıkların durumu ele alınarak şeytan ile aynileştirilmekte ve insana inkar ettirdikten sonra onun arkasında durmadığı yani kaypak arkadaş misali onu yarıyolda bırakarak sattığı , bu şeytanların ve onlara uyanların ortak karargahlarının ateş olduğu beyan edilmektedir.
[026.210-3] Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.«Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?» de.Bunlar ona kulak verirler ve çoğu yalancılardır.
[081.025] Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.
Kur'an hakkında ileri sürülen şüpheleri red etmeye yönelik olan bu ayetlerde , bu kitabın muhteviyatında ve nuzulünde şeytan etkisi gibi gibi bir durumun asla sözkonusu olmadığı beyan edilmektedir. Şeytanların kendilerine kulak verenlere indiği beyan edilerek , kendisine Kur'an inen "Şerefli Elçi" nin böyle bir kulak vermesi durumunun olmadığı haber verilmektedir.
Sonuç olarak ; Buraya kadar aldığımız ayetlere dikkat ettiğimizde , Adem kıssasındaki İblis adındaki şahsiyetin insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiklerinin hayat içinde nasıl pratize edilerek insanların yoldan çıkarıldığı anlatılmaktadır. "Şeytan" özel bir kişiliğin adı olmaktan çok belirli vasıflara haiz olanların genel bir adı olarak Kur'anda yerini bulmuştur. Bize düşen görev bu ayetleri rehber edinerek , düşmanımız olan "Şeytan" a karşı yenilmemenin yollarını hayat içinde pratize etmektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
27 Eylül 2015 Pazar
Hacc: Sembollerle Yapılan Bir Kulluk Gösterisi (Şeytan Taşlamak)
Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarınına, yaşadıkları dünya hayatında sadece onun belirlediği bir sistemin hakim olduğu inanç ve kurallar çerçevesinde yaşamalarını emretmiştir. Bu sistemin Kur'andaki adı , "İslam Dini" olup bu isim altında bir takım kurallar manzumesi, tarih boyunca gelen elçiler vasıtası ile beyan edilmiştir.
Sembol ; Ortak bir gayeyi ve fikri ifade etmek için kullanılan şeylerin tamamına verilen bir isimdir. Mesela "Bayrak" adı ile anılan bir parça bez, o bayrak tarafından sembolize edilen inanç, veya topluluğun kutsal bir objesi olmuştur
Din alanında da semboller önemli bir yer tutmaktadır. Aynı dinin müntesipleri, belirli gün ve zamanlarda bir araya geldiklerinde, o din için kutsal olan bir takım ritüelleri yerine getirerek , aynı inancı paylaştıklarına dair bir gösteride bulunurlar. Bu ritüeller her dinde olduğu gibi İslam dininde de mevcut olup , "Hac" adı ile bildiğimiz ibadet türü, sembolik hareketler ile icra edilen kulluk gösterileridir. Hac ibadetinde yapılan ritüelleri ayrı ayrı ele almak tek bir yazının hacmini büyülteceği için, bu yazımızın konusunu, bu sene şeytan taşlama sırasında meydana gelen izdihamda yüzlerce kişinin vefat etmesi üzerine gündeme gelen , şeytan taşlamanın Kur'anda olmadığı, dolayısı ile böyle bir ritüelin yapılmasına gerek olmadığı gibi ileri sürülen bazı görüşleri ele almaya çalışacağız.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki , böyle bir ibadet sırasında meydana gelen ölümlü vakalar, yapılan organizasyondaki aksaklıkların sonucu olup , hala Müslümanlar olarak büyük kalabalıkları organize etmekteki beceriksizliğimizin ve bu konularda nasıl içler acısı durumda olduğumuzun bir göstergesidir. "Şeytan taşlamak" adı ile bilinen bir ritüeli dahi elimize yüzümüze bulaştırarak yapmış olmamız, gerçek hayatta taşlamamız gereken şeytanların bizlere, "Bu Müslümanlar daha bu işin sembolik halini bile yapmayı beceremiyorlar gerçek halini nasıl yapsınlar" diyerek, bizlere bir tarafları ile gülmelerine sebep olmaktadır. Konumuz bu organizasyonun yapılmasındaki aksaklıklar değil, bu ritüelin sembolik olarak ifade ettiği anlam üzerinde olacaktır.
İslam dininin en temel çağrısı şeytanları taşlamaktır.
"Şeytan Taşlamak" deyiminin anlaşılması için, bu deyimi oluşturan kelimelerin anlamlarını bilmek gerekmektedir.
"Şeytan" kelimesi, Kur'anda kötülüğün somut bir ismi ve kişiyi cehenneme götüren her türlü olgunun adı olarak yerini bulmuştur. Bu konuyu daha önce , "Şeytan kavramı ve Kur'anda geçtiği ayetler" başlıklı bir yazıda ele almaya çalışmıştık.
"Taşlamak" şeklinde yapılan eylem, insanlığın kadim bir geleneği olup, fikrine, inancına, düşüncesine karşı çıkılan bir kimseye karşı yapılan bir protesto şeklidir. Kur'anda bu eylemin elçilere yapılması, o kavmin elçiye karşı oluşlarının topluluk halinde gösterilerek birlikte bir karşı oluşun dışa vurumudur. Şeytanın ,"Raciym" (taşlanmış) olarak huzurdan kovulması, insanlar tarafından bilinen bir eyleminAllah (c.c) tarafından yapılmış teşbihi bir anlatımıdır.
Muhammed (a.s) ın Taif şehrine gittiği zaman o şehrin çocuklarına onun taşlatılarak kovalanması ona şu mesajı vermek içindir , "Sana karşı öyle bir nefretimiz var ki, seni kovalamak için elimize taş alıp atmaya dahi tenezzül etmiyoruz, ve bu işi çocuklara yaptırıyoruz". Muhammed (a.s) a karşı yapılan taşlayarak bir topluluktan ve beldeden çıkarma eylemi bizlere, bu eylem türünün o dönemin insanlarının hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
[Hud s. 91] «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek itibarın da yoktur» dediler.
[Meryem s. 46] Babası: «Sen benim ilahlarımdan geçmek mi istiyorsun ey İbrahim? Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım; beni sen uzun bir süre bırak git!» dedi.
[Duhan s. 20] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»
[Şuara s. 116] «Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın» dediler.
[Yasin s. 18] «Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır» dediler.
[Kehf s. 20] «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
[Mülk s. 5] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.
[Al-i İmran s. 36] Onu doğurduğu zaman: «Ya Rab, onu kız doğurdum» dedi. Oysa ne doğurduğunu Allah daha iyi biliyordu. Halbuki erkek, kız gibi değildi; ben onun adını Meryem koydum ve işte onu ve soyunu taşlanmış şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.
[Hicr s. 16-8] Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş (racim) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[Hicr s. 34] Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!(racim)
[Nahl s. 98] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
[Sad s. 77-8] Allah: «Defol oradan! Sen artık kovulmuş birisin. Lânetim de, hesap gününe kadar senin üstündedir.» dedi.
[Tekvir s. 25] Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.
"Şeytan taşlamak" deyiminin anlaşılması için , Maide s. 90 ayetinde "Şeytan amelinden" olduğu ifade edilen "Ensab" kelimesinin anlam alanı üzerinde durmak gerekmektedir.
Bu kelime , müşriklerin ibadet kastı ile diktikleri , veya üzerinde putları için kurban kestikleri taşlara verilen isimdir. Bu taşlar üzerinden yapılan şirk, Arap cahiliyesinde önemli bir inanç şeklidir. Bu inanç anlaşıldığı zaman, şeytan taşlama konusu daha kolay anlaşılacaktır.
[Mearic s. 43-4] Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür.
Mearic suresindeki bu ayetler , Arap müşriklerinin bu taşlara olan aşırı ilgisine dikkat çekerek, kıyamet günü yeniden dirilerek hesap yerine gitme sahnesinin anlatımı, onların bu taşlara olan tazimlerinin ne boyutta olduğunu veciz olarak anlatmaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımızı toplamaya çalışarak "Şeytan taşlama" eyleminin bir müminin hayatındaki yerini anlamaya çalışalım.
"ŞEYTAN" kavramı etrafında, Kur'an genelinde bizlere bu vasfa sahip olanların bizleri "ŞİRK" e düşürerek ayağımızı cennetten kaydırmak için her türlü hileli yola başvuracakları haber verilmektedir. Bizlere düşen görev ise bizlere düşman olan ve adına "Şeytan" denen her türlü unsuru hayatımızdan taşlamak sureti ile cennete ulaşmaktır.
"Hac" ibadeti , her ne kadar bu gün olması gereken asli şeklinden çıkarılmış içi boş ritüellerin yapıldığı ruhsuz bir ibadet halinde getirilmiş olsa da, bizler bu ibadetini gerçek ve olması gereken hali üzerinden bu ibadeti anlamaya çalışacağız.
Allah (c.c) yi tek ilah ve rab olarak tanıyan bir hayat tarzı üzerinde olmanın toplu bir gösterisi olan hac ibadeti içinde yapılan ritüeller, dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar tarafından yapılarak tevhidi şuurun ayakta olduğu dost , düşman herkese ilan edilir. "Şeytan Taşlamak" adı altında yapılan ritüelin anlamının, bu düşünce etrafında değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Mekke deki Şeytan taşlamasının yapıldığı dikili taşlar , kendisini "Kur'an ehli" olarak tanımlayarak, bu ritüelin Kur'anda olmadığı iddiasında olanlar için yanlış olarak değerlendirilmektedir. Bu yanlışlığın sebebinin, taşlama ritüelinin tarihi arka planını doğru olarak okuyamamaktan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bu taşların oraya dikilmesinin sebebi o taşlara karşı bir ta'zim değil, aksine cahiliye Araplarının bu tür taşları kutsayarak o taşlara ibadet etmeleri ve üzerinde ilahlarına kurban keserek "ŞİRK" lerini açığa çıkarmalarının hatırlanarak, "Nusb" adı verilen o taşların "ŞEYTAN" ameli pislik olduğu ve kadim bir gelenek olan "TAŞLAMAK" sureti ile ŞİRK'İN HER TÜRLÜSÜNÜN HAYATTAN KOVULDUĞUNUN, TEVHİDİ BİR HAYAT SÜRÜLDÜĞÜNÜN, DOST DÜŞMAN HERKESE İLAN EDİLMESİDİR.
Bu gün Müslümanlar tarafından Hac, Namaz, Oruç, Kurban gibi ibadetlerin içinin boşaltılarak maksadının dışına çıkarılmış bir düşünce etrafında yapılır olması, bizleri bu tür ibadetlerin yapılmasının yanlış olduğu düşüncesine kaptırmamalıdır. Başkalarının yaptığı yanlışları baz alarak bazı doğruları ret etmek , kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayanların yapabileceği en büyük yanlıştır.
Bu çizgide olan bazı kimselerin düştüğü hatanın temelinde, bakış açılarını Kur'an tarafından değil, bazı Müslümanlar tarafından yapılan yanlışlar belirlemekte, yine bir kısım kişiler bu ifrata karşı tefrit düşüncesi içine girerek başka yanlışa sapmaktadırlar.
Sonuç olarak ; "Şeytan taşlamak" olarak bilinen Hac ibadeti içinde yapılanların yanlış hatta Kur'ana aykırı olduğunu söylemek, ya Kur'an'dan haberi olmamak, ya da şeytan iğvasına kapılmış bir kişinin söyleyeceği sözlerdir. Kur'an'ı bütüncül bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman göreceğimiz en temel nokta, bütün ayetlerin bizlerin ayağını cennetten kaydırmak olan "Şeytan" vasfına sahip olan her duygu , düşünce, kişi, kuruluş v.s nin "Taşlamak" yolu ile hayattan kovulması olduğu görülecektir. Hac ibadeti içinde böyle bir ritüelin yapılmış olması yanlış değil, aksine hac ibadetinin olmazsa olmaz ritüellerindendir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Sembol ; Ortak bir gayeyi ve fikri ifade etmek için kullanılan şeylerin tamamına verilen bir isimdir. Mesela "Bayrak" adı ile anılan bir parça bez, o bayrak tarafından sembolize edilen inanç, veya topluluğun kutsal bir objesi olmuştur
Din alanında da semboller önemli bir yer tutmaktadır. Aynı dinin müntesipleri, belirli gün ve zamanlarda bir araya geldiklerinde, o din için kutsal olan bir takım ritüelleri yerine getirerek , aynı inancı paylaştıklarına dair bir gösteride bulunurlar. Bu ritüeller her dinde olduğu gibi İslam dininde de mevcut olup , "Hac" adı ile bildiğimiz ibadet türü, sembolik hareketler ile icra edilen kulluk gösterileridir. Hac ibadetinde yapılan ritüelleri ayrı ayrı ele almak tek bir yazının hacmini büyülteceği için, bu yazımızın konusunu, bu sene şeytan taşlama sırasında meydana gelen izdihamda yüzlerce kişinin vefat etmesi üzerine gündeme gelen , şeytan taşlamanın Kur'anda olmadığı, dolayısı ile böyle bir ritüelin yapılmasına gerek olmadığı gibi ileri sürülen bazı görüşleri ele almaya çalışacağız.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki , böyle bir ibadet sırasında meydana gelen ölümlü vakalar, yapılan organizasyondaki aksaklıkların sonucu olup , hala Müslümanlar olarak büyük kalabalıkları organize etmekteki beceriksizliğimizin ve bu konularda nasıl içler acısı durumda olduğumuzun bir göstergesidir. "Şeytan taşlamak" adı ile bilinen bir ritüeli dahi elimize yüzümüze bulaştırarak yapmış olmamız, gerçek hayatta taşlamamız gereken şeytanların bizlere, "Bu Müslümanlar daha bu işin sembolik halini bile yapmayı beceremiyorlar gerçek halini nasıl yapsınlar" diyerek, bizlere bir tarafları ile gülmelerine sebep olmaktadır. Konumuz bu organizasyonun yapılmasındaki aksaklıklar değil, bu ritüelin sembolik olarak ifade ettiği anlam üzerinde olacaktır.
İslam dininin en temel çağrısı şeytanları taşlamaktır.
"Şeytan Taşlamak" deyiminin anlaşılması için, bu deyimi oluşturan kelimelerin anlamlarını bilmek gerekmektedir.
"Şeytan" kelimesi, Kur'anda kötülüğün somut bir ismi ve kişiyi cehenneme götüren her türlü olgunun adı olarak yerini bulmuştur. Bu konuyu daha önce , "Şeytan kavramı ve Kur'anda geçtiği ayetler" başlıklı bir yazıda ele almaya çalışmıştık.
"Taşlamak" şeklinde yapılan eylem, insanlığın kadim bir geleneği olup, fikrine, inancına, düşüncesine karşı çıkılan bir kimseye karşı yapılan bir protesto şeklidir. Kur'anda bu eylemin elçilere yapılması, o kavmin elçiye karşı oluşlarının topluluk halinde gösterilerek birlikte bir karşı oluşun dışa vurumudur. Şeytanın ,"Raciym" (taşlanmış) olarak huzurdan kovulması, insanlar tarafından bilinen bir eyleminAllah (c.c) tarafından yapılmış teşbihi bir anlatımıdır.
Muhammed (a.s) ın Taif şehrine gittiği zaman o şehrin çocuklarına onun taşlatılarak kovalanması ona şu mesajı vermek içindir , "Sana karşı öyle bir nefretimiz var ki, seni kovalamak için elimize taş alıp atmaya dahi tenezzül etmiyoruz, ve bu işi çocuklara yaptırıyoruz". Muhammed (a.s) a karşı yapılan taşlayarak bir topluluktan ve beldeden çıkarma eylemi bizlere, bu eylem türünün o dönemin insanlarının hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
[Hud s. 91] «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek itibarın da yoktur» dediler.
[Meryem s. 46] Babası: «Sen benim ilahlarımdan geçmek mi istiyorsun ey İbrahim? Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım; beni sen uzun bir süre bırak git!» dedi.
[Duhan s. 20] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»
[Şuara s. 116] «Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın» dediler.
[Yasin s. 18] «Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır» dediler.
[Kehf s. 20] «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
[Mülk s. 5] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.
[Al-i İmran s. 36] Onu doğurduğu zaman: «Ya Rab, onu kız doğurdum» dedi. Oysa ne doğurduğunu Allah daha iyi biliyordu. Halbuki erkek, kız gibi değildi; ben onun adını Meryem koydum ve işte onu ve soyunu taşlanmış şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.
[Hicr s. 16-8] Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş (racim) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[Hicr s. 34] Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!(racim)
[Nahl s. 98] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
[Sad s. 77-8] Allah: «Defol oradan! Sen artık kovulmuş birisin. Lânetim de, hesap gününe kadar senin üstündedir.» dedi.
[Tekvir s. 25] Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.
"Şeytan taşlamak" deyiminin anlaşılması için , Maide s. 90 ayetinde "Şeytan amelinden" olduğu ifade edilen "Ensab" kelimesinin anlam alanı üzerinde durmak gerekmektedir.
Bu kelime , müşriklerin ibadet kastı ile diktikleri , veya üzerinde putları için kurban kestikleri taşlara verilen isimdir. Bu taşlar üzerinden yapılan şirk, Arap cahiliyesinde önemli bir inanç şeklidir. Bu inanç anlaşıldığı zaman, şeytan taşlama konusu daha kolay anlaşılacaktır.
[Mearic s. 43-4] Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür.
Mearic suresindeki bu ayetler , Arap müşriklerinin bu taşlara olan aşırı ilgisine dikkat çekerek, kıyamet günü yeniden dirilerek hesap yerine gitme sahnesinin anlatımı, onların bu taşlara olan tazimlerinin ne boyutta olduğunu veciz olarak anlatmaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımızı toplamaya çalışarak "Şeytan taşlama" eyleminin bir müminin hayatındaki yerini anlamaya çalışalım.
"ŞEYTAN" kavramı etrafında, Kur'an genelinde bizlere bu vasfa sahip olanların bizleri "ŞİRK" e düşürerek ayağımızı cennetten kaydırmak için her türlü hileli yola başvuracakları haber verilmektedir. Bizlere düşen görev ise bizlere düşman olan ve adına "Şeytan" denen her türlü unsuru hayatımızdan taşlamak sureti ile cennete ulaşmaktır.
"Hac" ibadeti , her ne kadar bu gün olması gereken asli şeklinden çıkarılmış içi boş ritüellerin yapıldığı ruhsuz bir ibadet halinde getirilmiş olsa da, bizler bu ibadetini gerçek ve olması gereken hali üzerinden bu ibadeti anlamaya çalışacağız.
Allah (c.c) yi tek ilah ve rab olarak tanıyan bir hayat tarzı üzerinde olmanın toplu bir gösterisi olan hac ibadeti içinde yapılan ritüeller, dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar tarafından yapılarak tevhidi şuurun ayakta olduğu dost , düşman herkese ilan edilir. "Şeytan Taşlamak" adı altında yapılan ritüelin anlamının, bu düşünce etrafında değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Mekke deki Şeytan taşlamasının yapıldığı dikili taşlar , kendisini "Kur'an ehli" olarak tanımlayarak, bu ritüelin Kur'anda olmadığı iddiasında olanlar için yanlış olarak değerlendirilmektedir. Bu yanlışlığın sebebinin, taşlama ritüelinin tarihi arka planını doğru olarak okuyamamaktan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bu taşların oraya dikilmesinin sebebi o taşlara karşı bir ta'zim değil, aksine cahiliye Araplarının bu tür taşları kutsayarak o taşlara ibadet etmeleri ve üzerinde ilahlarına kurban keserek "ŞİRK" lerini açığa çıkarmalarının hatırlanarak, "Nusb" adı verilen o taşların "ŞEYTAN" ameli pislik olduğu ve kadim bir gelenek olan "TAŞLAMAK" sureti ile ŞİRK'İN HER TÜRLÜSÜNÜN HAYATTAN KOVULDUĞUNUN, TEVHİDİ BİR HAYAT SÜRÜLDÜĞÜNÜN, DOST DÜŞMAN HERKESE İLAN EDİLMESİDİR.
Bu gün Müslümanlar tarafından Hac, Namaz, Oruç, Kurban gibi ibadetlerin içinin boşaltılarak maksadının dışına çıkarılmış bir düşünce etrafında yapılır olması, bizleri bu tür ibadetlerin yapılmasının yanlış olduğu düşüncesine kaptırmamalıdır. Başkalarının yaptığı yanlışları baz alarak bazı doğruları ret etmek , kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayanların yapabileceği en büyük yanlıştır.
Bu çizgide olan bazı kimselerin düştüğü hatanın temelinde, bakış açılarını Kur'an tarafından değil, bazı Müslümanlar tarafından yapılan yanlışlar belirlemekte, yine bir kısım kişiler bu ifrata karşı tefrit düşüncesi içine girerek başka yanlışa sapmaktadırlar.
Sonuç olarak ; "Şeytan taşlamak" olarak bilinen Hac ibadeti içinde yapılanların yanlış hatta Kur'ana aykırı olduğunu söylemek, ya Kur'an'dan haberi olmamak, ya da şeytan iğvasına kapılmış bir kişinin söyleyeceği sözlerdir. Kur'an'ı bütüncül bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman göreceğimiz en temel nokta, bütün ayetlerin bizlerin ayağını cennetten kaydırmak olan "Şeytan" vasfına sahip olan her duygu , düşünce, kişi, kuruluş v.s nin "Taşlamak" yolu ile hayattan kovulması olduğu görülecektir. Hac ibadeti içinde böyle bir ritüelin yapılmış olması yanlış değil, aksine hac ibadetinin olmazsa olmaz ritüellerindendir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)